Doğa MücadelesiEditörün SeçtikleriEkolojik Yaşamİklim KriziManşetTarım-GıdaYerel

[Taşlıca Köyü-1] Geçmiş yaşamların bilgisi geleceğimizi aydınlatabilir

0

Haber: Oya AYMAN

*

İnsanlık tarihinin sayfaları farklı coğrafyalarda yaşanmış kuraklık, kıtlık, böcek istilası, salgın hastalıklarla dolu…

Anadolu coğrafyasında yaşayan halklar da bu felaketlerden fazlasıyla payını almış ve başa çıkmanın çok çeşitli yöntemlerini geliştirmiş, geleneğe dönüştürmüşler. Ancak yüzlerce yıldır uygulanan bu yöntemler günümüzde kentleşme ve sanayileşmenin de etkisiyle yok olmak üzere…

Ama çözüm arayanlar için her zaman alternatif var.

İklim ve gıda krizine duyarlı yönetimler, akademik çevreler, sivil toplum kuruluşları, şirketler, bireyler sürdürülebilir modeller üzerinde çalışırken, saklı coğrafyalarda doğal varlıklarla uyum içinde şekillenen kültürünü sürdüren bir avuç insan bir yandan endüstrileşmenin, turizmin, yapılaşmanın, kirliliğin baskısına direnirken, diğer yandan derinleşen gıda ve iklim krizleriyle başa çıkmamıza yardımcı olabilecek yöntemler konusunda rehberlik ediyor.

Marmaris’in güneybatısındaki Taşlıca Köyü’nün sakinleri, inşa ettikleri kuyu ve depoları, tarım terasları, münavebeli ekim sistemleri ve dayanıklı yerel çeşitleriyle yüzyılladır kuraklıkla başa çıkan ve kendilerine yeterli bir yaşam sürdürmüş. Yöntemleri, su stresi yaşayan Türkiye için yol gösterici olabilir.

Ama bugünlerde, gelenekleri üzerindeki baskıyı daha fazla hissediyorlar.

Taşlıca, Karia uygarlığından bugüne hemen güneyindeki antik Phoenix aracılığıyla 2600 yıl boyunca kesintisiz yerleşim yeri olmuş.

Zengin geçmişinden günümüze kadar ulaşan yerleşim, tarımsal uygulamalar ve tapınak kalıntıları, yüzlerce yıllık kültürel birikime dair yaşamsal uygulamalarla iç içe geçmiş. Antik dönemden bu yana kullanılan ana kayaya oygu su kuyuları ve sarnıçlar hala kullanılıyor.

Bir yandan atalık yöntemlerle çiftçilik yapan diğer yandan da köye gelen misafirlere yöre kültürünü tanıtan Erol Demircan, ”Biz kendimizi bildik bileli bu kuyular bize hayat veriyor” diyor.

Köyde kaynak suyunun beslediği 62 tane su kuyusu var.

Taşlıca halkı, Başkuyu, Ortakuyu, Karaahırlı (kara yalaklı), Hırakuyu (suyu zayıf kuyu), Eseler (İsalar), Bıyıklar, Arnavutlar, Ayşe Gelin gibi isimler verdiği kuyuların beş-altı tanesinden (çoğunlukla hayvanları için) içme suyu almaya devam ediyor.

Aslında hepsinin suyu içilebilir ama çoğunda taş duvarların arasından suya ulaşan ağaç kökleri koku yaptığı için kullanmayı tercih etmiyorlar. 15 metre derinlikteki kuyulardaki su, çok kullanıldığında bitiyor ama bir süre sonra kaynaktan gelen suyla yeniden doluyor.

Evlerinin altındaki sarnıçlarda yağmur suyu birikiyor

Taşlıca için su hep çok önemli olmuş. Sürekli susuzluk çektikleri için de kendi çözümlerini üretmişler.

Eşeklerle taşıdıkları su bir süre sonra yetmeyince bu kez evlerinin altına yaptıkları sarnıçlarda çatıdan topladıkları yağmur suyunu biriktirmişler. Köyün su şebekesinin altyapısı yaklaşık 30 yıl önce tamamlanmış olsa da herkes sarnıçlarda biriktirdiği yağmur suyunu kullanmayı sürdürüyor. Çünkü Söğüt beldesindeki bir artezyenden gelen şebeke suyuna deniz suyu karışıyor.

Erol Demircan ve evinde yağmur suyu depoladığı sarnıç.

Erol Demircan’ın eşi Zeliha, eskiden beri sürdürdükleri sistemi devam ettirdiklerini söylüyor:

”Şebeke suyu geldikten bir müddet sonra haziran, temmuz dedin mi tatlı su bitiyor, tuzlu su akmaya başlıyor çeşmelerden… Bu yüzden şebekeden gelen suya güvenmiyoruz, kendi topladığımız yağmur suyunu kullanıyoruz.

Zeliha Demircan.

Köyde hemen herkesin evinde yağmur suyu deposu var. Eskiden beş-altı hane imece usülü kazarak açtıkları çukuru taş döşeyip sıvadıkları sarnıçlarda biriktirirlermiş suyu. Erol, ”Şimdi grayderi çağırıyorsun, çukur açıyor. İçini kilitli taş döşeyip, kaba sıva sonra üzerine izolasyon yapıyoruz” diyor ve sözlerini sürdürüyor:

”Benim evimde 45 tonluk depo var. Kışın nereden baksan 90 ton su kullanırız. İki üç defa yağmurla doldurduğumu bilirim bu sarnıcı… Ekim’den Haziran’a kadar yağmur suyu kullanıyorum. Sonra biraz şebeke suyu dolduruyorum; onu da günde 3 saat veriyorlar…

Temmuz-Ağustos’ta şebeke suyu tuzlanınca Söğüt Köyü’nden tankerle su getiriyoruz. İlk yağmurlar yağmadan her yıl sarnıçları içine girip temizleriz. Çatlak vs problem varsa çimento ile badana yaparız.”

Yüzyılladır az suyla yetinen Taşlıcalılar zeytin, badem, incir, harnup, karakılçık buğdayı, üzüm gibi kuraklığa dayanıklı ürünler yetiştiriyorlar. Yerel çeşitler açısından çok zengin bir coğrafya. Köylülerin söylediklerine göre 20 küsur çeşit incir yetişiyormuş Taşlıca’da…

Evlerin bahçesindeki fırınlarda atalık karakılçık buğdayından ekmek ve peksimet yapıyorlar. Hemen her evde keçi, inek ya da eşek var. Eşekler hem kuyulardan su taşımak için kullanıyor, hem de sütünden gelir elde ediyorlar.

Ortaçağ’dan beri kullanılan ziraat kapısı artık kapanmıyor

Taşlıca’nın insanları, suyun az olmasına, taşlık arazisine ve zorlu coğrafyasına rağmen yüzyıllardır kendine yeten bir kültürü yaşatmış. Ancak bu kültürün gelecek kuşaklara aktarılması artık daha fazla çaba ve farkındalık gerektiriyor.

Taşlıca muhtar azası Ramazan Çakır’ın sözleri tüketim kültürünün köye etkisi hakkında fikir veriyor:

“Eskiden su yetiyordu da ama şimdi bazıları evine damacanayla su istiyor. Kuyuda su var, parayla su alıyorlar. Hatta bazıları bırak kuyu suyunu, Marmaris’ten gelen şişenin markasını beğenmiyor.”

Değişmeye başlayan tek şey su kullanımı değil… Hayvansal ve bitkisel üretim için yüzlerce yıldır uyguladıkları “kapı sistemi“nden ilk kez bu yıl vazgeçmek zorunda kalmışlar.

Köyün güneyindeki Sindili Ovası ile kuzeyindeki yerleşim yerlerini ayıran “kapı” yöre halkının ifadesiyle 300-400 yıldır, yılın yarısı kapalı kalıyor. Bu süreçte hayvanlarını Sindili Ovası’nda tutan köylüler kuzeydeki arazilerde tarım yapıyorlar. Böylece hayvanlar ekinlere zarar vermiyor. Mayıs ayı ortasında kapıyı açıyor, hayvanlarını serbest bırakıyorlar.

Bu doğal nadas ve gübreleme yöntemi yüzlerce yıldır ilk kez bu yıl uygulanmadı.

“Müştereklik güzel şey” diyen Ramazan Çakır, Ortaçağ’dan beri işleyen bu sistemden bu yıl neden vazgeçmek zorunda kaldıklarını şöyle anlatıyor:

“Eskiden atalarımız dönüşümlü olarak bir taraftan hayvancılık bir tarafta ziraat yaparlarmış. Şimdiki nesil töreyi çiğniyor. Dinlemediler bizi… Sen benim arazime ne karışırsın dediler.

Kanuna göre haklı… Bu nedenle bu yıl kapıyı kapatamadık. Hayvanlar şu anda da arazileri gübreliyor ama kapı açık olunca serbest geziyor ve ürünlere zarar veriyor. Bu yüzden fazla ürün alamıyoruz şu anki sistemde. Toprak da dinlenemiyor. Bir kısım köylü bu yıl suni gübre ve yem kullandı. Eskiden örf adete saygılıydık. İmece vardı; birinin işi yapılacak herkes giderdi, bitirirlerdi. Keçilerin verdiği zarar yüzünden yüzde 100 ürün aldığımız yerlerde verim yüzde 50’ye düştü. Müştereklik bitti mi sorun oluyor.”

İlkokula giden 30 civarında çocuk var ama diğer pek çok köy gibi Taşlıca da taşımalı sistemden payını almış.

Ramazan Çakır, ”Benim çocukluğumda okulda bize ziraat öğretirlerdi. Mesela çapanın nasıl yapıldığını ben ilkokulda öğrendim. O zamanlar hep birlikte yetiştirdiğimiz ürünleri satıp okulun ihtiyaçlarını karşılardık… Şimdi öğrenci yetersiz diye taşımacılık yapılıyor, çocuklar öyle olunca gelenekleri de öğrenemiyor” diyor.

Kültürel erozyon ve ekolojik yokoluşu erken fark edip harekete geçen Taşlıca sakinleri, geleneklerini sürdürmek için çaba gösteriyor.

Tüketim çılgınlığının hüküm sürdüğü tatil beldelerinden birkaç kilometre ötedeki bu küçük köye gelenlere gururla sürdürdükleri yerel tohumlardan, incir çeşitlerinden, keçilerinden, peksimetlerinin hikayesinden, su kuyularının başında yapılan ritüellerden söz ediyorlar.

Eşi Zeliha ile birlikte doğal ve yerel ürün çeşitliliğini bir yandan gelecek kuşaklara; diğer yandan da evine gelen ya da Marmaris pazarında kurduğu tezgahtan alışveriş yapanlara aktarmak için çaba gösteren Erol Demircan, şöyle diyor.

Ben bir kadına aşık olmadığım kadar köyüme aşığım.

Allahım bana güç kuvvet ver, şu köyü hak ettiği yere getireyim…

(Devam edecek…)

You may also like

Comments

Comments are closed.