Belçika‘da hükümet ortağı siyasi partilerin temsilcileri, ülkenin enerji stratejisini belirlemek üzere hafta sonu bir toplantı yaptı.
Toplantı bitiminde açıklama yapan Belçika Başbakanı Alexander De Croo, Rusya-Ukrayna savaşının, belirsizlikleri artırdığını söyledi. De Croo, ülkedeki nükleer santrallerin 2025 yılında kapatılması kararından vazgeçtiklerini belirterek, “İki nükleer reaktörün faaliyet süresinin 10 yıl uzatılmasına karar verdik” dedi.
Belçika, geçen yılın sonunda ülkedeki yedi nükleer reaktörün 2025 yılına kadar kapatılmasına karar vermiş; De Croo ülkedeki yenilenebilir enerji yatırımlarına da hız vereceklerini belirtmişti. Ancak Rusya‘nın Ukrayna‘ya saldırısı üzerine çıkan enerji krizi nedeniyle, Başbakan hükümetin nükleer enerjiden çıkma kararının gözden geçirilmesi gerektiğine işaret etmiş; ülkenin Yeşil Enerji Bakanı Tinne Van der Straeten de “Nükleerden çıkış planımız hazır fakat Ukrayna’yı düşündüğümüzde gözden geçirilmeli” demişti.
Başbakan De Croo, yeni gelişmeler ve enerji arzının kısılması ve fiyat artışları nedeniyle yeni bir destek paketi de hazırladıklarını anlattı; bu kapsamda ısı pompaları ve güneş panelleri gibi ürünlerdeki KDV oranını yüzde 6’ya düşüreceklerini aktardı.
İki santralde yedi reaktör çalışıyor
Belçika’da, Hollanda sınırına yakın Doel Nükleer Santrali’nde dört, Almanya ve Lüksemburg sınırına yakın Tihange Nükleer Santrali’nde de üç adet olmak üzere toplam yedi reaktör bulunuyor.
Bu reaktörlerin ürettiği elektrik, normal şartlarda ülke ihtiyacının yaklaşık yarısını karşılıyor.
Son karar doğrultusunda ülkenin 1985 yılında inşa edilen Doel 4 ve Tihange 3 reaktörlerinin faaliyet süreleri 10 yıl daha uzatılacak. Bu biner megavatsaatlik reaktörler 2036’ya kadar çalışmaya devam edecek.
Ormanların önemine yönelik farkındalık yaratmak amacıyla her yıl tüm dünyada 21 Mart’ta kutlanan ‘Dünya Orman Günü‘nde 50 kurum ormanların koşulsuz korunması için çağrıda bulunuyor. Geçen yaz yaşanan orman yangınlarından beri ormanların korunmasına dair kayda değer bir adım atılmaması, doğa koruma kuruluşlarını endişelendiriyor. Orman alanlarının orman dışına çıkarılmasına izin veren maddelerin değiştirilmesi talebiyle Change.org Türkiye’de başlatılan imza kampanyasında 45 binden fazla imzaya ulaşıldı.
Karaların üçte birini kaplayan ve karadaki türlerin yarısından fazlasını barındıran ormanlar dünyanın en değerli ekosistemlerinden. Fakat gezegeninin akciğeri olan ve iklim krizi ile mücadelede karbon yutağı olarak büyük öneme sahip ormanlarımız sistematik olarak ranta, iklim krizine, yapılaşmaya ve madenlere feda ediliyor.
Çok zengin bir biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapan ormanlar kereste ve odun kaynağı olarak görülüyor. Türkiye’de Kuzey Ormanları tahrip ediliyor, Akdeniz Ormanları ise yangın ve iklim krizi tehdidiyle karşı karşıya. Hem kültürel hem de tarımsal öneme sahip arıcılık küresel ısınma ve madencilik yüzünden tehlike altında.
Bilim insanları iklim krizi ile mücadele ve ekosistemlerin kendilerini yenileyebilmeleri için en geç 2030’a kadar orman alanlarımızın en az yüzde 30’unun koşulsuz koruma altına alınması gerektiğini söyledikleri halde Türkiye 26. Taraflar Konferansı’nda ormanların korunmasına yönelik verilen taahhütleri yerine getirmiyor.
‘Türkiye Avrupa’nın en kırılgan ülkesi’
İklim krizinin etkileri Türkiye’de artık derinden hissediliyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin son raporuna göre Türkiye aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkesi. Özellikle 2021’in yaz aylarında Türkiye’nin güneyinde 28 Temmuz-12 Ağustos arasında 124 bin hektarlık –yaklaşık 174 bin futbol sahasına denk– orman alanının yangınlar sebebiyle kaybedilmesinin ardından bilim insanları iklim ve biyoçeşitlilik kriziyle mücadelede ormanların önemini vurguluyor ve buna yönelik acil adımlar atılması gerektiğini dile getiriyorlar. Buna karşın Türkiye’nin iklim politikaları ormanları kapsamıyor, orman yangınları için herhangi bir acil eylem planı sunulmuş değil.
Kampanyayı başlatan kurumlardan birkaçı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü’ne bilgi edinme başvurusunda bulunarak ormanlar yangınlarına karşı eylem planı hazırlanıp hazırlanmadığı hakkında sorular sordu.
Mevcut Orman Kanunu‘nun ormanları korumadığını, her yıl yok edilen orman alanlarının yanan alanlardan daha fazla olduğunu belirten imzacı kurumlar 21 Mart Dünya Orman Günü’nde de Orman Kanunu’nun ilgili maddelerinin ormanları koşulsuz koruma altına alacak şekilde düzenlenmesini, korunan orman alanı miktarının yüzde 30’a çıkarılmasını ve ormanlardan yapılan aşırı odun üretimine son verilmesini talep ediyorlar.
‘Ormanlar kereste üretim alanı değildir’
Kuruluşlardan biri olan Doğa Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı Dicle Tuba Kılıç konuya ilişkin olarak şu değerlendirmelerde bulunuyor:
“Ormanlar kereste üretim alanı değildir. İklimden biyolojik çeşitliliğe, ormancılık kültüründen toprak üretimine pek çok alanda öneme sahip bir ekosistemdir. Ormanları ekosistem bütünlüğü korunacak şekilde muhafaza etmek ilk önceliğimiz olmalı. Yanan bir ormanı sürüp tek tip ağaçlarla bir tarlaya dönüştürmek, ormanları madenlere feda etmek gibi yanlış kararlara neden olan politikalar bir an önce değişmeli.”
‘Kararların sorgulanması zaruri’
Greenpeace Biyoçeşitlilik Projeler Lideri Nihan Temiz Ataş ise “Sene başında orman alanları dışına çıkartılan orman alanları düzenlemesi kararı ormanın ne büyük bir ekosistem olduğunu göz ardı edip ormanın sadece ağaç varsa orman olduğunu ileri sürüyor. Türkiye’nin imzacı olduğu uluslararası taahhüte uygun politikalar geliştirmesi gerekliliği ortada iken halihazırda alınmış kararları da sorgulaması zaruri” dedi.
‘Ormanlar sistematik bir yıkımla karşı karşıya’
Ekoloji Birliği Eş Sözcüsü Süheyla Doğan da “Anadolu’nun ormanları sistematik bir yıkım ile karşı karşıya: Kuzey Ormanları başta olmak üzere orman alanları rant, yapılaşma, madencilik tehdidiyle karşı karşıya; Akdeniz Ormanları ise ayrıca iklim krizi kaynaklı felaketler nedeniyle yok oluyor” dedi. Doğan, sözlerine şöyle devam etti:
“Sayıştay kurumu yaptığı denetimlerde, orman bütünlüğünün bozulduğuna dikkat çekiyor. Dünya Orman Günü’nde ormanların kereste ve odun kaynağı olmadığını, korunması gereken değerli ekosistemler olduğunu yeniden hatırlatmak istiyoruz. 50 kuruluş, Orman Kanunu’nun 16, 17. ve 18. maddelerinin yeniden düzenlenmesini istiyor. Çünkü, ormanlar orman olarak kalmalı! Orman Kanunu ormanları korumalı.”
‘Net sıfır karbon emisyon hedefi için ormanlara muhtacız’
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay ise “Net sıfır karbon emisyon hedefinin yakalanması için ormanlara muhtaç olduğumuzun farkında dahi değiliz” diyerek şu ifadeleri kullandı:
“2018 ve sonrasında ormanlardan yapılan aşırı odun üretimi nedeniyle ormanlarımızın atmosferden aldığı yıllık CO2 miktarı 100 milyon tondan 84 milyon tona geriledi. 2021’deki yangınlar da dikkate alındığında bu miktar daha da azalacak.”
Ormanların aynı zamanda erozyon ve selleri önleme, su ve oksijen üretimi, iklim düzenleme gibi ekosistem hizmetleri ürettiğine değinen Tolunay, “Ancak yarısı son 10 yılda olmak üzere toplamda 750 bin ha’ı aşan ormanlardan verilen izinler bu ekosistem hizmetlerine zarar vermekte, giderek şiddetlenen aşırı hava olaylarının etkisinin artmasına neden olmakta” dedi. Dr. Doğanay Tolunay son olarak şu ifadeleri kullandı:
“İklim değişikliğiyle mücadele kapsamında hem azaltım hem de uyum açısından ormanlar insanlığın elindeki son kaleyken bedava arazi ve ucuz odun hammaddesi kaynağı olarak görülmeye devam ediliyor. Orman alanlarımızı çok fazla arttırma olanağımız yok. Bu nedenle var olan doğal ormanları korumalı, ormancılık dışı uygulamalara izin vermemeli ve ormanları sürdürülebilir olarak yönetmeliyiz.”
Yangınlardan itibaren Türkiye’de orman alanlarına ne oldu?
28 Temmuz – 12 Ağustos 2021: Muğla ve Antalya’da 124 bin hektar orman yangınlar sebebiyle kül oldu.
6 Ekim 2021: Türkiye Paris Anlaşması’nı TBMM’de onayladı.
2 Kasım 2021: Türkiye Taraflar Konferansı’nda (COP26) 100’den fazla lider ile birlikte “Ormanlar ve Arazi Kullanımına İlişkin Liderler Bildirgesi”ni imzalayarak 2030’a kadar orman kaybını ve arazi bozulmasını durdurmayı ve bu durumu tersine çevirmeyi taahhüt etti.
30 Kasım 2021: Ormanlardan verilebilecek izinleri düzenleyen Orman Kanununun 17 nci Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Uygulanması Hakkında Yönetmelik yeni izin türleri eklenerek güncellendi.
29 Aralık 2021: Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy Uludağ Milli Parkının statüsünün değiştirilerek Alan Başkanlığı kurulacağını açıkladı.
5 ve 7 Ocak 2022: Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararıyla Kastamonu, Manisa, Ankara ve Mersin’de yaklaşık bir milyon metrekarelik alan orman statüsü dışına çıkarıldı.
28 Ocak 2022: Bolu Köroğlu Dağı Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi (KTKGB) Destinasyon Geliştirme Planı, 1/25000 Ölçekli Arazi Kullanımına Esas Jeolojik Jeoteknik Etüt Raporu, 1/25000 Ölçekli Nazım İmar Planı Hizmet Alımı İşi Bolu Özel İdaresi tarafından ihaleye çıkarıldı. 38.348 ha kadar olan alanın 10 bin hektarı orman alanlarından oluşmakta.
21-25 Şubat 2022: Türkiye’nin iklim politikaları belirlenmek üzere Konya’da İklim Şurası düzenlendi. Şura kararlarından ormanların korunmasına yönelik bir madde çıkmadı.
1 Mart 2022: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın Maden Yönetmeliği’nde yaptığı değişiklikle zeytinlik alanlar madencilik faaliyetine açıldı.
5 Mart 2022: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yönetmelik değişikliği ile sit alanlarında “kamu menfaati” gerekçe gösterilerek atıksu, içme suyu, doğal gaz ve elektrik hatları yapımına izin verdi.
21 Mart 2021: Kampanyayı başlatan kurumlardan birkaçı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü’ne başvuruda bulunarak, orman yangınlarına karşı yeterli bütçe, insan kaynağı, orman yangınlarına erken müdahalede gözetleme kuleleri, yangın söndürme ekipmanı, tahliye planı, arıcılık gibi faaliyetlerin zarar görmesi nedeniyle tazmin mekanizmaları ve tedbirler gibi Akdeniz ormanlarının yangınlardan korunması için eylem planı hazırlanıp hazırlanmadığını sordu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin, Beşiktaş‘taki Çırağan Caddesi‘nde yer alan koruma altındaki 112 çınar ağacının “çınar kanseri” nedeniyle kesilmesine ilişkin tartışmalar sürüyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen hafta milletvekilleri ile yaptığı toplantıda “ağaçların tedavi edilebileceğini” söylemiş; “Biz Gezi’de 12-13 ağacı nakledeceğimiz halde dünyayı ayağa kaldırdılar ama buna ses çıkarılmıyor” demişti. Erdoğan, milletvekillerinden konuyu gündemde tutmasını istemişti.
Bunun üzerine bir açıklama yapan AKP İstanbul İl Başkan Yardımcısı Cahit Altunay, ağaçları kurtarmak için gerekli çalışmaların yapılmadığını, kesilirken de izin alınmadığını öne sürdü ve İBB’ye İstanbul Orman Müdürlüğü‘nün 4 bin 274 TL. idari para cezası kestiğini açıkladı.
İBB’den yapılan açıklamada ise Dolmabahçe‘deki ağaçlarla ilgili kararları İstanbul Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu‘nun verdiğine dikkat çekilerek, Komisyonun 2020’de aynı caddeden 73 ağacın uzaklaştırılmasına karar verdiği hatırlatıldı. Açıklamada bu ağaçların yerlerine altı aylık havalandırma işlemi uygulandıktan sonra Mart 2021’de 79 yeni ağaç dikildiği bildirildi.
İBB, geçen hafta kanser olduğu için kesilen 39 çınar ağacının topraklarının 6 ay havalandırılması sonrası yeni ağaçların dikileceğini; bu ağaçların 18’inin de 20 yaşında genç ağaçlarla değiştirildiğini kaydetti.
Yıl 2012, önceki İBB yönetimi tarafından Beşiktaş'ta ağaç kanseri olan çınarlar kesiliyor ve yenileri dikiliyor. Bugün de aynı şey yapılıyor, yapılmalı. Hasta ağaçlar kesilmezse kanser hızla diğer ağaçlara bulaşıyor, gövdeleri kuruyor, içleri çürüyor ve devriliyorlar. pic.twitter.com/GwenBWEHhi
Tartışmalar sürerken TEMA Vakfı, konuya ilişkin gerçekleştirdiği çalışmaların ardından, bir açıklama yayımlayarak koruma altındaki 112 ağacın, latince adı “Ceratocystis platani” olan mantarın yol açtığı çınar kanseri hastalığı sebebiyle kesildiğini bildirdi.
Hastalığın risk grubunun çok yüksek ve mutlaka karantina tedbirleri alınması gereken salgın bir hastalık olduğuna dikkat çekilen açıklamada, “kuş, böcek, insan eliyle, kazalarla veya rüzgar gibi nedenlerle oluşmuş yara dokularından, budama alet ve ekipmanlarından, toprakta köklerin birbirine temasından ya da yağmur suları dahil pek çok şekilde kolaylıkla bulaştığı belirtilerek “Bulaştıktan sonra hızla çoğalıp ve kısa sürede ağacın iletim dokularını tıkayarak ölümüne neden olmaktadır” denildi.
Tedavisi mümkün değil
Açıklamada hastalığın tedavisinin mümkün olmadığının altı çizilerek şunlar ifade edildi: “Mantarın ağacın iletim demetlerini tıkaması ve topraktan alınan suyun iletimi kesmesi, yerleştiği iletim demetlerinin kök, gövde ve sürgünlerde olması sebebiyle hastalıklı ağaçların bakım çalışmaları ile kurtarılması da mümkün değildir. Karantina tedbirleri alınarak ağacın kesilmesi ve imha edilmesinden başka önerilen bir çare bulunmamaktadır. Konunun uzmanı bilim insanlarının hazırladığı rapor dikkate alınarak hastalıklı ağaçların kesilmesinin, hastalıkla mücadele ve daha fazla ağaca sirayet etmemesi için gerekli bir işlem olduğu değerlendirilmektedir.”
Uzman birlikte değerlendirilmeli
Bundan sonra ne yapılacağı, hangi türlerin kullanılacağı, hangi büyüklükte fidan kullanılması gerektiği ve hastalığın izlenmesi konularının önem taşıdığını kaydeden TEMA, bu konuların, yol ağaçlarının gördüğü işlev, trafik güvenliği, kentin peyzaj bütünlüğü, tarihi ve kültürel dokusuna katkısı dikkate alınarak, hastalığın tekrar etkili olmaması için uygulanması gereken tedbirlerin konunun uzmanları tarafından birlikte değerlendirilmesinde yarar gördüğünü belintti.
Covid 19 gibi bulaşıyor
Açıklamada ağaçları etkileyen hastalıkla ilgili teknik bilgilere de yer verilerek çınar kanseri hastalığının ağaçlarda kolaylıkla yayıldığı, tıpkı Covid-19 gibi temas halinde hemen bulaştığı, hastalığa yakalanmış ağaçların kurtulma şansı olmadığı ve ne yazık ki henüz tedavisinin de bulunmadığı vurgulandı:
“Tüm dünyada ve ülkemizde karaağaçları yok olma noktasına getiren Ophiostoma ulmi mantarı gibi cınar ağaçlarını yok etme potansiyeli bulunmaktadır.”
İstanbul’da çınar kanseri hastalığı
Çınarları yok eden bu bulaşıcı hastalığın “Ceratocystis fimbriata f. sp. Platani” adıyla Türkiye‘de ilk defa 2010 yılında teşhis edildiğini belirten TEMA, hastalık yüzünden İstanbul’da Beşiktaş, Beyoğlu ve Şişli ilçelerinde bir yıl içinde yaklaşık 400 çınar ağacının kuruduğu ve kesildiğini aktardı.
Kurumaların devam etmesi üzerine 2016 yılında, İstanbul’da Gezi Parkı, Yıldız Parkı, Cumhuriyet Caddesi, Dolmabahçe Caddesi ve Çırağan Caddesi‘nde bulunan, kurumuş ve canlı 976 adet çınar örneklenerek bir araştırma yapıldığı belirtilerek şu bilgiler verildi:
55’i tamamen öldü
“Örneklenen ağaçların 314’ünün hastalıklı olduğu, 55’inin ise tamamen öldüğü tespit edilmiştir. Hastalıklı ağaçların 97’sinin Taksim Gezi Parkı’nda, 41’inin Yıldız Parkı’nda, 17’sinin Cumhuriyet Caddesi’nde, 108’inin Dolmabahçe Caddesi’nde, 51’inin ise Çırağan Caddesi’nde olduğuna ilişkin bilgi bu çalışmada yer almaktadır.
Hastalık Türkiye’de ilk defa 2010 yılında tespit edilmiş olmasına rağmen, EPPO (Avrupa ve Akdeniz Bitki Koruma Organizyonu) 2018 yılında bu çalışmayı esas alarak Çınar kanseri hastalığının Türkiye’de bulunduğuna ilişkin ilk kaydı oluşturmuştur.
Hastalığın ülkemize son 20 yılda Avrupa ülkelerinden yapılan binlerce boylu fidan ithali yapılan İtalya’dan gelme ihtimali yüksektir. Çünkü İtalya’da hastalık yaygın olarak görülmektedir.
Ancak bunun kesin olarak belirlenmesi için genetik analizlerin yapılması gereklidir. Hastalığın tarihi değeri yüksek olan ve bu nedenle koruma altına alınan yaşlı çınar ağaçlarına ithal edilen fidanlardan bulaş olmuş budama alet ve ekipmanları ile bulaşmış olması olasıdır.”
Hukuki inceleme: İzin alınmış
TEMA ağaçların kesilmesi ile ilgili hukuki inceleme de yaptı. Tarihi değeri yüksek veya anıt ağaç olarak tescil edilmiş ağaçlara yapılacak her türlü müdahale için Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndan izin alınması gerektiğine işaret edildi.
İBB Avrupa Yakası Park ve Bahçeler Şube Müdürlüğü’nün, 28 Nisan 2020 tarih ve 29609873-962-67967 sayılı yazı ile Dr. Zeki Severoğlu, Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi, İstanbul Tarım ve Orman İl Müdürlüğü, Batı Akdeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü ve İBB Bitki Koruma ve Zirai Mücadele Birimi uzmanlarınca yapılan inceleme ve araştırma sonucu hazırlanan raporu da ekleyerek İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne başvurduğu belirtildi.
İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu tarafından bu başvurunun değerlendirildiğini ve İstanbul Valiliği’nin 14 Temmuz 2020 tarihli yazılarının İBB Avrupa Yakası Park ve Bahçeler Şube Müdürlüğü’ne gereğini yapmak üzere iletildiğini aktaran TEMA; Valiliğin yazısı ekinde gönderilen İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’nun 25 Haziran 2020 tarih ve 04-1068 No’lu kararında hastalıklı 73 ağaca müdahale edilmesinin gerekli olduğu, Yıldız Korusu girişinde yer alan kuru ağaçların kesilmesinin uygun olduğu görüşlerinin yer aldığı belirtildi. Böylelikle hastalıklı ağaçların kesimi için izin alındığı ifade edildi.
Bununla beraber 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun 15. Maddesine göre Orman İdaresi’nden ağaçların kesimi için de izin alınması gerektiğine de dikkat çekilen açıklamada şu görüşler yer aldı:
“Kamuoyuna yansıyan haberlerde Orman İdaresi’nden izin alınmadığı için ceza kesildiği bilgisi yer almaktadır. Burada şunu ifade etmek gerekir ki; Orman İdaresi’nce orman sınırları dışında ağaç kesimleri için verilen yasa gereği alınan bu izin ağaçların kesilip kesilmemesi gerektiğine ilişkin bir değerlendirmeye dayalı bir izin değildir. Bu izin alımının temel gerekçesi; ağaç kesimi sonrasında elde edilen odunun ormandan kaçak olarak kesilmediğinin kanıtını oluşturmak, odunun kaçak olarak nakledilmediğini gösteren nakliye teskeresinin düzenlenmesine müstenit olacak altlığı sağlamaktır”
‘Avrupa’ya İtalya’dan yayıldı’
Açıklamada hastalığın geçmişi de anlatıldı. Enfeksiyonun 1949 yılında New Jersey’de dikilen çınar ağaçlarının yüzde 88’ini öldürdüğü kaydedildi.
Hastalığın Avrupa‘ya İkinci Dünya Savaşı sırasında odun ambalajları ile İtalya’ya geldiği, Fransa, İtalya, Yunanistan, İsviçre ve Arnavutluk‘ta görüldüğü; Avrupa’da on binlerce ağacı öldürdüğü anlatılan açıklamada, çınar kanseri mantarının oluşturduğu riskin, EFSA 2016’da (Avrupa Gıda Güvenliği Komitesi) yapılan değerlendirmeyle açık olarak yanıtlandığı belirtilerdi:
“Yapılan risk analizinde, mantarın sadece Fransa, İtalya ve Yunanistan’da sınırlı bir yayılışı olmasına rağmen, riskin Avrupa Birliği’nin 2000/29/EC numaralı, ‘Bitkilere veya Bitkisel Ürünlere Zararlı Organizmaların Avrupa Birliği Girişine ve Avrupa Birliği İçinde Yayılmasına Karşı Koruyucu Önlemler Talimatı’na göre tedbirler alınmadığı takdirde 40 katı olacağı tespit edilmiştir. 2000/29/EC numaralı talimat doğrultusunda alınacak önlemlere ilave tedbirler alınması halinde ise riski yüzde 80 oranında azaltacağı ifade edilmiştir. Bu nedenle bu mantar hastalığının kesinlikle karantina kuralı uygulanacak hastalıklar arasına alınması tavsiye edilmiştir.”
Her yıl mart ayının üçüncü haftasında, sırasıyla Dünya Orman, Dünya Su ve Dünya Meteoroloji günleri başta Birleşmiş Milletler (BM), ülkelerdeki ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar ile bu konularda çalışan, uzmanlaşan demokratik kütle örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarınca (STK’ler) kutlanmaktadır.
BM Genel Kurulu, gerçekte Türkiye’de çok uzun yıllardan beri Ağaç Bayramı olarak kutlanmakta olan 21 Mart’ı, 2012 yılında Uluslararası Ormanlar Günü olarak ilan etti. Gün, tüm orman türlerinin ve ekosistemlerinin önemi konusunda farkındalık yaratmayı amaçlar. Bugünde ülkeler, ağaç dikme kampanyaları gibi orman ve ağaçları içeren çeşitli etkinlikler düzenlenmek için yerel, ulusal ve uluslararası çabalar üstlenmeye teşvik edilir.
Ormanlar, 60,000’den fazla ağaç türüyle Yerküre’nin karasal biyolojik çeşitliliğinin yaklaşık % 80’ine ev sahipliği yapmaktadır. Yaklaşık 1.6 milyar insan gıda, barınak, enerji, ilaç ve gelir için doğrudan ormanlara bağımlıdır. Ne yazık ki Dünya her yıl -yaklaşık İzlanda büyüklüğünde- 10 milyon hektar ormanı kaybediyor.
BM, 2022 yılının konusunu “Gelecek İçin İlham Verin – Sürdürülebilir Üretim ve Tüketimin Sağlanmasında Ormanların Rolü” olarak kabul etmiştir. Ormancılık Haftası günlerinden 22 Mart’ta, Dünya Su Günü de kutlanmaktadır. Her iki konu da yaşadığım kent Çanakkale için çok önemlidir ve yakın geçmişin eylem hafızasında yer alırken, geleceğin gündeminde de yine önemli bir yer tutacaktır.
Yoğun ağaç kesimlerinin karar vericisi yerel değil, merkez
Son yıllarda Çanakkale kent merkezinin hemen yakınından başlayan biyolojik çeşitlilik açısından çok zengin doğal ve doğallaşmış Akdeniz ormanlarında yoğun ağaç kesimlerine tanık oluyoruz. Üstelik çok hızlı ve acele kesimler bunlar. Tır kasalarını kısa sürede dolduran, karayollarında konvoy oluşturacak kadar yoğun kesimler. Gözlediğimiz ağaç kesimleri, son yıllarda alışılagelmiş başka bir deyişle orman amenajman planlarında öngörülen seyreltme ya da aralık kesimi uygulamalarının ötesine taşarak geniş alanlara yayılmakta, üstelik genç ormanlarımız da bu kesimlerden payına düşeni almaktadır. Türkiye’nin birçok orman ekosistemlerinde de durum farklı değil. Yörede yaşayan halkın tepkilerine neden olan kesimler hakkında ilgili ve yetkililerden tatmin edici açıklamalar da gelmiyor. STK’erin (örneğin İDA Dayanışma Derneği, Kaz Dağı Koruma Derneği vb.) kendi çabalarıyla yaptıkları araştırmalardan, dilekçelerine verilen yarım yamalak yanıtlardan elde edebildikleri bulgular, kararın yerelden değil merkezden olduğu yönünde. Bu da kafalardaki soruları çoğaltıyor.
Orman ihaleleri, ekonomik darboğazı aşmada bir argüman olarak görülemez. Doğal varlıklar, ekosistemler finansman yaratma alanları değildir. Endüstriyel amaçlı bu kesimler, iş makinalarıyla orman ve çalılık arazileri tahrip ederken, binlerce yılda oluşmuş orman ekosistemiyle birlikte birçok tür de yok olmaktadır. Bunun ağaçlandırmayla telafisi olanaksızdır. Başta Çanakkale’de olmak üzere, Türkiye’nin orman varlığı giderek azalmaktadır. Son yıllarda, sadece Kazdağları yöresi tarım ve orman ekosistemlerinin yaklaşık % 80 i maden ruhsat sahalarıyla parsellenmiş; ülke genelinde yapılaşma, sanayi, abartılmış ve gereksiz ya da önceliği olmayan yol ve köprüler, mega projeler, enerji projeleri, turizme açma gibi nedenlerle kişi, başına düşen orman varlığımız azalmıştır.
İklim değişikliği sonucunda ortaya çıkan iklim krizinin etkilerini en somut biçimde yaşadığımız bu günlerde, bir karbon yutağı ve nem tutucu olarak, kuraklaşma ve çölleşmeye karşı son derece önemli olan ormanların ve barındırdıkları türlerin yok olmasını durdurmak için öncelikle bu kesimler durdurulmalıdır.
Madencilik köyleri haritadan siliyor
Konunun bir başka boyutu da ülkemizdeki madencilik faaliyetleridir.
Türkiye’nin dağları, taşları, yaylaları, meraları, ormanları maden ruhsatları adı altında satılıyor. Köyler haritadan siliniyor. Toprağı, suyu, havası, verimli tarım alanları her geçen gün daha da kirleniyor, zehirleniyor. Kasasını dolduran birkaç şirket dışında ülkenin bir şey kazanmadığı ortadayken, başta altın olmak üzere, metalik madenciliğin, çıkarılırken, işlenirken ve geride bıraktıklarından artık nasıl zarar verdiğini biliyoruz. Erzincan ve Bergama’dan biliyoruz; Uşak, İzmir, Gümüşhane, Artvin ve Fatsa’dan biliyoruz. Çanakkale açısından daha da önemlisi Kazdağları yöresinden biliyoruz.
Çanakkale Kirazlı Balaban’da Kanadalı Alamos Gold şirketinin ve yerli ortaklarının siyanürlü liç tekniğiyle işletmeyi planladığı altın-gümüş madeni ruhsat alanında gerçekleştirdiği katliamın resmidir!
Ruhsat sahalarında milyonlarca ağaç ve çalı kesilmekte, yüzbinlerce ton patlayıcı ile dağlar, taşlar dümdüz edilmekte, fosil yakıtlı iş makinalarıyla hava, su ve toprak kirletilmekte ve iklim değişikliğine yol açılarak coğrafya alt üst edilirken tam bir doğa kırımı yaşanmaktadır. Gün geçmiyor ki, ülkenin bir köşesinden vatandaşların çığlığı yükselmesin. Bir yanda, bulundukları yörede ölüm saçan kömürlü termik santraller ve çimento fabrikaları, bir yanda metalikten taş ocaklarına tam bir talan sisteminin sarmalındayız. Yaşadığımız coğrafyada, Kazdağları’nda, Dünyayı ve ülkeyi ayağa kaldıran bir direniş olmasaydı, bugün burada Kirazlı Balaban’da Alamos Gold ve yerli ortakları ya da ardılları siyanürlü liç yöntemiyle altın madenini işletiyor olacaktı.
Kirazlı Balaban’daki bu çok önemli ve yaşamsal kazanıma karşın, kamuoyundaki tedirginlik bitmiş değil. Çünkü, sahada henüz restorasyon (eski durumuna getirme) süreci başlamış değildir. Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü’nden ve araştırmalarımızdan edindiğimiz bilgilere göre, restorasyon projesi etüt aşamasındadır. Bu proje, yok edilen ormanın kendine özgü fiziki coğrafya ve ekolojik koşullarının yanı sıra, yok edilmeden önce orada bulunan, yetişen, gelişen, verimli bir orman ekosistemine dönüşmüş olan orijinal-yerli ağaç ve çalı türlerini ve bu ekosistemdeki çeşitli habitatlarda yaşamış olan diğer canlıları, hayvanları ve bitkileri dikkate alan gerçek bir restorasyon projesi olmalıdır.
22 Mart’ta karaçam tohumu serpme etkinliği
Bu kapsamda 2017-2020 döneminde çevresindeki bağlantılı yıkımlarla birlikte yaklaşık 400,000 orman ağacının kesilerek zengin bir Akdeniz orman biyotopunun ve yaşam birliklerinin yok edilmiş olduğu Kirazlı Balaban’da, 22 Mart 2022 gününde “dağlarımıza, ormanlarımıza, yaşam alanlarına, oralardaki canlılara kıymayın, sularımızı, toprağımızı kirleterek yok etmeyin!” demek ve günün önemi kapsamında konuyu bir kez daha gündeme taşımak amacıyla, sembolik olarak sahanın küçük bir kısmına karaçam tohumu serpme/ekme etkinliği gerçekleştirilecektir. Kuşkusuz bu etkinlik, yok edilen ekosistemde doğanın yeniden yaşam bulma, filizlenme, yosunlaşma, yeşerme çabalarına zarar vermemek amacıyla sembolik düzeyde olacaktır.
Yeraltı suyu: Görünmezi görünür yapmak
Dünya Su Günü 1993 yılından başlayarak her yıl 22 Mart’ta kutlanan ve şu anda güvenli suya erişimi olmayan 2 milyar insanın farkındalığını artıran yıllık bir Birleşmiş Milletler etkinliğidir. Dünya Su Günü’nün temel odak noktalarından biri, 2030 yılına kadar “herkes için su ve sanitasyon” konulu Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi 6′ya yönelik eyleme ilham vermektir.
Yeraltı suyu görünmez, ancak etkisi her yerde görülebilir. Gözümüzün önünde, ayaklarımızın altında, yer altı suları hayatımızı zenginleştiren gizli bir hazinedir. Yeraltı suyu, Dünya’nın en kurak bölgelerinde, insanların sahip olduğu tek su olabilir.
Dünyadaki sıvı tatlı suyun büyük bölümü yeraltı suyudur ve içme suyu kaynaklarını, sağlık ve sanitasyon sistemlerini, çiftçiliği, endüstriyi ve ekosistemleri destekler. Birçok yerde insan etkinlikleri yeraltı suyunu aşırı kullanmakta ve kirletmektedir. Diğer yerlerdeyse, aşağıda ne kadar su olduğunu bilmiyoruz.
Yeraltı suyu, iklim değişikliğine uyum sağlamada kritik bir rol oynayacaktır. Bu yüzden bu değerli doğal kaynağı sürdürülebilir bir şekilde yönetmek amacıyla ilgili BM uzmanlık kuruluşlarının, ülkelerin, ülkelerdeki ilgili kurum ve kuruluşların, yerel yönetimlerin, sulama ve tarım birliklerinin, akademinin ve STK’lerin birlikte çalışması gerekiyor.
Yeraltı suyu nedir? Yeraltı suyunu neden önemsemeliyiz?
Yeraltı suyu, özetle, su tutabilen kayaçların, kumların ve çakılların jeolojik oluşumları olan akiferlerde, yeraltı su haznelerinde bulunan sudur. Yeraltı suyu, Dünya’nın hemen her ülkesinde ve Türkiye’de, akiferlerden yağmur ve karla doldurulan suyun daha fazlasının çekildiği birçok alanda aşırı kullanılıyor. Yeraltı suyu kirliliği ve azalması, iyileşmesi on yıllar hatta yüzyıllar sürebilen ciddi bir sorundur.
Bazı yerlerde, ayaklarımızın altında ne kadar yeraltı suyu olduğunu bilmiyoruz, bu da potansiyel olarak hayati bir su kaynağından yararlanamıyor olabileceğimiz anlamına geliyor. Yeraltı suyunun keşfedilmesi, korunması ve sürdürülebilir şekilde kullanılması, hayatta kalmak, kuraklıklara karşı önlem almak ve etkisini azaltmak, iklim değişikliğine uyum sağlamak ve artan nüfusun gereksinimlerini karşılamak için merkezi olacaktır.
Türkiye’den ‘kötü’ örnekler!
Lapseki Şahinli’deki TÜMAD Madencilik A.Ş., işletme ruhsatı alırken suyu yoktu. Yani 1 ton cevher için kirleterek yok edeceği yaklaşık 4 ton su mevcut değildi. Suyu olmayan şirkete işletme ruhsatı verilemezdi, ama verildi! Peki bu nasıl gerçekleşti? Lapseki Belediyesi’nin uzun yıllardır kullandığı, Lapseki halkının kötü günlerde kullanılabileceği yaşamsal bir yedeği olması gereken su kuyuları sembolik bir ücretle şirkete kiraya verilerek! Böylece şirket, Lapseki Altın ve Gümüş Madeni kapsamındaki madencilik etkinlikleri için gereksindiği suya kavuşmuş oldu.
Konya Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Fethullah Arık’ın 24 Ocak 2019’ta yaptığı bir açıklamaya göre, Konya Kapalı Havzası’nda şu an varlığı bilinen 135,000 su kuyusu bulunmakta, bu kuyuların yaklaşık 35,000 adeti ruhsatlı ve geriye kalan 100 bin kuyu ise kaçaktır. Kaçak kuyu artışı en çok İmar Barışı sürecinde yaşanmıştır. Arık, Devlet Su İşleri’nin (DSİ) geçmiş yıllarda açıklamış olduğu resmi rakamlara göreyse, Konya Havzası’nda 98,000 kuyu vardır ve bunların 65,000 bini kaçaktır. Türkiye’nin özellikle İç Anadolu, Ege, Marmara ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki pek çok ilde ve tarım arazilerinde gözlenen benzer olumsuzluklar ve kötü örnekler (ör. denetimsiz-izinsiz kuyu açılması, yeraltı su kuyularından aşırı su çekilmesine ve bu suyla vahşi sulama yapılmasına göz yumulması, vb.) önlem alınmaz, var olan yasal düzenlemeler-yaptırımlar uygulanmaz ve gerekli denetimler yapılmazsa, ruhsatsız kaçak kuyuların sayısının her geçen yıl daha hızlı artacağını gösteriyor.
Yeraltı suyu için ne yapabiliriz?
Dünya’nın her ülkesinde ve Türkiye’de, yeraltı suyunu kirlilikten korumalı ve sürdürülebilir bir şekilde kullanmalıyız, insanların, diğer canlıların ve gezegenin gereksinimlerini dengelemeliyiz. Bu amaçla, başta kaçaklar gelmek koşuluyla yeraltı su kuyularını denetlemek, yeni kaçak kuyu açılmasını ve aşırı su çekilmesini önlemek vahşi ve aşırı sulama gibi akılcı ve sürdürülebilir olmayan su kullanımını sınırlamak ya da önlemek amacıyla yeraltı suyunu çiftçilerin ödeyebileceği düzeyde fiyatlandırmak, yer altı sularına olan talebi azaltmak ve yer altı sularını korumak için alınabilecek başlıca önlemlerdendir.
En önemlisi, Dünya’nın tüm ülkelerinde, yeraltı suyunun su ve sanitasyon sistemleri, tarım, sanayi, ekosistemler ve iklim değişikliğine uyumdaki yaşamsal rolü, sürdürülebilir kalkınma ve tarım politikalarının oluşturulmasına yansıtılmalıdır.
Erken Uyarı ve Erken Eylem: Afet riskinin azaltılması için hidrometeorolojik ve klimatolojik bilgilerin önemi
İklim değişikliğinin bir sonucu olarak yeryüzünün pek çok yerinde hava, iklim ve su aşırılıkları daha sık ve yoğun hale geliyor. Çoğumuz nüfus artışı, kentleşme ve çevresel bozulmanın bir sonucu olarak gelişen, birbiriyle ilişkili birden çok tehlikeye her zamankinden daha fazla maruz kalıyoruz.
Önümüzdeki günlerde havanın nasıl olacağına ilişkin tahminler artık yeterli değil. Halkı havanın ne yapacağı konusunda bilgilendiren etki tabanlı tahminler, hayatları ve geçim kaynaklarını kurtarmak için hayati önem taşır. Yine de her üç kişiden birine hala erken uyarı sistemleri ulaşmamaktadır. Ulusal meteoroloji, klimatoloji ve hidroloji hizmetleri, afet yönetimi ve kalkınma kuruluşları ve yönetimleri arasında daha fazla eşgüdüm, daha iyi önleme, hazırlık ve müdahale için esastır.
Covid-19 küresel salgını (pandemi), toplumun karşılaştığı zorlukları daha karmaşık hale getirdi; başa çıkma düzenek ve olanaklarını zayıflattı. Pandemi ayrıca, birbirine bağlı dünyamızda, iklim eylemi, afet riskinin azaltılması ve sürdürülebilir kalkınma gibi küresel sürdürülebilir kalkınma hedeflerine doğru ilerleme kaydetmek için gerçekten çok tehlike içeren, sınır ötesi bir yaklaşımı benimsememiz gerektiğini vurguladı.
Hazırlıklı olmak ve doğru zamanda, doğru yerde hareket edebilmek hem şimdi hem de gelecekte birçok yaşamı kurtarabilir ve her yerde toplumların geçim kaynaklarını koruyabilir. 23 Mart 2022 Dünya Meteoroloji Günü bu nedenle “Erken Uyarı ve Erken Eylem” konu başlıklıdır ve Afet riskini azaltmak için hidrometeorolojik ve iklim bilgilerinin yaşamsal önemini vurgulamaktadır.
Arjantin‘in San Luis eyaletinde bir tren vagonunda 15 yılı aşkın bir süre mahsur kalan dört Bengal kaplanı, Four Paws International tarafından kurtarılarak Güney Afrika‘da vahşi hayvan bakım evi LIONSROCK Big Cat Sanctuary‘ye götürüldü.
2007’de bir sirk, şimdi 18 yaşında olan erkek ve 15 yaşında olan dişi kaplanı geçici olarak terk ederek yerel bir çiftçiye bıraktı ve bir daha geri dönmedi. Bugüne kadar iki yavruyla dört kişilik bir aile olan kaplanlar, kurtarılana kadar hayatlarını bir tren vagonunda geçirdi. Yetkililer bu korkunç durumun 2021’de farkına vardı ve hayvanların yerini değiştirmek için çözümler aramaya başladı.
Four Paws‘ın veteriner ve vahşi yaşam uzmanları, Sandro, Mafalda, Messi ve Gustavo isimli kaplanları hazırlamak için haftalarca sahada çalıştı ve transferin güvenli ve pürüzsüz olması için hazırlandı. Sonunda dördü de 70 saatlik bir yolculuğun ardından Güney Afrika’ya ulaştı ve yeni hayatlarına başladı.
Kurtarma görevine öncülük eden Four Paws veterineri Dr. Amir Khalil, “Bu kaplanlar patilerinin altında hiçbir zaman çimen veya toprak hissetmediler. Üstlerinde ilk defa metal çubuklar ve bir çatı değil, gökyüzünü görebiliyorlar” dedi.
Mafalda’nın nakliye sandığını terk edip çevreye ayak basması zaman alsa da Sandro, Messi ve Gustavo hemen yeni çevreyi keşfetmeye başladılar.
Khalil, “Tamamen yeni bir çevrede olmak onlar için çok zor ama hayvanlar daha iyi yaşam koşullarına hızla uyum sağlıyor. Zaten meraklıydılar, tanıdık olmayan bu zeminde dikkatli ilk adımları attılar. Dört kaplanı da Güney Afrika’ya sağ salim getirdiğimiz için gurur duyuyorum” dedi.
Khalil, kaplanların alınabilecekleri doğal ortam için görüşmeler yapılacağını ama bu çevreye alışıp sakinleşmek için zamana ihtiyaç duyduğunu belirtti.
Kaplanlar şu an bakımevinde çitlerle çevrili bir doğal alanda yaşıyor. Güney Afrika’daki bu bakımevi aslanlar, leoparlar, kaplanlar ve çitalar dahil 90’dan fazla kurtarılmış büyük kediye ev sağlayan bir Four Paws projesi.
Hayvanlar hayvanat bahçelerinden, sirklerden ve özel sahiplerden geliyor ve birçoğu ihmal ve kötü muameleye maruz kalmış.
Kuzeyimizdeki savaş dördüncü haftasının içinde… Birleşmiş Milletler in rakamlarına göre şu ana kadar 3.3 milyon Ukraynalı başta Polonya ve Romanya olmak üzere komşu ülkelere sığındı, 6.8 milyon Ukraynalının ise ülke içinde yer değiştirdiği tahmin ediliyor. Bu rakamlar ülke nüfusunun neredeyse dörtte birinin evlerinden, yaşadığı bölgelerden koparılarak göç etmeye zorlandığını gösteriyor.
Savaşın ilk gününden itibaren Ukraynalıların direncini kırmak için Rus kuvvetleri kentlerin içme suyu dağıtım ağı, katı atık ve atık su tesisleri gibi alt yapılarını hedef aldı. Uzmanlara göre bu nedenle şimdi Ukrayna halkı bir tek silahların değil, bulaşıcı hastalıkların da tehditi ile de karşı karşıya. Bulaşıcı hastalıklar açısından da sadece Covid-19 riskiyle yüz yüze değiller. İnsanlar bombardımanlardan korunmak için bodrum katlarına, metro istasyonlarına ve geçici barınaklara sığınıyor. Sığındıkları bu yerlerde yeterli su ve sanitasyon olanakları yok. Birçok sığınağın havalandırma sistemlerinin de yetersiz olduğu biliniyor. Ayrıca bu sığınaklarda düzenli beslenme olanakları da yok. Çok sayıda bölge de sığınakların dışında bile yeterli temiz suya ve gıdaya ulaşım giderek imkânsızlaşıyor. Uzmanlara göre başta ishalli hastalıklar olmak üzere çocuk felci ve kızamık salgını riski Ukrayna’da yükselen yeni bulaşıcı hastalık tehditleri… Bulaşıcı hastalık tehditinin bir başka boyutu ise sağlık tesislerinin ağır bombardımandan hasar görmesi ve çalışamaz hale gelmesi… Bu nedenle şu anda tüm ülkede tüberküloz (TB) ve HIV/ AIDS için tanı hizmetlerine ve tedavilerine erişim kesintiye uğramış durumda.
Covid vakaları arttı
Rusya, Ukrayna’yı 24 Şubat’ta işgal ettiğinde, Covid-19 açısından ülkede Omicron dalgasının en kötü günleri yaşanıyordu. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, 2 Mart’ta düzenlediği basın toplantısında Covid-19 testinin çatışmaların başlamasından bu yana büyük oranda düştüğünü, bunun da tespit edilemeyen vakaların arttığı anlamına geldiğini söyledi. DSÖ’nün Ukrayna Ofisi Başkanı Jarno Habicht de ülke genelinde Covid-19 aşılama oranlarının tehlikeli derecede düşük olduğunu belirtti. Habicht’ye göre tam doz aşılama oranı Kiev‘de yaklaşık % 65… Ancak bazı oblastlarda ve bölgelerde bu oran % 20’lere kadar düşüyor. Bu durum ise DSÖ’ye göre ülkede ağır Covid-19 vakalarının çoğalmasına ve ölüm riskinin artmasına neden oluyor. Ayrıca aşılama çalışmalarının aksaması nedeniyle uzmanlara göre kızamık ve çocuk felci gibi aşıyla önlenebilir diğer hastalıklar da yeniden ortaya çıkabilir.
Kızamık ve çocuk felci ayı kampanyaları durdu
Üstelik savaş öncesi Ukrayna birkaç çocuk felci sorunuyla karşılaşmıştı. Ülkenin batısında geçen yıl en son Aralık ayında olmak üzere iki vaka tespit edilmiş ve bu vakalarla temas eden 19 sağlıklı çocuk izole edilmişti. Çatışmalar, yaklaşık 140 bin çocuğun aşılanmasını sağlamak için 1 Şubat’ta başlatılan üç haftalık çocuk felci aşılama kampanyasını da durdurdu. Cenevre merkezli Küresel Çocuk Felci Eradikasyon Girişimi‘ne göre bugünlerde bu nedenle virüs fark edilmeden yayılıyor olabilir. Kızamık da Ukrayna için savaş öncesi de bir sorundu. Ülkede 2017’de başlayan ve 2020’ye kadar devam eden büyük bir kızamık salgını vardı ve DSÖ’nün rakamlarına göre ülkede 115 binden fazla vaka tespit edilmişti. ABD’nin Hastalık Kontrol Merkezi’ne göre (CDC), savaş öncesi; 2020’ye kadar, iki doz kızamık aşı yapılanların oranı % 82’ye kadar çıkmıştı. Ancak bu oran büyük bir gelişme olmakla birlikte yine de ölümcül salgınları önlemek için yeterli değil. CDC’nin kızamık uzmanı olan James Goodson da çok bulaşıcı olduğu için ‘kızamığın herhangi bir insani krizde ilk endişe kaynaklarından biri olduğunun’ altını çiziyor. Üstelik ülke içinde savaş nedeniyle yer değiştirenlerin ilk sığındığı bölgelerden olan Kharkiv gibi bazı oblastlarda kızamık aşılama oranı savaş öncesi günlerde % 50’den bile azdı.
Tüberküloz ve HIV/AİDS hastaları tedavi göremiyor
Diğer yandan Ukrayna ilaca dirençli tüberküloz vakalarının en çok görüldüğü ülkelerden… Ülkede her yıl yaklaşık 32.000 kişide aktif tüberküloz geliştiği biliniyor ve bu vakaların yaklaşık üçte biri ilaca dirençli. Ukrayna’da tüberkülozlu kişilerin yüzde 22’si ayrıca HIV ile enfekte ve HIV hastaları arasında ölüm nedenlerinin başında ise tüberküloz geliyor. Doğu Avrupa‘da HIV/AIDS’in en yüksek olduğu ikinci ülke olan Ukrayna’da HIV/AIDS tedavisine erişim de çatışmalar nedeniyle tehlikeye girdi. Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı‘na (UNAIDS) göre Ukrayna nüfusunun yaklaşık % 1’i enfekte… Ancak bu sayı risk altındaki gruplarda çok daha yüksek, erkeklerde % 7.5’a ve uyuşturucu kullanan kişilerde neredeyse % 21’e kadar tırmanıyor. Üstelik UNAIDS’e göre, hastaların sadece % 69’ı durumlarını biliyor. Savaş ve göçler nedeniyle tedavinin kesilmesinden ve buna bağlı ölüm sayılarıyla, bulaşın artmasından korkuluyor.
Komşu ülkeler de risk altında
DSÖ’nün Ukrayna sorumlularından Heather Papowitz, yaptığı basın toplantısında başka bir tehlikeye daha dikkat çekiyor: 3.3 milyon Ukraynalının sığındığı komşu ülkelerde bulaşıcı hastalıklar açısından riskli bölgeler haline gelebilir. Papowitz’e göre “Ukrayna’da olup biten her şey diğer ülkeleri de etkiliyor, insanlar geldikçe, çevre ülkelerdeki çocuk felci, kızamık, tüberküloz ve ayrıca COVID için gözetim ve önlemler kesinlikle artırılmalı.”
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin (HASUDER) 4 Mart’ta yaptığı basın açıklamasında da belirttiği gibi; “Savaşlar ölümdür, göçtür, dağılmış ailelerdir, parçalanmış toplumlardır. Aynı zamanda çevresel felakettir. Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını ve salgınları kolaylaştırıcı bir etkendir.” Bugün Ukrayna toprakları üzerinde devam eden savaş bitse bile savaşın getirdiği çevresel kirliliğin temizlenmesi, yıkımın onarılması, yok olan alt yapının yeniden ayağa kaldırılması uzun yıllar alacak. Üstelik ülkelerini ayağa kaldırmaya çalışan Ukraynalıların tek sorunu bu da olmayacak. Onlar savaş nedeniyle patlayan bulaşıcı hastalıklarla da boğuşacak, aksayan tedavileri nedeniyle sevdiklerinin artan kayıplarıyla da bir kez daha üzülecekler…
HASUDER’in vurguladığı üzere, “Savaş bir halk sağlığı sorunu ve insan eliyle oluşturulan bir afettir.” Bu afetin bedelini de yaşlısı, genci, çocuğu, kadınıyla tüm insanlar ödüyor.
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş, ülkelerin enerji kaynaklarındaki dışa bağımlılığı gündeme getirdi. Ancak kombilere alternatif olabilecek dev ısı pompaları ev ve iş yerlerinin ısınmasında daha yeşil ve ucuz bir sıcaklık kaynağı olarak düşünülmeye başlandı. Peki ısı pompaları gerçekten kombilerin yerini alabilir mi?
İngiltere‘de Londra ve Gateshead‘e kurulan iki büyük ısı pompasının yeşil ve ucuz bir ısınma imkanı yaratması umuluyor.
BBC‘den Rebecca Morelle’nin aktardığına göre; Gateshead Belediyesi Enerji Hizmetleri Müdürü Jim Gillon, “Kuzey Doğu’da kömür madenciliği çok büyüktü. Ve bulunduğumuz yerde, ayaklarımızın altında altı farklı maden işletmesi var” diyor. Gateshead’deki ısı pompası, toprak zeminin 150 metre kadar altına inen bir eski kömür madeni tünellerini ısı kaynağı olarak kullanıyor. Gillon sistemi şöyle anlatıyor:
“Bu akıllıca bir mühendislik. Nasıl el sıkışırken bir kişiden diğerine sıcaklık geçebilirse, maden suyundan gelen sıcaklık da ısı pompası sisteminde dolaşan başka bir sıvıya aktarılır. Basınç altında sıvı gaza dönüşür, ardından kompresörler onu ezer ve sıkıştırır, bu da sıcaklığı 80C’ye yükseltir.”
Gateshead’deki ısı pompası beş bin haneyi ısıtıyor
Bu sisteme bağlanan evlerde kombi yerine farklı bir sistem bulunuyor. Eve kadar gelen ısının sıvısı radyatörlere giden sulara aktarılıyor. İnsanların evlerine kurdukları küçük, bireysel ısı pompaları aynı prensipte çalışıyor. Havadan veya yerden biraz ısı alıyor ve sonra sıcaklığı artırarak o haneye ısı sağlıyor. Gillon, Gateshead’deki ısı pompasının büyük olduğuna ve beş bin eve eşdeğer ısı sağlayabildiğine değinerek çevre için de negatif bir kaynak olan kömür madenciliğinin gelecekte olumlu bir enerji kaynağına çevirdikleri için gerçekten memnun olduklarını dile getiriyor.
Yeşil bölgesel ısıtma sistemine bağlı binalarda kombi yerine ısı alıp veren cihazlar bulunuyor. Bunlar ısı pompalarından gelen ısıyı borulardaki suya, mutfak ve banyolarda kullanılmak ve radyatörlerden geçmek üzere aktarıyorlar.
‘Maliyeti daha ucuz ve ev daha sıcak’
Jacqueline Bell de evinde ısı pompalarından kullananlardan biri. Gateshead’deki evinde yaklaşık beş yıl önce bu sıcaklık kaynağını kullanmaya başlayan Bell, evin ısınma altyapısını değiştirmenin kolay olmadığını, çok sayıda boru değiştirildiğini söylüyor. Sonuçtan memnun olduğunu söyleyen Bell, “Bence bütün dairem eskisinden çok, çok daha sıcak. Ve maliyeti de çok, çok daha ucuz” diyor.
Öte yandan doğalgaz faturaları ise tüketicilerin cebini yakıyor. Gaz fiyatları geçen yıl zaten hızla yükseliyordu, ancak Ukrayna’daki savaş, Avrupa‘nın Rusya’dan gelen gaz arzına ilişkin belirsizlikler arttıkça doğalgaz fiyatı rekor seviyelere çıkmış durumda. Bu da alternatif enerji kaynaklarına ilginin artmasına yol açtı.
‘Isı pompaları düşük karbon izine sahip’
EON enerji şirketinin İngiltere yöneticisi Michael Lewis, yeşil bölgesel ısıtma planlarının hem enerji fiyatlarından korunma hem de iklim değişikliğiyle mücadele konusunda yardımcı olabileceğini düşünüyor. Lewis bunun değişken uluslararası gaz piyasasına bağımlılığın da bu şekilde ortadan kalkabileceğini söylüyor.
EON’un Londra merkezinde dev bir ısı pompası bulunuyor. Citigen ismi verilen pompa, kentin altındaki bir su katmanını kullanıyor. Su katmanından gelen ılık suyla pompanın yenilenebilir bir ısı kaynağı sağlayacağı belirtiliyor.
‘Net Sıfır hedeflerine yardımcı olacak’
Citigen Genel Müdürü Leke Oluwole “Isı pompaları elektrikle çalıştığı için düşük karbon ayak izine sahip. Kullanılan elektrik de yenilenebilir olacak” diyor. Oluwole, planın birçok binaya tek seferde çevre dostu ısıtma sağladığını söyleyerek şu ifadeleri kullanıyor:
“Bin evi tek tek karbon salımından arındırmak yerine merkezi bir konuma büyük bir ısı pompası kurarak etrafındaki bin evi bir kerede karbon salımından arındırmak çok daha kolay. Bu da Birleşik Krallık’ta sahip olduğumuz net sıfır hedeflerimize yardımcı olacak.”
İngiltere’deki 30 milyon haneyi ısıtmak ise ülkenin karbon salımının dörtte birine yol açıyor.
‘İklim değişikliğiyle mücadelede ısıtma sistemlerini yeniden düşünmek gerek’
Leeds Üniversitesi’nden Dr. Fleur Loveridge de “İklim değişikliğiyle mücadele edeceksek binalarımızı nasıl ısıtacağımızı baştan düşünmemiz gerekiyor” diyor. Birçok ev için bu, bireysel ısı pompalarının kurulması anlamına geliyor. Hükümet, 2028’e kadar her yıl 600 bin adet ısı pompası kurmayı hedefliyor.
Ancak buna göre; nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu yerlerde bu tip merkezi ısı pompaları daha uygun olabilir.
“Birleşik Krallık’taki bölgesel ısıtma sistemleri şu anda ısıtmamızın yalnızca yaklaşık yüzde 2’sini oluşturuyor” diyen Dr. Loveridge, İngiltere’nin 2050’de sıfır emisyon hedefine ulaşabilmesi için merkezi bölgesel ısıtma sistemlerinin payının yüzde 2’den yüzde 18’e çıkarılması gerektiğini söylüyor.
Yeşil bölgesel ısıtmanın, gelecekteki ısıtma sisteminin kesinlikle temel bir parçası olduğunu söyleyen Loveridge, planların, su katmanlarının olduğu yerlerle sınırlı olmadığını da belirtiyor ve ekliyor:
“Toprak kaynaklı ısı için toprağa erişebildiğiniz her yer de işe yarayacaktır.”
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden, perşembe günü acil olarak yapılacak NATO toplantısına katılmak için Brüksel‘e; ardından cuma günü Polonya cumhurbaşkanı ile görüşmek üzere Varşova‘ya gidecek.
Biden’ın, Avrupa gezisine çıkmadan önce bugün Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere liderleriyle telefon görüşmesi yapması planlanıyor.
Polonya, NATO zirvesinde Ukrayna‘da uluslararası bir barışı koruma misyonu düzenlemeye yönelik bir planı resmen teklif edecek; bu, ittifakın resmi duruşuyla çelişen ve ABD’nin dün reddettiği bir teklif.
Polonya başbakan yardımcısı Jaroslaw Kaczynski, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya liderleri geçen hafta Ukrayna liderleriyle görüşmek üzere Kiev‘e gittiğinde bu fikri ilk kez dile getirmişti.
Ukrayna lideri Volodymyr Zelenski dün yaptığı açıklamada, Ukrayna’nın Rus destekli iki ayrılıkçı bölgenin bağımsızlığını tanımasını gerektiren herhangi bir barış anlaşmasını reddedeceğini, ancak topraklarda ulaşılması gereken bir “anlayış modeli” olabileceğini öne sürdü.
CNN‘e konuşan Zelenski, müzakerelere hazır olduğunu söyledi.“Savaşı bitirmek için yüzde bir şans varsa bile bu şansı kullanmalıyız” diyen Zelenski, “Müzakereler olmadan savaşı bitiremeyiz. Müzakerelerin başarısız olması Üçüncü Dünya Savaşı anlamına gelecek” ifadelerin kullandı.
“Bağımsız bir devlet olarak hazır olamayacağımız tavizler var” diyen Zelenski ayrıca, “Ukrayna’dan bazı bölgeleri bağımsız cumhuriyetler olarak tanımasını talep edemezsiniz. Bu tavizler kesinlikle yanlıştır” açıklamasında bulundu.
Türkiye barış müzakerelerinin tarafı
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Kiev ve Moskova‘nın “önemli meseleler” üzerinde yakınlaştığını ve dört madde üzerinde neredeyse anlaştığını söyledi.
Dün yaptığı açıklamada Çavuşoğlu, “Kritik konularda her iki tarafın pozisyonlarında da bir yakınlaşma var. Özellikle ilk dört maddede hemen hemen anlaştıklarını görüyoruz” dedi.
Bu maddeler arasında, Ukrayna’nın NATO üyeliğinden vazgeçmesi, karşılıklı güvenlik güvenceleri verilmesi, Ukrayna’da Rusça konuşulmasına ilişkin engellerin kaldırılması ve silahsızlanma gibi konular var.
Ukrayna’daki savaşın sona erdirilmesi için büyük bir çaba içinde olduğunu ifade eden Çavuşoğlu, şöyle devam etti:
“Müzakere ekipleriyle de temas halinde olduğumuz için bu detaylarla ilgili bilgiye sahibiz. Tüm detaylarını açıklamamız söz konusu olmaz. Çünkü biz dürüst bir arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık rolü oynuyoruz. Tabii savaş devam ederken, siviller ölürken anlaşmak öyle kolay bir şey değil. Yine de bir ivme yakalandığını söylemek isterim. Ukrayna tarafsızlık statüsü karşılığında güvenliğinin garanti edilmesini istiyor. Güvenlik Konseyi daimi üyeleriyle Türkiye ve Almanya’nın da bu anlaşmanın garantörü olmasını istiyor.”
Çavuşoğlu geçtiğimiz hafta Ukrayna ve Rusya’ya giderek tarafların dışişleri bakanlarıyla görüşmüş, Cumhurbaşkanı Erdoğan da Zelenski ve Putin‘i Türkiye‘de bir araya getirme teklifinde bulunmuştu. İddialara göre tarafların müzakere masasında liderlerin bir araya gelebileceği iller arasında İstanbul ve Ankara da var.
Lavrov: Çin’le ilişkimiz güçlenecek
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, mevcut küresel siyasi durum nedeniyle ülkesinin Çin’le ilişkisinin daha da güçleneceğini söyledi.
Lavrov “Batı’nın tüm uluslararası sistemin temellerini sarsması, iki büyük güç olarak bizleri bu dünyada neler yapabileceğimize dair düşünmeye sevk etti” dedi.
Son dönemde basında Rusya’nın Çin’den destek istediğine dair iddialala ilgili ABD Başkanı Joe Biden, cuma günü Jinping ile görüşmüş; Çin’in Rusya’ya savaş desteği vermesinin sonuçları olacağını söylemişti.
Bu konuşmanın ardından Çin’in ABD Büyükelçisi Qin Gang, Çin’in Rusya’ya silah veya mühimmat göndermeyeceğini ve krizi sona erdirmek için elinden gelen her şeyi yapacağını söylemişti.
Öte yandan Çin hükümeti bugün, Çin Kızıl Haç Örgütü’nün Ukrayna’ya yaklaşık 1.5 milyon dolar tutarında insani yardım göndereceği açıkladı.
Çin bu zamana kadar Rusya’ya uygulanan Batılı yaptırımlara katılmadı.
Zeytin adı üstünde ölmez ağacı….Anadolu topraklarında 6000 yıldır kök salmış, etrafında şekillenen yaşam kültürüyle önemini hiç yitirmeden bugünlere kadar gelebilmiş. Son 20 yıldır ise AKP iktidarının hafriyat ekonomisinin şiddetine karşı direniyor.
Türkiye’nin 1939 yılından beri bir zeytincilik yasası var. 3573 Sayılı bu yasanın 20’nci maddesi zeytinlik alanlar ve bu alana 3 km mesafede zeytinyağı fabrikası dışında bir faaliyete izin vermiyor.1 Mart’ta Resmi Gazete’de yayımlanan Madencilik Yönetmeliği değişikliği ile zeytinlik alanlarda madencilik faaliyetlerine izin verilmesi, madencilik faaliyetleri için zeytinliklerin taşınması, taşınan, yok edilen zeytinlik alan kadar alanın zeytinlik olarak tesis edilmesi öngörülüyor.
Hukukta var olan normlar hiyerarşisi gereği, bir yönetmelik ile yasa hükmü değiştirilemez. Türkiye’nin zeytinyağı ve sofralık zeytin üzerine imzaladığı uluslararası bir anlaşma, Zeytincilik Yasası ve Zeytin Yönetmeliği’ne rağmen Madencilik Yönetmeliği’nde yapılan bu değişikliğin anayasaya kanuna ve normlar hiyerarşisine aykırı olduğu ortadadır.
Kömürden çıkış yerine tarımı ve iklimi yok etmek
AKP’nin Zeytincilik Yasası’nı ilk kez delmeye çalıştığı 2003 yılından bugüne istikrarlı bir çabayla yasa ve yönetmelik değişiklikleri ile zeytinlikleri madencilik, imar ya da sanayi faaliyetleri için açmaya çalıştığını görüyoruz. Daha önceki sekiz girişim, bu yasal düzlemle birlikte üreticiler, sivil toplum ve diğer tüm aktörlerin çabalarıyla durduruldu. Kazdağları’ndan Akbelen’e madenciliğin tehdit ettiği tüm yerellerde bu düzenlemeye karşı büyük bir direnç şimdiden başladı. Tarımsızlaşma ile insanları üretimden koparıp madenciliğe mecbur bırakan politikaların sonuçlarını Soma’da çok acı bir şekilde yaşadık. Kömür madenciliğinin, ücretlerden sendikalaşma oranlarına kadar nasıl bir istihdam alanı olduğunu raporlarda görmek mümkün. Yerel ekonomileri domine ederek, tarımdan turizme birçok alanı yok eden kömüre dayalı ekonomi, devletin destek ve teşvikleri olmadan ayakta duramıyor. Yenilenebilir enerji ise kömüre verilen destek ve teşvikler kalktığında kendi dinamikleri ile büyük bir kapasite artışı gerçekleştirebiliyor. Üstelik çok daha fazla iş imkanı, özellikle kadın istihdamı yaratıyor.
Bugün düzenlemeye gerekçe gösterilen enerji krizi ve dışa bağımlılık, enerji politikalarındaki başarısızlığın bir sonucu. İklim krizine karşı acilen atılması gereken ilk adımın kömürden çıkış olduğu ortadayken tarımı ve iklimi birlikte yok edecek politikalar kamu yararı olarak sunuluyor. Yönetmelik değişikliği için eklenen fıkrada şöyle deniyor:
“Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini taahhüt etmesi şartıyla Genel Müdürlük tarafından belirlenen çalışma takvimi içerisinde zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilir.
Bu fıkra kapsamında zeytin sahasının taşınmasına ilişkin tüm masraflardan ve zeytin sahasının taşınmasından kaynaklanan tüm taleplerden madencilik faaliyeti yürütmesi yönünde lehine karar verilen kişi sorumludur.”
‘Taş devri, taş bittiği için sona ermedi’
Devletin bu süreçlerin dışında kalarak üreticileri maden şirketlerinin insafına terk ettiğini söyleyebiliriz. Maden alanlarının ıslahından kimin ne anladığının da altını çizmekte fayda var: Rehabilitasyon çok zor ve aslında yok olmuş bir ekosistemi geri döndürmenin imkansızlığı tecrübeyle de sabit. Yönetmelik değişikliğinin sahibi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, zeytinlikler üzerinde söz sahibi olurken Tarım ve Orman Bakanlığı tali bir konuma geriliyor. Benzer bir durum geçtiğimiz ay Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı organizasyonunda gerçekleşen İklim Şurası’nda gerçekleşti. Bakanlığın komisyona hazırlattığı tavsiye kararlara rağmen, kömürden kademeli çıkışa İklim Şurası politika önceliklerinde yer verilmemesi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın politikalarının öncelendiği, Çevre ve İklim Bakanlığı’nın ise seyirci kaldığı durumu işaret ediyor.
Kömürden kademeli çıkış, Paris İklim Anlaşması’nın 2.maddesi sıcaklık artışını 1.5 derecede tutmayı öngördüğü, 2030 ve 2050 net sıfır hedeflerine uygun azaltım patikası uyarınca ve COP26 çerçeve kararı olan Glasgow İklim Paktı’nda Türkiye dahil bütün ülkelerce kabul edilmiştir.
Türkiye’nin en önemli zeytin üretim bölgeleri, kömür madenciliği ve termik santrallerin tehdidi altındayken bu yönetmelikle çok büyük tarım alanlarının yok olacağını biliyoruz. Zeytinlikleri birkaç ağaca indirgeyen anlayışın ekolojinin yasalarını, doğadaki döngüsel süreçleri anlamasını bekleyemiyoruz. O zeytinlikler, yüzlerce yıldır aileleriyle bu işi yapan üreticiler kadar içinde barındırdığı kurdu, kuşu otu böceğiyle de ekosistemin önemli bir sağlayıcısı. Zeytinin binlerce yıldır insan toplulukları üzerine etkisini, mitolojiden dini metinlere, efsanelerden modern edebiyattaki izdüşümüne kadar çok geniş bir alanda görmek mümkün. Bugün insanlığın geldiği yol ayrımı fosili yerinde bırakarak, yüzünü güneşe dönmeyi gerektiriyor. Önemli karbon yutak alanlarından olan zeytinlikler bu anlamda da korunmayı hak ediyor. Taş devri taşlar bittiği için son bulmamıştı, fosil çağının bitmesi için de bunu beklememiz gerekmiyor. Zeytini, etrafında şekillenen türetim kültürünü, binlerce yıl ayakta kalmayı başaran bu kadim ağacın yaşam hakkını savunmaya devam edeceğiz.
Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgali 25 günü geride bıraktı.
Ukrayna, Rusya’nın daha kalabalık ordusuna ve silahlarına rağmen kara harekatına direnirken, Rusya daha fazla uzun menzilli füzelere yöneliyor ve sivilleri hedef alıyor.
Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek (OHCHR) Komiseri Filippo Grandi Ukrayna’da yıkıcı savaş nedeniyle evlerini terk edenlerin sayısının 10 milyona ulaştığını duyurdu: Savaşın başladığı 24 Şubat itibariyle 3.5 milyon Ukraynalı ülkeyi terk etti, 6.5 milyon kişi de ülke içinde görece güvenli yerlere kaçtı.
Ayrılıkçı bölge Donbass’tan ve Ukrayna genelinden Rusya’ya toplamda 335 binden fazla kişi gitti.
Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu UNICEF, ülkeden ayrılanlar arasında 1.5 milyon çocuk bulunduğunu bildirirken insan kaçakçılığı riski konusunda da uyarıda bulundu.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği(OHCHR), teyit edilebilen rakamlara göre 24 Şubat-18 Mart’ta en az 847 sivilin hayatını kaybettiğini ve 1399 sivilin yaralandığını duyurdu. Kayıpların çoğunun, ağır top ateşi, roketatar sistemleri, füze ve hava saldırıları gibi patlayıcı silahlardan kaynaklandığını bildirildi.
İletişimi kesilen kentler ve teyit edilemeyen bilgiler düşünüldüğünde bu sayıların çok daha yüksek olduğu belirtiliyor. Ukraynalı yetkililer, rakamları binlerle ifade ediyor.
Mauripol’de sivillerin sığındığı ikinci bir bina daha bombalandı
Ukrayna başbakan yardımcısı Iryna Vereschuk, Rusya’nın Mariupol kentini pazartesiye kadar teslim etme talebini Ukrayna’nın reddettiğini söyledi ve Rusya’yı sivillerin tahliyesi için insani bir koridor açmaya çağırdı.
Mariupol Şehir Meclisi‘nden yapılan açıklamada, Mariupol Levoberejniy ilçesinde çocuk, kadın, yaşlılardan oluşan 400 kişinin sığınak olarak kullandığı 12 numaralı sanat okulunun Rusya ordusu tarafından bombalandığı ve binanın yıkıldığı belirtildi. Açıklamada, ölü ve yaralı sayısına ilişkin araştırmanın devam ettiği kaydedildi.
Mauripol’de binden fazla kişinin sığındığı başka bir tiyatro binası geçen hafta bombalanmış, 130 kişinin enkazdan çıkarıldığı, 1300 kişinin ise bodrum katında mahsur kaldığı açıklanmıştı.
Zelenski: Yüzyıllarca hatırlanacak bir terör
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, 19 Mart gecesi yayınladığı videoda, “İşgalcilerin bu barışçıl şehre yaptıkları gelecek yüzyıllarda da hatılanacak türde bir terördür” dedi.
İki haftadır elektrik, yiyecek, su kaynaklarının olmadığı kentte 300 bin kişinin mahsur kaldığı bildiriliyor. Mauripol’de bugüne kadar sivillerin kaldığı sığınaklar, bir çocuk ve doğum hastanesi ve sivil yerleşimler hava saldırılarıyla vuruldu. Ukrayna, tekrar eden insani koridor girişimlerinin Rus saldırıları yüzünden başarılı olamadığını ileri sürdü.İddialara göre, Rusya bazı sivilleri zorla Kırım’a veya ülke topraklarına doğru tahliye ediyor.
Ukrayna, kentte 2400’den fazla kişinin öldürüldüğünü bildiriyor.
BBC‘ye konuşan Belediye Başkanı Vadim Boyçenko, kent merkezinde zarar görmeyen bir yapının bile kalmadığını; konutların yüzde 80’inin zarar gördüğünü veya yıkıldığını söyledi.
AFP‘ye konuşan Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı’ndan (WFP)Jakob Kern, yardım gönderilecek tırlardaki şöforlerin hayatlarını tehlikeye atmamak için kuşatma altındaki kentlere yardım gönderilemediğini söyledi. Kern, “Mariupol’e acil gıda yardımına izin verilmemesi 21. yüzyılda kabul edilemez” dedi. Kern ayrıca, Sumi ve Harkov gibi diğer kuşatma altındaki kentlereki durumun da çok zor olduğunu belirtti.
Ukrayna Devlet Acil Servisi bugün yaptığı açıklamada, Kiev‘in doğusundaki Sumi bölgesindeki bir kimyasal fabrikayı bombalanmasının Sumi’deki bir amonyak tankına zarar verdiğini ve bir miktar sızıntıya neden olduğunu söyledi. Sumi valisi Dmytro Zhyvytskyi, Novoselytsya kasabası sakinlerinin risk altında olduğunu söyledi. Amonyak, gözlerin ve solunum yollarının yanmasına neden olabilir ve yüksek dozlarda potansiyel olarak öldürücü bir madde.
Kiev, Ukrayna’nın kuşatma altındaki Harkov, Mariupol, Çernigiv ve Mykolaiv gibi Ukrayna’nın bazı şehirleriyle aynı düzeyde yıkıma uğramadı ancak Rus saldırılarının arttı.
Geçen hafta iki seyir füzesi savunma sistemini delip geçti ve iki bölgede yıkıcı hasara neden oldu. Kiev Belediye Meclisi geçen hafta başkentte üç hafta süren savaşta 228 kişinin öldüğünü ve 900’den fazla kişinin yaralandığını duyurdu. Ölenlerden dördü çocuktu.
Kiev yakınlarında Irpin, Bucha ve savaşın vurduğu diğer banliyölerden son zamanlrda tahliye edilenlerin çoğu yaşlı, hasta, yardımsız yürümekte zorlanan insanlardı. Bu da başkentte kalanların büyük bir yüzdesinin kaçmak için gerekli araçlara veya duruma sahip olmayabileceğinin bir göstergesi olarak nitelendirildi.
Rusya hipersonik füze kullandığını açıkladı
Rusya, Ukrayna’da ilk defa Kinjal hipersonik füzesi kullandığını açıkladı Rusya Savunma Bakanlığı SözcüsüİgorKonaşenkov, Rus ordusunun hipersonik aerobalistik füzelere sahip Kinjal füze sistemi ile İvano-Frankivsk bölgesindeki Delyatin yerleşim biriminde Ukrayna askeri birliklerinin büyük bir füze ve havacılık mühimmatının bulunduğu cephaneyi imha ettiklerini sölyledi.
Ukrayna’da ilk defa Kinjal hipersonik füzesi kullanıldığını açıklayan Konaşenkov, 69 askeri unsurun imha edildiğini ve bunların arasında, 4 hava savunma füze sistemi, 4 komuta merkezi, 1 hedef belirleme radar istasyonu, 3 çok namlulu roketatar, 12 cephane ve 43 askeri teknik araç alanının bulunduğunu aktardı.
Rus hava kuvvetlerinin gece 12 İHA’yı vurduğunu ifade eden Konaşenkov, “Rus ordusu bugüne kadar Ukrayna ordusuna ait 196 insansız hava aracı, 1438 tank ve zırhlı araç, 145 çok namlulu roketatar, 556 obüs ve havan topu, 1237 özel askeri araç imha etti.” diye konuştu.
Füzelerin ilk kez 2018 yılında devreye alındığı duyurulmuştu.
Hipersonik Kinjal füzeler atmosferin en üst katmanına kadar çıkabiliyor ve sesten beş kat hızlı uçabiliyor. Azami 2 bin kilometre menzili bulunduğu bilinen Kinjal; 480 kilogram ağırlığında nükleer/konvansiyonel harp başlığına, azami 1 ton fırlatma ağırlığına ve 10 ila 20 metrelik dairesel sapma (CEP) değerine sahip.
Kırım Sivastopol valisi, Rusya’nın Karadeniz filosunun komutan yardımcısı Andrei Paliy‘nin Mariupol’da çıkan çatışmada öldüğünü açıkladı.
Ukrayna Devlet Başkanlığı Danışmanı Aleksey Arestoviç, Rusya’nın tüm cephelerde ilerleyişinin durdurulduğunu; bugüne kadar 6 rütbeli Rus askerinin öldüğünü, Rus ordusunun 14 bin 700 askerini, 96 uçağını, 118 helikopterini ve 476 tankını kaybettiği bildirildi.
Zelenski, Ukrayna Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi‘nin, ülkedeki geniş çaplı savaşı göz önünde bulundurarak, sıkıyönetim dönemi boyunca bazı siyasi partilerin faaliyetlerini askıya almaya karar verdiğini açıkladı.
Çernobil çalışanları serbest
Rusya birlikleri tarafından ele geçirilen Çernobil nükleer santralindeki personelin gitmesine izin verildi. Personel, üç haftadan fazla bir süredir izinsiz ve kesintisiz görev yapıyor ve santralde yatıyordu.
Rusya’nın kontrolünde olan santralde 200’den fazla teknik personel ve korumadan oluşan çalışanlar, şubat ayından bu yana vardiya değiştirmemişti. Vardiya değişikliğinin yapıldığı ve santralin sorunsuz çalışmaya devam ettiği bildirildi.