İzmir’de 2019’da polis memuru olan müşterisi tarafından kendi evinde öldürülen Hande Buse Şeker davası, hükmün bozulması üzerine yeniden görülürken beşinci duruşmada da karar çıkmadı.
Kaos GL‘nin aktardığına göre; bugün (12 Aralık) İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya Hande Buse Şeker’in Avukatı Mahmut Şeren‘in yanı sıra Uluslararası Af Örgütü ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu katıldı. Dava, adli tıp raporunun beklenmesi için 6 Şubat 2023 saat 11.30’a ertelendi.
Ne olmuştu?
2019’da İzmir’de polis memuru olan müşterisi tarafından kendi evinde öldürülen Hande Buse Şeker’in ve mağdur diğer trans kadınların davasının 26 Kasım 2020’deki karar duruşmasında Volkan Hicret, müebbet hapis cezasının yanı sıra toplamda 42 yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştı.
Genç LGBTİ+ Derneği’nin cezanın yeterli olmaması sebebiyle başvurduğu istinaf sürecinin sonucunda, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi tarafından dosyada verilen hüküm bozuldu.
Mahkeme; sanığa nitelikli kasten öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi talebini kabul etmezken cinsel saldırı, yağma ve yaralama suçlarından verilen cezaların artırılmasını istedi ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılmasını yasaya aykırı buldu.
Türkiye haftalardır Konya’daki barınak vahşetiyle çalkalanıyor. Hayvana yönelik şiddetin giderek arttığı ve sosyal medyada başlatılan linç kampanyaları sokakta yaşayan hayvanların yaşamını tehlikeye atıyor.
11 Aralık Pazar günü, Türkiye’de ve yurt dışında birçok sivil toplum kuruluşu eş zamanlı olarak hayvan hakları için sokağa çıktı.
Almanya Frankfurt Hunde Verein Meydanı‘nda da toplanan yaşam hakkı savunucuları canlar için tek ses tek yürek oldu.
Türkiye’nin dört bir yanında hayvanseverler eyleme katıldı.
İstanbul Kadıköy’de Süreyya Operası önünde düzenlenen basın açıklamasına İstanbul Barosu Başkanı Filiz Saraç, SOHAYKO Derneği Başkanı Elçin Yasin Yılmaz ve birçok hayvansever ile hak aktivisti katıldı.
Mersin’de de yaşam hakkı savunucuları Özgecan Aslan Barış Meydanı’nda toplandı.
‘Rehabilitasyon merkezleri kurulmalı’
Sokak hayvanlarının barınaklarda toplanmasına karşı çıkan göstericiler, “Çocuklarımızı küreklerinize kurban etmeyeceğiz.”, “Sokak hayvanları sahipsiz değil.”, “Çip süresiz olsun.” gibi yazılı dövizler taşıdı. Göstericiler, Türkiye genelinde bir kısırlaştırma seferberliği yapılması, tüm belediyelerin rehabilitasyon merkezleri kurması çağrısında bulundu.
Burada grup adına açıklama yapan Ayhan Demir, hayvanların yaşam hakları için mücadele edeceklerini söyledi.
Birçok ilde bakımevi yok
Hayvanların bazı belediyeler tarafından toplatıldığını ve başka şehirlerde kırsaldaki çöplüklere attığını ifade eden Demir, Hayvanları Koruma Kanunu’nun üzerinden on sekiz yıl geçmesine rağmen hala birçok ilde bakımevi kurulmadığını belirtti.
“Bütün belediyelerin kendi sınırları içinde kısırlaştırma üniteleri, bakımevleri kurmaları hükmü maalesef yeni. 7332 sayılı yasada belediyelere üç-dört yıla yakın süreler verilerek ötelendi” diyen Demir, kısırlaştırma ile iki yılda üremenin kontrol alınabileceğine dikkat çekti.
Demir, Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre düzenli kısırlaştırma ile sorunun iki yıla kalmadan büyük ölçüde kontrol altına alınacağını da vurguladı.
Yurdun dört bir yanında tek ses!
Afyon, Antalya, Adana, Artvin, Aydın, Balıkesir, Batman, Bartın, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale Çorum, Diyarbakır, Denizli, Düzce, Edirne, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hatay, Isparta, İzmir, Kahramanmaraş, Kastamonu, Kayseri, Karabük, Karaman, Kars, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Rize, Sakarya, Samsun, Siirt, Sivas, Şanlıurfa, Trabzon, Tokat, Tekirdağ, Uşak, Yozgat ve Zonguldak illerinde de hayvanseverler hem barınaklardaki şiddet olaylarını hem de hükümetin sokak hayvanları ile ilgili politika ve söylemlerini protesto etti.
Kadın örgütleri, AKP ve MHP’nin hazırladığı ve BBP‘nin desteklediği ‘türban serbestisini anayasal güvenceye almak ve ailenin kadın ve erkekten oluştuğu’ yönündeki Anayasa değişikliği teklifinin demokratik bir anayasa metninin en temel ilkeleri olan laiklik ve eşitlik ilkelerine temelden aykırı olduğunu belirtti. Muhalefet partilerine seslenen örgütler, iktidar bloğunun seçim yatırımı olarak kullandığı teklife destek vermeyi aklından bile geçirmemesini istedi.
9 Aralık’ta Meclis Başkanlığı’na sunulan anayasa değişikliği teklifini sunan AKP grup başkan vekili Özlem Zengin, CHP’nin başörtüsü ile ilgili kanun teklifini eleştirmiş; “Sadece kendi mahallelerinde siyaset yapmak yetmiyor. Tereciye tere satıyorlar.” demişti.
Eşitlik için Kadın Platformu‘nun (EŞİK) açıklamasında, 6 yaşında bir kız çocuğunun cinsel istismarını “siyaset üstü” bir konu olarak niteleyen siyasi iktidar zihniyetinin, kadınların kılık kıyafetini “siyasetin merkezine” alarak yeni ayrımcılıklara kapı araladığına dikkat çekilerek şunlar denildi:
AKP-MHP-BBP teklifi, kadınların ne giyip ne giyemeyeceği gibi anayasalarda yer alamayacak detaylar içeriyor. Anayasalarda kadınlar inançlı/inançsız, başörtülü/örtüsüz şeklinde tasnif edilemez, herhangi bir dini inanca referansla kadınların kılık kıyafetine dair düzenleme yapılamaz.
Tüm muhalefet vekillerine ve siyasi parti yöneticilerine sesleniyoruz: Bu Anayasa teklifinin, demokratik bir anayasa metninin en temel ilkeleri olan laiklik ve eşitlik ilkelerine temelden aykırı olduğunun farkında mısınız? Toplumsal ve ekonomik krizin giderek derinleştiği, şiddetin yaygınlaştığı bir ortamda, toplumsal meşruluğu azalan bir siyasal iktidarın, seçim yatırımı olarak kullandığı bu Anayasa teklifine destek vermeyi aklınızdan bile geçirmeyin.!
Çünkü bu teklif;
Toplumun bir arada özgürce yaşamasının güvencesi olan, ama 20 yıllık AKP iktidarı süresince sistematik olarak zayıflatılan laiklik ilkesini tamamen terk etmenin ön hazırlıklarından biridir. Anayasada belli bir dine atıf yapılması ve bir dini inancın kadınların kıyafeti ile ilgili yorumunu referans alan düzenleme yapılması laiklik ilkesine temelden aykırıdır.
Bu teklifle, kadın bedeni ve kadın giysileri üzerinden yapılan cinsiyetçi siyasetin kadınlar nezdinde hiçbir karşılığı yoktur. Başını örten ya da örtmeyen milyonlarca kadının acil ihtiyacı; %83’ü erkeklerden oluşan meclisin ne giyeceği hakkında yapacağı anayasa değişikliği değil, içine itildiği ekonomik çöküş ve yoksullaştırılmadan çıkış için somut ekonomik planlar, şiddetten etkin bir şekilde korunması için acil önlemler, eşitsiz ev içi ve bakım emeğini dengeleyecek bütüncül ve eşitlikçi politikalardır. Yanlış uygulamalarla bir sorun haline getirilmiş olan başörtüsü meselesini kadınlar toplumsal alanda büyük ölçüde çözmüştür. Nitekim, çok yakın tarihli bir araştırmaya göre halkın %90’ı başörtüsünü bir sorun olarak görmemektedir.
Teklif metninin 24. Madde ile ilgili değişiklik önerisinde yer alan “hiçbir kadın tercih ettiği kıyafetinden dolayı…” ifadesi son derece geniş ve riskli bir düzenlemedir. Başörtüsü serbestliği ötesinde, yetişkin kadınlar için kimlik tespiti sorunları yaratacak, peçeden burkaya her türlü kıyafetin her alanda serbestliği şeklinde uygulanmasına yol açabilir. Ayrıca farklı din ve inançların kıyafete ilişkin uygulamaları veya erkeklerin ve çocukların dini inanca dayandırılan kıyafetleri söz konusu olduğunda bu düzenlemenin neler getireceği veya nasıl yorumlanacağı da belirsizdir.
Teklif kabul edilirse içerisinde yer alan “alınan hizmetin gereği olan kıyafet” ibaresi hizmet verirken de, alırken de dini gerekçelerle tamamen keyfi ve denetimsiz bir alan yaratacak, birçok meslekte karmaşaya neden olacaktır.
Aile Maddesinde (m.41) yapılmak istenen değişiklik, LGBTİ+ varoluşu yok sayma, onlara karşı yaratılan ve tırmandırılan düşmanlığı kalıcı hale getirme ve halkın bir kesimini göz göre göre şiddet ve ayrımcılıkla örülü bir hayata mahkum etme girişimidir. Kaldı ki tamamen gereksizdir çünkü Medeni Yasa’nın birçok maddesi Anayasa’da yapılmak istenen değişiklikleri zaten içermektedir.
maddedeki çocukların korunmasına ilişkin hükümleri uygulamayarak çocuk cinsel istismarını önlemeyenlerin, kız çocuklarının evlilik adı altında yıllar süren istismarına ses çıkarmayanların, bütün bir topluma aile tanımı üzerinden nizam vermeye çalışmaları açık bir samimiyetsizliktir.
Ayrıca 41’inci maddeye getirilmek istenen “kadın ve erkek” şeklindeki evlilik tanımı erkek çokeşliliğinin önünü açma potansiyeli taşımaktadır. İzleyen süreçlerde, Medeni Yasa’nın, resmi nikah ile ilgili hükümlerinin lağvedilmesi riskini barındırmakta ve laiklik ilkesine bir aykırılık daha oluşturmaktadır. Ayrıca, çocuğu ile yalnız yaşayan kadın ya da erkeği aile kabul etmeyerek kadınların boşanmasını ya da yetişkin kadınların bekar yaşamasını zorlaştırıcı uygulamalara kapı açması kuvvetle muhtemeldir.
‘Müzakere bile etmeyin’
Kadınlar, teklifin müzakere bile edilmemesi gerektiğini belirterek nedenlerini şöyle açıkladı:
Kadınların yaşamlarını doğrudan ilgilendiren bir konuda değişikliğe gidilirken hiçbir kadın örgütünün görüşü alınmamıştır. Görüş alınması bir yana kadın ve LGBTI+ örgütler susturulmaya çalışılmaktadır. Esas öznelerini dışarda bırakarak hazırlanmış olması bile teklifi müzakere etmeyi reddetmek için tek başına yeterli bir sebeptir.
Bu teklife ‘evet’ demek, Anayasa’yı defalarca ayakları altına alan iktidarın hukuka saygısızlığını onaylamak anlamına gelir.
Ayrıca, kadınlara “siyasi rehine” olarak davranan iktidar bloğu ile aynı düzlemde siyaset yapmak demektir.
Açıklamada, “sanatçı Gülşen örneğinde olduğu gibi, dini konular söz konusu olduğunda özrü dilenmiş bir şaka için dahi insanların hapse atıldığı; dinle ilgili konuları özgürce tartışmanın imkansız kılındığı; LGBTİ+lara ve kadın örgütlerine karşı devlet destekli gösterilerle nefret kampanyaları yürütülen bir ortamda herhangi bir anayasa tartışması mümkün değildir” denilerek, anayasal düzeyde özgür ve demokratik bir tartışma ortamı yokken bu konular tartışmaya açılamayacağı kaydedildi.
Temel hakların, hem din ve inanç özgürlüğü, hem de laiklik ve aile kavramları açısından referandum konusu yapılamayacağını kaydeden kadınlar, “Dünya İnsan Hakları Haftası’nda altını çiziyoruz: Sayısız insan, kadın ve çocuk hakları ihlallerinin doğrudan sorumluları ile ne anayasa ne de herhangi bir yasa yapılamaz. Aklınızdan geçirmeyin! Müzakere bile etmeyin!” dedi.
İran, ‘Ahlak polisi’nin başörtüsünü “düzgün takmadığı” gerekçesiyle gözaltına aldığı Mahsa Amini’nin ölümünün ardından ülke geneline yayılan protestolarla bağlantılı olarak verilen idam cezalarından ikincisinin infaz edildiğini duyurdu. Meşhed’de iki güvenlik gücünü öldürmekle suçlanan Mecid Rıza Rahnaverd asılarak öldürüldü.
İran Yargı Erki‘ne bağlı Mizan Haber Ajansı, 17 Kasım’da Meşhed kentinde iki güvenlik gücünün (Besic) bıçakla öldürmekten diğer dört kişiyi de yaralamakla suçlanan Rahnaverd’in “Allah’a karşı savaş” suçundan kamusal alanda asılarak idam edildiği açıklandı.
Rahnavard’ın televizyonlarda yayınlanan itiraf videosunda kolunun kırık ve alçıda olması, pek çok kişinin bu ifadenin işkence altında verilmiş olabileceğini düşünmesine yol açtı.
Mizan haber ajansı Rahnaverd’in ülke dışına çıkmak isterken 23 gün önce gözaltına alındığını da duyurdu.
Geçen hafta 1979’daki İslam Devrimi’nden bu yana ülkenin teokratik yönetimine en ciddi başkaldırılardan biri olan Amini eylemleriyle bağlantılı olarak ilk idam cezası infaz edilmiş; 23 yaşındaki Muhsin Şikari adlı genç bir Besic üyesini 25 Eylül’de bıçakla yaralamak ve Tahran‘da bir sokağı kapatmak suçlamalarından “Allah’a karşı savaş” (Muharebe) suçundan idam edilmişti.
İran yargısı geçen haftaki açıklamasında ülkede 11 kişiye “Allah düşmanlığı” ve “yozlaşma” nedeniyle idam cezası verildiğini açıklamıştı.
İnsan hakları örgütü HRANA‘ya göre eylül ortasından bu yana ülkede 48’i çocuk 488 eylemci güvenlik güçlerince öldürüldü. 62 güvenlik mensubu öldürülürken 18 bin 259 eylemci ülke genelinde gözaltına alındı.
Elektirik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 33 milletvekilinin imzasıyla TBMM Başkanlığına sunuldu.
Kanun teklifi madencilik faaliyetlerinin, zeytinlik alanlarda yapılmasının önünü açacak nitelikte.
13 maddelik kanun teklifinin ilk maddesinde yer alan ifadelere göre zeytinlik alanlarda yürütülmesi planlanan madencilik faaliyetlerine “kayıp yaşanmadan, dengeli bir biçimde sürdürülmesi doğrultusunda” gibi bir açıklama getiriliyor.
Yönetmeliğin yürütmesi kamu yararına aykırı diye durdurulmuştu
Daha önce de 1 Mart 2022’de madencilik faaliyetlerinin zeytinlik sahalarında yapılmasına yönelik Yönetmelik Resmi Gazete’de yayımlanmış ve bu yönetmeliğe karşı onlarca dava açılmıştı. Yönetmeliğin yürütmesi durdurulmuştu.
Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun ise söz konusu yönetmeliğin geçirilmesine engel. Yürütmesinin durdurulmasının sebebi de kanuna ve kamu yararına aykırı oluşuydu.
Şimdi verilen Kanun Teklifi’nde ise amaçlanan yeni ekonomik ve sosyal gelişmelerle birlikte ülkenin artan elektrik ihtiyacının öncelikle yerli kaynaklardan karşılanması. Ekoloji mücadelesi veren aktivistler Türkiye’de yıllardır toprağın enerjiden daha önemli olduğunu ve yenilenebilir enerjinin desteklenmesi gerektiğini belirterek madencilik faaliyetlerine karşı mücadele veriyor. Daha önceki yönetmelikte de yine enerjiye vurgu yapılıyor, bu nedenle zeytinlik sahalarının da madencilik faaliyetlerine açılması öngörülüyordu.
Yeni Kanun Teklifi’nde ise zeytinciliği etkileyecek maddeye ilişkin şu ifadelere yer veriliyor:
“Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte ruhsat sahibi veya rödövansçı olan gerçek veya tüzel kişiler tarafından ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlar veya fiili olarak üzerinde zeytinlik bulunan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının izin verilecek maden sahalarının bulunduğu ilçe ve il sınırlarına öncelik vermek suretiyle taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yaran dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilir.”
Teklife göre zeytinliklerin yok edilmesi sadece mali bir hasar
Ayrıca zeytin sahasının taşınmasından kaynaklanan tüm masraf ve taleplerden madencilik faaliyeti yürütmesi yönünde lehine karar verilen kişinin sorumlu olduğu belirtiliyor.
Türkiye’de madencilik faaliyetleriyle ön plana çıkan şirketler Cengiz Holding ve Limak gibi iktidara yakın isimlerin sahip olduğu şirketler. Bu şirketler muhalifler tarafından “beşli çete” olarak anılıyor. Birçok doğa mücadelesi de yine bu isimlere karşı veriliyor. Özellikle Kazdağları ve çevresinde öne çıkan isimler de yine bu şirketler ve Türkiye’de milyarlarca liralık ihalelerin de sahibi olan şirketler. Dolayısıyla madencilik yapılmasına Bakanlığın izin verdiği yerlerde maliyeti de en çok ihale alan oldukça büyük şirketlerin ödemesi istenecek. Kanun Teklifi’nde geçen maddede mali zarara ilişkin açıklamanın yanısıra şunlara da yer veriliyor:
“Zeytin sahasının taşınmasının mümkün olmadığı durumlarda ise, ilgili sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilmesi için iznin öncesinde aralarında biyolog ve ziraat mühendisinin de bulunduğu uzman kişilerden alınan görüşler doğrultusunda Bakanlıkça belirlenecek alanda dikim normlarına uygun, faaliyet yürütülecek alan ile eşdeğer büyüklükte izin verilecek maden sahalarıın bulunduğu ilçe ve il sınırlarına öncelik verilmek suretiyle zeytin bahçesi tesis edilmesi zorunludur.”
Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunu‘na göre; zeytinlik sahalarının bulunduğu alanlara üç kilometrelik mesafe bulunmadığı sürece madencilik faaliyeti yapılamaz. Kanuna göre zeytinliklerin daraltılması, zeytinliklerde, bu sahalara üç kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılması ve işletilmesi de yasak.
Torba Yasa Teklifi’nin zeytinciliğe ilişkin ilk maddesinde şu ifadelere yer veriliyor:
“Bu fıkra kapsamında zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlar veya fiili olarak üzerinde zeytinlik bulunan alanlarda madencilik faaliyeti yürütülen her yıl için, bu sahaların çevre ile uyum çalışmalarını temin etmek üzere ruhsat sahibinden işletme ruhsat bedeli kadar ayrıca tahsilat yapılır. Bu sahalar madencilik faaliyetlerinin öncesinde sahada bulunan zeytin ağacı sayısı ile aynı sayıda zeytin ağacı dikilerek çevre ile uyumlu hale getirilir. Zeytin sahasının taşınması ile zeytin bahçesi tesis edilmesine ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir.”
İzmit Belediyesi ekiplerinin pandemi ve sokağa çıkma yasağı döneminde gece vakti sokakta yaşayan köpeklere uyuşturucu iğne atılarak ölümlerine sebep olmalarına ilişkin, Kocaeli 13. Asliye Ceza Mahkemesi’nde süren yargılamanın karar duruşması görüldü. Savcının da bir önceki duruşmada talep ettiği üzere yargılanan veteriner hekimler beraat etti.
39 hayvan hakları örgütünün yaptığı ortak açıklamaya göre, dava süreci şöyle gelişti:
Şikayetçi olan Kocaeli Doğa ve Hayvan Dostları Derneği (KOHAYDER) de dahil olmak üzere katılma talebi gönderen derneklerin tamamının talepleri her seferinde daha duruşma başında reddedilmişti. Yargılama sürecinde derneklerin avukatlarının sözleri sanık konumundaki veteriner hekimler tarafından kesildi, avukatlar duruşma zaptına yanlış geçirilen hususları veya tanıklarla sanıkları yönlendirici nitelikte olan soruları engellemek için söz aldıklarında hâkim tarafından duruşma salonundan dışarı atılmakla tehdit edildi. Tüm yargılama hayvanlar lehine konuşabilecek, ölmüş hayvanları savunabilecek tek bir kişi olmadan sürdürüldü. Sanık müdafii tarafından o gece köpeklerin toplandığının sanıklar ve tanıklar tarafından kabul edilmesine karşılık “kısırlaştırma yapan derneklerin uyuşturucu iğne atarak köpekleri öldürmüş olabileceğine” işaret eden kabul edilemez savunmalar yapıldı. “
‘Vahşet münferit değil, cezalandırma yok’
Ortak açıklamayı Konya barınağında yaşanan vahşetin münferit olmadığını anlatmak üzere yaptıklarını belirten örgütler, şunlara dikkat çekti:
“Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesine göre sokakta yaşayan hayvanları kısırlaştırıp, aşılayıp, tedavilerini yaparak yaşam alanı olan sokaklara geri bırakması gereken belediye görevlileri gece vakti toplamalar yapıyor, hayvanları uyuşturucu iğnelerle öldürüyor, Konya ve Beykoz örneklerinde olduğu gibi doğrudan bu maddeye aykırı bir şekilde “doğal yaşam alanı” adı altında toplama kampları kuruyor. Veteriner hekimler de dahil yetkililerin çoğu hakkında soruşturma izni verilmiyor ve yargılanmıyor. Elazığ davasında olduğu üzere kedilerin açlıktan birbirini yediğinin, hayvanların dışkılarının içinde uyuduğunun ispat edilebildiği bir dosyada dahi sanıklar altı ay hapis cezası ile cezalandırılıyor. Esas korkunç olan ise, bu bakımevlerinde olanlar kapalı kapılar ardında gerçekleştiği için birçok vahşetten ya haberimiz olamıyor, ya da bu aşamalara gelene kadar ispat etmek için delil elde edilemiyor.”
‘Mahallelerinizdeki hayvanları koruyun, barınakları ziyaret edin’
Geçen hafta birçok hayvanın hasta ve istiflenmiş halde tutulduğu Sivas bakımevinden, tehlike arz ettiği iddia edilen ve hayatı boyunca bakımevinde tutsak yaşamak zorunda kalan hayvanlardan birinin parçalanarak öldüğü Ümraniye bakımevinden yeni görüntüler geldiğini; son bir yılda artan vakalardan sadece bir örneği olacak şekilde, Kocaeli Dilovası’nda sokakta yaşayan hayvanların zehirlendiğini; personeli tarafından iki avukatın da darp edildiği ve zorla köpeklerin sokaktan alınarak geri bırakılmadığı Mamak Belediyesi Bakımevi’ne hala gönüllülerin giremediğini anlatan örgütler herkese mahallelerindeki hayvanları korumaya alması ve barınakları ziyaret etmesi çağrısı yaptı:
“Türkiye’nin dört bir yanında bir belediye vahşeti yaşanırken, sahte sosyal medya hesapları ile uzun zamandır körüklenen hayvan nefreti ile hayvanlara karşı işlenen suçların yatarı olmayan hapis cezalarına bağlanması sebebiyle sokakta birçok hayvan vuruluyor, zehirleniyor, görmeye tahammülümüz olamayacak şekilde işkencelerle öldürülüyor. Bu vahşeti görmemeyi seçtiğimizde yaşanmaya devam etmediği anlamına gelmiyor. O yüzden herkese kanunen hayvan hastanesi görevi görmesi gereken bakımevlerinin neden barınaklara dönüştürülmemesi gerektiğini idrak etmesinin önemini tekrar ediyor, mahallesinde yaşayan kedileri ve köpekleri koruması, yakınındaki bakımevini ziyaret etmesi yönünde çağrıda bulunuyoruz. Çünkü Konya bakımevinde sadece iki kişinin tutuklanması da, toplama kampı koşullarında tutulan dört bin hayvandan yerine de yenileri gelecek iken çok az sayıda hayvanın yuvalandırılması da içimizi rahatlatmamalı. Rehavete kapıldığımız her an daha fazla hayvan ölmeye, sözlü talimatlarla kanunen tanınan yaşam hakkı çiğnenmeye devam edecek.”
‘Adalet talep etmekten vazgeçmiyoruz’
39 örgüt, bugünkü kararla ilgili olarak istinafa başvuracaklarını, Elazığı ve Konya dosyalarını takip edeceklerini ve diğer tüm belediyeler hakkında suç duyurusu yapacaklarını bildirdi: “5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesinden, ancak bu maddenin uygulanması ile çözüme ulaşabileceğimizi ve hayvanlara nefret saçarak toplumu etkilemeye çalışan kesimin derdinin çözüm değil katliam olduğunu tekrar etmekten, hayvanlar için adalet talep etmekten vazgeçmediğimizi bir kez daha tüm kamuoyuna bildiririz.”
İmzacı örgütler şöyle:
5199’u Yaşat Platformu
Anadolu Hayvan Hakları Federasyonu (AnadoluFed)
Animal Save Türkiye
Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu
Başka Bir Hayat Diliyorum Derneği
Burak Özgüner Hayvan Hakları Çalışma Merkezi (BUR-HAK)
Deneye Hayır Derneği
Doğa İnsan ve Hayvan Koruma ve Bilgilendirme Derneği (DİHDER)
Doğa İnsan ve Hayvan Koruma ve Bilgilendirme Federasyonu Kurucular Kurulu (DİHFED)
Doğanın Çocukları Ekoloji Topluluğu
Dört Ayaklı Şehir Platformu
Ege Hayvan Hakları Federasyonu (EgeFed)
Eskişehir Hayvanları Koruma Derneği
Gölcük Hayvan Hakları Aktivistleri Derneği (GÖLVİST)
Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM)
Hayvan Hakları ve Etiği Derneği
Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi
Hayvan Özgürlüğü Kolektifi
Hayvan Yaşamına Katkı ve Koruma Derneği (HAYKADER)
Hayvanlara Adalet Derneği (HAD)
Hayvanları, Doğayı, İnsanları Koruma ve Yaşatma Derneği (HAYDİKO)
Hayvanları Koruma Kurtarma ve Yaşatma Derneği (HAYKURDER)
Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu (HAYKONFED)
Karadeniz Hayvan Hakları Federasyonu (KaradenizFed)
Kocaeli Can Dostları Hayvanlar ve Doğa İçin Organizasyon Derneği (Can Dostları Derneği)
Kocaeli Doğa ve Hayvan Dostları Derneği (KOHAYDER)
Kocaeli Hayvanları Koruma Derneği (KOCAELİDER)
Pati Körfez Doğa ve Hayvanları Koruma ve Yaşatma Derneği
İklim krizinin yerel yönetimler açısından değerlendirildiği, “Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı Dördüncü Belediyeler Buluşması” geçen hafta sonu Bodrum’da düzenlendi. İklim değişikliği ve enerji verimliliğinin masaya yatırıldığı etkinlikte doğal afetlere karşı dayanıklılık, ulusal ve yerel düzeyde afet riskine karşı önlemler, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne göre yapılacak olan çalışmalar ele alındı. Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, “İklim değişikliği bir gerçek. Eski günlere dönme şansımız yok” dedi.
10 Aralık’ta Herodot Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinliğin ana teması, “İklim Nötr Şehirler Hedefinde Adil Geçiş” olarak belirlenmişti. İklim krizinin ve yerel yönetimler açısından daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak iklim eylem planlarının düzenlendiği buluşmaya, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Akın, CHP Muğla Milletvekili Burak Erbay, Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, Karşıyaka Belediye Başkanı Cemil Tugay, Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, Şişli Belediye Başkanı Muammer Keskin, Seyhan Belediye Başkanı Akif Kemal Akay,Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç, Nilüfer Belediye Başkan Yardımcısı Remzi Çınar, Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat, meclis üyeleri, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, basın mensupları ve vatandaşlar katıldı.
Etkinlik, Murat Taşçı’nın piyano ve Erkan Oğur’un müzik dinletisi ile başladı.
‘Yanan ağaçların sesi ve hayvan çığlıklarıyla hayata devam edemeyiz’
Açılış konuşmasını yapan Ahmet Aras şunları söyledi: “İnsanlık ekosisteme karşı sorumlu ve bugün sorumsuzluğumuz neticesinde bir çöküşe tanıklık ediyoruz. Birleşmiş Milletler bu çöküşü “insanlık için kırmızı alarm” olarak nitelendirilen iklim raporu ile açıklıyor. Yanılgıya yer bırakmayan uyarıları ile bu rapor, burada olan biteni anlatacağımız aşamayı çoktan geride bıraktığımızı, bizzat deneyimlediğimiz bir dönemde olduğumuza dikkat çekiyor. Geçtiğimiz sene hepimizin şahit olduğu, küçük bir kıvılcımın tabiatı ele geçirişine ve sizi çaresiz bırakışına tanık olduk. Kulaklarınız tutuşan ağaçların sesi ve canını kurtarmaya çalışan hayvanların çığlıklarıyla doluyor ve siz o seslerle hayata devam ediyorsunuz.”
Aras, iklim değişikliğine karşı Bodrum’da yaptıkları çalışmaları şöyle anlattı: “Küresel Başkanlar Sözleşmesi’ne imza attık ve Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı hazırlama sürecine girdik. İklim Değişikliği ve Sıfır Atık Müdürlüğü’nü kurduk. Avrupa Birliği’nin 2030 hedefi için belirlediği misyon çağrılarından 2030 yılına kadar desteklenmek üzere İklim Adaptasyon Misyonu seçildik ve Avrupa Birliği’nin 3 yıllık bir Ufuk Avrupa Projesi olan Craft Citys’ seçilerek iklim nötr geçişlerini sürdürülebilir kılmak ve yenilikçi yaklaşımları test etmek için seçilen 60 şehre dahil olduk. “Eş Düzeyli Öğrenme Fırsatları Programı’na” dahil olduk. Buluşmalarımıza katılan tüm Belediye Başkanlarımız Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği karar ve hedefler doğrultusunda Başkanlar Sözleşmesi’ni imzalayarak Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı (SECAP) hazırlama çalışmaları da bu adımları sıklaştırma çabalarımızdan biri oldu.”
Türkiye’nin hava olaylarında Avrupa’nın en kırılgan ülkesi olduğunu belirten Aras, “Ülkemizin IPCC tarafından kabul edilen ‘İklim Değişikliği 2022: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık’ başlıklı raporda aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkesi olduğu ortaya kondu. Akdeniz’in 22 ülkesi dünyanın geri kalanından yüzde 20 daha hızlı ısınıyor. Bu şekilde devam edersek, topraklarımızın önemli bir kısmı yerleşilemez hale gelebilir. Dolayısıyla bu dramatik değişime karşı her Akdeniz ülkesi ve bu ülkeyi yönetenlerin bu konuyu ele almaları gerekiyor. Birlikte daha geniş bir ölçekte çalışırsak başarılı olabiliriz” diye konuştu.
‘İçinde yaşadığımız çağ dayanıklılık çağı’
Dünyayı mahveden şeyin sınırsız tüketim alışkanlığı olduğunu vurgulayan Ahmet Aras, aşırı tüketime dikkat çekti:
“Neoliberal politikalar hepimize örnek bir hayat biçti; Tükettiğin kadar varsın. İnsanlığın daha evvel beş kez yaşadığı yok oluşların bir benzerinin başında olduğumuz şu dönemde gerçeği olduğu gibi görmek ve eylem planını dayanışma ile harekete geçirmek zorundayız. Jeremy Rifkin’in dediği gibi içinde yaşadığımız çağ dayanıklılık çağı. Narkissos’a dönüşen, kendini seyrederek ömrünü tüketen insanlar olarak bu çağı atlatamayacağımız açık. O halde geleceği dayanışmayla hep birlikte inşa edeceğimizi akılda tutarak hareket etmeliyiz.”
Türkiye’deki büyük dönüşümü gerçekleştirecek olanların genç kuşak olduğuna dikkat çeken Aras, kürsülerini onlarla paylaşacaklarını söyledi; içinde bulunduğumuz yüzyılda iklim krizinin etkileri nedeniyle belirsizliklerle dolu bir döneme girdiğimizi hatırlattı:
” Türkiye ve Avrupa iklim değişikliğine uyum sağlarken kimseyi arkada bırakmayacak politikaları hayata geçirmede kararlı. İklim değişikliği bir gerçek. Eski günlere dönme şansımız yok. O zaman şu andan itibaren geleceği kurtarmak üzere yaşanabilir, adil kentleri bir arada inşa etmek, iklim hareketinin sesini yerelden yükseltmek hepimizin görevi.”
Açılış konuşmaların ardından, “Kimseyi Geride Bırakmamak”, “Birlikte Dönüşmek” ve “Belediye Başkanları Oturumu” olmak üzere üç oturumda gerçekleşti. Yedi belediyenin bir araya gelerek oluşturduğu “İklim Koordinasyon Kurulu” buluşmasında ise “Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı” konuşuldu.
Antalya‘nın Kumluca ve Finike ilçelerinde akşam saatlerinde etkisini artıran yağmur, gece sel felaketine dönüştü. Taşan derelerden akan sel suları ile park halindeki otomobiller sürüklendi, her iki ilçede çok sayıda ev ve iş yerinin zemin ve bodrum katlarını su bastı. Kumluca’da ilk ve orta dereceli okullarda eğitime bir gün ara verildi.
Kumluca Belediye Başkanı Mustafa Köleoğlu, örtü altı üretim merkezi olan ilçede seralarda da çok büyük zarar meydana geldiğini belirtirken, “50 yıldır böyle bir şey görmedik. Sular bir anda yukarıya çıkarak arabaları sürükledi. Teyakkuz halindeyiz” dedi.
Kumluca’da akşam saatlerinden itibaren devam eden sağanak ve fırtına, gece yarısından sonra etkisini artırdı. Salur, Sarıcasu ve Ortaköy mahallelerinde etkili olan sağanak sonrası ilçe merkezinden geçen Gavur çayı taştı. Sokak ve caddeler göle döndü, park halindeki otomobiller, sel sularına kapılarak sürüklendi. Örtü altı üretim merkezi olan Kumluca’da yüzlerce sera sular altında kaldı.
Çok sayıda binanın birinci katı ve müstakil evler sular altında kaldı. Cep telefonlarından ‘evlerinizden çıkmayın’ dışarı çıkmayın uyarıları yapıldı. Evlerde mahsur kalan vatandaşlara yardımcı olmak amacıyla bölgeye AFAD‘dan destek istenirken, belediye personelinin de yine mahsur kalanlara ulaşmaya çalıştığı bildirildi.
Kumluca’nın bazı mahallelerinde elektrikler kesildi.
Başkan Köleoğlu: 50 yıldır böyle bir felaket yaşanmadı
Kumluca Belediye Başkanı Köleoğlu, akşam saatlerinde başlayan yoğun yağış nedeniyle teyakkuz halinde olduklarını söyledi. İlçede 50 yıldır böyle bir felaket yaşanmadığını söyleyen Köleoğlu, sel sularının köprüleri yıktığını, bu nedenle iş makinelerinin de çalışamadığını söyledi:
“Yağmur suları taşkınlara sebep olmuştur, zemin katlar ve arabalara zarar vermektedir. Uyarıların ardından ilk andan itibaren teyakkuz halinde bekliyorduk. Sular bir anda yukarıya çıkarak, arabaları sürükledi, seralar sular altında kaldı. Çaba sarfetmemize rağmen yetişemedik. İlçemiz adıma çok üzgünüm. Can kaybı olmaması için vatandaşlarımızın dikkatli olmalarını istiyoruz, tüm Kumluca’mıza geçmiş olsun.”
Ekipler, mahsur kalanlara yardımcı olmak için büyük çaba sarf ederken, şu ana kadar herhangi bir can kaybı ya da yaralanma ihbarının gelmedi.
İklim değişikliğinin etkisi
Atmosfer ısındıkça daha fazla su tutuyor, bu da sağanak yağış riskini artıyor. Daha fazla emisyon ve devam eden sıcaklık artışları ile aşırı yağış alınan dönemler, daha yaygın ve yoğun hale gelecek.
Türkiye‘nin dahil olduğu Akdeniz Havzası ise iklim değişikliğinin etkilerinin dünya genelinde en yoğun hissedildiği; kuraklık ve nem gibi birden fazla fiziksel iklim sistemi koşullarının etkisi altında bulunuyor. Bölgede, kuraklığın etkisi ve şiddetinde belirgin bir artış saptanırken, yağışlar da düzensizleşti ve ani bastıran sağanakların yol açtığı sel, heyelan gibi felaketler de artış gösterdi.
Malatya’nın Kemaliye, Arapgir, Divriği, Arguvan ilçeleri SarıçiçekYaylası’nda yapılmak istenen Şağıluşağı Rüzgar Enerji Santrali için dün köyde yapılan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) toplantısı köylüler ve Malatya Çevre Derneğince yaptırılmadı. Köylülerin istemediği toplantının yapılamaması sonrası şirket yetkilileri köyü terk etti.
Malatya Çevre Platformu’ndan Hüseyin Çıplak, platform olarak toplantı saatinden önce yöre halkıyla bir araya gelip RES’in tarıma, hayvancılığa , arıcılığa, kuş göç yollarına vereceği zararların ne boyutta olacağı konusunda bilgilendirmede bulunduklarını söyledi.
49 yıllığına yapılması planlanan RES’lerin, Arapgir, Şağıluşağı , Taşdibek , Tarhan ve Sugeçti köylerindeki otlak, yaylak, sulak , tarıma ve hayvancılığa elverişli alanları etkileyececeği belirtiliyor.
‘Yerleşim alanına 300 metre uzaklıkta’
Hüseyin Çıplak, RES’lerin normalde yerleşim alanından uzakta olması gerekirken, bahsi geçen bölgelerde yerleşim yerleri, yaşam alanlarına 300-600 metre arası mesafede bulunduğunun altını çizerek, santralin bu bölgeye zararını şu sözlerle aktardı:
“Santralin pervanelerinden gelen gürültü nedeniyle insanlar evlerinde rahat oturamayacak, kuş göç yollarını etkileyecek. Geçimini tarım hayvancılık arıcılıkla idame ettiren, doğayla iç içe yaşayan yöre halkı göç etmek zorunda kalacak.”
‘Şirket yetkilileri bizi görünce şaşırdı’
Söz konusu proje adını da veren Şağıluşağı köyü, dağlık, engebeli bir köy. Kurulması gereken RES’lerin üç km ötesine kurulması gerekirken, projede 300-600 metre civarına ineceğini gördüklerini belirten Malatya Çevre Derneği Başkanı Hüseyin Çıplak, Şağıluşağı köyü Sarıçiçek yaylasının sınırında bulunan bölge halkının çoğunun göç ettiğini bu bölgede bire avuç insan kaldığını kaydetti.
Çıplak, bu köyün sayı azlığı nedeniyle bilinçli seçildiği görüşünde. Şirket yetkililerinin çevre derneği yetkilileri ve köylüleri görünce şaşırdığını söyleyen Hüseyin Çıplak, “Öyle bir durum var ki muhtarın dahi haberi yok projeden. Biz anlattık hep. Şirket yetkilileri kalabalığı görünce afalladı. Tutanak tutuldu toplantı yapılmadı. Süreç resmi olarak tamamen durmadı ama önemli bir adım oldu. Biz de takipteyiz. Doğayı, canlıyı, taşı, toprağı koruyacağız” diye konuştu.
1992’de kullanıma açıldığında, ekonomik ömrünün yaklaşık 15 yıl olacağı hesaplanan Harmandalı Katı Atık Depolama Alanı’na İzmir’in günde 4500 tonu bulan evsel atığı hala depolanmaya devam ediliyor. Yeni bir depolama alanı bulunamadığı için tamamen dolan alandaki nispeten küçük bir bölgeye, halen evsel atık da depolanıyor. Alanın nispeten küçük bir bölgesinin kullanılmasının nedeni ise bölgede günden güne artan ve tüm Harmandalı yerleşimini tehdit eden heyelan tehlikesi.
5 Ekim’de alanın son durumunu değerlendirmek için Çiğli Kent Konseyi öncülüğünde teknik bir çalıştay düzenlendi. Bu çalıştaya İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü, İzmir Tabip Odası, TMMOB’a bağlı meslek odaları, çevre ve ekoloji örgütlerinin temsilcileri katıldı. Çalıştay sonucu bir teknik rapor hazırlandı ve bu rapor geçtiğimiz hafta içinde kamuoyu ile paylaşıldı. Rapor, Harmandalı Heyelanı ve Harmandalı Atık Depolama Alanı ile Atık Yönetimi sürecine ilişkin değerlendirmeleri kapsıyor. İki ayrı çalışma grubu oluşturularak hazırlanan teknik rapor ürkütücü tespitlerle dolu.
Bu tespitlerin en başında ise bölgede günden güne artan heyelan tehdidi geliyor. Kamuoyu ile paylaşılan teknik rapordaki heyelana ilişkin tespitler şöyle:
Bölgede heyelan, sadece Harmandalı’da sınırlı olmayıp, EVKA-5’ten Ulukent’e kadar geniş bir bölgede genel yaşamı etkilemektedir.
Harmandalı çevresi heyelanı tetikleyici özelliğe sahip birçok diri fayın etki alanı içerisindedir. Son yıllarda Ege Bölgesi’nde meydana gelen sismik etkinlik, mevcut heyelanların gelişmesine büyük ölçüde katkı yapmaktadır.
Bölgedeki kütle hareketlerinin geçmişi günümüzden binlerce yıl önceye dayanmaktadır. Dolayısıyla yapılan-jeolojik-jeoteknik çalışmaların verileri temel alındığına, katı atık depolama sisteminin heyelanı oluşturmadığı, ancak süreç içerisinde atıkların heyelan kütlesi ile birlikte hareket ettiği ve atık suların kayma dairesi içerisinde heyelana ikincil bir etki yaptığı düşünülmektedir.
Katı Atık Depolama Sahası çevresinde, onlarca metreye varan ciddi kütle hareketleri yaşanmakta olup bölgenin topografyası her geçen gün gözle görünür şekilde değişmektedir. Buna göre heyelan çok aktiftir ve bazı evlere kadar ulaşmıştır. Şiddetli yağış ya da İzmir Depremi gibi yakın çevrede oluşabilecek tetiklenme ve ani bir hareketlenmeyle heyelanın çok daha geniş bir alanı etkileyerek diğer evlere kadar ulaşma tehlikesi bulunmaktadır.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından bölgenin Afete Maruz Bölge ilan edilmesi yönünde zorunluluk bulunduğu ifade edilmektedir. Ancak AFAD tarafından yapılan değerlendirmede, 7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Kanunu hükümlerine göre gerekli koşulları sağlamadığı gerekçesi ile Afete Maruz bölge ilan edilemeyeceği belirtilmiştir. Ancak bölgedeki durum göz önüne alındığında bölgedeki durumun getirdiği özel koşullar nedeni ile sahanın Afete Maruz Bölge İlan edilme zorunluluğu bulunmaktadır.
Fay hattı üzerinde ve heyelan bölgesinde
Raporun Harmandalı Atık Depolama Alanı ile Atık Yönetimi sürecine ilişkin değerlendirmeleri ile ilgili ikinci bir bölümü de var. O bölümde de depolama alanın ömrünü doldurduğu ve bir an önce yeni bir atık depolama alanı önerisi yer alıyor:
“İzmir kentinde üretilen atıkların yönetimi ile ilgili sorun devam etmektedir. Kentte üretilen atığı büyük oranda depolayan Harmandalı bölgesi, mevcut hali ile, büyük yükü artık taşıyamamaktadır. İvedi olarak kentin katı atık sorununu çözümüne yönelik adımlar atılmalı, kent merkezinde oluşan atıkların bertarafı amacı ile entegre atık tesisi yeri ile ilgili sorun ivedilikle çözülerek, Harmandalı Katı Atık Depolama Alanı kapatılmalı ve güvenli bir şekilde terkedilmelidir.”
Kamuoyuna açıklanan beş sayfalık rapor alanın bir an önce kapatılması ve rehabilite edilmesini önerirken korkutucu bir gerçeğin de altını çiziyor. Depolama Alanı büyük bir heyelan bölgesinin üzerinde yer alıyor ve bölgenin topografyası her geçen gün gözle görülür bir şekilde değişiyor. Üstelik bölgede çok sayıda aktif fay yer alıyor ve son aylarda bu faylardan kaynaklı küçüklü, büyüklü depremler yaşanıyor. Küçük bir yer sarsıntısı veya şiddetli bir yağmur bile bölgede büyük heyelanı harekete geçirebilir ve başta Harmandalı’nda olmak üzere yüzlerce bina tonlarca toprak, kaya ve çöpün altına kalabilir. Hatta şu anda bile raporda da belirtildiği gibi heyelan bazı konutlara bile ulaşmış… O nedenle raporun sonuç bölümünde de belirtildiği gibi alanın bir an önce kapatılması gerekiyor. Harmandalı Bölgesinde, ‘Afete Maruz Bölge’ kararı alınması da gerekli…
1992’den bu yana Harmandalı Katı Atık Depolama Alanı’na depolanan atık, İzmir’in her bölgesinde ortaya çıkan atık. Bu nedenle de sorun sadece Harmandalı’nın sorunu değil. Katı atık yönetimi sorununa bütün kentin birlikte çözüm bulması gerekiyor. Oysa şu ana kadar alandan kaynaklanan tüm sorunların bedelini Harmandalı insanı göğüsledi, üstelik bölge yeni yapılarla gittikçe daha da kalabalıklaşıyor. Şimdi tüm bu sorunların üzerine her an oluşabilecek heyelan sorunu da eklendi. Can ve mal güvenliği açısından Harmandalı’nda bir an önce çözüm açısından adımlar atılmalı… Bunun için merkezi ve yerel yönetimi ile tüm devlet kuruluşlarının; özellikle de Büyükşehir Belediyesi ile AFAD’ın hızla bir araya gelerek başta heyelan tehdidi olmak üzere sorunun çözüm için çalışması, Çiğli Kent Konseyi’nin çözüm için attığı adımda da ısrarcı olması gerekiyor. Eğer Harmandalı’nda bir an önce heyelan tehdidine karşı ciddi adımlar atılmazsa her an çok ciddi ve üzücü tablolar yaşanabilir.