Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Tüketim kapanının atık problemi

0

Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorunu ilk gündeme geldiğinde en çok tartışılan konu da atık su meselesi olmuştu. Sorunu uzun süredir bilenler meselenin tek başına evsel atık sulardan kaynaklanamayacağını en önemli kaynağın endüstriyel atık su ve Marmara etrafında kurulu bulunan ve soğutma suyu kullanan tesislerin deşarj ettiği soğutma suları olduğunu belirtiyorlardı. Sesi daha çok çıkan ancak besin değeri olmayan açıklamalar yapanlar ise evlerde kullanılan deterjanları sorunun asıl kaynağı olarak görerek, vatandaşa zaten yapmaları gereken bir şeyi Marmara Denizi’nin kurtuluş reçetesi olarak sundular. Neyse ki mesele o kadar açık seçikti ki Çernobil’de içilen Karadeniz çayı gibi Marmara’da reklamı yapılarak yenilen balık bile gerçeğin üstünü örtemedi. Gerçi mevsimsel şartlar müsilajın şimdilik gözden kaybolmasına neden olsa da hala patlayacağı ilk fırsatı beliyor diyebiliriz. Çünkü sorunun kaynağı henüz ortadan kalkmadı.

Marmara’daki meselenin de ana kaynağı olan atık sulara dair TÜİK bir istatistik yayınladı. Merak etmeyin balıkçılık, enflasyon ya da işsizliğe dair istatistikler gibi değil, içerisinde çok sayıda ayrıntı olan bir istatistikti. İçerisinde Marmara’yı foseptiğe çeviren durumun özetini de denizlere olan hoyratlığımızı da suyla olan ilişkimizi de doğa düşmanı termik santrallerin su sömürüsünü de bulmanız mümkün. İstatistikler 2020 yılına ait atık su istatistiklerini içeriyor. Rapor, su ve atık su istatistikleri kapsamında Türkiye’deki imalat yapan işyerlerinden, termik santrallerden, altyapısı tamamlanmış tüm Organize Sanayi Bölge Müdürlüklerinden, maden işletmelerinden ve tüm belediyelerden elde edilen veriler derlenerek hazırlanmış. Buna göre 2020 yılında çeşitli amaçlar için %56’sı denizden; %22,5’i yeraltı ve %21,5’i yüzey suları olmak üzere toplam %44’ü tatlı su kaynaklarından su alınmış ve çeşitli amaçlarla kullanılmış. Çekilen bu suyun yüzde %93,9’u soğutma suyu amaçlı olarak temin edilmiş.

Çekilen bu toplam kullanım suyunun %44,9’unu termik santraller, %35,3’ünü belediyeler, %15,3’ünü imalat sanayi iş yerleri, %2,2’sini köyler, %1,4’ünü maden işletmeleri ve %0,9’unu da OSB’ler kullanmış. Yani aslan payını yine termik santraller almış. Yani deterjan kullanmayın mantalitesi yine havanda su dövmekle eşdeğer. İşte bu termik santraller havamızı kirlettikleri yetmiyormuş gibi bir de kullanım suyuna ortak olup da ısıtıp doğal ortama deşarj ediyorlar.

Deşarj edilen atık suyun yüzde 77’si denizlere

İşte ısıtılarak denizel ortama bırakılan bu soğutma suları da denizel ortamda kayda değer bir ısınma meydana getirebiliyor. Marmara’da da İskenderun Körfezi’nde de bunu görmek mümkün. Hatta öyle ki ısınmayla ve deşarj edilen atık suyla birlikte Hatay-Antalya hattındaki birçok irili ufaklı koyda bunun bir yansıması olarak çeşitli olaylar gözlenebilmektedir. Bunlar içerisinde müsilaj da söz konusu. Yani siz bakmayın öyle hiçbir bilgiye dayanmadan “Akdeniz’de müsilaj” olmaz denmesine. Bunu diyenler aynı zamanda 1980’lerde Marmara’ya deri deniz deşarjı yapılmasının da müsebbipleri. TÜİK’in istatistiklerine biraz daha devam edelim. TÜİK raporunda bir başka dikkat çekici istatistik ise atık su arıtmalarıyla ilgili. Rapora göre belediyeler, köyler, imalat sanayi işyerleri, termik santraller, OSB’ler ve maden işletmeleri tarafından 2020 yılında doğrudan alıcı ortamlara 9,5 milyar m3‘ü soğutma suyu olmak üzere 15,3 milyar m3 atık su deşarj edilmiş. Deşarj edilen atık suyun %77’ye yakını denizlere deşarj edilmiş.

Termik santrallerin çektiği suyla kıyaslandığında oldukça düşük olan belediye atık sularına dair de ilginç bir istatistik mevcut. Buna göre 2020 yılında kanalizasyon şebekesi ile toplanan 5 milyar m3 atık suyun %49,2’si akarsuya, %38,5’i denize, %3,1’i baraja, %1,3’ü göl-gölete, %0,4’ü araziye ve %7,5’i diğer alıcı ortamlara deşarj edilmiş. Burada arıtma denildiğine bakmayın. Gerek masraflar, gerek arızalar gerek se de tesisin kapasitesi nedeniyle bu arıtma işine dair veriler oldukça şaibeli.

‘Arıtılmış gibi’ yapılan 2.2 milyar m3 atık su

Ancak yine de biz bu verileri doğruymuş gibi kabul edip anlamaya çalışalım. Kanalizasyon şebekesinden deşarj edilen 5 milyar m3 atık suyun 4,4 milyar m3‘ü atık su arıtma tesislerinde arıtılmış. 600 milyon m3 ise arıtılmadan deşarj edilmiş. Peki arıtıldı denilen kısma ne olmuş? Onun da layığıyla arıtılan kısmı %50.7! Kalan kısmının arıtılma kısmı muamma. Yani ortada arıtılmış gibi yapılan yaklaşık 2.2 milyar m3 atık su söz konusu.

Bunun bir kısmında sadece karbon giderimi yapılmış, yani ön çökeltme yapılıp bir miktar çamur alınmış ve kalanı olduğu gibi sucul ortama bırakılmış. Kalan kısımlarında da eğer düzgün çalışmışsa azot ve fosfor arıtımı yapılmış. Tabii kâğıt üzerinde böyle çıkış sularındaki azot fosfor miktarına dair derli toplu bir istatistik olmadığı için bunun ne kadar gerçekleştiğini bilemiyoruz. İşte bu bahsettiğimiz %50 arıtılmadan denizlere göllere ve akarsulara bırakılan atık sular birçok ekosistemi darmadağın edebilir. Nitekim etti de. Bugün Ergene, Susurluk, Menderes Havzaları, Sakarya Nehri, Seyhan ve Ceyhan nehirleri işte bu arıtma sularının arıtılmaması nedeniyle siyah ve köpüklü akıyor. Marmara’da bu sebeple müsilaj var. İzmir körfezi bu nedenle berbat bir halde. Bunlara bir de hakkındaki istatistiklerin tamamı şaibeli olan endüstriyel atık suları da ekleyin ortaya ülkenin hali pürü meali çıkıyor. Herkes el birliğiyle suya toprağa havaya düşmanca yaklaşıyor.

Geri dönüşümün zehirli yüzü

Geçtiğimiz günlerde IPEN yine çarpıcı bir rapor yayınladı. Rapora göre geri dönüşüm tesislerinden satın alınan geri dönüştürülmüş plastiklerde son derece tehlikeli kimyasallara rastlanıldığı belirtiliyor. Yani çevreci diye pazarlanan geri dönüşüm plastikleri kullananları zehirlemekten başka bir işe yaramıyor. Boşuna demiyoruz geri dönüşüm bir aldatmacadır diye. Öyle bir aldatmacadır ki bu kapsamda bir atık yönetim modeli tasarladığını iddia eden Terracycle gibi girişimlerin çöplerin yasadışı olarak ülkeler arası ticaretine bile zemin hazırlamasına neden olabiliyor. Dünyanın bir ucunda insanlar çöpler geri kazanılıyor zannederken bize de o çöpleri Çukurova’nın bereketli topraklarında bulmak kalıyor.

Hep söylediğimiz “çöp/atık hazine değil baş belasıdır” söylemi hem TÜİK istatistik raporuyla, hem IPEN raporuyla, hem de Terracycle aldatmacasıyla bizi haklı çıkartıyor.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.