Jenessa Duncombe‘nin Eos‘ta yayımlanan bu makalesi, Yeşil Gazete‘nin de parçası olduğu küresel gazetecilik ağı Covering Climate Now (CCNOW) işbirliğinin bir parçasıdır.
*
Hepimiz çocukluğumuzdan, buharlaşma, yoğuşma gibi kelimelerle suyun okyanuslardan bulutlara ve nehirlere uzanan yolunu gösteren o çizimi anımsarız.
ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) tarafından oluşturulmuş bu su döngüsü şeması , ABD’nin yanı sıra ve dünya çapında yüz binlerce öğrenci tarafından hala kullanılıyor. Kullanılan başka diyagramların temelinde de bu çizim yatıyor.
Ancak günümüzde 20 yıldan fazla bir süredir ilk kez, bu kez insanların başrol olarak yer aldığı yeni bir şema yayımladı.
İnsanlar uzun zamandır yeraltı sularını tüketmiş, nehirleri tarım alanlarına ve endüstriyel tesislere yönlendirmiş olsa da, şimdiye kadar “doğal” bir döngü olarak sunulan bu şemaya ilk kez dahil edildi.
Yeni şemada artık, okyanus buharlaşması, yeraltı suyu gibi doğal süreçlerin yanı sıra, otlatma, kentsel yüzey suyu, evsel ve endüstriyel su kullanımı gibi insan faaliyetleri de yer alıyor.
Bu yenilik aslında, insanlığın döngüdeki merkezi rolünüortaya çıkaran son 20 yıllık araştırmanın görselleştirilmesi. Grafikteki her etiket, dünya çapındaki önemli su yollarını ve havuzlarını izleyen verilerden oluşturuluyor.
Yeni su döngüsü şeması.
Şemayı tasarlayan USGS VizLab’dan veri görselleştirme uzmanı olan Cee Nell, şöyle diyor:
Geleceğimiz için sürdürülebilir şekilde yaşayabilmek ve suyu kullanabilmek için bunlar hakkında nasıl düşündüğümüzü değiştirmemiz gerekiyor.
Nell şunu da ekliyor:
“Şemalardan kaynaklanabilecek yanlış anlaşılmalardan biri de su döngüsünün sadece büyük bir döngü olduğudur. Eski USGS şeması, suyun hareketini oklarla gösteren dev bir döngüyü tarif ediyordu. Su döngüsünün aslında sürekli olarak farklı yönlere giden birçok küçük döngüden oluştuğunu bildirmek istedik.”
Eski su döngüsü şeması.
Nell, ABD’deki en büyük su kullanımının akarsu suyunun soğutucu olarak kullanıldığı termoelektrik santrallerden kaynaklandığını belirtiyor: Su, daha sonra akıntıya geri katılsa da süreç, bazen su kalitesini etkiliyor. Yeni şemaya bir termoelektrik santrali ve ayrıca etiketlenmemiş diğer başka unsurlar da dahil edildi.
Birmingham Üniversitesi‘nden ekohidrolog ve biyojeokimyacı Stefan Krause‘un yorumu şu oluyor: “Bu, genel olarak büyük bir gelişme ve küresel su döngüsünün daha kapsamlı bir tasvirine yönelik önemli bir adım.”
Krause, 2019’da Nature Geoscience‘da yayımlanan ve su döngüsü diyagramlarında insan faaliyeti veya altyapı eksikliğini sorgulayan bir makalenin yazarlarından biri. Bu çalışmada analiz edilen 464 diyagramdan sadece yüzde 15’i su-insan etkileşimini içeriyordu.
Krause yeni şemalarda kanalları kurutmak veya yeşil su kullanımıyla nehir yönlerini değiştirmek gibi insan faaliyetinin diğer yönlerini de açıklayan bazı çizimlerin de olması gerektiğini savunuyor.
Erişilebilirlik de yeni şemanın tasarımını yönlendiren unsurlardan biri oldu.
Nell, gri bir skalanın yanı sıra tek renk olarak mavinin kullanılmasının, görme engelli insanlar için yüksek bir kontrast oluşturduğunu söyledi.
Çizimin hedef yaş grubu sekizinci sınıf düzeyi ve 60 dile çevrilecek. Şimdilik, İngilizce ve İspanyolca olarak mevcut.
İnsanlık tarihinin sayfaları farklı coğrafyalarda yaşanmış kuraklık, kıtlık, böcek istilası, salgın hastalıklarla dolu…
Anadolu coğrafyasında yaşayan halklar da bu felaketlerden fazlasıyla payını almış ve başa çıkmanın çok çeşitli yöntemlerini geliştirmiş, geleneğe dönüştürmüşler. Ancak yüzlerce yıldır uygulanan bu yöntemler günümüzde kentleşme ve sanayileşmenin de etkisiyle yok olmak üzere…
Ama çözüm arayanlar için her zaman alternatif var.
İklim ve gıda krizine duyarlı yönetimler, akademik çevreler, sivil toplum kuruluşları, şirketler, bireyler sürdürülebilir modeller üzerinde çalışırken, saklı coğrafyalarda doğal varlıklarla uyum içinde şekillenen kültürünü sürdüren bir avuç insan bir yandan endüstrileşmenin, turizmin, yapılaşmanın, kirliliğin baskısına direnirken, diğer yandan derinleşengıda ve iklim krizleriyle başa çıkmamıza yardımcı olabilecek yöntemler konusunda rehberlik ediyor.
Marmaris’in güneybatısındaki Taşlıca Köyü’nün sakinleri, inşa ettikleri kuyu ve depoları, tarım terasları, münavebeli ekim sistemleri ve dayanıklı yerel çeşitleriyle yüzyılladır kuraklıkla başa çıkan ve kendilerine yeterli bir yaşam sürdürmüş. Yöntemleri, su stresi yaşayan Türkiye için yol gösterici olabilir.
Ama bugünlerde, gelenekleri üzerindeki baskıyı daha fazla hissediyorlar.
Taşlıca, Karia uygarlığından bugüne hemen güneyindeki antik Phoenix aracılığıyla 2600 yıl boyunca kesintisiz yerleşim yeri olmuş.
Zengin geçmişinden günümüze kadar ulaşan yerleşim, tarımsal uygulamalar ve tapınak kalıntıları, yüzlerce yıllık kültürel birikime dair yaşamsal uygulamalarla iç içe geçmiş. Antik dönemden bu yana kullanılan ana kayaya oygu su kuyuları ve sarnıçlar hala kullanılıyor.
Bir yandan atalık yöntemlerle çiftçilik yapan diğer yandan da köye gelen misafirlere yöre kültürünü tanıtan Erol Demircan, ”Biz kendimizi bildik bileli bu kuyular bize hayat veriyor” diyor.
Köyde kaynak suyunun beslediği 62 tane su kuyusu var.
Taşlıca halkı, Başkuyu, Ortakuyu, Karaahırlı (kara yalaklı), Hırakuyu (suyu zayıf kuyu), Eseler (İsalar), Bıyıklar, Arnavutlar, Ayşe Gelin gibi isimler verdiği kuyuların beş-altı tanesinden (çoğunlukla hayvanları için) içme suyu almaya devam ediyor.
Aslında hepsinin suyu içilebilir ama çoğunda taş duvarların arasından suya ulaşan ağaç kökleri koku yaptığı için kullanmayı tercih etmiyorlar. 15 metre derinlikteki kuyulardaki su, çok kullanıldığında bitiyor ama bir süre sonra kaynaktan gelen suyla yeniden doluyor.
Evlerinin altındaki sarnıçlarda yağmur suyu birikiyor
Taşlıca için su hep çok önemli olmuş. Sürekli susuzluk çektikleri için de kendi çözümlerini üretmişler.
Eşeklerle taşıdıkları su bir süre sonra yetmeyince bu kez evlerinin altına yaptıkları sarnıçlarda çatıdan topladıkları yağmur suyunu biriktirmişler. Köyün su şebekesinin altyapısı yaklaşık 30 yıl önce tamamlanmış olsa da herkes sarnıçlarda biriktirdiği yağmur suyunu kullanmayı sürdürüyor. Çünkü Söğüt beldesindeki bir artezyenden gelen şebeke suyuna deniz suyu karışıyor.
Erol Demircan ve evinde yağmur suyu depoladığı sarnıç.
Erol Demircan’ın eşi Zeliha, eskiden beri sürdürdükleri sistemi devam ettirdiklerini söylüyor:
”Şebeke suyu geldikten bir müddet sonra haziran, temmuz dedin mi tatlı su bitiyor, tuzlu su akmaya başlıyor çeşmelerden… Bu yüzden şebekeden gelen suya güvenmiyoruz, kendi topladığımız yağmur suyunu kullanıyoruz.”
Zeliha Demircan.
Köyde hemen herkesin evinde yağmur suyu deposu var. Eskiden beş-altı hane imece usülü kazarak açtıkları çukuru taş döşeyip sıvadıkları sarnıçlarda biriktirirlermiş suyu. Erol, ”Şimdi grayderi çağırıyorsun, çukur açıyor. İçini kilitli taş döşeyip, kaba sıva sonra üzerine izolasyon yapıyoruz” diyor ve sözlerini sürdürüyor:
”Benim evimde 45 tonluk depo var. Kışın nereden baksan 90 ton su kullanırız. İki üç defa yağmurla doldurduğumu bilirim bu sarnıcı… Ekim’den Haziran’a kadar yağmur suyu kullanıyorum. Sonra biraz şebeke suyu dolduruyorum; onu da günde 3 saat veriyorlar…
Temmuz-Ağustos’ta şebeke suyu tuzlanınca Söğüt Köyü’nden tankerle su getiriyoruz. İlk yağmurlar yağmadan her yıl sarnıçları içine girip temizleriz. Çatlak vs problem varsa çimento ile badana yaparız.”
Yüzyılladır az suyla yetinen Taşlıcalılar zeytin, badem, incir, harnup, karakılçık buğdayı, üzüm gibi kuraklığa dayanıklı ürünler yetiştiriyorlar. Yerel çeşitler açısından çok zengin bir coğrafya. Köylülerin söylediklerine göre 20 küsur çeşit incir yetişiyormuş Taşlıca’da…
Evlerin bahçesindeki fırınlarda atalık karakılçık buğdayından ekmek ve peksimet yapıyorlar. Hemen her evde keçi, inek ya da eşek var. Eşekler hem kuyulardan su taşımak için kullanıyor, hem de sütünden gelir elde ediyorlar.
Ortaçağ’dan beri kullanılan ziraat kapısı artık kapanmıyor
Taşlıca’nın insanları, suyun az olmasına, taşlık arazisine ve zorlu coğrafyasına rağmen yüzyıllardır kendine yeten bir kültürü yaşatmış. Ancak bu kültürün gelecek kuşaklara aktarılması artık daha fazla çaba ve farkındalık gerektiriyor.
Taşlıca muhtar azası Ramazan Çakır’ın sözleri tüketim kültürünün köye etkisi hakkında fikir veriyor:
“Eskiden su yetiyordu da ama şimdi bazıları evine damacanayla su istiyor. Kuyuda su var, parayla su alıyorlar. Hatta bazıları bırak kuyu suyunu, Marmaris’ten gelen şişenin markasını beğenmiyor.”
Değişmeye başlayan tek şey su kullanımı değil… Hayvansal ve bitkisel üretim için yüzlerce yıldır uyguladıkları “kapı sistemi“nden ilk kez bu yıl vazgeçmek zorunda kalmışlar.
Köyün güneyindeki Sindili Ovası ile kuzeyindeki yerleşim yerlerini ayıran “kapı” yöre halkının ifadesiyle 300-400 yıldır, yılın yarısı kapalı kalıyor. Bu süreçte hayvanlarını Sindili Ovası’nda tutan köylüler kuzeydeki arazilerde tarım yapıyorlar. Böylece hayvanlar ekinlere zarar vermiyor. Mayıs ayı ortasında kapıyı açıyor, hayvanlarını serbest bırakıyorlar.
Bu doğal nadas ve gübreleme yöntemi yüzlerce yıldır ilk kez bu yıl uygulanmadı.
“Müştereklik güzel şey” diyen Ramazan Çakır, Ortaçağ’dan beri işleyen bu sistemden bu yıl neden vazgeçmek zorunda kaldıklarını şöyle anlatıyor:
“Eskiden atalarımız dönüşümlü olarak bir taraftan hayvancılık bir tarafta ziraat yaparlarmış. Şimdiki nesil töreyi çiğniyor. Dinlemediler bizi… Sen benim arazime ne karışırsın dediler.
Kanuna göre haklı… Bu nedenle bu yıl kapıyı kapatamadık. Hayvanlar şu anda da arazileri gübreliyor ama kapı açık olunca serbest geziyor ve ürünlere zarar veriyor. Bu yüzden fazla ürün alamıyoruz şu anki sistemde. Toprak da dinlenemiyor. Bir kısım köylü bu yıl suni gübre ve yem kullandı. Eskiden örf adete saygılıydık. İmece vardı; birinin işi yapılacak herkes giderdi, bitirirlerdi. Keçilerin verdiği zarar yüzünden yüzde 100 ürün aldığımız yerlerde verim yüzde 50’ye düştü. Müştereklik bitti mi sorun oluyor.”
İlkokula giden 30 civarında çocuk var ama diğer pek çok köy gibi Taşlıca da taşımalı sistemden payını almış.
Ramazan Çakır, ”Benim çocukluğumda okulda bize ziraat öğretirlerdi. Mesela çapanın nasıl yapıldığını ben ilkokulda öğrendim. O zamanlar hep birlikte yetiştirdiğimiz ürünleri satıp okulun ihtiyaçlarını karşılardık… Şimdi öğrenci yetersiz diye taşımacılık yapılıyor, çocuklar öyle olunca gelenekleri de öğrenemiyor” diyor.
Kültürel erozyon ve ekolojik yokoluşu erken fark edip harekete geçen Taşlıca sakinleri, geleneklerini sürdürmek için çaba gösteriyor.
Tüketim çılgınlığının hüküm sürdüğü tatil beldelerinden birkaç kilometre ötedeki bu küçük köye gelenlere gururla sürdürdükleri yerel tohumlardan, incir çeşitlerinden, keçilerinden, peksimetlerinin hikayesinden, su kuyularının başında yapılan ritüellerden söz ediyorlar.
Eşi Zeliha ile birlikte doğal ve yerel ürün çeşitliliğini bir yandan gelecek kuşaklara; diğer yandan da evine gelen ya da Marmaris pazarında kurduğu tezgahtan alışveriş yapanlara aktarmak için çaba gösteren Erol Demircan, şöyle diyor.
Ben bir kadına aşık olmadığım kadar köyüme aşığım.
Allahım bana güç kuvvet ver, şu köyü hak ettiği yere getireyim…
Yeşil Gazete Tv‘nin yeni yayın dönemi bugün (17 Ekim Pazartesi) günü saat 21.00’de başlıyor.
İlk program, geçen dönem başlayan ve bu sezon da devam edecek Mahmut Boynudelik ve Koray Doğan Urbarlı’nın hazırlayıp sunduğu “İçinden”… Türkiye’nin ve dünyanın haftalık siyaset gündeminin iki yorumcu tarafından değerlendirileceği programda bundan sonrası için de analiz ve öngörüler yer alacak.
Hafta içi her akşam saat 21.00’de bir programla izleyicilerin karşısına çıkacak Yeşil Gazete TV’nin nisan ayına kadar sürecek yeni döneminde, hafta için her akşam saat 21:00’de, 16 programcı tarafından hazırlanan yedisi yeni 10 program dönüşümlü olarak yer alacak.
Program listesi ise şöyle:
PAZARTESİ (HER HAFTA)
İÇİNDEN: Haftanın siyasi gündemi Mahmut Boynudelik – Koray Doğan Urbarlı
SALI (AYDA BİR)
MORLU YEŞİLLİ: Feminist gündem Nilüfer Sayılan
SALI (AYDA BİR)
YEŞİL EKONOMİ: Ekonomi gündemi Özge Doruk – Ahmet Atıl Aşıcı
SALI (15 GÜNDE BİR)
ADALET ARASI: İnsan hakları ve hukuk gündemi Özgür Özdemir
ÇARŞAMBA (AYDA BİR)
ONARIM ÇAĞI: Tarım ve gıda politikaları Durukan Dudu
ÇARŞAMBA (AYDA BİR)
YEŞİL EĞİTİM: Eğitim politikaları Burcu Meltem Arık
ÇARŞAMBA (15 GÜNDE BİR)
YEŞİL ENERJİ SOHBETLERİ: Yenilenebilir enerji gündemi Melis Yılmaz – Oral Kaya
PERŞEMBE (HER HAFTA)
YAKINSAMA: Kitap, fikir ve aktivizm sohbetleri Kürşad Kızıltuğ – Ümit Şahin
CUMA (15 GÜNDE BİR)
HAYVANAT AJANSI: Hayvan hakları gündemi Yağmur Özgür Güven – Tolga Öztorun
CUMA (15 GÜNDE BİR)
ANTROPOSEN: İklim ve ekoloji gündemi Özlem Taşdemir – Sedat Gündoğdu
Muğla‘nın Milas ilçesine bağlı Aslanyaka‘da 2005’ten bu yana canlı sağlığını, zeytinlikleri ve ormanları tehdit eden maden ocağıyla ilgili Mahkeme’den ara karar çıktı.
Muğla 3. İdare Mahkemesi,Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca tesise verilen ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir’ kararının yürütmesini durdurdu.
Kalker ocağı bölgesinde kesilen çam ağaçları. Fotoğraf: Mehmet Polat
Bilirkişi raporunda ‘Kamu yararı yok’ denmişti
Mahkeme kalker ocağında kamu yararı olmadığı, tesisin zeytinliklere üç kilometre mesafeden daha yakın olduğu, ormandaki ağaçların kesilmesine sebep olacağı, yeraltı sularının olumsuz etkileneceği, arı konaklama noktalarına zarar vereceği ve atık, toz ve duman çıkaracağı için faaliyetlerin olumsuz sonuçlara yol açacağının belirtildiği bilirkişi raporunu işaret etti.
Makina Öğretmeni Mehmet Polat ise Aslanyaka’daki ekokırım tehdidine karşı direnen ve köyde geçimini tarımla sağlayan yurttaşlardan biri. Polat, Aslanyaka’da yaşayan ve sadece kalker ocağı tehdidine değil, aynı zamanda bölgedeki diğer maden ve taş ocağı tehditlerine karşı yıllardır direnen bir isim.
‘Bu karardan sonra yeni ÇED için başvurabilirler’
Polat, direnişlerinin sonucunda alındığını belirttiği Mahkeme kararıyla ilgili Yeşil Gazete’ye konuşuyor:
“Bilirkişi raporunu incelediğimizde böyle bir karar bekliyorduk. Olması gereken bir karardı. O anlamda bizi mutlu etti. Tabi ki her şey bitmiş değil. Bundan sonraki süreç ne gösterecek onu bekliyoruz. Bu karardan sonra da yeni bir ÇED için müracaat edeceklerdir. Süreçler böyle yaşanıyor çünkü. Eğer yeni bir ÇED müracatı olursa onu da takip edeceğiz. Biz tabiki mücadelemize devam edeceğiz her duruma karşı.”
Aslanyakalı direnişçiler. Vatandaşlar Temmuz’da şirketin kepçelerinin önünde durarak faaliyetlerine engel oldu.
‘Taş ocağı ve maden saldırıları’
Polat, Akbelen’deki ekoloji mücadelesine de destek olduklarını ve Aslanyaka’daki kazanımda Akbelen’de verilen mücadelenin çok büyük bir önemi olduğunu ifade ediyor:
“Çevremizdeki alanlara ‘taş ocağı’, ‘maden’ adı altında saldırılar var. Bu saldırılara karşı her yerde mücadelemizi sürdürüyoruz. Özellikle Akbelen’de. Akbelen’de bilirkişi raporunu bekliyoruz. 450 küsur gündür orada nöbetteyiz. Aslanyaka’daki kazanımı Akbelen’deki direniş sağlamıştır. Akbelen’deki direniş sadece Türkiye’yi değil bütün dünya için önem teşkil etmektedir. Esas hedefimiz Akbelen’deki mücadeleyi de kazanmak. Akbelen için de nöbet devam ediyor. Orada köylülerimiz alanı savunuyorlar. Bizler de destekliyoruz.”
‘Telafisi güç zararlar doğuracak’
Mahkeme’den çıkan ara karar da ise şunlara yer veriliyor:
“[…] açıkça hukuka aykırı olan ve uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğuracağı anlaşılan dava konusu işlemin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27/2. maddesi uyarınca teminat aranmaksızın dava sonuna kadar yürütmesinin durdurulmasına, aynı Kanun’un 20/A maddesinin 2. fıkrasının ‘e’ bendi uyarınca kesin olmak üzere, 10/10/2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Kalker ocağının bulunduğu bölge. Fotoğraf: Mehmet Polat
Polat daha önce Yeşil Gazete‘ye heyetten Orman Mühendisi olan bir bilirkişiye bölgedeki ağaç tahribatlarını gösterdiğini, keşifle ilgili umutlu olduğunu söylemişti. Nihayetinde keşif sonucu da Polat’ın umudunu destekler nitelikte çıkmıştı:
‘Kamu yararı yok’
Proje Tanıtım Dosyası (PTD) raporunda anlatılan söz konusu etkinliğin saha gerçeklerini yeterince açıklamayan jeolojik ve hidrojeoloji değerlendirmeler içermesi, yörenin jeolojik ve hidrojelojik özellikleri, yeraltı suyu durumları, kaynaklar, kuyular, su depoları vb. birçok konu yeterince açıklanmadığından oluşturabileceği çevresel etkilerinin de yeterince bilinmemesi,
Mermer ocağı olarak işletilmesi planlanan dava konusu alan ve çevresinde bulunan kireçtaşlarının geçirimli ve karstik özellikli olması, söz konusu etkinlikle sahadan önemli miktarda malzeme alınacağından madencilik faaliyetlerinin yeraltı sularını olumsuz etkileme potansiyeli bulunması nedenleriyle kamu yararı bulunmaması,
‘Proje alanında yoğun olarak zeytinlikler var’
Tapu ve Kadastro Henel Müdürlüğünün parsel sorgu programından yapılan sorgulama sonucunda, proje faaliyet alanının üç kilometrelik yarıçap içerisinde yoğun olarakzeytinlik parsellerinin bulunduğunun tespit edilmesi,
Vatandaşlar Temmuz’da şirketin kepçelerinin önünde durarak faaliyetlerine engel oldu.
‘Alanda arı konaklama noktaları var’
Dava konusu proje faaliyet alanının çevresinde resmi kurumlarca tanımlanmış Arı Konaklama Noktalarının bulunması,
Proje tanıtım dosyasında da ifade edildiği gibi proje faaliyeti sonucunda tozlanmanın meydana gelecek olması,
3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’un 20. Maddesinin gerekli tedbirler alınmış olsa bile zeytinlik sahalarında ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri hariç kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran ya da sayıları olumsuz sonuçlara yol açma ihtimali bulunan tesislerin yapılmasını ve işletilmesini önlemeyi amaçladığının açık olması,
‘Çevrede olumsuz etkiler, orman üzerinde baskılar ortaya çıkaracak’
Proje faaliyetinin, çevre yerleşmeler, zeytinlikler ve tarım alanları üzerinden olumsuz etkiler ve orman alanı üzerinde baskılar ortaya çıkaracak olması,
‘Sağlıklı yaşam koşullarını olumsuz etkileyecek’
Dava konusu projenin yerleşim alanlarına oldukça yakın bir konumda yer alması, çevresindeki nüfusun sağlıklı yaşam koşullarını olumsuz yönde etkileyecek nitelikte bir sanayi tesis alanı olması nedenleriyle yer seçimi ilkeleri açısından dava konusu tesisin planlama ilkelerine, şehircilik esaslarına ve kamu yararına uygunluk göstermemesi,
Sanayi kaynaklı hava kirliliğinin kontrolü yönetmeliği açısından eksiklik/uygunsuzluk içermekte olması,
ÇED Yönetmeliği Ek 5, koşulunu sağlamaması,
‘Dosyada belirtildiği şekilde uygulama imkanı yok’
Davalı idarenin tesis etmiş olduğu ÇED Gerekli Değildir kararına ait 8,4772 ha’lık ÇED çalışma alanında ( 2 milyon ton/yıl kapasiteli) kalker ocağı (395 bin ton/yıl kapasiteli) Kırma Eleme Tesisi Kapasite Artırım faaliyeti projesinin sahanın içinden geçmekte olan ve bir adet taşıyıcı direği de saha içinde bulunan 380 kV elektrik iletim hattından dolayı projenin tanıtım dosyasında belirtildiği şekilde uygulama imkanının bulunmaması,
Projede kaç adet ağaç kesileceği noktasında tereddütlerin olması ve tam kapalı makilik alan ile bozuk kızılçamla kaplı bir ormanda kesilecek ağaçların orman ekosistemine olası etkilerinin göz ardı edilmesi,
Orman yangınlarıyla mücadelede etkin bir planlama söz konusu olmaması, nedenlerine bağlı olarak ayrı bilim dallarında inceleme ve değerlendirmelerini yapan bilirkişi heyetince dava konusu ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararının iptal isteminin uygun olduğu kanaatine varıldı.
Ne olmuştu?
2015’te durdurulan Çaba Mobilya Sanayi İnş. Toz. Gıda. Tic. M. T. İ.İ. Ltd Şti. tesisinin doğa üzerindeki tehdidi, Mart 2022’de yeniden ortaya çıkıyor.
Mart 2022’de şirketin Kırma Eleme Tesisi ve Kalker Ocağı Kapasite Artırım Faaliyeti talebi sonrası ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir’ kararı veriliyor.
ÇED yapılması için gerekli tutulan alan boyutunda 25 hektarın üzerinde olma şartı aranıyor. Şirketin alanı ise tam olarak sınırda tutulmuş durumda: 24,57 hektar.
Polat, bölgeden 10 kişiyle birlikte 1 Nisan’da hem yürütmeyi durdurma hem de ruhsatın iptali için dava açıyor.
Kapasite artırımına Muğla Valiliğince verilen ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararına karşı dava sürüyor.
26 Temmuz’da şirket Aslanyaka’ya yol yapım çalışması adı altında iş makinalarını sokmuştu.
Bu yıl 101 ülkeden, bini aşkın belgeselin başvurduğu Bozcaada Belediyesi organizasyonuyla, Kadıköy Belediyesi Sinematek/Sinema Evi işbirliğiyle gerçekleştirilen ekolojik temalı belgesel festivalinde 14 filmin yarıştığı Ana Yarışma kategorisinde Fethi Kayaalp adına verilen Uluslararası Yarışma Ödülü’nü “Yo’eme Labirenti” filmi kazandı.
İkincilik Ödülü olan Madam Melpho ödülünü ise Brezilya yapımı “Edna” filmi kazanmayı başardı. Ayrıca bu sene Ana Yarışma Jürisi, geçen senelerden farklı olarak bir filme de Mansiyon ödülü vermek istedi. Jüri Özel Mansiyonu kazanan film ise Almanya ve Ekvador yapımı “Benim Bu Çalınmış Ülkem” filmi oldu.
Öğrenci filmlerine verilen Gaia Ödülü’nü ise Belçika, Portekiz, Macaristan, Brezilya ortak yapımı 0.2 Milligrams of Gold (0.2 Miligram Altın) kazandı. Ayrıca Gaia jürisi, önceki senelerden farklı olarak bu sene öğrenci filmlerinden birine de Mansiyon Ödülü vermek istedi.
Mansiyon ödülü Türkiyeli genç yönetmen Mustafa Aydın’ın Afganistan’dan Türkiye’ye 60 günde yürüyerek göç edenlerin hikayesini anlattığı Haymatlos (Stateless) filmine verildi.
Toplam dört kategoride 53 filmi izlemek için dünyanın farklı bölgelerinden yönetmenler, iklim mücadelecileri, öğretmenler ve öğrenciler festivalde buluştu. Bozcaada’da festival boyunca film okuma ve yürüyüş atölyeleri gerçekleşti. Ayrıca emek ve ekoloji konularında panel ve söyleşiler oldu ve film gösterimlerinin ardından adaya katılan yerli ve yabancı yönetmenler seyircilerin sorularını yanıtladı.
Holzer: Filmlerimiz birbiriyle konuşuyor
BIFED ekibinden Nazlı Salcıoğlu’nun sunduğu törende konuşan Festival Yönetmeni Petra Holzer “Senenin büyük bir kısmında ve son dört ay aralıksız çalışırken; son bir ay da tüm ekip son ayrıntıları hazırlarken sizleri görebiliyordum. Yorumlarınızla daha da güçlenen bir his bu; kameralarınızın arkasında, kurgu yaptığınız bilgisayarların arkasında sizleri görebildiğime inanıyorum. Galiba bu nedenle burada bir hayli mutlu insan oluyor. Seçtiğimiz filmler Andres’in de söylediği gibi ‘birbiriyle konuşuyor‘. Bizler de öyle, birbirimizle konuşuyoruz, gerçekten konuşuyoruz” dedi.
Büyük ödül Meksika’ya
Jüri, Meksikalı film yönetmeni Sergi Pedro Ros’un filmi Yo’eme Labirenti’ne Fethi Kayaalp birincilik ödülü verilmesi hakkında “Film seyirciyi gerçeküstü, ruhani manzaralara götürüp, ilkel tribal ayinleri günümüz șiddeti ve yıkımları ile harmanlıyor. Tam ve mecazi anlamıyla, hayata ulașımları tüketilmiş. Yönetmen Yaqui halkı ile bir güven bağı kurup onları empati ve saygı ile gösterip hikayeyi keşfederken kendi hayatını tehlikeye atmıștır. Ana hayat damarları olan yerel nehirlerinin suyunu kaybettikten sonra bile, film kabilenin aralıksız direncine odaklanıyor” olarak açıkladı. Açıklamayı jüri adına Andres Veiel ve Daniel Lambo yaptı.
Gerçeklik ve hayal arasındaki hikaye, Edna filmi, ikinci
Jüri üyeleri ikincilik ödülü Madam Melpo’yu alan belgeseli jüri ekibinden Joanna Arong Vazquez ve Daniel Lambo açıkladı. Uluslararası Yarışma kategorisinde ikincilik ödülünü kazanan Eryk Rocha’nın “Edna” belgeselini jüri, “Sert şiirsel görüntüler ile Edna’nın özel hayatı ve topluluḡu hakkındaki düșüncelerini harmanlayarak bizi Edna’nın zorluklar içinde büyüdüḡü dünyasına götürüyor. Hayatı, onurlu bir hayat sürebilmek için ebedi, devamlı ve bitmeyen bir zorluk gibi. Edna’nın unutulması güç olan hatıralarına ve kendi kelimelerine odaklanan film, Brezilya’da Amazon’da yașayan ve yavaș yavaș, kușaktan kușaḡa kendi topraklarından ve kimliklerinden uzaklaștırılan halkın trajik kaderini ortaya çıkarıyor” açıklamasıyla duyurdu.
Öğreni ödülü 0.2 Miligram Altın’ın
Üç kişilik Gaia jüri ekibi Eliane Raheb, Eser Yağcı, Sibel Yardımcı’dan oluşan jüri ekibinin ortak açıklamasıyla yapıldı. Jüriler, “Belgesel kapitalizm, sömürgecilik, Avrupa merkezcilik ve insan merkezcilik arasında kurduğu bağlantıları, farklı tarihler, coğrafyalar ve ölçekler boyunca düşünmeye teşvik etmekte” diyerek belgeseli tanımladı.
“Sinematik dili, kurgusu ve ses kullanımı itibariyle de dikkate değerdir: Sular altında kalması beklenen bir köyün insansız fotoğraflarına eşlik eden rüzgâr, çocuk ve çan sesleri oradaki yaşamı hatırlatmakta; yönetmenin nüfuz edemediğini düşündüğü Amazon ormanlarının uzak açı fotoğraflarıyla içinde yürürken kameraya aldığı Ardennes ormanlarının hışırtısı iki farklı orman dünyasına açılmaktadır ” diyerek ödülün kazananı yönetmen Diego Quinderé de Carvalho’yu tebrik ettiler.
Jüri Özel Mansiyon Ödülü: Benim Bu Çalınmış Ülkem’e…
Festival jürileri Jüri Özel Mansiyon Ödülü’nü açıklayarak, kazanan yönetmen Marc Wiese’i duyurdu ve bu ödülü “Benim Bu Çalınmış Ülkem”e vermelerinin nedenini açıkladı.
“Ekvador’un doḡal kaynaklarının yağmalanması ve buna karșı olan yerlilerin zorlukları ile ilgilenen Marc Wiese, hayatını tehlikeye atan çekimler etkileyici sinematografi ve şiirsel anların da gösterimi ile dünyaya umut dolu ve zorlayıcı bir mesaj veriyor. Türkiye’nin de içinde bulunduḡu birçok ülkenin, uluslararası kurumlar ve yerel yetkililer tarafından bu tarz yıkımlara sürüklendiğini görebiliriz. Daha fazla cesur insanın, dağlarını, nehirlerini ve topluluklarını korumaya çalıștıkları cesur filmlerine ihtiyacımız var. Jüri bu umut, mücadele ve adalet duygularını așılayan ve festivalin ‘Savunucuları Savun’ ve ‘Yeșil Adalet’ sloganlarıyla uyușan bu filme özellikle değinmek istedi” açıklamasını yaparak Ana Yarışma Mansiyon Ödülü’nün Ekvadorlu yerli mücadelecilere gittiğini belirtti.
Bir ödül de Haymatlos’a
Jüri, “Mültecilerin, özellikle de Afgan mültecilerin yolculuk ve hayatta kalma mücadele aktarmaktaki çabası ve niyetiyle Mustafa Aydın’ın yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği Haymatlos filmi jüri tarafından övgüye değer bulunmuştur” diyerek belgeseli ve yönetmen Mustafa Aydın’ı tebrik ettiler.
Kapanış töreninin ardından Ana Yarışma’nın kazanan filmi “Yo’eme Labirenti” salondaki izleyicilerle tekrar buluştu. Ana Yarışma ve Gaia kategorisinin kazanan filmleri festivalin son gününde 16 Ekim Pazar günü Bozcaada’da izleyicilerle tekrar buluştu.
Sanatçı Pınar Tınç’ın doğada karşılaştığı çeşitli materyallerle tasarladığı “Mavi Zamanı” ismini verdiği heykel kazanan yönetmenlere verildi. Festivalin bu seneki tasarımını Zeycan Alkış’ın yaptığı çanta ve Fulya Yazan’ın Bozcaada’daki Deli Asma isimli atölyesinde hazırladığı rozetler de festival misafirlerine ve izleyicilerine dağıtıldı.
Bozcaada Belediyesi ve Kadıköy Belediyesi Sinematek Sinemaevi işbirliğiyle gerçekleştirilen Green Film Network üyesi festival; Demirer Holding’in ana destekçiliğinde ve İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Mey/Diageo, Goethe Enstitüsü İstanbul, Avusturya Kültür Ofisi, Alba Sigorta ve Bozcaada Aral Çiftliği destekleriyle yapıldı.
Ödül kazanan filmler:
Uluslararası (Ana) Yarışma
1. Yo’eme Labyrinth (Yo’eme Labirenti), Sergi Pedro Ros, Meksika, 2019 | Fethi Kayaalp Büyük Ödülü 2. Edna, Eryk Rocha, Brezilya, 2021 | Madam Melpho İkincilik Ödülü
Uluslararası (Ana) Yarışma Mansiyon
This Stolen Country of Mine (Benim Bu Çalınmış Ülkem) – Marc Wiese, Almanya, Ekvador, 2022
Gaia Öğrenci Ödülü
0.2 Milligrams of Gold (0.2 Miligram Altın) – Diego Quinderé de Carvalho, Belçika & Portekiz & Macaristan & Brezilya, 2022
Gaia Öğrenci Mansiyon
Haymatlos (Stateles) – Mustafa Aydın, Türkiye, 2022
Bartın’da Türkiye Taşkömürü Kurumuna (TTK) bağlı Amasra Müessesinde meydana gelen grizu patlamasında 41 işçi yaşamını yitirdi.
Son açıklamalara göre hastanede tedavisi süren yaralı yedi işçiden beşinin durumu hala ağır.
Yangının kısmi olarak sürdüğü ocakta üretime ara verildi, soruşturmayı yürüten savcı sayısı beşe çıkarıldı.
41 işçinin ardından madenlerdeki önlem eksiklikleri ve ihmaller yeniden gündeme gelirken kamuoyu, Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın “Birileri dalgasını geçebilir ama önemli değil biz kader planına inanmış insanlarız” açıklamasına tepkili.
Bakanlar ve muhalefet partisi liderleri işçilerin cenazelerine katıldı, barolar ve sivil toplum kuruluşları Amasra’da katliamın gerçekleştiği ocağı ziyaret etti, yetkililerden bilgi aldı.
Hafta sonu boyunca Bartın’ın köylerinde işçi cenazeleri kaldırıldı. Hayatını kaybeden işçilerden 35’i toprağa verildi, altı işçi de bugün defnedilecek.
Hayatını kaybeden işçilerden Berkay Kesim’in cenaze töreni.
Aynı köyden Murat Ergin ve Deniz Baykal‘ın cenazeleri, Kurucaşile Aliağa Camii‘nde kılınan cenaze namazının ardından birlikte toprağa toprağa verildi.
Ahatlar köyünden üç madenci arkadaş Şaban Yıldırım, Mehmet Bulut ve Okan Akgün de yapılan cenaze töreninin ardından yan yana gömüldü.
Madencilerin mezarlarına Türk bayrağı serilirken, geride kalan aileleri mezarları başında ağıtlar yaktı.
Şaban Yıldırım’ın ikiz bebeklere hamile eşi Sena Yıldırım ve kayınvalidesi Nesrin Akkuş, Yıldırım’ın hayatını kaybetmeden bir hafta önce “Anne bizi izne çıkaracaklar. İçerileri temizleyeceklermiş” dediğini söyledi.
Hayatını kaybeden işçilerden Şaban Yıldırım, Mehmet Bulut ve Okan Akgün’ün cenaze töreni.
Üç aydır bakım yapılacakmış
Okan Bulut’un kardeşi Muhammed Bulut ise abisinin mezarının başında ağıtlarla ihmali anlattı:
“41 tane can gitti, aileleri, bizler ne yapacağız? Elimizden gelen hiçbir şey yoktu. Ama çocuklar bahsediyorlar. “Ocakta bakım olacak, 40 günlük bizi izne ayıracaklar” diye Üç aydan beri muhabbet varmış böyle. Ama söylüyorum, üç aydan beri yapılmayan şey, şimdi de yapılmamış, bir dahaki ay yapılacakmış sözde.
Hayatını kaybeden işçilerden Selçuk Ayvaz’ın cenaze evi. Fotoğraf: Khalil Hamra / AP
Yatan kişiler arkadaşlar, onlar daha önce konuşuyorlardı bizimle. Muhabbet ederken, pek sırlarını açıklamazlardı açıkçası. Madende 40 gün sürecek bir bakım var dediler. Bunlar biliyor, üç aydan beri bu muhabbet varmış. Muhabbet, sadece muhabbet. Şu ana kadar bir şey yokmuş. Bu ayı atlayınca, bu ayı çıkınca izne ayırılacaklarmış sözde.Yapmadılar, uşakların canına mal oldular. 41 tane cana. Gaz ortamında, gaz var dediler. Tecrübesiz kişiler. 2019 yılında girdiler hepsi. Tecrübesiz, yanında tecrübeli kimse yok. Hiç olmazsa yanında bilen biri olsaydı. Mühendis olaraktan içeride olan. Hepsi gitti abi, evlatlar, çocuklar. Anneler, kiminin çocuğu var.”
Hayatını kaybeden işçilerden Mehmet Kara’nın cenaze töreni.
İşçilerden Selçuk Ayvaz, Uğurlar köyünde bakanların ve Erdoğan’ın katılımıyla kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Ayvaz’ın 4 yaşındaki kızı ve hamile eşi, ardından gözyaşı döktü.
Hayatını kaybeden işçilerden Selçuk Ayvaz’ın ailesi, mezarı başında. Fotoğraf: Khalil Hamra / AP
Br hafta önce baba olduğu öğrenilen işçi Aziz Köse’nin Köse’nin cenazesi de Bayıryüzü Köyü Camisi’nde gözyaşlarıyla toprağa verildi.
İşçilerden Serhat Kahraman’ın cenazesi de ememleketi Karabük’te Cemaller Köyü Camisi’nde ikindi vakti kılınan namazın ardından Cemaller köyü aile mezarlığında defnedildi.
Kardeşim 10 gün önce ‘Burada gaz kaçağı var bizi patlatacaklar’ demiş,nasıl ihmal oldu?
Erdoğan, hayatını kaybeden şiçilerden Rahman Özçelik için Makaracı köyünde düzenlenen cenaze törenine katıldı ve törende şu ifadeleri kullandı:
“Rabbime hamdediyorum, dün akşamdan bu yana 24 saati bulmadan neticeye varmış olmamız bizleri bu noktada rahatlattı. Çünkü Soma’da biliyorsunuz çok uzun sürdü. Ama burada 24 saati bile bulmadan 41 şehidimize hamdolsun ulaştık.”
Hayatını kaybeden işçilerden Rahman Özçelik’in cenaze töreni.
NTV’nin aktardığı görüntülere göre, maden ocaklarında “en ileri yerin” Amasra Müessesesi olduğunu anlatan cumhurbaşkanına bir madenci yakını kadın ağlayarak, “Kardeşim 10-15 gün önce ‘Burada gaz kaçağı var bizi patlatacaklar’ demiş. Nasıl ihmal oldu? ‘Patlatacaklar bizi burada’ demiş. 10-15 gün önce söylemiş. Kardeşimin içine doğmuş. Kardeşim göz göre göre şehit oldu.” dedi. Erdoğan ise karşılık olarak “Cümleten başımız sağ olsun” diyerek alandan ayrıldı.
Türkiye işçi ölümlerinde Avrupa’da ilk sırada
Erdoğan’ın ‘kader’ açıklamasına da tepkiler sürüyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, Erdoğan’ın ‘kader’ açıklaması üzerine Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) dünyada maden kazalarında yaşamını yitiren işçilere ilişkin raporunu paylaştı.
Öztrak’ın paylaştığı raporda, Avrupa’da en fazla maden kazası gerçekleşen ülke olarak Türkiye birinci sırada.
Ülkeyi uçuracağız diye pazarladıkları ucube saray rejiminde, hayattan uçup giden canlar… Ve 20 yılın sonunda hala hiç sıkılmadan; "Madenlerde hiçbir eksik, Hiçbir gereksiz risk görmek istemiyoruz" diyorlar. Bilmiyorlar ki millet bunların yüzünü artık hiç görmek istemiyor. pic.twitter.com/nO0n1vF8Dj
Türkiye’de maden kazalarında gerçekleşen ölümler, tüm Avrupa ülkelerinin toplamından fazla.
Avrupa’da 2020 yılında 13 ülkede maden kazaları nedeniyle hiç ölüm gerçekleşmezken Türkiye’de sadece 2021 yılında 75 işçi maden kazalarında yaşamını yitirdi.
Muhalefet vekilleri ve kamuoyundan gelen tepkilerin yanısıra AKP’li eski bakan Hüseyin Çelik sosyal medya hesabından “Önce, en ince detayına kadar tedbir, sonra tevekkül ve takdire teslimiyet… Bizim kader anlayışımız ne yazık ki, daha çok Emeviler’in “Cebriyeci” kader anlayışını andırıyor” diyerek eleştiride bulundu.
Önce, en ince detayına kadar tedbir, sonra tevekkül ve takdire teslimiyet… Bizim kader anlayışımız ne yazık ki, daha çok Emeviler’in “Cebriyeci” kader anlayışını andırıyor. Çarpık kader anlayışına Mehmet Akif’in diyecekleri var: pic.twitter.com/Cn02H3SP8C
Muhalefet partisi liderleri, Amasra’da patlamanın yaşandığı maden ocağındaydı. Siyasilerin açıklamaları şöyle oldu:
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
“Soma’yı unutmadık, Ermenek’i unutmadık, şimdi burada 41 kardeşimiz hayatını kaybediyor. Hangi çağda yaşıyoruz Allah aşkına? Neden sadece bu maden kazaları, kitle ölümleri sadece Türkiye’de oluyor? Dünyanın başka bir ülkesinde maden çıkarılmıyor mu? Orada neden insanları ölmüyor? ”
Önlem alacağız diyorlar, arkadaşlar siz 20 yıldır neredesiniz? Nerede önlem alacaksınız? Bu ailelere kim hesap verecek? Hayat Türkiye’de bu kadar ucuz mu? Emin olun çok üzülüyorum.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu:
“Bu matem günleri geçtikten sonra başta sorumlular olmak üzere herkesin başını iki elinin arasına alıp bir muhasebe yapma vakti gelecek. Rasyonel şekilde hiçbir ön yargı taşımadan herkesin çok sayıda yaşadığımız geçmişteki maden facialarından ders alarak bugün Amasra’da yaşadıklarımızda göz önüne alarak kapsamlı bir değerlendirmeye ihtiyacımız var.”
DEVAPartisi Genel Başkanı Ali Babacan:
“Güçler ayrımının olduğu, demokrasinin iyi işlediği ülkelerde de maden ocakları var. Hangi ülkede demokrasi iyi işliyorsa bakıyorsunuz o ülkelerde bu tür kazalar çok daha az oluyor, can kayıpları çok daha az oluyor. Çünkü, denetim mekanizmaları çalışıyor. İşi yapan, yaptıran aynı zamanda denetliyorsa oradan maalesef ki hatalar bulunamıyor, eksiklikler tespit edilemiyor. Tekrar tekrar aynı kazaları yaşıyoruz, tekrar tekrar aynı can kayıplarını yaşıyoruz.”
Katlettikleri madencilere şehit diyorlar, bu ne yüce şehadet ki zenginlerin evine hiç uğramıyor
TİP Genel Başkanı Erkan Baş:
“Az önce Erdoğan geliyor diye tüm alanı boşalttılar, biz de arkadaşlarımızla alandan ayrıldık.Tıpkı her katilin cinayet mahalline döndüğü gibi bu ülkeyi bir işçi mezarlığına çeviren Erdoğan da olay yerine dönüyor.
İşçilerin kanıyla canıyla sürdürdüğü iktidarının yeni katliamlarına iyi baksın Erdoğan. Patronlar servetlerine servet katsın diye Soma’da, Ermenek’te işçiler nasıl katledildiyse bugün Bartın’da da olan budur.
Şimdi çıkıp utanmadan buna ‘kaza’ diyorlar. Katlettikleri işçilere ‘şehit’ diyorlar. Bu ne yüce bir şehadet makamıdır ki AKP’lilerin, sarayların, zenginlerin evine hiç uğramıyor. Nerede gariban var, nerede yoksul emekçiler var şehadet hep onların payına düşüyor.
Ey Erdoğan senin kaderin çocuklarına yatlar katlar almak da emekçilerin kaderi ölmek mi? Madenci evladının kaderi yetim kalmak mı?
Sayıştay uyarıyor, işçi arkadaşlarımız yıllardır uyarıyor. Dinlemiyorsunuz. Bu açgözlülüğünüze lanet olsun. Para hırsıyla işlediğiniz cinayetleri şehitlikle örtmenize asla izin vermeyeceğiz.
Erkan Baş:#Bartın’dayız, Erdoğan geliyor diye bütün alanı boşalttılar. Her katilin cinayet mahalline döndüğü gibi o da olay yerine dönüyor!
Çıkmış “kader” diyor. Dalga geçmiyoruz; yumruklarımızı, dişlerimizi sıkıyoruz! Senin kaderin zengin olmak da, madencinin kaderi ölmek mi! pic.twitter.com/HYYps9iIVP
Şimdi bir de cinayet mahallinde çıkmış bize diyor ki: Biz kadere inanmışız, bunlar her zaman olacakmış. Ya lanet olsun sizin arsızlığınıza, lanet olsun sizin utanmazlığınıza.
Dün ve bugün ölen her işçinin ölümü engellenebilirdi. Şükürle, duayla değil onların hayatını koruyacak olan insanca bir çalışmayı sağlayacak imkanlarla tüm bu ölümleri engelleyebilirdik ama siz Soma’nın katil patronlarını değil Soma’lı madencilerin avukatlarını Selçuk’u, Can’ı hapse gönderen zihniyetinizle bunun sorumlususunuz ama mutlaka hesaplaşacağız. Tüm bu cinayetlerin sorumluları ortaya çıkana kadar yakanızı bırakmayacağız.”
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Rıdvan Turan:
“Temel iş sağlığı güvenliği alınmış olsaydı canımız bu kadar yanmayacaktı. Aile evlatsız, çocuklar babasız, kadınlar eşsiz kalmayacaktı. Nerde ‘fıtrat’ ve ‘kader’ kavramı kullanılıyorsa orada pek çok şey saklanıyor demektir. Üstü örtülmeye çalışılıyor demektir. Burada çok önemli iş sağlığı güvenliği ihlalleri var. Ocak içermesi sayıda işçi içermeyen bir ocak. Burada personel sayısı yıllar içerisinde giderek azalmış, dolayısıyla personel sayısı azalmış, ocakta meydana gelecek birtakım arızaların ortadan kaldırılması için çalışması gereken sayılar aza indirilmiş.
“Cumhurbaşkanın vazifesinin millete kan parası vermek değil, bu kazaların olması engellemek. Erdoğan iktidarı döneminde onlarca çok sayıda işçinin hayatını kaybettiğini yaşadı bu ülke. Aşağı yukarı işçiler bu ülkede yaşamını yitiriyor. Çok fazla işçi yaşamını kaybettiğinde haber oluyor. Bunların sorumlusu bu ülkeyi yönetenlerdir.”
Hayır maden şehidi diye bir şey yok. Sırf para için insan canını riske atanlarla Sayıştay raporlarında açık açık uyarmasına rağmen keyfine bakanların sorumluluğunu örtmek için ortaya atılan tabirleri biz kullanamayız. Bu bir cinayettir ve bu cinayetin hesabını elbette soracağız. https://t.co/g3YWWr2SM1
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen de hayatını kaybeden işçilere ‘maden şehidi’ diyen partisine eleştiri getirerek “Maden şehidi diye bir şey yok. Sırf para için insan canını riske atanlarla Sayıştay raporlarında açık açık uyarmasına rağmen keyfine bakanların sorumluluğunu örtmek için ortaya atılan tabirleri biz kullanamayız. Bu bir cinayettir ve bu cinayetin hesabını elbette soracağız” açıklamasını paylaştı.
Afganistan’da yönetime el koyan Taliban‘ın Sözcüsü Zabihullah Mücahid, Diyarbakır‘da Alimler ve Medreseler Birliği‘nin gerçekleştirdiği “Alimler Buluşması” konferansına davet edildi.
Mücahid, burada yaptığı konuşmada “Afganistan ile Türkiye’nin arası iyidir. Türkiye bize her türlü yardımda bulunuyor. Afganistan’da sel ve deprem olduğunda Türkiye bize elinden gelen yardımı yaptı. Türkiye ile aramızda bu güzel ilişkinin devam etmesini Allah’tan umuyoruz” dedi.
Programın açılış konuşmasını ise Alimler ve Medreseler Birliği Genel Başkanı Enver Kılıçarslan yaptı. Eski Hizbullah hükümlüsü Kılıçarslan, İstanbul’da Med Zehra Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım ile İslamcı Feminist Konca Kuriş’in de aralarında bulunduğu 42 kişinin öldürülmesiyle ilgili 11 sanıklı davada yargılanmıştı.
Konferansta, laiklik karşıtı, LGBTİQ+ ve kadın haklarını hedef alan konuşmalar gerçekleşti.
Taliban sözcüsü Zabihullah Mücahid Avrupa’nın kadınlar üzerinde yaptıkları propagandanın hepsi yalandır” ifadelerini kullandı ve “Biz şu anda onlara yer açmak için bekliyoruz. Hayatları, huzurları, izzetleri korunsun diye onlara güzel bir ortam kuruyoruz.” dedi.
“İslam’da kadının hükmü ne ise onları uyguluyoruz. Bunun içinde kadınlar değerlidir. Bunların hepsi yalandır. Bayanlar bizde çalışıyor ve bu konuda sıkıntı yok. Sağlık, polis, pasaport bölümünde ve birçok önemli yerde bayanlar çalışıyor, bu konuda sıkıntımız yok. Türkiye ile ilişiklerimizin devam etmesini istiyoruz.”
Mücahid ayrıca, LGBTİQ+ları da hedefine aldı ve “Küresel emperyalistlerin kadın ve aile konusunda yaptıkları ifsat faaliyetleri iyi takip edilmeli, kadınların hak ve hukuku korunarak İslam toplumunu muhafaza için mücadele güçlendirilmelidir” sözlerinin ardından şu konuşmayı yaptı:
” Ümmetin uleması, aile kurumunun korunması için seferber olmalıdır. Ailenin yıkılması için sapkınlıkların, kanuni güvence altına alındığı bir dönemde, sapkın fikirler gibi, sapkın davranışların engellenmesi konusunda da ulema öne geçmeli ve topluma rehberlik etmelidir.”
Alaska Balık ve Av Departmanı, Bering Denizi‘nin soğuk sularında yaşayan söz konusu kabukluların sayılarındaki şaşırtıcı düşüş nedeniyle eyalette her yıl yapılan kar yengeci sezonu avlanmasının tarihte ilk kez iptal edildiğini duyurdu.
Departmandan biyolog Miranda Westphal, araştırmacıların 2019 ile 2021 arasında kar yengeci nüfusunda “çok şaşırtıcı şekilde büyük bir düşüş” gördüklerini kaydetti.
AA’nınaktardığına göre; aynı departmandan araştırmacı Ben Daly de “Kar yengeçleri, soğuk suya ihtiyaç duyan diğer türler için kömür madeninde tutulan bir kanarya gibi” benzetmesini yaptı.
Alaska ile Sibirya arasındaki Bering Denizi’nin soğuk sularında yaşayan kar yengeçlerinin yüzde 90’ının son iki yılda ortadan kaybolduğu ve bunun da yaklaşık bir milyar kar yengecine karşılık geldiği ifade edildi.
Bilim insanları, Kuzey Kutbu ekosistemine adapte olmuş kar yengeçlerinin, Bering Denizi’nin ısınmasıyla oksijen yetersizliği yaşadığı, hayatta kalanlarının da daha soğuk sulara yönelmiş olabileceği değerlendirmesini yaptı.
Kar yengeci popülasyonundaki şok edici azalmanın sadece Kuzey Kutbuekosistemi için ciddi bir uyarı işareti olduğu kadar, bölge ekonomisi için de büyük bir darbe olacağından endişe ediliyor.
Petrol ve doğal gaz kullanımına karşı mücadele yürüten İngiltere merkezli iklim aktivisti grup Just Stop Oil üyeleri dün Londra‘nın merkezindeki spor otomobil markası Aston Martin‘in mağazasının yer aldığı Park Lane‘de oturma eylemi düzenledi ve yolu trafiğe kapattı.
Aktivistler daha sonra markanın galerisine turuncu boya püskürttü ve İngiltere İçişleri Bakanı Suella Braverman‘ın Kamu Düzeni Yasası ile çevre protestolarını engelleme planlarına karşı açıklama yaptı:
“Bizi susturmayı amaçlayan önlemlere karşı pes etmeyeceğiz. Biz şiddet içermeyen bir sivil hareketiz.”
💥🧯💥Just Stop Oil supporters defy home secretary by blocking Park Lane and spray painting an upmarket car showroom💥🧯💥
Yeni yasa planına göre polis, bu tür protestoları önceden yasaklamak ve “temel” malların, hizmetlerin ve altyapının korumasını kolaylaştırmak için yasal tedbirlere başvurabilecek.
Braverman, Just Stop Oil ve Extinction Rebellion gibi çevreci grupların protestolarına karşı koymak için bu hafta daha güçlü yasalar çıkaracağını söylemişti.
BBC’nin aktardığına göre Ekim ayının başından bu yana yeni petrol ve gaz ruhsatlarının durdurulması talebi ile protesto yaptıkları için 350’den fazla Just Stop Oil üyesi tutuklandı.
Just Stop Oil’den iki aktivist geçen hafta Londra’daki Ulusal Galeri‘de Vincent van Gogh‘un ‘Ayçiçekleri’ tablolarından birinin üzerine domates çorbası fırlatmıştı.
Pakistan geçtiğimiz aylarda korkunç boyutta bir sel felaketi ile karşılaştı. Yaklaşık 30 milyon kişinin evsiz kalmasının ötesinde sel sonrası hasara uğrayan veya yıkılan 2 milyondan fazla evin, yaklaşık 24 bin okulun, 1500 sağlık tesisinin ve 13 bin kilometre yolun tamir edilmesi veya yeniden yapılması gerekiyor. Bu hasarların giderilmesi için gerekli olan maddi kaynak ise Pakistan ekonomisinin yaklaşık %10’una karşılık geliyor.
Pakistan, yüksek nüfusuyla kişi başına düşen milli geliri az olan ülkelerden biri ve bu kaynağı yerine koyması neredeyse imkansız görünüyor. O zaman gözler gelişmiş ve zengin ülkelere dönüyor. Yalnız bu zengin ülkeler de Pakistan’a ya kısıtlı miktarda yardım yapıyorlar ya da yaptıkları yardımı borç para olarak görüyorlar. Zaten kaynakları kısıtlı ve nüfusları yüksek olan Pakistan gibi ülkelerin iklim krizinden kaynaklanan bu zararları geri ödeyebilmesine imkan yok. Bu sorun her geçen gün ve her geçen felakette biraz daha ağırlaşıyor.
Çözüm var ama uygulanır mı?
Çözüm var mı? Olması gereken açısından bakacak olursak iklim krizine daha fazla neden olan gelişmiş ülkelerin şimdiki maddi imkanları ile bu hasarların önemli kısmını karşılamaları ve bir daha tekrarlanmaması için de altyapıyı kuvvetlendirmeye destek olmaları gerekiyor. Peki bu olur mu? Hayır. Küresel ekonomi küçük bir bilgiyi tamamen göz ardı ediyor. Onların, ürettiklerini satabilecekleri büyüyen pazarlar gerekli. Bu büyüyen pazarların önemli kısmı da Afrika ve Güney Asya’da bulunuyor. Eğer oradaki insanlar gerek ekonomik gerekse de insani anlamda gelişemeyecek olurlarsa diğer bölgelerde üretilen ürünlerin de satılma imkanı azalacak ve küresel ekonomi bir çıkmaza girecek.
Bu gerçekliğin anlaşılmamasındaki temel nokta, iklim krizini algılama bağlamında hepimizin en büyük sorunlarından birini oluşturuyor. Başımıza gelmekte olan ve şiddeti de gittikçe artan felaketlerin geçici olduğunu düşünüyoruz. Beynimizin bilinçli olan kısmı yeryüzündeki değişikliklerin kötüye gitmekte olduğunu görse ve sebeplerini anlasa da çoğumuz yarın daha güzel olacak inancıyla yaşıyoruz. Gelişmiş ülke ekonomileri de benzer şekilde yarın her şeyin daha güzel olacağına inanarak sistemlerini sürdürüyorlar.
Yalnız herkes bu saflıkta yaşamını sürdürmüyor. Bundan neredeyse yarım yüzyıl öncesinden bugüne dair yapılan hazırlıklar bulunuyor. Bu hazırlıkları yapanlar da kömür ve petrol şirketleri. Bugünlerde Pakistan özelinde hukuki bir girişim başlatılıyor. Bu sene yaşanan sellerden gelişmiş ülkelerin senelerdir atmosfere salmakta oldukları karbondioksitin sorumlu olduğunu öne sürerek hem bu ülkeleri hem de petrol ve kömür şirketlerini mahkemede yargılayarak tazminat elde edebilme çabasına girişildi. Bu çabanın kısa ve orta vadede bir sonuca ulaşmayacağını söylemek oldukça kolay çünkü fosil yakıt şirketleri 1960’larda tütün ve sigara şirketlerinin yaptıkları hatadan uzak durmak için çok akıllıca bir tuzak kurdular.
Yanlış soruya doğru cevap verilmez
Bir iklim bilimci olarak bana “iklim değişikliğinin Pakistan’daki selleri daha da şiddetlendirdiği konusunda bir şüphen var mı?” diye soracak olursanız cevabım “hayır, hiç şüphem yok” olacaktır. Ama aynı soruyu “iklim değişikliğinin Pakistan’daki sellere neden olduğunu kanıtlayabilir misin?” diye soracak olursanız bilimsel cevabım “kanıtlanamaz” olacaktır. Dolayısıyla mahkemeye gittiğiniz zaman da sorulacak soru bu olduğundan davayı kazanma şansınız yoktur. Bugün ve yakın gelecekte de durumun değişmesi ihtimali yoktur. Çünkü sorunun sorulma şekli aslında sizin bu davayı kazanamamanızın nedenidir. Fosil yakıt şirketleri de gizliden gizliye son elli senedir sorunun bu şekilde sorulmasını desteklemişlerdir, çünkü soru bu şekilde sorulduğunda hiçbir dürüst bilim insanı benim verdiğimden farklı bir cevap veremez. Bundan dolayı da bize düşen görev uzun vadede sorunun soruluş şeklini değiştirmektir.
Sorunun soruluş şekli, yani atmosfere sera gazı salan herhangi bir eylemin gelecekte olan herhangi bir felakete neden olduğunun kanıtlanması aslında hepimizin içini rahat ettiren bir konu olduğundan bunun üzerinde fazla durmuyoruz. Uçakla yaptığımız bir seyahatin ya da banyoda uzun süre sıcak suyu açık bırakmamızın gelecekte oluşacak bir olayın tetikleyicisi olabileceğini kabul edecek olursak hızla davranışlarımızı değiştirmemiz gerekecek, bu da hiç işimize gelmiyor. Fosil yakıt şirketleri de bu hissiyatı körükleyerek kendilerini hukuk karşısında temize çıkaracak yolu açıyorlar.
Bilim insanları da meraklarının kurbanı olarak kolayca bu tuzağa düşüyorlar. Herhangi bir olayın nedenini araştırmak bilimin temelinde bulunduğu için asıl sorulması gereken sorunun tam tersi yönden oluşturulması gerektiğini düşünmüyorlar bile. Aslında olayın temeline inecek olursak, bir kelebeğin Amazon’da kanat çırpmasının bir ay sonra yeryüzünün başka bir noktasında bir fırtınaya yol açabileceğini nasıl temel prensiplerden kabulleniyorsak, yaktığımız herhangi bir fosil yakıtın atmosferin ısınmasına neden olarak gelecekte bir gün bir iklim felaketinin de nedeni olabileceğini kabullenmek zorundayız.
O zaman da soruyu tersten sormak gerekir: “Yaktığınız herhangi bir litre benzinin Pakistan’daki sellerin çok daha şiddetlenmesine katkıda bulunmadığını kanıtlayabilir misiniz?” Cevap son derece kesin bir “hayır” olacaktır. Dolayısıyla soruları bu şekilde sormaya başlarsak iklim krizini durdurmak için atmadığımız her türlü adımdan dolayı fosil yakıt şirketleri, devletler, büyük şirketler ve hepimiz suçluyuz. Bunu ne kadar hızlı bir şekilde düşünce yapımızın içerisine yerleştirebilirsek sorunu da o denli hızla çözebiliriz.