Ana Sayfa Blog Sayfa 512

Yurttaş Phaselis için bir araya geliyor: Doğa katliamına ‘dur’ demek için sen de gel

Phaselis’e Dokunma ve Phaselis İnisiyatifi tarafından Phaselis’i korumak ve alanda yapılacak projeye karşı birlik olarak bir dayanışma ortaya koyabilmek adına bir dayanışma çağrısında bulunuldu. Bu çağrı kapsamında aktivistler Antalya‘nın Tekirova ilçesinde bulunan Phaselis Bostanlık Koyu‘nda projeye karşı 16 Nisan Pazar günü saat 16.00’da bir araya gelecek. Söz konusu çağrıda vatandaşa şöyle seslenildi:

“Gelin, daha geç olmadan bu son kalmış bakir koydaki tarihin, endemik bitkilerin, asırlık ağaçların, caretta carettaların ve tüm vahşi yaşamın sesi olun. Bu katliamı ancak bizlerin güçlü ve kararlı varlığı durdurabilir. Doğa katliamına ve sahillerimizi ticarethaneye çevirmek isteyenlere ‘dur’ demek için sen de gel.”

‣ Phaselis’te yasa dışı inşaat sürüyor, halk ayakta: Suç duyurusu ve Koruma Kurulu’na başvuru yapıldı
‣ Akdeniz’in doğal ve kültürel mirası tehlikede: Phaselis’te 1. Derece Sit Alanına beton dökülüyor
‣ Phaselis’e betona izin vermeyeceğiz

Peki Phaselis’te karşı çıkılan nedir?

Aktivistler ve doğa savunucuları, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Phaselis Alacasu Koyu’da başlattığı ve Phaselis Bostanlık Koyu’nda yapılmak istenen halk plajı projesine karşı çıkıyor. Aktivistlerce yapılan açıklamada bunun sebebine şöyle değiniliyor:

“20 Nisan’a kadar bitirilme emri gelmiş bu iki projenin uygulandığı yerler, hem 1. Derece Arkeolojik SİT Alanı, hem de Milli Park statüsünde. Açılan davalar halen devam etse de henüz yürütmeyi durdurma kararı alınmadı. Alacasu Koyu’ndaki tesis bitmek üzere. Bostanlık Koyu’ndaki ise yeni başladı. Daha ilk günden, Bostanlık Koyu’na yapılacak inşaatın doğal dokuya ve vahşi yaşama ne kadar zarar vereceği ortadadır.

Ayrıca, Bakanlık yetkililerinden alınan bilgilere göre; Phaselis Bostanlık Koyu için 10-15 yıllık çevre gelişim planını da düşünerek, küçük denilen plaj tesisi için yine Milli Park ve SİT sınırlarındaki ormanları aşarak çok kuvvetli bir elektrik alt yapısı getiriliyor. Bu da, plaja kıyısı olan bu ormanların, yakın gelecekte bir otele ve Bostanlık sahilinin de bir otel plajına dönüşeceği şüphesini uyandırıyor.”

Çoğu yöre halkının ve aktivistlerin talan diye nitelendirdiği bu projeye karşı bakir kalan son koyları korumak adına mücadeleye devam ediyor.

İklim krizi, çam kese böceklerinin ortaya çıkma tarihini öne çekiyor

Başta Ege ve Akdeniz olmak üzere Türkiye’nin bir çok bölgesinde bu yılın mart ayı başında biyolojik mücadele etmeye başlanan çam kese böcekleri hem ağaçlara zarar veriyor hem de insan ve hayvan sağlığını tehdit ediyor.

Akdeniz Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Çetin, normal kış koşullarında çam kese böceklerinin gelişimlerinin daha yavaş olduğuna ancak mevsim ortalamalarının 3-4 derece üzerinde seyreden sonbahar ve kış ayları nedeniyle bu yıl daha hızlı gelişim gösterdiklerine dikkati çekti.

Çetin, çam kese böceklerinin Akdeniz’de, Adana, Antalya ve Mersin kıyılarında toprağa inmesinin normal koşullarda 15 Nisan’dan sonra başladığını,  ancak bu yıl bunun martın ilk haftasında gerçekleştiğini; Marmara Bölgesi‘ndeki İstanbul, Kocaeli, Bursa ve Edirne gibi illerde ise normalde mayıs ayında toprağa inseler de bu yıl bu sürenin bir hafta, 10 gün öne çekileceğini tahmin ettiklerini söyledi.

Küresel ısınma: Akdeniz’in büyük sorunu çam kese böcekleri İstanbul’da

Kış dönemlerinde gelişimlerinin kısa olması sebebiyle erken gelişen tırtılların bunları yiyen kuşlarla ve bunlarla beslenen diğer canlılarla karşılaşma olasılığı azaldığına da dikkat çeken Prof. Çetin, “Avcıları ortaya çıkmayınca çam kese böcekleri daha rahat eder duruma geldiler. Hayvanın hızlı yayılışı, üreme gücünün çok yüksek olması maalesef yetersizlik durumunu ortaya çıkardı ve böcek, iklim değişikliğinin de etkisiyle çoğalır hale geldi” diye konuştu.

İklim değişikliği nasıl etkiliyor?

İklim değişikliğinin sadece çam kese böcekleri değil,  birçok böcek türünün popülasyonu üzerinde etkileri bulunuyor. Son yıllarda, özellikle de normalden sıcak geçen kış dönemlerinde artışlarla ilgili kayıtlar da çoğalıyor

Çetin, iklim değişikliğinin çam kese böceği üzerindeki etkisi hakkında şunları söyledi:

“Bu böcekler bir seferde 300’e yakın yumurta bırakıyor ve larvaları, ağaçların üzerindeki tül benzeri yapılar içerisinde yaşıyor. Kısa sürede gelişimlerini tamamlıyor ve toprağa daha erken iniyorlar, bu da gelecek yılın neslinin daha erken ortaya çıkması anlamına geliyor. Yılda normalde bir nesil veren canlının biyolojisi, iklim değişikliği nedeniyle, doğada kendisine zarar veren hayvanlarla da örtüşmeyeceği için kendini korumaya almış gibi oluyor.”

Normal koşullarda Türkiye’de hiç görülmeyen böcek türlerinin iklim değişikliği sebebiyle görüldüğünü ve bunları kayıt altına almaya başladıklarını anlatan Çetin, “Birçok bölgemizde çam kese böcekleri gibi, kabuk böcekleri gibi bazı böcek popülasyonlarının artış gösterdiğini saha gözlemlerimizde açıkça görebiliyoruz. Genellikle yıl içerisinde en az birkaç nesil veren böcekse, iklim değişikliğinin etkisi daha çok ortaya çıkıyor ve yıllık nesil sayıları artıyor. Eğilim böyle devam ederse  çam kese böcekleri gibi yumurta verme gücü yüksek olan, kendini koruyabilen böceklerin istilalarının daha fazla olabileceğini düşünüyoruz” uyarısını yaptı.

Mücadele yöntemleri

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın, çam kese böcekleriyle mücadelede 5-10 yıl öncesine kadar ilaçlama yapıyordu. Ancak bu ürünlerin orman alanlarına zarar verdiğini ortaya çıkınca biyolojik mücadeleye yöneldiler.

Çetin, bu böceklere doğal yaşam alanlarında müdahale edilmemesi gerektiğini, çam kese böceklerinin doğadan çekildiğinde bunu besin olarak tüketen birçok canlının da yok olabileceğini; ancak insanların ve kent hayvanlarının yaşadığı ortamlarda bu canlının bulunmasının problem yarattığını kaydetti:

“Buralara müdahale etmek zorundayız, yoksa insan sağlığı, kedi, köpek gibi sahipli, sahipsiz hayvanların sağlığı açısından çok riskli durumların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Doğal alanlarda ağaçlara budama yaparak, biyolojik yöntemler kullanarak mücadele ederken, kentsel alanlarda, insanlara temas olasılığının olduğu noktalarda farklı uygulamaları hayata geçirmemiz gerekiyor.”

[Bir konu/k] Zehirsiz bir kent mümkün mü?

Temas etmeyin, hayvanlarınızı uzak tutun

Çam kese böcekleriyle temas edilmemesi uyarısını yapan Çetin şunlara da dikkat çekti:

“Küçük çocukların, yaşlı bireylerin, bağışıklık sistemi baskılanmış insanların, astım ve benzeri rahatsızlığı olan insanların uzak durması gerekiyor. Alerjen bir bünyeye sahipseniz mutlaka acil servislere başvurulması gerekir. Tam olarak etkisini bilmediğimiz geleneksel yöntemleri kullanmamaya özen gösterelim, tırtılla temas edildiğinde elimizi yüzümüzü bol suyla en az birkaç dakika yıkayalım ve doktora gidelim. Bilimsel literatürde çok sayıda hayvanın bu tırtıllara teması sebebiyle ağızının, dilinin şiştiğiyle ilgili bilimsel kayıtlar var. ”

 

 

Tekirdağ’da gazetecilerden protesto: Belediye ‘Ben istedim, iptal ettim’ zihniyetiyle yönetilemez

Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi, aynı statüde olan bazı gazetelere yüksek tutarda fatura kesilmesi ve İstanbul merkezli günlük gazetelere de abone olmalarına ilişkin itiraz ve tartışmaların artmasıyla birlikte 2023 yılı gazete abonelik sözleşmelerini iptal etti. Gazeteciler kararı protesto etti.

Belediye tarafından, belirlenen abone bedellerine ilişkin faturaların gazete sahipleri tarafından tek taraflı kesildiğine ve sözleşmenin imzalandığına yönelik gönderilen tebligatlar ise tepkilere neden oldu.

“Kayıtlarımız üzerinde yapılan incelemeler sonucu Belediye Başkanlığımız adına düzenlemiş olduğunuz faturanın tek taraflı imza altına alınan sözleşmeye istinaden düzenlendiği anlaşıldığından, dolayısıyla söz konusu sözleşme ve faturanın geçersiz olması nedeniyle faturanız tarafınıza iade edilmiştir” ifadelerinin yer aldığı tebligatların gönderilmesi üzerine 11 ilçeden yaklaşık 50 gazeteci, Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi Meclis Toplantısı’nda eylem gerçekleştirdi. Gazeteciler, toplantı başladığında, basın mensuplarına ayrılan bölüme kalem bırakarak alkışlar eşliğinde salonu terk etti.

‘Adalet istiyoruz’

Konuyla ilgili açıklama yapan Süleymanpaşa Basın Mensupları Derneği Başkanı Abdullah Yalçın, “Sevgili meslektaşlarım bugün burada dik duruşunuzdan dolayı her birinize teşekkür ederim. Bugün buraya geldiniz ve haksızlığa boyun eğmediniz, tavrınızı belli ettiniz. Bugün bize yapılan bir haksızlığa boyun eğmeyerek, meclis toplantısında kalem bırakarak eylem yaptık. Adalet istediğimiz için; Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Albayrak, ‘ben küstüm, oynamıyorum’ diyerek bütün gazetelerin aboneliklerini iptal etti. Bu noktada tek suçumuz adalet istemekti. Biz bu kararı kınıyoruz, gazetecilerin adalet çağrısına Kadir Albayrak’ın ses vermesini istiyoruz. Büyükşehir Belediyesi ‘ben küstüm oynamıyorum, ben istedim iptal ettim’ zihniyeti ile yönetilemez” dedi.

‘Biz bu faturaları kafamıza göre kesmedik’

Çorlu Medya Yönetim Kurulu Başkanı Rahim Taşkın ise eleştirilerde bulunarak şunları kaydetti:

“Biz bu faturaları kafamıza göre kesmedik. Onların belirttiği sözleşmelere ve fiyatlara istinaden faturalar kesildi. Akabinde bize gelen cevap da şu; ‘Büyükşehir kayıtlarında yaptığımız incelemede tek taraflı fatura kestiniz. Tek taraflı sözleşme imzaladınız’ gibi bir cevapla karşı karşıya kaldık. Durup dururken kimse size fatura kesmez.”

Yorum Gazetesi İmtiyaz Sahibi Gülgün Pala da suç duyurusunda bulunduklarını aktararak şu ifadelere yer verdi:

“Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkesi hak, hukuk, adaletse haftalık fiyatlar aynı olması gerekiyor. Aylık gazetelerin fiyatları aynı olması gerekiyor. İçerisinde bulunduğumuz bir haksızlık, usulsüzlük ve yolsuzluk var. Savcılığa gerekli girişimi yaptık. Bir gazete 4 lira, aynı kalitede aynı sayıda öbür gazete 14 lira olur mu? Düzeltilmesi için talep ettik ama düzeltilmedi.”

Açıklamaların ardından gazeteciler alandan ayrıldı.

Muğlalı aktivistler: Demokles’in kılıcı tepemizdeyken dört dava açtık, yanlışı gizleyemezsiniz

Marmaris Kent Konseyi ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi üyesi aktivistler, son günlerde doğayı Adliye koridorlarında kendilerine açılan davaların duruşmalarda savunuyor. Konuya ilişkin açıklamada bulunan ve kanunun arkasından dolananlara, kanunları hiçe sayanlara ve kamu görevini yerine getirmeyenlere seslenen Komite üyeleri, şu ifadeleri kullanıyor:

“Marmaris Kent Konseyi ve Ekolojik Mücadele Komitesi olarak sürdürdüğümüz çevre, adalet ve ahlak mücadelesinde yola çıktığımızdan daha güçlüyüz. Bugün toplumu, kamu vicdanını temsil eden yapılarla kurduğumuz dayanışma ile mücadelemiz büyümüş, bize dayatılmak istenen projeye yanlış diyenlerin sesi yükselmiştir.”

Ayrıca Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın Sinpaş/Kızılbük projesi için verdiği ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu‘ kararına karşı Muğla Büyükşehir Belediyesi, TMMOB Muğla Mimarlar Odası, Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi ve Marmaris Kent Konseyi tarafından dört ayrı dava açıldığı duyuruldu.

Öte yandan komite ve konsey üyelerinden Ufuk Beytekin 11 Nisan’da, Halime Şaman ise 12 Nisan’da, Sinpaş/Kızılbük’ün kendilerine açtığı ‘haksız rekabet’e dayalı 300 bin TL’lik tazminat davasında hakim karşısına çıkmıştı. Aktivistler Adliye koridorlarından şunları aktardı:

“Biliyoruz Demokles’in Kılıcı gibi başımızda ‘tazminat davalarını’ sallandırmaya çalışıyorsunuz. Ama gördüğünüz gibi ne sustuk ne de korktuk. Yanlışı gizleyemezsiniz!

Yanlışı, her yıl Mavi Bayrak alan kıyılarınız bu bayrağı almadığında görürsünüz. Turist sayısı ve turizm geliri giderek azaldığında yaşam standartlarınızda hissedersiniz. Soluduğunuz havanın kirlenmesinde fark edersiniz. Tarım ürünlerinin kıtlığa ilerlemesinde, sofranıza konulan ürün çeşidi azalmaya başladığında ise yanlıştan kaçma şansınız kalmaz artık.”

Sinpaş/ Kızılbük’ün Marmaris’e dayatmaya çalıştığı yanlışın, Marmaris Belediyesi aracılığı ile kural/yasa tanımaz biçimde ruhsat verilerek meşrulaştırılmaya çalışıldığını belirten aktivistler “Ama bugün, aynı yanlışın kamu vicdanından yana sorumluluk alanlar sayesinde düzeltilmesi, düne göre daha mümkün hale gelmiştir. Marmaris Belediyesi’nin meşrulaştırmak istediği yanlışa, Muğla Büyük Şehir Belediyesi Sinpaş/ Kızılbük’e ÇŞİD Bakanlığı’nın verdiği ÇED olumlu kararının iptal edilmesi için dava açarak dur demiştir” dedi.

İster firma ister idareci olsun; halkın, doğanın yararından yana olmayanların Aşıklar Tepesi’ni “jiletli kapı” ile tekrar kapatmayı planladığını dile getiren aktivistler son olarak şu ifadeleri kullandı:

“İnşaat yasağının yaklaştığı günlerde, yasağın gereğinin yapılmasının takipçisi olacağımızı şimdiden ilan etmiş olalım. Bizler oluşturduğumuz bu toplumsal güçle, önümüzdeki seçimin Türkiye’ye vaat ettiği değişime, adalete ve dayanışmaya inanıyoruz. Doğanın, Marmaris’in, Marmarislinin haklarını savunmaya devam edeceğiz, söz veriyoruz!”

Ne olmuştu?

Marmaris’in İçmeler Mahallesi Kızılbük mevkiinde Emin Hattat tarafından 30 yıl önce inşaatı başlatılan otel, 2009’da Sinpaş Holding’e satıldı.

1988’de Hattat Ailesi tarafından Hema-Que Otel Yatırım A.Ş. adıyla, 150 dönümü ormandan tahsisli toplam 310 dönümlük denize sıfır araziye beş yıldızlı otel yapılması için inşaat başladı. Fakat 550 oda, 1100 yatak kapasiteli otel bitirilemedi. Emin Hattat, 2006’da iflas edince de inşaat tamamen durdu.

Sinpaş Holding, 2010 yılı başında iki koyu içine alan otel inşaatının bulunduğu bu araziye bin 400 lüks konut yapmak için o dönem belde olan İçmeler’de belediyenin fen işleri müdürlüğüne başvurdu.

Belediye konut yapımına izin vermedi ancak Muğla Valiliği , 27 Temmuz’dan 8 Ağustos’a kadar devam eden büyük orman yangınlarından beş gün sonra, devam eden Kızılbük Wellness Resort inşaatı için 13 Ağustos 2021’de ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verdi. Kararın iptali için Eylül ayında Marmaris Kent Konseyi Yürütme Kurulu üyelerince, Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi’nde dava açıldı.

Açılan dava kapsamında hazırlanan bilirkişi raporunda, Valiliğin kararının yasalara aykırı olduğu; projenin kıyıya, denize, bölgedeki endemik türlere ve ekolojik bütünlüğe zarar verdiği tespit edilmişti.

‣Marmaris Kızılbük koyunda bilirkişi keşfi: Yaşanan tahribatı gözlerimizle gördük

Konsey’in Ekolojik Mücadele Komitesi, Sinpaş inşaatı ile ilgili davada Marmaris Belediyesi’nin mahkemeye gönderdiği yazılı beyan sebebiyle Marmaris Belediye Başkanı Mehmet Oktay, İmardan sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı Burak Demirtaş ve İmar Müdürü için “görevi kötüye kullanma” nedeniyle suç duyurusunda bulunmuş, Belediye’ye , Kızılbük Thermal Wellness Resort Otel/Devre mülk projesi için düzenlediği İmar Durum Belgesi ile 56 adet yapı ruhsatının iptali talepli dava açmıştı.

‣ Çevre aktivistlerinden Sinpaş’a izin veren Marmaris Belediyesi hakkında suç duyurusu

Sinpaş’a verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararına açılan davayı kamuoyuna anlatan çevre aktivisti Marmaris Kent Konseyi nedeniyle Halime Şaman’a açtığı 300 bin liralık haksız rekabet davasının ikinci duruşması nedeniyle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü‘nü adliyede kutlayan Şaman, “Umuyoruz ki halkı hakları konusunda bilinçlendirmenin karşılığı tazminat olmayacak” açıklamasını yapmıştı.

‣Sinpaş’ın çevre aktivistine açtığı 300 bin liralık davada ikinci duruşma
‣Kızılbük’te dinamitler patlıyor: Marmaris’ten imdat çığlığı!
‣Kızılbük’e giden HDP’li Çepni: Burada devlet eliyle suç işleniyor, ‘Sinpaş devlettir’ deyin o zaman

Projeye verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararının iptali için açılan dava 6 Temmuz’da görülmüş, duruşma öncesi adliye önünde bir açıklama yapan Marmaris Kent Konseyi Başkanı Ufuk Beytekin şunları söylemişti:

“Marmaris’te Sinpaş’a ait bir inşaat yapılıyor. Biz Marmaris Kent Konseyi olarak bu inşaat hakkında iki dava açtık. Biri ‘ÇED gerekli değildir’ kararının iptali diğeri de verilen imar durum belgesi ve ruhsatların iptali için. Adalete güveniyoruz çünkü bir ülkeyi ülke yapan unsurlardan biride adalet sistemidir. Milli park alanında dinamit patlatıyor olabilirler, inşaat yasağına rağmen şu son yangında dahi çalışıyor olabilirler, bu gücü kendinde görüyor olabilir bu şirket. Arkası kuvvetlidir veya belediyeyle iş birliği içindedir. Bu mücadele sonunda adalet mekanizmasının bizim lehimize karar vereceğine kalben inanıyorum”

[Seçime Doğru] Meryem Göktepe: TİP’i ‘kırmızı çizgisi’ olan laiklik nedeniyle tercih ettim

Video Röportaj: Müjgan HALİS

14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin yedinci konuğu, Türkiye İşçi Partisi’nden aday olan Meryem Göktepe. Öldürülen gazeteci Metin Göktepe’nin ablası ve Toplumsal Bellek Platformu üyelerinden olan Meryem Göktepe; Türkiye İşçi Partisi’nin 3. Bölge, 2. Sıra adayı. Göktepe, sorularımızı yanıtladı.  

*

Adalet mücadelesinden aktif siyasete geçmeye nasıl karar verdiniz?

Benim yaşamım adalet mücadelesinden önce emek mücadelesiyle başladı. 89 bahar eylemleri döneminde kamu çalışanıydım, eylemlere aktif olarak katıldım. Sokaktaki kazanımlarımızla sendikalarımız kuruldu, ülkede kamu çalışanları sendikası bizlerin mücadelesiyle başladı.

Daha sonra KESK kuruldu. İşte emek mücadelesiyle başlayıp daha sonra işte adalet mücadelesini de yan yana yürüttüğüm bir dönemden bugüne geldim. Niye karar verdim? Çünkü yasa yapıcılar bizim irademizi, emeğin, adaletin, kadınların iradesini yansıtmıyor, bunu gördüm. Ve TİP’teki dört vekilin kararlılıklarıyla Meclis’i zorladığını görünce; daha fazla dörtlü olmanın gerektiğini düşündüm.

Türkiye İşçi Partisi’ni tercih etmenizin en önemli nedeni neydi?

Pek çok nedeni var ama en önemli nedeni Türkiye İşçi Partisi’nin kırmızı çizgisi laiklik olması. Biz sosyalistlerin -burada kendi adıma da bir öz eleştiri verebilirim- laikliği çok ötelediğimizi, çok sahiplenmediğimizi gördüm ve Türkiye İşçi Partisi gerçekten laiklik konusunda çok hassas bir yerde duruyor. Milletvekili adaylarımızın tanıtım toplantısında bir kez daha gördüm ki her kesimden temsiliyeti olan adaylar var ve yüzde 40 kadın kotası uygulayan bir parti. Belki benim kırılma noktam deprem oldu. Depremdeki o dört vekilin ve Türkiye İşçi Partili gençlerin, kadınların o bölgede verdiği mücadele çok kıymetliydi. Ben de burada olmak istedim.

Toplumsal Bellek Platformu’nun adalet mücadelesini Meclis’e nasıl taşıyacaksınız?

Toplumsal Bellek Platformu Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e yakınlarını devlet eliyle, devletin ihmaliyle veya devlet kontrolüyle kaybetmiş aydınlar, yazarlar, gazetecilerin yakınlarından oluşuyor. Şimdiye kadar meclise ilettiğimiz bütün talepler AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Bizim yetkileri sınırsız bir adalet komisyonu oluşturulması talebimiz var.

Kardeşim Metin Göktepe’nin davası da bu davalardan. Bir yargılama oldu ama gerçek sorumlular yargılanmadı.

Bir kadın milletvekili adayı olarak, iktidarın Hüda-Par ve YRP’nin yanına alarak saflarını sıklaştırmasına dair yorumunuz?

Bu safları sıklaştırma eğilimi sadece iktidarda değil, muhalefette de var. Muhalefette de isimleri şaibeli, kimliği karanlık olanlar var ne yazık ki.

Ancak düşünün ki; bir iktidar partisinin mensubu, Özlem Zengin tehdit ediliyor ve bu hepimizin risk altında olduğunu gösteriyor. Laiklik inananların da inanmayanların da güvencesidir.

Meclise gittiğinizde bir öncelikler listeniz var mı?

Çok var. Adalet desem kadın cinayetleri eksik kalır. Kadın cinayetleri desem çocuk istismarı eksik kalır. Çocuk istismarı desem kadın emek sömürüsü eksik kalır.

Metin Göktepe’nin de yakın arkadaşı olan Ahmet Şık’la aynı partide olmak nasıl bir duygu?

Ahmet’le o günden sonra hiç bağımız kopmadı zaten, Metin’dir bizim için Ahmet. Pek çok gazeteci öyledir ama Ahmet’in çok ayrı bir yeri var. O yüzden Ahmet cezaevinde tutulurken “Ahmet Şık öldüremedikleri Metin Göktepe’dir” demiştim. Onunla aynı saflarda olmak hem hüzünlü hem sevinçli bir durum benim için.

Fadime Anne nasıl karşıladı adaylığınızı?

Çok sevindi tabii, dua ediyorum diyor. Ama bir yandan da kaygıları var. 90 yaşında kadın televizyon izleyip görüşlerini beğendiği insanların can güvenliğinden endişe ediyor. Bu kaygılarla da olsa sen orada olacaksın diyor.

İklim krizi gıda güvenliğini tehdit eden bitki pandemilerinin yayılımını kolaylaştırıyor

Dünyanın dört bir yanında buğdaylara nüfuz eden bir mantar türünün “benzeri görülmemiş” ölçüde yayılması, bilim insanlarını ekin türlerinin tahribatını en aza indirmek için bunların genetik gözetiminde daha güçlü bir uluslararası işbirliği çağrısında bulunmaya itti.

İlk kez 1985 yılında Brezilya’da tespit edilen buğday kavrukluğu mantarı, zamanla komşu ülkelere de yayıldı.

Daha yakın zamanlı salgınlar Bangladeş ve Zambiya’da ortaya çıktı.

Buğday kavrukluğu, 2016 yılında Bangladeş’te yaklaşık 15 bin hektar tarım arazisine zarar vererek, ülkenin ekili buğday alanının yüzde 16’sından fazlasına yayıldı. Salgın, nüfuz ettiği alandaki mahsulün yüzde yüzüne zarar verdi.

Zambiya’da ise ilk kez görüldüğü 2018 yılından bu yana çeşitli şiddette görülmeye devam etti.

pandemi

‘Gıda güvenliği için büyük tehdit’

Bilim insanları, mantarın enfekte tohumların ithalatı veya rüzgarla seyahat eden sporlar yoluyla diğer ülkelere yayılabileceğinden endişe ediyor.

Buğday kavrukluğu halihazırda Bangladeş’teki sekiz bölgeden 21 bölgeye taşınmış durumda ve bilim insanların bunun özellikle dünyanın en büyük iki buğday üreticisi olan Çin ve Hindistan‘a sıçramasından endişe duyuyor.

University College London ve East Anglia‘daki Sainsbury Laboratuvarı liderliğindeki uluslararası araştırmacılardan oluşan bir ekip, Bangladeş ve Zambiya’yı etkileyen mantarın –Magnaporthe oryzae– kaynağı tam olarak tespit edilemese de, Güney Amerika‘dakiyle aynı genetik soydan olduğunu doğruladı.

Araştırmanın yazarları “Yayılımına son derece elverişli iklim koşullarına sahip üç kıtada buğday kavrukluğunun meydana gelmesi benzeri görülmemiş bir durumdur ve iklim değişikliği ile büyük tarım bölgelerindeki silahlı çatışmalar gibi ikili sorunla şiddetlenen küresel gıda güvenliği için çok önemli bir tehdidi temsil etmektedir” ifadelerini kullandı.

‘COVID-19 pandemisinden ders çıkarılmalı’

Ekip, küresel toplumun COVID-19 pandemisinden ders çıkarması ve koronavirüsün yayılımı ve mutasyonlarını takip etmek için kullanılan benzer genetik izleme yöntemlerini kullanarak mantarın yayılımını takip etmesi gerektiğini ekledi.

Çalışmalarını PLOS Biology dergisinde yayımlayan bilim insanları, eş zamanlı olarak 84 PCR testi kullanarak buğday kavrukluğunun genetik yapısını analiz etti.

Ekip, mantarın uluslararası yayılımının takibinin yanı sıra, Rmg8 geninin mantara dirençli olduğunu, hastalığın ise fungisit strobilurin’e duyarlı olduğunu keşfetti ve genomik takibin, mantarın yayılmasının nasıl kontrol edileceğini anlamak için en iyi yöntem olduğunu vurguladı.

Tarım ve Orman Bakanlığı, durgun sulara yüzer güneş enerjisi sistemi kuracak

Tarım ve Orman Bakanlığı, güneş panellerin ağırlıklı olarak tarım arazilerine kurulmasının ve arazilerin tarımsal amaçların dışında kullanılmasının önüne geçmek için durgun sulara yüzer güneş enerjisi sistemi (GES) kurulması çalışmasına başlayacağını duyurdu.

Dünya ülkeleri, insan kaynaklı iklim krizi nedeniyle küresel karbon emisyonlarının azaltılmasına yönelik çalışmalar kapsamında fosil yakıt temelli enerji kaynaklarının kullanımını azaltarak güneş, rüzgar ve jeotermal enerji gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneliyor.

Milliyet’ten Meltem Güneş’in aktardığına göre, Tarım ve Orman Bakanlığı da arazilerin tarım için daha verimli kullanılabilmesi adına göl, baraj ve gölet gibi durgun sularda yüzer GES’lerin kurulumu ve çevreye etkisine ilişkin bir çalışma başlattı.

‣ Çözüm yüzen güneş panellerinde mi?
‣ Rapor: Tarım arazilerine kurulacak güneş panelleri kuraklıkla mücadelede rol oynayabilir

Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından ilgili birim ve paydaş kurumlarla bir toplantı gerçekleştirildi. Pilot çalışma alanının belirlenmesi, alınması gereken izinler, maliyet ve zamansal planlamaların netleşmesiyle, yüzer GES’lerin, alternatif bir enerji kaynağı olabilirliği konusu çevresel etkileri ile birlikte ortaya konulacak.

Bu kapsamda, su kaynaklarını koruyarak sürdürülebilirliğe, güneşten elektrik enerjisi üreterek de yenilenebilir geleceğe katkı sunulması hedefleniyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın “Türkiye Ulusal Enerji Planı”nda da, Türkiye’nin güneş enerjisi kapasitesinin 2035’e kadar yaklaşık yüzde 500 artışla 52,9 gigavata ulaşması ve güneş enerjisinin en yüksek kurulu güce sahip kaynak olması hedefine yer veriliyor.

Bakanlığın verilerine göre, Konya, Ankara, Şanlıurfa, Kayseri, İzmir, Kahramanmaraş, Gaziantep, Afyonkarahisar, Antalya ve Manisa güneş enerjisinde kurulu gücü yüksek şehirler arasında yer alıyor.

[Seçime Doğru] Yağmur Özgür Güven: Meclis’e gidersem ilk işim Hayvan Hakları Kanunu’nun revizyonu olur

Video Röportaj: Müjgan HALİS

14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin altıncı konuğu, Türkiye İşçi Partisi’nden aday olan Yağmur Özgür Güven. Muğla‘dan aday olarak parlamento seçimlerine girecek olan Güven, aynı zamanda pek çok hayvan hakları örgütünün kuruluşunda ve yönetiminde yer alan bir hayvan hakları aktivisti. TİP’in Muğla’dan beşinci sıra adayı olan Güven, sorularımızı yanıtladı.  

*

Yağmur Özgür Güven kimdir?

İstanbulluyum yedi yıldan beri Muğla Fethiye‘de yaşıyorum. Hayvan hakları savunucusuyum. Kendimi öyle tanımlıyorum. Asıl mesleğim bundan çok farklı, aslında konservatuvar mezunu bir piyanistim. Bir konservatuarda öğretim elemanı olarak uzun yıllar çalıştım. Sonrasında ikinci üniversite programı kapsamında uzaktan eğitimle veteriner teknikerliğini, bitirdim.

2004’ten beri de hayvan hakları mücadelesinin içinde yer alıyorum. Kurucusu olduğum ve şu an yönetiminde olduğum dernekler var. Bunlardan bir tanesi gene Muğla’da kurulmuş, Bodrum merkezli Başka Bir Hayat Diliyorum Derneği. Hem kurucusuyum hem de şu anda yönetim kurulu genel sekreteriyim. Bunun yanında Deneye Hayır Derneği‘nin kurucularından biriyim ve şu anda yönetim kurulu başkanıyım.

Sivil toplumdan aktif siyasete geçmeye nasıl karar verdiniz?

Türkiye İşçi Partisi Muğla milletvekili adayıyım, beşinci sıradan. Aslında hiç böyle bir hayalim yoktu. Fakat süreç birçok insanı olduğu gibi beni de buna itti. 2021 yılından beri Türkiye İşçi Partisi üyesiyim, parti içinde bir hayvan hakları komisyonumuz vardı. Onun içinde de yer aldım. Komisyonun teklifi üzerine böyle bir yola girmem gerektiğini düşündüm, çünkü her şeyde olduğu gibi hayvan hakları meselesi de politiktir. Bizim çeşitli sivil inisiyatifler kurarak sokaklarda, hayvan bakım evlerinde ya da belediyelerde yaptığımız mücadelemiz bir yere kadar işlevsel olabildi. 19 yıl içinde benim vardığım nokta bu. Bundan daha fazlasına ihtiyaç olduğunu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi‘ne misafir olarak gitmenin çok bir işe yaramayıp aslında orada bizden insanların olması gerektiğine inandığım için böyle bir karar verdim.

Neden Türkiye İşçi Partisi?

Kendi açımdan doğru yerde olduğumu hissediyorum. TİP’te hayvan hakları komisyonunun içindeyim ve bu komisyonda çoğunlukla vegan vejetaryen arkadaşlarım var. Bir kuruluş bildirgesi hazırladık ve meseleye nasıl yaklaştığımızı çok net bir dilde, hiç kıyıdan köşeden dolanmadan anlattık.

Kuruluş bildirgemizde dedik ki; tüm ayrımcılıklar, tüm haksızlık ve adaletsizlikler, bu düzenin ürünü olarak birbirlerini beslerler ve bunların hepsi ortadan kalkmadıkça da bu düzen devam edecektir. Sosyalistler hayvan haklarına yaşam hakkı merkezli bakarlar her türlü ayrımcılığı reddederler. Bu ayrımcılıkları reddederek de sömürüsüz bir dünya için mücadelelerini insanların yanı sıra hayvanlar için de verirler, dedik. Bu, benim neden bu partide olduğumu çok güzel özetliyor. Çünkü hayvanları çemberin dışına iten örgütlere kendimi çok yakın hissetmiyorum.

Bu arada ben meclise çok defa gittim. 400’den fazla sivil toplum örgütünün bir araya gelerek kurduğu Hayvan Hakları Yasama İzleme Delegasyonu temsil heyetinde yer alanlardan biriydim. Biz temsil heyetiyle birlikte ihtisas komisyonundaki vekillerle görüşmek için çok defa meclise gittik, her partiden vekillerle görüştük ve o görüşmelerin sonucunda partilerin hayvan haklarına bakışıyla ilgili bir miktar fikrimiz var. Daha doğrusu benim gidecek başka bir yerim olmadığını düşündüm.

Vegansınız, değil mi?

Evet, ben kendimi ‘hayvan hakları savunucusu’ olarak tanımlıyorum. Zaten böyle tanımladığınızda hayvan çıktısı yememek, içmemek, giymemek, sirke gitmemek, kürk giymemek, hayvan deneylerinin yerine hayvansız-bilimsel alternatif yöntemleri talep etmek gibi altında bir sürü şey var.

Vegan dediğimizde bir beslenme şekli gibi algılanıyor ama biz hayvan hakları savunucularının derdi kilo vermek, sağlıklı ve daha uzun yaşamak değil; hayvanların da eşit yaşam hakkına sahip olduğuna duyduğumuz inanç.

Sizce hayvan düşmanlığı ve türcülük neden yaygınlaştı?

Hayvan hakları tüm diğer şeylerin yanında; kapitalizme, gerici düşüncelere ve gerici eylemlere karşı da politik bir mücadele alanı. Dolayısıyla bu saray rejiminin beslediği şeylerden bir tanesi de bu oldu diye rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü siz iktidar olarak hazırladığınız yasalarda hayvan aleyhine maddelerle hayvanlara karşı düşmanca tavır ve tutumları olan insanlara cesaret verirseniz, zaten bu sonuç kaçınılmaz. Hayvana şiddet hiç yoktu da AK Parti‘yle mi geldi? Hayır. Hayvana şiddet hep vardı ama bu hükümetin beslediği şeylerden bir tanesi de hayvanlara ve özellikle onları savunan, onları besleyen insanlara karşı düşmanlığın yaygınlaştırılması oldu.

Çok değil geçen Haziran’da hayvan besleme tartışması sonucunda İzmir‘de Bayraklı‘da bir aileden üç kişi sokak ortasında yirmi sekiz kurşunla katledildi. Yasal süreci hala devam ediyor, önümüzdeki ayın 12’sinde son duruşma yapılacak. Sosyal medyada o aileden hala hayatta olan üyelerin tweetlerinin altına yapılan yorumlara baktığınızda inanın, kanınız donuyor ve insanlığınızdan utanıyorsunuz. Geldiğimiz nokta bu. Çünkü bu iktidar her konuda toplumu o kadar birbirine düşmanlaştırdı, o kadar ayrıştırdı ki artık insanların çok temel konularda bile birbirlerine tahammülü kalmadı. Bu tahammülsüzlükten hayvanların da nasiplendiğini görmek çok da zor değil.

Meclise gitme şansınız olursa listenizde ilk sırada neler var?

O kadar net ki; listede ilk sırada, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu‘nda bu hükümetin yaptığı tahribatı geriye döndürmek var. Bu kanun 2004 yılında çıkmıştı, o zaman için günün şartlarına göre ihtiyaçları karşılayan bir kanundu. Ama uygulanmadı bu kanun, layıkıyla denetlenmedi de. Biz çoğunlukla bakanlık bürokratlarının iki dudağının arasında yaptığımız şikayetler karşısındaki yaptırımları bekleyip durduk yıllardan beri. Dolayısıyla ilk maddede kesinlikle Hayvanları Koruma Kanunu’nun yeniden revizyonu olur. Bu kolay olmayacak ama zaten hak mücadelesinde ne kolay olur ki?

Belediyelere yönelik bakımevi talepleriniz de görmezden mi geliniyor?

Kesinlikle görmezden geliniyor. Belediye hayvan bakımevi kurulmayınca sokaktaki popülasyon artıyor. Böylelikle insanların şikâyeti artıyor, istenmeyen olaylar yaşanabiliyor. Neticede de bunun suçlusu da hayvan gibi görülüp sosyal medyada hayvanları koruyanlarla işte mağdur olanlar ya da yapay mağduriyetler yaratmak isteyenler birbirine giriyor. Tabiri caizse bir savaş hali. 1300 belediyeden sadece işte 200-300’ü bakımevi kurduğu için oluyor. Ki bunların da yüzde 99’u etkin bir kısırlaştırma çalışması yapmıyor. Gene kısırlaştırma yükü bağışlarla zar zor kendini döndüren derneklerin üzerine yıkılıyor.

Hayvan Hakları Yasama İzleme Delegasyonu’nun olmazsa olmazlarından biri belediyelerin de ceza kapsamına alınmasıydı. Bu da yapılmadı. Yani hayvana şiddet denince zannediyoruz ki şiddetin yüzde 95’i vatandaş tarafından yapılıyor. Hayır. Hayvana şiddetin büyük bir kısmı belediyeler tarafından yapılıyor; yetkin olmayan kişilere, yasa dışı şekilde narkotik maddeler kullandırılarak yapılan yasa dışı toplamalarla, hayvanlara uygun olmayan araçlarla çöp arabasına tıkarak, ormana-oraya buraya atarak.

Bizim aracılığımızla seçmenlerinize ne söylemek istersiniz?

Eğer hayvanların da insanlar gibi bu dünyanın birer paydaşı olarak bu dünyada yaşama hakkı olduğunu düşünüyorsanız, -hayvan deyince lütfen sadece kedi ve köpek anlaşılmasın-, yunus gösteri merkezi adı altındaki yunus esaret hanelerindeki yunusların küçücük tanklar yerine açık denizde okyanusta yaşamasını istiyorsanız, hayvanat bahçelerinde 40-50 yıl boyunca şempanzelerin karda kışta kaloriferlere tutunarak yaşamasına karşı çıkıyorsanız, deney laboratuvarlarında çoğu tekrar deneylerle aslında bilime katkıdan çok birilerinin akademik yükselmesiyle birlikte gelecek maaş artışı için hayvanların çok acı süreçlerden geçerek deneylerin birer aparatı olması sizin içinizi yakıyorsa hayvan hakları savunucularının mecliste olması için size destek vermelisiniz.

Ek olarak dağdaki ceylanların, geyiklerin bir ihaleyle 40-50 bin lira karşılığında gerek yurt içinden gerek de yurt dışından gelen avcılara para karşılığında öldürtülmesine karşı çıkıyorsanız, bunu ahlaken doğru bulmuyorsanız mecliste hayvan hakları savunucularının olması gerektiğini zaten siz de düşünüyorsunuz demektir.

Araştırma: Balıklardan sonra akbabalar da plastik atıklarla beslenmeye başladı

Deniz kuşlarından balinalara kadar birçok deniz canlısının plastik atık yediği ve bu nedenle ölüme varabilen sağlık sorunları yaşadığı yaygın olarak biliniyor. Yeni bir çalışma ise, bu durumun bir örneğinin karada yaşayan hayvanlardan,  akbabalarda da gözlemlendiğini ortaya koyuyor.

Frontiers in Ecology and Evolution dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, kara akbaba (Coragyps atratus) ve hindi akbabalarının (Cathartes aura) düzenli olarak plastik atık yediğine ve hatta bunu bilerek yapıyor olabileceklerine işaret ediyor.

‣ İncelenen 50 deniz canlısının hepsinin bağırsağından mikroplastik çıktı

ZME Science‘ın aktardığına göre, kara akbabaların insan yapımı yapıları ve kaynakları kullandığı, örneğin elektrik direklerine ve baz istasyonlarında tünediği, terk edilmiş binalara yuva yaptığı ve düzenli olarak sokak pazarlarında, çöplüklerde ve depolama alanlarında yiyecek aradığı biliniyor. Hindi akbabaları da kentsel ortamlarda elektrik direkleri gibi insan yapımı kaynakları kullanabiliyor.

Önceki araştırmalar, en azından 1980’lerden beri kara akbaba kusmuğunda plastik materyal bulunduğunu gösteriyor. Akbabaların plastik materyalleri bilerek yutuyor olabileceği gibi, bu materyalleri kemik zannederek veya leşlerin bünyelerinde bulunan plastikleri de yiyor olabileceği düşünülüyor. Plastiklerin, bu canlıların sağlıkları üzerindeki etkileri ise henüz tam olarak bilinemiyor.

akbaba
Fotoğraf: Shawn P. Carey
‣ Sri Lanka’da son sekiz yılda en az 20 fil plastik çöp yemekten hayatını kaybetti

‘Bilerek yiyor olabilirler’

ABD‘li bilim insanları, yeni bir çalışmada kara ve hindi akbabalarının yediği plastik miktarının kentlere yakın veya uzak olmalarına göre tahmin edilebileceğini, kentsel alanlardaki ticaretin yoğun olduğu bölgelerde plastik yeme oranlarının arttığını kaydediyor.

Araştırmanın baş yazarı Hannah Partridge, “Kentsel gelişimin ve gıda ticaretinin daha yoğun olan bölgelerde kara akbabalar ve hindi akbabaları daha fazla plastik tüketiyor” diyor: “Genelde tahmin edildiği gibi, bu plastikları yalnızca kazara değil, bir kısmını kasıtlı olarak yiyor olmaları mümkün.”

akbaba

‣ BM: Göçmen kuşlar plastik kirliliğine karşı çok savunmasız
‣ Hollanda’daki çiftlik hayvanlarının etinde, sütünde ve kanında mikroplastik tespit edildi

Kentsel arazi arttıkça, akbabaların yediği plastik oranı da artıyor

Araştırmacılar, 2,8 milyon insanın yaşadığı Charlotte Metropolitan Bölgesi‘nde kara ve hindi akbabaları tarafından paylaşılan sekiz ortak tüneği inceledi. Akbabaların kustuğu binden fazla sindirilmemiş örnek toplayan bilim insanları, bu örneklerin yüzde 60’ının plastik olduğunu tespit etti. Diğer bileşenler arasında toprak, taş, metal ve hayvan kalıntıları bulunuyor.

Ekip, kusmuk örneklerinde farklı plastik malzeme türleri tespit etti. En yaygın türler silikon kauçuk, yüksek yoğunluklu polietilen, polietilen ve silikat biyopolietilen oldu.

‣ Plastik yutan yavru deniz kaplumbağalarının çok azı hayatta kalabiliyor

Araştırmacılar daha sonra, plastik miktarı ile en yakın depolama alanına olan uzaklık, hayvancılığın yoğunluğu, gelişmiş arazi örtüsü miktarı ve mağazalar, süpermarketler ve restoranlara gibi ticari gıda sağlayıcıların yoğunluğu arasındaki ilişkiyi araştırdı ve kentsel arazi örtüsü ve gıda sağlayıcıların yoğunluğu arttıkça, kusmuk kütlelerindeki plastik oranının da arttığını tespit etti.

Bilim insanları araştırma sonuçlarına dayanarak, kara akbabaların plastikleri yiyecek sağlayıcıların çöplüklerinde yiyor olabileceği sonucuna vardı.

Partridge, “Kara akbabalar genellikle geceleri bir fast food restoranına yakın bir elektrik direğinde tünüyor ve sabah ilk iş doğruca çöp kutusuna uçuyorlar. Hindi akbabaları bunu daha az yapıyor” diyor.

akbaba
Fotoğraf: Steve Hall / Adirondack Wildlife Refuge
‣ Plastik atıkların yol açtığı ilk hastalık tanımlandı: Plastikoz

Akbabaların plastik yemesi nasıl önlenebilir?

Araştırmacılar, restoranlardan süpermarketlere kadar tüm gıda tedarikçilerine çöplerinin uygun şekilde paketlenmesini, çöplerin çöp kutusuna atılmasını ve çöp kutularının kapalı tutulmasını öneriyor.

Ekip ayrıca tek kullanımlık plastiklerin daha çok yerde yasaklanmasının da fark yaratabileceğini söylüyor.

İklim kampanyası: AB çapında balıkçılık endüstrisine yakıt sübvansiyonunu kesin

Raporun yazarlarından Dr. Laura Elsler, “Veriler, yakıt sübvansiyonlarının en büyük yayıcıları destekleyerek düşük karbonlu balıkçılığa geçiş yolunda durduğunu açıkça gösteriyor” dedi.

Çalışmaya göre AB, balıkçılık filoları litre başına 33 sent vergilendirilirse yılda 681 milyon Euro ve karayolu taşımacılığı kullanıcılarına uygulanan litre başına ortalama 67 sent vergiyi öderse 1.4 milyar Euro kazanabilir.

Balıkçı filoları için ‘olağanüstü düşük’ vergilendirme oranı

Raporun ortak yazarı, İzlanda Üniversitesi’nden Dr Maartje Oostdijk, karbondan arındırma hamlesini finanse etmek için vergi akışlarının değiştirilmesinin AB’nin “sürdürülemez ve kârsız balıkçılıktan gelir destekleyici ve çevreye duyarlı kamu parası kullanımına geçmesine” yardımcı olacağını belirtti.

AB, fosil yakıt sübvansiyonlarını aşamalı olarak kaldırmaya kararlı olduğunu söylese de Yeşil Mutabakat kapsamındaki bir enerji vergisi incelemesi, balıkçı tekneleri için yalnızca litre başına 3,6 sentlik olağanüstü düşük bir endüstri vergisi oranı öneriyor.

Bu vergi bandına bile, Fransa, İspanya ve Kıbrıs gibi balıkçılığın ağırlıkta olduğu ülkeler karşı çıkıyor.

Kampanyacılar, kademeli olarak uygulanan yakıt vergisinden elde edilen gelirlerin, rüzgar destekli uygulamalar, piller ve yeşil hidrojen sistemleri gibi balıkçı tekneleri için alternatif teknolojilerin araştırılmasını ve piyasaya sürülmesini finanse etmek için kullanılabileceğini söylüyor .

Raporda ayrıca, limanları aydınlatmak ve hedef dışı avlanmayı azaltan yakıt açısından daha verimli av araçları sağlamak için dekarbonizasyon projeleri öneriliyor: “AB balıkçılık endüstrisi, iklim değişikliği ve aşırı av gibi ikili zorlukla karşı karşıya. Bu nedenle, karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik herhangi bir yatırım, balıkçılık endüstrisi kapasitesinin yerini almalı, onu artırmamalı.”

Ne kadar az balık o kadar fazla emisyon

Öte yandan tükenmeye yüz tutan balık popülasyonları da daha fazla emisyona neden oluyor çünkü balıkçı tekneleri aynı miktarda balığı yakalamak için daha uzun süreler boyunca denizde kalıyor.

ABD, geçen salı günü, aşırı avlanma veya koruma statüsü bilinmeyen türlerin avlanmasına karışan gemilere verilen sübvansiyonları sona erdirmeyi taahhüt eden bir Dünya Ticaret Örgütü anlaşmasını imzaladı .

Yeşil hukuk grubu ClientEarth’ın avukatlarından Flaminia Tacconi, AB balıkçı teknelerinin yakıt emisyonlarını zaten azaltmış olmasının doğru olduğunu, ancak bunun tek nedeninin “çok az balık için çok fazla sübvansiyonlu tekne olması ve sektörün uyum sağlamak zorunda kalması” olduğunu söyledi:

“Bir yandan sektöre fosil yakıtlardan uzaklaşmasını söylerken, diğer yandan da dolaylı fosil yakıt destekleriyle finanse etmeye devam ederseniz, bu akaryakıt desteklerini sürdürmek şizofrenik bir yaklaşım olur”

Our Fish kampanyasının yöneticisi Rebecca Hubbard da”Daha iyi sosyal, çevresel ve ekonomik sonuçlarla balıkçılık endüstrisini desteklemek için yapabileceğimiz daha pek çok şey var. Yine de AB daha önce kendi sektörü yerine fosil yakıt şirketlerine fon sağlamayı seçti ve balıkçılık sektörünü de desteklemeye devam ediyor. Mantıklı değil” diye konuştu.

Europêche balıkçılık endüstrisi derneğinin direktörü Daniel Voces de Onaíndi ise, AB balıkçılarının 1990’dan bu yana sera gazı emisyonlarını yarı yarıya azalttığını söyledi: “Ancak, alternatif  teknolojilerinin veya net sıfır karbonlu yakıtların yokluğu göz önüne alındığında, akaryakıt vergilendirmesi karbonsuzlaştırmaya herhangi bir geçiş sağlamayacaktır. [Mevcut] emsalsiz akaryakıt fiyatlarının altında sadece sektörü ve hatta daha fazlasını cezalandıracaktır.”