Ana Sayfa Blog Sayfa 493

[Seçim Günlüğü] Kılıçdaroğlu: En düşük memur maaşını asgari ücretin 2,5 katına çıkaracağım

Millet İttifakı‘nın cumhurbaşkanı adayı ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sosyal medyadan son yayınladığı videoda memurlara seslendi. “Memurlar perişan edilmiştir. Açıkça söylemek gerekirse tarumar edilmiştir. Evleri barkları viranedir. Borca sürüklenmişlerdir. Ben bu haksızlığa seyirci kalamam. Ben rakam insanıyım. Rakama bakarım, kararı veririm” diyen Kılıçdaroğlu, memurlara şu vaatte bulundu:

“2012 yılında en düşük memur maaş asgari ücretin 2 buçuk katıydı. Şu anda bu oran 1.4’lere kadar geriledi. İşte bu yüzden iktidara gelir gelmez en düşük memur maaşını asgari ücretin 2 buçuk katına çıkaracağım. Yani bugünün tutarlarıyla söyleyecek olursam, en düşük memur maaşı net 21 bin 265 lira seviyesinde olacak.”

‘Memurlara baharı getirecek biri varsa inanın bana o da Bay Kemal’dir’

Hayatının 27 buçuk yılını devlette geçirdiğini ifade eden Kemal Kılıçdaroğlu, videoda şu ifadeleri kullandı:

“Memurlara baharı getirecek biri varsa inanın bana o da Bay Kemal’dir. Ha şunu da ekleyeyim; memurlarımız tek sorunu maaş da değil.

Birçok sorunla cebelleşiyor boğuşuyorlar. Hepsini biliyorum. Mesela polislerin çalışma saatleri günde 12-13 saati, ayda 240-250 saati buluyor. Polis intiharlarının arkasında yatan sebeplerden biri de bu.

1 milyon 200 bin öğretmenimiz, geleceğimizin teminatı evlatlarımızı emanet ettiğimiz kıymetlilerimiz. Kalabalık sınıflardan, okullarda hijyen sorununa ve malzeme sıkıntısına kadar pek çok imkansızlıklar içinde görevlerini yapmaya çalışıyorlar. Bugün Denizli mitingimizde de söyledim.

‘Atama bekleyen 100 bin öğretmenimizi öğrencileriyle buluşturacağız’

15 Mayıs’tan sonra 100 bin yeni güvenlik personeli atayacağız. Atama bekleyen 100 bin öğretmenimizi, öğrencileriyle buluşturacağız. Sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen, kadrolu öğretmen gibi ayrımları ortadan kaldıracağız. Tüm öğretmenler kadrolu olacak. Daha neler yapacak neler bu Bay Kemal. Bekleyin, görün.”

TTB: Hekimler için ‘dövülebilir’ demek ‘suç işlemeye tahrik’tir

Samsun‘da sokakta Youtube’daki “Mikrofondasın” kanalında vatandaşlara mikrofon tutulmuş, bir vatandaş hekimleri “dövebilir” duruma gelmesini “gelişme” olarak gördüğünü ifade etmiş, video sosyal medyada yayılmış ve yoğun tepkiler almıştı. Türk Tabipleri Birliği‘nden (TTB) da bir açıklama yapılarak söz konusu videoya “Kanalın sahibi ve bir günlüğüne ünlü olanlar arasına katılan beyan sahibi kendilerinden memnun olabilirler. Ancak bu zihinleri zehirleyen ortamı yaratanlar, hekimlere yönelen tüm saldırıların da esasen azmettiricileridir” ifadeleriyle tepki gösterildi. Ayrıca açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Türk Ceza Kanunu’nun ‘Suç işlemeye tahrik’ başlıklı 214. maddesi ‘Suç işlemek için alenen tahrikte bulunan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır’ hükmünü içermektedir ve korunmak istenen hukuki yarar kamu barışıdır. Aleni olarak gerçekleştirilen bu tür fiillerin, kamu barışı açısından ifade ettiği tehlike nedeniyle, zararlı neticenin doğması gerekmemektedir.

Türkiye’de hekimler halihazırda tehlike altındadır, birkaç gün içinde üç ayrı ilde saldırı yaşanmıştır. Türk Tabipleri Birliği hekimlerin yanındadır. Suç işleyenler ve suça tahrik edenler hakkında suç duyurularında bulunulacaktır.”

TTB, kanalın sahibini tüm hekimlerden özür dilemeye ve sorumluları şiddet dilini bırakmaya ve yetkilileri de göreve davet etti.

Ayrıca açıklamada kanalın tanıtımında yer verilen “tarafsız” ifadesine işaret edilerek ” Gazetecilik meslek ilke ve kuralları şiddete, şiddete çağrıya ve bu yönde tahriklere karşı taraf olmayı gerektirmektedir” hatırlatması yapıldı.

 

[Seçime Doğru] Perihan Koca: Nebati Mersin’de HÜDAPAR’la çalışıyor, mitinglerine HÜDAPAR’lılar gidiyor

Video Röportaj: Müjgan HALİS

14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin on yedinci konuğu, Yeşil Sol Parti Mersin 2. sıra adayı ve Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖH) Sözcüsü Perihan KocaKoca ile Mersin’in ana gündemi Akkuyu ve seçim üzerine konuştuk.

*

Aday olduğunuz Mersin’de Akkuyu Santrali’nin açılışı vardı, parti olarak nükleere karşı tavrınız nedir?

Mersin aslında ekolojik yıkımın derinleştiği, yaşadığımız felaket çağının bütün yıkım ve kriz etkilerini yaşadığımız kentlerden bir tanesi. Bunların başında da nükleer santral geliyor. Geçtiğimiz gün AKP-MHP iktidarının Rusya‘yla yapmış olduğu iş birliği dolayısıyla Çernobil‘in 37 yıl dönümünde nükleer yakıt üzerinden bir seçim pazarlığı bu topluma vadedilmiş oldu.

Geçtiğimiz hafta Yeşil Sol Parti olarak ve Yeşil Sol Parti’nin etrafında kenetlenmiş olan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın özneleri olarak Nükleer Karşıtı Platform’la bir toplantı gerçekleştirmiştik. Biliyorsunuz Nükleer Karşıtı Platform seçimlere giderken, “nükleer santrali kapatacağız” demeyen hiçbir partiye oy vermeyeceğimi ilan etti. Bu açıdan önemli bir şartname yayınlamış oldu.

İklim Adaleti Koalisyonu‘nun birçok öznesinin de Mersin’e akın ettiği bir buluşma gerçekleştirdik. Bu buluşmada hem ekokırım yasasını gündem ettik hem de nükleer karşıtı mücadelemizi birleştirdiğimiz, bir yan yana geliş sağlamış olduk, Akkuyu’ya gittik ve Akkuyu’ya her gidişimizde olduğu gibi devlet şiddetiyle karşı karşıya kaldık. İki gündür bu açıdan yoğun bir eylem pratiği içerisindeyiz. Emek ve Özgürlük İttifakı olarak 24 Eylül’de bir halkçı program ilan etmiştik; ekosistemin korunması bizim önceliklerimizden bir tanesi. Zaten Yeşil Sol Parti’nin beyannamesi, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın siyasal programı mücadelenin içerisinden süzülmüş ilkeler malzemesi olarak algılanmalı. Çünkü biz masa başı bir ittifak ya da masa başı bir parti pratiği sergilemiyoruz. Ekoloji mücadelesinin içerisinden gelen, sokaktan gelen mücadele özneleriyle bu talepleri yan yana getirmiş olduk.

Bir diğer özellikle altını çizmek istediğim şey de şu: Anti kapitalist bir mücadeleyi örgütlemek zorundayız. Çünkü bugün kapitalizmin yaratmış olduğu tahribatla karşı karşıyayız. Yani kapitalizmin emeğe, doğaya, kadın sömürüsüne olan tahribatı artık bugün dünya ölçeğinde derinleşen bir iklim krizi gerçekliğini, bir ekolojik kriz gerçekliğini, bir uygarlık krizini açığa çıkartmış durumda. Bu açıdan da dünya tarihinde belki de daha önce hiç yaşanmamış denli özel bir anı, özel bir dönemi yaşıyoruz. Ekolojik dengelerdeki bozulma bu açıdan çok açık ve net bir şekilde aslında herkesin hissedebildiği bir boyuta ulaşmış durumda.

Şu da açık bir şey ki sadece Mersin değil Akdeniz ekosistemi bir nükleer çöplük olma vaadiyle karşı karşıya. Bu bizim için ölüm demek. Bu bizim için yıkım demek. Bu bizim için bir katliam projesi demek. 6 Şubat depremlerinden sonra Akkuyu’daki nükleer santralin temelinde iki önemli çatlak olduğunu öğrendik. Yani bir nükleer sızıntıyla karşı karşıya kaldığınız zaman bu yaşamın bütün canlıların, doğanın bütün türlerinin ölüme sürüklenmesi anlamına gelecek. AKP-MHP iktidarı sadece faşizmin tahkim edilmesi pratiğinden doğru hareket etmiyor aynı zamanda sermayenin sözcülüğünü yapıyor ve sermayenin hareketi sürdükçe doğayla, ekosistemle arasındaki uzlaşmaz çelişki de çok net bir şekilde açığa çıkıyor.

Mersin’de rakibiniz bakan Nureddin Nebati. Seçmeniniz bu karşı karşıya gelişin farkında mı?

Çok net farkında. Tarihsel olarak politik bir kentin üzerinde konumlanıyoruz Mersin’de ama güncel olarak özellikle 6 Şubat depremlerinden sonra açığa çıkan enkazla birlikte halkta, “artık yeter” duygusu çok önemli bir noktaya varmış durumda.

Nureddin Nebati 21 yıllık krizin, yoksullaşmanın, mülksüzleşmenin, savaş politikalarının sorumlusu olan bir bakanlık koltuğunda oturuyor. Bu bakanlık koltuğunda otururken kendi söylemini şuradan kuruyor; son söylediği sözlere bakacak olursak “onlar patates, soğan diyor, biz TOGG diyoruz” diyor. Aslında halkın yoksulluğuyla, halkın mülksüzleşmesiyle, halkın borçlanmasıyla, kıyım politikalarına doğru sürüklenmesiyle dalga geçen bir iktidar gerçeği ve onun sözcüleriyle karşı karşıyayız. Burada Mersin halkının Nebati’nin mitinglerine vermiş olduğu reaksiyon da halkın tepkisini ve taleplerini çok net bir şekilde gösteriyor. Biliyorsunuz Cumhur İttifakı tarihin en gerici ittifakını HÜDAPAR ve Yeniden Refah Partisi‘yle yan yana gelerek gerçekleştirmiş oldu. Kentte Nureddin Nebati’nin yapmış olduğu mitinglerde AKP‘nin tabanından çok özellikle HÜDAPAR’ın tabanının ona eşlik ettiğini söylemek gerekiyor ve kendi söylemini-eylemini de daha çok HÜDAPAR’lıların beyannamesi üzerinden şekillendirmeye çalışıyor.

AKP’nin tabanında çok ciddi bir çözülüş var. Kampanyamızı sürdürürken AKP’li seçmenle yan yana geldiğimizde, kendi aralarında kullandıkları şöyle bir kavrama denk geldik: Park etmek. Bugün korku eşiğinin aşılmaya başladığı bir moment varken AKP’nin tabanı hala o korku kıskacının içerisinde. Diyorlar ki; “14 Mayıs’ta biz seçmen sandığımızın olduğu okullara gideceğiz, oraya park edeceğiz ve duruma bakarak oy kullanmayacağız. Ama eğer AKP bir şekilde faşizmi tahkim edebilirse, oradan başarıyla çıkarsa ‘oy kullandık’ diyeceğiz.”

AKP seçmeniyle pazarlarda karşı karşıya geldiğimizde özellikle kadınlar daha çok konuşuyor, erkekler onları susturmaya çalışıyor. Biraz kadın hareketinin de meşruiyeti, kadın hareketinin de iradesiyle ilişkili bir şekilde bize açıktan ama sessiz bir şekilde AKP’ye oy vermeyeceklerini ifade ediyorlar. Ben, bu tepkinin, bu rahatsızlığın, bu reaksiyonların mutlaka ve mutlaka 14 Mayıs seçimlerinde sandığa yansıyacağını düşünüyorum.

Parti olarak en çok kadın aday gösteren partisiniz. Kadınların meclise gitmesi neden önemli?

Bugün temsili demokrasinin sınırlarına geldiğimiz bir dönemi yaşıyoruz. 14 Mayıs seçimlerine giderken kadınlar bu seçimlerde tayin edici bir yerde duruyor. Seçim kampanyasında sahada en önde kadınlar var, bu da bir tesadüf değil. Çünkü bu seçim ve sonrasında yaşanacak yeni süreç, bizim için hayat memat meselesi. Yeni bir toplumsal sürecin inşasına mı gideceğiz yoksa faşist bir diktatörlüğün inşasına mı gideceğiz, şeklinde bir referandum oylanacak çünkü. Ve kadınların iradesinin Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, Yeşil Sol Parti’nin etrafında kenetlenmiş olması da tesadüfi değil. Çünkü biz kadın mücadelesinden aldığımız güçle bir iradi alan yaratmış durumdayız. Hem siyasette kadınların söz, yetki, karar sahibi olduğu bir iradeyi temsil ediyoruz. Hem de kadınların güvenceli bir şekilde yaşayacağı, kendi taleplerinin inşa olacağı, sadece kazanılmış haklarımızı geri alacağımız değil, yeni bir toplumun inşasını, demokratik bir cumhuriyetin inşasını da başlatacağımız bir yürüyüşe inanıyoruz.

Burada şunu da ifade etmek gerekir; sadece ve sadece Recep Tayyip Erdoğan iktidarını devirmek yetmeyecek. Bu siyaset biçimini değiştirmekle de yükümlüyüz. Parlamento ne kadar güçlendirilirse güçlendirilsin bu siyaset düzlemi erkek siyaset düzlemi. Bürokratik, teknokratik, seçilmiş elitleri bir azınlık şeklinde yan yana getiren, halkı ise yönetilen kılan hatta bir tebaa olarak gören bir siyaset biçimini beraberinde getiriyor. Dolayısıyla kadınlar diyorlar ki; geldiğimiz aşamada hayır biz sadece seçme hakkımızı kullanarak birilerini vekaleten bizi yönetsin diye parlamentoya göndermeyeceğiz, kendimiz kendi hayatlarımız için siyaset yapacağız. Erkek siyasetini tasfiye ederek yeni bir toplumun inşasına yeni bir yönetme ve yönetilme anlayışı tahayyülümüz var, bunun yürüyüşünü gerçekleştireceğiz. Yani sadece 14 Mayıs seçimleriyle ufku sınırlı olmayan, yeni bir toplumun, demokratik bir cumhuriyetin inşasının kurucu öznesinin öznesi olmak demek bu. Bunu da özellikle sosyalist feminist bir kadın olarak çok önemli buluyorum.

Cumhur İttifakı’nın size “yedinci ayak”, “terörist” gibi söylemlerle hitap etmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Ellerinde şapkadan çıkaracak herhangi bir tavşanın kalmadığını görüyoruz aslında. Erdoğan’ın daha önce açıkladığı gibi “Atı alan Üsküdar’ı geçti geçiyor” diyebilecekleri bir konumda olmadıklarını, muktedir olamadıklarını görüyoruz. Bu yüzden kendilerinden olmayan herkesi terörist ilan ediyorlar ve inanılmaz propagandalar yapıyorlar. LGBTİ+ haklarını, toplumsal cinsiyet politikalarını savunduğumuz için; Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı’nı özdeşleştirerek -biliyorsunuz Süleyman Soylu, Recep Tayyip Erdoğan ‘eğer biz seçilmezsek, bunlar erkek ve erkeğin evleneceği, kadınla kadının evleneceği bir aile ortamı kuracaklar’ diye de propaganda ediyorlar. Sadece terörist olarak nitelendiğimiz değil aynı zamanda hastalıklı olarak nitelendirildiğimiz bir pozisyonun da içerisindeyiz.

Biz Cumhur İttifakı’nın politikalarını yaptıklarından biliyoruz. Bunu da seçim sürecindeki propagandalarından söylemsel olarak değil, gerçekleştirdikleri operasyonlarla çok net bir şekilde gösteriyorlar. Bugün biz sahadayken insanlar gerçekten “artık yeter” diyorlar. Ve AKP’nin gideceğinden, Cumhur İttifakı’nın yenileceğinden herkes çok emin.

Ama olağan koşullarda bir seçime gitmiyoruz. Uzun zamandır olağanüstü halin kalıcılaştığı bir siyasal atmosferin içerisinde konumlanıyoruz. Ve insanların en çok sorduğu şey seçim güvenliği ne olacak? Sandık güvenliği ne olacak? Acaba bunlar yine trafoya kedi sokacaklar mı? Nereden ne çıkaracaklar? E böyle bir dönemde şapkadan çıkaracak herhangi bir tavşanlarının kalmadığı bir dönemde biliyorsunuz iki gün evvel Amed merkezli olarak bir operasyon, aslında bir siyasi tezgâh planlanmış oldu, 21 ilde operasyonlar düzenlendi, 200’e yakın arkadaşımız gözaltına alındı. Yine tırnak içerisinde bir “terör” soruşturmasıyla karşı karşıya kalmış olduk. Başka bir çareleri yok. Faşizmi tahkim etmek için bir taraftan bunları yapmaya mecburlar.

Erdoğan AKP’nin seçim beyannamesini açıkladığında sanki 21 yıldır bu ülkeyi yönetmiyormuş gibi bir ana muhalefet beyannamesi açıkladı. Bunun toplumda herhangi bir karşılığı yok. Toplum ne yaşadığını, neyle karşı karşıya olduğunu, gündelik yaşamından çok net bir şekilde görüyor. Bunun bizzat özneleriyiz biz. Bu ekonomik krizin, yoksullaşmanın, devlet krizinin, siyasal krizin, hepsinin özneleriyiz.

Anayasanın zaten askıya alındığı bir Türkiye’de ne yapacaklar? Saldıracaklar. Kürtlere saldıracaklar, Alevilere saldıracaklar, kadınlara saldıracaklar, halka saldıracaklar, emekçi sınıflara saldıracaklar. Bunu bekliyoruz. 15 günümüz var ama biz her ne olursa olsun ne sandıklarımızı güvenliğini almaktan vazgeçeceğiz ne onların atı alıp Üsküdar‘ı geçebileceği bir boşluk bırakacağız ne de bir korku imparatorluğunun tekrardan inşa olmasına izin vereceğiz. Bunlar artık AKP’nin son çırpınışları.

Seçmenlerinize, özellikle kararsız seçmene ne söylemek istersiniz?

Emek ve Özgürlük ittifakı ve onun çatı partisi olan Yeşil Sol Parti halkın haklarının yegâne temsilcisi; bu seçim beyannamesinde de, yürüyüşümüzde de, mücadelemizde de nettir. Ve 6 Şubat depremleri sonrasında ülkede yeni bir siyasal ve toplumsal doku inşa oluyor. O enkazın altında devlet kalmış olabilir, o enkazın altında iktidar kalmış olabilir ama o enkazın altından biz halk dayanışmasıyla çıktık. Halkın özneleşme pratiğiyle çıktık. Bu özneleşme pratiğini demokratik bir cumhuriyet yürüyüşüne dönüştürebiliriz, bu mümkün. Bu açıdan da 14 Mayıs seçimleri çok tarihi bir yerde duruyor. Herkesi Yeşil Sol Parti etrafında birleşmeye davet ediyorum. Bütün halkımızı, bütün gençleri, kadınları, işçileri, emekçileri. Değiştirebiliriz, tayin edici esas güç biziz.

İstanbul Tabip Odası: Seçimlerde ‘giderlerse gitsinler’ diyenleri unutmuyoruz

Türkiye on gün sonra 13’üncü cumhurbaşkanını ve 27’nci dönem milletvekillerini seçmek üzere sandığa gidiyor.

İstanbul Tabip Odası tarafından yapılan basın açıklamasına göre, cumhuriyetin yüzüncü yılında yapılacak bu seçimler aynı zamanda “yüzyılın seçimi” olmasının yanı sıra yirmi yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının; yirmi yıllık emek, doğa, kadın, LGBTİ+ düşmanı politikaların ve baskıcı “tek adam rejiminin” oylanacağı bir referandum olacak.

Meslek odası, açıklamasında “İstanbul Tabip Odası olarak ülkemizin kaderini belirleyecek bu seçimleri son derece önemsiyoruz ve bütün meslektaşlarımızı 14 Mayıs günü yapılacak seçimlerde oy kullanmaya ve seçim sonuçları kesinleşene kadar oylarına ve sandıklara sahip çıkmaya çağırıyoruz” ifadelerini kullanıyor.

Odanın yönetim kurulu, meslektaşlarını farklı siyasi eğilim ve tercihlere sahip olmalarına karşın tercihlerini yaparken son yirmi yılda yaşananları unutmayarak göz önünde bulundurmaya çağırıyor.

‣ TTB ve tabip odaları: Susmuyoruz, korkmuyoruz, hiçbir yere gitmiyoruz!

‘Unutmuyoruz, sahip çıkıyoruz, istiyoruz’

Açıklamada “‘Doktorların eli hastaların cebinde!’ diyenleri unutmuyoruz. ‘Doktor Efendi dönemi bitti!’ diyenleri unutmuyoruz. ‘Ben doktorlara iğne yaptırmam. Adamı felç ederler alimallah!’ diyenleri unutmuyoruz. ‘Giderlerse gitsinler!’ diyenleri unutmuyoruz. Emeğimizi değersizleştirenleri, mesleğimizi itibarsızlaştıranları unutmuyoruz” ifadelerine yer veriliyor.

İstanbul Tabip Odası, aynı zamanda ‘Ülkemize ve geleceğimize sahip çıkıyoruz. Mesleğimize, mesleki bağımsızlığımıza, meslek onurumuza sahip çıkıyoruz. ‘Herkese eşit, ücretsiz, nitelikli sağlık’ şiarımıza sahip çıkıyoruz” diye ekliyor.

Yapılan açıklamada beklentilerini dile getiren hekimler, “Emeğin değerinin bilindiği çağdaş, laik, demokratik bir ülkede eşit, özgür, barış içinde, kardeşçe bir arada yaşamak istiyoruz. Bütünüyle kamucu, toplumcu ‘Başka Bir Sağlık Sistemi’ istiyoruz. Uzun yıllara dayanan eğitimimizin; yirmi dört saatlik nöbetlerde, polikliniklerde, acillerde, ameliyathanelerde ağır çalışma koşullarında tükettiğimiz hayatlarımızın, emeğimizin, mesleğimizin karşılığını istiyoruz. İnsanca yaşayacağımız ücret, insanca çalışma koşulları istiyoruz” diyerek eşitlik, özgürlük, barış ve adalet talebinde bulunuyor.

‣ Hekimler insani çalışma şartları ve özlük hakları için grevde

Hekimler, taleplerini şöyle aktarıyor:

  • Bir Dünya BankasıUluslararası Para FonuAKP yapımı olan “Sağlıkta Dönüşüm Programı”ndan derhal ve külliyen vazgeçilmelidir.
  • Sağlığı ticarileştiren, sağlık hizmetlerini metalaştıran, eşit, ücretsiz, nitelikli sağlık hizmetinin önündeki öncelikli engel olan sağlıktaki bütün katkı-katılım payları ve ilave ücretler kaldırılmalıdır.
  • Sağlık hizmetleri prime dayalı genel sağlık sigortası yerine genel bütçeden finanse edilmeli, sağlık hizmet sunumu ile finansmanı birleştirilmelidir.
  • Aşı ve ilacın kamusal olarak üretimi ve dağıtımı sağlanmalıdır.
  • Sağlık ortamlarının şiddetten arındırılması için Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından hazırlanan Sağlıkta Şiddet Yasası acilen çıkarılmalıdır.
  • Birinci basamakta “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi” döneminde olduğu gibi bölge/nüfus tabanlı, ekip hizmetine dayanan sisteme geçilmeli, aile hekimleri ve aile sağlığı elemanları devlet memuru statüsüne geçirilmelidir.
  • Sağlık Bakanlığı hastanelerinin her türlü kadro ve altyapı eksikleri giderilmelidir.
  • “Kamu-Özel Ortaklığı” modeliyle kurulan Şehir Hastaneleri acilen kamulaştırılmalıdır.
  • Tıp fakülteleri hastaneleri ekonomik, yönetsel ve akademik yönden özerk hale getirmelidir.
  • Hekimler arasında dayanışma yerine rekabete yol açan, hekimlik uygulamalarını değersizleştiren, hastaları “puan”a dönüştüren “performansa göre ücretlendirme” sisteminden vazgeçilmelidir.
  • Sağlık Uygulama Tebliği‘nde yer alan ve yurttaşların sağlık hakkını engellemenin yanı sıra hekimlerin mesleki ve klinik bağımsızlığını yok eden bütün kısıtlamalar kaldırılmalıdır.
  • Hekimlerin tedaviyi düzenlemesine yönelik bütün düzenlemeler, Türk Tabipleri Birliği ve uzmanlık derneklerinin katılımı ile ve bilimsel çalışmalara dayalı olarak yapılmalıdır.
  • Kamu sağlık kurumlarında her tür esnek-kuralsız, fazla çalıştırma ve angaryaya son verilmelidir.
  • Özel sağlık kurumlarında çalışan hekimlerin sözleşmelerinde Türk Tabipleri Birliği taraf olarak kabul edilmeli; işten çıkarmalar Sağlık Bakanlığı ve Türk Tabipleri Birliği’nin iznine bağlı olmalıdır.
  • İşçi sağlığı alanının “Ortak Sağlık Güvenlik Birimleri”/OSGB’ler yoluyla ticarileştirilmesine son verilmeli; işyeri hekimlerinin eğitim, atama ve ücretlerinin belirlenmesinde Türk Tabipleri Birliği yetkili olmalıdır.
  • Hekimleri, sağlık çalışanlarını kamuoyu ve hastalar nezdinde sevgisiz, hürmetsiz, küçük düşürücü söylemlere son verilmelidir.
  • Hekim ücretleri, iş güvenceli tek bir işte çalışarak yaşamaya, emekliliğe yansıyacak biçimde düzenlenmeli; ücret artışlarının halen emekli olan hekimlere yansıtılması sağlanmalıdır.
  • “Tıbbın Alternatifi Olmaz” gerçeği göz önünde bulundurularak modern tıp karşıtı her türlü şarlatanlık yasaklanmalıdır.
  • Sağlıkta yirmi yıldır “liyakate göre değil sadakate göre” yapılan bütün atama ve görevde yükseltmeler iptal edilmelidir.
  • Sağlık ortamlarımızdaki her türlü dinci gerici düzenleme ve uygulamalara son verilmelidir.

İstanbul Tabip Odası, “Biliyor ve inanıyoruz ki; meslektaşlarımız ülkemize, mesleğimize ve geleceğimize sahip çıkmak için her zaman olduğu gibi 14 Mayıs günü de gereğini yapacaklardır” diye ekliyor.

‣ Uluslararası hekim örgütlerinden TTB’ye yönelik yargı tacizinin son bulması çağrısı

Dünya Meteoroloji Örgütü: El Niño ihtimali arttıkça sıcaklık rekorları kırılacak

Birleşmiş Milletler’e, (BM) bağlı Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), önümüzdeki aylarda El Niño hava olayının gelişme ihtimalinin arttığını söyleyerek, bunun daha yüksek küresel sıcaklıkları ve muhtemelen yeni sıcaklık rekorlarını tetikleyebileceği uyarısında bulundu.

Örgüt,  El Niño’nun temmuz ayı sonuna kadar yüzde 60, eylül ayı sonunda da %80 olasılıkla gerçekleşeceğini tahmin ettiğini açıkladı.

WMO’nun bölgesel iklim tahmin hizmetleri bölümü başkanı Wilfran Moufouma Okia, tahminleriyle ilgili, “Bu, dünya çapındaki hava ve iklim modellerini değiştirecek” dedi.

‘La Niña bitti, nötr koşullar da uzun sürmeyecek’

Genel olarak dünya çapında artan sıcaklığın yanı sıra dünyanın bazı bölgelerinde kuraklık ve diğer bazı yerlerinde de ani ve şiddetli sağanaklarla ilişkilendirilen;  doğal bir iklim modeli olan El Niño, en son 2018-2019 yıllarında yaşanmıştı.

2020’den beri de bu yılın başlarında sona eren ve yerini mevcut nötr koşullara bırakan, son derece uzun bir La Niña ( El Niño’nun soğuma zıttı) dönemi yaşandı.

BM, La Niña’nın soğutma etkisinin bu sürenin neredeyse yarısına yayılmasına rağmen, son sekiz yılın şimdiye kadar kaydedilen en sıcak yıl olduğuna dikkat çekti. Eğer bu hava olayı olmasaydı, dünya genelindeki sıcaklık artışı daha da kötü bir hale gelebilirdi.

WMO başkanı Petteri Taalas La Niña’nın “küresel sıcaklık artışında geçici bir fren görevi gördüğünü” vurgulayarak, “Şimdi, dünya El Niño’nun gelişimi için hazırlanmalı. Isınan iklim modelinin beklenen gelişi, büyük olasılıkla küresel ısınmada yeni bir artışa yol açacak ve sıcaklık rekorları kırma olasılığını artıracak” diye konuştu.

Etkisi bir yıl sonra ortaya çıkıyor

Şu anda yaklaşan El Niño’nun gücü veya süresine dair bir gösterge henüz bulunmuyor. Sonuncusu çok zayıf olarak hissedilmişti,  ancak ondan önceki, 2014 ile 2016 arasında olanı, şimdiye dek en güçlü El Niño’lar arasındaydı ve korkunç sonuçlara yol açtı.

WMO, 2016’nın “çok güçlü bir El Niño olayını” çifte darbesi olarak yorumlamış; “sera gazlarından kaynaklanan insan kaynaklı ısınma nedeniyle kaydedilen en sıcak yıl” olduğunu belirtmişti.

El Niño’nun küresel sıcaklıklar üzerindeki etkisi genellikle ortaya çıktıktan sonraki yıl ortaya çıktığı için, etkinin da muhtemelen 2024’te daha belirgin olacağı belirtiliyor.  Okia, “Önümüzdeki iki yılda küresel sıcaklıklarda ciddi bir artış olmasını bekliyoruz” dedi.

Taalas da, El Niño’nun beklenen gelişinin bazı olumlu etkileri olabileceğinin altını çizerek, bunun “Afrika Boynuzu‘ndaki kuraklık ve La Niña ile ilgili diğer etkilere bir soluk getirebileceğine” işaret etti; ancak “insanları güvende tutabilmek için” etkili erken uyarı sistemlerine duyulan ihtiyacı vurgulayarak “Daha fazla aşırı hava ve iklim olayını da tetikleyebilir” diye konuştu.

WMO uzmanları da iki El Niño olayının aynı olmayacağını ve etkilerinin kısmen yılın dönemine bağlı olduğunu hatırlattı.

Bir yanda yağışlar, bir yanda kuraklık

İklim modelleri ortalama olarak her iki ila yedi yılda bir meydana gelir ve genellikle dokuz ila 12 ay sürer. Tipik olarak, orta ve doğu tropikal Pasifik Okyanusu‘ndaki okyanus yüzey sıcaklıklarının ısınmasıyla ilişkilidir.

Artan yağışlar genellikle Güney Amerika’nın güneyinde, Amerika Birleşik Devletleri‘nin güneyinde, Afrika Boynuzu‘nda ve Orta Asya’da görülürken, Avustralya, Endonezya ve Güney Asya’nın bazı bölgelerinde şiddetli kuraklıklar meydana gelebilir.

WMO, yaz aylarında kuzey yarımkürede El Niño’nun ılık sularının Orta ve Doğu Pasifik Okyanusu’ndaki kasırgaları körükleyebileceğini ve Atlantik havzasında kasırga oluşumlarını engelleyebileceğini kaydetti.

Muğla’daki çevre örgütlerinden Kılıçdaroğlu’na mektup: Yaşam alanlarını birlikte savunalım

Altı ekoloji örgütü, 13’üncü cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu‘na seslenerek, göreve gelmesi halinde “ekolojik temelli bir yönetim anlayışıyla cumhurbaşkanlığı görevini icra etme” çağrısı yaptı.

Deştin Çevre Platformu, Güllük Körfezi Koruma Platformu, İkizköy Çevre Komitesi, Karacasöğüt Çevre Gönüllüleri ve Yaşayanları, Marmaris Kent Konseyi ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi tarafından bugün (4 Mayıs) yapılan bir basın açıklamasında, Muğla‘daki Akbelen, Deştin, Marmaris ve Milas‘ta verilen ekoloji mücadeleleri hatırlatılarak Kılıçdaroğlu’na “Muğla kırgın, helalleşseniz güzel olmaz mı?” sorusu yöneltildi.

“13’üncü Cumhurbaşkanımıza Açık Davet” başlığıyla yayımlanan açıklamada ekoloji gönüllüleri, Kemal Kılıçdaroğlu’nun 5 Mayıs’ta Muğla’da gerçekleştireceği miting öncesinde görüşme taleplerini dile getirdi.

Yaşam mücadelesi veren çevrecilerin 13’üncü cumhurbaşkanından beklenti ve taleplerini ileteceği koşulların katılımcı demokrasi için vazgeçilmez olduğunun vurgulandığı mektupta, Kılıçdaroğlu’ndan Deştin, Şinpaş, Akbelen, Ağaoğlu mücadele alanları konusunda destek sözü talep edildi.

‣ Muğla’nın ekolojik yıkımı: Vatandaş CHP’li belediyelere tepkili
‣ Muğla’da emekçiler ‘Ruhsatı iptal et’ dedi, CHP’li heyet meydanı terk etti

Kemal Kılıçdaroğlu’na hitaben yazılan açıklamamı tamamı şu şekilde:

13’üncü Cumhurbaşkanımıza Açık Davet

Muğla kırgın, helalleşseniz güzel olmaz mı?

Akbelen ’de, Deştin ’de, Marmaris’te, Milas’ta ve neredeyse Muğla’nın tamamında ahlak, hukuk ve çevre mücadelesi veren yaşam savunucuları Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’ndan ekolojik temelli bir yönetim anlayışıyla cumhurbaşkanlığı görevini icra etmesini istiyor.

5 Mayıs miting için Muğla’ya gelecekmişsiniz. Size ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyacağız. Ülkeye baharın gelmesi için hem alanlarda hem de oy tercihlerinde sizi yalnız bırakmayacağız. Ama oylarımızı kırgınlıkla, mecburiyetle vermek istemiyoruz. Ülkeye gelen bahar Muğla’yı kışta bırakmamalı. Bu nedenle Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, sizinle miting öncesi bir görüşme yaparak mevcut iktidarın Muğla’yı çitleme politikalarının odağına koyması, bu politikaların yarattığı ağır doğa yıkımını anlatmak istiyoruz. Özellikle bu yıkım sürecinde belediyelerin seçtiği tarafın hem partiye hem de Muğla’ya verdiği zararın boyutları hakkında bilgi vermek istiyoruz. Kimi belediyeler eli ile yaratılan bu olumsuz etkileşimin hem siyasi hem de çevresel zararlarının giderilmesi bağlamında önemli bir görüşme olacağına inanıyoruz.

Yaşam mücadelesi veren çevrecilerin 13’üncü cumhurbaşkanından beklenti ve taleplerini ileteceği koşulların oluşması özlediğimiz katılımcı demokrasi için vazgeçilmez olacaktır.

Biz yaşam savunucuları, taşıdığımız pankartlar ile mitingde yer alacağız ve oy vereceğimiz 13. Cumhurbaşkanımızdan önce Deştinliler’e verdiğiniz sözü tutmanızı; Sinpaş, Akbelen, Ağaoğlu mücadele alanlarıyla ilgili de söz vermenizi talep edeceğiz.

Demokrasiye destek bizden yaşam alanlarını birlikte savunmak sizden. Haydi!

‣ Otuz yıllık bir doğa mücadelesi: Muğla’da çimento fabrikası istemiyoruz
‣ Muğla ekokırıma karşı sokakta: Talanı kabul etmiyoruz
‣ Muğlalı kurumlar, STK’ler ve çevre aktivistlerinden ekokırıma karşı güç birliği

Çevreciler, SpaceX roketinin fırlatılmasına ‘kestirme yoldan ÇED’ verildiği için dava açtı

Çevreci gruplar, SpaceX‘in Güney Teksas‘taki bir vahşi yaşam alanının yanında roket fırlatılmasını onayladığı için Federal Havacılık İdaresi‘ne (FAA) dava açıyor.

SpaceX’in yeni dev roketi 20 Nisan’da ilk test uçuşunda fırlatılmasının birkaç dakika ardından patladı. Roket, kalkış sırasında fırlatma rampasının etrafına devasa kum ve toz bulutları saçtı ve sahadan binlerce metre uzağa güçlendirilmiş beton ve metal şarapneli savurdu.

Reuters‘ın aktardığına göre, yaklaşık altı kilometre uzaklıktaki Port Isabel kentinde toz halindeki beton parçacıkları arabaları ve diğer yüzeyleri kapladı ve kentteki işletmelerden birinin camları kırıldı. Patlama ayrıca 1,4 hektarlık bir çalı yangınını da tetikledi.

Starship, yaklaşık saatte yaklaşık 2 bin 100 kilometre maksimum hıza ulaştı ve atmosferde 39 kilometre yüksekliğe kadar çıktıktan sonra kontrolünü kaybederek Meksika Körfezi üzerinde patladı. Fırlatma rampası tamamen enkaza döndü.

Çevre korumacıları, fırlatmadan önce yapılan çevresel değerlendirmeye, yetersiz olması yönüyle eleştiriler yöneltti.

Fotoğraf: Joe Skipper / Reuters

Fırlatmanın ne tür sonuçları oldu?

Güney Teksas’ta insanların “roket tozu” ve “beton yağmuru” olarak nitelediği parçacıkların kapladığı araba ve bankların görüntüleri sosyal medyaya yansıdı.

Fırlatma sahasına yakın yerlerden çekilen videolar da havaya saçılan büyük moloz parçalarını gösteriyordu.

Fırlatmanı yapıldığı gün, Port Isabel yetkilileri sosyal medya platformu Facebook üzerinden “sabah Port Isabel’e düşen tozun, kalkış kuvvetiyle fırlatılan SpaceX fırlatma sahası çevresinden gelen kum ve toprak olduğunu” doğruladı.

Bölge yargıcı Eddie Trevino, roketin fırlatıldığı Boca Chica Plajı‘nın ve yakındaki bir otoyolun “anormalliği temizleme çabaları nedeniyle” perşembe ve cuma günleri geçici olarak kapatılması kararı verdi.

SpaceX’in Boca Chica’daki çevresel etkisi

SpaceX’in Boca Chica’daki faaliyetlerinin etkisi, 2014’te yapılan bir çevresel etki değerlendirmesinde (ÇED) analiz edilmişti.

Bazı uzmanlar projenin kapsamının o zamandan bu yana önemli ölçüde değiştiğini iddia etse de, haziran ayında roketin bölgede yaşayan insanlar üzerinde “önemli bir etkisi olmayacağını” söyleyen FAA, yeni bir ÇED’i gerekli görmedi. Bunun yerine, daha hızlı ve kapsamı daha dar bir Program Odaklı Çevresel Değerlendirme yürüttü.

Bazı uzmanlar, SpaceX’in Starship fırlatmasına izin sürecinin aceleye getirildiği ve dayandırıldığı tasarımın nihayetinde kullanılandan daha küçük olduğu konusunda uyardı.

Çevre mühendisi Eric Roesch, fırlatma öncesinde kaleme aldığı bir yazısında “topluma ve çevreye verilen zararın kesinlikle küçümsendiği, yetersiz ve hatalı olduğu” tahminini paylaştı.

Roesch, Port Isabel ve Padre Adası’nın SpaceX fırlatma sahasına sadece 8 kilometre uzaklıkta olduğunu, öte yandan NASA‘nın süper büyüklükteki roket fırlatma sahalarının ise en yakın şehre uzaklığının 24 km olduğunu belirtti.

Bu endişeler, 1 Mayıs’ta, Boca Chica’da en az sekiz başka patlayıcı kaza daha yaşandığına dikkat çeken bir davada dile getirildi. Birçok kuruluşun yanı sıra Biyolojik Çeşitlilik Merkezi‘nden yapılan şikayetlerde, FAA’nın genellikle büyük projeler için gerekli olan kapsamlı ÇED’i zorunlu kılmadan SpaceX üssünde genişletilmiş operasyonlara izin vererek federal yasayı ihlal ettiği savunuldu.

Dava, FAA’nın ruhsatının iptalini ve ÇED gerekli kararına ulaşılmasını amaçlıyor.

SpaceX’in kurucusu Elon Musk, 29 Nisan Cumartesi günü açıklamalarda bulunarak molozların “hiç toksik olmadığını” ve “insan yapımı bir kum fırtınasına” benzediğini söyledi.

Musk, çok fazla toz saçıldığını kabul etse de “ancak bildiğimiz kadarıyla, çevreye önemli bir zarar verilmedi” diye ekledi.

SpaceX
Fotoğraf: Eric Gay / AP

Boca Chica savunmasız türlere ev sahipliği yapıyor

SpaceX sahası, hassas ekosistemler ve Lower Rio Grand Valley’nin de aralarında olduğu milli yaban hayatı alanları gibi eyalet ve federal yönetim koruması altındaki arazilerin arasında bulunuyor.

Birçok vatandaş, roketin fırlatılmasının vahşi yaşam üzerindeki etkisiyle ilgili endişelerini FAA’ya dile getirdi.

İlkbaharda Boca Chica plajı, Kemp’in gri deniz kaplumbağalarını ağırlıyor ve nesli tükenmekte olan oselo ve vahşi kedilere ev sahipliği yapıyor. Bölge aynı zamanda nesli tükenmekte olan birçok türü barındıran kritik ve korunması gereken bir kuş habitatı niteliğinde.

Bölgede sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen Coastal Bend Bays and Estuaries programı tarafından yapılan bir analiz, tehdit altındaki Piping Plover (küçük yağmur kuşu) popülasyonunun SpaceX’in bölgede roket fırlatmaya başladığı 2018 ile 2021 arasında yüzde 54 oranında azaldığını gösterdi. Ancak popülasyondaki bu düşüşün SpaceX ile ilgili olup olmadığı bilinmiyor.

Organizasyon, fırlatma sonrasında biyologların sahaya erişiminin hâlâ engellendiğini ve bu nedenle en son hasarı değerlendirmelerine izin verilmediğini kaydetti.

Teksaslı kar amacı gütmeyen Vahşi Yaşam Koridoru Dostları, SpaceX’in şimdiye kadar iki yangına neden olduğunu da belirtti. İlk yangında 60 hektarlık alanı yanarken, ikincisi ise yaklaşık 4,5 hektarın yanmasına neden oldu ve hassas kumullara zarar verdi.

Roketin fırlatıldığı yerin etrafındaki alanlarda enkazın kaldırılmasının, toprağa zarar veren ağır ekipman gerektirdiği belirtildi. Roket sahası ayrıca bölgedeki trafiği, kapatılan yol sayısını, gürültü ve ışık kirliliğini de artırdı.

SpaceX
Fotoğraf: Gene Blevins / Reuters

Yerli gruplar SpaceX’in planlarına karşı çıkıyor

Port Isabel yetkililerinin yanı sıra yerel halkın bir kısmı da roket fırlatma sahasının SpaceX’in yapılması planlanan sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) terminallerine yakınlığıyla ilgili endişelerini dile getirdi.

Port Isabel, Facebook sayfasındaki bir yoruma, “Bu, gündeme getirdiğimiz bir sorun ve bu LNG tesislerinin konumuna karşı çıkmaya sürdürmemizin nedenlerinden biri” yanıtını verdi.

Yerli Carrizo Comecrudo Kabilesi üyeleri, fırlatma sahasının yakınında yapılan bir protesto sırasında hem roketin fırlatılmasını hem de LNG planlarını kınadı.

“Yerli vatanlarının yok edilmesi” için kendilerine danışılmadığını veya onaylarının istenmediğini söyleyen kabile üyeleri, bu durumu “sömürge soykırımı” olarak nitelendirdi.

Roketin fırlatılmasından önce, çevreci ve Yerli grupları temsil eden 27 kuruluş tepkilerini göstermek üzere bir araya geldi.

Sierra Club Brownsville organizatörü Emma Guevara, yaptığı açıklamada şunları söyledi:

Bir milyarder, deneysel teknolojisini test etmek için araziyi kullanmak üzere sahilimizi kapatıyor; böylece yerel halkın hayatını riske atarken, dönümlerce vahşi yaşam koruma alanını yok ediyor. Hükümet topluluk üyelerinin son derece gerçek ve çok ciddi endişelerini görmezden gelmeye devam ederken, bu şirketin sürekli olarak neden olduğu yıkımdan kim sorumlu tutulacak?

SpaceX
Fotoğraf: Steve Nesius / Reuters

SpaceX için sırada ne var?

Musk, SpaceX’in patlama hasarının tekrarını önlemek için fırlatma rampasına bir su soğutma sistemi ve çelik takviyeler kurmayı planladığını söyledi. Şimdiye kadar yapılmışların en güçlüsü olan roketin önümüzdeki birkaç ay içinde başka bir test uçuşu için hazır olabileceğini belirtti.

Şu an için, Starship ve Super Heavy roketleri, yasaların gerektirdiği üzere fırlatmadan hemen sonra FAA tarafından açılan bir “kaza” soruşturması kapsamında yerde kalacak.

Konda araştırması: Her üç kişiden biri için partilerin çevre politikası belirleyici

İklim Haber ve KONDA Araştırma tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri 2022” araştırması, Türkiye’de her 10 kişiden sekizinin iklim değişikliği için endişe duyduğunu ortaya koydu. Araştırmaya göre her üç kişiden biri çevre ve iklim politikalarının oy tercihlerini etkilediğini söylerken, Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadelede yeterli çaba göstermediğini düşünenlerin oranı ise yüzde 82 oldu.

Anket çalışmasının öne çıkan sonuçlarına göre;

  • Toplumun yüzde 83’ü iklim değişikliği için endişeli olduğunu belirtiyor. Bu oran, beş yıldır yapılan araştırmalardaki en yüksek endişe düzeyi.
    Her üç kişiden biri parti veya adayların çevre ve iklim konusundaki politikalarının oy tercihlerini etkilediğini söylüyor.
  • Toplumun yüzde 82’si Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadelede yeterli çaba göstermediğini düşünüyor.
  • Her 10 kişiden 9’u Türkiye’nin en az Avrupa kadar iklim değişikliğiyle mücadele için çaba göstermesi gerektiğini ifade ediyor.
  • Her üç kişiden ikisi iklim değişikliğinin sebebini orman kayıpları olarak görüyor.
  • Görüşülen kişilerin en çok karşı çıktığı enerji kaynakları nükleer enerji ve kömür santralları olurken, en çok tercih ettiği kaynaklar ise güneş ve rüzgar enerjisi.

İklim Haber ve KONDA Araştırma, Türkiye kamuoyunun iklim değişikliği algısını ölçmek ve giderek derinleşen iklim krizi hakkındaki görüşlerini öğrenmek için 2018’den beri her yıl tekrar ettiği anket çalışmasını bu yıl daha kapsamlı gerçekleştirdi. Türkiye çapında 2 bin 252 kişiyle telefon görüşmesi yapılarak gerçekleştirilen anket, iklim krizinin etkilerinin ve alınması gereken önlemlerin Türkiye’deki algısına, toplumun enerji tercihlerine, iklim değişikliğiyle mücadeleye bakış açısına ve bu kapsamda toplumun taleplerine odaklanıyor.

Her 10 kişiden sekizi iklim değişikliği konusunda endişeli

Kasım 2022’de görüşülen her 10 kişiden sekizi iklim değişikliği konusunda endişeli olduğunu ifade ediyor. Bu, 2018’teki ilk araştırmadan bu yana ölçülen en yüksek oran. Endişe seviyesi yaşam tarzı veya dini inançlara göre kayda değer bir değişim göstermezken, eğitim seviyesi arttıkça endişe seviyesinin de arttığı gözlemleniyor. Aynı zamanda, araştırmaya katılanların yüzde 78’i iklim değişikliğinin insan faaliyetlerinin sonucunda ortaya çıktığını belirtiyor. Toplumun sadece yüzde 2’si iklim değişikliği diye bir şey olmadığını düşünüyor.

Bu yıl ankete eklenen “Partilerin/adayların Çevre/İklim/ Enerji konusundaki politikaları oy tercihinizi etkiliyor mu?” sorusuna her üç kişiden biri parti veya adayların çevre ve iklim konusundaki politikalarının oy tercihini etkilediği cevabını veriyor. Çalışmaya göre, eğitim seviyesi arttıkça, “çevre ve iklim konusundaki politikalar oy tercihimi etkiler” yanıtını verenlerin oranı artıyor.

Toplumun yüzde 39’u Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadelede hiç çaba göstermediğini düşünürken, yüzde 43’ü de bir çaba gösterdiğini ama yeterli olmadığını belirtiyor. Katılımcılara Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele için ne kadar çaba göstermesi gerektiği sorulduğunda ise, soruya cevap verenlerin yüzde 62’si Avrupa’dan daha çok çaba göstermesi gerektiğini söylerken, yüzde 28’i en az Avrupa kadar çaba gösterilmesi gerektiğini işaret ediyor.

Her üç kişiden ikisine göre iklim değişikliğinin sebebi orman kayıpları

Her üç kişiden ikisi, iklim değişikliğinin sebebini orman kayıpları olarak görüyor. Bu oranın, iklim değişikliğine karşı endişe düzeyi ortada olanlarda bile yüksek olduğu görülüyor. Görüşülen kişilerin yüzde 40’ı petrol, gaz ve kömür gibi fosil yakıtların iklim değişikliğine sebep olduğunu söylüyor. Katılımcıların yüzde 33’ü ise iklim değişikliğine kömürlü termik santralların neden olduğunu ifade ediyor.

‘Türkiye iklim değişikliğine karşı yeşil alanları korumalı’

Son üç araştırmada, kişilerin “Türkiye iklim değişikliğine karşı ne yapmalı?” sorusuna en yüksek oranda verdiği cevap ‘yeşil alanları korumak’ oluyor. Bireysel mücadelede en çok öne çıkarılan seçenek ise ‘ağaç dikmek’. İkincisi ise güneş ve rüzgardan üretilen elektriği kullanma talebi.

Araştırmaya katılanlar eğitim, hayat tarzı ve dindarlık seviyesi fark etmeksizin son yıllarda düzensiz hava olaylarının arttığı yönünde mutabık. Mayıs 2019’dan bugüne yapılan araştırmalarda iklim değişikliğini aşırı hava olaylarının sebebi olarak görenlerin oranı yüzde 89’a çıkmış durumda.

En çok karşı çıkılan enerji kaynağı nükleer

Türkiye’de toplumun büyük bir kısmı Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile şiddetlenen enerji krizinden ve rekor kıran kömür, petrol ve doğalgaz fiyatlarından etkilenmemek için güneş enerjisine ve rüzgar enerjisine yatırım yapılmasını istiyor.

Yanıtlar kişilerin yerleşim yerine göre incelendiğinde en çok kırda yaşayanlar güneş ve rüzgar yatırımı yapılsın istiyor. Görüşülen kişilerin en çok karşı çıkacaklarını söyledikleri enerji santralları nükleer enerji ve kömürlü termik santrallar olurken, en çok tercih ettikleri enerji kaynakları ise güneş ve rüzgar oluyor. Aynı zamanda toplumun yüzde 76’sı ‘daha fazla kömür madeni açılmamalı’ diye görüş belirtirken, ‘kömür yerine çevreye daha az zarar veren enerji kaynaklarını tercih etmek gerekir’ diyenlerin oranı son bir yılda yüzde 66’dan yüzde 79’a çıkıyor.

Geçen yıla göre bu yıl da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı 2053 yılı için net-sıfır karbon emisyonu hedefi hakkında bilgisi olanların oranı aynı kalırken, bu hedefi onaylayanların oranı yüzde 27 artarak yüzde 63’e çıkmış durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasını en çok onaylayanlarsa sofular ve Dindar Muhafazakârlar. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamasından haberi olmayanların yüzde 58’i bu hedefi yine de onaylıyor.

Araştırma sonuçlarını değerlendiren İklim Haber Yayın Yönetmeni Dr. Barış Doğru, Türkiye toplumunun iklim krizi konusunda tahmin edilenin üzerinde bir farkındalığa sahip olduğunun altını çiziyor:

“Türkiye halkı iklim değişikliğinin varlığını inkar etmiyor (yüzde 98); iklim değişikliğinin insan etkisiyle olduğunu düşünüyor (yüzde 78); iklim değişikliğinden endişe duyuyor (yüzde 83). Ve bu oranlar her yıl düzenli olarak artıyor. ABD’li veya Almanyalı bir çevre ve iklim savunucusu bu oranlara sahip bir halkın parçası olmak için can atardı. Ancak öte yandan bu ülkede hâlâ termik santral inşa ediliyor; termik santrallarda kullanmak üzere linyit gibi kalitesiz bir kömürü çıkarmak için en değerli ormanlar yıkıma uğruyor; üstelik bu farkındalık düzeyine nazaran tüm bunlara verilen tepki çok sınırlı. Ortada çevre-iklim-enerji politikalarını mantıklı ve anlamlı bir biçimde harmanlayarak tutarlı bir politik söylem oluşturma konusunda önemli bir eksiklik olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Önümüzdeki dönemde, toplumsal cinsiyet ile birlikte çevre-iklim-enerji konularının politik tartışmalara ve rekabete damgasını vuracağını söylemek kahinlik sayılmaz herhalde.”

Anketin sonuçlarını yorumlayan Prof. Dr. Murat Türkeş ise, “Çalışmanın, genel olarak toplumun iklim değişikliği bilim kültürü düzeyinin geliştirilmesi ve artırılmasının yanı sıra, iklim değişikliği ve şiddetli/aşırı hava ve iklim olayları ve afetleri algısının anlaşılması açısından önemli sonuçlar ürettiği açık. Ayrıca bu sonuçlar, kamu kurum ve kuruluşları ve üniversiteler ile sivil toplum kuruluşlarının ve basının, hem iklim değişikliği ve ilişkili konularda toplumsal ilerlemeyi, farkındalığı ve sorumluluğu artırmak, hem de iklim değişikliği savaşımı, iklim değişikliği direngenliği, etkilenebilirlik ve uyum vb. konularında yapacaklarının daha doğru ve hedef odaklı olabilmesi için gereksinim duyulan pek çok önemli bilimsel ipucunu ve göstergeyi sağlıyor” diyor.

Sonuçları değerlendiren Ember Bölge Lideri Ufuk Alparslan, sonuçların kömür hakkında pek bilinmeyen bir toplumsal algıyı ortaya çıkardığını söylüyor:

“Toplumun yüzde 79’u, yerli bile olsa kömür yerine çevreye daha az zarar veren enerji kaynaklarının tercih edilmesi gerektiğini söylüyor. Enerji krizinin yaşandığı bir yılda bile bu söylemin değişmediğini, tam tersine arttığını gözlemliyoruz. Nitekim 2021 yılındaki bir önceki ankette toplumun yüzde 66’sı yerli bile olsa kömürün tercih edilmemesi gerektiğini belirtmişti. İklim değişikliği konusunda endişeli olmayan kişilerin dahi yüzde 70’inin benzer görüş dile getirdiklerini düşününce Türkiye’de kömüre karşı konuşmak ve politika geliştirmek belki de zannedildiği kadar tabu olmayabilir.”

Araştırmanın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Deştin direnişçilerine yöneltilen suçlamalara savcılıktan takipsizlik kararı

Muğla Cumhuriyet Savcılığı, Muğla‘da Menteşe Belediyesi tarafından onay verilen entegre çimento fabrikasına karşı gösterilen direniş nedeniyle hakkında soruşturma açılan 100’ü aşkın vatandaşa yönelik suçlamaların bir kısmı için takipsizlik kararı verdi.

Deştin Çevre Platformu, MUÇEP Menteşe Meclisi ve Bayır Çevre Komitesi‘nin yaptığı ortak bir basın açıklamasında, Menteşe Belediyesi tarafından onay verilen entegre çimento fabrikasına karşı direniş gösteren 110 kişiye “Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketlerine Katılma” suçlamaları yöneltildiği bildirildi.

Ekoloji savunucuları, savcılığın söz konusu vatandaşlar hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararı verdiğini ifade etti.

‣ Muğla’da emekçiler ‘Ruhsatı iptal et’ dedi, CHP’li heyet meydanı terk etti

‘Kararın diğer hukukçulara örnek olmasını diliyoruz’

Soruşturmayı yürüten Muğla Cumhuriyet Savcılığı, şu karara ulaştı:

“Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması, barışçıl amaçlarla yapıldığı, silahsız ve saldırısız olduğu, kendi içerisinde başka bir suçu oluşturmadığı, hukuken korunabilecek sınırda kaldığı sürece düşünce ve kanaat açıklama yöntemidir ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir.

Somut olayda şüphelilerin çimento fabrikasının yapımını protesto amaçlı oturma eylemi düzenledikleri, eylemin meşru amaç dışına taşırılıp suç unsuru bir sloganın atıldığı veya bir saldırının olduğu hususunda tespitin bulunmadığı ve Yargıtay içtihatları da dikkate alındığında şüphelilerin eylemlerinin 2911 sayılı Kanuna aykırılık arz etmediğinin anlaşılması karşısında şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.”

Çevre platformları, karardan memnuniyetini vurgulayarak “Hukukun adeta her gün katledildiği ve yargıya güvenin son derece zayıfladığı bu günlerde Muğla Cumhuriyet Savcılığı’nın hukuka uygun olarak verdiği bu kararı takdirle karşılıyor, diğer hukukçulara örnek olmasını diliyoruz” yorumunda bulundu.

Açıklamada, 3 Nisan’da jandarmanın sabaha karşı yaptığı baskın sırasında gözaltına alınan ve adli kontrol şartıyla salınan dokuz aktivist hakkındaki diğer suçlamaların da bir an önce düşürülmesi ve adli kontrol şartının kaldırılması çağrısında bulunuldu.

‣ İklim Adaleti Koalisyonu’ndan Mamurek, Samandağ, Deştin ve Akkuyu’daki direnişlere destek

‘Kazanan, Muğla halkı olacak’

Çevre gönüllüleri yaptıkları açıklamada çimento fabrikasının iptali davasına bakan Muğla 2 No’lu İdare Mahkemesi’nde devam eden yargılamada verilen gecikme ve ek sürelerde, firmanın fabrika kurmak istediği Deştin ve Bayır köylerinin ortak sınırında yapılması istenen tesisin kurulumunun devam ettiği aktarıldı.

Tekağaç Mevkii olarak bilinen alanın orman içinde yer aldığının belirtildiği açıklamada, söz konusu tesisin kurulmasının kirletici bir sonuç doğuracağı kaydedilerek, yetkililere adaleti geciktirmeme çağrısı yapıldı:

İvedi yargılama usulüne tabi ÇED kararlarına ilişkin yargılamada yaklaşık 15 aydır yargıdan tek bir sonuç alınmamıştır. Gecikmiş adalet adalet değildir . Köylünün adil yargılanma hakkı ihlal edilmektedir.

Aktivistler, ekolojik tahribat yaratacak tesisin yapımına karşı direnmeyi sürdüreceklerini belirterek, şunları söyledi:

“Bizler Muğlalılar olarak çimentocu şirket Muğla’yı terk edene kadar; havamıza, suyumuza, toprağımıza, ormanımıza sahip çıkmak için mücadelemize devam edeceğiz. Kazanan çimentocular ve şakşakçıları değil Muğla halkı olacaktır. Muğla cennet kalacak, Deştin Çayı özgür akacaktır!”

Ne olmuştu?

Muğla Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Muğla’nin Menteşe ilçesindeki Tekağaçsırtı mevkiinde kurulması planlanan Entegre Çimento Fabrikası ve Hammadde Ocakları projesine 2014’te verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu Kararı’nın iptali istenmişti.

Muğla 2. İdare Mahkemesi tarafından verilen kararda dava süre aşımından dolayı reddedilmişti.

‣Muğla’daki çimento fabrikasına ruhsat tepkisi sürüyor: Yeni dava açıldı

Reddin ardından ekoloji aktivistleri davayı Danıştay’a taşımıştı. Karar Danıştay’da temyiz edilmiş, yerel mahkemede verilen karar Danıştay 6. Dairesince bozulmuştu. Davanın esastan görüşülmesi için Danıştay, dosyayı yerel idare mahkemesine göndermiş, söz konusu karara itiraz yolu da kapanmıştı.

‣ Mahkemenin Deştin’de çimento fabrikasına verdiği kararı Danıştay bozdu

Başta Deştin olmak üzere Muğla’nın çeşitli bölgelerinden vatandaşlar, 3 Nisan’da Bayır köyünde yapılan protestoda Menteşe Belediyesi tarafından onay verilen entegre çimento fabrikası alanına malzeme taşıyan kamyonların yolunu keserek oturma eylemi gerçekleştirmişti.

Beş gün devam eden eylem, 8 Nisan Cumartesi günü 04.30’da jandarmanın müdahalesiyle 11 kişinin gözaltına alınmasıyla son bulmuştu.

Gözaltına alınan vatandaşlar aynı gün saat 21.30’da adli kontrol şartı ile serbest bırakılmıştı.

‣ Deştinliler çimento fabrikasına karşı direniyor: Sahuru da gece nöbetinde yaptılar

Baskında gözaltına alınanların yanı sıra eyleme destek veren toplam 110 kişi hakkında “Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketlerine Katılma” suçlamasıyla soruşturma açılmıştı.

Muğla’da 1993 yılında ilk girişimlerin başladığı, açılmaması için köylülerin 29 yıldır mücadele verdiği Bayır Köyü’nde entegre çimento fabrikası kurulması için Menteşe Belediyesi tarafından verilen ruhsata ilişkin tepkiler devam ediyor. Vatandaşlar hukuki mücadelelerini sürdürüyor.

Tekirdağ’da tarım alanlarının OSB için ‘heba edilmesi’ planına itiraz

Haber: Serap Cömertoğlu İşcan

*

Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi, Ergene Belediyesi, sivil toplum örgütleri ve meslek odaları, birinci sınıf tarım topraklarına yapılması planlanan Plastik İhtisas Organize Sanayi Bölgesi’ne (PAKOP) ilişkin imar planlarına itiraz etti.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Tekirdağ 1’inci İdare Mahkemesi tarafından yürütmeyi durdurma kararı bulunan PAKOP ile ilgili imar planını onaylayarak, 26 Nisan’da yedi gün süreyle askıya çıkardı.

Ergene ilçesinin Marmaracık mevkiinde yer alan birinci sınıf tarım arazisi niteliğindeki 254 hektarlık alana yapılması planlanan PAKOP, imar mevzuatına 1/25 000 ölçekli çevre düzeni planı ile üst ölçekli bölge planı hedef ve ilkelerine, Tekirdağ İdaresi Danıştay mahkemelerinin devlet organlarını bağlayıcı şekilde ortaya koyduğu mahkeme kararlarına da açıkça aykırı.

Sanayi ve Teknoloji İl Müdürlüğü’ne itiraz dilekçelerini sunan meslek odaları ve STK’lar, hukuka aykırı olan ve sağlığı tehdit eden projeleri asla kabul etmeyeceklerinin altını çizdi.

‘Seçim öncesi, yangından mal kaçırır gibi…’

Konuyla ilgili açıklamada bulunan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Tekirdağ İl Koordinasyon Kurulu Temsilcisi Cemal Polat, bakanlığın 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planlarını onaylayarak bir hafta süreyle ilana çıkarılmasının hukuka aykırı olduğuna dikkat çekti.

İlana çıkarılma süresinin hukuken 30 gün olması gerektiğini dile getiren Polat, “Seçimden önce, yangından mal kaçırırcasına böyle bir uygulamaya gidilmiştir” sözleriyle tepki gösterdi.

Mutlak korunması gereken tarım alanının, tarım dışına çıkarılarak hukuka aykırı şekilde yok edileceğini vurgulayan Polat, Belediye Meclis Kararı, Yargı Kararları ve yürürlükte bulunan Çevre Düzen Planlarının genel ilke, hedef ve stratejilerine aykırı olması sebebiyle, imar planına itiraz ettiklerini dile getirdi.

Yanlış politikalar nedeniyle bölgede ve ülkede arazi kullanım politikalarının, tarım arazilerinin korunmaması problemini ortaya çıkardığını dile getiren Cemal Polat, planlanan OSB işleminin, aynı zamanda kamu yararı ile hiçbir şekilde bağdaşmaması nedeniyle de iptal edilmesi gerektiğini bildiriyor.

TMMOB Tekirdağ İl Koordinasyon Kurulu Temsilcisi Cemal Polat
‣ Bakanlık mahkemeyi tanımadı, Tekirdağ’daki Plastik Sanayi Bölgesi’ne onay verdi

‘Neden tarım arazileri sanayi için heba ediliyor?’

Söz konusu alanın Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından arazi bütünleştirilmesi yapılarak, daha verimli tarım gerçekleştirilebilmesi için uygulama yapıldığını fakat daha sonra tarım dışı ilan edildiğini hatırlatan Polat, bu konuda da gerekli itirazların yapıldığını aktarıyor.

Sanayiye karşı olmadıklarını, mevcut sanayi alanlarında yüksek teknolojide sanayi olabileceğini dile getiren Polat, sözlerine şöyle devam etti:

Mevcut sanayi alanları yüzde 50 civarında dolu. Çevreyi kirleten, suya dayalı sanayi istemiyoruz. Yüksek teknolojili sanayilere karşı değiliz. Mevcut OSB alanlarında yer var. Orada kurulabilir. Neden tarım alanlarımız heba ediliyor? Sonra Sudan’dan Venezuela’dan tarım alanı kiralıyoruz. Bu nasıl bir garabettir.

Tekirdağ Barosu Başkanı Egemen Gürcün
‣ Bakanlığın Tekirdağ’daki Plastik Sanayi Bölgesi’ne verdiği onaya itirazlar sunuldu

‘Yargı kararlarının yok sayılmasını asla kabul edemeyiz’

Tekirdağ Baro Başkanı Egemen Gürcün ise PAKOP’a ilişkin verilmiş yargı kararları ve bilimsel raporların aksine hareket edilmesinin, hukukun gerçek anlamda uygulanmadığının göstergesi olduğunu söyledi.

Kirlilikleri engelleyebilecek politikalara yer verilemediğine dikkat çeken Gürcün, şunları aktardı:

“Çocuklarımıza, temiz bir doğa ve çevre bırakma sorumluluğumuz var. Tüm yurttaşlarımızın da duruma bu şekilde bakması gerekiyor. Toplumun üstün menfaatinin yararı şeklinde, tarım alanları kullanılmadan mevcut OSB alanları kullanılarak organizasyonların yürütülmesi zorunluluk arz etmektedir. Hukuksal olarak ise yargı kararlarının yok sayılmasını asla kabul edemeyiz. Gerekli itirazlarımızı yaptık. Tekirdağ Barosu olarak, çevre ve kent hukuku konusunda, yaşadığımız iklim değişikliğine ilişkin önemli sorunlar karşısında duruşumuzu göstermeye, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte mücadele etmeye devam edeceğiz.”

Tekirdağ Tabip Odası Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Komisyonu Başkanı Gamze Varol
‣ Tekirdağ’da ‘mutlak korunması gereken 1. sınıf tarım arazisi’ne plastik organize sanayi inadı

‘Bir karış toprak için bile mücadele etmeliyiz’

Tekirdağ Tabip Odası Halk Sağlığı ve Çevre Komisyonu Başkanı Gamze Varol da sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını savunmak istediklerini belirtti.

Hukuka aykırılığının yanı sıra ciddi bir halk sağlığı riskinin söz konusu olduğuna dikkat çeken Varol, halk sağlığı ve çevre sağlığı alanının bir iddialaşma alanı olmadığına dikkati çekti.

Doğrudan ve dolaylı olarak sağlığın etkilendiğini aktaran Varol şunları kaydetti:

“Sanayi bölgelerinin kapasitesinin yeteri kadar kullanılmayıp, birinci sınıf tarım toprağının amacı dışında kullanılıp, tarım dışına çıkarılması kabul edilemez. Biz ne yiyeceğiz? Ne tüketeceğiz? Gıda stratejik bir alandır. Suyumuz az ve kirli, toprağımız kirli. 254 hektar değil bir karış toprağın sağlıklı olması için mücadele etmemiz, sahip çıkmamız gerekiyor. Toprakların nasıl SİT alanı ilan edilmesi, daha verimli hale getirilmesi gerektiğine ilişkin konuşmamız gerekirken, hukuksuzluğa davetiye çıkaranları hukuka, halk sağlığının karşısında olanları, halk sağlığını düşünmeye davet ediyoruz. Biz sadece kamu yararı düşünüyoruz.”

Ne olmuştu?

Tekirdağ’da birinci sınıf tarım arazisi niteliğindeki 254 hektarlık alana yapılması planlanan Plastik İhtisas Organize Sanayi Bölgesi için imar planı teklifi sunulmuş, duruma tepki gösteren Tekirdağ Ziraat Mühendisleri Odası, itiraz edeceğini bildirmişti.

Söz konusu girişime ilişkin Tekirdağ 1’inci İdare Mahkemesi tarafından yürütmeyi durdurma kararı bulunmasına rağmen çalışmalar devam etmişti.

PAKOP Yönetim Kurulu Başkanlığının başvurusu kapsamında; 1/5000 ve 1/1000 ölçekli nazım ve uygulama imar planı, plan açıklama raporu ve bilgi paftası sanayi.gov.tr adresinde ve Tekirdağ Valiliği’nin uygun gördüğü yerde 26 Nisan 2023 tarihinden itibaren bir hafta süreyle ilan edilmişti.

Bakanlık kararıyla Ergene Havzası Koruma Alanı içerisinde yer alan ve sit alanı olarak da tanımlanan arazi, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu gereği mutlak korunması gereken birinci sınıf tarım arazisi özelliği taşıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın söz konusu alanın tarım dışı olduğuna ilişkin kararına, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen ÇED olumlu kararının iptaline, 1/100.000 ve 1/25.000 ölçekli planlarda değişikliğe karşı açılan davalarda mahkeme, Bakanlıklar tarafından PAKOP için verilen kararların mevzuatlara, yürürlükteki planlara ve hukuka aykırı olduğuna hükmederek, çalışmaların iptaline karar vermişti.

Mahkeme kararlarına rağmen Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın imar planlarının değişikliğine ilişkin ısrarla çalışma yürütmesi dikkatleri çekmişti.

Duruma tepki gösteren Tekirdağ Ziraat Mühendisleri Odası Başkanlığı, imar planı değişikliğine itiraz edeceklerini ve gerektiği taktirde tekrar dava açacaklarını bildirmişti.

Yer seçimi 9 Temmuz 2020’de yapılan PAKOP girişimine bölge milletvekilleri, belediye başkanları ve bölge halkı da tepki göstermişti.