Ana Sayfa Blog Sayfa 742

Elbistan Cezaevi’nde işkence iddiası: Mahpuslar darp edilerek sürgün edildi

Haber: Fırat BULUT

*

Maraş’ın Elbistan ilçesinde bulunan E Tipi Kapalı Cezaevi’nde koğuşlara baskın yapıldığı ve tutuklu/hükümlülerin darp edildiği iddia edildi. Siyasi suçlardan tutuklu bulunan 30 hükümlünün tutulduğu koğuşlara, 27 Eylül’de gerçekleştirilen baskınla mahpusların darp edilerek tek kişilik hücrelere atıldığı ve çok sayıda mahpusun başka cezaevlerine sürgün edildiği öğrenildi.

Darp, ters kelepçe, sürgün…

Güvenlik kaygısı yaşadıklarını ve yakınlarının daha fazla kötü muameleye maruz kalacağı kaygısı ile isimlerinin gizli tutulmasını isteyen mahpus yakınları yaşananlara ilişkin bilgi verdi.

Kardeşinin 28 yıldır cezaevinde olduğunu belirten bir mahpus yakını, “27 Eylül’de sabah saatlerinde koğuşları basarak tüm tutukluları ters kelepçeleyip darp etmişler. Odalara baskın yapanlar üniformalı kişiler ama tutuklular bu kişileri ilk defa görmüş. Adalet Bakanlığı talimatıyla baskın yapıldığını söylemişler. Birkaç mahpus dışında hepsi sürgün edilmiş. Götürüldükleri cezaevlerini arıyoruz ‘burda yok’ diyorlar, Elbistan Cezaevi‘ni arıyoruz ‘bilgi veremeyiz’ diyorlar. Kardeşim ve arkadaşlarının can güvenliğinden kaygı duyuyoruz” diyerek insan hakları savunucusu kurumlara yardım çağrısında bulundu.

Erzurum Dumlu Yüksek Güvenlikli Hapishane’ye sürgün edilen bir mahpusun yakını ise tahliyesine kısa süre kalan dört mahpus dışında siyasi suçlardan hüküm giyen bütün mahpusların sürgün edildiğini belirterek “Kardeşim iki gün önce telefonla aradı, birkaç arkadaşı ile birlikte Erzurum’a sürgün edilmişler. Burada girişte çıplak arama işkencesine maruz bırakılmışlar. Daha sonra tekli hücrelere koyulmuşlar, zorunlu ihtiyaçları dahi karşılanmıyor. Kardeşim elbiselerinin verilmemesi nedeniyle hücrede üşüdüklerini söyledi” dedi.

İHD: Maphuslar darp edilmiş

Elbistan Cezaevi‘nden farklı cezaevlerine sürgün edilen tutukluların yakınları İnsan Hakları Derneği’ne başvurarak yardım talebinde bulundu.

İHD MYK Üyesi Hapishaneler Komisyonu eş sözcüsü Nuray Çevirmen, hapishanelerde işkence ve kötü muamelenin arttığını belirterek uygulamada keyfiyetlerin arttığına dikkat çekti .

Çevirmen İHD’ye yapılan başvuru ve araştırmaları neticesinde Elbistan Cezaevi’nden 15 tutsağın sürgün edildiğini ve kötü muameleye maruz kaldığını belirterek şunları söyledi:

“Ereğli Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne gönderilen ve Antalya Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’ne sevk edilen iki mahpus, ‘yoğun olarak darp edilmiş‘ bilgisi geldi. Yapılan başvurulara göre koğuşlara giren görevliler tarafından hakarete ve tehdide maruz kalmışlar. Mahpusların eşyaları dağıtılmış, aramaya kalabalık ve cezaevi personeli olmadığı söylenen kişiler girmiş, mahpuslar darp edilmiş ve hücrelere atılmışlar. Darp edilen üç mahpusun hastanelere sevk edildiği öğrenildi. Bir mahpusun burnu kırılmış.”

‘Tutuklulardan haber alınamıyor’

Bazı ailelerin, yakınlarından haber alamadığını ifade eden Çevirmen, “Mahpuslar Türkiye’nin farklı illerindeki cezaevlerine kendi istekleri dışında eşyaları yanlarına verilmeden sürgün edilmişler” ifadelerini kullandı.

Çevirmen sürgün edilen mahpusların tekli hücrelerde tutulduklarını belirterek şöyle devam etti:

“Erzurum’a sevk edilen Muhammet Bablis’in eşyaları ve kıyafetleri verilmemiş. Erzurum çok soğuk olmasına rağmen verilmemesi mahpusun sağlık durumunu kötü etkilemiş. Hiçbir eşya alamamış, ihtiyaçları karşılanamamış. Cezaevi girişinde çıplak aramaya maruz kalmışlar ve orada da fiziki müdahale de bulunulmuş. Tekli yerlere konulmuşlar. Elbistan E Tipi Cezaevi’ndeki mahpusların tamamı uzun yıllardır cezaevinde olan mahpuslardı ve içlerinde hasta mahpuslar da bulunmaktaydı.”

Mahpusların maruz kaldıkları kötü muameleye ilişkin ilgili kurumlara başvuru yapacaklarını belirten İHD Hapishane Komisyonu Eş Sözcüsü Çevirmen “Mahpusların geneli Yüksek Güvenlikli ve S Tiplerine gönderilmiş. Buralarda tek kişilik yerlerde tutuluyorlar. Toplam kaç mahpusun sevk edildiğine dair net bir bilgimiz yok ancak 19 Mahpus hakkında net bilgimiz var” şeklinde konuştu.

‘Cezasızlık politikalarından vazgeçilsin’

Türkiye’nin hem kendi yasalarına hem de imzaladığı uluslar arası sözleşmelere uymayarak suç işlediğine dikkat çeken Çevirmen “Hapishanelerde yaşanan işkence ve kötü muamele yasağını ihlal edenler hakkında soruşturma açılmasını ve cezasızlık politikasından vazgeçilmesini talep ediyoruz” dedi.

HDP cezaevlerindeki işkence iddialarını Adalet Bakanlığına sordu

HDP Van Milletvekili Muazzez Orhan ve Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine ilişkin Adalet Bakanı’nın cevaplaması istemiyle soru önergesi verdi.

İki yılda 143 cenaze

Konuya ilişkin ulaştığımız Orhan, uzun süredir cezaevlerinde hak ihlali iddialarının arttığını belirterek cezaevlerinden 2020 yılının başından Eylül 2022 dönemine kadar en az 143 cenazenin çıktığına dikkat çekti.

‘Tutuklular kendilerini JİTEM olarak tanıtan bir grup tarafından linç edilmiş’

Orhan, cezaevlerinde işkence iddialarının arttığını belirterek “Özellikle 2015’te İmralı Cezaevi‘nde başlatılan tecrit politikaları bütün cezaevlerinde fiili ve resmî olarak yürütülüyor. Vekil statüsünde bizler bile cezaevlerine girip tutukluları ziyaret edemiyoruz, cezaevi müdürleri ile görüşemiyoruz. Dolayısıyla bu da kuşkuları, iddiaları doğruluyor” dedi.

Muazzez Orhan HDP’nin soru önergesinde sürgünleri ele aldıklarını ifade ederek “Van Cezaevi‘nden 25 tutuklu sürgün edilmiş, sekizinin yeri bir haftadır bilinmiyor. Elbistan Cezaevi’nden hem Erzurum Cezaevi’ne, hem Konya Ereğli Cezaevi’ne sürgün edilen tutsakların nakil sırasında ve götürüldükleri yerlerde saldırıya uğradıkları, darp edildikleri, şiddete maruz kaldıklarına dair iddialar bize ulaştı” şeklinde konuştu ve şunları aktardı:

Erzurum Cezaevi’ne nakil edilen tutukluların, kendini JİTEM diye tanıtan bir grup tarafından linç edildiği bilgisi elimize ulaştı. Bu yönlü iddialar var. Cezaevlerinde daha önce yaşanan ölümler, ihlaller bu iddiaların olasılığının varlığını doğruluyor. ‘Yoktur’ diyemiyoruz kaygı duyuyoruz . Aileler kaygılı; her sabah, gece gelen telefonlarla bu yönlü iddialar bize ulaşıyor. Çünkü şeffaflık yok, denetim yok, dışarda bile herkesin gözü önünde ciddi şiddet örneklerini görüyoruz. Cezaevlerinin denetime açılmasını istiyoruz, artık cezaevinden cenaze çıksın istemiyoruz.”

Adım adım: ‘Sansür yasası’nın 12 maddesi daha gece kabul edildi

Basın ve ifade özgürlüğüne getirdiği kısıtlarla ‘sansür yasası’ olarak anılan 40 maddelik “Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi“nin görüşmeleri Meclis’te devam ediyor.

Önceki günlerde TBMM Genel Kurulu‘nda 2 maddesi kabul edilmiş olan teklifin 12 maddesi daha dün gece saatlerinde kabul edildi.

Basın kartının verilmesi ve kartın iptaline ilişkin düzenlemelerin yanı sıra Türk Ceza Kanunu’na (TCK) “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçunu ekleyen, ‘yanlış bilgi’ yayan internet sitelerine cezalar ve ‘zarar gören kişişlere’ cevap ve tekzip hakkı veren 40 maddelik teklifin görüşmelerine geçen dönem başlanmıştı.

İki iktidar ortağı AKP ve MHP önerisiyle sunulan ve ilk günden bu yana muhaefetin ve basın meslek örgütlerinin yoğun tepkisiyle karşılaşan yasa tasarısının görüşmeleri bu yasama yılına ertelenmişti.

Ancak 4 Ekim’de iş başı yapan Meclis’in ilk gündemlerinden biri yine bu yasa teklifi oldu.

Basın kartı başvurusu Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na bağlandı

Muhalefet partisi vekillerinin bütün değişiklik istekleri ve itirazları reddedilerek geçirilen maddeler içersinde şunlar var:

  • Yeni türleri belirlenen basın kartlarının başvurusu,  İletişim Başkanlığına yapılacak. Basın kartına yalnızca gazeteciler değil, medya ve enformasyon şirketlerinde görev yapan herkes başvurabilecek.
  • Basın Kartı Komisyonu üye sayısı 19’a çıkacak. Komisyonda, Başkanlığı temsilen 3 üyenin yanı sıra işçi sendikası şeklinde faaliyet gösteren sendikalardan basın kartı sahibi üyesi en fazla olan sendika tarafından belirlenecek 2 üye, iletişim fakültesi dekanları veya basın kartı sahibi gazeteciler arasından Başkanlıkça belirlenecek 3 üye de yer alacak. Üyelerin iki yıl boyunca görevde kalacak ve süresi dolan üyeler yeniden seçilebilecek.
Gazeteciler yeniden tek ses: Medyayı cezalandırmaktan başka amacı olmayan teklif geri çekilsin

  • Haber sitelerinde yayımlanan içerikler, gerektiğinde talep eden Cumhuriyet Başsavcılığı’na teslim edilmek üzere doğruluğu ve bütünlüğü sağlanmış şekilde iki yıl süre ile muhafaza edilecek. Yayımlanan haberler soruşturma ve kovuşturma konusu olduğunda ilgili yayın kaydının saklanması zorunlu olacak.
  • Haber siteleri, yayınlarından “zarar gören kişi”nin düzeltme ve cevap yazısını hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç bir gün içinde yayımlamak zorunda olacak.
  • Yayın hakkında erişimin engellenmesi ve/veya içeriğin çıkarılması durumunda, düzeltme ve cevap metni, haber sitesinin ilk 24 saati ana sayfasında olmak üzere 1 hafta süreyle yayımlanacak.
Sansür yasasına hukukçu yorumu: Seçime Twitter olmadan girme ihtimalimiz hiç olmadığı kadar yüksek

‣ Gazeteciler sokakta: Susturma, korkutma, hapsetme yasasına hayır!

‣Basın örgütlerinden sansür yasasına 10 itiraz 

Teklifin diğer maddeleri arasında, “Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla gerçeğe aykırı bir bilgiyi  alenen yayan” kişilerin 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını öngören bir madde de bulunuyor.

Gazeteciler ve medya profosyonelleri, teklifin Anayasa’ya ve basın özgürlüğüne aykırı olduğunu, seçim öncesi iktidarın basını susturmaya yönelik bir hamlesi olduğunu söyleyerek defalarca eylem yaptı ve yapmaya devam ediyor.

 

 

 

TRT’nin İliç’teki siyanürle ilgili yayını hakkında suç duyurusu: Bir zümreye imtiyaz tanındı

Erzincan İliç’te siyanür sızıntısına yol açan Çöpler Altın Madeni’nin neden olduğu ekoloji tahribatı TRT’nin de gündemine girdi. Ancak “siyanür sızdı” olarak değil, tam olarak “Yalan” şeklinde gündeme getirildi. TRT’nin yalanlama için yaptığı yayın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikayet edildi. 

Amerikalı ve Kanadalı Anagold Madencilik ile Çalık Holding‘in ortağı olduğu Erzincan’ın İliç ilçesinde faaliyet gösteren Çöpler Altın Madeni’nde 21 Haziran’da siyanürlü solüsyon boruları patlamış, sızıntı sonucu 32 ton saf siyanürün Fırat Nehri’ne karıştığı belirtilmişti.

Erzincan halkı siyanür soluyor
Erzincan halkının siyanür soluduğu İliç’te bilirkişi keşfi
TMMOB: İliç’te sağlığı yok sayan sömürge altın madenleri derhal kapatılsın
Bakanlık İliç’te Mart’ta yaptığı denetime işaret edip ‘siyanür yok’ dedi

TRT genel müdürü ve yönetim kurulu başkanı hakkında suç duyurusu

TRT’nin yayınında ise herhangi bir şekilde Fırat Nehri‘ne ve Şanlıurfa içme suyu şebekesine karışmadığı belirtilerek buna kanıt olarak kamu kurumlarının bölgede yaptığı incelemelerde siyanüre rastlanmadığının ifade edildiği tespitler gösterildi.

Sedat Cezayirlioğlu başından itibaren konunun takipçisi olan ve Erzincan‘daki siyanürlü altın madenciliği faaliyetleri nedeniyle çevrede yaşanan yıkımları duyuran bir isim.

Cezayirlioğlu ve Avukatı İsmail Hakkı Atal, TRT’nin yaptığı yayının ardından TRT’ye Anagold Altın Madeni’ni aklamaya yönelik olarak 28 Temmuz 2022’de yaptığı yayın nedeniyle tazminat davası açtıklarını duyurdu. Ayrıca TRT Genel Müdürü Prof. Dr. Mehmet Zahid Sobacı ve Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Albayrak hakkında da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunuldu.

‘Bir zümreye imtiyaz tanındı’

Sobacı ve Albayrak “Görevi kötüye kullanma”, “kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma”, “temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama”, “TRT kanununa muhalefet” ve “bir zümreye, bir sınıfa imtiyaz tanımak” gerekçeleriyle şikayete konu oldu.

40 bin liralık tazminat davası

Ayrıca Sedat Cezayirlioğlu adına da Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde TRT aleyhine 40 bin  TL’lık manevi tazminat davası açıldı.

Yapılan şikayet ve açılan davaya ilişkin açıklamada bulunan Atal, şu ifadelerle Çöpler Altın Madeni’ndeki ekolojik kıyımı yeniden hatırlattı:

“Erzincan İliç’te bir yandan Türkiye’yi zehirlerken ve küresel iklim krizi sürecinde gezegenin ve insanlığın geleceğine zarar vererek altın madeni üreten sömürgeci Kanada ve ABD’ye ait Anagold maden şirketinin siyanür boruları 21.06.2022 gecesi patlamış ve sabaha kadar tonlarca (210 m3 ) siyanürlü -arsenikli -zehirli kimyasallı bileşik havaya -suya -toprağa ve de Fırat nehrine , hava -su -toprak alıcı ortamlarına karışmıştır.”

Siyanür sızdıktan sonra yaşananlar

21 Haziran’da madenin borularından biri kırıldı ve 20 ton civarında siyanür bulunan solüsyonun borulardan çevreye yayıldığı bildirildi. 

Olay gününe ilişkin jandarma tutanağında ise yırtılan boru içerisinde yaklaşık 20 m3 siyanürlü solüsyonun liç sahasına ve yola aktığı belirtildi.

Şirketten açıklama ancak günler sonra gelebildi. Şirket sosyal medya yapılan paylaşımları yalanlarken siyanürün sızdığı iddiasını ise doğruladı.

Maden işletmesinin çevreyi kirletmesi iddiasıyla Anagold Madencilik hakkında soruşturma başlatıldı.

Cumhuriyet Başsavcılığı sızıntı iddialarıyla ilgili “çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya verilmesi” hükmünü içeren 182’nci maddesinde düzenlenen “çevrenin taksirle kirletilmesi” suçuyla soruşturma başlattı. 

Öte yandan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı madencilik firmasına 16 milyon 441 bin Türk lirası idari para cezası kesildiğini ve suç duyurusu yapıldığını açıkladı. Ardından tesisin faaliyetleri durduruldu.

TRT’de yayımlanan haberde siyanürün nehre ve içme suyuna karışmadığı ifade edilerek yayın yapılmasının ardından dava açtıklarını duyuran İsmail Hakkı Atal “Bakanlığın ceza verdiği ve kapatma kararı aldığı Kanadalı -Amerikan Anagold (SSR Mining ) isimli şirket lehine 28 Temmuz 2022 günü TRT’de yalan haber ve/ veya yalan paket reklam yayınlandı. Anlaşılan odur ki ; TRT yöneticileri Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğünün 28 Temmuz 2022 tarih ve (E-78075289-622.01-4149338 sayılı) yazı cevabından ve kestiği cezadan haberdar olmadan bu haberi yayınlamışlardır” dedi.

https://twitter.com/i/status/1552406541659250689

Atal bir devlet kurumunun yalan haber yaymasının suç olduğunu vurgulayarak şu ifadeleri kullandı:

“Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yazısı ve para cezasıyla şikayete konu yalan haber çelişmiş ve ardından paket olarak belirli periyotlarda yayına girmesi beklenilen davaya konu yalan haber TRT tarafından tekrar yayınlanmamıştır. Devlet kurumu olarak, özerkliği ve tarafsızlığı Anayasayla teminat altına alınmış ve TRT kanunuyla kendisine görev yüklenmiş olan TRT yöneticilerinin, zehir saçarak geleck nesillerimizi sakatlarken, ürettikleri altının sadece yüzde 1,5’ini Türkiye’ye bırakan sömürgeci altın madencilerini aklamaya çalışıp yalan haber yapması suçtur.”

Cezayirlioğlu’nun gönüllü avukatı Atal’ın yaptığı açıklamada son olarak şu ifadelere yer verildi:

“Halk sağlığı genel müdürlüğü istatistiklerine göre 2002 ile 2016 arasında erkeklerde kanser vakaları 12 kat , kadınlarda 7.8 kat artmıştır. Dava konusu yayınla TRT Kanunun 5 / m fıkrasıyla ‘……tek yönlü, taraf tutan yayın yapmamak ve bir siyasi partinin, grubun, çıkar çevresinin, inanç veya düşüncenin menfaatlerine alet olmamak’ yükümlülüğü ihlal edilmiştir.

TRT yaptığı yayınla bir çıkar çevresinin menfaatlerine alet olmuştur. Türkiye’yi zehirleyen sömürgeci Kanadalı -Amerikan SSR mining ( Anagold ) şirketini aklamak için yalan haber yapan TRT yöneticileri yargılanmalı ve görevden alınmalıdır. Sansüre hayır , yalan haber yapan TRT’ye hayır.”

Peki bugüne kadar Çöpler Altın Madeni’nde neler yapıldı?

Madene ilişkin olarak 2008’de ve 2014’te Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporları çıkarılmış, 2008’de maden için ÇED Olumlu kararı verilmişti.

Maden için 2008’de verilen ÇED Raporu kapsamında 18 yıl sürdürülmesi planlanan faaliyetlerde 100 milyon ton kaya (pasa) ve 52 milyon ton cevher çıkarılacağı belirtiliyordu. Ancak rakamlar zaman içerisinde arttı.

2014’teki ÇED raporunda pasa 173 milyon tona çıkarıldı. 2021’de ise rakamlar dört kata kadar arttı; pasa 420 milyon tona, cevher 85,3 milyon tona çıkarıldı.

Madene verilen ÇED Raporu’nda çıkarılacak kimyasallar bir bir yazılmış, tehlikeli olanlar ayrıca sıralanmıştı.

Madende kapasite artırımı yapılarak 2019’da sodyum siyanür 11 bin tona, sülfürik asit üretimi 122 bin tona çıkarıldı.

2021’de yayınlanan raporda ise 18 adet tehlikeli maddeye yer verildi. Bunlar arasında solunum yollarına, sudaki organizmalara, ciddi yanıklara, aşındırıcı etkilere, cilt ve gözde aşırı tahrişlere neden olan sodyum siyanürnitrik asitbakır sülfatsodyum hidrosülfit gibi tehlikeli maddeler de bulunuyor. Raporda belirten kimyasal maddeleri aşağıdaki tablodan inceleyebilirsiniz:

Çöpler altın madeni doğayı nasıl zehirliyor?

Konunun yıllardır takipçisi olan ve maden sahasının yakınlarındaki bölgede yaşayan Sedat Cezayirlioğlu, Yeşil Gazete’ye şirketin altın madeni için birden çok Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu çıkarıldığını, Erzincan Belediyesi dahil bölgede sorumlu kamu kuruluşlarının siyanür üretilen madene şirketin CEO’sundan daha özenle yaklaştığını, şirketin bölgede yaşayan vatandaşlara ‘sus payı’ olarak milyonlarca lira verdiğini, kendisine sırf mücadele ettiği için “Emekliliğini yakarız” diye tehditler yağdırıldığını anlatmıştı.

Sedat Cezayirlioğlu

Türk Toraks Derneği tarafından 24 Temmuz 2017’de madene ilişkin olarak bildirilen görüşte tesiste kullanılacak maddelerin hemen hepsinin insan sağlığı ve ekolojik yaşam açısından riskli olduğunun altı çizildi.

Türk Toraks Derneği tarafından verilen görüşte “Bazıları (örneğin kuvars içeren kum) sadece çalışan sağlığı açısından risk oluşturmakta iken (silik, silikozise yol açmaktadır, kanserojen olduğu bilinmektedir); çoğu madde başta çalışan sağlığı olmak üzere, çevredeki insanlar, ekolojik yaşam üzerinde olumsuz etki potansiyeline sahiptirler” denilmişti.

TTB’den 25 Mayıs 2021’de konuya ilişkin paylaşılan görüşte “Siyanürlü madencilik faaliyeti dört ana aşamadan oluşur: Arama, sıyırma ve patlatma, öğütme ve siyanürleme, atıkların depolanması. Madenciliğin tüm bu aşamaları doğa ve insan sağlığı için farklı tehditler içerir. Biyolojik çeşitlilik, tatlı su varlığı ve insan sağlığını tehdit edecek derecede toksik bir kimyasal olan ‘siyanürlü liçleme kesinlikle yasaklanmalıdır” ifadelerine yer verilmişti.

Şirketin bölgede yaşayan vatandaşlara verdiği milyonlarca liralık desteğe ilişkin imzalattığı belirtilen taahhüt metni.

Ancak tüm uyarılara rağmen faaliyetler devam etti. Geçen ay Çöpler Altın Madeni’nde siyanür solüsyon borusu yırtıldı. Bunun sonucunda 20 ton civarında siyanür solüsyon çevreye saçıldı. Bakanlık siyanür sızıntısının ardından şirketin bölgedeki maden faaliyetlerini durdurdu.

Erzincan Valiliği, olayın üzerinden üç geçtikten sonra açıklama yaparak sızıntıyı duyurmuştu.

Çevre, Şehircilik veİklim Değişikliği Bakanlığı tarafından ise olaydan dört gün sonra açıklama yapılmış, denetim ekiplerinin bölgeye gönderildiği ve firmaya en üst sınırdan ceza kesildiğini belirtilmişti.

Anagold Madencilik’in maden tesisindeki faaliyetleri olaydan altı gün sonra ancak durdurulmuştu.

2020’de siyanürlü atık barajı çevresinde gerçekleşen toplu kuş ölümlerinden sahibi şirket sorumlu tutulmuştu. Tesiste artırımın olması halinde Fırat Nehri’ni öldüreceği söylenmiş, çevre aktivistleri tarafından tepki gösterilmişti.

Tavas’ta kaçak kesim yapan maden şirketine belge soran muhtar, şirketin şikayetiyle gözaltına alındı

Denizli‘nin Tavas ilçesine bağlı Avdan‘da  yapılması planlanan kömür ocağına karşı vatandaşlar yaşam alanlarını savunmaya devam ediyor.

Açık kömür ocağı işletmesine karşı mücadele yürüten Gümüşdere Mahallesi Muhtarı Mehmet Canatan dün gözaltına alındı.

Gümüşdere Mahallesi sakinleri, 2019’da ruhsatlandırma işlemlerinin başlamasından bu yana mermer ocaklarına karşı mücadele ediyor.

Avdan ‘da 3 milyon 764 bin metrekarelik alan, kömür ocağı işletmesi için 14 Ocak 2022’de Cumhurbaşkanı kararıyla acele kamulaştırılmış; Denizli Barosu, Denizli Tabip Odası, Büyük Menderes İnisiyatifi (BMİ), sivil toplum kuruluşları, dernekler ve çevre mahalle muhtarları ve yöre halkı kamulaştırma kararını yargıya taşımıştı.

Kamulaştırma kararıyla birlikte kömür işletmelerinin bölgede faaliyet göstermesi durumunda dört mahallenin boşaltılma riski var.

‣ Tavas ormanları mermere boğuluyor
‣ Termik santralden kömür ocağı işletmesine: Avdan’ın kamulaştırmaya karşı mücadelesi

Muhtara izin belgesi göstermediler, ‘engel olamazsın’ dediler

Gazete Duvar’ın aktardığına göre, Tavas Gümüşdere Mahallesi Muhtarı Mehmet Canatan dün sabah orman yoluna iş makinelrinin görünce  durdurmak için gittiğinde  şirket yetkilileriyle tartışma yaşadı.

Orman yolunda konuştuğu yetkililerin çalışma izinlerini görmek istediğini ancak maden şirketi yetkililerinin belge göstermediğini belirten Canatani. Hukuksuz olarak bölgede geri alınamayacak şekilde çalışmalar yapıldığını söyledi.

İstersen minareye çık türkü söyle

Olay yerine gelen ekipler  Canatan’ı gözaltına alarak karakola götürdü. Canatan’ın ifadesi şçöyle oldu:

“Sabah saatlerinde, maden şirketinin orman yolunda yol çalışması için hazırlık yaptığını gördüm. Yol çalışması yapılan bölgeye tek başıma gittim. Gittiğimde yol çalışması yapılacak yerde iki kepçe ve bir greyderin hazırlandığını gördüm. Görevlilerin yanlarına giderek ‘Halk burada çalışma yapılmasını istemiyor’ dedim. Oradaki mühendis bana ‘Açarız, engel olamazsınız’ dedi. Ben de ona ‘İlan yayınlarım köy halkını toplarım gerekirse” dedim. Bunun üzerine orada görevli mühendis bana ‘İstersen minareye çık türkü söyle’ dedi.”

Şirketten şikayetçi oldu

Mehmet Canatan’ın avukatı Hasan Ozan Orpak “Mahalle muhtarımızın görevlerinden biri de sorumlu olduğu alanı korumasıdır. Ancak muhtarımız maden şirketinden, çalışma yapmalarına dair izni oldukları belirten belgeyi istediğinde, yetkililer hiçbir belge göstermemiştir” dedi ve şirketten şikayetçi olduklarını açıkladı:

“Tarım ve Orman Müdürlüğü yetkilileri ormanda yapılan çalışmalarda hazır bulunmalıdır. Ancak Müdürlük yetkilisi biri, şirketin çalışma yaptığı alanda bulunmamıştır. Biz kamu yararı için, maden şirketinin yaptığı hukuksuz çalışmalardan şikayetçi olduk. Konunun da takipçisi olmaya devam edeceğiz.”

Dünya’nın bir sonraki süper kıtası Amasia: 250 milyon yıl sonra kıtalar nasıl görünecek?

Gezegenimiz Dünya‘nın her zaman bizim bildiğimiz şekliyle parça parça kıtalardan oluşmadığı biliniyor.

Bilim, milyarlarca yıl önceden beri Dünya yüzeyindeki tektonik levha hareketlerinin birkaç süper kıta oluşturduğu ve bunların milyonlarca yılda ayrılıp birleştiği bir döngüsü olduğu konusunda hemfikir.

Ancak bundan sonrasına dair öngörülere yıllar geçtikçe yenileri ekleniyor.

New Curtin Üniversitesi Dünya ve Gezegen Bilimleri Okulu‘ndan araştırmacılar, dünyanın bir sonraki süper kıtası olacağı düşünülen Amasia‘nın, büyük olasılıkla 200 ila 300 milyon yıl içinde Pasifik Okyanus’nun kapanmasıyla oluşacağını buldu.

Araştırmada dev tektonik plakaların, yani kıtaların, milyon yıllar içindeki hareketinin olası hareketlerinin ne olabileceğini tahmin etmek için 4 boyutlu jeodinamik modelleme yapabilen bir süper bilgisayar kullanıldı.

Analize göre 200 ila 300 milyon yıl içinde günümüz Amerika ve Asya kıtaları birleşerek yeni bir süper kıta Amasia‘yı oluşturacak. Amerika, Asya ile çarpıştığında, Pasifik Okyanusu’nun (Atlantik ve Hint Okyanuslarının aksine) kapanacağına inanılıyor.

Yani, önümüzdeki birkaç yüz milyon yıl içinde, Arktik Okyanusu ve Karayip Denizi yok olacak. Asya kıtası, Kuzey Yarımküre’nin çoğuna yayılarak bir süper kıta oluşturacak ve bu süper kıta Amerika’ya çarpacak.

Bir sonraki süper kıta Amasia’nın böyle görünmesi bekleniyordu.
New Curtin Üniversitesi’nden araştırmacıların ortaya koyduğu Amasia haritası da bu şekilde.

Araştırmacıların hesaplamalarına göre, Atlantik ve Hint Okyanusu gibi daha genç okyanuslar bir sonrakisüper kıta oluştuğunda büyük olasılıkla kapanmayacak. İlginç bir şekilde, Amasia’nın oluşumu için Avustralya kıtasının da oynayacağı bir rol var, çünkü Asya ile çarpışması bekleniyor.

Tüm modeller, her yıl kabaca 4 santimetre genişleyen Atlantik Okyanusu’nun sonunda kritik bir boyuta ulaşacağını ve tekrar kapanmaya başlayacağını varsayıyordu. Ancak daha yeni keşifler, durumun böyle olmayabileceğini gösteriyor.

Atlantik’in kademeli olarak genişlemesinden yola çıkarak, bazı araştırmacılar, Amerika kıtasının batıya doğru sürüklenmesi ve Afrika, Avustralya ve Avrasya ile çarpışması ve sonunda Amasya’nın süper kıtasını oluşturması nedeniyle Pasifik Okyanusu’nun kapanacağını tahmin ediyor.

En son süper kıta, yaklaşık 335 milyon yıl önce bir araya gelen ve 200 milyon yıl önce Jurassic çağının başlangıcında parçalanmaya başlayan Pangea idi.

Amasia’da yaşam neye benzeyecek?

Şu anda, dünya üzerindeki yedi kıtanın coğrafi konumları, bu kara kütleleri üzerindeki ekosistemler üzerinde önemli etkilere sahip. İnsan kültürleri dahi bu koşullara göre şekilleniyor. Bu nedenle araştırmacılar bir sonraki süper kıtadaki yaşamın neye benzeyeceğini de merak etti.

Araştırmacılara göre, süper kıta oluştuğunda gezegenin büyük ölçüde farklı olması beklenebilir.

Araştırmanın  eşyazarlarından Profesör Zheng-Xiang Li, tüm dünyaya tek bir kıta kütlesinin hükmetmesinin, Dünya’nın ekosistemini ve çevresini önemli ölçüde değiştireceğini söyledi.

“Bildiğimiz şekliyle Dünya, Amasia oluştuğunda büyük ölçüde farklı olacak. Deniz seviyesinin daha düşük olması bekleniyor ve süper kıtanın uçsuz bucaksız iç kısmı, yüksek günlük sıcaklık aralıklarıyla çok kurak olacak…”

Bizim bilmediğimiz bir Dünya hali: Nedir bu süper kıtalar?

Son iki milyar yıldır Dünya’nın kıtaları, birçok kez bir süper kıta oluşturmak için çarpıştı. Süper kıta döngüsü olarak adlandırılan bu döngü, her 600 milyon yılda bir gerçekleşiyor ve dünyanın tüm kıtalarını bir araya getiriyor.

Pangea dağıldığında, kıtaların yavaş yavaş parçalanmasıyla Atlantik ve Hint okyanusları nihayetinde bugün bildiğimiz dünya haritasını oluşturdu ve Panthalassa süper okyanusunu da küçültmeye başladı.

Dinozorların Dünya’da dolaştığı zamanların en büyük okyanusu, şimdi bildiğimiz ismiyle Pasifik Okyanusu.

Yani, Pasifik Okyanusu olarak adlandırdığımız şey, Panthalassa adlı bir süper okyanusun kalıntısı. Ve bu okyanus birkaç yüz milyon yıldır yavaş yavaş küçülüyor.

Bu da birçok çalışmanın  bir sonraki süper kıtanın Pasifik’in kapanmasıyla oluşacağını önermesine yol açıyor.

Şu anda yılda birkaç santimetre küçülüyor ve yaklaşık 10 bin kilometrelik mevcut boyutunun kapanmasının 200 ila 300 milyon yıl alacağı tahmin ediliyor.

yüzlerce milyon yıl önceki en son süper kıta Pangea Proxima. Dünya bildiğimiz haline gelmeden önce, yani bir süper kıta halindeyken böyle görünüyordu.

“Kıtalar” olarak tanımladığımız çeşitli tektonik plakaların Dünya yüzeyinde hareket ettiği günümüz dünyasının aksine antik Dünya, tüm büyük kara kütlelerini olmasa da çoğunu bir araya getiren süper kıtalara ev sahipliği yapıyordu.

Önceki çalışmalar, süper kıtaların parçalanmadan önce yaklaşık 100 milyon yıl kadar kaldığını ve parçaların, başka bir döngüye başlamak için sürüklendiğini gösteriyor.

Yale Üniversitesi‘nden jeofizikçi Ross Mitchell, jeolojik kayıtların son 2 milyar yılda üç süper kıta var olduğunu ortaya koyduğunu söylüyor.

Bilinen en eski süper kıta Nuna, yaklaşık 1.8 milyar yıl önce bir araya geldi.

Bir sonraki Rodinia, yaklaşık 1 milyar yıl önce vardı ve en son Pangaea, yaklaşık 300 milyon yıl önce bir araya gelmişti. Süper kıtalar arasındaki uzun aralıklarda kıta büyüklüğünde veya daha küçük kara kütleleri, bugün olduğu gibi levha tektoniği yoluyla ayrı ayrı sürüklendi.

Bilim insanlarının bir toprak parçasının eskiden Dünya üzerinde nerede olduğunu anlamasına yardımcı olan rehberler ise kayalar.

Dikkatli analizler, kayaların yüz milyonlarca yıl önce bile, ilk soğuduklarında Dünya’nın neresinde olduklarını ortaya çıkarabilir. Çünkü kayalar katılaştıktan sonra – manyetik bilgilerin silindiği sıcaklığın üzerinde ısınmazlarsa-  paleolalitelerinin, yani Dünya’nın manyetik kutbundan ne kadar uzakta olduklarının kaydını tutar.

Mitchell, Nuna’dan önce süper kıtalar var olmuş olabileceğini de ekliyor: Manyetik kanıtlarını hala koruyan 2 milyar yıldan daha eski kayalar az da olsa var.

Bilim insanları genel olarak Nuna, Rodinia ve Pangea’nın var olduğu konusunda hemfikir olsalar da, her birinin Dünya’da tam olarak nerede bir araya geldiği güçlü bir tartışma konusu.

Bazı jeofizik modeller, sürüklenen kara kütlelerinin her döngüde Dünya yüzeyinde aynı noktada bir araya geldiğini öne sürüyor. Bazıları da, sürüklenen parçaların gezegenin karşı tarafında, önceki süper kıtanın ayrıldığı yerden 180 derece uzakta yeniden birleştiğini söylüyor. Mitchell ve meslektaşları ise 2012’de her bir süper kıtanın bir öncekinden yaklaşık 90° uzakta bir araya geldiğini söyledi.

1982‘de Amerikalı jeolog Christopher Scotese, 200 milyon yıl önce var olan Pangea’nın tek kara kütlesine çok benzeyen bir kıta hakkında spekülasyon yapan ilk bilim insanlarından biriydi.

1990‘ların sonlarında, İngiliz jeofizikçi Roy Livermore, Novopangae adını verdiği bir konfigürasyon önerdi. Burada tüm kıtalar, kutuptan kutba uzanan geniş bir kara kütlesi oluşturmak için birleşiyor.

Tüm bilim insanları hala bir sonraki süper kıtanın nasıl görüneceği veya nasıl oluşacağı konusunda hemfikir değil, ancak birçok simülasyonda Pasifik Okyanusu hala kapanmaya mahkum görünüyor.

Diğer bazı süper kıta simülasyonlarının aksine, bu yeni simülasyon Amasia oluştuğunda Atlantik Okyanusu veya Karayip Denizi’nin değil, Pasifik Okyanusu’nun yok olacağını öne sürüyor.

Yani son çalışmada Amasia, Pasifik’in kapanmasıyla okyanus kabuğunun üst tabakasının zayıflaması nedeniyle ortaya çıkıyor.

Aurica adı verilen başka bir süper kıta senaryosunda da, hem Pasifik hem de Atlantik Okyanusları sonsuza kadar kapandığı ve onların yerine yeni bir okyanus havzası ortaya çıkacağı öngörülüyordu.

Sonuç ne olursa olsun, kesin olan bir şey var: Dünya ve okyanusları milyonlarca yıl sonra bir daha asla eskisi gibi olmayacak.

 

Şahin Tekgündüz’ün Yeşil Gazete yazıları kitap oldu: Yaşadım Diyebilmek…

Türk reklamcılık sektörünün önde gelen isimlerinden Şahin Tekgündüz’ün Yeşil Gazete’de “Yaşadım Diyebilmek” başlıklı yazıları genişletilerek aynı isimle Tekgündüz’ün yaşamına ışık tutan bir kitaba dönüştürüldü.

Tekgündüz’ün anılar kitabı Anadolu’nun çeşitli coğrafyalarındaki hayatlara da ışık tutuyor. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Yaşadım Diyebilmekkitabını yoğuran hayat oldukça büyük bir evrene açılıyor.

Tekgündüz’ün Yeşil Gazete’de kaleme aldığı anıları: Yaşadım Diyebilmek

Yeşil Gazete’ye konuşan Şahin Tekgündüz, Yaşadım Diyebilmek kitabını oluşturan anılarının çocukluk, gençlik ve yetişkinlik dönemlerini kapsadığını, anılarını kaleme döktükçe geçmişe dair izlerin daha çok ortaya çıktığını söylüyor. Tekgündüz, geçmişe dair en dürüst anı aracının ise fotoğraflar olduğunu belirtiyor.

İlk kayıt: Abla fotoğrafı

Tekgündüz daha ilkokulda verilen fizik dersinde öğretmenin ayakkabı kutusuyla yapmış olduğu ışık deneyinin kendisi üzerinde oldukça derin bir etkisi olduğunu söylüyor. Ardından hayatından kayda aldığı ilk fotoğraf ortaya çıkıyor. 

Şahin Tekgündüz

İlkokulda yapılan bir deneyin insan üzerinde bıraktığı ihtişamlı etkiyle mahallenin gazozcusundan ayakkabıcısına bir araya getirilen malzemelerle ve son aşamada fotoğrafçıdan alınan karanlık oda baskı bilgileriyle Tekgündüz’ün marifetiyle bir fotoğrafa kazınan anıya kadar uzuyor.

12 yaşındaki Tekgündüz’ün mahallede bağırılan, babasının gururunu okşayan ve tamamen amatör çabalarla nesnelerin bir araya getirilerek ortaya koyduğu fotoğrafında ablası yer alıyor.

Kitaba teşvik…

“Karar verip de hadi ben anılarımı yazayım diyerek yola çıktığım bir süreç olmadı” diyor Tekgündüz anılarının kitaplaştırılma süreci için.

Hayatına birçok deneyimi sığdırmış olan Şahin Tekgündüz’ü anılarını kaleme alması ve kitaplaştırması için yakın çevresi teşvik ediyor. Bu süreçte Tekgündüz yazılarını Mah-zen isimli blogunda kaleme alıyor. Ardınan Yeşil Gazete’de ‘Yaşadım Diyebilmek’ adıyla yazılar kaleme alıyor.

Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanma sürecinde ise söz konusu anılar genişletiliyor. Kitap Eylül 2022’de yayınlanıyor.

Tekgündüz’ün Niğde’deki evi. İlgili yazısı: [Yaşadım Diyebilmek] Küçük Ali şehit oluyor ama geziye gidemiyor

‘Yazılar beni iyice harekete geçirdi’

“Özellikle de çocukluğum ve ilk gençliğim çok hareketli geçti. Epey güçlü bir belleğim var o yılllarla ilgili. Zaman zaman bu küçük anılarımı anekdotlar halinde anlatıyordum bazı arkadaşlarıma, yakınlarıma; bazılarını da birkaç satır notla yazıyordum. Israrla beni teşvik ettiler.”

Kitaplaştırmayla ilgili teşviklerin başta anlamsız olduğunu düşündüğünü söyleyen Şahin Tekgündüz, “Bir kısmını Yeşil Gazete’de yayımladığım yazılar beni iyice harekete geçirdi. Bütün belleğimdekileri kağıda ve ekrana dökmeye başladım” diyor. Tekgündüz anı türünde  bir yazın ortaya koymanın yazar üzerindeki etkilerini ise kendi deneyiminden yola çıkarak şöyle aktarıyor:

“Biliyor musunuz çok garip bir şey anı yazmak. Siz yazdıkça tabandan filizleniyor daha aklınıza getirmedikleriniz. ‘Filanca da var, onu da başka yazıda ele alalım’ diyorsun. Hala da var. Yüzden fazla anı yayımlandı belki de kitapta. Hala ‘ben filancayı neden yazmadım, ne garip bir olaydı ve ben de içindeydim’ diye beni dürten bir yığın daha yaşanmışlıklar var. Anı çok sorumluluk isteyen bir daldır. Çünkü her şeyi söyleyebilirsiniz. Kendinizi övmeye kalkarsınız. Başkalarını kötülemek isteyebilirsiniz. Onun için de en inandırıcı, en dürüst anı aracının fotoğraf olduğuna inanırım. Ama saklayamadım hiçbirini.”

Hareketli bir yaşamdan kalan anılar…

Hayata en dürüst tanıklığın fotoğrafla sağlanabildiğine inandığını aktaran Tekgündüz, fotoğraflarını saklayamamasının sebebini ise şöyle açıklıyor:

“Ben çok hareketli bi hayat yaşadığım için hiçbir şeyimi koruyamadım. İşyerim değişti, evim değişti, çevrem değişti. Hayatımda en değerli belgelerim, bilgilerim ve ses kayıtlarını baskın yapılacak diye babanın korkusuyla imha edildi. Şimdi onlar olsa birkaç kitap daha yazarım.”

Şahin Tekgündüz’ün Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan anı kitabı içerisinde şöyle bir hayata tanıklık sağlıyor:

“Artık pek az örneği kalmış taş evler, cin çıkaran hocalar, eldeki imkânlarla yürütülen ve daha sonra gelişerek Türkiye’de bazı ilklere imza atan fotoğrafçılık, sinemacılık, tiyatroculuk ve gazetecilik faaliyetleri, resim dersi alırken yaşanan dramlar, yutarcasına okunan kitaplar, hayatın öğütüp yıllar sonra insanın karşısına çıkardığı haylaz arkadaşlar, ciltçilik, üniversite yıllarında şekillenen siyasi görüşler, Menderes döneminin son yıllarının ve 27 Mayıs darbesinin çalkantılı günleri, eğlenceli ve maceralı bir Yugoslavya seyahati, ABD Türkiye Büyükçelçisi Komer’in ODTÜ’de yakılan arabası, Nurhak Dağlarında öldürülen öğrenci lideri Sinan Cemgil ve arkadaşlarıyla yakın dostluk, ünlü şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in eserlerinin oluşum hikâyesi ve sakladığı bazı sırlar, Ankara ve İstanbul’da reklamcılık sektöründe pek çok ilke atılan imzalar, Türk kültür hayatına büyük eserler kazandıran bir yayınevi ve daha neler neler.”

Ahmet Yıldız davasında karar çıkmadı: LGBTİ+ derneğin tanık dinleme talebi kabul edildi

Ahmet Yıldız’ın eşcinsel olduğunu söylediği babası tarafından 2008 yılında öldürülmesinin ardından açılan davanın 36’ıncı duruşması bugün Kartal 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Bianet’in aktardığına göre; Avukat Yağmur Birdal, duruşmada, davanın soruşturma aşamasında babanın Zaxo’da görüldüğünün tespit edildiğini; kırmızı bültenin LGBTİ+ örgütlerinin talebiyle çıktığını ve kırmızı bültene rağmen şahsın hâlâ yakalanmadığını ve bu durum gerekçe gösterilerek hiçbir talebin kabul edilmediğini söyledi.

Birdal, kırmızı bültene rağmen 11 yıldır baba Yahya Yıldız’ın yakalanmadığını ve yargılamanın daha sağlıklı ilerleyebilmesi için reddedilen tüm taleplerin kabul edilmesini istedi.

Hêvî LGBTİ+’nın takip ettiği duruşmada, ilk kez LGBTİ+ derneklerinin tanık dinleme talebi kabul edildi. Bir sonraki duruşma 28 Şubat 2023’e ertelendi.

14 yıllık adalet arayışı…

Dava 2009’da açılmıştı. 26 yaşındaki Marmara Üniversitesi öğrencisi Yıldız yönelimi nedeniyle öldürüleli 14 yıl oldu. Yıldız öldürüldüğünde olay sırasında başka bir kişi daha yaralanmıştı. Yaralanan kişinin şikayeti üzerine 8 Eylül 2009’da başlayan dava süreci hala sonuçlanamadı. 

 

Ahmet Yıldız öldürülmeden iki ay önce BeaRGi dergisinde yayımlanan yazısında şu sözleri kaleme almıştı:

“Görüşmemizden sonra da silahlar doğrultuldu. SMS’ler geldi, aramaların ardı arkası kesilmedi. Ben ailemi kazanmak istiyordum. Dostum olarak yaşamımda olmalarını istiyordum. Ama sanırım vazgeçmek daha doğru. Onların bu konudaki düşüncelerini değiştirmek istemem ne kadar haklı bir istekti ki onlar da aynısını benden isterken? Bir taraf vazgeçmeyecek, vazgeçmemelerimiz ise sadece huzursuz görüşmeler yaşatacak bize. Sanırım yine zamanın gücüne inanmak ve görüştükçe ağlatan iletişimlerimizi azaltmak zorundayım. Evet, inanıyorum zaman halledecek. Bir süre daha AİLESİZ kalmalıyım.”

Ahmet Yıldız’ın, 15 Temmuz 2008’de, İstanbul’da sokak ortasında vurularak öldürülmesinin üzerinden geçen on dört yılı aşkın sürede firari katil baba Yahya Yıldız’ı adalete teslim edilen kimse olmadı.

Af Örgütü Türkiye tarafından sosyal medya üzerinden Ahmet Yıldız’ın katilinin hala sanık sandalyesinde oturtulmamış olmasına ve davanın bugün görülecek duruşmasına ilişkin açıklama yapıldı:

 

Türkiye’de LGBTİ+’lara karşı baskı ve nefret söylemi devlet eliyle sürüyor

Daha geçtiğimiz ay İstanbul, Saraçhane’de Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu’nun LGBTİ+ düşmanı “Büyük Aile Buluşması” tüm kamuoyu tepkilerine rağmen İstanbul Valiliği’nden izinli olarak gerçekleştirildi.

Nefret söylemi paylaşımlarının ardından birçok sivil toplum kuruluşu, sanatçılar ve vatandaşlar tarafından söz konusu mitingin halkı kin ve düşmanlığa sürükleyeceği yönünde uyarılar yapılmış, iptal edilmesi talep edilmişti.

Ancak mitingin iptal edilmesi yerine Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) dahi eylem için oluşturulmuş, videoya kamu spotu diyerek radyo ve televizyonlara servis edilmesine izin vermişti.

RTÜK’ten LGBTİ+ düşmanı kamu spotu

Öte yandan birçok LGBTİ+, mitingin hayatlarını tehdit ettiğini belirtmiş ve Onur Yürüyüşü ile Onur Haftası’na getirilen yasaklara dikkat çekmişti.

Yüzlerce insanın gözaltına alındığı Onur Yürüyüşü’yle akıllara kazınan Onur Ayı ve 30. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’na ilk kez bu sene yasaklama getirilmişti.

Onur Haftası’na da yasak gelmişti

Yüzlerce insanın gözaltına alındığı Onur Yürüyüşü’yle akıllara kazınan Onur Ayı ve 30. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’na ilk kez bu sene yasaklama getirilmişti.

Küresel güçler, şer odakları…

Yasaklamanın gerekçesi iki ay sonra ortaya çıkmıştı: Küresel güçler, şer odakları. Benzer şekilde LGBTİ+ karşıtı mitinge katılanların ağızlarından aynı kelimeler döküldü: Küresel güçler, şer odakları… 

Kaymakamlığın Onur Haftası’nı yasaklama gerekçesi: Küresel güçler, şer odakları!

Fotoğraf: Boğaziçi LGBTİ+ Twitter hesabı

Bu yasağın öncesinde Maçka’da piknik yapmak isteyen LGBTİ+’lara da engel olunmuş, sadece cinsel yönelim ve kimlikleri nedeniyle insanlar dışlanmış, polis tarafından çimenlerde oturan LGBTİ+’lara “Burada durma, git başka bir yerde dur” denmişti.

İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nın bütün etkinlikleri Kadıköy Kaymakamlığı ve Beyoğlu Kaymakamlığı’nın kararıyla yasaklanmıştı.
26 Haziran günü saat 17.00’de başlaması planlanan yürüyüş öncesi saat 11.00’den itibaren Taksim’e çıkan metro durakları kapatılmıştı.

Onur Yürüyüşü’nde 373 kişi gözaltına alınmıştı

Taksim’in birçok sokağı polis ablukası altına almıştı. Basın mensuplarıyla eylemcilerin bir araya gelmemesi için polis üst düzey güvenlik önlemleri almış, gazetecilerin görevlerini yapmaları engellenmişti. Gün boyunca devam eden polis saldırılarıyla 373 kişi gözaltına alınmıştı.

LGBTİ+’lara karşı baskı ve şiddet Türkiye’deki iktidar ve kolluk kuvvetleri eliyle sürdürülüyor.

22 uluslarararası basın özgürlüğü örgütünden ‘sansür yasası’na kınama ve karşı oy çağrısı

22 medya özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve gazeteci örgütü, Türkiye Büyük Millet Meclisi‘ndeki milletvekillerini, iktidar ittifakı tarafından 4 Ekim’de Meclis Genel Kurulu’na sunulan “dezenformasyon ve yalan haber” yasa tasarısına karşı oy kullanmaya çağırdı. 

Örgütler, bildirilerinde ilk olarak geçen haziranda Meclis’e sunulan ve iki iktidar ortağı  arasındaki iddialar nedeniyle komisyon aşamalarının ardından ertelenen yasa tasarısının  sivil toplum ve gazetecilik camiasının yoğun eleştirilerine rağmen bu hafta herhangi bir değişiklik yapılmadan yeniden sunulduğu hatırlatıldı. 

Açıklamada şunlar denildi:

“Tasarı, hükümetin 2023’te Türkiye’de yapılacak genel seçimler öncesinde kamuoyundaki tartışmaları daha fazla bastırmasını ve kontrol etmesini sağlayacak şekilde, çevrimiçi bilgilerin kapsamlı bir şekilde sansürlenmesi ve gazeteciliğin suç sayılması için bir çerçeve sunuyor” 

Basın örgütleri yasa tasarısıyla şunların hayata geçirileceğini kaydetti:  

  • Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini ve Türkiye toplumunun genel sağlığını tehlikeye atmak, korku ve panik yaratmak amacıyla kasten “dezenformasyon ve yalan haber” yayınlamaktan suçlu bulunanlara üç yıla kadar hapis cezası verilecek.
  • Bilgilerin anonim hesaplardan, kimliğini gizleyen biri tarafından veya bir kuruluşun faaliyetlerinin bir parçası olarak yayınlandığı durumlarda, herhangi bir cezada yüzde 50 artış yapılacak.
  • Basın yasası çevrimiçi haber sitelerini de kapsayacak şekilde genişletilecek. Bu, hükümetin, yazılı basında uygulandığı gibi eleştirel yayınları hariç tutarken çevrimiçi propagandayı finanse etmek için Basın İlan Kurumu‘nun (BIK) genişletilmiş rolünü kullanmasını sağlayacak. 

‘Belirsiz ve niyet okumaya dayalı’

Ortak açıklamada “Belli belirsiz formüle edilmiş dezenformasyon ve ‘niyet’ tanımıyla, Türkiye’nin son derece politize olmuş yargısı tarafından denetlenen yasa tasarısı, milyonlarca internet kullanıcısını cezai yaptırım riskine sokacak ve 2023’deki seçimlere kadar kapsamlı sansüre ve otosansüre yol açabilir” denildi. 

Basın örgütleri, ayrıca medya özgürlüğü ve insan hakları kuruluşlarından oluşan bir konsorsiyumun, politikacılar ve medya paydaşları ile dezenformasyon tasarısının sonuçlarını ve bağımsız gazetecilerin özgür gazetecilik ilkelerine uygun olarak kamu işlerini haber yaparken karşılaştıkları zorlukları tartışmak üzere 12-14 Ekim tarihlerinde Türkiye’yi ziyaret edeceğini duyurdu. 

İmzacı örgütler

  • ARTİCLE 19
  • Artikol 21
  • Avrupa Gazeteciler Derneği
  • Uluslararası Karikatürcü Hakları Ağı (CRNI)
  • Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ)
  • Danimarka PEN
  • İngiltere PEN 
  • Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi (ECPMF)
  • Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ)
  • Özgürlük evi
  • IFEX
  • Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ)
  • Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI)
  • Osservatorio Balcani Caucaso Transeuropa (OBCT)
  • Bağımsız Gazetecilik için P24 Platformu
  • PEN Amerika
  • PEN Uluslararası
  • PEN Norveç
  • Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF)
  • Güney Doğu Avrupa Medya Organizasyonu (SEEMO)
  • İsveç PEN
  • Gazetecilikte Kadın Koalisyonu (CFWIJ)

Doğmamış bebeklerin akciğerleri ve beyinlerinde toksik hava kirliliği parçacıkları bulundu

İlk kez anne karnındaki bebeklerin akciğerlerinde, karaciğerlerinde ve beyinlerinde hava kirliliğinden kaynaklanan zehirli parçacıklar tespit edildi.

Çalışmaya ortaklaşa liderlik eden Belçika’daki Hasselt Üniversitesi‘nden Prof Tim Nawrot ise hava kalitesi düzenlemesinin, gebelik sırasındaki bu [hava kirliliği] transferi tanıması  ve insan gelişiminin en hassas aşamalarını korumak için hareket etmesi gerektiğine vurgu yaptı.

Ömür boyu sürecek risklere yol açıyor

Hava kirliliği parçacıkları ilk olarak 2028 yılında Londra Queen Mary Üniversitesi‘nden Prof. Jonathan Grigg ve meslektaşları tarafından plasentalarda tespit edilmişti. Graig, “Yeni çalışma parçacıkların fetüslere geçtiğini ikna edici bir şekilde gösterdi. Bu durum riskleri artırıyor, çünkü  çocuk için potansiyel olarak ömür boyu sürecek sonuçları var” demişti.

2019’da yapılan kapsamlı bir küresel incelemede ise hava kirliliğinin insan vücudundaki her organa ve neredeyse her hücreye zarar verebileceği sonucuna varılmıştı. O araştırmada küçük parçacıkların da kan-beyin bariyerini geçtiği bulundu

Dünya nüfusunun %90’ından fazlası, hava kirliliğinin Dünya Sağlık Örgütü yönergelerinin üzerinde olduğu yerlerde yaşıyor ve kirlilik her yıl milyonlarca erken ölüme neden oluyor.

Lancet Planetary Health dergisinde yayımlanan son araştırma kapsamında da incelenen her akciğer, karaciğer ve beyin dokusu örneğinde, ayrıca göbek kordonu kanı ve plasentalarda bulunan hava kirliliği parçacıklarının anne adayı yüksek hava kirliliği olan yerlerde yaşadığında daha yüksek partikül konsantrasyona sahip olduğunu buldu.

Çorlu tren faciasından dört yıl sonra tutuklama kararı

Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinin Sarılar Köyü yakınlarında 8 Temmuz 2018’de meydana gelen, yedisi çocuk 25 kişinin hayatını kaybettiği, 300’den fazla kişinin de yaralandığı tren kazasına ilişkin yargılamanın 11. duruşmada TCDD 1. Bölge Demiryolu Bakım Müdürü Mümin Karasu‘nun tutuklanmasına karar verildi. Duruşma 11 Ocak 2023 tarihine ertelendi.

Dokuz kamu görevlisiyle ilgili hazırlanan ek iddianameyle sanık sayısı 13’e çıkan davanın 11. duruşması 16 saat sürdü.

ANKA’nın aktardığına göre; 13 sanığın “taksirle bir veya birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma” suçundan yargılanmasına Çorlu 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi‘nce Çorlu Halk Eğitim Merkezi Konferans salonunda devam edildi.

Mümin Karasu’ya tutuklama

Mahkeme bir kısım katılanlar avukatı Evren İşler‘in sanıkların ortak müdaafiliğine dair, menfaat çatışması nedeniyle müdafiinin çekinmesi isteminin kabulüne, sanıklar Levent Muammer Meriçli ve Nihat Aslan‘ın bir sonraki duruşma hazır bulunmalarının ihtarına, sanık Mümin Karasu’nun tutuklanmasına, diğer sanıklar hakkında yurtdışına çıkamamak şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vererek duruşmayı 11 Ocak 2023 tarihine erteledi.

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) 1’inci Bölge Müdürlüğü Halkalı 14’üncü Demiryolu Bakım Müdürlüğü’nde görevli Demiryolu Bakım Müdürü Turgut Kurt, Çerkezköy Yol Bakım Şefliği’nde görevli yol bakım ve onarım Şefi Özkan Polat, hat bakım ve onarım memuru Celaleddin Çabuk, TCDD bünyesinde çalışan ve mayıs ayındaki yıllık umumi muayene raporunda imzası bulunan köprüler şefi Çetin Yıldırım, TCDD Bölge Demiryolu Bakım Müdür Yardımcısı Levent Kaytan, Yol Kontrolörü Burhan Ortancıl , Yüksek Mühendis Tevfik Baran Önder, TCDD 1. Bölge Demiryolu Bakım Müdür Yardımcısı Nizamettin Aras ve mühendisler Deniz Parlak, Kubilay Başkaya, müştekiler ve taraf avukatları duruşmaya katıldı. 

‘Beyanlarım suçumu kabul ettiğim anlamına gelmemektedir’

TCDD 1. Bölge Demiryolu Bakım Müdürü Mümin Karasu‘nun SEGBİS’de hazır olmadığı anlaşıldı, 1. Bölge Müdürü Nihat Aslan ve Bölge Müdür Yardımcısı Levent Muammer Meriçli ise mazeretli olarak duruşmaya katılmadı.

Sanık mühendis Deniz Parlak mahkemedeki savunmasında, “Özkan Polat, 5 Ekim 2017’de yıl sonunda ihale dosyası hazırlanması için 2017 yılı senelik umumi raporlarına göre ihale hazırlamamız için elzem imalatların yapılması emri verdi. 18 Haziran 2018’de ise ödenek yetersizliği nedeniyle ihale ertelenmiştir. Daha sonra da Çorlu tren kazası meydana gelmiştir. Söz konusu ihale olsa bile ihalenin yapılması için gerekli işlemlerin kazadan öncesine yetişmesi mümkün değildir. Bu beyanlarım suçumu kabul ettiğim anlamına gelmemektedir. Adli tıp raporunda da balas tutucunun olaya etkisi olmadığı yönünde tespiti bulunmaktadır. Zaten balas tutucunun suyu tutma önleme gibi bir işlevi de yoktur. Balas tutucunun kazayla bir ilgisi yoktur” dedi.

Sanık mühendis Kubilay Başkaya, “Söz konusu kaza benim sözleşmeler yaptığım herhangi bir hat kısmında gerçekleşmemiştir. Kimseye danışmaksızın denetim, test vb. şeyler yapmam mümkün değildir. İhale dosyasıyla ilgili ise dosya tarafımızca hazırlanmıştır. Balas tutucuyu yapmanın uygun olmayacağı tarafımızca değerlendirilmiştir. Balas tutucu yaptırma yönelimim olmadı ayrıca balas tutucunun olayla ilgisi olmadığının tespit edildiğini de eklemek isterim. Beraatımı talep ediyorum” dedi.

Müşteki avukatlarının oluşturulan mahal listesinde yer alan “Balas tutuyla ilgili mahal listesinden çıkarılmasına kim karar verdi?” sorusu üzerine Başkaya, “Söz konusu menfezin onarıma ihtiyacı olmadığını Deniz Parlak ile tespit ettik” cevabını verdi.

Mahkeme başkanı davadaki tüm sanıklara “olası kasıt” suçundan ek savunma yapmak isteyip istemediklerini sordu. Sanıklar üzerlerine atılan suçları kabul etmeyerek ek savunma da yapmak istemediler.

 ‘Birçok şey değişmiş kimileri üst kademelere terfi etmiş’

Kazada yakınlarını kaybeden Zeliha Bilgin mahkemede söz alarak, “Benim kimleri kaybettiğimi buradakilerin çoğu biliyor. Kızım Bihter Bilgin‘i 14 yaşında TCDD’nin ihmaline kurban verdim iki kız kardeşimi de sizlerin ihmallerine kurban verdim. Bugün siz heyet olarak çok güzel sorular sordunuz ama hiçbir cevap veremediler. Ama şunu gördüm birçok şey değişmiş kimileri üst kademelere terfi etmiş. 2017’den sonra çok güzel şeyler yapılmış. Keşke bunları 2018’de yapsaydınız da benim yakınlarım yanımda olsaydı. Anlaşmış şekilde bilmiyoruz diyorlar. Mühendis olmuşlar ben cahil halimde burada onlara gülüyorum. Mümin Karasu’nun buraya zorla getirilmesini istiyorum. 25 kişi öldü, dördü benim canım. Ben evlatsız kaldım, kardeşsiz kaldım. Çok güzel üç maymunu oynadınız” dedi.

‘Hissettikleri tek baskı sizin çapraz sorgularınız’

Mısra Öz ise, “Biz burada dört yıldır adeletin karşısında dileniyoruz. Mümin Karası kimden ne cesaret bularak SEGBİS ile hazır olmuyor. Sayın heyet bugün yapmış olduğu bu hareket, 7’si çocuk 25 kişiye karşı saygısızlıktır. Hissettikleri tek baskı sizin çapraz sorgularınız” diye konuştu.

Duruşma salonunda yakınlarını kaybeden bazı müştekiler göz yaşlarına hakim olamadı.