Ana Sayfa Blog Sayfa 741

İran Adli Tıp Kurumu: Mahsa Amini darp değil, organ yetmezliğinden öldü

İran Adli Tıp Kurumu, gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybeden Mahsa Amini ile ilgili raporunda, genç kadının ölümünün, “darp sonucu değil, beyin hipoksisinin neden olduğu çoklu organ yetmezliğinden” kaynaklandığını açıkladı.

Ahlak polisinin gözaltına aldığı 22 yaşındaki Mahsa Amini, iki gün sonra, 16 Eylül’de hayatını kaybetmişti. Amini gözaltı sırasında başına ağır darbeler almış, bunun sonucunda hayatını kaybetmişti. Ancak kolluk kuvvetleri fiziki teması kabul etmemiş, genç kadının kalp krizi geçirdiği için hayatını kaybettiğini iddia etmişti. İran polisi Amini’nin ölümünü “talihsiz bir olay” olarak nitelendirmişti.

AA’dan Ahmet Dursun‘un haberine göre; İran Adli Tıp Kurumu’nun hastane belgelerine, beyin ve akciğer taramasına, otopsi sonuçlarına ve patoloji testlerine dayandırdığı raporda, Mahsa Amini’nin başına ve uzuvlarına aldığı darbelerden değil, beyin hipoksisinin neden olduğu çoklu organ yetmezliğinden öldüğü ifade edildi.

‣ Mahsa Amini’nin arkasından bir ülke sokakta
‣ Taksim’de Mahsa Amini protestosuna polis engeli: Fotoğrafları toplandı, kadınlar gözaltına alındı
İran’da korku duvarı aşıldı: Kadınlar pes etmiyor

Raporda, 22 yaşında hayatını kaybeden Amini’nin sekiz yaşındayken beyin ameliyatı geçirdiği ve buna bağlı olarak beynin hipotalamus ve hipofiz bezinde adrenalin ve tiroid bozukluğu olduğu ifade edildi. Genç kadının bu nedenle hidrokortizon, levotiroksin ve desmopresin ilaçları kullandığı bildirildi.

Amini’nin “altta yatan hastalıkları” nedeniyle gözaltındayken fenalaştığı kaydedilen raporda, “İlk kritik dakikalardaki etkisiz kalp solunum resüsitasyonundan dolayı ciddi hipoksiye maruz kaldı ve bunun sonucunda beyin hasarı oluştu” ifadeleri yer aldı.

Mahsa Amini’nin ailesi ise kızlarının herhangi bir sağlık sorununun olmadığını söylemişti.

Ne olmuştu?

Ahlak polisinin gözaltına aldığı 22 yaşındaki Mahsa Amini, iki gün sonra, 16 Eylül’de hayatını kaybetti.

Amini başörtüsü kuralına uymaması, saçının görünmesi nedeniyle gözaltına alınmıştı. Genç kadının ölmesiyle ülke çapında kadınlar eylemler başlattı.

Mahsa Amini’nin ölümü bir toplumu ayağa kaldırdı ve uluslararası kamuoyunda yankı buldu. Amini için ülkede günlerdir protestolar gerçekleştirilirken birçok ülkede de vatandaşlar sokağa çıkarak kadın mücadelesine destek vererek baskı İslam rejimine tepki gösterdi.

Fotoğraf: Orhan Qereman / Reuters

Başörtüleri yakıldı, kadınlar sokaklarda toplumsal cinsiyet eşitliği için yürüdü. Kadın hakları savunucuları ve öğrenciler protesto çağrılarında bulundu.

“Diktatöre ölüm”… Bu slogan İran sokaklarında haykırıldı. Amini’nin Sakkız’da gerçekleşen cenazesinde de aynı sloganlar atılmıştı.

İran İnsan Hakları Derneği ( IHRNGO) 4 Ekim’de aralarında çocukların da bulunduğu en az 154 insanın eylemlerde öldüğünü duyurdu.

Başörtüsü ve aile yapısı diyen Erdoğan’ın asıl hedefi: Topluma LGBT’yi soktular

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başörtüsüne yasal güvence adımı AKP’nin LGBTİ+’ların hayatlarına karışma dozunu artıran bir hamleye dönüştü. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sürekli LGBTİ+’ları dışlamak ve hedef göstermek için ortaya atılan “aile yapısı” ifadeleriyle temellendirdiği konuşmasında “Son zamanlarda topluma LGBT’yi soktular” dedi.

“Aile yapımızı dejenere etmenin gayreti içine girdiler. Öyleyse biz olması gereken ne ise onu yapacağız” diyen Erdoğan başörtüsüyle ilgili bir sorun olmadığını daha önce belirtmiş olmasına rağmen “Gelin çözümü anayasa düzeyinde sağlayalım” demişti.

Kılıçdaroğlu’nun buna yanıtı ise “Eğer arkasında yine kurnaz bir ajanda çıkmazsa her türlü desteği vermeye hazırız” şeklinde yanıt vermişti.

Tartışma toplumsal bir kod haline gelmiş olan başörtüsü üzerinden çıkarak LGBTİ+’ların yaşam hak ve özgürlüklerinin hedef alındığı bir noktaya evrildi. Söz konusu durum birçok LGBTİ+ ve kadın örgütünün tepkisini çekti.

Erdoğan: Aile filan hepsi bu işin içinde

Erdoğan’ın konuyla ilgili yaptığı son açıklama ise şöyle:

Aile filan hepsi bu işin içinde. Öyle bir şey yapıyoruz ki ne kadar samimisin, değilsin; bunu burada göreceğiz.

Son zamanlarda topluma LGBT’yi soktular. LGBT’yle birlikte de bizim aile yapımızı bunlar dejenere etmenin gayreti içerisine girdiler. Öyleyse biz olması gereken ne ise onu yapacağız. Biz kimlerin LGBT’ci olduğunu biliyoruz zaten. Ama bunu da aile olarak gelip oraya koyalım. Burada da çıksın bakalım neresinden savunacak onu da görelim.”

Erdoğan’ın kullandığı bir parti veya yanında olunan bir örgütmüşçesine ‘LGBT’ci’ ifadesi hükümetin LGBTİ+’ları birer insan olarak görmenin oldukça ötesinde olduğunu ortaya koydu. Erdoğan’ın açıklamasından diğer detaylar da şöyle:

  • “Başörtüsüyle alakalı herhangi bir şey yoktu. Niye? Çünkü bizim böyle bir problemimiz yoktu. Çözmüşüz bunu. Bu beyefendi getirdi bunu gündeme koydu. Bu da ne oldu? Bu pek pas vermekten de anlamaz ama farkında olmadan bize bir pas verdi. Bizim de golü atmamız lazım. Bilmiyor benim ömrüm santraforlukla geçtiğini.
  • Devlet Bey’le de görüştüm, arkadaşlar güzel bir hazırlık yapacaklar ve bu hazırlığı Anayasa değişikliği olarak Meclise sunacağız.
  • Dezenformasyonla mücadele yasasıyla ilgili 14 madde Meclis Genel Kurulu’ndan geçti.
  • Bu yasanın çıkışıyla beraber inşallah bunları ciddi manada frenleyeceğiz ve gereği de neyse onu da inşallah yapacağız. Yasa bu noktada zengin, güçlü bir yasa.”

Kemal Kılıçdaroğlu da sosyal medyadan yaptığı açıklamayla Erdoğan’ın ifadelerine yanıt verdi:

Kılıçdaroğlu: Sen kim, ‘Özgürlükçü Anayasa’ yapmak kim

“Beklediğim gibi Erdoğan, başörtülü kadınları rehine olarak elinde tutabilmek için, konuyu alakasız yerlere taşıdın. Samimi değilsin. Zorbasın. Milletimiz görsün istedim ve sen gösterdin. Sen kim, ‘Özgürlükçü Anayasa’ yapmak kim. Sen yasakçısın, sen gaddarsın. Asla şaşırtmazsın.

Buradan genç muhafazakâr kadınlara sesleniyorum: Bu eril Erdoğan ve Bahçeli siyasetine ilk seçimde siyasal rehine olmadığınızı göstereceksiniz. Ben de söz veriyorum, iktidarımızın ilk haftasında hem İstanbul Sözleşmesi‘ni hem de bu önerdiğimiz kanunu Anayasa’ya da geçireceğim.

‘Özgürlüğünü kısıtlayacak şekilde kıyafet giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde kadınlar herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz’ dedik. Teklifimizden görüleceği üzere, kadınların giyimi kuşamı erkeklerin iki dudağından sonsuza kadar kurtulacak.

‘Tekrar ediyorum, yürekli bir şekilde çözeceğiz’

Ayrıca beni eleştirenlere gelecek olursam, tabii ki bekliyordum eleştirilerinizi. Ve tabii ki eleştirilerin tümü başımın üstündedir. Ancak inancım şudur ki, adalet ve ekonomi birbiriyle çok bağlıdır. Kardeştir. Birbirinin ikizidir. Biri olmadan diğeri olmaz.

‘Benimle misiniz’ diye seslendiğimde, elbette bu kanun teklifimin sadece başlangıç olduğunu bilerek seslendim. Daha büyük meseleler de var ve yürekli bir şekilde çözümler getireceğiz hepsine. Tekrar ediyorum, yürekli bir şekilde çözeceğiz.

Ben siyasi ikbal düşünecek değilim. Ben siyasal hayatımın sonunda, miras olarak ardımda barışık bir Türkiye bırakacağım. Enerjisini dünya ile rekabet için harcayan bir Türkiye bırakacağım. Bu riski almak zorundayım. Başarılı olur muyum bilmiyorum… Ama deneyeceğim.”

Tasarı için Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Anayasa ve Adalet Komisyonu başkanları, AKP milletvekilleri ve MYK üyeleriyle çalışmalara başladı.

Erdoğan, “en kısa sürede” Meclis’e LGBTİ+’ları ayrıştırıcı tasarıyı sunacaklarını söyledi.

Türkiye’de LGBTİ+’lara karşı baskı ve nefret söylemi devlet eliyle sürüyor

Daha geçtiğimiz ay İstanbul, Saraçhane’de Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu’nun LGBTİ+ düşmanı “Büyük Aile Buluşması” tüm kamuoyu tepkilerine rağmen İstanbul Valiliği’nden izinli olarak gerçekleştirildi.

Nefret söylemi paylaşımlarının ardından birçok sivil toplum kuruluşu, sanatçılar ve vatandaşlar tarafından söz konusu mitingin halkı kin ve düşmanlığa sürükleyeceği yönünde uyarılar yapılmış, iptal edilmesi talep edilmişti.

Ancak mitingin iptal edilmesi yerine Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) dahi eylem için oluşturulmuş, videoya kamu spotu diyerek radyo ve televizyonlara servis edilmesine izin vermişti.

RTÜK’ten LGBTİ+ düşmanı kamu spotu

Yüzlerce insanın gözaltına alındığı Onur Yürüyüşü’yle akıllara kazınan Onur Ayı ve 30. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’na ilk kez bu sene yasaklama getirilmişti. Yüzlerce insanın gözaltına alındığı Onur Yürüyüşü’yle akıllara kazınan Onur Ayı ve 30. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’na ilk kez bu sene yasaklama getirilmişti.

Yasaklamanın gerekçesi iki ay sonra ortaya çıkmıştı: Küresel güçler, şer odakları. Benzer şekilde LGBTİ+ karşıtı mitinge katılanların ağızlarından aynı kelimeler döküldü: Küresel güçler, şer odakları… 

Kaymakamlığın Onur Haftası’nı yasaklama gerekçesi: Küresel güçler, şer odakları!

Fotoğraf: Boğaziçi LGBTİ+ Twitter hesabı

Bu yasağın öncesinde Maçka’da piknik yapmak isteyen LGBTİ+’lara da engel olunmuş, sadece cinsel yönelim ve kimlikleri nedeniyle insanlar dışlanmış, polis tarafından çimenlerde oturan LGBTİ+’lara “Burada durma, git başka bir yerde dur” denmişti.

İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nın bütün etkinlikleri Kadıköy Kaymakamlığı ve Beyoğlu Kaymakamlığı’nın kararıyla yasaklanmıştı.
26 Haziran günü saat 17.00’de başlaması planlanan yürüyüş öncesi saat 11.00’den itibaren Taksim’e çıkan metro durakları kapatılmıştı. Taksim’in birçok sokağı polis ablukası altına almıştı. Basın mensuplarıyla eylemcilerin bir araya gelmemesi için polis üst düzey güvenlik önlemleri almış, gazetecilerin görevlerini yapmaları engellenmişti. Gün boyunca devam eden polis saldırılarıyla 373 kişi gözaltına alınmıştı.

LGBTİ+’lara karşı baskı ve şiddet Türkiye’deki iktidar ve kolluk kuvvetleri eliyle sürdürülüyor.

 

Nobel Barış Ödülü, Rusya, Ukrayna ve Belarus’taki insan hakları mücadelesine gitti

2022 Nobel Barış Ödülü, şu an hapiste olan Belaruslu insan hakları aktivisti Ales Bialiatski, Rus insan hakları örgütü Memorial ve Ukraynalı insan hakları örgütü Sivil Özgürlükler Merkezi (Center for Civil Liberties)‘e verildi.

Norveç Nobel Komitesi açıklamada şöyle dedi:

“Ödülün sahipleri, kendi ülkelerindeki sivil toplumu temsil ediyor. Uzun yıllardır egemen gücü eleştirme ve vatandaşların temel haklarını koruma hakkı için mücadele veriyorlar. Savaş suçlarını, insan hakları ihlallerini ve yetkinin kötüye kullanılmasını belgelemek için olağanüstü bir çaba sarf ettiler. Birlikte, barış ve demokrasinin sağlanması için sivil toplumun önemini temsil ediyorlar.”

Komite başkanı Berit Reiss-Andersen, “Norveç Nobel Komitesi, komşu ülkeler Belarus, Rusya ve Ukrayna‘da insan hakları, demokrasi ve barış içinde bir arada yaşamanın önde gelen üç şampiyonunu onurlandırmak istiyor” dedi:

“Bu, tek bir kişi, tek bir organizasyon ya da tek bir hızlı eylem değil: Otoriter devletlere ve/veya insan hakları ihlallerine karşı durabilecek olan, sivil toplum dediğimiz şeyin birleşik çabalarıdır.”

Belarus’ta şaibeli Başkanlık seçimlerinin ardından muhalif kitlesel protestolar yaşanmış, Byalyatski gibi Başkan Alexander Lukashenko karşıtı avukatlar ve insan hakları aktivistleri, ofislerine ve evlerine yapılan baskınlarla  gözaltına alınmıştı.

Sürgündeki muhalif politikacı Sviatlana Tsikhanouskaya Reuters’e verdiği demeçte, Byalyatski’ye verilen ödülün Belarus’taki yaklaşık 1350 siyasi tutukluya dikkat çekmeye yardımcı olabileceğini söyledi.

Ales Bialiatski

1989’da Sovyetler Birliği döneminde siyasi baskı mağdurlarına ve akrabalarına yardım etmek için kurulan Memorial, Rusya ve eski Sovyet cumhuriyetlerinde demokrasi ve sivil haklar için kampanyalar yürütüyor. Kurucu ortağı ve ilk başkanı, 1975 Nobel Barış Ödülü sahibi Sakharov‘du.

Rusya’nın en tanınmış insan hakları grubu olan Memorial, geçen Aralık ayında, bazı sivil toplum gruplarının yabancı ajan olarak kaydolmasını gerektiren bir yasayı çiğnediği ve Kremlin’e eleştiriler yönelttiği için baskı yoluyla feshedilmişti.

Memorial yönetim kurulu üyesi Anke Giesen, ödüle dair yaptığı açıklamada, ödülün onlara verilmesinin Memorial’ın insan hakları çalışmalarının ve Rusya’da “kelimelerle tarif edilemeyecek derecede korkunç saldırılara” maruz kalmaya devam eden meslektaşlarının itibarının tanınması anlamına geldiğini söyledi.

Memorial’a verilen ödül, geçen yıl gazeteci Dmitry Muratov’un Filipinler’den Maria Ressa ile paylaştığı ödülün ardından Rusya’ya verilen ikinci Nobel ödülü oldu.

Memorial’ın Moskova’daki ofisinin kapısında ‘Memorial’ı seviyoruz’ yazılı destek mesajları asılı. Fotoğraf: Reuters

Ödülün bir diğer sahibi Sivil Özgürlükler Merkezi, Ukrayna’da insan hakları ve demokrasiyi geliştirmek amacıyla 2007 yılında Kiev’de kuruldu. Merkez, Ukrayna’yı hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir devlet haline getirmek için  Ukrayna’nın Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne üye olmasını aktif olarak savunmuştu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra ise Sivil Özgürlükler Merkezi, Ukraynalı sivil nüfusa karşı Rus savaş suçlarını tespit etme ve belgeleme çabalarına girişti.

Ukrayna Sivil Özgürlükler Merkezi’nin yönetici direktörü Oleksandra Romantsova, ödülü kazanmanın “inanılmaz” olduğunu söyledi.

Komite başkanı Reuters‘a verdiği demeçte Belarus’u, Ales Byalyatski’yi serbest bırakmaya çağırdı ve ödülün Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yönelik olmadığını söyledi.

Ancak şimdiden ödül birçok kişi tarafından Putin ve Belarus Devlet Başkanı  Lukashenko’nun kınanması olarak yorumlandı ve bu da 2022 Barış Ödülü’nü on yıllardır siyasi olarak en çekişmeli olanlardan biri haline getirdi.

Rusya’nın Birleşmiş Milletler büyükelçisi Gennady Gatilov, Moskova’nın ödül konusunda endişelenmediğini söyledi ve “Bu bizi ilgilendirmiyor” dedi. Belarus’ta ise Ales Bialiatski’nin ödülü kazandığı  haberi devlet medyası tarafından yayımlanmadı.

Şenyaşar ailesi polis müdahalesinin ardından nöbetini sürdürüyor

Urfa‘nın Suruç ilçesinde 14 Haziran 2018 tarihinde AKP Urfa Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın koruma ve yakınları tarafından eşi ve iki oğlu katledilen Emine Şenyaşar ile saldırılardan yaralı kurtulan oğlu Ferit Şenyaşar’ın, Urfa Adliyesi önünde 9 Mart 2021’de başlattığı Adalet Nöbeti eylemi, 578’inci gününe girdi.

Dün adliye binası önünde bulunan beton bloklara “Şenyaşar ailesi için adalet, herkes için adalet” yazılı pankartın asılmasını, “Kabahatler kanunu” gerekçe göstererek engelleyen polisler, aileyi adliye binası önünden uzaklaştırmak için bugün demir bariyerler ile alanı ablukaya aldı.

Adliye binası önünde durmak yasak

MA‘nın aktardığına göre; polisler, demir bariyerlere pankart asmak isteyen Ferit Şenyaşar’ı, demir bariyerlerin devlete ait olduğunu belirterek engelledi. Şenyaşar ailesi, engelleme karşısında pankartı bariyerlerin önüne diktiği tahta çubuklara astı.

Ablukaya tepki gösteren Ferit Şenyaşar, demirlerin üstünden atlayarak ablukaya alınan alana girdi. Bunun üzerine sivil polisler, Şenyaşar’ı alandan çıkması için gözaltı yapmakla tehdit etti.

Alandan çıkmayacağını belirten Ferit Şenyaşar, alana giren polisler tarafından zorla çıkarılmaya çalışıldı.

Gözaltını avukatlar engelledi

Şenyaşar’ı darbeden polisler, gidip adliyede şikayetçi olma yolunu gösterdi.

Şenyaşar, alandan çıkmayarak elleri ile demir bariyerlere tutundu. Alanda bulunan Urfa Barosu üyesi avukatlar, Şenyaşar’ın gözaltına alınmasını engelledi.

Polisler abluka gerekçesini soran avukatlara, “Güvenlik alanı ihlal edildi” yanıtını verdi. Yanıta tepki gösteren Ferit Şenyaşar, “Burada bir savaş mı var? Neyin güvenliği? Biz 577 gün boyunca burada oturduk, neden şimdi güvenlik alanı” diyerek tepki gösterdi.

‘Sizin aileniz hastanede katledilseydi ne yapardınız?’

Gözaltı yapmaya çalışan polislere tepki gösteren Şenyaşar, “Gidin hastanede insanları katledenleri bulun, bizimle uğraşmayı bırakın. Sizin aileniz hastanede katledilseydi ne yapardınız?” diye sordu.

Nöbet alanına bunun üzerine çok sayıda çevik kuvvet polisi getirildi. Çevik kuvvet polisleri alanı kalanlar ile ablukaya alarak gazetecilerin görüntü almasını engelledi.

Polis müdahalesi esnasında elinden yaralanan Ferit Şenyaşar, alana gelen sağlık çalışanları tarafından ayakta tedavi edildi.

Polislerin oluşturduğu ablukada oturan anne ve oğlu, engellemeye rağmen nöbeti sürdürüyor. 

Ne olmuştu?

Urfa’nın Suruç ilçesinde 2018 Genel Seçimleri öncesi 14 Haziran’da AKP’li vekil İbrahim Halil Yıldız’ın esnaf ziyareti sırasında korumaları ve yakınlarının Şenyaşar ailesine ait işyerinde başlayan ve Suruç Devlet Hastanesi’ne uzanan saldırıları sonucunda Hacı Esvet Şenyaşar (67), oğulları Adil (36) ve Celal Şenyaşar (41) ile vekilin ağabeyi Mehmet Şah Yıldız yaşamını yitirmişti.

Olayda Mehmet, Ferit ve Fadıl Şenyaşar‘ın da aralarında bulunduğu sekiz kişi yaralanmış, Olaydan 15 ay sonra AKP’li vekilin ağabeyi Enver Yıldız, 50 kişilik koruma ordusuyla geldiği Urfa Adliyesi’nde teslim olduktan sonra tutuklanarak cezaevine gönderilmiş ancak daha sonra serbest kalmıştı.

Adalet talep eden Emine Şenyaşar ve oğlu Ferit Şenyaşar defalarca gözaltına alındı ve haklarında ‘hakaret’ davaları açıldı.

Erişim engeli haberimize erişim engeli

İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği‘nin 06.10.2022 tarih ve 2022/5390 D. İş sayılı kararına göre, içeriklerin yayından çıkarılması talep edildi.

Kararda şöyle denildi:

Yukarıda anılan kanun hükümleri ve uluslararası sözleşme hükümleri çerçevesinde talep değerlendirildiğinde; talepte belirtilen URL adreslerinde yapılan haber içeriklerinde, toplum nezdindeki itibarını olumsuz yönde etkileyecek nitelikte olduğu, normal bir okuyucuda talepte bulunanın hakkında olumsuz ve yanlış bir algı yaratmaya yönelik ifade ve anlatımların bulunduğu, yayınla talepte bulunan hakkında bırakılan intiba ve saik de dikkate alındığında, basın özgürlüğü, düşünce açıklama özgürlüğü, haber verme ve eleştiri hakkı sınırlarında değerlendirilemeyecek, talepte bulunanın kişilik haklarını ihlal edici nitelikte olduğu sonuç ve vicdani kanaatine varılmış, bu nedenle talebin kabulü yönünde aşağıdaki karar tesis edilmiştir.”

Sedat Peker, eski Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu ile AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun, Marka Yatırım Holding’in sahibi Mine Tozlu Sineren’den sorunlarının çözümü için 12 milyon lira rüşvet istediğini iddia etmiş; Serhat Albayrak’ın da Ali Fuat Taşkesenlioğlu ile ilişkisi olduğunu öne sürmüştü.

 

 

Av turizmi ihalelerinin durdurulması için bir dava daha: Yaban hayvanları ortak mirasımız

Haydiko Artvin Derneği başta Artvin olmak üzere Adana ve Sivas’ta ve Melekler Şehri Derneği destekleriyle Aksaray, Kahramanmaraş ve Çorum olmak üzere toplamda altı ilde yapılacak olan Av Turizmi ihalelerinin yürütmesinin durdurulması için dava açtı. Davalar Hayvan Haklarını İzleme Komitesi ve Avukat Gülçin Yapıcı müdahillikleriyle açıldı.

Vegan Derneği Türkiye ve Hayvan Hakları İzleme Komitesi de 100’den fazla hayvan türünün “av turizmi” talimatı ve Merkez Av Komisyonu kararları kapsamında öldürülmesini engellemek amacıyla Eylül’de Tarım ve Orman Bakanlığı’na dava açmıştı. Yürütmenin acilen durdurulması ve avcılığı düzenleyen karar ve talimatların iptali istenmişti.

‣Av turizminin iptali için dava açıldı

Haydiko Artvin Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Mucizeler Diyarı Proje Koordinatoru Yasemin Yılmaz’ın konuyla ilgili açıklama yaparak “Doğal yaşam ortamları hızla daralan yabani hayvanların ister istemez insanlarla karşı karşıya gelmesi, sayılarında artış olduğu algısı yaratıyor ve bu tür kararların alınmasında gerekçe olarak kullanılıyor. Türkiye’de, bu türlere ilişkin kapsamlı ve güvenilir veriler olmadığından sayılarının gerçekte artıp artmadığı bile bilinmiyor. Böylesine kritik kararların elde güvenilir bilimsel veriler olmadan, gözlemlere dayanarak verilmemesi gerektiğini düşünüyoruz” dedi.

‘Kara Avcılığı Kanunu yaban hayvanları ve doğal yaşam ortamlarını korumaktan çok uzak’

4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu sürdürülebilir av ve yaban hayatı yönetimi için av ve yaban hayvanlarının doğal yaşam ortamları ile birlikte korunmalarını, geliştirilmelerini, avlanmalarının kontrol altına alınmasını, avcılığın düzenlenmesini, av kaynaklarının millî ekonomi açısından faydalı olacak şekilde değerlendirilmesini ve ilgili kamu ve özel hukuk tüzel kişileri ile işbirliğini sağlıyor.

Haydiko Artvin Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Mucizeler Diyarı Proje Koordinatoru Yasemin Yılmaz

Kanuna ilişkin konuşan Yasemin Yılmaz “Bu Kanun av ve yaban hayvanlarını ve yaşama ortamlarını, bunların korunmasını ve geliştirilmesini, av ve yaban hayatı yönetimini, avlakların kurulması, işletilmesi ve işlettirilmesini, avcılığın, av turizminin, yaban hayvanlarının üretiminin, ticaretinin düzenlenmesini, toplumun bilinçlendirilmesini, avcıların eğitimini, av ve yaban hayatına ilişkin suç ve kabahatler ile bunların takibi ve cezalarını kapsar’ olarak tanımlanmıştır. Dava dilekçelerimizde de ayrıntılı bir şekilde açıkladığımız gibi, kanunun içeriği, uygulanma şekli yaban hayvanları ve doğal yaşam ortamlarını korumaktan çok uzaktadır” ifadelerini kullandı.

‘Avlanmaya hak gözüyle bakmak çok büyük bir problem’

Kanunda yazılı amacın aksine biyolojik çeşitliliğe ciddi zararlar verdiğini dile getiren Yılmaz, “Kanunda, devletin yaban hayvanlarını bir mülkiyet konusu yaparak avcılara yaban hayvanlarını öldürme hakkı tanıması Anayasa’ya aykırılık açısından tartışılması gereken bir konudur. Kanunun 2. Maddesi’nin 22. Bendi’nde ‘avlanma hakkı’ndan söz edilmektedir. Ancak avlanmanın, yani bir yaban hayvanını öldürmenin bir hak olarak tanınmasının hukuk sistemi açısından ve vicdani olarak kabul edilebilir bir yanı yoktur. Avlanmaya, hak gözüyle bakmak çok büyük bir problemdir” şeklinde konuştu.

Fotoğraf: Murat Sürücü/ İHA

Acilen her türlü karasal avcılık faaliyetine ve doğa tahribatına son verilsin

Hakların gelişimi ve insan hakları açısından da sorun teşkil eden bu yaklaşımın sorgulanması ve tartışılması gerektiğini vurgulayan Yasemin Yılmaz, yaban hayatını korumanın herkes için bir yükümlülük olması gerekirken, avlanmanın bir hak olarak tanınmasının ciddi bir sorun olduğuna dikkat çekti.

Yasemin Yılmaz av turizmi konusunun biyoçeşitlilik çatısı altında, bütüncül bir bakışla tüm disiplinlerin bir arada olarak tartışılması gerektiğine inandıklarını ifade ederek “Biyolojik çeşitliliğin korunması, iklim değişikliğiyle bağlantılı olarak hem bir uluslararası yükümlülük hem de doğayla uyumlu bir yaşam ve varoluş meselesidir. İklim krizinin ulaştığı boyut dikkate alındığında karasal avcılık faaliyetleri ve doğal yaşam ortamları üzerinde tahribata yol açan idarenin işlem ve eylemlerine karşı hukuku etkili kullanmak hak savunucularının görevi olmalıdır. Devlet kurumlarımızı acilen her türlü karasal avcılık faaliyetine ve doğal yaşam ortamları üzerindeki tahribata artık son verilmeye davet ediyoruz” dedi.

Yaban Hayatı ve Doğal Yaşam Zirvesi

Bu kapsamda ayrıca 12 ve 16 Ekim tarihleri arasında Artvin’de Av ve Av Turizminin hukuki, bilimsel ve vicdani bir şekilde masaya yatırılacağı panellerin düzenleneceği Yaban Hayatı ve Doğal Yaşam Zirvesi gerçekleştirilecek. Zirveye ulusal ve uluslararası düzeyde konunun uzmanı akademisyenler ve uzman sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri katılacak.

 

Afrikalı genç aktivistler Mısır’da düzenenlenecek COP27 görüşmelerine katılmak için mücadele ediyor

Afrikalı genç iklim aktivistleri, Kasım ayında başlayacak 27’inci BM İklim Konferansı’na (COP27) katılmak için kayıt olmakta büyük zorluk yaşadıklarını belirtiyor.

İklim krizinin etklerinin en derin hissedildiği Afrika ülkelerinden gençler, yüzlerce sivil toplum kuruluşunun çabalarına rağmen görüşmelere katılmak için hala mücadele veriyor.

The Guardian‘ın konuştuğu gençlere göre, Mısır, Burundi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Mali, Tanzanya, Fas, Çad, Güney Afrika, Benin Cumhuriyeti ve Somali gibi ülkelerden tek bir genç aktivist bile katılım için kayıt sağlayamadı.

Nijerya‘dan 29 yaşındaki Goodness Dickson, “Benim de bir sesim var, ben de konuşabilmek  istiyorum” diyor:

“COP27 “Afrika COP’u” diye anılırken biz çok ciddi bir zorluk yaşıyoruz ve iklim krizinden en çok etkilenen birçok ülke belki de temsil edilmeyecek.”

COP27’nin ev sahibi Mısır ise, Şarm El-Şeyh‘teki konferansa katılmak için kayıtlı 35 binden fazla kişi olduğunu belirterek en büyük katılımlı toplantılardan birinin burada yapılacak olması ile övünüyor.

Ancak bu kayıtlar, akreditasyondan farklı: İklim finansmanı, tarım, su kıtlığı ve biyolojik çeşitlilik ile ilgili kararların tartışıldığı ana etkinliklere ve müzakere alanlarına erişim sağlayabilmek için üst düzey bir ‘kimlik kartına’ sahip olmak gerekiyor.

Bu karta sahip olan kuruluşlardan bile -ülke delegelerine ve müzakerecilere hitap etme garantisi olmaksızın- her toplantı odasına yalnızca birkaç temsilcinin bulunmasına izin veriliyor.

Dickson’ın aktardığına göre, genç aktivistlere konferansa katılım için kart vaat eden kuruluşlar, onlarla paylaşmak için yeterince ‘kart’ alamadıklarını söylüyor, ya da hiç cevap vermiyorlar.

Nijeryalı sürdürülebilirlik organizasyonu SustyVibes‘in kurucusu Jennifer Olachi Uchendu, “Üç farklı etkinlikte konuşmaya davet edildim ve hepsi seyahat için fonları kalmadığını söylüyor. Artık vazgeçtim” dedi.

The Guardian’a konuşan 27 yaşındaki Mana Omar, Kenya‘nın Yerli toplulukların uzun süreli kuraklıktan aşırı derecede etkilendiği Kajiado ilinden bir iklim adaleti aktivisti. Omar, rozetini UN Women aracılığıyla alabildiğini ancak bu sefer de geziyi finanse etmekte zorlandığını belirtiyor:

“Hala gitme ihtimalim yarı yarıya. Bu seyahati karşılamak çok ama çok zor, otel maliyetleri de çok yüksek.”

Spring of the Arid and Semi-Arid Lands’in kurucusu ve Fridays for Future üyesi Omar, “ İklim krizinin ön cephesinde, yok olma riskiyle karşı karşıyayız. Benimki gibi toplulukların kayıp ve hasar finansmanına öncelik verilmesini savunmak için orada olmam gerekiyor” diye ekliyor.

İklim Eylem Ağı‘nın küresel iletişim lideri Dharini Parthasarathy, seyahat ve konaklama maliyetlerinin fahiş olduğunu ve buna karşı hiçbir yaptırım uygulanmadığını söylüyor.

Sivil toplum gruplarının baskısı üzerine Mısırlı yetkililer kısa süre önce,  gençler için 400 oda sübvansiyonu sözü verdi ancak bununla ilgili çok detay paylaşmadı. Su kıtlığının kriz seviyelerine yaklaştığı Mısır, ayrıca, şirketin kıtadaki büyük su tüketimine ve kirlilik ayak izine rağmen Coca-Cola‘yı da etkinlik sponsoru olarak duyurdu.

COP27’nin sponsoru Coca Cola, aktivistler öfkeli: Yeşil aklama!
Fotoğraf: Alastair Grant/AP , COP26.

Uçendu, geçen yıl akreditasyon, finansman ve -o sırada Afrika kıtasındaki insanların yüzde 5’inden daha azına sağlanan- COVID aşıları gibi zorlukları aşarak Glasgow’da düzenlenen COP26’ya katılabilen birkaç Afrikalı aktivist arasındaydı. Dickson ise COVID-19 aşıları tam olmadığı için uçağa bindirilmemişti.

Afrika’daki 54 ülke, dünya nüfusunun yüde 15’ini oluşturmasına rağmen küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 4’ünden daha azını üretiyor. Buna rağmen iklim krizinin etkilerini en sert yaşayan kıta: Afrika Boynuzu’nda art arda dört dönemlik  kuraklığın ardından 37 milyon insan açlıkla karşı karşıya. Sadece bu yıl içinde Nijerya ve Uganda‘daki sel ve toprak kaymalarından yüzlerce insan öldü.

Öte yandan Çin küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 23’ünden, ABD yüzde 19’undan ve Avrupa Birliği yüzde 13’ünden sorumlu.

Kutup ayıları iklim krizi yüzünden günde 2 kiloya kadar kaybediyor: Açlık, nesillerini tehlikeye soktu

Küresel ısınma, Kuzey Kutbu‘nu dünyanın diğer bölgelerine göre dört kat daha hızlı etkiliyor. Bu aynı zamanda pek çok canlının da yaşam alanlarını kaybetmesi demek.

Bu canlılardan biri olan kutup ayılarının yaşam ve avlanma alanı olan deniz buzu, yavaş yavaş yok oluyor. 

Uzmanlar, kutup ayılarının temel besin kaynağı olan fokları avlayabilmek için ihtiyacı olan deniz buzunun oluşması için artık bir ay daha fazla beklemek zorunda olduğuna dikkat çekti.

Kuzey Kutbu’nda her yıl deniz buzu Haziran ayının sonundan itibaren ortadan kalkar ve Kasım ayına doğru yeniden oluşur.

Bu sürede kutup ayıları mecburen karasal kıyılarda yaşamaya çekilir ve ana besin kaynağına ulaşmak için buzun yeniden oluştuğu zamana kadar çok küçük balıklarla veya -nadiren- leşlerle beslenir.

Ancak günümüz kutup ayıları, bir önceki nesillerine göre bu buzun oluşması için bir ay daha fazla beklemek zorunda kalıyor.

ABD Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi‘ne göre, 1980’lerden bu yana Hudson Körfezi‘ndeki buz kütlesi yaz aylarında yaklaşık yüzde 50 azaldı. Yaklaşık kırk yıl önde Hudson Körfezi’nin batı kıyılarında 1200 bireyi bulunan kutup ayıları için bugün en iyi tahminler 800’ü geçmiyor.

Polar Bears International‘ın kıdemli koruma direktörü Geoff York,  Ayıların kıyıda beklediği her gün bir veya iki kilo kaybettiğini söyledi.

Özel bir yırtıcı ve etobur olan kutup ayılarının (Ursus maritimus) esas besin deniz foklarının vücudunu saran beyaz yağdır. Ancak Kuzey Kutbu’ndaki bazı ayılar artık bazen deniz yosunu ile beslenmek zorunda kalıyor.

Açlık doğumları azalttı

PBI’dan bilim insanı Steve Amstrup, dişi ayıların 117 günden fazla yeterli beslenmemesi durumunda yavrularına bakmakta zorlanmaya başladığını belirtti. Açlığın sonucu olarak bu türde doğumlar azaldı veeskiden çok yaygın olan bir dişinin üç yavru doğurması, artık çok daha nadir hale geldi.

York, bir kutup ayısının fiziksel gücü azaldıkça, risklere karşı daha agresifleştiklerini ve bunun, onları insanlarla etkileşime sokabileceğini söylüyor.

Çöplüklerden yemek yiyorlar

Kanada‘nın kuzeyindeki Manitoba eyaletinin Churchill kasabasında aç ve çaresiz kutup ayılarının çöplüklere yemek aramaya gelmesi sık karşılaşılan bir durumhaline geldi.

Bu hem insanlar için bir tehlike oluşturuyor hem de ayılar çöp torbalarından plastik ya da yanmış atıklar yiyerek sağlığını riske atıyor.

Euronews Green’in aktardığına göre Churcill’de çöpler artık çitlerle korunuyor ve kasaba sınırlarında sürekli bekçiler devriye geziyor. Sınıra yakın olanlar olası bir ayı saldırısında kaçılabilmesi için bazı ev ve arabaların kapılarını çoğunlukla kilitlemeden bırakıyor.

Kasabanın tek “hapishanesi” ise buzun oluşmasını bekleyen çaresiz ayıların burada bekleyebilmesi için yapılmış 28 hücreli hangar.

Kuraklık: Zernek Barajı’nda su seviyesi dibi gördü

Van’da enerji üretimi, içme suyu ve tarımsal sulama gibi faaliyetlerde kullanılan Zernek, Koçköprü, Morgedik ve Sarımemet barajlarında su, son aylardaki sıcaklık ve aşırı buharlaşma nedeniyle çok büyük oranda düştü.

Geçen sene de Zernek Barajı’nda benzer bir tablo hakimdi. Sular taban seviyesine geldiği için kullanılamıyordu. Geçen sene de aynı şekilde bölge yağış almamıştı. Bu nedenle konuyla ilgili önlemler alınması yönünde uyarılar yapılmıştı. Ancak aradan bir sene geçmesine rağmen barajda daha kötü bir tablo hakim.

Zernek Baraj Gölü, son yılların en düşük seviyesinde

AA’nın aktardığına göre; kentte çiftlik balıkçılığının merkezlerinden olan ve bölgedeki tarımsal arazilerin sulanmasında da önem taşıyan Gürpınar ilçesindeki 105 milyon metreküp su kapasiteli Zernek Barajı’nda su miktarı 17 milyon 700 bin metreküpe, aktif doluluk oranı (kullanılabilir su miktarı) yüzde 0,15’e kadar düştü. Barajda su seviyesinin tahliye kapaklarının biraz üzerinde olduğu gözlendi.

Fotoğraf: Necat Hazar / AA

Zernek Barajı’nda geçen yıl aynı dönemlerde doluluğun yüzde 30 olduğu belirtildi.

DSİ 17. Bölge Müdürü Ayhan Şahna, yaz aylarında yeterli yağış olmadığı için kent genelindeki barajlarda su sıkıntısının yaşandığını söyledi.

Fotoğraf: Necat Hazar / AA

Aktif olarak kullanılan dört barajda ortalama doluluk oranının yüzde 10’un altına düştüğünü anlatan Şahna, “Muhtemelen su verdiğimiz şeker pancarı ve mısır tarlalarının bulunduğu bölgelerin haricindeki yerlerde 15 Ekim’den itibaren barajlarda kapakları kapatacağız. Gelecek yıla hazırlık yapacağız. Tek temennimiz gelecek yılın bol yağış alması. İlkbahar dönemlerinden boşa giden suları hızlı şekilde depolamamız ve depolama sayılarını artırmamız gerekiyor” dedi.

Suyun dikkatli kullanılması konusunda uyarılarda bulunan Şahna, şunları kaydetti:

“Şu anda seviyesi (aktif doluluk oranı) sıfır noktaya yaklaşmış olan Zernek Barajı’dır. Bu durum, barajda suyun bittiği anlamına gelmiyor ancak vatandaşa su verilmeyecek konuma geldik. Kalan su sadece balık yetiştiriciliğinde kullanılıyor. Buradaki su hiçbir zaman faydaya dönüşmeyecek. Bölgemiz küresel kuraklıktan ciddi şekilde etkileniyor. Bundan sonra su son derece kıymetli olacak. Bu nedenle suyu daha iyi kullanmamız ve israf etmememiz gerekiyor. Çiftçilerimizin daha az su isteyen bitkileri yetiştirmelerini bekliyoruz.”

Fotoğraf: Necat Hazar / AA

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Doktor Öğretim Üyesi Mustafa Akkuş da kuraklık nedeniyle üç yıldır barajlarda toplu balık ölümleriyle karşılaştıklarını söyledi.

Fotoğraf: Mesut Varol / AA

‘Toplu balık ölümleri göreceğiz’

Barajlardaki su seviyesinin ani düştüğünü ve bu durumun kafes balıkçılığı yapanları da etkilediğini dile getiren Akkuş, şöyle devam etti:

“Dünyanın her yerinde akarsular çok önemli ama söz konusu Van Gölü Havzası olunca bu önem 10 kat artıyor çünkü Van Gölü’ne dökülen akarsular gölden tatlı sulara göç eden inci kefallerinin üreme habitatını oluşturuyor. Son üç yıldır Zilan ve Deliçay’daki üreme göçü barajlardaki su sayesinde tamamlanıyor. Yaz aylarında akarsular kuruma noktasına geliyor. DSİ hemen olaya müdahale ederek barajdan su takviyesinde bulunuyor. İlerleyen yıllarda eğer barajlarda su olmazsa maalesef göç zamanı Deliçay ve Zilan Çayı’na girecek balıklar çok ciddi sorun yaşayacak ve toplu balık ölümlerini göreceğiz. Dolayısıyla gelecek yıllarda bizi çok daha zorlu süreçler bekliyor. Umut ediyoruz ki havza çok yağış alır ve barajlar tamamen dolar.”

Fotoğraf: Necat Hazar / AA

Zernek Barajı’nda 20 yıldır balıkçılık yapan Bülent Doğal da “İlk kez barajdaki suyun bu kadar çekildiğini görüyoruz. Bu yaz yağış olmadı ve kurak geçti. Böyle devam ederse artık balık avlayamaz hale geleceğiz. Kayıklarımız, sandallarımız çamurun içinde kaldı. Her yer bataklık oldu, suya inemiyoruz. Baraj perişan halde, tek dileğimiz, umudumuz yağışların olması” ifadelerini kullandı.

 

Yaşlı hastaları suistimal eden hastane ile ilgili 65+ Hakları Derneği’nden açıklama: Soruşturma yerinde ancak geç

İstanbul Ataşehir‘deki özel bir hastanede sağlık çalışanlarının yaşlı hastalara kötü muamele yaptığı iddialarına ilişkin soruşturma sürüyor.

Olay, hastane çalışanlarının hasta bir kadının suratına para atarak hakaret ettiği  görüntülerle ortaya çıkmış ve sosyal medyada büyük tepki çekmişti. Açılan soruşturma kapsamında gözaltına alınan dokuz kişiden dördü “beden bakımından kendini savunamayacak olan kişiye eziyet”  tutuklandı. Diğer beş şüpheliden üçü de adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

65+ Yaşlı Hakları Derneği ise konuyla ilgili yaptığı açıklamada, her hizmet alanını kapsayan sektörlerdeki denetim mekanizmasının eksikliğine vurgu yaparak “soruşturmanın yerinde ancak gecikmiş olduğunu ve benzer olayların önlenmesinde yetersiz kaldığını” söyledi:

“Yaşlı kadın hastanın maruz kaldığı taciz ve suistimal bizleri derinden yaraladı. Olayın, özel sağlık sektörünün görece kıdemli ve büyük bir grubuna bağlı, kendisini “yaşlı dostu hastane” olarak tanıtan bir kuruluş bünyesinde meydana gelmiş olması, bizim için durumun vehametini artırıyor.

Daha da önemlisi, sağlık alanındaki her türlü etik kuralı, hizmet anlayışını kökünden çiğneyen bu olayın, normal denetim mekanizmalarıyla değil, bir başka çalışanın ihbar mektubuyla ortaya çıkmış olmasıdır.”

Hastanedeki suistimale ilişkin polisin soruşturmasıyla öğrenilen yeni detaylara göre soz konusu görüntüler, daha önce hastanede çalışan bir temizlik görevlisi tarafından kaydedildi. Bu kişi, hastane yönetimine bu görüntüleri göstererek şantaj yaptı ve para verilmezse yayımlamakla tehdit etti.

Dernek, açıklamasında, “Yani bu vahim ihlal, hastanede olması gereken kalite kontrol ve insan kaynakları mekanizmaları tarafından fark edilememiştir” ifadelerine yer verdi ve şöyle devam etti:

“Ayrıca, hastane, ihbardan sonra gerekli disiplin soruşturmasını yapıp, olayın failleri hakkında 22 Şubat 2022’de Savcılığa suç duyurusunda bulunulduğunu açıklamıştır. Ancak, aradan geçen 7 ayda suç duyurusunun ardından adlî süreçte, bir çalışanın ifadesinin alınması dışında, ne yapıldığı da bilinmemektedir.

Bir sistem sorunu

Olayla ilgili kapsamlı adli soruşturma ve hastane hakkındaki Sağlı Bakanlığı tarafından “faaliyet durdurma” kararı verilmesinin ancak olay sosyal medyaya yansıdıktan ve kamuoyu tepkisi büyüdükten sonra olduğunun altını çizen Dernek şu  açıklamayı yaptı:

Açıkçası, 10 Temmuz 2021’de meydana gelen bir suistimal ve taciz olayının, düne kadar bir “sessizlik ve ilgisizlik girdabı”nda kaybolup gitmiş olması vahimdir, endişe vericidir.

65+ Yaşlı Hakları Derneği olarak, konuyu insani, vicdani bir sorumluluk, bir sistem sorunu olarak görüyoruz.

Olayın tüm toplum kesimlerinin ortak insani değerleri yıprattığını söyleyen Dernek, bunun gündelik çekişmelere kurban edilmeden, aynı ilgi ve hassasiyeti paylaşarak değerlendirilmesi gerektiğini de ekledi.

“Olayda denetim sorumluluğu olan, başta hastane olmak üzere bütün merciler, yaşlılarımıza, yaşlı yakınlarını sağlık kurumlarına emanet eden ailelere, ve görevlerini hakkıyla yapmak için canla-başla çalışan sağlık çalışanlarına açıklama borçludur.”

65+ Yaşlı Hakları Derneği açıklamasının sonunda da, bu sorun üzerine yetkili mercileri;

  • Başta sağlık ve bakım kurumları, yaşlılara hizmet veren bütün kurum ve kuruluşları, yaşlı hak ihlâlleri, suistimal ve taciz olaylarının önlenmesi, takibi, soruşturulması konusunda etkin, şeffaf ve sürdürülebilir önlemler almaya,
  • Yaşlıların tedavi ve bakımıyla ilgilenen bütün çalışanlara hem kendi yeterlilikleri, hem çalışma arkadaşlarının tutum ve tavırları, hem de yaşlılarla iletişim konusunda eğitim vermeye,
  • Kolluğu ve yargıyı, yaşlı hak ihlâlleri, suistimal ve taciz olaylarını hassasiyetle ve hızla soruşturmaya, kovuşturmaya, ve kamuoyunu zamanında bilgilendirmeye
  • Hastaneler, huzurevleri, bakımevleri gibi “kapalı kurum”larda iç denetiminin yeterli olmadığının bir kere daha görülmüş olmasından hareketle, bu kurumları, meslek kuruluşlarının, sivil toplum kuruluşlarının, ve hizmetten yararlananların temsilcilerinin de olduğu 360° denetim mekanizmalarını oluşturmaya çağırdı.