Ana Sayfa Blog Sayfa 963

Kaşıkçı davası Suudi Arabistan’a devredildi: Kuzuyu kurda emanet ettiler

Türkiye, İstanbul‘daki Suudi Arabistan Konsolosluğu‘nda öldürülen Suudi muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı‘nın dosyasını Suudi Arabistan‘a devretti.

Kaşıkçı hakkında yürütülen 26 sanıklı davada yargılamanın durdurulmasına ve dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesine karar verildi. Türkiye’deki davada yargılanan 26 kişiden 22’sinin ağırlaştırılmış müeebbeti isteniyordu.

31 Mart’ta görülen duruşmada savcı, dosyayı durdurma kararı vererek davanın Suudi Arabistan’a devrini istemiş, mahkeme heyeti de bu taleple ilgili Adalet Bakanlığı’nın görüşünü sormaya karar vermişti.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da davanın devrine olumlu yaklaştıklarını açıklamıştı. Bozdağ açıklamada, davanın Suudi Arabistan’da devam edeceğini ve Türkiye’nin kendi davasını düşürmeden önce mahkumiyetleri ve cezaları görmeyi bekleyeceğini söyleyerek “Davanın Suudi Arabistan’a devredilmesi, Türk mahkemelerinin yargı yetkisini ortadan kaldırmaz” demişti.

Kaşıkçı cinayetini araştırmak için Türkiye’ye gelen ve sorumlunun Suudi Arabistan olduğunu belirleyen BM raportörü Agnes Callamard, Euronews’e yazdığı yazıda, “Kaşıkçı cinayeti davasını Suudi Arabistan’a devrederek Türkiye, davayı sorumlularına teslim etmeye karar veriyor. Bu  adaletsizliğin ve cezasızlığın hüküm süreceğinin kesin garantisidir” ifadelerini kullandı.

İlgili haber: BM: Kaşıkçı cinayetinden Suudi Arabistan sorumlu, Prens Selman hakkında soruşturma açılmalı

TİP milletvekili Ahmet Şık, dün attığı bir tweet’te, “Cinayetle ilgili gizlilik kararı olan soruşturma dosyasını Suudilere 50 milyon dolar karşılığı kimlerin sattığı da ortaya çıkar bir gün” ifadelerini kullanmıştı.

Uluslararası Af Örgütü, davanın Suudi Arabistan’a taşınması halinde kapatılacağını savunarak Türkiye’yi davayı sürdürmeye çağırmıştı.

Gazeteci Timur Soykan da “Cemal Kaşıkçı’yı da sattılar. AKP iktidarı hiçbir ilkesinin olmadığını bir kez daha ilen ediyor” paylaşımında bulunmuştu.

Bugün görülen son duruşmada İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Adalet Bakanlığı‘nın olumlu görüşünün alındığını belirterek davanın Suudi Arabistan’a devrini onaylama kararı verdi.

Diken‘den Canan Coşkun‘un haberine göre, duruşmayı RSF, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü temsilcileri de izledi.

Yargılanan 26 sanık duruşmaya katılmazken, Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz‘in avukatı Ali Ceylan, mahkemeye verdiği demeçte, “Kuzuyu kurda emanet etmeyelim. Türk milletinin haysiyetini koruyalım, böyle bir karar almayalım” dedi. Ceylan mahkemeye, Cumhurbaşkanı  Erdoğan ve başka Türk yetkililerin, “Suudi Arabistan’daki yargılmanın adil olmadığına” ilişkin söylediklerini hatırlatttı.

Erdoğan, daha öne davaya ilişkin belgeleri talep eden Suudi Arabistan’a yönelik ” Verelim de bir de bunları yok mu edeceksiniz” demişti.

Kaşıkçı, konsololuktan Türk nişanlısı Hatice Cengiz ile evlenmek için evrak almaya gittiğinde öldürülmüştü.

Suudi Arabistan’da cinayetle ilgili açılan davada önce beş kişi için idam istenmiş, daha sonra Kaşıkçı’nın oğlunun kişileri ‘affetmesi’yle ceza hapis cezasına çevrilmişti. Böylece üç kişiye yedi yıl ila 10 yıl, beş kişiye de 20’şer yıl hapis cezası verilmişti.

Cengiz’in avukatlaırndan Gökmen Başpınar ise Bu dosyanın adaletin olmadığı bir ülkeye devredilmesi amiyane tabirle Türk halkına karşı yapılmış bir sorumsuzluk örneğidir” ifadelerini kullandı ve Kaşıkçı cinayetiyle ilgili Suudi Arabistan’daki yargılamanın bittiğine ve ortada dosyanın devredilebileceği bir yargılama olmadığına dikkat çekti.

Savcının durma kararı verilmesi talebine itiraz eden Başpınar, yargılamaya kaldığı yerden devam edilmesi ve sanıkların ifadesinin alınması için Suudi Arabistan’a yazı yazılmasını talep etti.

Kararın, Türkiye’nin Suudi Arabistan ile yıllardır bozuk olan ilişkilerini iyileştirme çabalarıyla aynı zamana denk gelmesi sebebiyle dikkat çekiyor. Türkiye bir süredir Suudi Arabistan’la ilişkileri ilerletmek adına adımlar atıyordu.

Washington Post‘un haberine göre Türkiye’deki dava, sanıkların bulunmaması nedeniyle bazıları tarafından sembolik olarak görülüyordu. Ancak RSF Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu, Suudi Arabistan’da kapalı kapılar ardında yürütülen davanın tam tersine, yargılamaların tanık ifadeleriyle halka açık olarak yapıldığını vurgulamış, ancak son aylarda, Türkiye’nin artık davayı takip etmekle ilgilenmediğinin açık olduğunu da belirtmişti.

CHP‘li Özgür Özel kararın, “dosyanın ilelebet kapanması ve sorumluluarın hesap vermemesi” anlamına geldiğini söyledi.

Ne olmuştu?

59 yaşındaki Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı 2 Ekim’de İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu‘nda öldürülmüştü. Savcılık, Kaşıkçı’nın binaya girer girmez boğularak öldürüldüğünü, bedeninin parçalara ayrılıp ortadan kaldırıldığını açıklamıştı. Kaşıkçı’nın cesedi hiç bulunamadı.

Kaşıkçı, Suudi hükümetiyle ters düştüğü için ABD’ye yaşıyor ve Washington Post gazetesinde Veliaht Prens Muhammed bin Salman da dahil Suudi yetkilileri ve politik tutumlarını eleştiren yazılar yazıyordu.

Cinayete ilişkin Birleşmiş Milletler (BM) Türkiye’de inceleme yapmış,  Türkiye’nin ve bazı ülkelerin yürüttüğü soruşturmalara istinaden Kaşıkçı’nın sakinleştirici enjekte edildikten sonra plastik torba ile boğulduğuna ilişkin istihbarat bilgilerinin ve kayıtların değerlendirildiği belirtilmişti.

Türkiye’ye gelen BM Raportörü’nün raporunda, ‘Kaşıkçı kasıtlı ve planlamış şekilde yargısız infaza kurban gitti” denilerek cinayetten Suudi Arabistan devleti ve Prens Selman sorumlu tutulmuştu.

 

Akkuyu inşaatında üç aydır maaş alamayan işçiler iş bıraktı

Mersin’in Gülnar ilçesi Büyükeceli mahallesinde yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde taşeron Genar Gentes Yapı firması bünyesinde çalışan 700 işçiye yaklaşık üç aydır maaşlarının ödenmediği belirtildi.

Maaş alamayan işçiler 15 gündür sahaya gitmelerine rağmen iş yapmayarak eylem başlatmıştı. Bugün sabah saatlerinde sahaya giden işçiler toplu yürüyüş yaptı.

İş bırakma eylemi devam ediyor

ANKA Haber Ajansı’nın aktardığına göre; aylardır maaş alamayan işçiler, vardiya saatlerinde barındıkları tesislerden servislerle Akkuyu proje sahasına gidiyorlar, ancak maaşları ödenmediği için sahada hiçbir iş yapmadan bekleyerek mesai saatini doldurduktan sonra yeniden barınma merkezine dönüyor. İsminin açıklanmasını istemeyen bir işçi yaşananlarla ilgili şunları söylüyor:

“Aradan neredeyse üç ay geçti, ‘ha bugün ha yarın denilerek’ oyalanmamıza rağmen bir ödeme yapılmıyor. Sorunu görüşeceğimiz bir muhatap bulamıyoruz. Aramızda çok yoksul arkadaşlarımız var. Çocuğu okuyan, başka bir geliri olmayanlar çoğunluktadır. Aylardır ailemize para göndermek bir yana bir paket sigara alacak paramız dahi yok. İşi bırakıp Türkiye’nin her yerinde bulunan evlerine gitmek isteyenler var, ancak yol parası olmadığı için gidemiyorlar. Ne yapacağımızı şaşırdık.”

Nükleer santral şantiyesinde çalışan işçi “Maaş alamadığımız için sabah proje sahasına gidiyoruz, ancak bir iş yapmadan geri dönüyoruz. Bir süre önce ilgili firmanın işinin bölgede bittiği yönünde bize belge imzalatıp, maaşların ödeneceği söylendi. Ancak tarafımıza bir ödeme yapılmadı. Her işçinin neredeyse 20-30’ar bin TL alacağı var. Paramızı almadığımız için başlattığımız iş bırakma eylemimiz devam ediyor” dedi.

Akkuyu’da bugüne kadar neler yaşandı?

Mersin’in Gülnar ilçesinde inşasına devam edilen  Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde (NGS) 19 Ocak’ta da bir patlama gerçekleşmişti.

2019’un yaz aylarında da  inşaat temelinde oluşan çatlakların üstüne 2020’de inşaat alanında su sızıntısı tespit edilmişti.

Kasım 2021’de de Akkuyu Nükleer Güç Santrali‘nde aylardır maaşlarını alamayan işçiler eylem gerçekleştirmişti. Taşeron şirketlerde görevli yaklaşık 15 bin işçiden büyük bölümü hafta içinde toplu olarak iş bırakmıştı.

İşçilerin çalışma koşullarının oldukça kötü şartlarda olduğu da daha önce gündeme getirilmişti.

Mersin’in Silifke ilçesinde, Akkuyu Nükleer Güç Santrali şantiyesindeki vincin taşıdığı tonlarca ağırlıktaki demir blok taşıma halatından kopmuş, olayda Rus uyruklu bir işçi hayatını kaybetmişti. Akkuyu’da 22 Şubat’ta da bir otobüs kazası meydana gelmiş ve işçiler ağır yaralanmıştı. Olayların ardından işçiler çalışma koşullarının çok ağır olduğunu bildiren açıklamalarda bulunmuşlardı.

Akbelen’den Karabiga’ya İklim Adaleti Kervanı yollarda

Halkların İklim Anlaşması Ağı’nın 2 Nisan’da başlattığı uluslararası Kervan’a katılmak için İklim Adaleti Koalisyonu ve Ekoloji Birliği bileşenleri Muğla Akbelen’den Çanakkale Karabiga’ya İklim Adaleti Kervanı’nı başlatacak.

9 ile 10 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek kervan süresince İkizköy’e, İzmir Aliağa Termik Santrali’ne, Soma’ya, Çan’a ve Kemer’e geziler gerçekleştirilecek. Halkların İklim Anlaşması Ağı’nın başlattığı Kervan’a çağrı metni ise şu şekilde:

Kervana çağrı

İklim krizi kapımızda. Modern toplumun yarattığı dünyanın varlık yokluk durumu hiç bu kadar net olmamıştı. İklim değişikliği bireylerden başlayarak tüm toplumlara kadar uzanan, tüm insanlığı her alanda, ekonomik ve sosyal sistemi esastan değiştirecek bir momenti ifade etmektedir. Ya biz her şeyi değiştiririz ya da amansız bir iklim durumu her şeyi bizim aleyhimize değiştirir.

Şimdi yola çıkma zamanı

Bilim hala bize iklim çöküşünü durdurabilmenin olası olduğunu söylüyor. Bu çöküşü durdurabilmek, gezegenimizde bugüne kadar yaşayan bir nesile yüklenmiş en zorlu görevdir. Hem de bunu, hemen şimdi yapmalıyız. Hükümetlerin, uluslararası kuruluşların, özel sermayenin, çok uluslu şirketlerin, finans kurumlarının kendi varoluşları, kapitalist sistemin sürmesiyle o kadar doğrudan bağlıdır ki, nasıl bir görüntü ortaya koyarlarsa koysunlar, bu değişim için gerçek anlamda insiyatif almaları beklenemez. Tam da bu nedenle, durum sürekli daha kötüye giderken, bu krizi durdurmak yönünde defalarca tekrar edilen girişimleri başarısız oldu. Ama biliyoruz ki, sistem değişikliğinin anahtarı, yıllardır sözünü ettiğimiz gibi, insanlar, toplumsal hareketler ve halk örgütlenmeleridir.

2022’de yollara düşeceğiz

2022’de yollara düşeceğiz. Tüm kıtalarda, tabandan örgütlenmiş iklim adaleti hareketinin ve birliklerinin küresel platformu, Halkların İklim Anlaşması, halkların yeni baharını oluşturma sürecinde, yerel kervanların örgütlenmesi için çağrıda bulunmaktadır. Her kıtada dağları ve vadileri aşacağız. İklim krizinden; kuraklık, kıtlık, orman yangınları, deniz seviyesinin yükselmesi, biyoçeşitliliğin çökmesi, su kaynaklarının kirlenmesi, tükenmesi, çatışmalar ve göçler gibi çeşitli durumlardan etkilenmiş topluluklarla doğrudan temas kuracağız. Bu varoluşsal krizin müsebbipleri ile yüzleşeceğiz. İki hafta ile bir ay arası süreyle, dünyanın birçok yerinde, ana sorun yerlerini önceleyerek, ana kirleticilerle yüzleşecek şekilde yollarda olacağız.

Bu küresel kervan, her bölgenin kendi özelliklerine göre adapte olacak, bölgenin karakteristiklerine, hareket olanaklarına ve mücadelenin düzeyine göre şekillenecektir. Her nerede iklim krizi kendini en şiddetli şekilde hissettiriyorsa orada, bölgelerin, suların, toprakların, ormanların, hayvanların koruyucularıyla, yaşam ve halk savunucularıyla birlikte olmak istiyoruz. İklim adaletini en ön saflarda inşa etmek, fosil yakıtçılara , maden firmalarına, yerelde kendilerini her ne biçimde sunuyor, boyuyor, gizliyor olursa olsun, kendini hangi şekilde takdim ediyorsa etsin, kapitalizmin ölüm tacirlerine meydan okumak istiyoruz. Güzergahımız boyunca, bölgelerimizdeki, petrol ve gaz kuyuları, madenler, rafineriler, limanlar, kömür ve gaz santralleri, çimento ve kağıt şirketleri, çelik ve kimya tesisleri, endüstriyel tarım ve hayvancılık sahaları gibi yüksek emisyona neden olan yerleri belirginleştireceğiz, onların varlığına dikkat çekeceğiz. Aynı zamanda çevre tahribatlarına, ormansızlaştırmalara ve orman tahribatlarına, ekosistem tahribatına ve bunların yanısıra halkların yaşam çevrelerinin tahribine de dikkat çekeceğiz.

Yola çıkma zamanı

İklim adaleti mücadelesini, gelecek için verilen mücadeleyi kazanmanın yegane yolu, yollara düşmek ve uzun zamandan beri bu mücadele içinde olan topluluklarla ortak bir hikaye, ortak bir tarih yaratmaktır. Her bölgedeki somut mücadeleler üzerinden iklim adaletini konuşmaktır. İklim kaosunu durdurmak için, bu kırılgan sistemin şimdiye kadar karşılaştıklarının çok ötesinde, dünyanın şimdiye kadar gördüğünden çok daha büyük, çok daha güçlü bir harekete ihtiyacımız var. İnsanlık ve gezegenimizin geleceği için adanmış, aktif, etkili ve yaygın bir harekete ihtiyacımız var. Şimdi yola çıkma zamanı.

Kendimizi olduğu kadar, başkalarını da bulmak için, kararlılığımızı güçlendirmek için, daha ötesi, yaşam mücadelemizde daha fazla bütünleşmek için yürüyeceğiz. Köprüler inşa etmemiz, ittifaklarımızı kurmamız, gücümüzü ve kararlılığımızı, hep birlikte anlamamız gerekiyor. Sosyal, tarihsel nedenlerle, durumlarla, iklim adaletine bağlanmış tüm hareketleri ve oluşumları bu çağrıya kulak vermeye ve bizimle birlikte yola çıkmaya, komşulukları, kırsal alanları, köyleri ve gecekonduları yürüyerek ziyaret etmeye, bu sistemin kalıcı krizlerinden öncelikle ve en çok etkilenen topluluklarla ilişkilenmeye çağırıyoruz. Tüm hareketleri ve oluşumları iklim krizinin fiziksel kaynaklarına, durduramadığımız takdirde toplu ölümümüz anlamına gelecek, duman tüttüren fabrikalara, makinalara gitmeye çağırıyoruz.

Tüm hareket ve oluşumları yola çıkmaya çağırıyoruz. Uygarlığımızın yaşaması, ayakta kalabilmesi için kazanmak zorundayız! Büyük İklim Adalet Kervanı’nda bize katılın.”

Kervan programı

  • 8 Nisan Cuma
    İstabul’dan otobüs kalkıyor.
  • 9 Nisan Cumartesi
  • İkizköy Akbelen Ormanı Nöbet Alanı Kervan Hareket Saati 10.00
  • Aydın Basın Açıklaması Saati 12.00
  • İzmir Aliağa Termik Santrali İnceleme Gezisi Saati 15.00
  • Soma Termik Santralleri İnceleme Gezisi Saati 17.00
  • 10 Nisan Pazar
  • Soma Hareket Saati 10.00
  • Çanakkale Çan termik santral alanlarını inceleme gezisi ve basın açıklaması Saati 13.00
  • İçtaş Bekirli Termik Santrali inceleme gezisi 15.30
  • Kemer (Parion) Antik Tiyatro Forum Saati 16.00

Batman’da hava kirliliği davası: Anemi hastası, belediyeye bir liralık dava açtı

Temiz hava hakkı için yerel yöneticilerle 15 yıldır uğraşan Batmanlı “orak hücreli anemi” hastası Abdulbari Koç, Batman İli Valiliği ve Batman Belediyesi Başkanlığı’na 1 liralık tazminat davası açtı. Dosya ilk iklim davası olması açısından önem taşıyor.

Orak hücreli anemi hastası Abdulbari Koç, hastalığı üzerinde olumsuz etkisi olduğu belirlenen hava kirliliğine çözüm bulunması için yerel yöneticilerle 15 yıldır mücadele ediyor. Koç mücadelesi için yargıya başvurdu. Davayı özel bir avukatlık bürosundan Avukat Tarık Güleryüz,  Avukat Dr. Zahide Altunbaş Sancak ve Avukat İ. Selin Nacar Öztürk, gönüllü olarak üstlendi.

Temiz hava hakkı için Batman’daki yerel idarecilere 15 yıl boyunca dilekçelerle başvuran Abdülbari Koç, sorununa çözüm bulamadı. Koç’un birkaç yıl önce Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü‘ne yazdığı dilekçeden dolayı, polis tarafından evi basılmış, “Türkiye Devleti’ni aşağılamak”tan sorguya çekilmiş. Sorgunun gerekçesi ise dilekçesinde, “Her ay ATM’lerden takır takır maaşınızı alıyorsunuz ama havayı temizlemiyorsunuz” demiş olması. Sonunda soruşturma düşse de Abdülbari Koç’un sorunu çözüme ulaşmadı.

Temiz Hava Benim Hakkım” başlığı adı altında Change.org’da da başlatılan bir imza kampanyası bulunuyor. Temiz Hava Benim Hakkım davası ile elde edilmek istenen ise sanayi tesislerinde gerekli denetimlerin yapılması, temiz hava eylem planlarının uygulanması ve kirlilik kaynaklarının tespit edilerek etkin önlemlerin alınması. Dava ile devletin havayı temiz tutma yükümlülüğünü yerine getirmesini sağlaması hedefleniyor.

Batman’daki hava kirliliği

Davanın sitesinde Batman’daki hava kirliliğinin çok eskiye dayanan ve çözülmeyen kronik bir sorun olduğu vurgulanıyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın resmî açıklamalarında Batman’daki hava kirliliğinin temel nedenleri olarak; enerji ve petrol endüstrisi tesislerinin (TÜPRAŞ-BOTAŞ gibi) şehir içinde kalması, anız yangınları ve vatandaşa dağıtılan düşük kaliteli kömür kullanımı olduğu belirtiliyor.

İlgili haber: [Yeşil Gazete Doğu’da-6] Rüzgarsız, yeşilsiz, yangın yeri: Batman

Gebze Teknik Üniversitesi Yer ve Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden Doç. Dr. Hakkı Baltacı tarafından Batman’ın hava kalitesiyle ilgili hazırlanan bilimsel görüş raporunda ise, Batman’ın 2006 ile 2020 yılları arası için yapılan analiz sonuçları inceleniyor ve yılın yarısında kirletici PM10 değerlerinin eşik değerini aştığı ve kış aylarında ise kükürtdioksit değerlerinin de çok fazla olduğu ifade ediliyor. Davaya ilişkin olarak şu ifadeler kullanılıyor:

“Batmanlılar aslında uzun yıllardır bu kirli havayı soluyor, petrol ve kömür kokusundan camlarını bile açamıyor. Batman’daki insan sağlığını bu ölçüde tehlikeye atan hava kirliliği, insan eliyle yapılıyor ve aslında tamamı önlenebilir ve öngörülebilir nedenlerden kaynaklanıyor. Otoriteler bu konuda hiçbir denetimde bulunmadığı gibi gerekli önlemleri de almıyor. Temiz Hava Benim Hakkım davası işte bu denetimsizliğe karşı açılıyor.”

AFP/ Altaf Qadri

Peki Koç hava kirliliğinden nasıl etkileniyor?

Havanın yoğun olarak kirli olduğu dönemlerde Abdülbari Koç, nefes almakta zorlanıyor ve ağrılı krizler yaşıyor. Yaşadığı krizler bazen birkaç saat, bazen günlerce bazen de haftalarca devam ediyor. Bu sebepten yılın büyük bir bölümünü kendi evinde cam açmadan oturarak ya da hastanede geçiriyor. Bu sebepten doğup büyüdüğü şehirde daha sağlıklı şekilde yaşayabilmesinin yollarını arıyor. 15 yılı aşkın süre boyunca anayasal dilekçe hakkını kullanarak havanın temizlenmesi için 100’e yakın başvuru yapıyor. Ancak hiçbir sonuç alamıyor.

Sorumlu idarelerin, yegâne gayesi temiz hava solumak olan Koç’un başvurularını ya yanıtsız bıraktığı belirtilirken sorunu “ilgileniyoruz”, “bakıyoruz” gibi yanıtlarla geçiştirdiği ifade edilen idarelerin caydırma amacıyla Abdülbari Koç hakkında savcılığa şikayette bulunduğu bildiriliyor. Kendisine usulüne uygun şekilde tebligat dahi yapılmaksızın hakkında yakalama emri çıkarılarak kolluk gücüyle ifadeye götürülmeye çalışıldığı sırada Koç, yaşadığı stres nedeniyle kriz geçiriyor.

Düşük hava kalitesi yalnızca orak hücreli anemi ya da astım hastaları değil, nefes alan her canlı için bir tehdit oluşturuyor.

Tek geçim kaynağı aylık 900 TL engelli maaşı olan ve yüzde 90 oranında engelli raporu olan Abdülbari Koç bugün 44 yaşında. Orak hücreli anemi hastalarının iyi bakım şartlarında ortalama yaşam süresi maalesef 45 yıl.

Fransa’da mahkeme yönetimi sorumlu tutmuştu

Davaya ilişkin örnekler Avrupa’da da yaşanmış, idareler hava kirliliğinden sorumlu tutularak davalara konu olmuştu. Fransa’da 2019’da Fransız mahkemesi, Paris ve çevresinde hava kirliliğiyle mücadelede yetersiz kalındığı için devletin sorumlu olduğuna hükmetmişti.

Paris İdare Mahkemesi, Paris ve çevresindeki hava kirliliği nedeniyle solunum hastalıklarına yakalanan üç kişinin, devlete karşı açtığı dava hakkında kararını vermiş, başkent ve çevresindeki hava kirliliğiyle mücadelede yetersiz kalındığını, devletin de bundan sorumlu olduğunu belirten mahkeme, davacıların tazminat talebini ise reddetmişti.

İlgili haber: Hava kirliliği doğmamış bebeği bile etkiliyor

Birleşik Krallık hükümeti de 2022 Ocak’ta emisyonlarda vaat edilen kesintileri sağlamak için gereken politikaları yasalaştırmadığı için dava edildi.

ClientEarth (CE) ve Friends of the Earth (FoE) tarafından hazırlanan dilekçe mahkemeye sunulmuştu. ClientEarth, son yıllarda yetersiz hava kirliliği politikaları nedeniyle hükümete üç kez dava açmış ve kazanmıştı. Friends of the Earth da, bakanlara çevre suçlarıyla ilgili davalar açmış ve kazanmıştı.

İlgili haber: Avrupa Birliği kentlerinin yarısından fazlasının hava kalitesi kötü durumda

Geçen hafta ise Çevre, İklim ve Sağlık için İş Birliği Projesi (ÇİSİP) ve Temiz Hava Hakkı Platformu çatısı altında bir araya gelen STK’lar ve kurumlar, Türkiye’de hava kirliliği kaynaklı ölümlerin arttığına dikkat çekerek Türkiye’nin Dünya Sağlık Örgütü’nün 2021’de revize edilerek aşağı çekilen sınır değerlerini benimsemesi ve önlem alması çağrısını yinelemişti.

Hava kirliliği yüksek tansiyon ve sigara kullanımından sonra en büyük sağlık riski

Hava kirliliğinin her yıl sekiz milyon erken ölüme yol açtığı tahmin ediliyor. Bu ölümlerin 4.2 milyonu sanayi, trafik ve ısınma gibi kaynaklı dış ortam hava kirliliği, 3.8 milyonu ise evlerde ısınma ve yemek amaçlı kullanılan yakıtlardan kaynaklanan iç ortam hava kirliliği nedeniyle gerçekleşiyor.  Yüksek tansiyon, tütün kullanımı ve bulaşıcı hastalıklardan sonra üçüncü önde gelen ölüm nedeni hava kirliliği.

2019’da Dünya Sağlık Örgütü tarafından hazırlanan Küresel Hastalık Yükü araştırmasına göre; dünya genelinde kadınlarda 2.92 milyon ölümün (tüm kadın ölümlerinin yüzde 11,3’ü), erkeklerde 3.75 milyon ölümün (tüm erkek ölümlerinin yüzde 12,2’si) hava kirliliğine bağlı gerçekleştiği hesaplandı. 

Türkiye’de ise, ÇİSİP’de yer alan uzmanların da destek verdiği Temiz Hava Hakkı Platformu tarafından 2020’de yayınlanan ve DSÖ 2005 değerlerini baz alan araştırmaya göre 2017 – 2019 yılları arasında hava kirliliği nedeniyle trafik kazalarının neredeyse 6-7 katı kadar ölüm yaşandı. Aynı araştırmaya göre; hava kirliliği DSÖ kılavuz değerine indirilseydi; 2019’da tüm ölümlerin yüzde 7,9’u (31.476 ölüm) ve 2018 yılındaki tüm ölümlerin yüzde 12,13’ü (45.398 ölüm) önlenebilirdi.  

İlgili haber: 2021 Dünya Hava Kirliliği Raporu: Avrupa’da havası en kirli kent Iğdır

Chomsky: İklim krizi ve nükleer tehdidi yüzünden insanlık tarihinin en tehlikeli noktasındayız

George Eaton‘ın The New Statesman‘da yayımlanan bu röportajı, Yeşil Gazete tarafından (derlenerek) çevrilmiştir.

Amerikalı ünlü dilbilimci ve iletişim bilimci profesör Noam Chomsky, yabancı düşmanlığının tehlikeleriyle ilk kez on yaşında bir çocukken yüzleşti. Video konferans yoluyla konuşan Chomsky, “Yazdığım ilk makale, ilkokul gazetesi içindi ve Barselona‘nın düşüşü (1939) üzerineydi” diyor, “faşizmin korkunç bulutunun” dünya çapında ilerleyişinin bir taslağını çiziyordu. Chomsky, alaycı bir şekilde,“O zamandan beri fikrimi değiştirmedim ki her şey daha da kötüye gitti” diyor. 

İklim krizi ve nükleer savaş tehdidi nedeniyle Chomsky, “insanlık tarihinin en tehlikeli noktasına yaklaşıyoruz… Şu anda dünyadaki kurulu insan yaşamının yok edilmesi olasılığıyla karşı karşıyayız” diyor.

Ukrayna savaşına ilişkin ise, “Ukrayna için korkunç” diyor Chomsky.

Pek çok Yahudi‘nin olduğu gibi onun da bölgeyle bir aile bağı var: Babası günümüz Ukrayna’sında doğdu ve çarlık ordusunda görev yapmaktan kaçınmak için 1913’te ABD‘ye göç etti; annesi ise Belarus‘ta doğdu.

İlgili haber: Chomsky: Birkaç nesil sonra, insan hayatta kalamayabilir

Eleştirmenler tarafından sık sık Batı karşıtı herhangi bir hükümeti kınamayı reddetmekle suçlanan Chomsky, Vladimir Putin‘in “suçlu saldırganlığını” tereddüt etmeden kınadı ve şunları ekledi:

“Neden bunu yaptı? Bu soruya bakmanın iki yolu var. Birincisi, Batı’da moda olan yol, Putin‘in çarpık zihninin girintilerine dalmak ve ruhunun derinliklerinde neler olup bittiğini anlamaya çalışmak.

Diğer yol ise gerçeklere bakmak: Örneğin Eylül 2021’de ABD, Ukrayna ile gelişmiş askeri işbirliğini, gelişmiş askeri silahların gönderiminin artırılmasını talep eden ve Ukrayna’nın NATO‘ya katılımını geliştirme programının bir parçası olan güçlü bir politika bildirisi yayınladı.

Dilediğiniz yolu seçebilirsiniz, hangisinin doğru olduğunu da bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, Ukrayna’nın daha da harap olacağı. Çözümü müzakere etmek için mevcut fırsatları kullanarak nükleer savaşa son verebiliriz.”

Putin’in en büyük korkusunun NATO tarafından kuşatılmak değil, liberal demokrasinin Ukrayna’da ve Rusya‘nın “yakınında” yayılması olduğu argümanına yanıt veren Chomsky, şöyle diyor:

“Putin demokrasiyle bizim kadar ilgileniyor. Propaganda balonundan birkaç dakikalığına çıkmak mümkün olacaksa, ABD demokrasiyi baltalamak ve yok etmek konusunda uzun bir geçmişe sahip. Saymama gerek var mı? 1953’te İran, 1954’te Guatemala, 1973’te Şili… Ama şimdi Washington‘un egemenlik ve demokrasiye olan muazzam bağlılığını onurlandırmamız ve takdir etmemiz gerekiyor.”

“NATO’nun genişlemesi ne olacak?” diyen Chomsky, “ABD Dışişleri Sekreteri James Baker ve başkan George HW Bush tarafından Gorbaçov‘a verilmiş, birleşik Almanya‘nın NATO’ya yeniden katılmasına izin vermeyi kabul etmesi durumunda, ABD’nin doğuya bir santim bile hareket olmayacağını garanti edeceğine dair açık ve net bir söz vardı. Bu konuda şu anda çok fazla yalan söyleniyor.”

“1990’da savaş sonrası Nürnberg yasaları uygulansaydı, o zaman her Amerikan başkanı asılırdı” yorumunu yapan Chomsky, Joe Biden‘dan somurtarak söz ediyor.

İlgil haber: Aydınların Sorumluluğu – Noam Chomsky

Biden‘ın Rusya Devlet Başkanı’nın “iktidarda kalamayacağı” yönündeki son açıklaması hakkında, “Putin’in Ukrayna’daki eylemleri hakkında ahlaki bir öfke duymak kesinlikle doğru. Fakat diğer korkunç vahşetlere karşı ahlaki öfke duymak daha da fazla bir ilerleme olurdu” diyor:

Afganistan‘da, kelimenin tam anlamıyla milyonlarca insan açlıkla karşı karşıya. Niye? Oysa marketlerde yemek var. Ancak az parası olan insanlar, yiyecek almaya markete gidemedikleri için çocuklarının açlıktan ölmesini izlemek zorunda kalıyor. Niye? Çünkü ABD, İngiltere‘nin desteğiyle Afganistan’ın fonlarını New York bankalarında tutuyor ve bırakmayacak.”

Chomsky’nin ABD dış politikasının ikiyüzlülüklerini ve çelişkilerini küçümsemesi, onun kitaplarından birini okuyan herkes için tanıdık olacaktır: 1969’da yayınlanan ilk siyasi çalışması American Power and the New Mandarins, ABD’nin Vietnam‘daki yenilgisini önceden bilmişti.

Ancak şu anda belki de en hareketli tartışma, Donald Trump‘ın olası dönüşü ve iklim krizi.

“1930’ların başlarını hatırlayacak kadar yaşlıyım. Hitler‘in radyoda yaptığı konuşmaları dinlediğimi hatırlıyorum. Sözleri anlamıyordum, altı yaşındaydım. Ama ruh halini anladım; korkutucu ve ürkütücüydü. Trump‘ın mitinglerinden birini izlediğinizde akla bunun gelmemesi zor. Karşı karşıya olduğumuz şey bu.”

İlgili haber: Chomsky: Trump’ın seçilmesinin en önemli sonucu iklim değişikliği konusunda olacak!

İngiliz siyasetine dair yorumda bulunan Chomsky, Brexit‘in çok ciddi bir hata olduğunu söylüyor: “Bu İngiltere’nin, ABD’ye daha da boyun eğmek zorunda kalacağı anlamına geliyor. Bence bu bir felaket.”

İngiltere’ye dair sözleri ardından İtalyan Marksist Antonio Gramsci‘nin radikallere, “aklın karamsarlığını ve iradenin iyimserliğini” sürdürmelerini tavsiye ettiği sorulduğunda ise Chomsky şöyle diyor:

“Yaşlı neslin davranışlarından haklı olarak dehşete düşen ve bu çılgınlık hepimizi tüketmeden önce dur demeye çalışan birçok genç var. Bu gelecek için bir umut. ”

Yurt genelinde fırtına ve sağanak etkili olacak: Heyelan ve sellere dikkat

Meteoroloji Genel Müdürülüğü‘nün (MGM) tahminlerine göre bugün yurt genelinde etkili olacak kuvvetli sağanak, yarın şiddetini artıracak.

MGM, yurt genelinde bugünün parçalı ve çok bulutlu, Marmara, Ege, İç ve Batı Akdeniz, İç Anadolu, Karadeniz ile Doğu Anadolu‘nun kuzey ve doğusunda aralıklı sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceğini belirtti.

Öğleden itibaren Çanakkale, Bursa ve Balıkesir‘in güneyinde, akşamdan itibaren Ege Bölgesi geneli ile Göller Yöresi, Eskişehir ve Konya çevrelerinde; gece ise Antalya‘nın doğusunun yüksekleri, Karaman ve Niğde çevrelerinde rüzgarın güney ile güneybatıdan kuvvetli ve kısa süreli fırtına şeklinde esmesi bekleniyor.

Fırtınanın, Marmara’nın güneyi ve kıyı Ege’de akşam, diğer kesimlerde gece saatlerinde etkisini kaybedeceği tahmin ediliyor.

Ağaç devrilmesi, ani su baskını ve çığ uyarısı

Öğle saatleri itibariyle Marmara’nın güneydoğusundaki Bursa, Yalova, Bilecik, Sakarya ile Kocaeli’nin güneyinde de sağanak ve gök gürültülü sağanağın etkili olacağı öngörülüyor.

Rüzgarın, öğle saatlerinden itibaren Marmara’nın güneyi, Ege, İç Anadolu ile Karadeniz’in iç kesimlerinde güney ve güneybatı yönlerden kuvvetli ve kısa süreli fırtına şeklinde eseceğini belirten MGM, “Meydana gelebilecek ağaç ve direk devrilmesi, çatı uçması, soba ve baca gazı zehirlenmesi, yüksek kesimlerde hızlı kar erimesi nedeniyle meydana gelebilecek su baskını ve heyelan gibi olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunması gerekmektedir” açıklamasını yaptı.

Kuvvetli yerel yağışlar sebebiyle de ani sel, yıldırım, dolu, yağış anında kuvvetli rüzgar ve ulaşımda aksama gibi olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli davranılması gerekiyor.

Meteoroloji, Doğu Karadeniz’in iç kesimleri ile Doğu Anadolu’da yüksek kar örtüsü bulunan eğimli yamaçlarda çığ riskinfırtınae karşı da uyarıda bulundu.

Sıcaklık ise kuzey kesimlerde iki ila beş derece yükselecek ve yurt genelinde de mevsim normalleri üzerinde seyredecek.

Müsilaj Araştırma Komisyonu raporu: Marmara Denizi’ne artık biyolojik arıtma olmadan su verilmemeli

Başta Marmara Denizi olmak üzere denizlerdeki müsilaj sorununun sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Müsilaj Araştırma Komisyonu, raporunu tamamladı.

Raporda müsilajın kontrolü  için; kentsel, endüstriyel, tarımsal faaliyetlerden faaliyetlerden kaynaklanan kirliliğin tespit edilmesi gerektiği ve kirlilik kaynaklarının etkisinin ve yükünün azaltılması amacıyla da eğitim ve farkındalık çalışmalarına ihtiyaç duyulduğu belirtildi.

Marmara Denizi Eylem Planı‘na atıfta bulunulan raporda, bu kapsamda hazırlanan Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı’nda yer alan faaliyetlerin, ilgili ve sorumlu kurumlar tarafından belirtilen süreler içerisinde hassasiyetle uygulanması gerektiğinin altı çizildi ve “Eylem Planının bütünlükle etkin bir şekilde uygulanması, uygulamaların titizlikle takip edilmesi, denetlenmesi ve belirtilen standartlarda işletilmesi ile Marmara Denizi iyi çevresel duruma ulaşabilecektir” denildi.

İlgili haber: Müsilaj Sorununu Araştırma Komisyonu toplandı: Müsilaj, kirlenme zincirinin sadece bir halkası

Evsel atık suların yeniden kullanımı yaygınlaştırılmalı

Raporda, hızlı nüfus artışına bağlı olarak artan su ihtiyacının, sanayi ve tarımsal faaliyetlere paralel olarak ortaya çıkan aşırı kullanımının, atık su yönetiminin önemini ortaya koyduğu vurgulandı ve şu çözümler sıralandı:

  • Atık su yönetiminde temel prensip ‘en az kirletme’ ve ‘maksimum geri kazanım’ olmalıdır.
  • Marmara Denizi Havzası‘nda bulunan atık su yükünün azaltılması amacıyla öncelikli olarak kirliliği kaynağında önleme prensibine dayanan temiz üretim uygulamaları ile atık su debisinin ve kirlilik yükünün azaltılması sağlanmalı; oluşan atık suyun uygun arıtma yöntemleri ile arıtıldıktan sonra yeniden kullanım alternatifleri değerlendirilmeli ve bu tedbirlerin alınması sonrasında oluşan atık suyun deşarjı mevzuatta belirtilen standartlara uygun olarak gerçekleştirilmelidir.
  • Arıtılmış evsel atık suların sanayide, park, bahçe ve yeşil alan sulamalarında kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Kullanılmış suların tekrar kullanılması hakkında yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Gri suyun yeniden kullanımı yasal düzenlemelerle teşvik edilmelidir.

  • Bu kapsamda tüm evsel ve endüstriyel atık sular ileri biyolojik arıtmaya tabi tutulmalı, arıtma tesislerinde su geri kazanımı sağlanmalı, Marmara Denizi’nin azot-fosfor yükünü azaltmak öncelikli tedbir olmalıdır.
İlgili haber: Tüketim kapanının atık problemi – Sedat Gündoğdu
  • Marmara Denizi’nin ekolojik seviyesini korumak için besin yükü azaltımı ihtiyacı dikkate alındığında kaynakların olabilecek en etkin seviyede kontrolü gerekmekte olup, bölgede bulunan mevcut atık su arıtma tesislerinin tamamının ileri biyolojik arıtma tesisine dönüştürülmesi gerekmektedir.

Marmara Denizi alt akıntısının arıtılmamış ve/veya yeterli arıtılmamış atık sular için seyrelme ve Karadeniz’e taşınması için bir konveyör olarak kullanılması prensibinden vazgeçilerek, fiziksel ve biyolojik evsel atık su arıtma tesislerinin ivedilikle ileri biyolojik arıtma tesisine dönüştürülmesi sağlanmalıdır.

Raporda, tarımsal kaynaklı kirliliğin önlenmesiyle ilgili de şu ifadelere yer verildi:

“Marmara Denizi’nde müsilaj oluşumunda en önemli faktör sudaki besin maddeleri (azot, fosfor) oranının artmasıdır. Bitkisel üretim amacıyla bitkinin ihtiyacından fazla verilen kimyasal gübreler ve hayvancılık işletmelerinde uygun depolanmayan hayvansal dışkılar ve silaj suları içerisinde bulunan besin maddeleri yüzey akışı ile yer üstü sularına, sızma yolu ile yer altı sularına karışarak kirlilik oluşturmaktadır.

İyi Tarım Uygulamaları Kodu’nda da yer alan tedbirlere uyulmasının tarımsal kaynaklı kirliliği önemli ölçüde azaltacağı belirtilen raporda, “Havza bazında pestisit, gübre ve diğer kimyasal bileşiklerin kullanımının kontrol altına alınması, bu tür kimyasalların kullanılması, üretilmesi, taşınması ve depolanması sırasında atıkların çevreye bırakılmasının önlenmesi yönünde sıkı tedbirler alınmalı, havza içerisinde organik gübre kullanımı teşvik edilmelidir” ifadelerine yer verildi.

Zirai faaliyetlerde arazi yönetimi, gübreleme yönetimi teknikleri ile birlikte damla sulama sistemlerine geçilerek tarımsal gübre kullanımı kaynaklı kirleticilerin akarsulara geçişi sınırlandırılmalıdır.

Raporda ayrıca müsilaj sorunu ve tarımsal kirliliği önlemeye yönelik tedbirler konusunda kamuoyu farkındalığı ve çiftçilerin  bilinçlendirilmesi amacıyla kamu spotları hazırlanarak yerel ve ulusal kanallarda yayınlanması önerisi de yer aldı.

Marmara’ya 7.5 milyon metreküp atık su veriliyor.

Müsilaj Araştırma Komisyonu Başkanı ve AKP İstanbul milletvekili Mustafa Demir, müsilaja küresel ısınma ve Marmara’nın durgun bir deniz olmasının da etki ettiğini belirterek, en büyük kirleticilerin insan odaklı kentsel atıklar olduğunu söyledi.

İlgili haber: Greenpeace: Ergene’den gelen atık sular göz göre göre Marmara’yı öldürüyor

Marmara Denizi’nin etrafındaki beşi büyük yedi ilden biyolojik arıtma olmadan Marmara Denizi’ne su verilmemesi gerektiğini kaydeden Demir, “Marmara’ya 7.5 milyon metreküp atık su veriliyor. Bunun yüzde 76’sı İstanbul’dan. Her ne pahasına olursa olsun artık İstanbul’un ileri biyolojik arıtma tesislerinden geçmeden Marmara Denizi’ne su vermemesi lazım” dedi.

Kuran kursundaki çocuk istismarını haberleştiren kanallara Diyanet’in şikayetiyle RTÜK cezası

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Erzurum’da Kuran kursunda yaşanan çocuk istismarına yönelik haberleri yayımladıkları için Halk TV, KRT ve TELE 1 kanallarına yüzde iki para cezası verdi.

Erzurum Palandöken‘de Diyanet İşleri Başkanlığı‘na bağlı yatılı erkek Kuran kursunda yedi çocuk, cinsel istismara uğramış, ilgili haberler medyaya da yansımış ve tepki uyandırmıştı.

RTÜK’ün CHP‘li üyesi İlhan Taşçı, kararın Diyanet’in şikayeti üzerine oyçokluğuyla alındığını söyledi ve “Şikayet dilekçesine göre, Kuran kursunda 7 çocuğun uğradığı cinsel istismardan değil de haberlerin veriliş biçiminden “incinmiş” Diyanet İşleri Başkanlığı!” sözleriyle tepki gösterdi.

Durumu ‘şaka gibi’ diyerek yorumlayan Taşçı, “İstiyorlar ki hırsızlığı, yolsuzluğu, çocuklara tecavüzü kimse bilmesin, duymasın. Ayıp!” ifadelerini kullandı.

Yaptırımlar hakikatin ortaya çıkmasını engelleyemez

RTÜK’ün bir diğer CHP’li üyesi Okan Konuralp de Diyanet’in Halk TV ve KRT’yi “küçük düşürüldüğü, aşağılandığı ve yayın yasağının ihlal edildiği” gerekçesiyle RTÜK’e şikayet ettiğini söyledi.

“Diyanet yöneticileri Erzurum’da yaşanan istismardaki sorumluluklarının üstünü, basın özgürlüğünün sınırlarını daraltmaya çalışarak ve yargı kararlarının arkasına sığınarak örtemez” diyen Konuralp, “Tüm bu yaptırımlar hakikatlerin ortaya çıkmasını engelleyemez” sözlerini kullandı.

https://twitter.com/okonuralp/status/1511673706786996232?s=20&t=xVVb5v4nDkMOQV4aKNFQ9Q

Yaşayan insanların akciğerlerinde ilk kez mikroplastik görüldü

Bilim insanları tarafından İngiltere‘de yürütülen bir çalışmada mikroplastik kirliliğinin artık gezegenin her yerine yayıldığı ve insanların söz konusu parçacıklara maruz kalmasının kaçınılmaz hale geldiği ortaya koyuldu.

Bilim insanları bunun mikroplastiklerin sağlığa yönelik tehlikelere ilişkin artan bir endişe kaynağı anlamına geldiğini vurguladı.

13 hastanın 11’inin akciğerinde mikroplastik!

Ameliyat olan 13 hastanın dokularından örnekler ​​alındı ve 11 vakada mikroplastik tespit edildi. En yaygın parçacıklar, plastik ambalaj ve borularda kullanılan polipropilen ve şişelerde kullanılan PET idi. Daha önce ortaya koyulan iki çalışmada, otopsiler sırasında alınan akciğer dokusunda benzer şekilde yüksek oranlarda mikroplastikler bulunmuştu.

İnsanların küçük parçacıkları soluduğu ve bunları yiyecek ve suyla tükettiği zaten biliniyordu. Yüksek düzeyde mikroplastiklere maruz kalan işçilerin de bir hastalığa yakalandığı biliniyordu.

Mart’ta ilk kez insan kanında mikroplastikler tespit edildi, bu da parçacıkların vücutta dolaşabileceğini ve organlara yerleşebileceğini gösterdi. Sağlık üzerindeki etkisi ise henüz bilinmiyor. Ancak mikroplastiklerin laboratuvardaki insan hücrelerine zarar verdiği, hava kirliliği parçacıklarının vücuda girmesi sonucu her yıl milyonlarca erken ölüme neden olduğu biliniyor. Bu nedenle araştırmacılar konuya ilişkin endişe duyduklarını bildiriyor.

‘Bu büyüklükte parçacık bulmayı beklemiyorduk’

Çalışmanın kıdemli yazarı İngiltere‘deki Hull York Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Laura Sadofsky, “Akciğerlerin alt bölgelerinde en yüksek sayıda parçacığı veya bulduğumuz büyüklükteki parçacıkları bulmayı beklemiyorduk” dedi. 

İlgili haber: Yeşil ipuçları: Mikroplastik maruziyetini azaltmanın 7 yolu

Virüslere, çevresel uyaranlara ve ilaçlara tepki olarak solunum yollarında meydana gelen değişiklikler üzerinde araştırmala yapan Dr. Laura Sadofsky, çalışmaya ilişkin olarak şu ifadeleri kullandı:

 “Akciğerlerin alt kısımlarında hava yollarının daha küçük olması şaşırtıcı ve bu büyüklükteki parçacıkların bu kadar derine inmeden önce filtrelenmesini veya sıkışmasını beklerdik.”

‘Veriler hava kirliliği alanında önemli bir ilerleme sağlıyor’

“Bu veriler hava kirliliği, mikroplastikler ve insan sağlığı alanında önemli bir ilerleme sağlıyor” diyen Sadofsky’ın da yazarları arasında bulunduğu çalışmanın sonucunda ortaya çıkan bilgilerin, sağlık etkilerini belirlemek amacıyla laboratuvar deneyleri için gerçekçi koşullar yaratmada kullanılabileceği belirtildi.

İlgili haber: Günden güne büyüyen tehlike: Mikroplastikler

Science of the Total Environment dergisi tarafından yayımlanmak üzere kabul edilen araştırmada, sağlıklı akciğer dokusu örneklerini kullandı. Boyutu 0,003 mm’ye kadar olan parçacıklar analiz edildi ve plastik türünü belirlemek için spektroskopi kullandı. Ayrıca arka plan bulaşma (kontaminasyon) seviyesini hesaba katmak için kontrol numuneleri kullandı.

Solunum sistemindeki kirletici maddelerle plastik poşetlerin ilişkisi

Brezilya’da 2021’de otopsi örnekleri üzerinde yapılan bir araştırma, analiz edilen 20 kişiden 13’ünde mikroplastik olduğu ortaya koydu ve araştırmada analiz edilen kişilerin ortalama yaşı Sadofsky’nin çalışmasında değerlendirilenlerden daha yüksekti. Plastik poşetlerde kullanılan polietilen tespit edilen en yaygın partiküllerden biriydi. Araştırmacılar şu sonuca vardı:

 “Sağlığa zararlı sonuçlar, soluma sonrasında solunum sistemindeki bu kirletici maddelerle ilgili olabilir.”

ABD’de 1998’de akciğer kanseri hastaları üzerinde yapılan bir araştırmada ise 100’den fazla örnekte plastik ve bitki lifleri (pamuk gibi) tespit edildi. Kanserli dokudaki örneklerin yüzde 97’si lifleri içeriyordu ve kanserli olmayan örneklerde ise yüzde 83’ü kontamine oldu.

İlgili haber: Yeşil ipuçları: Gardırobunuzdaki mikroplastiklerle nasıl başa çıkabilirsiniz?

Büyük miktarlarda plastik atık çevreye atılıyor ve mikroplastikler Everest Dağı’nın zirvesinden en derin okyanuslara kadar tüm gezegeni kirletiyor. Hamile insanların plasentalarında mikroplastikler bulundu ve mikroplastiklerin hamile sıçanlarda akciğerlerden hızla kalplere, beyinlere ve fetüsün diğer organlarına geçtikleri görüldü.

İmamlar, ‘minber dokunulmazlığı’ istedi: Yargılamadan muaf tutulalım

Manevi İlkeli Liyakatli Diyanet ve Vakıf Çalışanları Sendikası (MİL DİYANET-SEN) açıklama ve hutbelerle ilgili imamlar hakkında yapılan suç duyuruları nedeniyle, hutbe veren din görevlilerinin yargılamadan muaf olmasını talep etti.

Kaos GL‘den Yunus Emre Demir‘in aktardığına göre, Mil Diyanet-Sen tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“24 Nisan 2020 tarihinde Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Ali Erbaş’ın Hacı Bayram-ı Velî Camii’nde eşcinsellik ve lutilik üzerine okuduğu hutbeden sonra birçok sivil toplum kuruluşu Sayın Erbaş hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Kur’anın ayet ve hükümlerinin cuma hutbesinde okunmasından daha doğal ne olabilir.”

Mil Diyanet-Sen, daha önce de 1 Şubat 2021’de İçişleri Bakanlığı’na LGBTİ+ derneklerinin kapatılması için dilekçe vereceklerini duyurmuştu.

‘Eşcinsellik haram diyemiyoruz’ 

Sendikanın yeni açıklamasında “Allah’ın ayetlerinin sansürlendiği” iddia edildi.

“Dini değerlerimize saldırmayı kendisine vazife edinmiş malum çevreler, Diyanet’in ve Din görevlilerimizin başında ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi durmakta, Allah’ın ayetleri- Kur’an’ın hükümleri, vaaz kürsüleri ve minberlerde adeta sansürlenmek istenmektedir. Faiz ayeti okununca ‘sen ekonomist değilsin, işine bak’ deniyor. İçki-kumar ayeti okununca ‘benim zevkime karışma’ deniyor. Zina ayeti okununca ‘burası özgürlükler ülkesi karışma’ deniyor. Miras ayeti okununca ‘hangi çağda yaşıyoruz’ deniyor. Eş cinselliğin haram olduğuna ilişkin ayetler okununca ‘eş cinsellik bir insan hakkıdır, Lgbt’cileri hedef gösterdin’ deniyor.”

Kaos GL‘nin avukatı, Av. Kerem Dikmen, böyle bir uygulamanın mümkün olmadığını ve bunun bir cezasızlık talebi anlamına geleceğini söyledi ve zaten bir fiili dokunulmazlığın da var olduğunu hatırlattı:

“Böyle bir uygulama mümkün değil. Bu bir cezasızlık talebi. Hali hazırda zaten imamların hutbelerinde yaptığı açıklamalardan ötürü eğer üçüncü kişilerin haklarını ihlal etmiyorlarsa soruşturmaya uğramaları söz konusu değil. Neticede dini konuşmalar bunlar.

Hatta Diyanet İşleri Başkanı’nın 24 Nisan 2020’deki hutbesinin Avrupa Konseyi belgeleri kapsamında nefret söylemi olarak nitelenebileceğine dair birçok hukuki tespit var. Bu hukuki tespitten hareketle bu kişi hakkında suç duyuruları yapıldı. Ancak bunların sonucunda değil takipsizlik kararı, soruşturma dahi açılmasına yer olmadığına dair kararlar alındı. Hatta suç duyurusunda bulunan İzmir, Ankara, İstanbul baroları’na soruşturmalar, davalar açıldı. Bir kısmı da hala devam ediyor. Yani hali hazırda bir fiili dokunulmazlık zaten var.”

‘Ceza yargılamasının konusu olabilecek şeyleri mi dile getirmek istiyorlar?’

Dikmen, modern hukuk kuralları ile dini kuralların zaman zaman çelişebileceğini ve önerilen bu düzenleme hayata geçerse bu çelişki durumlarında hangisinin dikkate alınacağının sorgulanması gerektiğini kaydetti:

“Yaratılmak istenen ise şu: Kişi ne söylerse söylesin herhangi bir şekilde ceza yargılamasının konusu olmasın. Şunu sorgulamak lazım, bunu talep edenler ceza yargılamasının konusu olabilecek şeyleri mi dile getirmek istiyorlar? İlk akla gelen bu.

“Örneğin kişilerin cezalandırılmasına dair modern hukuk sisteminin koyduğu kurallar dışında bir şey teklif ederse bir din görevlisi ve bu talep de fiilen gerçekleşirse, dokunulmazlığı mı olacak? Veya kadın-erkek ilişkisinin medeni hukukta eşitlikçi bir düzenlemesi var ancak dini kurallar farklılaşıyor. Bunlardan yola çıkıp bir takım fiziki eylemler gerçekleşirse de bir dokunulmazlık mı talep ediliyor?” sorularını gündeme getiren Av. Dikmen şunları söyledi:

“Dolayısıyla bunun hukukta bir yeri yok. Dokunulmazlık yalnızca milletvekillerinin yasama faaliyetleri sırasında veya bunların tekrarı niteliğindeki beyanlarında geçerli. Dolayısıyla pek iyi niyetli bir talep olarak görünmüyor. “