Editörün SeçtikleriManşetSeçime DoğruTürkiyeYeşil Gazete TV

[Seçime Doğru] Perihan Koca: Nebati Mersin’de HÜDAPAR’la çalışıyor, mitinglerine HÜDAPAR’lılar gidiyor

0

Video Röportaj: Müjgan HALİS

14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin on yedinci konuğu, Yeşil Sol Parti Mersin 2. sıra adayı ve Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖH) Sözcüsü Perihan KocaKoca ile Mersin’in ana gündemi Akkuyu ve seçim üzerine konuştuk.

*

Aday olduğunuz Mersin’de Akkuyu Santrali’nin açılışı vardı, parti olarak nükleere karşı tavrınız nedir?

Mersin aslında ekolojik yıkımın derinleştiği, yaşadığımız felaket çağının bütün yıkım ve kriz etkilerini yaşadığımız kentlerden bir tanesi. Bunların başında da nükleer santral geliyor. Geçtiğimiz gün AKP-MHP iktidarının Rusya‘yla yapmış olduğu iş birliği dolayısıyla Çernobil‘in 37 yıl dönümünde nükleer yakıt üzerinden bir seçim pazarlığı bu topluma vadedilmiş oldu.

Geçtiğimiz hafta Yeşil Sol Parti olarak ve Yeşil Sol Parti’nin etrafında kenetlenmiş olan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın özneleri olarak Nükleer Karşıtı Platform’la bir toplantı gerçekleştirmiştik. Biliyorsunuz Nükleer Karşıtı Platform seçimlere giderken, “nükleer santrali kapatacağız” demeyen hiçbir partiye oy vermeyeceğimi ilan etti. Bu açıdan önemli bir şartname yayınlamış oldu.

İklim Adaleti Koalisyonu‘nun birçok öznesinin de Mersin’e akın ettiği bir buluşma gerçekleştirdik. Bu buluşmada hem ekokırım yasasını gündem ettik hem de nükleer karşıtı mücadelemizi birleştirdiğimiz, bir yan yana geliş sağlamış olduk, Akkuyu’ya gittik ve Akkuyu’ya her gidişimizde olduğu gibi devlet şiddetiyle karşı karşıya kaldık. İki gündür bu açıdan yoğun bir eylem pratiği içerisindeyiz. Emek ve Özgürlük İttifakı olarak 24 Eylül’de bir halkçı program ilan etmiştik; ekosistemin korunması bizim önceliklerimizden bir tanesi. Zaten Yeşil Sol Parti’nin beyannamesi, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın siyasal programı mücadelenin içerisinden süzülmüş ilkeler malzemesi olarak algılanmalı. Çünkü biz masa başı bir ittifak ya da masa başı bir parti pratiği sergilemiyoruz. Ekoloji mücadelesinin içerisinden gelen, sokaktan gelen mücadele özneleriyle bu talepleri yan yana getirmiş olduk.

Bir diğer özellikle altını çizmek istediğim şey de şu: Anti kapitalist bir mücadeleyi örgütlemek zorundayız. Çünkü bugün kapitalizmin yaratmış olduğu tahribatla karşı karşıyayız. Yani kapitalizmin emeğe, doğaya, kadın sömürüsüne olan tahribatı artık bugün dünya ölçeğinde derinleşen bir iklim krizi gerçekliğini, bir ekolojik kriz gerçekliğini, bir uygarlık krizini açığa çıkartmış durumda. Bu açıdan da dünya tarihinde belki de daha önce hiç yaşanmamış denli özel bir anı, özel bir dönemi yaşıyoruz. Ekolojik dengelerdeki bozulma bu açıdan çok açık ve net bir şekilde aslında herkesin hissedebildiği bir boyuta ulaşmış durumda.

Şu da açık bir şey ki sadece Mersin değil Akdeniz ekosistemi bir nükleer çöplük olma vaadiyle karşı karşıya. Bu bizim için ölüm demek. Bu bizim için yıkım demek. Bu bizim için bir katliam projesi demek. 6 Şubat depremlerinden sonra Akkuyu’daki nükleer santralin temelinde iki önemli çatlak olduğunu öğrendik. Yani bir nükleer sızıntıyla karşı karşıya kaldığınız zaman bu yaşamın bütün canlıların, doğanın bütün türlerinin ölüme sürüklenmesi anlamına gelecek. AKP-MHP iktidarı sadece faşizmin tahkim edilmesi pratiğinden doğru hareket etmiyor aynı zamanda sermayenin sözcülüğünü yapıyor ve sermayenin hareketi sürdükçe doğayla, ekosistemle arasındaki uzlaşmaz çelişki de çok net bir şekilde açığa çıkıyor.

Mersin’de rakibiniz bakan Nureddin Nebati. Seçmeniniz bu karşı karşıya gelişin farkında mı?

Çok net farkında. Tarihsel olarak politik bir kentin üzerinde konumlanıyoruz Mersin’de ama güncel olarak özellikle 6 Şubat depremlerinden sonra açığa çıkan enkazla birlikte halkta, “artık yeter” duygusu çok önemli bir noktaya varmış durumda.

Nureddin Nebati 21 yıllık krizin, yoksullaşmanın, mülksüzleşmenin, savaş politikalarının sorumlusu olan bir bakanlık koltuğunda oturuyor. Bu bakanlık koltuğunda otururken kendi söylemini şuradan kuruyor; son söylediği sözlere bakacak olursak “onlar patates, soğan diyor, biz TOGG diyoruz” diyor. Aslında halkın yoksulluğuyla, halkın mülksüzleşmesiyle, halkın borçlanmasıyla, kıyım politikalarına doğru sürüklenmesiyle dalga geçen bir iktidar gerçeği ve onun sözcüleriyle karşı karşıyayız. Burada Mersin halkının Nebati’nin mitinglerine vermiş olduğu reaksiyon da halkın tepkisini ve taleplerini çok net bir şekilde gösteriyor. Biliyorsunuz Cumhur İttifakı tarihin en gerici ittifakını HÜDAPAR ve Yeniden Refah Partisi‘yle yan yana gelerek gerçekleştirmiş oldu. Kentte Nureddin Nebati’nin yapmış olduğu mitinglerde AKP‘nin tabanından çok özellikle HÜDAPAR’ın tabanının ona eşlik ettiğini söylemek gerekiyor ve kendi söylemini-eylemini de daha çok HÜDAPAR’lıların beyannamesi üzerinden şekillendirmeye çalışıyor.

AKP’nin tabanında çok ciddi bir çözülüş var. Kampanyamızı sürdürürken AKP’li seçmenle yan yana geldiğimizde, kendi aralarında kullandıkları şöyle bir kavrama denk geldik: Park etmek. Bugün korku eşiğinin aşılmaya başladığı bir moment varken AKP’nin tabanı hala o korku kıskacının içerisinde. Diyorlar ki; “14 Mayıs’ta biz seçmen sandığımızın olduğu okullara gideceğiz, oraya park edeceğiz ve duruma bakarak oy kullanmayacağız. Ama eğer AKP bir şekilde faşizmi tahkim edebilirse, oradan başarıyla çıkarsa ‘oy kullandık’ diyeceğiz.”

AKP seçmeniyle pazarlarda karşı karşıya geldiğimizde özellikle kadınlar daha çok konuşuyor, erkekler onları susturmaya çalışıyor. Biraz kadın hareketinin de meşruiyeti, kadın hareketinin de iradesiyle ilişkili bir şekilde bize açıktan ama sessiz bir şekilde AKP’ye oy vermeyeceklerini ifade ediyorlar. Ben, bu tepkinin, bu rahatsızlığın, bu reaksiyonların mutlaka ve mutlaka 14 Mayıs seçimlerinde sandığa yansıyacağını düşünüyorum.

Parti olarak en çok kadın aday gösteren partisiniz. Kadınların meclise gitmesi neden önemli?

Bugün temsili demokrasinin sınırlarına geldiğimiz bir dönemi yaşıyoruz. 14 Mayıs seçimlerine giderken kadınlar bu seçimlerde tayin edici bir yerde duruyor. Seçim kampanyasında sahada en önde kadınlar var, bu da bir tesadüf değil. Çünkü bu seçim ve sonrasında yaşanacak yeni süreç, bizim için hayat memat meselesi. Yeni bir toplumsal sürecin inşasına mı gideceğiz yoksa faşist bir diktatörlüğün inşasına mı gideceğiz, şeklinde bir referandum oylanacak çünkü. Ve kadınların iradesinin Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, Yeşil Sol Parti’nin etrafında kenetlenmiş olması da tesadüfi değil. Çünkü biz kadın mücadelesinden aldığımız güçle bir iradi alan yaratmış durumdayız. Hem siyasette kadınların söz, yetki, karar sahibi olduğu bir iradeyi temsil ediyoruz. Hem de kadınların güvenceli bir şekilde yaşayacağı, kendi taleplerinin inşa olacağı, sadece kazanılmış haklarımızı geri alacağımız değil, yeni bir toplumun inşasını, demokratik bir cumhuriyetin inşasını da başlatacağımız bir yürüyüşe inanıyoruz.

Burada şunu da ifade etmek gerekir; sadece ve sadece Recep Tayyip Erdoğan iktidarını devirmek yetmeyecek. Bu siyaset biçimini değiştirmekle de yükümlüyüz. Parlamento ne kadar güçlendirilirse güçlendirilsin bu siyaset düzlemi erkek siyaset düzlemi. Bürokratik, teknokratik, seçilmiş elitleri bir azınlık şeklinde yan yana getiren, halkı ise yönetilen kılan hatta bir tebaa olarak gören bir siyaset biçimini beraberinde getiriyor. Dolayısıyla kadınlar diyorlar ki; geldiğimiz aşamada hayır biz sadece seçme hakkımızı kullanarak birilerini vekaleten bizi yönetsin diye parlamentoya göndermeyeceğiz, kendimiz kendi hayatlarımız için siyaset yapacağız. Erkek siyasetini tasfiye ederek yeni bir toplumun inşasına yeni bir yönetme ve yönetilme anlayışı tahayyülümüz var, bunun yürüyüşünü gerçekleştireceğiz. Yani sadece 14 Mayıs seçimleriyle ufku sınırlı olmayan, yeni bir toplumun, demokratik bir cumhuriyetin inşasının kurucu öznesinin öznesi olmak demek bu. Bunu da özellikle sosyalist feminist bir kadın olarak çok önemli buluyorum.

Cumhur İttifakı’nın size “yedinci ayak”, “terörist” gibi söylemlerle hitap etmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Ellerinde şapkadan çıkaracak herhangi bir tavşanın kalmadığını görüyoruz aslında. Erdoğan’ın daha önce açıkladığı gibi “Atı alan Üsküdar’ı geçti geçiyor” diyebilecekleri bir konumda olmadıklarını, muktedir olamadıklarını görüyoruz. Bu yüzden kendilerinden olmayan herkesi terörist ilan ediyorlar ve inanılmaz propagandalar yapıyorlar. LGBTİ+ haklarını, toplumsal cinsiyet politikalarını savunduğumuz için; Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı’nı özdeşleştirerek -biliyorsunuz Süleyman Soylu, Recep Tayyip Erdoğan ‘eğer biz seçilmezsek, bunlar erkek ve erkeğin evleneceği, kadınla kadının evleneceği bir aile ortamı kuracaklar’ diye de propaganda ediyorlar. Sadece terörist olarak nitelendiğimiz değil aynı zamanda hastalıklı olarak nitelendirildiğimiz bir pozisyonun da içerisindeyiz.

Biz Cumhur İttifakı’nın politikalarını yaptıklarından biliyoruz. Bunu da seçim sürecindeki propagandalarından söylemsel olarak değil, gerçekleştirdikleri operasyonlarla çok net bir şekilde gösteriyorlar. Bugün biz sahadayken insanlar gerçekten “artık yeter” diyorlar. Ve AKP’nin gideceğinden, Cumhur İttifakı’nın yenileceğinden herkes çok emin.

Ama olağan koşullarda bir seçime gitmiyoruz. Uzun zamandır olağanüstü halin kalıcılaştığı bir siyasal atmosferin içerisinde konumlanıyoruz. Ve insanların en çok sorduğu şey seçim güvenliği ne olacak? Sandık güvenliği ne olacak? Acaba bunlar yine trafoya kedi sokacaklar mı? Nereden ne çıkaracaklar? E böyle bir dönemde şapkadan çıkaracak herhangi bir tavşanlarının kalmadığı bir dönemde biliyorsunuz iki gün evvel Amed merkezli olarak bir operasyon, aslında bir siyasi tezgâh planlanmış oldu, 21 ilde operasyonlar düzenlendi, 200’e yakın arkadaşımız gözaltına alındı. Yine tırnak içerisinde bir “terör” soruşturmasıyla karşı karşıya kalmış olduk. Başka bir çareleri yok. Faşizmi tahkim etmek için bir taraftan bunları yapmaya mecburlar.

Erdoğan AKP’nin seçim beyannamesini açıkladığında sanki 21 yıldır bu ülkeyi yönetmiyormuş gibi bir ana muhalefet beyannamesi açıkladı. Bunun toplumda herhangi bir karşılığı yok. Toplum ne yaşadığını, neyle karşı karşıya olduğunu, gündelik yaşamından çok net bir şekilde görüyor. Bunun bizzat özneleriyiz biz. Bu ekonomik krizin, yoksullaşmanın, devlet krizinin, siyasal krizin, hepsinin özneleriyiz.

Anayasanın zaten askıya alındığı bir Türkiye’de ne yapacaklar? Saldıracaklar. Kürtlere saldıracaklar, Alevilere saldıracaklar, kadınlara saldıracaklar, halka saldıracaklar, emekçi sınıflara saldıracaklar. Bunu bekliyoruz. 15 günümüz var ama biz her ne olursa olsun ne sandıklarımızı güvenliğini almaktan vazgeçeceğiz ne onların atı alıp Üsküdar‘ı geçebileceği bir boşluk bırakacağız ne de bir korku imparatorluğunun tekrardan inşa olmasına izin vereceğiz. Bunlar artık AKP’nin son çırpınışları.

Seçmenlerinize, özellikle kararsız seçmene ne söylemek istersiniz?

Emek ve Özgürlük ittifakı ve onun çatı partisi olan Yeşil Sol Parti halkın haklarının yegâne temsilcisi; bu seçim beyannamesinde de, yürüyüşümüzde de, mücadelemizde de nettir. Ve 6 Şubat depremleri sonrasında ülkede yeni bir siyasal ve toplumsal doku inşa oluyor. O enkazın altında devlet kalmış olabilir, o enkazın altında iktidar kalmış olabilir ama o enkazın altından biz halk dayanışmasıyla çıktık. Halkın özneleşme pratiğiyle çıktık. Bu özneleşme pratiğini demokratik bir cumhuriyet yürüyüşüne dönüştürebiliriz, bu mümkün. Bu açıdan da 14 Mayıs seçimleri çok tarihi bir yerde duruyor. Herkesi Yeşil Sol Parti etrafında birleşmeye davet ediyorum. Bütün halkımızı, bütün gençleri, kadınları, işçileri, emekçileri. Değiştirebiliriz, tayin edici esas güç biziz.

You may also like

Comments

Comments are closed.