Ulus-devletlerin en büyük takıntısı eğitimdir. Yani torna… Ya da daha sofistike tabirlerle, cerrahlık ya da mühendislik…
Ulus-devleti kuranların etnik ya da dinsel mensubiyetleri ne olursa olsun, aslolan kurdukları düzene uyumlu, uysal bedenler ve beyinler yetiştirmektir. Sınırları çizilmiş bir pazardaki iktidar ilişkilerinin sürdürülmesi için, her şeyden önce kutsal devlet karşısında oyunbozanlık yapmayan, yapanı da dışlamayı öğreneninsancıklar olmalıdır bu çocuklar.
Bu nedenle, dünya Fransa’yla birlikte modern ulus fikrini öğrendiğinden beri, yani önce milliyetçiliği bir güzel üretip, peşinden taş gibi bir ulus inşa etmeyi taklit edip, ezberine kazıdığından beri, “modern” devletlerin seçkinleri ve yöneticileri, asıl olarak ulusa uyumlu bedenleri gözeterek, eğitimi çeşitli gübrelerin atılacağı, kafalarına göre ekip biçecekleri ve “ürün” alacakları bir tarla olarak gördüler.
Tabii ki çocuklar bu tarlanın taşı toprağı oldu her zaman. Bu yüzden “ne ekersen, onu biçersin”dendi onlar için… Bu yüzden tarlanın taşı, çakılı hep ayıklandı; amaçlanan üretime uymayan ayrıkotları ve yabani otlar da hep ayıklandı.
Devleti ele geçirmek için uğraşan farklı ideolojik ve siyasal akımlar da kendi çizgilerine uygun çocuklar yetiştirmek için, gene ulus-devlet mantığı içinde türlü çeşitli “eğitim reformlarına” giriştiler.
Ama tarla doğanın bir parçasıdır ve bir yere kadar onu suni gübre, böcek ilacı kimyasal madde, GDO’lu tohum gibi dışarıdan yoğun müdahalelerle, zapturapt altına alsanız da, tarla bir müddet sonra yorulur. Toprağın sesini, nefesini dinleyen köylü onu dinlendirir, nadasa bırakır. Onu sonuna kadar, iliklerine kadar sömürmeyi kafaya takmış olan modern kapitalist toplumun tarımcıları ise sürekli artan dozlarda ilacı, gübreyi boca ederek o toprakların dibine kibrit suyu eker. Sonunda ne tarla kalır, ne toprak…Doğa isyan eder; otoyollara isyan eden Karadeniz gibi… İflas eder; kuruyan Aral Gölü, Tuz Gölü gibi… Ortasından zehir akan Trakya’nın Ergene Ovası gibi…
Eğitimi tarla, çocukları toprak ya da içinden çıkacak ürün olarak gören bütün ulus tornacıları da bu sesi duyamadıkları için, çocukları kuruturlar… Kurumuş çocuklar uysallıkla hizmet ederler o tornacılara… Ama aradan çok uzun zaman geçse de, o zapturapt altına alınan çocuklar beklenmedik yerlerden tornacıların oyununu, hesaplarını bozar…
Bu hep böyle oldu… Bir model olan Fransız eğitiminde olduğu gibi… Cezayir’de, Senegal’de, Antiller’de kökleri olan; anadili Arapça, Swailice, Kabilce olan çocuklara, hafızalarında yatan bütün o kültürleri öğretmek yerine, sadece IV. Henri’yi, Jeanne d’Arc’ı, Fransız Devrimi’ni ezberletmeye kalkışıp, hayalî bir yurttaşlık dayatan eğitim sistemi artık ayakta duramıyor. Her gelen hükümet yeni “reformlar” yapmaya çalışıyor ama nafile… Bir türlü “sosyalize” olamıyor o çocuklar. Birörnek önlüklerden, hep bir ağızdan söylenen cumhuriyet ritüellerinden geçip, “mülti-kültürel” önlemler alsa da, göçmen çocuklarına, nihayet kendi dillerini öğrenmeleri için olanaklar tanısa da, kara çocuklar yola girmiyor bir türlü ve uygar Fransa anlamıyor bir türlü bu çocukların neden isyan edip durduğunu…
Bu hep böyle oldu… “En model ülkeyi” taklit eden Türk eğitim sisteminde olduğu gibi… “Tevhid-i tedrisat” kendi tasarrufunda olduğunu iddia ettiği çocukları analarından-babalarından, tarihlerinden, dillerinden, inançlarından, hafızalarından kopardı.
Bu toprakların Ermeni, Rum, Yahudi çocukları yabani ot gibi görüldü; “yabancı” olarak addedildi ve okullarına “Türk” müdür yardımcıları atandı! Neredeyse her Kürt çocuğu ilkokula başladığı gün, hâtıra defterine kaydedilmek üzere devletin tokadını yedi.
Ve o çocuklar kururken, bir yandan da bir türlü istendiği gibi hizaya gelemediler; istenen verimi veremediler. O yüzden darbeciler habire darbe yaptılar; GDO’lu tohumlar attılar tarlaya, toprağa…Vatandaşı çok konuşabilmesi için Türkçe konuşmaya zorladılar, hapishanelerdeİstiklal Marşı’yla ceza verdiler… Diyarbakır cezaevlerini, Metrisleri, Mamakları, “hayata dönüş” operasyonlarını ve Pozantıları yarattılar…
Bugün, darbecilere rağmen topraktan çıkıp, dinlerini, imanlarını hasbelkader korumuş olanlar da darbecilerin izinden gidip, tasarruflarında varsaydıkları çocukları yeni torna makinelerine sokmaya çalışıyorlar.
Tarlanın ruhunu, hikâyesini, humusunu, kültürünü, azotunu, dilini duymak ve görmek istemeyen ulus-devletler, tek tek her çocuğa, her kültüre, onların farklılıklarına, biricikliklerine, içinde evrildikleri dünyaya saygı duymadıkları, değer vermedikleri sürece, daha çok yapboz “eğitim reformları” görürüz.
Ve tabii ki ayrıca, dün sekiz yıllık olan “zorunlu eğitim”den bugün 4+4+4 taktiğine geçerken, futbol maçlarının akabindeki tv tartışmalarında, dünyanın en mühim meselelerini konuştuğunu zanneden akla ziyan ukalalarınkine benzer biçimde, yarın da 4+4+2 ya da 3+5+2+3,5 gibi birtakım taktikler üzerine debelenir; tornanın kendisiyle değil, cilasıyla uğraşıp dururuz.