Editörün SeçtikleriManşetSeçime DoğruYeşil Gazete TV

[Seçime Doğru] Nezih Onur Kuru: Yüzde 65 Kılıçdaroğlu’nun yumuşak söylemini benimsiyor

0

Video Röportaj: Müjgan HALİS

14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin yirmi birinci konuğu, Team Araştırma’dan Siyasal Psikoloji Uzmanı Nezih Onur Kuru. Kuru, seçime birkaç gün kala sorularımızı yanıtladı.

*

Seçimin son haftasına provokatif saldırılar, LGBTİ+ söylemi, gerilimlerle girdik. Yorumunuz nedir?

[Recep Tayyip Erdoğan] Erdoğan aslında oy oranını maksimum çıtasına eriştirdi ve bunun 45-46 olduğu görüldü. Seçim startını aslında Erdoğan, seçim ekonomisi hamleleriyle geçtiğimiz yaz vermişti. AK Parti’yi yüzde 31’lerden yüzde 37’lere, kendi oy oranını da yüzde 42’lerden 45-46’lara taşıyabilmişti. Fakat bunun üzerine daha fazlasını koyamıyor.

Bunun birkaç nedeni var. Öncelikli neden enflasyon, çünkü enflasyon çok büyük bir orana ulaştı ve dünyadaki trendden de farklı olarak Türkiye’de enflasyon kontrol edilemez bir hal aldı. Dünyada pandemiyle birlikte gıda fiyatlarının yükselmesiyle birçok ülkede enflasyon yükselmişti ama Türkiye kadar hiçbir ülkede yükselmedi. Çünkü Türkiye’de finans yönetimi ve faiz rejiminde ciddi bir sıkıntı var ve bu nedenle kur krizi yaşanıyor. Kur krizi de tüm Türkiye’de hem maliyet fiyatlarını hem de tüketici fiyatlarını artırıyor. Ayrıca bununla birlikte barınma krizi de ortaya çıkıyor. Erdoğan’ın zaten oy oranı yüzde 52,6’ydı, bu orana yaklaşması çok kolay değil. Yine de 45-46’yı görmesi aslında Erdoğan için bir başarı. Yani parlamenter sistemde olsaydık şu an, AK Parti ve MHP tek başına ülkeyi yönetebilecek koalisyonu kurabileceklerdi.

Şunu da eklemek gerekir. Türkiye’de nesilsel değişim hızlı, kültürel değişimi ve oy tercihinde de farklılaşmalarıyla beraberinde getirdi. ‘Z kuşağının tamamı muhalif’ gibi bir anlatı doğru değil ama muhalefetin bu kuşakta daha güçlü olduğunu söyleyebiliriz. Ve 5 milyon 300 bin yeni seçmenin de etkisiyle birlikte Erdoğan’ın oy oranının biraz daha düştüğünü söylemek mümkün.

Burada eklemek istediğim önemli bir husus var. Artık Türkiye’de şehirleşme oturdu. Çünkü çok yoğun göç aldı kentler ve artık kırsaldan göç edecek çok da bir nüfus kalmadı. Uzun süredir bu kentleşme hikayesini sürdürdüğü için şehirlerde geniş aileler çözüldü, çekirdek ailelere dönüşmeye başladı ve geleneksel bağlar kırıldı. Geleneksel bağlar aşındıkça da dindarlık biçimleri değişir. Sekülerlik ile dindarlık etkileşime girdi ve kamusal alanlarda bilhassa gençler birlikte yaşama alıştı. Ve AK Partili ailelerden CHP’ye ya da İYİ Parti’ye geçişler ya da YSP‘ye geçişler mümkün olmaya başladı. Zaten mitinglerde de bunları gözlemliyoruz. Genç başörtülülerin coşkuyla katıldığı [Kemal Kılıçdaroğlu] Kılıçdaroğlu, [Ekrem İmamoğlu] İmamoğlu, Mansur Yavaş mitinglerinde bunları gözlemliyoruz. Bu da Erdoğan’ın oylarını düşüren diğer büyük bir faktör.

Ama dediğim gibi Erdoğan 45-46 çıtasına çıkmıştı, seçim ekonomisiyle birlikte. Fakat şunu gördü, artık seçim ekonomisi ve yerli, milli hamlelerle, yerli uçak, İHA‘lar, SİHA‘lar gibi hamlelerle ancak bu kadar. Geri kalan tek koz, tek bildiği oyun güvenlikleştirme, seçimi güvenlikleştirme ve korku ortamı yaratma. Seçimi güvenlikleştirince de aslında muhalefetin iktidarının Türkiye’nin bekası için son derece yıkıcı bir değişim olacağını seçmenlerine anlatma gayreti içine girdi. Bunun için de Türkiye’de bildiği birçok kutuplaşma hattını yeniden tetikledi. Bunlar içinde işte Türk-Kürt ayrımı var, örtülü biçimde Alevi-Sünni ayrımı var. Orada Kemal Kılıçdaroğlu biraz ön olarak onun engelledi. Son olarak da İçişleri Bakanı [Süleyman Soylu] Soylu ve Erdoğan’ın ortaklaşa şekilde yürütmüş olduğu anti LGBTİ+ propaganda var. Burada anti LGBTİ+ propaganda kadın haklarıyla ve aile yaşamıyla da birleşiyor ve muhafazakâr toplumsal yapının korumuş olduğu aileye karşı LGBTİ’nin ve kadın özgürlüğü hareketlerinin küresel bir saldırı gerçekleştirildiği söylemi ortaya konuyor. Zaten bu batıdaki muhafazakârlar ve sağcılar tarafından da artık savunulması gelenekselleşmiş bir söylem biçimi, bunun Türkiye’ye de ithal edildiğini görüyoruz.

Ayrıca biliyoruz ki Türkiye’de sekülerleşme ve şehirleşmeyle birlikte cinsel kimlik ve cinsel yönelimlerin daha rahat konuşulabilmesini ve kadın hakları konusunda büyük bir tartışma konusuna dönmesini İstanbul Sözleşmesi tartışmalarında gördük.

Bu strateji işe yarıyor mu?

Aslında seçimin son düzlüğüne girdiğimiz için şu an seçmenin çoğunu tercihi az çok belli. Belki kararsız olup da Millet İttifakı‘na ya da Emek ve Özgürlük İttifakı’na yakınlaşabilecek olan seçmenlerin bu partilere ya da ittifaklara kaymasını engelleyebilecek bir söylem olma ihtimali de olabilirdi. Fakat pazar günkü (Erzurum) linç hadisesinin gözler önüne serilmesi ve muhalefetin bu krizi iyi yönetmesiyle beraber aslında bu tip söylem ve hamlelerin tamamen hamasete dayandığı, bir gerçeklik arka planının oluşmadığı ve iktidarın tamamen kendi bekası için bu tip gerginlik ve kutuplaştırma stratejisini izlediği aşikar olunca bu kez ters tepki de oluştu gibi gözüküyor.

Sinan Oğan ve Muharrem İnce destekçileri veya kararsızlardaki değişimlere baktığımızda daha çok Millet İttifakı’nın işine yaramış gibi. Fakat bunu tabii ki ülkeyi temsil eden anketlerde test etmek gerekiyor. Sonuçta bunlar bizim belki de yankı odamızda gözlemlediğimiz tepkiler. Ama şunu biliyoruz ki bu tip provokasyon girişimleri, muhalefetin mağdur edilmesi 2019 İstanbul seçimlerinde görüldüğü gibi aslında muhalefeti konsolide ediyor ve tamamen sandığa gitme motivasyonuna kavuşuyor.

Depreme, ekonomik krize ve pek çok soruna rağmen AKP’nin oylarının düşmemesinin sebebi ne sizce?

Tayyip Erdoğan Türkiye’de sosyal kutuplaşma hatlarını siyasal kutuplaşma hattına çevirmekte çok mahir ve bu sayede kendi seçmenini partizan hale getirdi; karizmatik lider yeteneğiyle de. Gezi eylemlerinden bu yana aslında bu kitleyi kendi savaşçıları gibi sunuyor. Sanki büyük bir dava var ve davanın komutanı Erdoğan. Seçmense bu yolun, bu davanın savaşçıları, bu yolun yolcuları gibi bir hikâye ortaya koydu ve bu tuttu. Çünkü bunun aslında seçmen gözünden bakacak olursak somut olarak da desteklendiği birçok vaka yaşandı. Gezi eylemleri, 17-25 Aralık, çözüm sürecinin bitişi, 7 Haziran-1 Kasım arası yaşananlar, 15 Temmuz darbe girişimi, sonrasında kur krizlerinin aniden ortaya çıkması, dış güçler söyleminin ortaya konması ve bunun yanında pandemi-deprem gibi doğal afetlerin yarattığı bir bayrak etrafında birleşme etkisi oluyor. Depremde ‘yapabileceği bir şey yoktu’ anlatısı oluşabiliyor ve bu seçmeni ikna edebiliyor. Böyle olmasa bile yani diyelim ki kutuplaşmış bir ülke olmasaydık, Erdoğan karizmatik bir lider olmasaydı bile seçmenin bir kısmı kriz anlarında otoriteye sığınma ihtiyacı hissediyor. Bu 99 depreminde de böyle oldu. Burada da otoriteye sığınma figürü hem dindarlaşmada hem de iktidara yanaşmada etkili olabiliyor. Erdoğan bunların avantajını son derece başarılı şekilde kullanmakta mahir bir siyasetçi.

Kılıçdaroğlu’nun yumuşak söylemi seçmen tarafından satın alınabilir bir söylem oldu mu?

Siyasal psikolojide iki baba figürü var. Bir tanesi sevgi dolu, çocuğunu bağırmadan-çağırmadan, daha yatay bir ilişkiyle yetiştiren baba. Diğeri de otoriter baba figürü. Eğer otoriter baba figürü karşı taraf dağınıksa kendi kitlesini toplar, ideolojik yakınlıktan ötürü özellikle sağ siyasetçiler buna başvuruyor. O geleneksel dinsel bağları ve değerleri de önemsediğinden ötürü bu baba figürü, sağ cenahı çok kolayca toplayabiliyor. AK Parti aslında bunun ekmeğini yedi. Türkiye’deki sol siyaset parçalı olduğu için, merkez sağ siyaseti birleştirdi, merkezi de ele geçirdi Tayyip Erdoğan ve bu sayede bir hegemonya üretti.

Ancak 2017 referandumundan beri merkez siyaset yeniden inşa edilmeye başlandı. Merkezde oluşan büyük boşluğu CHP iyi gördü ve orayı değerlendirdi. İmamoğlu-Yavaş gibi seküler sol seçmeni değil merkezde bulunan eski AK Parti seçmenine, MHP, İYİ Parti seçmenlerine de hitap edebilen bir aktör profili ortaya çıktı. Ve bu aslında seçmenle daha yatay ilişki kuran, sevgi ilişkisi kuran, seçmeni azarlamayan, aşağılamayan ve bu tavırdan bıkmış olan çoğunluğa hitap ediyor.

Türkiye’de Erdoğan’ın fanatizmine kapılmış ve bu geleneksel baba modeline daha çok uyum gösteren geleneksel yüzde 40’lık bir kesim var. Bir de aslında bu modelden sıkılmış olan geniş bir çoğunluk var. Hatta sandığa gitmeyen seçmenleri de düşündüğümüzde Türkiye’de yaklaşık 35-37 puanın sıkı Erdoğan takipçisi olduğunu, kalanının öyle olmadığını görüyoruz. O kalanında yani yüzde 65’te bir şekilde beğeni uyandıran bir yaklaşım Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve İmamoğlu’nun ve diğer liderlerin ortaya koymuş olduğu. Çünkü Türkiye kutuplaşmadan çok yoruldu, bunaldı ve normalleşme istiyor artık. Dolayısıyla şefkat söyleminin kullanılması, seçmenle sevgiyle ilişki kurulması önemli. Bunlar gençleri doğrudan etkiliyor ve onların muhalefete yaklaşmasına neden oluyor.

Fakat bir faktör daha var. Bu gençlerin anne babaları 1970’lerde, belki 1980’lerde doğanlar. Yani bu kuşaklar bir önceki kuşağa göre daha ılımlı, daha sakin çocuklarla daha sevgi dolu ilişki kuran, sevgilerini gösterebilen, kentlerde büyümenin de getirmiş olduğu o medeni görünme çabası içinde çocukların eğitimine saygı duyan, onların bireysel alanını daha geniş tutan anne babalar bunlar. Evlerde dedelerin, anneannelerin, babaannelerin daha az oranda yaşıyor oluşu da gençlerin daha sevgi dolu büyümesine, daha özgür hissetmesine ve bu duygudaşlığı sağlayan siyasilere daha kolay yakınlaşmasına vesile oluyor. Zaten gözlemliyoruz kalp hareketi ne kadar hızlı yayılıyor kitlede.

Millet İttifakı’nın seçmen kitlesi nasıl bir kitle?

Bu kitle heterojen bir kitle, bir yandan Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir negatif kimliklenme var diğer yandan da değişim umudu. Yani burada hem negatif hem de pozitif bir birliktelik var. Türkiye’nin en azından Doğu Avrupa ülkeleri kadar refah ve özgürlük seviyesine yeniden ulaşmasını isteyen, eğitim sisteminin düzelmesini isteyen, eşitsizliklerin ortadan kalkmasını isteyen, kamu hizmetlerinin yeniden kapsayıcı hale gelmesini isteyen, sosyal politikaların kimlik bazlı değil eşit vatandaşlık bazlı şekilde uygulanmasını isteyen, zenginleşmek isteyen büyük bir kesim var. Ortak paydalar bunlar. Tabii ki bu kitle biraz daha seküler. Yani seküler seçmenin ağırlığı daha baskın ama eskisi kadar hani CHP seçmeni deyince aklımızda karikatür de edilmiş olan bir sterotip var ya, o değil bu kitle.

İki senaryo: Millet İttifakı’nın kazanması durumunda ne olur? Cumhur İttifakı’nın kazanması durumunda ne olur?

Millet İttifakı’nın kazanma senaryosunda meclis çoğunluğunun da kazanması önemli. Çünkü meclis çoğunluğunu kazanamazsa eğer yasa anayasal olarak kararnamenin üstünde ve cumhurbaşkanlığının yetkilerini de bir nebze de kilitleyebilecek bir öneme sahip meclis. Şu an belli olmuyor çünkü hem meclis hem yürütme Cumhur İttifakı’nın elinde. Ve Cumhur İttifakı’nın elinde olan diğer yapıları sayacak olursak ordu, istihbarat, emniyet, yargının önemli bir bölümü. Aslında bir vesayeti var şu an Cumhur İttifakı’nın. Yani Millet İttifakı‘nın iktidar olmasına belki engel olamayacaklar ama muktedir olmasına engel bir stratejiyi izleyebileceklerini düşünüyorum.

Tabii burada MHP’nin yine çark etmesi gibi bir olasılık da ortaya çıkabilir. Ama buna çok da ihtimal vermiyorum çünkü Sinan Ateş olayıyla birlikte MHP köşeye sıkıştırılmış durumda. Erdoğan ne isterse onu yapıyor gibi bir görüntüleri var.

Cumhur İttifakı kazanınca zaten böyle bir Türkiye bekliyor. Yani Erdoğan ekonomi politikalarının sandık tarafından onaylandığını düşünecek. En azından yerel seçime kadar yine popülist otoriter ekonomik politikaya devam edeceği, Kürt sorununda da uluslararası konjonktüre göre belki bir nebze yumuşama sağlanma ihtimali de olabilir ama eğer doğmazsa yani dış şartlar buna zorlamazsa Erdoğan’ın ben kesinlikle vitesi artıracağını düşünüyorum.

Millet İttifakı eğer mecliste kazanırsa Millet İttifakı’nın vadedilen reformları uygulayabileceğini, insanların özgürlüklerine kavuşabileceğini düşünüyorum. Ekonomi konusunda da iyimserim. Çünkü Türkiye’ye bence kredi açılacak, Türkiye örnek bir ülke olarak gösterilecek. Hem sıcak hem soğuk yatırım alabilecek ve hızlı şekilde kur krizinde belki ilk zamanlarında atlatmak kolay olmasa da yani iki senede toparlanacak bir ekonomi senaryosu tablosu ortaya çıkabilir.

Millet İttifakı, meclisi kazanırsa ve İstanbul’u ve diğer büyük şehirleri de yeniden kazanırsa Türkiye’de büyük bir kentsel dönüşüm ama bu kez rant odakyi değil de halk odaklı bir kentsel dönüşüm ve depreme hazırlık süreci başlar, bu da belki yatırımların deprem bölgesi olmayan İç Anadolu illerinin Akdeniz‘in bir kısmını yayılmasını da sağlayabilir.

You may also like

Comments

Comments are closed.