Ana Sayfa Blog Sayfa 513

Roma’yla Amsterdam arasında çöp anlaşması: Her ay 900 ton çöp ithal edilecek

İtalya’nın başkenti Roma, bir türlü çözülemeyen “çöp sorununa” ithalatla çare bulmaya karar verdi.

Bu ayın ortasından itibaren, özel amaçlı bir tren bu çöpün bir kısmını yakılmak üzere 1.700 km kuzeye, Hollanda’nın başkenti Amsterdam’a taşınacak.

Şehrin dört milyon sakininin, bertaraf edebileceğinden daha fazla evsel atık ürettiğini açıklayan yetkililer, bunun en “çevreci” çözüm olduğunu iddia ediyor .

Euronews’in aktardığına göre, başkentin ürettiği atıkları işleme kapasitesi bulunmuyor.  Geçen yıl çıkan büyük bir yangın şehrin en büyük atık işleme şirketine ağır hasar vermişti. Sorunu çözecek kapasitede yeni bir atık tesisinin kurulumu ise en az 2026’yı bulacak.

Çöplerin sokaklara ve su yollarına dökülmesine izin vermeyen Romalı yetkililer, bir süredir bu soruna çözüm arıyordu. Atıkları, yavaş yavaş ayrışacağı ve çok miktarda zararlı metan gazı salacağı bir depolama alanına gömmek yerine haftada 900 ton çöpü almayı kabul eden Amsterdam Atık ve Enerji Şirketi (AEB) ile bir anlaşma yapılmasına karar verildi.

İtalyan gazetesi La Reppublica‘ya göre kent, AEB’ye ton başına 200 Euro ödeyecek. Üç yıllığına yapılan anlaşma sonucunda şirkete ödenecek meblağ yaklaşık 28 milyon Euro’yu bulacak.

tuval

Hangisi daha iyi: Yakmak mı depolamak mı?

Roma yönetimi, imha edilemeyen çöpleri “uzaklaştırmanın” ve başka yerde yakılmasının en iyi çözüm olduğunu düşünse de bir ton kentsel atığın yakılması yaklaşık 1,3 ton CO2 salımına neden oluyor. Ayrıca çöplerin yakılması zararlı kül ve diğer toksik yan ürünler üretiyor.

Çöplerin depolama alanlarına boşaltılması ise, organik madde oksijensiz ayrıştığı için metan gazı üretiyor. 100 yılı aşkın bir zaman aralığında metan, karbondioksitten yaklaşık 25 kat daha fazla bir ısınma potansiyeline sahip.

AEB, Avrupa’nın birçok ülkesinde hâlâ yapılmakta olan artık atıkların düzenli olarak depolanmasının, esas olarak metan emisyonları nedeniyle zararlı çevresel sonuçları olan düşük dereceli bir atık bertaraf yöntemi olduğunu ileri sürüyor.

Amsterdam anlaşmasının bir kısmı, bu çöpten üretilen enerjinin Amsterdam’daki evleri ısıtması koşulunu içeriyor.

Ancak her iki seçenek de gezegenin sağlığı için en iyi yöntemler değil. Yapılması gereken, üretilen çöp miktarını mümkün olan en aza indirmek ve geri dönüşüm yapılabilecek malzemeleri düzenli olarak ayrıştırmak.

Avrupa dışında en çok çöp Türkiye’ye

Avrupa’da kentler arasında da yoğun bir çöp trafiği olsa da AB’nin atıklarının çoğu bloğun dışına, genellikle Türkiye ve Hindistan’a ithal ediliyor.

Çin’in 2018’den sonra çöp ithalatına kısıtlama getirmesinin ardından dünyadaki atık ticareti, farklı az gelişmiş ülkelere kaydı. Bu yasaktan çok daha önce Avrupa’nın çöplerini almakta olan Türkiye de bu artıştan payını aldı.

Greenpeace verilerine göre Türkiye, 2020 yılında Avrupa Birliği ülkeleri ve İngiltere’den toplam 659 bin 960 ton plastik atık ithal etti. Plastik atık ithalatı 2004’ten bu yana ise 196 kat arttı.

Küçük Çin olma yolunda Türkiye: İthal çöp enkazını kim kaldıracak?

 

İklim krizi: Freddy Kasırgası nedeniyle Malavi’de hayatını kaybedenlerin sayısı bini aştı

Güneydoğu Afrika ülkelerinden Malavi’de Freddy Kasırgası nedeniyle ölü sayısının bini aştığı belirtildi.

Devlet Başkanı Lazarus Chakwera, yaptığı açıklamada “Bu yıkıcı iklim değişikliği olayı binin üzerinde insanın ölümüne, yarım milyon insanın yerinden olmasına neden olmuş ve evleri, yolları, köprüleri, ekinleri, marketleri, okulları, kıyafetleri, iş yerlerini ve enerji hatlarını sular altında bırakarak iki milyondan fazla insanı etkilemiştir” dedi.

Denize kıyı olmayan bir ülke olan Malavi’de tütün satış mevsimini başlatan Chakwera, kasırgadan dolayı ülkenin ekonomik durumunun artık eskisi gibi olmadığını söyledi.

Devlet Başkanı Chakwera, 405 kilometrelik karayolu altyapısı, 63 sağlık tesisi ve 500 okulun zarar görmesine yol açan afetin etkilerinin silinmesi için Malavililere işbirliği çağrısında bulundu.

Fotoğraf: Thoko Chikondi / AP
‣ İklim krizi: Tarihin en uzun süreli kasırgası Afrika’da 522 can aldı

Ne olmuştu?

Sel, kuraklık, hortum ve kasırga gibi aşırı hava olaylarının daha sık, uzun süreli ve şiddetli görülmesine yol açan iklim krizi, Freddy Kasırgası’nı Afrika‘nın güneydoğusunda yer alan Malavi, Mozambik ve Madagaskar ülkelerine taşıyarak çok sayıda ölüme yol açmıştı.

Şubat ayının ilk günlerinde Avustralya kıyılarında ortaya çıkan kasırga, Mauritius ve La Reunion adalarını etkisi altına almasının ardından Madagaskar ve ardından Mozambik’i vurmuştu.

Biriktirdiği güç ve Hint Okyanusu boyunca kat ettiği sekiz bin kilometrelik yol ile rekor kıran Freddy Kasırgası, Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre en uzun süreli fırtına olarak kayıtlara geçti.

Sel ve heyelanlara yol açan kasırga, Malavi’de binin üzerinde can alırken, Mozambik’te en az 67 kişinin ölümüne yol açtığı ve 33 binin üzerinde evde hasara yol açtığı bildirilmişti. Madagaskar’da ise en az 17 kişinin kasırga nedeniyle hayatını kaybettiği açıklanmıştı.

Kasırganın evler ve altyapılarda meydana getirdiği hasar nedeniyle milyonlarca kişi olumsuz etkilenirken çok sayıda insan yerinden olarak barınma kamplarına taşınmıştı.

[Seçim Günlüğü] Bakan Dönmez: Eskişehir’de dünyanın ikinci en büyük nadir toprak elementi rezervi keşfedildi

Dönmez, yürütecekleri projelerin, kaynağı olan projeler olacağını belirterek, “Daldaki kuşu vadetmeyeceğiz. Olabilecek, gerçekleşebilecek ne varsa bunlar için de gereğini yapacağız. Daha dün Ulaştırma Bakanımızla, Tarım Bakanımızla görüştüm. Strateji Bütçe Başkanımızla görüştük. Eskişehir’e dönük devam eden veya planlama aşamasında olan projelerimizle alakalı olarak. Onlar da her türlü desteği vereceklerini ifade ettiler” değerlendirmesinde bulundu.

‘Sadece ham madde üretimi yapmayacağız’

Eskişehir’de çok önemli enerji projeleri yürüttüklerini, dünyanın en büyük ikinci nadir toprak elementleri rezervini bu topraklarda keşfettiklerini belirten Dönmez, “Burada sadece ham madde üretimi yapmayacağız. Yıllık 570 bin ton nadir toprak elementi işleyecek bir tesisi de Eskişehir’imize kazandıracağız inşallah” diye konuştu.

Nadir toprak elementi nedir, hangi alanlarda kullanılıyor? 

Nadir toprak elementi olarak adlandırılan toplam 17 element var. Bunlar, genellikle toprak altında küçük rezervler halinde bulunuyor. Ancak nadir toprak elementlerini ‘nadir’ yapan şey rezervlerin azlığı değil, bu elementleri işlemenin maliyetinin yüksek olması.

Bu elementler, akıllı telefonlardan bilgisayarlara, asansör ve trenlerden yüksek teknolojili savaş uçaklarına ve uydulara kadar çok geniş bir alanda imalat süreçlerinin önemli bir parçası. Elektrikli araçlarda kullanılan özel mıknatısları üretmek için kullanılan malzemeler olan praseodim veya neodimyum oksitler ise özellikle önemli. Yeşil enerji alanında da rüzgar türbinleri ve elektrikli araç motorlarında kritik önem taşıyorlar.

Toplam 115,8 milyon ton olduğu tahmin edilen dünyadaki nadir toprak elementlerinin en büyük rezervleri şu ülkelerde:

  • Çin: 44 milyon ton
  • Vietnam: 22 milyon ton
  • Brezilya: 22 milyon ton
  • Rusya: 21 milyon ton
  • Hindistan: 6,9 milyon ton
  • Avustralya: 4 milyon ton
  • ABD: 1,8 milyon ton
  • Grönland: 1,5 milyon ton
facebook sharing button
twitter sharing button

Bitti derken: COVID-19’un daha bulaşıcı Arcturus varyantı duyuruldu

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), COVID-19‘un Hindistan‘da tespit edilen “Arcturus” adlı yeni alt varyantının, virüsü daha bulaşıcı hale getiren mutasyonlara sahip olduğunu açıkladı.

Avrupa Konseyi ve AGİT 14 Mayıs seçimlerinde nasıl bir rol oynayacak?

14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanı ve milletvekili genel seçimlerini kısa ve uzun vadede yaklaşık 450 yetkili ile gözlemleyecek olan Avrupa Konseyi ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı‘nın (AGİT) temel odağı seçim öncesi ve seçim günü olacak.

Gözlemciler, kampanya sürecindeki siyasi iklim, medya özgürlüğü gibi konuların yanı sıra oyların kullanılması, sandıkların açılması, oyların sayılması ve sonuçların ilan edilmesi gibi seçim güvenliğini ilgilendiren aşamaları gözlemleyecek.

Her iki kuruluş da geçmiş seçimlerde olduğu gibi Türkiye’nin daveti üzerine seçimler için gözlem heyetleri gönderiyor. AGİT’e bağlı Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi, Türkiye seçim gözlem sürecini 29 Mart’ta başlattı.

BBC Türkçe‘nin aktardığına göre, Büyükelçi Jan Petersen’in liderliğindeki seçim gözlem misyonunun çekirdek ekibi 14 uzmandan oluşuyor. Bunlara Türkiye’nin farklı yerlerine gönderilmiş 28 uzun dönemli ve 350 kısa dönemli gözlemci eşlik edecek.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) de Türkiye seçimlerini izlemek için Alman sosyal demokrat milletvekili Frank Schwabe başkanlığında bir heyet oluşturdu. Birleşik Krallık, Fransa, Litvanya ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nden vekillerin oluşturduğu heyet Ankara’da temaslarda bulunuyor.

AKPM’den yapılan açıklamaya göre, heyetin amacı seçimler öncesi kampanya süreci ve siyasi iklimi değerlendirmek. Bu heyetle birlikte toplam 40 kişilik bir gözlem heyeti seçimleri yakından izleyecek.

‣ Seçim Güvenliği Platformu’ndan ‘dezenformasyon yasası’ uyarısı

Seçim gözlem misyonu uzayabilir

Heyetin, cumhurbaşkanı adayları ya da onların temsilcileri, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, seçimlerde yer alan başlıca siyasi parti temsilcileri ve AKPM üyesi Türk milletvekilleriyle görüşmesi öngörülüyor.

Aynı şekilde seçimleri düzenleyen Yüksek Seçim Kurulu, medya ile ilgili düzenleyici kuruluşlar, gazeteciler ve sivil toplum temsilcileri ile de görüşecek olan AKPM seçim gözlem heyeti, ilk bulgularını ziyaretin ardından yazılı bir açıklamayla duyuracak.

AGİT’in de başlayan seçim gözlem misyonu kapsamında temaslarını sürdürdüğü kaydediliyor. Avrupa Konseyi ve AGİT’in bu süreçte eşgüdüm içinde çalıştığı ancak seçim sonrası nihai raporlarını ayrı ayrı hazırlayacakları belirtiliyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması durumunda, her iki kurumun seçim gözlem sürecini 28 Mayıs’a kadar sürdürmeleri öngörülüyor.

Türkiye’nin tam üye olduğu her iki kurum da seçimleri takip ederken Avrupa Konseyi ve AGİT ile diğer ilgili uluslararası örgütlerin yıllar içerisinde oluşturduğu ilkeler ve taahhütlere uygunluk açısından değerlendirmeleri yapıyor.

Seçim öncesindeki süreçte seçmen kaydı, adayların tescil edilmesi, kampanya faaliyetleri ve bunların finanse edilmesi, seçimleri idare eden kurumların çalışmaları, seçimlerle ilgili itirazların çözümlenmesi gibi temel konular gözlenen unsurlar arasında.

Seçim günü yapılacak gözlemler ise öncelikle oy merkezlerinin oluşturulması ve açılışları, oy verme süreci, oyların sayımı, sayılan oyların her düzeyde uygun şekilde çizelgelere yerleştirilmesi gibi aşamaları içerecek.

Gözlemcilerin ekipler halinde belirlenecek illere gönderilmeleri ve 14 Mayıs seçimlerine ilişkin ülkenin geneline ilişkin bir değerlendirme yapılması planlanıyor. Seçim gözleminin yapılacağı yerler arasında Ankara ve İstanbul gibi büyük kentlerin yanı sıra afet bölgesi ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bazı kentlerin de olması bekleniyor.

Türkiye’de seçimleri gözlemleyen Avrupa Konseyi ve AGİT, Türkiye’de demokratik kazanımların özellikle son yıllarda yitirildiğini, 2018’de uygulamaya başlanan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi nedeniyle güçler ayrılığı ilkesinin zayıfladığını, yürütmenin yargı ve bağımsız kurumlar üzerindeki hakimiyetini artırdığını raporlarıyla ifade ediyor.

AİHM kararlarını uygulamaması nedeniyle Avrupa Konseyi’nin denetim sürecine giren Türkiye’de son dönemde artan siyasi baskıların seçimlere yansıma olasılığı da kaygıları artırıyor.

Seçimlerle ilgili diğer kaygılar arasında, seçim kampanyası süreçlerinin ulusal ve yerel bazda gözetimi, seçim sürecinin medya tarafından işlenişi, seçim gününde ilgili kurumların şeffaf olmaması, seçmen haklarının uygulanmaması ve seçimlerle ilgili sorunların çözümüne ilişkin sorunlar yer alıyor.

Basın özgürlüğü en önemli konular arasında

Her iki kuruluşun özel önem verdiği alanların başında medya özgürlüğü geliyor. Türkiye’nin son dönemde en çok eleştirildiği konu olan basın özgürlüğü, seçimler öncesinde kamuoyunun tüm siyasi tarafları dinleyebilmesi, onlarla ilgili haberleri okuyabilmesi ve buna göre kararını oluşturması açısından önem taşıyor.

AGİT’in seçim gözlem misyonu seçim kampanyasına ilişkin niteleyici ve nicel gözlem de yapacak ve bunu raporlaştıracak. Bu rapor, geleneksel medyanın yanı sıra sosyal ağları da içerecek. Bunun dışında hem AKPM hem de AGİT yetkilileri, medya temsilcileri ve basın örgütlerini de dinliyor ve sahadaki sorunlar hakkında daha fazla değerlendirmeye sahip oluyorlar.

Seçimlerle ilgili tarafsız kalarak sadece gözlem işini yerine getiren AKPM ve AGİT, ilk bulguları seçimin hemen ardından 15 Mayıs günü kamuoyuyla paylaşacaklar. Seçimlere ilişkin kesin rapor ise daha sonraki aylarda yayımlanacak. Rapor, seçimlerin işleyişini ilişkin değerlendirmelerin yanı sıra tavsiyeleri de içerecek.

Hersek Lagünü’ndeki kuş türü sayısı 252’ye yükseldi

Altınova Belediyesi, Hersek Lagünü‘ndeki kuş türü sayısının 252’ye yükseldiğini duyurdu. Marmara Bölgesi’nin önemli sulak alanlarından biri olan Hersek Lagünü, kuş çeşitliliği açısından da Türkiye’de ilk sıralarda yer alıyor.

Altınova Belediyesi olarak yapılan düzenli kuş gözlem çalışmaları sonunda lagünün kuş türü sayısının arttığı, lagünde “Ficedula semitorquata” ve Pasifik incirkuşu “Anthus rubescens” tespit edildiği kayıtlara geçildi.

Lagünde tespit edilerek kayıtlara geçen yeni türler hakkında bilgi veren Altınova Belediyesi Kuş Gözlemcisi Fatih Bülbül, “En son yapılan gözlem çalışmalarında ülkemizde de nadir görülen Alaca sinekkapan ‘Ficedula semitorquata’ ve Pasifik incirkuşu ‘Anthus rubescens’ tespit edilerek kayıtlara geçirilmiştir” dedi.

‘Türkiye’de 496 tür var’

Altınova Belediyesince artışa ilişkin yapılan açıklamada “Bu iki türün gözlenmesinde emeği geçen kuş ve doğa fotoğrafçısı Mustafa Kasapoğlu ile kuş gözlemci ve fotoğrafçısı Ergün Cengiz‘e katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz. Ülkemizde gözlenen 496 kuş türünün yarısından fazlasının alanımızda görülmesi bölgemizin hassasiyetini bir kez daha ortaya koymuştur” denildi.

Fotoğraf: Erhan Erdoğan – Anadolu Ajansı

Öte yandan Yalova‘nın Altınova ilçesi sınırları içerisinde bulunan, Önemli Kuş Alanı (ÖKA) statüsüne de sahip Hersek Lagünü, doğaseverlerin, kuş gözlemcilerinin, kuş ve doğa fotoğrafçılarının uğrak yeri olmayı sürdürüyor.

Şili’de çalışma saatleri kademeli olarak 40 saate düşürülüyor

Güney Amerika ülkelerinden Şili‘de meclis, haftalık çalışma süresini 45 saatten 40 saate düşüren yasa tasarısını onayladı.

Geçtiğimiz yıl iddialı bir sosyal ve ekonomik reformlar gündemi vaat ederek göreve başlayan Devlet Başkanı Gabriel Boric hükümeti tarafından meclise sunulan yasa tasarısı 14 hayır oyuna karşı 127 oyla kabul edilerek yasalaştı.

Buna göre, ülkedeki haftalık çalışma süresi birinci yılda 44, üçüncü yılda 42 ve beşinci yılda ise hedeflenen 40 saate kadar indirilecek.

Reuters‘ın aktardığına göre, ülkeyi serbest piyasa anayasasından uzaklaştırmaya çalışan bir yönetim için küçük bir zafer teşkil eden yeni yasa,  Şili’yi çoğu sanayileşmiş ülkeyle aynı çizgiye getiriyor.

‣ Pilot uygulama: Mesai saati 35-36 saate düşen çalışanların verimliliği arttı

Bu yılın başlarında 2026’ya kadar haftada 40 saatlik çalışma süresini uygulamaya koyacağını söyleyen devlete ait bakır devi Codelco da dahil olmak üzere birçok şirket tasarıyı kabul edeceklerini duyursa da bazı küçük firmalar, işe daha fazla işçi almak ve kaybedilen saatleri telafi etmek için yeterli kaynağa sahip olmadıklarını söyleyerek yeni yasaya yönelik eleştirilerde bulunuyor.

Şili Çalışma Bakanı Jeannette Jara, diğer bakanlarla birlikte kongrede haftalık çalışma saatini 45’ten 40’a indiren yasa tasarısının onaylanmasını kutladı. Fotoğraf: Rodrigo Garrido / Reuters
‣ Unilever, Yeni Zelanda’da haftada dört günlük çalışmaya geçiyor

Çalışma Bakanı Jeannette Jara, kademeli uygulamanın bu sorunları ele almak için tasarlandığını ifade ederek “Asıl mesele, işçilerin haklarında ilerleme kaydetmemiz gerektiğidir” diyor.

Pandemi döneminde haftada 40 saat çalışma uygulamasını gönüllü olarak başlatan tasarım şirketi Organic Style, değişikliğin olumlu olduğunu aktardı. Şirketin sahibi Danitza Becerra, değişikliği “Hayatlarımızı değiştiren çok iyi bir girişim” olarak niteledi.

Şili’de haftalık çalışma süresi 2005’te kabul edilen yasa ile 48 saatten 45 saate düşürülmüştü.

[Seçime Doğru] Özlem Taşdemir Teke: Siyaseti zengin erkekler kulübü olmaktan çıkarmalıyız

Video Röportaj: Müjgan HALİS

14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin beşinci konuğu, Türkiye İşçi Partisi listelerinden aday olan Özlem Taşdemir Teke. İstanbul‘dan aday olarak parlamento seçimlerine girecek olan Teke, kuruluşu engellenen Yeşiller Partisi‘nin eş sözcüsü. TİP’in İstanbul 3’üncü Bölge, beşinci sıra adayı olan Özlem Taşdemir Teke  sorularımızı yanıtladı.  

*

Neden aday olma kararı aldınız?

Bunu siyasi bir aktör olmanın gereği olarak görüyorum çünkü. Siyasette bir iddianız varsa, seçimler de bu araçlardan biri politika yapmak için. Bu yüzden Yeşiller Partisi de bu fırsatı değerlendirmek istedi.

TİP’i tercih etmenizin nedeni neydi?

Belki de bundan önce Yeşiller Partisi’nin şu anki durumunu anlatmak daha iyi olacaktır. Çünkü neredeyse iki buçuk yıldır engellenen, İçişleri Bakanlığı‘nın kurulmasına engel olduğu bir partiyiz. Bu aşamada dayanışma bizim için çok önemliydi. Hukuksal süreçle de hiçbir yere varamıyoruz ve bu artık paradoksal bir sürece dönüştü. Bir mahkeme bizi haklı buluyor, sonra diğerine gidiyoruz o İçişleri Bakanlığı’nı haklı buluyor ve bir sonuç elde edemediğimiz bir sürecin içindeyiz.

Oysa iki buçuk yıl önce yola çıktığımızda odağımıza iklim krizini almıştık ve şöyle demiştik: Evimiz yanıyor. Biz bu yangını söndüreceğiz. Aynı zamanda bu yangın vurgusu biraz da Türkiye‘nin içinde olduğu ekonomik krizle de ilgiliydi, çok önemli politikalar üreteceğimizi hem gezegen, hem de ülkenin sorunlarını çözeceğimizi düşünerek yola çıktık. Ancak engelleniyoruz, eşi benzeri görülmemiş bir parti kapatmayla karşı karşıyayız. Bu anlamda Türkiye İşçi Partisi daha en başından beri bizimle bir dayanışma gösteriyor. Öncelikle meclis kürsüsünü bize açarak sesimizin duyulmasına sebep oldular. O yüzden bu fırsatlar bizim için çok önemli. Dayanışma, birlikte mücadele etme pratikleri aynı zamanda iktidarın bizlere dayattığı kutuplaşma ve siyasi alanı daraltmaya karşı, ayrı düşündüğümüz noktalar da olsa farklı partilerle iletişim kurabilmek, ortaklaşabilmek ve alanı genişletmek çok kıymetli. TİP buna karşılık veren ve listelerinde bize yer açan tek parti oldu.

Yeşiller Partisi öncelikle [CHP lideri Kemal] Kılıçdaroğlu’na desteğini sundu, sonrasında da Emek ve Özgürlük İttifakı‘nı parlamento seçimlerinde destekleyeceğini açıkladı. Ve politika yapmanın önemli bir aracı olan seçimlere katılabilmesi de ancak TİP’in dayanışmayla listelerinde yeşil adaylara yer açmasıyla olabilir. O yüzden beraber meclis çalışmamızı sürdüreceğiz.

Neden engelleniyorsunuz sizce?

Bazı tahminlerimiz var bu konuda. Öncelikle Yeşiller’in enternasyonalist bir hareket olması benim açımdan benim ilk aklıma gelen. Çünkü dünyada gelişen bir yeşil hareket var. Avrupa‘da en az yedi ülkede koalisyon ortağı olan yeşil partiler söz konusu. Almanya gibi çok önemli bir ülkede önemli bir koalisyon ortağı yeşiller ve iklim kriziyle karşı karşıya kaldığımız bu süreçte yeşil politikaların önemi, ciddiyeti ortada. Hükümetin iklim politikaları da ortada. Bu ikisini birleştirdiğimiz zaman ve özellikle neoliberal politikaların Türkiye’de son 40 yıldır etkin olduğunu biliyoruz ama AK Parti iktidarının yirmi küsür yıllık sürecinde de bu politikaların daha da boyutlandığını, hafriyata dayalı bir ekonomik modelin benimsenerek doğa üzerinde çok önemli yıpratıcı etkileri olan pratiklerin ekonomik model olarak nasıl bizlere dayatıldığını biliyoruz.

Çok fazla ekolojik yıkım var tarımdan su kaynaklarına kadar, hava kirliliğine kadar çok önemli ekolojik problemlerimiz var. Ve bu konuları odağına alan, felsefi olarak doğayla uyumlanmayı öneren ve bu alandan çözümler üretmeye çalışan bir Yeşiller Partisi iktidarın pek hoşuna gitmedi diye düşünüyoruz.

İkinci etken olarak da şunu söyleyebilirim: Şu anki iktidarın toplumsal cinsiyet üzerine bir alerjisi var. Ve Yeşiller Partisi tüzüğünden programına kadar toplumsal cinsiyet eşitliğini ve feminizmi temel almış bir parti. 10 temel yeşil ilkeden de birisi toplumsal cinsiyet eşitliği, feminizm ve LGBTİ hakları. Yeşiller Partisi, kadın ve LGBTİ meclisi olan tek parti. Bu vurgular, bu politikalar sanırım hükümet tarafından pek hoş karşılanmamış olsa gerek.

Mecliste sizin gibi yeşil felsefeyi savunanlar neden olmalı?

Zaten partiyi kurarkenki amacımızla bu birbirine paralel. Başta iklim krizi gibi çok ciddi bir sorun var. Bu krizin diğer krizlerden çok önemli bir özel farkı şu ki küresel anlamda mücadele etmeyi gerektiren önemli bir kriz, ulusal politikalarla çözümlenemeyecek derecede önemli ve aynı zamanda yaygın olan yeşil yıkamaya maruz kalmadan gerçek anlamda yeşil politikaların ihtiyaç olduğu bir alan. Bilim insanlarının bizlere söylediği çok önemli bir şey var, iklim kriziyle ilgili önümüzde ciddi adımlar atabileceğimiz 8-10 yılımız var. Çok kısa bir süre. Böyle kısa dar bir süremiz varken, kendisi iktidar olamasa bile diğer partileri etkileyebilecek yeşil politikaları diğer partilerin programına da sokabilecek bir Yeşiller Partisi çok ciddi bir ihtiyaç. Ekolojik yıkımın her halini Türkiye’de pratik ediyoruz. Madenciliğin ve kömüre dayalı enerji sisteminin ülkemize nasıl büyük bedeller ödettiğini, ki iklim krizinin etkilerinden çokça etkilenen bir coğrafyada olduğumuzun uyum ve azaltım politikalarına ihtiyacın ortada olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’de iktidar zaten iklim politikalarıyla kendi niyetini ortaya koydu. İklim krizini inkar etmese bile politik anlamda bu inkarı görebiliyoruz. Paris İklim Anlaşması‘nın gereklerini yerine getirmeyen Avrupa Birliği yeşil mutabakatıyla uyumlanmayla ilgili hiçbir adım atmayan bir hükümetle karşı karşıyayız. Muhalefet partilerinin politikalarını da inceliyoruz, bunların da yetersiz olduğunu görüyoruz. Altılı masanın mutabakat metnini incelediğimizde çok iyi politikalarla, çok kötü politikaların yan yana olduğunu görebiliyoruz. O yüzden Yeşiller’in bu politikalara yapacağı muhalefet çok kıymetli.

Meclis’e giderseniz ilk gündeminiz ne olacak?

İlk gündemimiz herhalde, partimizin kurulması için gerekli gerekli lobinin yapılması olacaktır.

Yeşil politikalar açısından soruyorsanız da yine Türkiye için iklim krizi başta olmak üzere bizim programımızda yer alan bütün politik maddelerin mecliste sesi olacağız. Ekoloji mücadelesinin, iklim mücadelesinin, feminist mücadelenin. Çünkü bizim hem ekolojimiz hem toplumsal hayatımız saldırı altında.

Seçmenlerinize ne söylemek istersiniz?

Türkiye’de siyasetin bir döneme gireceğine inanıyorum. Çünkü on yıllardır mecliste olmayan gençler, kadınlar, işçiler, emekçiler, yoksullar artık bu kesimlerin mecliste yer alması gerekiyor. Biz Türkiye’deki siyaseti zengin erkekler kulübü olmaktan, 65 yaş üstü erkeklerin hem seçildiği, hem oy verdiği bir düzlemden çıkartıp kadınların, gençlerin LGBTİ’lerin, ekoloji mücadelesi verenlerin, küçük çiftçilerin, yani tüm kırılgan grupların temsil edilebildiği, onlar için politikalar üretildiği bir alana dönüştürmek zorundayız. O yüzden seçmenlerin bu duyarlılıkla oy vermesini talep edeceğim.

Rüzgar ve güneş 2022’de küresel elektriğin yüzde 12’sine ulaşarak rekor kırdı

Birleşik Krallık merkezli enerji düşünce kuruluşu Ember tarafından bu yıl dördüncüsü yayımlanan Küresel Elektrik İncelemesi raporu, enerji sektörünün karbondan arındırılma süreci devam ederken, rüzgar ve güneş enerjisindeki rekor büyüme ile küresel elektrik emisyon yoğunluğunun 2022’de tüm zamanların en düşük seviyesine ulaştığını gösteriyor.

Araştırmanın başyazarı Małgorzata Wiatros-Motyka, “İklim için belirleyici olan bu on yıl, fosil çağının sonunun başlangıcıdır. Temiz enerji çağına giriyoruz” dedi.

Elektrik sektörü hiç olmadığı kadar ‘temiz’

Bugün (12 Nisan) yayımlanan raporda yer alan verilere göre;

  • Güneş enerjisi, bir önceki yıla göre %24 oranında artarak ve Güney Afrika’nın tamamına yetecek kadar elektrik üreterek üst üste 18. kez en hızlı büyüyen elektrik kaynağı oldu.
  • Rüzgar enerjisi üretimi ise 2022’de %17 artarak neredeyse tüm Birleşik Krallık’a yetecek kadar elektrik üretti.
  • 2022’de rüzgar ve güneş enerjisi üretimindeki artış, küresel elektrik talebindeki artışın %80’ini karşıladı.
  • Küresel elektrik üretiminde en büyük düşüş nükleer enerjide yaşandı.
  • Türkiye’de rüzgar ve güneş enerjisi 2022 yılında 50,14TWh elektrik üretimi yaparak, toplam elektrik üretimin % 15,46’sını karşıladı.
  • Küresel elektrik üretiminin karbon yoğunluğu 2022’de 436 gCO2/kWh’ye düşerek şimdiye kadarki en temiz elektrik üretimi rekoru kırıldı. Bunun neden de rüzgar ve güneş enerjilerinin 2021’de yüzde 10 olan küresel elektrikteki payının yüzde 12’ye çıkmasını sağlayan rekor büyüme oldu. 

60’ı aşkın ülkenin elektriğinin yüzde 10’undan fazlası ‘temiz enerjiden!

Geçtiğimiz yıl küresel güneş enerjisi üretimindeki artış, Güney Afrika‘nın yıllık elektrik talebini karşılayabilecek kapasitedeydi. Rüzgar üretimindeki artış ise Birleşik Krallık’ın neredeyse tamamına güç sağlayabilirdi.

‣ Oxford raporu: Yenilenebilir enerji daha ucuz sermaye maliyeti sağlıyor

Günümüzde 60’ı aşkın ülke elektriğinin yüzde 10’undan fazlasını rüzgar ve güneşten üretiyor. Ancak, Avrupa Komisyonu‘nun “sürdürülebilir enerji kaynakları” arasında saydığı nükleer üretimdeki düşüş ve daha az yeni nükleer ve hidroelektrik santralinin devreye alınması nedeniyle diğer temiz elektrik kaynakları 2011’den beri ilk kez düşüş gösterdi.

‣ Rüzgar ve güneş 2021’de küresel elektrik üretiminin onda birini karşılayarak rekor kırdı

Doğalgaz aynı kalırken, kömürde sınırlı bir artış meydana geldi

Elektrik sektörü emisyonları 2022’de yüzde 1,3 artarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı. Elektrik üretimi yüzde olarak her zamankinden daha temiz olmasına rağmen, enerji ihtiyacıyla birlikte elektrik kullanımı da artış gösterdi. 

Kömür üretimi, son on yıldaki ortalama büyümeye paralel olarak yüzde 1,1 arttı. Birleşmiş Milletler’in 2021’deki iklim zirvesinde (COP26) kararlaştırılan “kömür gücünün aşamalı olarak azaltılması” 2022’de başlamış olsa da, enerji krizi korkulduğu gibi kömür kullanımında büyük bir artışa yol açmadı.

Doğalgazdan enerji üretimi, 2022’de gaz fiyatlarının küresel olarak yükselmesinin ardından yüzde 0,2 ile son üç yılda ikinci kez önemli bir düşüş yaşadı. Gazdan kömüre geçiş 2022’de oldukça sınırlıydı zira gaz 2021’de zaten çoğunlukla kömürden daha pahalıydı. 2022’de yalnızca 31 GW’lık yeni doğalgaz santrali inşa edildi ve bu son 18 yılda kaydedilen en düşük seviye oldu.

Ancak 2022’de, temiz enerjiye geçiş hızlanırken bile ülkelerin yedek kapasiteyi korumaya çalışmaları nedeniyle, kapanan kömürlü termik santrallerin sayısı son yedi yıldaki en düşük sayıyı gördü.

‣ Rüzgar ve güneş enerjisi, kömür ve doğal gazdaki küresel artışı önledi: 40 milyar dolar tasarruf edildi

2022, fosil enerjideki büyümenin son yılı olabilir

Rüzgar ve güneş, enerji sektörü emisyonlarındaki artışı yavaşlatıyor. Rüzgar ve güneşten elde edilen elektriğin tamamı fosil yakıtlardan gelmiş olsaydı, elektrik sektörü emisyonları 2022’de yüzde 20 daha yüksek olacaktı.

Buna karşın raporu yazan uzmanlar,  geçen yılın elektrik emisyonlarının ‘zirvesi’ ve fosil enerji büyümesinin son yılı olabileceğini, temiz enerjinin bu yıl tüm talep artışını karşılayacağını tahmin ediyor. Sonuç olarak, 2023 yılında fosil üretimde küçük bir düşüş (-%0,3) yaşanacağı, rüzgar ve güneş enerjisinin yaygınlaşması hızlandıkça sonraki yıllarda daha büyük düşüşler olacağı belirtiliyor.

Uluslararası Enerji Ajansı‘nın (IEA) Net Sıfır Emisyon senaryosu da 2050’de ulaşılması amaçlanan net sıfır ekonomi sisteminin on yıl öncesine, yani 2040’a kadar enerji sektörünün net sıfıra ulaşması gerektiğini ifade ediyor.  Bu da 2022’de yüzde12 olan rüzgar ve güneş enerjisinin 2030’da küresel elektriğin %41’ine ulaşması anlamına geliyor. Bu nedenle, elektrikteki dönüşümün takibi, iklim gelişmeleri için kritik önem taşıyor.

‣ Uluslararası Enerji Ajansı’ndan yeni rapor: Güneş enerjisi beklenenden çok daha ucuz

Sadece rüzgar ve güneş üretimindeki saatte 557 Terawatt’lık (TWh) büyüme, 2022’de küresel elektrik talebindeki 694 TWh’lik artışın yüzde 80’ini karşıladı. 2023’te temiz enerjideki büyümenin elektrik talebindeki büyümeyi geçeceği belirtiliyor. Durgunluk dönemleri hariç tutulursa, bu bir ilk anlamına gelebilir.

‣ Rapor: Avrupa’nın kömür kullanımı düşüyor
‣ Dünya Nükleer Raporu: Nükleer, güneş ve rüzgara yeniliyor; küresel payı 40 yılın en düşük seviyesinde

‘Dönüm noktası olarak anılacak’

Ember’in raporuna göre, 2022 yılı dünyanın temiz enerjiye geçişinde bir dönüm noktası olarak hatırlanacak. Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgali, fosil yakıt fiyatlarının artması ve fosil yakıt ithalatı bağımlılığı konusundaki güvenlik endişeleri nedeniyle birçok hükümetin planlarını gözden geçirmesine neden oldu.

Ukrayna’nın işgali sonucu 2022, daha fazla ısı pompası, daha fazla elektrikli araç, daha fazla elektrolizör ile elektrifikasyonun ivme kazandığı bir yıl oldu. Bu gelişmelerin diğer sektörler için emisyonlarda azalma sağlaması ve temiz enerjinin daha hızlı üretilmesi için daha fazla baskı oluşturması bekleniyor.

Rüzgâr ve güneş enerjisinin daha yüksek oranlara ulaşsalar bile bu on yılda yüksek büyüme oranlarını sürdürmesi gerekiyor. Diğer tüm temiz elektrik kaynaklarından daha fazla büyümeye ihtiyaç duyulurken, elektrik talebindeki kontrolsüz büyümeyi önlemek için enerji verimliliğine daha fazla dikkat çekilmesi gerekiyor.

‣ ‘Sekiz yıl içinde elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payı yüzde 70’e yükselebilir’

Rüzgar ve güneş enerjisinin şebekeye entegre edilmesini sağlamak için planlama izinleri, şebeke bağlantıları, şebeke esnekliği ve piyasa tasarımı gibi alanlarla acil çalışmalara ihtiyaç duyuluyor.

Düşen fosil yakıttan enerji üretimi, kömürlü termik santrallerin aşamalı olarak durdurulmasının yanı sıra, ilk kez gazlı termik santrallerin aşamalı olarak durdurulmasının da yakın olduğu anlamına geliyor. Ancak elektrik sektörü emisyonlarının ne kadar hızlı düşeceği henüz netleşmiş değil.

enerji

Uzmanlar ne düşünüyor?

Ember’ın Kıdemli Elektrik Analisti Małgorzata Wiatros-Motyka: “İklim için belirleyici olan bu on yılda, fosil çağının sonunun başlangıcına tanık oluyoruz. Temiz enerji çağına giriyoruz. Sahne, hızlı bir yükseliş gösterecek olan rüzgar ve güneş enerjisinin. Temiz elektrik, ulaşımdan endüstriye ve ötesine kadar küresel ekonomiyi yeniden şekillendirecek. Fosil yakıt emisyonlarının yeni düşüş çağı, kömürlü termik santralin kademeli olarak azaltımının gerçekleşeceği ve doğalgazlı termik santrallerdeki büyümenin yakında sona ereceği anlamına geliyor. Değişim hızla geliyor. Öte yandan tüm bunlar, dünyayı 2040’a kadar temiz enerjiye yönlendirmek için hükümetlerin, işletmelerin ve vatandaşların şimdi attığı adımlara bağlı.”

BM Genel Sekreteri Guterres’in Herkes için Sürdürülebilir Enerji Özel Temsilcisi ve BM-Enerji Eş Başkanı Damilola Ogunbiyi: “Küresel ilerleme cesaret verici olmakla birlikte, yenilenebilir enerjinin benimsenmesinde gelişmiş ülkeler ve Asya‘daki gelişmekte olan ekonomiler lehine orantısız bir şekilde artan eşitsizliği ortaya koymuyor; gelişmekte olan ülkelerin geride kalmamasını ve yüksek karbonlu geleceklere kilitlenmemesini sağlamak için çok daha fazlasının yapılması gerekiyor. Ayrıca, kömür enerjisi 2022 yılında küresel elektriğin yüzde 36’sını üreterek dünya çapında tek en büyük elektrik kaynağı olmaya devam etti; bu da enerji sektörünün yüzyılın ortasına kadar küresel olarak net sıfır hedeflerine ulaşma yolunda ilerlemediği anlamına geliyor; rüzgar ve güneş enerjisinin yaygınlaştırılmasının büyük ölçüde ve acilen hızlandırılması gerekiyor.”

Uluslararası Güneş Birliği Genel Müdürü Dr. Ajay Mathur: “Kümülatif küresel güneş PV kapasitesi son on yılda yaklaşık 942 Gigawatt’a (GW) ulaşırken, küresel rüzgar kapasitesi yaklaşık 853 GW’a ulaştı. Çin, ABD, Hindistan ve Japonya gibi ülkeler küresel güneş enerjisi kapasitesine en büyük katkıyı yapan ülkeler oldu. Son on yılda, güneş ve rüzgâr enerjisi maliyetleri büyük ölçüde düştü (sırasıyla yüzde 82 ve yüzde 34), ancak kömür yakıtlı enerji maliyetleri aynı kalırken nükleer yakıtlı enerji maliyetleri yüzde 61 oranında arttı. Küresel yenilenebilir enerji payı artarken, 2030 yılına kadar net sıfıra ulaşmak için yenilenebilir enerji üretiminin toplam üretimin en az yüzde 60’ını yenilenebilir kaynaklardan karşılaması gerekiyor.

İlerlemenin yolu yenilenebilir enerjiyi hızlandırmaktan ve yenilenebilir enerji teknolojisini küresel bir kamu malı haline getirmekten geçiyor. Finansmanın kolaylaştırılması, bileşenlere ve hammaddelere küresel erişimin iyileştirilmesi ve tedarik zincirinin coğrafi olarak çeşitlendirilmesine yönelik sağlam politikalar bazı zorlukların üstesinden gelecek. Buna ek olarak, sürekli kapasite geliştirme, enerji sübvansiyonlarının fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye kaydırılması ve güneş enerjili mini şebekeler evrensel enerji erişimine doğru daha hızlı hareket edilmesini sağlayacak.”

Rocky Mountain Institute (RMI) Enerji Stratejisti Kingsmill Bond: “Ember’in analizi küresel elektrik sisteminde önemli bir dönüm noktasını yakalıyor. Çin’in öncülüğünde güneş ve rüzgâr enerjisindeki hızlı büyüme, fosil yakıt talebinin zirveye ulaştığı ve gelecekteki tüm büyümenin yenilenebilir enerji kaynaklarından geleceği anlamına geliyor. Yatırımcıların sermaye dağılımlarını bu yeni ortama göre ayarlamalarının zamanı geldi.”

Landscape Endonezya‘nın İcra Kurulu Başkanı Agus Sari:”Fosil elektrik sistemi şu anda muazzam büyüklükte atıl varlık riski barındırıyor. Temiz enerji daha ucuz ve çok daha az değişken. İklim krizinin yaşandığı günümüzde enerji dönüşümü kaçınılmaz. Bu sürece dahil olmayanlar geride kalacaktır.”

Greenpeace Doğu Asya Kıdemli Politika Danışmanı Li Shuo: “Çin, küresel enerji sektörü söz konusu olduğunda 800 kiloluk bir gorildir. Bunun nedeni sadece Çin’in büyüklüğü değil, aynı zamanda elektrik sektörünün gelişimindeki endişe verici eğilim. Çin hiç şüphesiz küresel yenilenebilir enerji genişlemesine öncülük ediyor. Ancak ülke aynı zamanda kömür projelerinin onaylanmasını da hızlandırıyor. Dünyanın başka yerlerinde görülen yenilenebilir enerji ve fosil yakıt arasındaki dengeleme dinamiği, Çin’de karşılıklı olarak birbirini güçlendiren bir ilişki haline geliyor. Bu durum ülkeyi gerçek anlamda karbonsuzlaştırmaya yetmeyecek. Ülkeyi kendisi için belirlediği karbon nötr vizyonuna geri döndürmek için hızlı enerji sektörü reformlarına ihtiyaç var.”

Raporun önsözünün yazarı, Şili Enerji Bakanı Diego Pardow: “Şili son yıllarda dönüşüm sürecinde önemli ilerlemeler kaydetti. Elde edilen son başarılar, Şili’yi yenilenebilir enerjilere yatırım yapmak için en iyi gelişmekte olan ülke konumuna getirdi, sistemimizdeki temiz enerjilerin yüksek penetrasyonuna ek olarak, geçen yılki dönüm noktası, elektrik üretiminde güneş ve rüzgarın ilk kez kömürü geçmesi oldu. Bu açıdan 2023 yılı, özellikle de elektrik sektöründen kaynaklanan emisyonların bu yıldan itibaren azalmaya başlayabileceğini gösteren bu raporun öngörüsü sayesinde, küresel düzeyde umut verici görünmektedir. Ancak önümüzde hâlâ kat etmemiz gereken uzun bir yol, birçok zorluk ve net bir hedef var: her zaman insanı merkeze koyarak hızlı hareket etmeliyiz. Artık mazeret yok.”

Zenginlerin havuzları, yoksulların suya erişimine engel oluyor

Yeni bir araştırma, zengin elit kesimin yüzme havuzlarını doldurma, bahçe sulama ve araba yıkama gibi uygulamalarının, sınırlı su kaynaklarını muazzam miktarlar tüketerek su krizlerini körüklediğini ortaya koyuyor ve bu tür su kullanımlarının kentsel alanları en az iklim değişikliği veya nüfus artışı kadar etkileyebileceğini ekliyor.

Nature Sustainability dergisinde yayımlanan analiz, Güney Afrika‘nın kıyı kenti Cape Town‘a odaklanıyor. Burada kentin en varlıklı iki grubunun, nüfusun 15’inden azını temsil etmelerine rağmen, şehrin su tüketiminin yarısından fazlasından sorumlu olduğu görülüyor.

The Washinton Post‘un aktardığına göre rapor, “Ayrıcalıklı toplumsal grupların sürdürülebilir olmayan tüketim biçimleri, kentsel su krizlerini tetikleyebilir” ifadelerine yer vererek, eşitsizliğin yüksek olduğu diğer şehirler için de bulgularının geçerli olduğunu vurguluyor.

‣ İklim kriziyle mücadele için en zenginlerin yaşam tarzlarını değiştirmesi gerekli

‘Su krizi sosyo-çevresel bir sorun olarak değerlendirilmeli’

Bilim insanları, Miami, Mexico City, Sidney, Londra ve Pekin’in de aralarında olduğu dünya çapında 80’den fazla metropol kentinin son yirmi yılda kuraklık ve aşırı tüketim nedeniyle ciddi su kıtlığı ile karşı karşıya kaldığını belirtiyor.

Araştırmanın baş yazarı ve İsveç‘teki Uppsala Üniversitesi‘nde araştırmacı olan Elisa Savelli, “Sosyo-ekonomik eşitsizlik, bugünün ve yarının kentsel su krizlerine yön veriyor” diyor: “Afeti [su krizini] sosyal-çevresel bir sorun olarak yeniden değerlendirmemiz gerek” diyen Savelli, eşitsizliği, tüketimdeki adaletsizlikleri ve dengesizlikleri ele alan politikalar oluşturulması gerektiğini de sözlerine ekliyor.

‣ Milyonerler 2050’ye kadar dünyanın karbon bütçesinin üçte ikisini tüketecek

Çalışma, şehir genelindeki ortalama su tüketimini analiz etmek yerine, su tüketimini görüşmelere ve odak gruplarına dayalı olarak modelliyor ve medya raporlarından alınan bilgiler ve yağış ve günlük su tüketimi gibi nicel verilerle destekliyor.

Kent halkını gelir düzeyine göre beş gruba ayıran araştırma, elit kesim ile üst-orta gelir grubunun büyük bir kısmının su kullanımının çoğunun bahçe sulamak, havuzları doldurmak ve araba yıkamak gibi zaruri olmayan faaliyetlerden kaynaklandığını ortaya koyuyor. Öte yandan, nüfusun geri kalanının su kullanımı, içme suyu ve hijyen gibi temel gereksinimlere odaklanıyor.

Çalışma, kuraklık zamanlarında, daha varlıklı grupların kamu su kaynaklarına ek olarak için “özel” su kaynaklarını da kullandığını, ancak yeraltı suyuna erişmek için sondaj delikleri açarak tüm şehrin uzun vadeli su kaynaklarını tehdit ettiğini kaydediyor.

‣ Türkiye’de en zengin yüzde 10’luk kesim en yoksul yüzde 50’ye göre yüzde yedi daha fazla karbon salıyor

‘Sıfır gününün en kötü etkileri yaşanmayabilirdi’

2018’de Cape Town, uzun süredir devam eden bir kuraklığın ardından şehrin musluklarının kuruyacağı “sıfır günü”ne yaklaşmaya tehlikeli bir şekilde yaklaşmıştı. Nihayetinde bu tehlikenin önüne geçildiyse de, “sıfır günü” tehdidi bu kez de geçen yıldan bu yana barajları düşük su seviyelerde seyreden başka bir Güney Afrika şehri olan Gqeberha’nın endişe kaynağı haline geldi.

Yerel yönetimler, “sıfır günü”nden kaçınmak için Cape Town’da su tüketimini azaltmaya yönelik adımlar atarken, alınan tedbirlerden en çok etkilenen gruplar, su kullanımlarını banyo yapmak, çamaşır yıkamak ve yemek yapmak gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar azaltmak zorunda kalan düşük gelirli gruplar oldu.

Ayrıcalıklı gruplar, genel olarak su kullanımlarını en çok azaltan grup oldu. Ancak bunun nedeni, yüzme havuzlarını doldurmak gibi yoğun su gerektiren faaliyetleri azaltmalarıydı. Bu azaltıma rağmen, zenginlerin su kullanımları yine diğer gruplarınkini büyük ölçüde gölgede bıraktı.

Rapor, tüm Cape Town sakinlerinin daha eşit miktarda su kullanmış olması durumunda, şehrin “sıfır günü”nün en kötü etkilerinden bazılarını önlemiş olabileceğini ortaya koydu.

Araştırmacıların modeli ayrıca, iklim değişikliğinin (ve bunun kuraklık koşulları ve su kullanımı üzerindeki yerel kısıtlamalar üzerindeki etkisinin) en varlıklı grupların özel sondaj kuyusu kullanımında önemli bir artışa yol açabileceğini ve böylece bölgedeki mevcut yeraltı suyu kaynaklarını önemli ölçüde tüketebileceğini gösteriyor.

‣ Milyarderler, ortalama bir insandan bir milyon kat daha fazla sera gazından sorumlu

BM’den küresel su krizi uyarısı

Savelli, doğa bilimleri alanında daha önce yürütülen birçok çalışmanın, kuraklık veya su güvenliği konularını ele alırken politika veya eşitsizliklerin rolünü dikkate almadığını söylüyor. Su tüketimindeki eşitsizliğin krize yön veren bir faktör olduğuna dikkat çeken Savelli, şunları kaydediyor:

Siyaseti her zaman dikkate almalıyız çünkü suyun yönetilme biçimini, biz insanların suyla ilişki kurma, kullanma ve nihayetinde politika oluşturma biçimimizi etkiliyor. Politikalarımızı gözden geçirmemiz, şehrin su deposunu artırmayı, ek sondaj delikleri açmayı, [su] tarifelerini artırmayı öneren tepkisel politikalardan kaçınmamız gerekiyor çünkü bunlar krizlerin temel nedenini çözmüyor. 

Geçtiğimiz ay, Birleşmiş Milletler azalan su kaynakları ve artan su talebi nedeniyle su arzında bir “küresel kriz” riski yaşanabileceği konusunda uyardı ve kentsel alanlarda su kıtlığıyla karşı karşıya kalan insan sayısının 2016’dan 2050’ye kadar iki katına çıkmasının beklendiğini ve potansiyel olarak 1,7 ila 2,4 milyar insanın etkileneceğini belirtti.