Ana Sayfa Blog Sayfa 318

Kripto paralar, çevreyi düşündüğümüzden de kötü etkiliyor

Geçtiğimiz on yılda kripto para birimi niş bir teknolojiden milyarlarca dolarlık bir pazara  dönüştü. Ancak bazı insanlara çok para kazandırırken (ve bazılarına da çok para kaybettirirken), kripto para birimi ve onun en popüler ürünlerinden  Bitcoin, çevresel etkileri nedeniyle giderek daha fazla inceleniyor. 

Enerji yoğun bir faaliyet olan kripto para madenciliği sisteminin çalışır durumda tutmanın, 45 milyon nüfuslu Arjantin’in tükettiği enerji kadar enerji tükettiği belirtiliyor. Ancak yeni bir araştırmaya göre etkileri sera gazı emisyonlarının çok ötesine geçiyor. Bir araştırmacı ekibi, kripto madenciliğinin aynı zamanda başta Çin ve ABD olmak üzere büyük su ve toprak ayak izlerine sahip olduğunu buldu.

Sadece havayı değil, toprak ve suyu da etkiliyor

Şu anda %41’lik pazar payıyla küresel pazarda en büyük payı elinde tutan kripto para, Bitcoin. Önceki çalışmalar Bitcoin’in (ve özellikle Bitcoin madenciliğinin) büyük bir çevresel maliyeti olabileceğini ortaya çıkarmıştı.

Kripto madenciliği, işlemlerin meşru olduğundan ve blok zincirine doğru şekilde eklendiğinden emin olmak için bir bilgisayar ağının kod çalışması yürüttüğü süreç. Madencilik aynı zamanda kripto paranın dolaşıma girme şeklini de ifade ediyor. Bilgisayarlar, “blok” adı verilen bir dizi işlemi doğrulayan ve onu blok zincirine ekleyen ilk kişiler olmak için yarışırken olağanüstü miktarda enerji kullanıyor.

2020-2021 döneminde 70’ten fazla Bitcoin madenciliği yapılan ülkedeki faaliyetleri inceleyen Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde çalışan bir grup bilim insanı, kullanılan enerjinin yaydığı emisyonların dışında, şimdiye dek göz ardı edilen önemli bir çevresel etkiyi de ortaya çıkardı. Buna göre, bilgisayar kullanımından kaynaklanan çok yüksek karbon ayak izinin yanı sıra, küresel Bitcoin madenciliğinin su ve toprakta da önemli bir ayak izi var.

Earth’s Future dergisinde yayınlanan yeni araştırmaya öncülük eden Birleşmiş Milletler Üniversitesi Direktörü Kaveh Madani, “Heyecan verici yeni teknolojilerimizin birçoğunun başlangıçta farkına varmadığımız gizli maliyetleri var. Bir şeyi tanıtıyoruz, benimseniyor ve ancak o zaman sonuçlarının farkına varıyoruz.” dedi.

Bitcoin bir ülke olsaydı…

Araştırmacılar, eğer bir ülke olsaydı, Bitcoin madenciliğinin küresel enerji kullanımında 27’nici sırada yer alacağını buldu. Bu, Arjantin ve Hollanda gibi ülkelerden daha üst sıralarda yer alması anlamına geliyor.

Kullanılan enerji de büyümeye devam ediyor. Genel olarak Bitcoin, 2020 ve 2021’de yaklaşık 173 terawatt saat elektrik tüketti; bu, 2018-2019’da kullanılan enerjiden yaklaşık yüzde 60 daha fazla. Daha da kötüsü, bu madenciliğin büyük bir kısmı bol, ucuz fosil yakıt kaynaklarına sahip ülkelerde gerçekleşiyor. Bitcoin madenciliği, söz konusu ülkelerde fosil yakıtların kullanılması nedeniyle yaklaşık 86 megaton karbon saldı. Bu da 190 gaz yakıtlı elektrik santralinin işletilmesine eşdeğer.  Bu ayak izini telafi etmek için Amazon yağmur ormanlarının yüzde 7’sine eşit bir alan olan, yaklaşık dört milyar ağacın dikilmesi gerekiyor.

Kripto paranın su ayakizi konusunda da performansı kötü. Bitcoin madenciliği, aynı iki yıllık dönemde 1,65 milyon litre su kullandı; bu da 660.000 olimpik yüzme havuzunu doldurmaya, asıl önemlisi Sahra Altı Afrika kırsalındaki 300 milyon insanın evsel ihtiyaçlarını karşılamaya yetiyor. Çin, ABD ve Kanada en büyük su ayak izine sahip ülkeler olurken, onları İran ve Kazakistan takip ediyor.

Araştırmacılar ayrıca madencilik için enerji üretmek amacıyla etkilenen arazi alanını dikkate alarak arazi kullanımı etkisini de analiz etti ve Bitcoin’in ayak izinin 1.870 kilometrekare olduğunu, yani Los Angeles‘ın 1,4 alanına eşdeğer olduğunu buldular. Çin 900 kilometre kareyi, ABD ise 300 kilometre kareyi kaplayarak ilk iki ülke oldu.

Sunucuların dışarıdan temin edildiği Kazakistan, Malezya, İran ve Tayland da listede yer alıyor. Kaveh, madencilikle uğraşan her ülkenin karbon emisyonuyla diğerlerini etkilediğini söyledi.

Eşitsizlik ve adaletsizlik yaratıyor

Bazı ülkeler, kaynaklarının potansiyel olarak kripto madenciliğinden etkilendiğini zaten gördü. 2021’de İran elektrik kesintileriyle karşı karşıya kaldı ve hükümet, Bitcoin madenciliğini kuraklık sırasında hidroelektrik enerjinin tükenmesiyle suçladı ve uygulamayı yasakladı . 2021’de Çin, Bitcoin madenciliği ve işlemlerini yasaklarken, diğer ülkeler de benzer tedbirleri değerlendiriyor.

Madani, “Şu anda hangi grupların Bitcoin madenciliğinden yararlandığını ve bunun çevresel sonuçlarından en çok hangi ulusların ve nesillerin zarar göreceğini gördüğünüzde, düzenlenmemiş dijital para sektörünün eşitsizlik ve adaletsizlik sonuçlarını düşünmeden duramazsınız” dedi.

Bitcoin destekçileri ise kripto para madenciliği ve işlemlerinin giderek daha çevre dostu hale geldiğini bunun artacağını iddia ediyor.

Araştırmacılar ise  kripto madenciliği için kullanılan elektrik fiyatlarındaki artış ve kripto gelirleri ve işlemleri üzerindeki vergiler gibi çevresel etkileri izlemek ve azaltmak için hükümetlerin müdahale etmesini istedi.

 

İklim aktivisti bilim insanlarına hapis cezası

İklim krizine karşı önlem almayan hükümetlere karşı mücadele eden bilim insanlarından oluşan Scientist Rebellion üyeleri, iklim krizini körüklemedeki rolleri nedeniyle çok uluslu yatırım şirketi BlackRock‘a, otomobil üreticisi BMW‘ye ve Alman hükümetine karşı düzenlenen üç günlük eylem sebebiyle hapis cezasına çarptırıldı.

[Dünya Hali] Finans şirketlerinin ikiyüzlü iklim politikaları dünyayı zehirliyor: BlackRock örneği

Euronews’in aktardığına göre, Almanya’da geçen yılın ekim ayındaki şiddet içermeyen protestoların ardından başlayan dava dün sonuçlandı.

Münih Bölge Mahkemesi’ndeki hakim, İspanya, ABD ve İtalya‘da eş zamanlı eylemler yapan aktivistleri cezaya konu zarar vermek ve mülklere izinsiz girmekten suçlu buldu, ancak iklim krizini “insanlık için en büyük zorluk” olarak kabul ettiği ve amaçlarının mülklere zarar vermek değil, krize dikkat çekmek olduğunu dikkate aldığını bildirdi.

Buna karşın dört aktivist eylemleri için cezalandırıldı. 105 gün hapis cezasına çarptırılan her bir aktivistin cezası 1.680 Euro tutarında para cezasına çevrildi. Cezayı ödemezlerse hapis yatacaklar.

Neden isyan ediyoruz?

Scientist Rebellion, küçülme, iklim adaleti ve iklim değişikliğinin daha etkili şekilde hafifletilmesi için kampanyalar yürüten bilim insanlarından oluşan uluslararası bir aktivist grup. Extincion Rebellion‘un kardeş kuruluşu olan Scientis Rebellion,  “neden isyan ettiklerini” internet sitelerinde şöyle anlatıyor:

“Bilim insanları onlarca yıl boyunca makaleler yazdı, hükümetlere tavsiyelerde bulundu, basına brifing verdi: Hepsi başarısız oldu. Eğer bu konuda bir şeyler yapmaya istekli değilsek, karşılaştığımız felaketi daha ayrıntılı olarak belgelemenin ne anlamı var?

Akademisyenler bir isyanı sürdürmek için mükemmel bir konumdalar: Zengin bilgi ve uzmanlık merkezlerinde varız; dünya çapında ve karar vericilerle iyi bağlantılarımız var; Dünyanın her yerindeki diğerlerini bilgilendirecek, eğitecek ve harekete geçirecek geniş platformlarımız var ve siyasi gücün temeli olan örtülü otoriteye ve meşruiyete sahibiz. Bir fark yaratabiliriz. İnsanlık tarihinin en büyük yıkımını durdurmak için elimizden geleni yapmalıyız.”

İklim değişikliği grubu Scientist Rebellion aktivistleri, 25 Ekim 2022'de Almanya'nın Münih kentindeki Blackrock binasının önünde protesto gösterisi yapıyor.

‘Şimdi, net bir pozisyon almanın tam zamanı’

Grup, BlackRock’un ofislerinin girişine petrolü temsilen pekmez dökmüş, Münih‘teki Odeonsplatz‘ta trafiği kesmiş ve kendilerini BMW’nin genel merkezindeki arabalara yapıştırmıştı.

Dava, geçen ekimde şiddet içirmeyen üç eyleme katılan 16 iklim aktivistine karşı açılan davalardan ilkiydi. Uzmanlık alanları çevre bilimlerinden fiziğe kadar uzanan bilim insanları, geçen yıl Münih‘teki Stadelheim Hapishanesi‘nde duruşma öncesi bir hafta tutuklu kalmıştı. 

‘Harekete geçmek ahlaki bir görev’

Grup mahkemede, eylemlerinin hükümete harekete geçmesi için baskı yaparak, iklim ve ekolojik felaketi durdurmak için gerekli olduğunu savundu.

Cezaya çarptırılan bilim insanlarından; İspanya’da karbon denkleştirmelerinden kaynaklanan çatışmalar üzerine çalışan ABD’li Nate Rugh, “Türümüz için en tehlikeli zamandayız” dedi:

“Yakın zamanda yapılan bir araştırma, dünya 2100 yılına kadar 3,2 derecelik bir sıcaklık artışına doğru ilerlerken, küresel ısınmanın 2 dereceyi aşması durumunda bir milyar insanın öleceğini hesapladı; bu da uygarlığın kaçınılmaz çöküşüne yol açacaktır.”

 

Copernicus: Rekor seviyedeki deniz sıcaklıkları deniz biyoçeşitliliğini tehdit ediyor

Yeni bir araştırma, rekor seviyedeki küresel deniz yüzeyi sıcaklıkları ve beklenmedik bölgelerde daha sık görülen deniz sıcak dalgaları nedeniyle deniz biyoçeşitliliğinin tehdit altında olduğunu ortaya koydu.

Avrupa Komisyonu‘na bağlı Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin son okyanuslar raporuna göre, deniz yüzeyi ortalama sıcaklıkları nisan ayında 21,1°C‘ye ulaştı ve hazirandan ağustosa kadar geniş coğrafyalarda “yoğun sıcak dalgaları” yaşandı.

Raporda, daha önceki rekor olan 21°C‘lik sıcaklığın 2016 yılında gerçekleştiği hatırlatıldı.

Deniz sıcak dalgaları, belirli yerlerde suyun en az beş gün üst üste alışılmadık ölçüde sıcak olduğu geçici olaylar olarak tanımlanıyor.

sıcaklık

‣ Okyanus yüzeyi şimdiye dek kaydedilen en yüksek sıcaklığa ulaştı
‣ Dünyanın okyanusları artık çok, çok, çok hızlı ısınıyor

‘Dünya’yı enerji dengesine geri getirmeliyiz’

Araştırma, Güney Okyanusu hariç her yerde deniz sıcak dalgalarının daha sık görüldüğünü ve her beş ila 10 yılda bir fazladan bir sıcak dalgası daha yaşandığını gösterdi. 

Buna karşılık, denizlerdeki soğuk dalgaları her beş yılda bir azalma gösterdi. Financial Times‘ın aktardığına göre Bristol Üniversitesi‘nden Daniela Schmidt, “Mesele sadece meydana gelme sıklığı değil” dedi. “Denizde sıcak dalgaları daha önce de yaşanmıştı ama bunlar Avustralya‘nın batı kıyıları, Alaska ya da Akdeniz’le sınırlıydı. Şimdi ise Britanya Adaları gibi beklemediğimiz bölgelerde meydana geldiğini görüyoruz.” 

Copernicus okyanus durumu raporunun yöneticisi Karina Von Schuckmann, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Küresel ısınmada görülen her artışın, okyanuslar da dahil olmak üzere iklim aşırılıklarını etkileyeceği oldukça açık. Dünya‘yı enerji dengesine geri getirmek için emisyonları azaltarak [küresel ısınmayı] hafifletmeye ihtiyacımız var. Deniz ısı dalgaları mercanlar, deniz çayırları, balıklar ve kuşlar da dahil olmak üzere çok çeşitli türler için tehdit oluşturuyor. Ayrıca mercanların ağarmasına, balık topluluklarının değişmesine ve resiflerin fiziksel yapılarının bozulmasına neden olabiliyor. Denizdeki doğal yaşam alanları ve besin zincirleri üzerindeki etkiler, tüm besin zinciri için daha ileri sonuçlar doğurabilir.”

sıcaklık

‣ Okyanus yüzey sıcaklıklarının rekor kırmasıyla aşırı hava olaylarında artış bekleniyor
‣ Akdeniz suları, tarihinin en yüksek sıcaklığına ulaştı, okyanus sıcaklığı 38 dereceyi buldu

‘Etkiler besin zincirinin tümüne yayılıyor’

Copernicus, kuzeydoğu Atlantik’te orta ila güçlü ve hatta aşırı sıcak dalgaları tespit etti ve buralardaki fitoplankton konsantrasyonlarında 1998-2018 dönemine kıyasla yüzde 50 ila 60 oranında bir düşüş olduğunu tespit etti.

Deniz Biyolojisi Derneği‘nden Katie Smith, “Gördüğümüz etkiler muazzam boyutlarda ve besin zincirinin tamamına yayılıyor” dedi. 

Örneğin planktonlardaki azalma, kara balıklarının ve dolayısıyla bunlarla beslenen morina gibi daha büyük balıkların yeterince yiyecek bulamayacağı, gıda kaynaklarının ve balıkçılık endüstrilerinin tehlikeye gireceği anlamına gelebilir.

sıcaklık

‣ Okyanus dip sıcaklığı beklenilenden çok daha hızlı artıyor
‣ Sıcak dalgaları okyanus derinliklerini yüzeyden çok daha ciddi şekilde etkiliyor

İspanya’nın yedi katı büyüklüğünde deniz buzu yok oldu

Tropikal kuzey Atlantik‘te temmuz ayından itibaren orta ila şiddetli bir sıcak dalgası tüm havzayı kaplarken, Akdeniz’de haziran, temmuz ve ağustos aylarında orta ila aşırı sıcak dalgaları yaşandı. Kuzeydoğu Pasifik‘te temmuz, ağustos ve eylül aylarında orta ila şiddetli sıcak dalgaları gözlemlendi ve aynı dönemde tropikal Pasifik’te El Niño koşulları nedeniyle deniz yüzeyi sıcaklıkları arttı.

Deniz buzlarının miktarı da hızla küçülüyor. Antarktika’daki deniz buzu mayıs ve haziran aylarında kayıtlardaki en düşük seviyelerine ulaştı. Buna göre Polonya‘nın yedi katı büyüklüğünde bir alan yok oldu. Arktik deniz buzu 1979’dan bu yana 3,5 milyon kilometrekare, yani İspanya‘nın yedi katı büyüklüğünde bir alan kaybetti.

Deniz buzları Dünya’nın soğumasına yardımcı oluyor ve kril ve mikroorganizmalar için yaşam alanı ve balinalar gibi daha büyük hayvanların yiyecek bulması için yer sağlıyor.

Mercator Ocean International‘da oşinograf olan Clément Bricaud, “Dünya’nın albedosu, yani güneş ışığını yansıtma kabiliyeti, gezegendeki buz örtüsünün boyutundan büyük ölçüde etkileniyor” dedi: “Kuzey Kutbu ve Antarktika’daki kutup deniz buzundaki bu dramatik azalma küresel ısınmayı şiddetlendiriyor, kırılgan ekosistemleri bozulma tehdidi altında bırakıyor ve dünya çapındaki hava modellerini etkileme riski taşıyor.”

sıcaklık

‣ Antarktika’daki buz sahanlığının yüzde 40’ından fazlası küçüldü
‣ Antarktika’nın kritik eşiği: Isınmayı 2℃’nin altında tutamazsak geri dönüşü olmayan değişimler yaşanacak

Antarktika’yı kurtarmak için devrilme noktası geride bırakıldı

Bu hafta Nature dergisinde yayımlanan yeni bir araştırma, insanlığın Batı Antarktika Buz Tabakası‘ndaki istikrarsızlıktan kaçınabilmek için bir devrilme noktasını geride bıraktığını ve her senaryo altında önümüzdeki on yıllar ve yüzyıllar boyunca erimeye devam edeceğini, deniz seviyesinin yükselmesini hızlandıracağını ve küresel iklimi düzenleyen okyanus akıntılarını bozacağını ortaya koydu.

Southampton Üniversitesi‘nde fiziksel oşinografi uzmanı Prof. Alberto Naveira Garabato, bunu “tokat etkisi yaratan bir araştırma” olarak değerlendirdi:

Geçmişte yaptığımız seçimlerin bizi Batı Antarktika Buz Tabakasının önemli ölçüde erimesine ve bunun sonucunda deniz seviyesinin yükselmesine nasıl mahkum ettiğini gösteriyor – ki önümüzdeki on yıllar ve yüzyıllar boyunca kaçınılmaz olarak buna uyum sağlamak zorunda kalacağız.”

AYM’nin Can Atalay gerekçeli kararı Resmi Gazete’de: Avukatlar tahliye için nöbette

Anayasa Mahkemesi‘nin (AYM) Gezi tutuklusu, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’la ilgili “seçme ve seçilme hakkı ve kişi güvenliği ve hürriyeti hakkı yönlerinden hak ihlali olduğuna” ilişkin kararı Resmi Gazete‘de yayımlandı.

AYM ayrıca Atalay’a 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetti. 

Yüksek Mahkeme kararında Ömer Faruk Gergerlioğlu, Enis Berberoğlu, Mustafa Balbay, Mehmet Haberal dosyalarında daha önce verilen kararlara atıf yaptı.

Kararda sık sık  anayasanın “Yasama dokunulmazlığı” maddesi hatırlatılan kararda özellikle Gergerlioğlu kararına atıf yapıldı:

“Milletvekili olan başvurucunun Anayasa’nın 83. maddesinde konuma altına alınan yasama dokunulmazlığından faydalanamaması nedeniyle aynı zamanda Anayasa’nın 67. maddesinde yer alan seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarına yapılan müdahalenin Anayasa’yı ihlal ettiğine karar vermiştir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi’nin Gergerlioğlu kararının Anayasa’nın 14. maddesinin 2. fıkra hükmünün ‘uygulanmasının ortadan kaldırılması veya işlevsiz hale getirilmesi’ sonucunu doğurduğunun ileri sürülmesi mümkün değildir”

AYM kararının hüküm kısmında ise şu ifadeler yer aldı:

  • Seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna oybirliğiyle,
  • Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna oybirliğiyle,
  • Anayasa’nın 67. maddesinde güvence altına alınan seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiğine Muammer Topal, Yıldız Seferinoğlu, Basri Bağcı, İrfan Fıdan Ve Muhterem İnce‘nin karşıoyları ve oyçokluğuyla,
  • Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine Muammer Topal, Yıldız Seferinoğlu, Basri Bağcı, Irfan Fıdan Ve Muhterem İnce’nin karşıoyları ve oyçokluğuyla,
  • Diğer ihlal iddialarının incelenmesine gerek bulunmadığına oybirliğiyle,
  • Kararın bir örneğinin hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkumiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2021/178) gönderilmesine,
  • Başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine,
  • Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine 25/10/2023 tarihinde karar verildi.

AYM’nin ihlal kararı gereği İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında yargılamayı durdurması ve tahliye kararı vermesi bekleniyor.

Avukatlardan nöbet

Bu arada TİP avukatları, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin AYM’nin ihlal kararını hâlâ değerlendirmemesi üzerine adliyede nöbete başlayacaklarını duyurdu.

AYM’nin hak ihlali kararı sonrası Can Atalay dosyasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, dün avukatlara duruşmaları bitince heyet olarak kararı değerlendireceklerini söylemişti. Atalay’ın ve TİP’in avukatları, tahliye talepli dilekçe verdi ancak duruşmalar bitince öğlen saatlerinde Mahkeme Başkanı’nın adliyeden ayrıldığı ve dönmeyeceği öğrenildi. Avukatların durumla ilgili Başsavcı ve Başsavcı vekili ile görüşme talepleri de reddedildi.

Avukatların verdiği bilgiye göre; daha sonrasında mahkeme heyetinin geldiği ve memurlara mesai bitimi eve gitmeme talimatı verildiği söylendi. Ancak Saat 18.00’de memurlara “eve gidin” talimatı verildiği ve memurların gittiği açıklandı.

[İklim Masası] Kentsel ulaşım, iklim krizine dirençli hale getirilmeli

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Prof. Dr. Ela Babalık‘ın kaleme aldığı iklim krizi ve kentsel ulaşıma ilişkin makalesini yayımlıyoruz. 

*

İklim değişikliği ve ulaşım sektörü arasında güçlü ve çift yönlü bir ilişki var: Ulaşım sektörü kaynaklı karbondioksit salımları, iklim değişikliği sürecini hızlandırıyor; öte yandan, iklim değişikliğinden kaynaklanan şiddetli yağışlar, fırtınalar, sıcak hava dalgası ve yangın gibi felaketler de ulaşım sektörünü, altyapıları ve yolcuları ciddi biçimde etkiliyor.

Dolayısıyla, hem ulaşımda yaratılan karbondioksit salımını azaltmak hem de iklim tehlikelerine karşı hazırlıklı, dirençli ve güvenli bir ulaşım sistemi yaratabilmek için kentlerimizde ulaşımı yeniden planlamak ve dönüştürmek zorundayız. Ancak ulaşım sektörünün iklim değişikliğinin etkilerine uyumlu hale getirilmesi, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de görece yeni tartışılmaya başlanan bir konu.

İklim değişikliği bağlamında ulaşım sektörünün yeniden yapılandırılması, kısa zaman öncesine kadar sera gazı azaltım stratejilerine odaklanılması anlamına geliyordu. Ancak 2015 yılında Paris’te yapılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’ndan (COP21) bu yana durum değişiyor. Azaltım eylemlerinin hızlandırılması ve artırılmasına yapılan vurgu kadar önemli bir diğer konu, iklimin şimdiden değişmiş olduğunu kabul ederek, ulaşım sektörünü iklim tehlikelerine dirençli ve uyumlu hale getirme gerekliliği.

‘İklim krizi, ulaşım altyapısına zarar veriyor’

Kentsel ulaşımı en fazla etkileyen iklim olayları, aşırı şiddetli yağışlar sonucu oluşan sel ve taşkınlar, şiddetli rüzgar ve fırtınalar, sıcak hava dalgaları, yangınlar ve kıyı yerleşimlerinde su seviyesinin yükselmesine dayalı sorunlar.

Bu iklim olayları, ulaşım altyapıları ve taşıtlar üzerinde kalıcı hasarlar yarattıkları gibi, yük ve yolcu taşımacılığının, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimin aksamasına yol açıyor; ekonomik ve toplumsal yaşamı olumsuz etkiliyor; tüm kentlileri ve halk sağlığını ciddi biçimde tehdit ediyor.

Tüm bu nedenlerle, kentsel ulaşımın iklim değişikliği kaynaklı tehlikelere dirençli hale getirilmesi, yolcu sağlığının güvence altına alınması ve pek çok ekonomik sektörü etkileyen taşımacılık faaliyetlerinin kesintisiz biçimde gerçekleştirilmesi son derece önemli.

Ulaşım ayrıca iklim tehlikeleri esnasında müdahale ve tahliye olanakları açısından da kritik bir sektör. Dolayısıyla, iklim değişikliğine uyum stratejileri, azaltım kadar ciddiyetle ele alınmalı.

‘Kritik altyapılar dirençli hale getirilmeli’

Uyum stratejileri kapsamında ilk yapılması gerekenlerden biri, kentsel ulaşımdaki metro, hafif raylı sistem, tramvay, elektrikli otobüs ve troleybüsler, ayrıca deniz ulaşım araçları, liman ve iskeleler gibi kritik altyapıların dirençliliğinin sağlanması.

Taşıt, bisiklet ve yaya yollarında da sel ve taşkından korunmak için menfezler, tahliye pompaları, koruyucu bariyer ve siper gibi altyapı önlemleri alınması önemli. Fırtına ve şiddetli rüzgara karşı siper ve bariyerler de değerlendirilmeli. Ayrıca sıcak hava dalgaları karşısında asfaltta kusma veya erime riskine karşı da önlem alınmalı.

‘Kapatılan dereler, kente kazandırılmalı’

Şiddetli yağışlardan kaynaklanan sel ve taşkınların yıkıcı etkisini azaltmak için başvurulabilecek bir diğer etkili eylem, yol, kaldırım, meydan ve otoparkların sert zeminlerinde, geçirgenliği yüksek kaplama malzemesi kullanmak. Ayrıca yeşil alanlar, yeşil çatılar, yeşil durak ve istasyon gibi yeşil altyapıların artırılması, şiddetli yağış esnasında suyun bir kısmının toprakta emilimini sağlayacaktır.

Kentlerde zaman içinde kapatılmış olan dere yataklarının gün yüzüne çıkarılması ve böylece drenaj kanalları ve rekreasyon alanları olarak kente kazandırılması, tüm dünyada yaygınlaşan bir uygulama. Türkiye kentlerinde de kapatılarak üzerine yol yapılmış çok sayıda dere yatağı var: Örneğin Ankara’da Kavaklıdere bölgesine ismini vermiş olan derenin aktığı akarsu yatağı günümüzde Tunus Caddesi olduğu için, bu bölgede her şiddetli yağışta ciddi sel ve su baskını olayları yaşıyoruz. Aynı durum, Ankara’daki İncesu, Bülbülderesi, Bentderesi, Cevizlidere caddeleri ya da İstanbul’daki Büyükdere Caddesi gibi, isminde dere geçen her yol için söz konusu. Bunlar, şiddetli yağışlar esnasında büyük birer risk kaynağı.

‘Beyaz çatılı otobüsler yaygınlaşıyor’

Yeşil ve mavi altyapılar, aynı zamanda sıcak hava dalgalarının da etkisini azaltacaktır. Ağaçlıklı yollar, gölge etkisi yaratabilir ve yeşil alanların artması, ısı adası etkisini hafifletebilir. Benzer şekilde, derelerin gün yüzüne çıkarılmasıyla elde edilecek mavi altyapılar da havayı soğutma faydası sağlayabilir.

Bunların yanı sıra, sıcak hava dalgalarının en olumsuz etkilediği taşıtlar otobüsler olduğu için, dünyanın pek çok kentinde yaygınlaşan ‘beyaz çatılı otobüs’ gibi uygulamalar ile toplu taşımada ve okul servis araçlarında yüksek ısıyı içeri geçirmeyen taşıtlar kullanılmaya başlanabilir.

Taşıt yollarında denenen ve kaplamanın rengi, ışığı yansıtma özelliği, yağmur suyu geçirimi ve buharlaşmayı artırma işlevleriyle ısı adası etkisini azaltmayı sağlayan ‘serin kaplama’ gibi teknolojiler de dünyanın gündeminde. Ve elbette, sıcak hava dalgalarıyla beraber yaşanan yangınlara önlem olarak, yol boyu kullanılacak peyzaj ögelerinin yerel iklime uygun seçilmesi de büyük önem taşıyor.

‘Acil müdahale ve tahliye olanakları artırılmalı’

Bu eylemlerin yanı sıra, acil durumlarda müdahale ve tahliye olanaklarını da artırmak gerekiyor. Bunun için, çok çeşitli ulaşım sistemlerinin ve güzergahların kullanılabileceği, esnek ulaşım altyapıları geliştirilmeli. Böylelikle, bir sistem veya güzergah kapandığında, başka alternatifler vasıtasıyla ulaşım ve tahliye sürdürülebilir. Bu kapsamda, acil durumlarda hızlı ve etkin bir alternatif olan otobüs özel yolları ve şeritleri dünyada giderek yaygınlaşıyor.

Ayrıca, deniz ulaşımı olanağı olan kentlerde bu ulaşım türünü de mutlaka geliştirmek gerekir. İstanbul ve İzmir kentlerinde deniz ulaşımı toplu taşıma içinde zaten önemli bir rol oynuyor. Benzer bir durum Muğla kentimiz için geçerli olsaydı, 2021 ve 2022 yıllarında yaz aylarında yaşanan yangınlar esnasında tahliye süreci çok daha hızlı ve etkili biçimde yürütülebilirdi.

Uyum stratejileri kapsamında vurgulanan bazı eylemlerin, azaltım amacına da katkı sağlayacağı gözden kaçmamalı. Her ne kadar birbirinden farklı eylem alanları olsalar da, azaltım ve uyum arasında önemli bir sinerji bulunuyor. Bu sinerji yakalandığında, eylemlerden daha da fazla verim alınması muhtemel.

‘Azaltım için otomobil kullanımı caydırılmalı’

Ulaşım sektörü kaynaklı karbondioksit salımları, toplam salımlar içinde önemli bir paya sahip ve bu pay giderek artıyor. Türkiye’de ulaşım sektörünün toplam karbondioksit salımları içindeki payı 2000 yılında yüzde 17 iken, 2019 yılına gelindiğinde yüzde 23’e ulaşmış durumdaydı. Bu payın, 2023 itibariyle daha da artmış olmasını bekleyebiliriz. Tam da bu nedenle, ‘azaltım stratejileri’ olarak bilinen ve özellikle karbondioksit salımını azaltmayı hedefleyen eylemler aracılığıyla kentsel ulaşım sistemlerinin dönüştürülmesi de tabii ki son derece önemli.

Bu eylemlerin başında, kentsel ulaşımda taşınan yolcu başına en fazla enerji kullanan ve salım yaratan otomobil yolculuklarının sınırlandırılması geliyor. Kentte yolculukların toplu taşımayla, bisikletle veya yaya olarak yapılmasının sağlanması şart. Bunun için kentlerimizin her bölgesine, nitelikli toplu taşıma sistemleriyle erişim sağlanmalı; günümüzde “iklim bileti” ismi de verilen uygun bilet fiyatlandırması, günlük-aylık-yıllık bilet ve kart uygulamalarıyla kullanımı teşvik edilmeli. Toplu taşımanın yanı sıra kentteki her noktaya yaya olarak güvenle erişebilmek mümkün olmalı; bisiklet yolu ağı geliştirilmeli; bisiklet paylaşım sistemleri yaygınlaştırılmalı.

Aynı zamanda, kentlileri otomobil kullanmaktan caydıracak eylemler de hayata geçirilmeli: Kentlerin merkezi bölgeleri, bulvar, cadde ve sokakları yayalaştırılmalı ya da yaya-bisiklet-toplu taşıma koridorları olarak yeniden düzenlenmeli. Otomobille kent merkezine girişin ücretlendirmesi gibi uygulamalar değerlendirilmeli.

Uzun mesafeli yolculuklarda ve taşımacılıkta ise, en enerji-yoğun tür olan ve en fazla salım yaratan havayolları ve karayolu taşımacılığı yerine demiryollarının ve deniz taşımacılığının geliştirilmesi gerekiyor. Bu alternatiflerin, hem hizmet kalitesi ve sıklığı hem de uygun fiyat politikalarıyla desteklenmesi şart.

‘Temiz enerjiye geçiş teşvik edilmeli’

Gerek toplu taşımada, gerek otomobillerde, temiz enerji ve düşük emisyonlu araçlara dönüşüm de önemli bir eylem alanı. Elektrikli otobüs ve troleybüsler, toplu taşımada karbondioksit salımlarını azaltabilir. Ayrıca bu vasıtaların kullanımını teşvik etmek için otobüs özel yolu ve otobüs şeridi gibi uygulamalarla hayata geçirilmeleri doğru olur.

Otomobillerde temiz enerjiye dönüşümü özendirmek için ise elektrikli araç şarj ünitelerini yaygınlaştırmak, bu tür araçlara ücretsiz otopark olanağı sunmak, kentte sadece düşük emisyonlu araçların girmesine izin verilen ‘düşük emisyon bölgeleri’ yaratmak, tercih edilebilecek yöntemler arasında.

Hem Türkiye’de hem de dünyada, azaltım eylemlerinin yaygınlaştığını görüyoruz. Metro, hafif raylı sistem, tramvaylar, otobüs özel yolu ve otobüs şeritleri açısından ülkemizde de çok sayıda örnek uygulama var. Elektrikli otobüs uygulamaları yaygınlaşıyor; bisiklet yolları, bisiklet park yerleri ve paylaşım sistemleri de sürekli artıyor. Yayalaştırma projeleri, yaya yolları ve bulvarları henüz sınırlı sayıda olsa da, bu tür projelerde de artış olduğunu görüyoruz.

Öte yandan, otomobilden arındırılmış bölgeler, otomobil sınırlayan uygulamalar ise yok denilecek kadar az. Ancak hiç değilse 2000’li yıllarda çok yaygın olarak benimsenen, otomobil kullanımını teşvik eden yol projelerinin doğru yaklaşımlar olmadığı konusunda bir farkındalık oluştuğunu söylemek mümkün.

‘Azaltım ve uyum stratejileri el ele gitmeli’

Ulaşım sektörünün olumsuz çevre etkilerini azaltma gereğinden, 1990’lı yıllardaki kalkınma planları’ndan bu yana söz ediliyor. 2000’li yıllara gelindiğinde ise ‘sürdürülebilir ulaşım’ kavramı, Kentleşme Şurası ve KentGes belgelerinde de kendine yer buldu. Kentsel ulaşımın iklim dostu biçimde dönüştürülmesi, 2011 Türkiye İklim Değişikliği Eylem Planı’nın da temel hedefleri arasındaydı. Geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen İklim Şurası’nda da Sera Gazı Azaltım Komisyonu, ulaşım sektörünü ele aldı ve karbondioksit salımlarını azaltmaya yönelik eylemler belirledi.

İklim değişikliği azaltım ve uyum stratejileri arasındaki sinerjiye pek çok örnek verilebilir:

Toplu taşıma sistemleri ile bisiklet ve yaya erişiminin iklim tehlikeleri karşısında dirençli olması, bir uyum eylemi olduğu gibi, bu ulaşım türlerinin kullanımını teşvik ederek sera gazı salımlarının azaltılmasını sağlayabilir. Gölgelikli, ağaçlıklı, korunaklı yaya ve bisiklet yolları hem kullanıcıları iklim tehlikelerinden koruyacak hem de nitelikli ve konforlu erişim olanaklarıyla kentlileri yürümeye ve bisiklet kullanmaya teşvik edecektir.

Azaltım eylemleri kapsamında otomobil kullanımının azaltılması sağlanırsa, kentlerde trafik sıkışıklığı azalacağı için acil durumda müdahale ve tahliye kapasitesi, yani uyum kapasitesi de kaçınılmaz olarak artacaktır.

Uyum kapasitesini artırmak için çok alternatifli, esnek bir ulaşım altyapısı sağlamaya çalışmak, örneğin bu kapsamda otobüs özel yolları ve şeritleri oluşturmak, elbette toplu taşıma kullanımını teşvik ederek sera gazı azaltımına da katkı verecektir.

Otobüs ve okul servis araçlarında sıcak hava etkisini azaltan malzeme kullanımı, iklimlendirme teçhizatının daha az çalıştırılması, böylece daha az enerji kullanımı ve daha az sera gazı salımı anlamına gelebilir.

Yine uyum eylemleri kapsamında, asfalt yüzeylerin geçirgen yeşil altyapılara dönüştürülmesi veya dere yataklarının gün yüzüne çıkartılması için taşıt yollarının yeniden tasarlanması, kentlerde otomobile ayrılan alanların ve asfalt yüzeyin azaltılması anlamına gelebilir. Bunlar, yayalaştırma ve düşük emisyon bölgeleri gibi azaltım odaklı projelerle birleştirilirse, çok önemli bir sinerji ve etki yaratacaktır.

İklim etkileriyle ele alınan bu dönüşüm, aslında kentlerin ve kentsel ulaşımın herkes için erişilebilir, daha güvenli ve sağlıklı olmasını da sağlayacak. Dolayısıyla bu dönüşümü, kentsel yaşam kalitemizi artıracak bir fırsat olarak değerlendirmeli ve hayata geçirmeliyiz.

Kabus senaryosu: Görülmemiş şiddetteki Otis Kasırgası Acapulco kentiyle tüm iletişimi kesti

Dün sabah (25 Ekim) Meksika‘nın güneyindeki Acapulco’yu vuran Otis Kasırgası, kentle tüm iletişimin kesilmesine yol açtı. Kıyıya yakın son derecede sıcak okyanus suyu üzerinde ilerleyen fırtınanın karaya ulaşmadan hemen önce hızla şiddetlenmesi nedeniyle yetkililer ve bölge sakinleri şimdiye dek görülmemiş şiddetteki fırtınaya hazırlıksız yakalandı.

Otis, bölgeyi ve Meksika’nın Pasifik kıyılarını vuran en güçlü fırtına olarak kayıtlara geçti. Kasırga, yalnızca 12 saat içinde tropikal fırtına kategorisinden son derece tehlikeli kabul edilen ‘Kategori 5’ kasırgaya dönüştü.

Kasırga, yaklaşık 800 bin kişinin yaşadığı turizm merkezine doğru ilerlerken ani bir güç patlaması sergileyerek bilim insanlarını şaşırttı.

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) “@NHC_Pacific Otis’i “bir kabus senaryosu’ olarak tanımlıyor. Kayıtlara geçen en hızlı şiddetlenen kasırgalardan biri. Meksika’nın Acapulco kenti yakınlarındaki karaya Kategori 5 gücünde ve hızı saatte 265 km’ye ulaşan sürekli rüzgarla ulaştı” açıklamasında bulundu.

Otis’in güçlenmeye devam edip kıyıya yaklaşmasıyla Ulusal Kasırga Merkezi‘ndeki (NHC) hava tahmincileri de art arda uyarılar yayınlıyor.

Kasırga merkezi, Otis’in yerel saatle 12.25 civarında Acapulco yakınlarındaki Meksika sahiline iniş yaptığını ve rüzgarın saatte 265 kilometre hızla estiğini kaydetti. Merkez, şiddetini büyük ölçüde kaybeden fırtınanın iç kesimlere doğru ilerlediğini ifade etti.

En az 27 kişinin hayatını kaybettiği bildirildi ancak fırtınanın yol açtığı yıkımın boyutları henüz netlik kazanmış değil.

Fotoğraf: Marco Ugarte / AP

‘Yetkililerle dahi iletişim kuramıyoruz’

Meksika Devlet Başkanı Andrés Manuel López Obrador dün sabah yaptığı açıklamada, hükümete herhangi bir can kaybı bildirilmediğini ancak bölgedeki acil durum ekipleriyle de dahil tüm iletişim sistemlerinin çöktüğünü söyledi. López Obrador, maddi hasar ve toprak kaymaları nedeniyle kapanan yollar olduğuna dair raporlar aldıklarını belirtti.

Meksikalı yetkililer, iletişimin kesilmesi ve bölgeye hava yoluyla ulaşılamaması nedeniyle hasarı bizzat tespit etmek üzere Acapulco’ya doğru yola çıktı.

Ulusal Sivil Koruma Koordinatörü Laura Velázquez yerel haber kanalı Milenio TV‘ye verdiği röportajda, “Hasar tespitimiz yok çünkü şu ana kadar Acapulco ile iletişim kurulamadı” dedi.

Velázquez, “Oraya gidiyoruz çünkü bir haftadır orada 12 saat içinde kasırgaya dönüşen tropikal fırtınaya yönelik önleyici çalışmalar yapan meslektaşlarımızla herhangi bir iletişimimiz kuramıyoruz” diye ekledi.

İklim araştırmacısı Leon Simons ise yaptığı paylaşımda Acapulco’dan görüntülere yer vererek “Bu olamaz. Bu gerçek olamaz. Acapulco yerle bir oldu” ifadelerini kullandı.

Elektrik şirketi CFE‘den yapılan açıklamada, fırtına nedeniyle Meksika’nın Guerrero eyaletindeki 500 binden fazla binanın elektriğinin kesildiğini ancak bunların yüzde 40’ına yeniden elektrik sağlandığını açıkladı.

24 Ekim’de Başkan López Obrador, Acapulco’nun da içinde bulunduğu Guerrero eyaletinin kıyı sakinlerine, fırtınanın karaya ulaşmasından önce sığınak aramaları ve nehirlerden, akarsulardan ve vadilerden uzak durmaları çağrısında bulunmuştu.

Guerrero Valisi Evelyn Salgado Pineda dün sabah Tecpan de Galeana, Coyuca de Benítez ve Acapulco’da geçici sığınakların açıldığını duyurdu.

Fotoğraf: Marco Ugarte / AP

‘Kabus’ nasıl ortaya çıktı?

24 Ekim’in erken saatlerine, yani benzeri görülmemiş Kategori 5’in karaya çıkışından yaklaşık 24 saat öncesine dek, Otis’in bir kasırgaya dönüşeceği tahmin edilmiyordu.

23 Ekim’de öğleden sonra Acapulco ve sahilin çevre bölgeleri için bir kasırga durumu ilan edildi. CNN’in aktardığına göre Ulusal Kasırga Merkezi Direktörü Michael Brennan, tahminlerin bilgisayar modellerinden elde edilen “hemen hemen tüm yoğunluk kılavuzlarının yüksek tarafına” işaret ettiğini söyledi.

Uydu görüntüsü: NOAA

Buna rağmen fırtına ciddi ölçüde hafife alındı. Brennan uydu verilerinin ve kasırga modellerinin fırtınanın mevcut yoğunluğunu ve potansiyel olarak ne kadar güçlenebileceğini gerçektekinden düşük gösterdiğini belirtti.

Eco Discussion adlı internet sitesi “Acapulco’da güçlü rüzgarlar Princess oteli vurdu. Otis Kasırgası nedeniyle muazzam ölçekte hasar meydana geldi” yazdı ve bölgede benzeri görülmemiş fırtınanın iklim kriziyle bağlantısına dikkati çekti.

Yıkıcı yüksek seviyeli rüzgarların Otis’in gücünü sınırlaması bekleniyordu. Ancak Otis küçük bir fırtınaydı ve bu da onu şiddetinde büyük değişikliklere çok daha yatkın hale getiriyordu. 24 Ekim’de saatler ilerledikçe fırtına kıyı yakınlarında okyanus için son derece sıcak olan suyun üzerinde hareket etmeye başladığında, çevresel koşulların hava tahmincilerinin beklediği gibi olmadığı ve Otis’in hız kesmeyeceği anlaşıldı.

Gazeteci Manuel Lopez San Martin, sosyal medyada Acapulco’dan görüntüler paylaşarak “Otis kasırgasının Acapulco’yu yerle bir etmesinin üzerinden 30 saati aşkın zaman geçti ve … Kaç kişinin öldüğünü/yaralandığını bilmiyoruz. Kaç kişinin evsiz olduğunu bilmiyoruz. İlk resmi hasar raporu yok. Vali Evelyn Salgado’nun nerede olduğunu bilmiyoruz. Çıkıp bir açıklama yaptığı yok” dedi.

Ulusal Kasırga Merkezi’ndeki tahminciler, Otis’in yoğunluğunu tahmin etmek için tropikal sistemler için yaygın bir uygulama olan uyduları kullanıyor ancak bu yöntemde sorunlar görülebiliyor.

24 Ekim’de fırtınanın gelişim süreci Acapulco saatlerine göre şöyle ilerledi:

3.00 – 104 km/saat tropik fırtına

NHC bir kasırga tahmininde bulundu ve “önümüzdeki 24 saat içinde hızlı bir şekilde güçlenme olasılığının yaklaşık 4’te 1 olduğunu belirtti.

9.00 – 112 km/saat tropik fırtına

NHC, yoğunluk tahminini biraz yükseltti ve bazı tahmin modellerinin hızlı bir şiddetlenme için “normalden daha büyük bir olasılık” gösterdiğini ve yoğunluk tahminlerinin ilerleyen saatlerde artabileceğini belirtti.

12.00 – 128 km/saat Kategori 1 kasırga

Kasırga Meksika kıyılarında olağandan çok daha ılık olan sulara doğru ilerledi. Siklonların güçlenmesine neden olan nemli hava ile elverişli yüksek seviye rüzgarlar nedeniyle kasırga hızla yoğunlaşmaya başladı. NHC, kasırganın “Karaya ulaşana kadar daha da güçlenmesinin muhtemel olduğu” uyarısında bulundu.

13.00-14.00

Hızını ölçmek için kasırganın merkezine cihazlar bırakıldı ve Otis’in uydu tahminlerinden çok daha güçlü olduğu anlaşıldı.

15.00 – 201 km/saat Kategori 3 kasırga

NHC, yoğunluk tahminini önemli ölçüde değiştirerek karaya varmasından kısa bir süre önce 225 km/saatlik sürekli rüzgarlar olduğunu bildirdi ve “son derece tehlikeli” bir Kategori 4 kasırga uyarısında bulundu.

18.00 – 233 km/saat Kategori 4 kasırga

Otis, saat 17.00’dan hemen sonra Meksika açıklarında Kategori 4 kasırga gücüne yaklaştı. NHC “…bu patlayıcı yoğunlaşmanın duracağına dair hiçbir işaret olmadığı” uyarısında bulundu ve ilk kez Otis’in Kategori 5’e ulaşacağı tahminini paylaştı.

21.00 – 257 km/saat Kategori 5 kasırga

NHC, “hızla şiddetlenen Otis’in kıyı şeridine yaklaşmasıyla bu akşam Güney Meksika için bir kabus senaryosu ortaya çıkıyor” uyarısında bulundu.

00.25 (25 Ekim) – 265 km/saat Kategori 5 kasırga

Otis, Kategori 5 kasırga olarak Acapulco’ya ulaştı.

‘İklim krizinin bir belirtisi’

Otis’in gösterdiği yoğunlaşma, hava tahmincilerinin gördüğü en hızlı yoğunlaşmalardan biriydi.

Bilim insanları, fırtınanın hızla şiddetlenmesinin insan kaynaklı iklim krizinin bir belirtisi olduğunu ve giderek daha sık görüldüğünü söyledi.

Uzmanlar, hızlı yoğunlaşması 24 saat ya da daha kısa bir süre içinde rüzgar hızının en az 56 km/saat artması olarak tanımlıyor ve bunun meydana gelmesi için de okyanus sıcaklığının yüksek olması gerekiyor.

Kasırgalar üzerine incelemeler yapan Josh Morgerman, fırtınanın bir uydu görüntüsüne yer verdiği paylaşımında şunları kaydetti: “Otis Kasırgası. Çarpıcı bir örnek. … Kelimenin tam anlamıyla yoktan var oldu – bilgisayar modelleri ihtimal bile vermedi ve şimdi Kategori 5 gücündeki bir kasırganın 1 milyon nüfuslu Acapulco şehrine doğrudan vurduğunu görüyoruz. Özellikle küresel modeller olağanüstü bir şekilde başarısız oldu. … Fırtına ilginç bir hal almaya başladığında bile oraya zamanında varmak imkansızdı.”

Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi‘ne (NOAA) göre, son 50 yılda dünya genelindeki ısınmanın yüzde 90’ından fazlası okyanuslarda gerçekleşti. Ayrıca El Niño hava olayı da bu yıl Pasifik’te güç kazanarak okyanus sıcaklıklarının daha da yükselmesine neden oluyor.

Miami Üniversitesi‘nden atmosfer bilimci Brian McNoldy,  Otis’in güçlenmesinin “son derece olağandışı” olduğunu söyledi: “Karaya ulaşmadan hemen önce meydana gelmesi talihsizlik, ancak bu açık okyanus üzerinde meydana gelseydi, yine de çok dikkat çekici olurdu.”

NOAA Kasırga Veritabanı‘na göre Otis’ten önce Doğu Pasifik‘te Kategori 5’e giren bir kasırga yaşanmadı. Daha önce karaya çıkan kasırga 2015 yılında meydana gelen Patricia Kasırgası olmuştu ve 241 km/saatlik rüzgarıyla Kategori 4 Kasırga olarak kayda geçmişti.

‣ İklim krizi: Tarihin en uzun süreli kasırgası Afrika’da 522 can aldı
‣ Ian Kasırgası Küba ve Florida’nın ardından Carolina’da: Bıraktığı yıkım görüntülendi, ölü sayısı bilinmiyor
‣ Ian Kasırgası: Küba’nın tamamı karanlıkta kaldı, Florida’nın güney kıyısı tahliye ediliyor
‣ Fiona Kasırgası Bermuda’ya ilerliyor: Porto Riko’da 8 ölü
‣ ABD’nin Alabama eyaletini vuran hortumda altı kişi yaşamını yitirdi

‘Küresel okyanusta benzeri görülmemiş değişiklikler yaşanıyor, risk büyük’

AB Copernicus Okyanus Durumu Raporu‘nun son baskısına göre (OSR7) göre, küresel deniz yüzeyi sıcaklığı geçen nisan ayında 21.1C ile rekor seviyeye ulaştı ve hazirandan ağustosa ayına kadar küresel okyanusun çeşitli bölgelerinde iklim, biyolojik çeşitlilik ve toplumlar üzerinde olumsuz etkilere neden olan yoğun deniz ısı dalgası olayları yaşandı.

Araştırmacılar, okyanusların geçen yüzyıla kıyasla şimdi daha hızlı ısındığını ve yükseldiğini; daha az oksijenli hale geldiğini tespit etti. Denizlerdeki sıcak dalgaları her 5 ila 10 yılda bir artarak daha sık ve yoğun hale gelirken, dünyanın büyük bölümünde denizlerdeki soğuk dalgaları da seyrekleşti.

Raporda, Arktik Deniz buzunun azaldığına ve dünya çapında iklim ve hava durumunu yönlendiren akıntı sisteminin değiştiğine de dikkat çekildi. Okyanustaki bu benzeri görülmemiş değişiklikler, özellikle biyoçeşitlilik, insan refahı, altyapı ve sürdürülebilir kalkınma beklentileri için büyük risk oluşturuyor.

Rapordaki önemli bulgular şöyle:

  • Antarktika deniz buzu bu yıl dramatik bir şekilde küçülerek mayıs ve haziran aylarında kayıtların başlangıcından bu yana kaydedilen en düşük seviyelere ulaştı. Antarktika buzu Polonya‘nın 7 katından daha büyük bir alan kaybetti (2,2 milyon km2).
  • Arktik deniz buzu 1979’dan bu yana yaklaşık 3,5 milyon km2 kaybederek sürekli olarak azalıyor. Bu İspanya‘nın 7 katı büyüklüğünde bir alana eşit.
  • Deniz seviyesi en hızlı Baltık Denizi‘nde (yılda +4,8 ± 0,84 mm) yükseliyor, bunu Kuzey Batı Sahanlığı (yılda +3,1 ± 0,83 mm) ve İber-Biskay-İrlanda Denizleri (yılda +3,0 ± 0,82 mm) takip ediyor. Deniz seviyesinin yükselmesi ekosistemler ve toplumlar için önemli tehditler oluşturuyor, geçim kaynaklarını, altyapıları ve ekonomileri olumsuz etkiliyor.

Dünyanın her yerinde olağandışı veriler

Raporda dünyanın çeşitli bölgelerindeki denizlerde ve küresel okyanusta tespit edilen “normal dışı” verilerden de örnekler verildi:

  • İskoçya çevresindeki sularda 2021 yazında iki olağandışı kokolitofor (deniz planktonu) patlaması yaşandı, deniz turkuaz renge büründü ve kamuoyunda büyük ilgi uyandırdı. Atipik sıcaklık ve rüzgar değişimi gibi olağandışı hava koşulları, katkıda bulunan faktörler olarak analiz edildi.
  • Kasım 2021’de şiddetli bir siklon olan Blas Fırtınası‘nın ardından, Balear Adaları son dokuz yılın en yoğun kabarma olayını yaşadı ve birkaç gün süren 6 °C’ye varan yüzey sıcaklığı düşüşlerine yol açtı.  Kıyı kabarması, açık deniz suları ile kıyı ekosistemlerini birbirine bağlayan kritik bir rol oynar ve su kalitesini, balıkçılığı ve su ürünleri yetiştiriciliğini etkiliyor.
  • Son teknoloji modeller ve gözlemler, 2017-2019 yılları arasında Grönland-İskoçya Sırtı üzerinde okyanus ısı alışverişinde %4-%9 arasında bir düşüş olduğunu ortaya koyuyor. Bu sistem okyanus dolaşımındaki değişimin ve dolayısıyla Kuzey Kutbu ve dünya ikliminin şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor.
  • Brezilya’da São Paulo çevresindeki bölgede, artan kıyı tehlikeleri, artan sayıda aşırı dalga olayıyla güçlü bir şekilde bağlantılı.

Takip için yeni araç ve teknolojiler

AB Copernicus Okyanus Durumu Raporu’nun son baskısı okyanus sirkülasyonundaki düşüşler, biyolojik üretim olaylarındaki beklenmedik gelişmeler ve yoğunlaşan deniz ısı dalgaları da dahil olmak üzere okyanus sistemlerindeki bir dizi olağandışı modeli detaylandırıyor. Raporda ayrıca değişen okyanusu takip etmek için bir dizi yeni araç ve teknoloji de sunuluyor.

Raporda, kıyılardaki kabarmanın izlenmesi için yüksek frekanslı radar kullanımını içeren yeni bir bilimsel yöntem de tanıtıldı. Bu radyo dalgaları okyanus yüzeyinden geri yansıyarak akıntıların ve kabarmanın yönü ve hızı hakkında bilgi sağlıyor.

Akdeniz’deki çözünmüş oksijen seviyelerini ve değişimlerini araştırmak için reanaliz verilerini kullanıldı.

Politika Yapıcılar için Özet’e buradan ulaşabilirsiniz.

‘İhaleye’ çıkıldı: 15 Kentte 159 yaban keçisi ve yaban koyunu katledilecek

Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, tüm tepkilere ve açılan davalardaki iptal kararlarına rağmen yalnızca ekim ayında 15 kentte 159 hayvanın öldürülmesi için “ihaleye” çıktı.  Yalnızca Konya ve Karaman‘da yarın beş yaban keçisi ve bir Anadolu Yaban Koyunu para karşılığında katledilmesine izin veren ihaleler düzenleyecek.

En düşük bedel 104 bin tl

Tarım ve Orman Bakanlığı 8. Bölge Müdürlüğü Konya İl Şube Müdürlüğü ve Karaman İl Şube Müdürlüğü tarafından 27 Ekim’de düzenlenecek ihalelerde teklif vermek için belirlenen muhammen bedel (en düşük bedel) ise 104 bin ile 675 bin TL arasında değişiyor.

Her yıl ‘Avcılık Eğitim Kursu’ düzenleyen Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün bu ay öldürülmek üzere “ihaleye çıkardığı” hayvanlar ve kentler şöyle:

  • 25 Ekim: Isparta ve Antalya: 30 dağ keçisi
  • 1 Kasım: Gümüşhane: 2 yaban keçisi
  • 23 Ekim: Adana, Hatay Kayseri, Mersin ve Niğde: 65 yaban keçisi
  • 24 Ekim: Adıyaman: 7 yaban keçisi
  • 26 Ekim: Erzincan: 7 yaban keçisi, 1 çengel boynuzlu dağ keçisi
  • 27 Ekim: Karaman: 4 yaban keçisi, 1 Anadolu yaban koyunu
  • 1 Kasım: Giresun: 10 yaban keçisi
  • 2 Kasım: Van: 4 yaban keçisi
  • 26 Ekim: Bingöl: 6 çengel boynuzlu dağ keçisi, 2 yaban keçisi.

Hayvanların öldürülmesi için düzenlenen çok sayıda ihale de daha önce açılan davalarla iptal edilmişti. BernSözleşmesi‘ne atıf yapılan kararlarda, hayvanların öldürülmesinde “kamu yararı bulunmadığı”na işaret ediliyor.

Afyon’da kızıl geyiklerin avlanma ihalesine iptal
Bir av ihalesi iptali de Erzincan İdare Mahkemesi’nden
Yaban hayvanlarına adeta fiyat etiketi takılmıştı: Av turizminin iptali için dava açıldı
Konya ve Karaman’da av ihalesine karşı açılan davada yürütmenin durdurulması kararı verildi
70 yaban keçisinin avına izin veren bakanlık ihalesinin iptali için dava açıldı
CHP ve İYİ Parti il teşkilatları av ihalesine karşı dava açtı: İki yaban keçisi kurtuldu
Urfa’da ceylan avı ihalesine dava

Araştırma: Güvercinler yapay zekaya benzer şekilde problem çözüyor

Güvercinler üzerinde yapılan yeni bir çalışma, bu hayvanların problem çözme yönteminin yapay zekayla benzeştiğini buldu.

Kentlerde “kirlilik yarattığı” gerekçesiyle bazı kişiler tarafından “baş belası” olarak nitelendirilen bu akıllı hayvanlar yüzleri hatırlayabiliyor, dünyayı canlı renklerle görebiliyor, karmaşık rotalarda yollarını bulabiliyor, haber ulaştırabiliyor, hatta hayat kurtarabiliyor.

Guardian‘ın aktardığı araştırmada, 24 güvercine çeşitli görsel görevler verildi. Kuşlar, bunların bazılarını kategorilere ayırmayı birkaç gün içinde, bazılarını ise birkaç hafta içinde öğrendi. Araştırmacılar, güvercinlerin doğru seçimler yapmak için kullandıkları mekanizmanın, yapay zeka modellerinin doğru tahminler yapmak için kullandığı yönteme benzer olduğuna dair kanıtlar buldu.

Iowa Üniversitesi‘nde deneysel psikoloji profesörü ve çalışmanın ortak yazarı Edward Wasserman, “Güvercin davranışı, doğanın çok zorlu görevleri öğrenmede son derece etkili bir algoritma yarattığını gösteriyor. Muhtemelen en yüksek hızda değil, ancak büyük bir tutarlılıkla bunu yapıyorlar” dedi.

‘Deneme-yanılma yoluyla öğreniyorlar’

Çalışmada bir ekranda güvercinlere farklı genişlikteki çizgiler, yerleştirme ve yönelimlerin yanı sıra kesitli ve eş merkezli halkalar gibi farklı uyaranlar gösterildi. Her kuşun hangi kategoriye ait olduğuna karar vermek için sağdaki veya soldaki düğmeyi gagalaması gerekiyordu. Doğru yaptıklarında ödül olarak yiyecek aldılar, yanlış anladıklarında ise hiç bir şey verilmedi.

Araştırmanın başyazarı ve Ohio State Üniversitesi’nde psikoloji profesörü Brandon Turner, “Güvercinlerin bir kurala ihtiyacı yoktur” dedi: “Bunun yerine deneme yanılma yoluyla öğrenirler. Örneğin, kendilerine “kategori A” gibi bir görsel verildiğinde, buna yakın görünen her şeyi aynı zamanda “kategori A” olarak sınıflandırarak benzerlikleri belirleme yeteneklerinden yararlandılar.”

Sonuçlardan ders alıyorlar

Deneyler boyunca güvercinlerin, bazı basit görevlerde doğru seçim yapma yeteneklerini yüzde 55’ten yüzde 95’e çıkardıkları görüldü. Daha karmaşık bir zorlukla karşı karşıya kaldıklarında doğruluk oranı yüzde 55’ten yüzde 68’e çıktı.

Araştırmada yer almayan Ruhr Üniversitesi Bochum davranışsal sinir bilimi profesörü Onur Güntürkün,  de şu değerlendirmeyi yaptı: “Güvercin gibi daha mütevazı hayvanları kullanarak, yalnızca veya çoğunlukla çağrışımsal olan bir zihinle ne kadar ileri gidebileceklerini test edebiliriz. Bu makale, çağrışımsal sistemlerin ne kadar inanılmaz derecede güçlü olabileceğini, bilişe ne kadar benzediklerini gösteriyor.”

Bir yapay zeka modelinde asıl amaç kalıpları tanımak ve karar vermek olarak belirleniyor. Araştırmaların gösterdiği gibi güvercinler de aynısını yapabiliyor. Ödül yemi verilmediğinde sonuçlardan ders alan güvercinlerin, hatalarını düzeltme konusunda dikkate değer bir yeteneğe sahip olduğu görülüyor. Benzerlik işlevi güvercinler için de iki nesne arasındaki benzerliği bulma yeteneklerini kullanarak devreye giriyor.

Turner, “Yalnızca bu iki mekanizmayla, bu sınıflandırma sorunlarını temel olarak çözmek için bir sinir ağını veya yapay zekalı bir makineyi tanımlayabilirsiniz. Yapay zekada bulunan mekanizmaların güvercinde de mevcut olması mantıklı” diye yazdı.

Wasserman ise “Bundan sonraki çalışmalarda, belki o küçük kuşun beyninde neler olup bittiğine dair daha fazla bilgi edinebiliriz. Beyinlerinin boyutu küçük olabilir ama konu öğrenme kapasitesi olduğunda çok güçlüler” değerlendirmesi yaptı.

Araştırmacılar, çalışma sırasında hiçbir güvercine zarar verilmediği de duyurdu.

AB’nin hedeflere ulaşmak için karbon emisyonlarını üç kat daha hızlı kesmesi gerekiyor

Avrupa Komisyonu‘nun son raporuna göre, birliğin iklim hedeflerini tutturmak için sera gazı kirliliğini son on yılda olduğundan neredeyse üç kat daha hızlı azaltması gerekiyor .

AB, hava koşullarının daha da aşırı hale gelmesini durdurmak amacıyla,  2030’da havaya 1990’a kıyasla yüzde 55 daha az gezegeni ısıtan gaz pompalama sözü vermişti. Ancak son otuz yılda emisyonlar yalnızca yüzde 32 oranında azaltıldı.  Komisyon, en son Enerji Birliğinin Durumu raporunda önümüzdeki yedi yıl için “önemli boşlukların” bulunduğunu tespit etti.

Avrupa Çevre Ajansı‘nın tahminlerine göre, mevcut politikalar 2030 yılında emisyonları yalnızca %43 oranında azaltacak . Planlanan ancak henüz uygulamaya konulmayan ancak yine de iklim eyleminde yüzde yedi puanlık açık bırakan politikaları da dahil edersek bu rakam yüzde 48’e çıkıyor.

AB’nin yeni iklim komiseri Wopke Hoekstra, “Bu hedeflere tam olarak ulaşmak için emisyon azaltım hızının artırılması gerekiyor” dedi.

‘Yenilenebilir enerji sektörü daha hızlı büyümeli’

Komisyon’un raporunda, enerji fiyatlarının hızla yükselmesine neden olan Ukrayna’daki savaşın ardından birliğin Rusya‘dan alınan gazdan hızlı bir şekilde vaz geçme çabaları da övüldü: AB ülkeleri, Rus gazı ithalatını 2021’de 155 milyar metreküpten 2022’de 80 milyar metreküpe, 2023’te ise tahmini olarak 40-45 milyar metreküpe düşürmüştü.

Komisyon, AB’nin aynı zamanda rüzgar türbinleri ve güneş panelleri gibi temiz teknolojilerde de bir patlama yaptığına vurgu yapsa da yenilenebilir enerjinin son on yılda olduğundan çok daha hızlı büyümesi gerektiği konusunda da uyardı. Verilere göre, Avrupa enerjisinde yenilenebilir enerjinin payı her yıl 0,67 puan artarak 2021’de yüzde 21,8’e ulaştı. On yılın sonunda AB’nin yüzde 42,5 hedefine ulaşması için çok daha hızlı bir büyüme gerçekleştirmesi gerekecek.

Hoekstra, emisyonların istikrarlı bir şekilde düştüğünü ancak üç şeyin öne çıktığını söyledi. “Birincisi, binalarda ve ulaşımda önemli emisyon kesintilerine ihtiyaç var. Bu sektörlerdeki ilerleme en iyi ihtimalle yavaş oldu. İkincisi, doğal karbon havuzunun büyümesi gerekiyor. Bazı yerlerde karbon yutakları emisyon kaynağı haline geldi ve bu endişe verici. Üçüncüsü, tarımda emisyonların azaltılması konusunda çok daha önemli ilerlemelere ihtiyacımız var.”

‘Fosil yakıt sübvansiyonlarına son verilmeli’

Çoğu AB üye ülkesi enerji krizine, insanların ve endüstrilerin fosil yakıt satın almasını ve yakmasını kolaylaştırarak yanıt verdi. Raporda, sübvansiyonların 2022’de 123 milyar avroya yükseldiği ve bunların yarısının bu on yılda bir bitiş tarihinin bulunmadığı belirtildi.

AB’nin önümüzdeki ay Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılacak olan COP28 İklim Zirvesi’nde AB, fosil yakıtların küresel ölçekte aşamalı olarak durdurulması ve bazı sübvansiyonlar için baskı yapması bekleniyor.

Hoekstra, COP28’in görev tanımında, tüm üye devletlerin ne enerji yoksulluğuna ne de adil geçişe çözüm getiren fosil yakıt sübvansiyonlarının mümkün olan en kısa sürede aşamalı olarak kaldırılması gerektiği konusunda anlaştığını hatırlattı.

Pek çok Avrupa hükümeti, AB’nin teşviklerine rağmen son aylarda iklim eylemine ayak uydurmadı. Sadece bir avuç üye ülke, komisyonun haziran ayına kadar istediği iklim ve enerji planlarının taslağını sundu. En büyük kirletici beş ülkeden üçünün (Almanya, Fransa ve Polonya) eylem planları ise hâlâ eksik.

Kampanya grubu İklim Eylem Ağı‘nın (CAN) Avrupa şubesinin yeni bir raporuna göre, sunulan taslaklardaki politikalar da gezegenin sanayi öncesi seviyelerin 1,5 derece üzerinde ısınmasını engellemeye yetmiyor . Ayrıca 2030 için AB’nin asgari iklim ve enerji gerekliliklerine uymak için de çok zayıf bulundular.

CAN Avrupa Direktörü Chiara Martinelli, AB’deki hükümetleri eylem planlarında “zorluğun büyüklüğüne uymaya” çağırdı: “Bu rapor, hızlandırılmış iklim eylemine yönelik acil talep ile yavaş ilerleme arasındaki göze çarpan zıtlığı çarpıcı bir şekilde vurguluyor.”