Ana Sayfa Blog Sayfa 939

Elon Musk, Twitter’ı satın almak için anlaşmaya vardı

İki hafta önce teklifini sunan Musk, sosyal medya platformunun ‘olağanüstü potansiyelini açığa çıkarmak için doğru kişi olduğunu’ söylemişti. Satın almayla ilgili bir açıklama yapan Musk, “İfade özgürlüğü, işleyen bir demokrasinin temel taşıdır ve Twitter, insanlığın geleceği için hayati önem taşıyan konuların tartışıldığı dijital şehir meydanıdır” dedi.

Twitter yönetimine içerik kısıtlamalarını gevşetmekten sahte hesapları ortadan kaldırmaya kadar bir dizi değişiklik çağrısında bulunan Elon Musk, hissedarlardan anlaşmayı onaylamak için oy kullanmalarını isteyecek.

Musk’ın platformu satın almasını önlemek için Twitter yönetimi, potansiyel alıcı dışındaki mevcut hissedarların daha düşük fiyata şirketten daha fazla hisse satın alma hakkını korumuş;​​ Musk’ın veya başka bir yatırımcının şirket hisselerinin yüzde 15’inden fazlasını satın alması durumunda planın devreye gireceğini açıklamıştı.

ABD medyasında çıkan haberlerde, Musk’ın Twitter’ı satın almak için sosyal medya şirketinin yönetim kuruluyla görüşmelere başladığı aktarılmıştı. Söz konusu haberlerin ardından Twitter’ın New York borsasında işlem gören hisseleri yüzde 5’in üzerinde değer kazanmıştı.

44 milyar dolarlık anlaşma

ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu‘na (SEC) yapılan bildirimde, anlaşma için 46,5 milyar dolarlık finansmanı taahhüt eden Musk, Twitter’dan daha önce de yüzde 9.2 oranında hisse satın almıştı.

Başlangıçta satın almaya karşı mesafeli olan Twitter yönetiminin, Musk’ın finansman için harekete geçmesiyle yumuşadığı ve piyasadan hisseleri toplayarak şirket yönetimini ele alma ihtimali karşısında görüşmelere sıcak baktığı iddia edilmişti.

Trump Twitter’a dönmeyecek, Biden’den ‘yorum yok’

FOX News‘in haberine göre, dört yıllık başkanlığı döneminde Twitter’ı çok aktif kullanan eski başkan Donald Trump, Elon Musk’ın Twitter’ı satın alması durumunda da platforma geri dönmeyecek.

Sosyal medya platformları Twitter, YouTube ve Facebook, Trump’ın hesaplarını 6 Ocak 2021’de Kongre baskını olaylarına katkıda bulunduğu ve 2020 başkanlık seçiminde usulsüzlük yapıldığı iddiaları nedeniyle dondurmuştu.

Beyaz Saray’dan da konuya ilişkin açıklama geldi.

Beyaz Saray, ABD Başkanı Joe Biden‘ın uzun süredir sosyal medya platformlarının gücünden endişe duyduğunu, belirli bir işlem hakkında yorum yapmayacağını söyledi.

Beyaz Saray Basın Sözcüsü Jen Psaki, dün düzenlediği basın toplantısında Twitter satın almasıyla ilgili görüşlerinin sorulması üzerine “Özel olarak bu satın alma işlemiyle ilgili yorumda bulunmayacağım. Twitter’ı kim yönetirse yönetsin Başkan (Biden) uzun süredir büyük sosyal medya platformlarının gücünden endişe duyuyor ve uzun süredir büyük teknoloji platformlarının verdikleri zararlardan sorumlu tutulması gerektiğini savunuyor” dedi.

Dogecoin yüzde 26 yükseldi

Elon Musk’ın Twitter Yönetim Kurulu ile anlaşmaya yakın olduğuna dair haberlerin etkisiyle Dogecoin de hızlı bir yükselişe geçti.

Musk’ın favori kripto paraları arasında yer alan ve sık sık Twitter paylaşımlarına konu olan Dogecoin, sabah saatlerinde 0.1240 dolardan işlem görüyordu. TSİ 14.00’da ise yatırımcı adeta Dogecoin’e hücum etti. Saat 21.00’da 0.1506 dolardan işlem gören Dogecoin Musk’ın satın almasının kesinleşmesiyle 0.1676 doları gördü. Günlük yükselişi yüzde 26’yı buldu.

Yatırımcılar Musk’ın satın alması sonrasında Twitter’ın bilançosuna Dogecoin eklemesini ve/veya platformda ödeme aracı olarak bu kripto paranın kullanılmasını bekliyor.

Tüm ‘insanlara’ mavi tık

Elon Musk satın almanın kesinleşmesinin ardından platform üzerinden ilk attığı tweette hakkında çıkan bir makalenin ekran görüntüsünü paylaştı. Elon Musk şunları söyledi:

“Twitter’ı yeni özellikler ekleyerek, algoritmaları açık kaynak haline getirip güveni artırarak, tüm botlarla savaşarak ve tüm insanların kimliğini doğrulayarak her zamankinden iyi hale getirmek istiyorum. Twitter’ın müthiş bir potansiyeli var. Şirket ve kullanıcılarla çalışarak bu potansiyeli açığa çıkarmayı dört gözle bekliyorum.”

Musk, satın almadan çok önce de Twitter’ın bot hesaplarla ilgili büyük bir sorunu olduğunu belirtmişti. Son açıklamaları Twitter’ın botları temizlemeye odaklanacağını gösteriyor. Bunun yanı sıra Musk’ın daha önce de savunduğu gibi bot olmayan bütün ‘insan kullanıcılara’ mavi tik gelmesi bekleniyor.

Bugüne kadar talepte bulunan ve kimliği doğrulanan kullanıcıların isimlerinin yanına ‘mavi tik’ konuluyordu.

Endonezya’da nesli tükenmekte olan üç kaplan, kapanlarla öldürüldü

Endonezya‘da nesli tükenmekte olan üç Sumatra kaplanının, kapanda ölü bulunduğu belirtildi. Yetkililer Sumatra Adası’nın Açe bölgesinde bir dişi ve erkek kaplanın bacaklarından yara aldıklarını belirtti. Başka bir dişi kaplanın da 500 metre uzakta, palmiye yağı tarlası yakınlarında, kapanda kafası ve bacağından aldığı yaralar sonucu öldüğü saptandı.

Açe’deki yaban hayatı koruma örgütünün başkanı Agus Ariantoi, hayvanların ölüm nedenlerinin belirlenmesi için otopsi yapıldığını söyledi. Ariantoi, ölü kaplanların bulunduğu alanda, yaban domuzlarını yakalamak için kullanılan birçok benzer kapana rastladıklarını belirtti.

Sayıları 400’den az kaldı

Sumatra kaplanı, Uluslararası Doğayı Koruma Birliği tarafından 2008 yılında “kritik tehlikedeki tür” olarak kayıtlara geçmiş ve o zaman nüfusunun 680’den az olduğu belirtilmişti. Şu an ise sayılarının 400’den az olduğu tahmin ediliyor.

Endonezyalı yetkililer, tarlaları işleten firmaların ve halkın ormanlık alana kapan koymaması konusunda uyarılarda bulunuyor. Sumatra kaplanlarına en çok zarar verenler ise kaçak avlanma, izinsiz ağaç kesme ve ormanlık alanların palmiye yağı tarlaları nedeniyle küçülmesi.

Kapanlar, sadece Sumatra kaplanlarını değil, diğer canlıları da tehlikeye atıyor. Geçen yıl da yavru bir fil, kaçak avcılar tarafından kurulan bir kapana sıkışarak ölmüştü.

Endonezya yasalarına göre, koruma altındaki hayvanları bilerek öldürmenin beş yıla kadar hapis cezası bulunuyor

Sudan sonra en çok kullanılan kaynak: BM’den kum ve çakıla kaynak statüsü verilmesi çağrısı

Birleşmiş Milletler’in (BM) araştırmasına göre, insanlar her yıl  50 milyar ton kum ve çakıl çıkarıyor; bu miktar gezegenin etrafına 27 metre yüksekliğinde ve 27 metre genişliğinde bir duvar inşa etmeye yetiyor.

Kum, sudan sonra en çok kullanılan kaynak olmasına rağmen sudan farklı olarak hükümetler ve endüstri tarafından kilit bir stratejik kaynak olarak kabul edilmiyor. BM’ye göre bu acilen değişmeli.

BM raporu, kum çıkarma ve tedarik zincirlerinin daha fazla kontrol etmek, buna bağlı hayvan ve bitki türlerinin kaybını ve kum madenciliğinin eşitsiz sosyal ve ekonomik etkilerini telafi edecek önlemler öne sürüyor.

Araştırmacılar teknolojiden inşaata pek çok büyümekte olan sektörün kuma bağımlılığının arttığını, bu yüzden kumun çıkarılması ve değerlendirilmesinde acilen köklü bir değişime ihtiyaç olduğunu belirtiyor.

BM Çevre Programı Küresel Kaynak Bilgi Veritabanı Direktörü ve raporun başyazarı Pascal Peduzzi, “Tüm gelişimimiz kuma bağlıysa, stratejik bir malzeme olarak kabul edilmelidir” açıklamasını yaptı.

Kum madenciliğinin mevcut faaliyet hızı, doğal olarak oluşan kum rezervlerinin yenilenebileceği hızın çok ötesinde. Raporda, materyalin etkin bir şekilde düzenlenmesi ve adil bir şekilde yönetilmesi için çıkarma konusunda uluslararası bir standardın gerekli olduğu belirtildi.

Öneriler arasında, agregaların (beton üretim işlemlerinde kullanılan kumlar, çakıl taşları ve kırma taşlar) mineral sahipliği için yasal çerçevelerin oluşturulması yer aldı.

Raporun yazarlarından Newcastle Üniversitesi‘nde araştırmacı Dr. Chris Hackney, amacın, kumun da bir emtia olarak ele alınmasını ve madenler, su petrol ve doğal gaz gibi diğer emtialar gibi işlenmesini sağlamak olduğunu söyledi:

“Bunların tümü, yerelden ulusal düzeye kadar düzenlenir ve standartlaştırılmış uluslararası çerçeveler içinde ele alınır. Şu anda kum ve agregalar için bu tamamen eksik.”

Şimdiye kadarki yönetim ve düzenleme eksikliği, kumun tedariki ve kullanımı konusunda bilinmezliğe de yol açıyor. Küresel Agregalar Bilgi Ağı2020’de 42,2 milyar ton tahmini agrega üretiminin geçen yıl yüzde 4,9 artarak 2021’de 44,3 milyar tona yükseldiğini belirtti.

BM’nin raporuna göre ise küresel olarak, kum tedarik verisi bilinmiyor ve yalnızca toplam üretim tahminleri mevcut.

Kuma bağımlılık giderek artacak

Kum çıkarma faaliyetleri, biyolojik çeşitlilik kaybını artırırken, kum tepeleri gibi fırtına kaynaklı dev dalgaları engelleyen kumulların yok olmasına ve dolayısıyla sel riskinin artmasına sebep oluyor. Ayrıca balıkçı topluluklarının geçim kaynaklarını etkiliyor ve çatışmaları körüklüyor.

Öte yandan nihai kullanımı yapan şirketler, aynı zamanda iklim krizine en büyük endüstriyel katkıda bulunanlardan bazıları: Son tahminlere göre beton sektörü bir ülke olsaydı, dünyadaki en yüksek üçüncü karbon emisyonuna sahip olacaktı.

Devam eden araştırmalar, kırmızı listede bulunan ve türü tehlike altında bulunan bine yakın hayvan ve bitki türünün, kum ve çakıl çıkarılmasından etkilendiğini gösteriyor. Bunun toplamda 24 bin türü etkilediği düşünülüyor.

Doğa ve insana maliyeti yüksek

2050’den önce küresel nüfusun yaklaşık 10 milyara ulaşacağı tahmin edilirken, kuma olan bağımlılığın önümüzdeki yıllarda önemli ölçüde artması bekleniyor. Ayrıca bu zamana kadar dünyadaki insanların yaklaşık  yüzde 70’inin kentsel alanlarda yaşayacağı düşünülüyor.

Raporda nehir ve sahillerdeki kumun kontrolsüz çıkarılmasının erozyon, akiferlerin tuzlanması, fırtınalara karşı korumanın ve biyoçeşitliliğin azalması gibi sonuçlar doğurabileceğinin altı çizilerek bu tür alanlardaki kum kaybının su tedariki, gıda üretimi, balıkçılık ve turizmi olumsuz etkileyebileceği tespiti yapılıyor.

Standart eksikliği ve gözetimin zayıf olduğu ve malzemenin yüksek talep gördüğü bölgelerde kum madenciliğinin insani maliyeti de yüksek. Hindistan‘da hükümet yetkilileri de dahil olmak üzere 400’den fazla kişinin 2020’den bu yana kum madenciliğiyle ilgili şiddet ve kazalarda öldüğü düşünülüyor.

Hackney, standardizasyonun, kum çıkarmanın kapsamını belirleme çabalarına yardımcı olacağını ve caydırıcılığı da artıracağını söyledi.

 

 

 

HDP’li Kenanoğlu Bakanlığa Erzincan’da siyanür saçan madeni sordu

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu, Erzincan İliç’te 12 yıldır faaliyet gösteren Kanada ve Çalık Holding ortaklığındaki Anagold altın madeni şirketinin zehirli sularını Çöpler Altın Madeni’nde buharlaştırma konusuna ilişkin olarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nın yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi sundu.

Anagold altın madeni şirketinin 66 milyon ton siyanürlü ve sülfürik asitli suyu özel makinelerle buharlaştırdığına değinen Kenanoğlu, 3 Mart’ta da Enerji Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na soru önergesi vermiş, “Bakanlığınız, Erzincan İliç’te Anagold şirketinin siyanürlü ve sülfürik asitleri buharlaştırarak atmosfere bıraktığından haberdar mıdır” diye sormuştu.

Bakanlık soruları bir başka bakanlığa yönlendirdi

Kenanoğlu’nun yaşanan soruna ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na verdiği soru önergesine 25 Nisan’da yanıt geldi. İlgili bakanlıktan gelen yanıtta ruhsat alan maden sahalarında gerekli denetimlerinde Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürülüğü (MAPEG) tarafından yapıldığı belirtilirken detaylı bilginin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘ndan alınması gerektiği ifade edildi.

İlgili haber: Erzincan halkı siyanür soluyor: Altın madenindeki en ufak dalgınlık felaketlere yol açabilir

Erzincan’ın İliç ilçesinde 2010’dan beri Anagold Şirketi altın arama ve çıkarma faaliyetleri yürütüyor. Madeni işleten Anagold şirketinin ana ortağı, yüzde 80’le Kanadalı SSR Mining, yüzde 20’lik ortağı ise kamuoyunda iktidara yakınlığı ile bilinen Çalık Holding.

Kenanoğlu Türkiye’nin dört bir tarafının madencilik projeleriyle çevrilmiş durumda olduğunu ve madencilik projeleriyle birlikte doğanın her geçen gün daha fazla tahrip edildiğini hatırlattığı soru önergesinde, madende kullanılan kimyasallara ilişkin bilgi verdi:

“Erzincan-İliç’te Çöpler Köyü’nün tam üstünde işletilen bu altın madeninde yılda sekiz bin 900 ton sülfürik asit, altı bin 500 ton siyanür ve dört bin 800 ton silika ve daha 21 çeşit zehirli kimyasal kullanılmaktadır. Anagold şirketi 197 futbol sahası büyüklüğündeki siyanür ve sülfürik asitli atık havuzunu 600 futbol sahası büyülüğüne çıkarmıştır. Daha önce toprağı ve suyu zehirleyen Amerikan Anagold Altın Madeni şirketi 10 evaporator vasıtasıyla 66 milyon ton siyanürü buharlaştırarak atmosfere vermeyi ve tüm Türkiye’yi zehirlemeye davetiye çıkarmaktadır.”

İlgili haber: Erzincan halkının siyanür soluduğu İliç’te bilirkişi keşfi

Çalık ve Kanadalı ortağı İliç’te yüzlerce sondaj yapmış ve yapmaya da devam ediyor. Kenanoğlu bir nükleer tesisten daha tehlikeli olduğunu belirttiği bu işletmenin, siyanürlü ve sülfürik asitleri atık barajı dolmasın diye atmosfere püskürtmesi faaliyetinin mutlaka durdurulması gerektiğini belirttiği önergesinde şu sorulara yer verdi:

  1. Bakanlığınız, Erzincan İliç’te Anagold şirketinin siyanürlü ve sülfürik asitleri buharlaştırarak atmosfere bıraktığından haberdar mıdır?
  2. Erzincan İliç’te faaliyet yürüten Amerikan Anagold Altın Madeni şirketinin 10 evaporator vasıtasıyla 66 milyon ton siyanürü buharlaştırarak atmosfere vermesi nedeniyle haklarında inceleme başlatılacak mıdır?
  3. Türkiye’nin can damarı Fırat Nehri’nin yanında yılda 8 bin 900 ton sülfürik asit, 6 bin 500 ton siyanür, nitrik asit, silika ve bilumum kimyasalları kullanmak o bölgedeki canlıların yaşamına bir tehdit etmiyor mu?
  4. 197 futbol sahası büyüklüğündeki bir zehir barajında biriken zehirli sular taşmasın diye, “evaporatör” denilen bir aletle atmosfere buhar salmak insan sağlığını tehdit değil midir?
  5. İşletmedeki 21 farklı kimyasalın olduğu atık barajın, yıl boyunca bir milyon 720 bin ton zehirli, yakıcı, dağlayıcı ve boğucu kimyasal madde kullanılması bölge insanlarının ve o bölgede yaşayan bütün canlıların yaşamına yönelik bir tehdit değil midir?
  6. İnsanların yaşam ve geçim alanlarına, su kaynaklarına, tarım arazilerine, kültürel geçmişe, doğaya ve canlılara zarar vermeye devam eden Anagold şirketinin bu faaliyetleri durdurulacak mıdır?

Peki bugüne kadar Çöpler Altın Madeni’nde neler yapıldı?

Madene ilişkin olarak 2008’de ve 2014’te Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporları çıkarılmış, 2008’de maden için ÇED Olumlu kararı verilmişti.

Maden için 2008’de verilen ÇED Raporu kapsamında 18 yıl sürdürülmesi planlanan faaliyetlerde 100 milyon ton kaya (pasa) ve 52 milyon ton cevher çıkarılacağı belirtiliyordu. Ancak rakamlar zaman içerisinde arttı. 2014’teki ÇED raporunda pasa 173 milyon tona çıkarıldı. 2021’de ise rakamlar dört kata kadar arttı; pasa 420 milyon tona, cevher 85,3 milyon tona çıkarıldı.

Madene verilen ÇED Raporu’nda çıkarılacak kimyasallar bir bir yazılmış, tehlikeli olanlar ayrıca sıralanmıştı. Madende kapasite artırımı yapılarak 2019’da sodyum siyanür 11 bin tona, sülfürik asit üretimi 122 bin tona çıkarıldı. 2021’de yayınlanan raporda ise 18 adet tehlikeli maddeye yer verildi. Bunlar arasında solunum yollarına, sudaki organizmalara, ciddi yanıklara, aşındırıcı etkilere, cilt ve gözde aşırı tahrişlere neden olan sodyum siyanürnitrik asitbakır sülfatsodyum hidrosülfit gibi tehlikeli maddeler de bulunuyor. Raporda belirten kimyasal maddeleri aşağıdaki tablodan inceleyebilirsiniz:

Çöpler altın madeni doğayı nasıl zehirliyor?

Konunun yıllardır takipçisi olan ve maden sahasının yakınlarındaki bölgede yaşayan Sedat Cezayirlioğlu, Yeşil Gazete’ye şirketin altın madeni için birden çok Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu çıkarıldığını, Erzincan Belediyesi dahil bölgede sorumlu kamu kuruluşlarının siyanür üretilen madene şirketin CEO’sundan daha özenle yaklaştığını, şirketin bölgede yaşayan vatandaşlara ‘sus payı’ olarak milyonlarca lira verdiğini, kendisine sırf mücadele ettiği için “Emekliliğini yakarız” diye tehditler yağdırıldığını anlatmıştı. Cezayirlioğlu, evlerine 180 metre yakınlıktaki atık barajının inşaatına başlandığında öğrendiklerini, ardından konuyla ilgili 2017’da dava açtıklarını ifade etmişti.

Türk Toraks Derneği tarafından 24 Temmuz 2017’de madene ilişkin olarak bildirilen görüşte tesiste kullanılacak maddelerin hemen hepsinin insan sağlığı ve ekolojik yaşam açısından riskli olduğunun altı çizildi. Türk Toraks Derneği tarafından verilen görüşte “Bazıları (örneğin kuvars içeren kum) sadece çalışan sağlığı açısından risk oluşturmakta iken (silik, silikozise yol açmaktadır, kanserojen olduğu bilinmektedir); çoğu madde başta çalışan sağlığı olmak üzere, çevredeki insanlar, ekolojik yaşam üzerinde olumsuz etki potansiyeline sahiptirler” denilmişti.

TTB’den 25 Mayıs 2021’de konuya ilişkin paylaşılan görüşte “Siyanürlü madencilik faaliyeti dört ana aşamadan oluşur: Arama, sıyırma ve patlatma, öğütme ve siyanürleme, atıkların depolanması. Madenciliğin tüm bu aşamaları doğa ve insan sağlığı için farklı tehditler içerir. Biyolojik çeşitlilik, tatlı su varlığı ve insan sağlığını tehdit edecek derecede toksik bir kimyasal olan ‘siyanürlü liçleme kesinlikle yasaklanmalıdır” ifadelerine yer verildi.

Ne olmuştu?

2020’de siyanürlü atık barajı çevresinde gerçekleşen toplu kuş ölümlerinden sahibi şirket sorumlu tutulmuştu. Tesiste artırımın olması halinde Fırat Nehri’ni öldüreceği söylenmiş, çevre aktivistleri tarafından tepki gösterilmişti.

Akdeniz iklim krizi, istilacı türler ve kirlilik kıskacında kıvranıyor

Akdeniz’in mevcut karakterinin gün geçtikçe olumsuz anlamda değiştiğini ve bu değişimin de üç temel nedeni olduğunu her fırsatta dile getiriyoruz. İşte bu üç nedeni konunun uzmanlarıyla konuşmak için geçtiğimiz hafta Mersin’de çeşitli kurumların katılımıyla bir çalıştay düzenledik. Çalıştay kapsamında Mersin özelinde tüm Doğu Akdeniz kıyılarımızın tropikleşme, istilacı türler ve plastik kirliliği bağlamında konuştuk. Konuşmaların sonunda herkesin ortaklaştığı şeyler iklim krizi, istilacı zehirli türler ve plastik kirliliğiydi.

Bu köşede de çoğunlukla yazdığımız gibi Akdeniz’in karakteri son yıllarda hızla artan bir şekilde değişiyor. Bu değişimde, özellikle kentsel, tarımsal, sanayi ve denizcilik faaliyetleri kaynaklı atıkların payı oldukça büyük. Bu atıklar içinde özellikle plastik çöpler artık dramatik düzeylere ulaşmış ve Akdeniz’i adeta bir plastik çorbasına dönüştürmüş vaziyette. Üstelik bu çorba olma durumu sadece plastik için geçerli değil. Süveyş Kanalı aracılığıyla Akdeniz kıyılarımızı adeta istila eden zehirli ve istilacı balık türleri de Akdeniz’i plastik çorbası olmanın yanında bir de zehirli balık çorbasına dönüştürdü. Özellikle balon ve aslan balıkları hem Akdeniz ekosistemi hem de halk sağlığı için ciddi bir tehdit.

Akdeniz için çanlar çalıyor

Çalıştayın dinleyicileri de dahil herkesin mevcut durumda özellikle Mersin kıyılarının hem zehirli istilacı balık türlerine hem de mikroplastik kirliliğine en yoğun şekilde maruz kalan kıyıların başında geldiğini tanıklıklarıyla birlikte anlatması ne kadar da yerinde bir çalıştay gerçekleştirildiğini ortaya koyuyordu. Özellikle bahar aylarıyla beraber başlayan mikroplastik akını ve deniz anası istilası ile yaz aylarında tüm kıyı şeridinde görülen müsilaj fenomeni Akdeniz için de çanların çalmakta olduğunu ortaya koyuyor. Tüm bu etmenler, hem kıyılarda yaşayan insanlar hem bu kıyıları kullanan hassas türler ve en nihayetinde de kent turizmini olumsuz etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir.

Çalıştayın bir diğer önemli başlığı da Akdeniz kıyı kentlerimizin sera gazı emisyonlarıydı. Çalıştayda Adana dışındaki diğer üç önemli şehir olan Antalya, Hatay ve Mersin’in sera gazı envanterlerini hazırlamış olmasının önemine de değinilerek tüm şehirlerin iklim eylem planlarını bilimsel bilgiye dayalı bir şekilde hayata geçirmesinin gerekliği de ayrıca vurgulandı.

Çalıştayın en önemli üç kelimesi balon balığı, tropikleşme ve mikroplastikti. Bu üç kelimenin birçok anlamda sıklıkla duyulduğunu hemen herkes belirtirken bunlara uyum ya da bunların giderilmesi konusundaki yaklaşımların sıkıntılı ve yetersiz olduğu da ayrıca belirtildi. Bunun yanında özellikle iklim krizi karşısında en kırılgan bölgenin Doğu Akdeniz kıyıları olması, bu bölgeye yapılacak tüm planlamaların özenle yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu kırılganlığın azaltılması için imar planları, arazi kullanımı, tarım arazilerinin yapılaşmaya açılması, orman yangınlarına ve tahribatına neden olan faaliyetler, su kaynaklarının tahribatı, atık ve atık su yönetimi kaynaklı çevresel problemler ile maden ve endüstriyel yatırımların tekrar gözden geçirilerek Akdeniz’in hassas ve kırılgan ekosisteminin dengeleri gözetilerek yeniden planlanması ve hatta iptal edilmesi de ortaklaşılan konuların başında geliyordu.

Çalıştayda ana hatlarıyla aşağıdaki sonuçlar çıktı diyebiliriz

  1. Akdeniz’e Süveyş Kanalı üzerinden sadece tek tek türler değil, bütün bir besin zinciri transfer olmaktadır. Dolayısıyla yabancı türlere yaklaşım buna göre planlanmalıdır.
  2. Akdeniz’i istila eden yabancı türlerle beraber değişen biyoçeşitliliğin üzerindeki aşırı avcılık baskısı da ciddi boyutlara ulaşmıştır.
  3. Akdeniz’e yerleşen yabancı türler artık geri çıkartılmayacak seviyededir. Dolayısıyla gerçekleştirilecek faaliyetlerin bu türlerin tekrar doğadan sökülebileceği iddiası ile değil adaptasyon temelli olması gerekmektedir.
  4. Yapay resif benzeri zararı yararından fazla olan işe yaramayan yaklaşımlar tek edilmelidir, çünkü yapay resifler yabancı istilacı türlerin daha fazla yerleşmesine fırsat sağlamaktadır.
  5. Zehirli ve istilacı türler için var olan bilgi kirliliğini uzman desteğiyle aşacak platformlar kurulmalı, kıyı bölgelerinde görev yapan sağlık çalışanlarının da zehirli deniz canlıları ile ilgili bilgi düzeylerinin arttırılması, olası ölümlü zehirlenme vakalarının engellenmesi açısından önemlidir.
  6. Akdeniz ekosisteminin sağlığı açısından oldukça önemli olan kıyısal alanların tahribatı önlenmeli ve bu alanları kullanan canlı türlerinin korunması önceliklendirilmelidir.
  7. Akdeniz’i en fazla plastikle kirleten Asi, Seyhan ve Ceyhan gibi nehirlerin plastik kirletici kaynaklardan etkin şekilde arındırılması sağlanmalıdır
  8. Özellikle tarımsal ve plastiğe dayalı sanayiden kaynaklı mikroplastik kirleticiler kaynağından önlenmeli ve arıtma tesis dahi bulunmayan geri dönüşüm işletmelerinin standartlara uygun hale getirilmesi gereklidir.
  9. Akdeniz kıyılarının da kirlenmesine neden olan plastik çöp ithalatı durdurulmalı ve rağbet görmeyen yerli atıkların değerlendirilmesi için ithalat yapan sektör yönlendirilmelidir
  10. Kentsel kaynaklı plastik kirliliğinin önlenmesi açısından plastik atık yönetim alt yapısı liyakatlice ve etkin bir şekilde kurulmalı özellikle tek kullanımlık plastiklerin sınırlandırılması, denizel plastik kirliliğinin önlenmesi açısından gereklidir.
  11. Atık su arıtma tesislerinin arıtma potansiyelinin arttırılması gerekmektedir
  12. Doğu Akdeniz iklim krizinden en fazla etkilenecek bölgelerden birisi olduğu için bu bölgedeki kentlerin bir an önce iklim eylem planlarını uygulamaya sokarak karbon-nötr kentler haline gelmeleri sağlanmalıdır.

Gezi Davası’ndan çıkan utanç kararına tepkiler sürüyor

Osman Kavala’ya  ağırlaştırılmış müebbet ve yedi kişiye 18’er yıl hapis cezası verilmesi hakkında açıklama yapan Uluslararası Af Örgütü, Gezi Parkı davasından çıkan kararı insan haklarına yıkıcı bir darbe olarak tanımladı.

Kararın ardından bir açıklama yayımlayan Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Ofisi Direktörü Nils Muižnieks şunları söyledi, “Bugün, olağanüstü boyutlarda bir adaletsizliğe tanık olduk. Bu karar yalnızca Osman Kavala’ya, aynı davada yargılanan diğer kişilere ve ailelerine değil, Türkiye’de ve tüm dünyada adalete ve insan hakları aktivizmine inanan herkese yönelik yıkıcı bir darbedir.

İlgili haber: Gezi Davası’nda karar: Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet, diğer sanıklara 18 yıl hapis
İlgili haber: Gezi kararlarına büyük tepki: Uykularınız huzur, bahçeleriniz bahar görmesin

“Mahkemenin kararı akla mantığa sığmıyor. Yargı yetkilileri, hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs gibi temelsiz suçlamaları destekleyecek herhangi bir kanıt sunmakta defalarca başarısız oldu. Bu haksız karar, Gezi Davası’nın yalnızca bağımsız sesleri susturma amacı taşıyan bir girişim olduğunu gösterdi” diyen Muižnieks sözlerini şöyle sonlandırdı:

Bu siyasi güdümlü maskaralık halihazırda Osman Kavala’nın sivil toplum aktivizmi nedeniyle dört buçuk yıldan uzun süredir devam eden keyfi tutukluluğuna sebep oldu. Bugün verilen aşırı sert mahkumiyet kararlarının temyiz sürecinde, Osman Kavala ve diğer kişilerin derhal serbest bırakılması için çağrı yapmaya devam ediyoruz.

 

Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılmasının vakti geldi

Avrupa Parlamentosu (AP) eski Türkiye raportörü Kati Piri, Gezi davasından çıkan karara ilişkin“Erdoğan ve onun mahkemeleri tarafından yapılan büyük adaletsizliğe karşı duyduğum öfke ve üzüntüyü anlatacak kelime yok” mesajını paylaştı.

Piri, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “AB ülkelerinin harekete geçmesinin ve Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nden atmasının vakti geldi” dedi.

ABD: Endişe duyuyoruz

Kararlarla ilgili açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price,  “Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygun olarak, Osman Kavala ve keyfi biçimde hapse atılan diğer tüm kişileri serbest bırakmaya çağırdı ve “Türkiye’de duruşma öncesi uzun gözaltı süreleri, aşırı geniş tanımlı terörle destek suçlamaları ve suç unsuru taşıyan hakaret davaları dahil olmak üzere sivil toplum, medya, siyaset ve iş dünyasından liderlere karşı devam eden yargısal tacizlerden ağır endişe duymayı sürdürüyoruz” dedi.

Türkiye halkı, insan haklarını ve temel özgürlüklerini cezalandırılma korkusu yaşamadan uygulayabilmeyi hak ediyor.

İfade, barışçı şekilde toplanma ve dernek kurma özgürlüğünü kullanma hakkı, Türkiye’nin anayasası, uluslararası hukuki sorumlulukları ve AGİT yükümlülüklerinde yer almaktadır.

Hükümeti, siyasi güdümlü davaları sona erdirmeye ve tüm Türk vatandaşlarının hak ve özgürlüklerine saygı göstermeye çağırıyoruz.

Sonuçları olacak

Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor ve AB-Türkiye Parlamento Delegasyonu Başkanı Sergey Lagodinsky ortak bir açıklama yayınladı.

Açıklamada şunlar kaydedildi:

“Türk yargısı bugün, Osman Kavala’yı hükümeti devirmeye teşebbüs ettiği iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum ederek tahminlerin en kötüsünü doğruladı. İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi‘nin bu üzücü kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nin kararlarını açıkça hor görüyor ve Avrupa Konseyi’nde devam eden ihlal prosedürleri bakımından da kesinlikle sonuçları olacaktır.

İlgili haber: Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, Kavala mütalaasını yayınladı: Türkiye AİHM’e sevk edilebilir
İlgili haber: Kavala: Gezi’nin dışardan yönetildiği iddiası, vatandaş iradesinin itibarsızlaştırılmaya çalışılmasıdır
İlgili haber: Yılları ve sınırları aşan hukuksuzluk: Kavala’nın hayatından çalınan dört buçuk yıl

 

Dünyadaki kömürlü termik santrallerin izinde: Yapım aşamasındakilerin kapasitesi azaldı

Global Energy Monitor‘ün bu yıl sekizincisini yayımladığı ‘‘Yükseliş ve Çöküş 2022: Kömürlü Termik Santrallerin Küresel Takibi’’ raporuna göre, yapımı süren ve planlanan kömürlü termik santral kapasitesi 2021’de yüzde 13 oranında azaldı.

Söz konusu azalma olumlu karşılansa da Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2030’da kadar kömür kullanımının 2019’a oranla yüzde 75 azaltılması gerektiğini ortaya koyan tavsiyesi için yeterli değil. İklim biliminin açıkça gösterdiği gibi önümüzdeki on yıl içinde kömürü azaltmak için daha hızlı hareket edilmesi gerekiyor.

Çin, Güney Kore ve Japonya, ülke dışındaki kömürlü termik santral projelerine finans sağlamama sözü verdi; bu önemli bir adım olarak değerlendirildi. Ancak Çin’in dünyanın geri kalanının toplamından daha fazla termik santral projesi devreye alarak küresel çabayı gölgelediği belirtiliyor.

Türkiye’de ‘kılçıksız yatırım modeli’

2010’dan beri toplam 87 GW’lık kömürlü termik santral planı iptal edilen Türkiye’de kömür santrali proje stoku küçülmeye devam etti. 2021’de de 10,6 GW’lık kömürlü termik santral planı iptal edildi. Türkiye’de inşaatı devam eden ve devreye alınan santrallerin uluslararası finansman alan santraller olduğu düşünüldüğünde, Çin ve G20 ülkelerinin yeni kömür santrali finansmanını durdurma taahhütleri, Türkiye’de yeni projelerin finansman bulmasını zorlaştıracak.

Rapora göre; kamu idaresinin desteğine rağmen, elektrik lisansı olan kömür santrali projeleri bile iptal oluyor. Özellikle Çayırhan B santralinin iptal edilmesi ayrı bir önem taşıyor, zira bu santral Enerji Bakanlığı’nın “kılçıksız yatırım” modelinin, yani kömürlü termik santrallerin tüm gerekli yasal izinler Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından alındıktan sonra yatırıma hazır bir şekilde ihaleye açılması modelinin ilk projesiydi.

Raporun öne çıkan bulguları şöyle:

  • Kapanma tarihi belirlenen kömür santrali sayısı 2021’de bir önceki yıla göre neredeyse iki misli artarak 750’ye çıktı (550 GW).
  • Yapım ve planlama aşamasındaki toplam kömürlü termik santral kapasitesi, 2015’ten beri ilk defa 2020’de artmıştı, 2021’de ise yüzde 13 oranında azalarak 525 GW’tan 457 GW’a düştü.
  • Covid-19 sonrası toparlanma yılı olan 2021’de dünyada 45 GW kömürlü termik santral kapasitesi işletmeye alındı, 26,8 GW emekli edildi, böylelikle küresel kömürlü termik santral filosunda 18,2 GW’lik net bir büyüme yaşandı.
  • Yeni işletmeye alınan 45 GW’lık santralin yarısından fazlası (yüzde 56) Çin’deydi. Çin hariç tutulursa küresel kömür filosu, art arda dördüncü yılda da küçülmeye devam etti.
  • ABD’de 2019’da 16,1 GW, 2020’de 11,6 GW kapasite kapatılırken, 2021’de bu miktar tahmini 6,4 GW ila 9 GW arasında oldu. ABD’nin ulusal iklim ve enerji hedeflerini tutturması için kömürden çıkışını hızlandırması gerekiyor.
  • 27 Avrupa Birliği ülkesi 2021’de rekor düzeyde termik santral kapattı. AB içinde termik santral kapatma konusunda öncü ülkeler Almanya (5,8 GW), İspanya (1,7 GW) ve Portekiz (1,9 GW) oldu. Portekiz, son kömürlü termik santralini hedeflediği 2030’dan dokuz yıl önce, Kasım 2021’de kapatarak kömürsüz ülkelerden oldu.
  • Kömüre dayalı elektrik üretiminde ise Covid-19 pandemisinin başladığı 2020’deki yüzde dört düşüşün ardından, 2021’de yüzde dokuzluk rekor bir artış yaşandı.

Ekosfer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Barış Eceçelik Avrupa’da kömürlü termik santrallarını kapatmak için tarih belirlemeyen dört ülkeden birinin Türkiye olduğunu hatırlatarak “Türkiye’nin kömür santrallarından tamamen kurtulacağı günü bir an önce ilan etmesi, sadece iklim, sağlık ve çevre için değil ekonomi için de büyük önem taşıyor. Artan kömür fiyatları, dış finansman seçeneklerinin kaybolması ve kömürden daha ucuza elektrik üreten yenilenebilir enerji kaynakları kömürden vazgeçme kararını destekliyor” dedi.

Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe) Türkiye İklim ve Enerji Politikaları Koordinatörü Özlem Katısöz ise “Türkiye’de yeni kömürlü termik santrallere ne özel sektör ilgisi ne de halk desteği var. Var olan kömür kapasitesi teşviklerle ve karbon maliyetini ödemediği için ayakta kalabiliyor. İklim ve enerji alanındaki karar vericiler, küresel iklim eylemine paralel, akılcı ve sorumlu bir adım atmak istiyorsa COP27’ye kadar ‘yeni kömür santrali inşa etmeme’ kararı açıklamalı ve ‘kömürden çıkış’ için bir tarihi belirlemeli” şeklinde konuştu.

Kömürün Ötesinde Avrupa (Europe Beyond Coal) Kampanyacısı Duygu Kutluay ise şu ifadeleri kullanıldı:

“Dünya kömürü geride bırakıp yenilenebilir enerjiye geçişin faydalarından yararlanmaya başlamışken, Türkiye’nin kömür sektörünü ayakta tutmak için kamu kaynaklarını israf etmekten bir an önce vazgeçmesi, kömürden çıkışı planlaması lazım. Son raporumuza göre, kömüre verilen kamu desteklerinin sonlandırılması ve kirletme bedelinin santrallere yüklenmesi durumunda Türkiye’de de en geç 2030 yılına kadar kömürü elektrik üretiminden çıkarmak mümkün.”

Çernobil’in yıldönümünde: Nükleer enerjinin elektrik üretimindeki payı düşüyor

Ekosfer Derneği, Çernobil nükleer kazasının 36. yıldönümünde nükleer enerjinin Türkiye ve dünyadaki durumunu değerlendiren bir rapor yayımladı. “Nükleer Enerji ve Türkiye – 2022” başlıklı rapora göre, küresel elektrik üretiminde nükleer enerjinin payı düşmeye devam ediyor. 

Veriler, nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payının 1996’daki yüzde 17,6’dan 2021’de yüzde 10,06’ya gerilediğini gösteriyor.

Avrupa ve Almanya son nükleer reaktörlerini kapatmaya hazırlanırken, yeni nükleer santral inşaatlarında ise Çin başı çekiyor. Türkiye’de ise kamuoyu araştırmaları, nükleer enerjinin en çok istenmeyen elektrik üretim biçimi olduğunu gösteriyor. Her dört kişiden üçü, yaşadığı yerde nükleer santral istemediğini söylüyor.

Dünyada yapımı süren 52 reaktörden 19’u gecikmiş durumda. Yeni reaktör yapan ülkeler içinde Çin 16 reaktörle öne çıkarken Almanya, yıl sonunda kalan üç nükleer reaktörünü de kapatarak, nükleersiz ülkeler safhına katılmaya hazırlanıyor. Böylece dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi yoluna nükleersiz devam edecek. G7 içinde nükleerden vazgeçmiş ülke sayısı da ikiye (İtalya ve Almanya) çıkacak.

Nükleer reaktörlerin ilk yatırım maliyetlerinin yüksek olması sebebiyle hatırı sayılır finansman ihtiyacı, belirlenen zaman içerisinde elektrik satmaya başlayamadıklarında finansal sorunları da beraberinde getiriyor.

Yapımın gecikmesi, işletmeci firmalar veya devletler için ciddi bir sorun yaratıyor. Santralların gecikme nedenini sadece Japonya’daki gibi kazalara bağlayamayız.

Politik kararlar, santralla ilgili teknik hatalar, finansman sıkıntısı gibi nedenler de santral inşaatlarında gecikmeye neden olabiliyor.

İlgili haber: Almanya 2035’e kadar yüzde yüz yenilenebilir enerjiye geçme yasasını hazırladı

Çernobil’in ardından

1986 yılında meydana gelen Çernobil kazasından bu yana çekirdek erimesinin meydana geldiği dört numaralı reaktörü merkez alan 30 kilometre yarı çapında bir alana giriş izne bağlı, Santral ve bölgede çalışanlarla günübirlik ziyaret edenler belli koşullarda bu bölgeye girebiliyor. Aradan geçen 36 yıla rağmen yasak alana ve civarındaki radyoaktif kirliliğinin yüksek olduğu yerlerde yerleşime izin verilmiyor. Yasak alana dönen az sayıda kişi olsa da çocukların yerleşmesi yasak.

Çernobil’den en çok etkilenen ülkeler kuşkusuz Belarus, Ukrayna ve Rusya. Kazadan hemen sonra, Belarus tarım alanlarının yüzde 22’sinden, orman alanlarının ise yüzde 21’inden mahrum kaldı. Santrala bugün ev sahipliği yapan Ukrayna’da ise 53 bin 500 kilometrekarelik bir alan kirlendi.

Rusya’da ise radyoaktif kirliliğe maruz kalan alanın 17 milyon kilometrekarelik ülkenin yüzde 1,5’ine denk düştüğü belirtiliyor. 45 bini santralın yakınındaki Pripyat kenti olmak üzere yaklaşık 350 bin kişi bölgeden tahliye edildi.

Ukrayna’daki Pripyat, yakınındaki Çernobil Nükleer Güç Santralinin 1986’da patlamasından sonra bir hayalet kasabaya dönüştü.

Çernobil kazası nedeniyle kaç kişinin hayatını kaybettiği, yerinden edilen nüfusun çok olması, Sovyetler Birliği’nin dağılması gibi nedenlerden dolayı tam olarak bilinemiyor. Ancak, bu konuda yapılmış detaylı bilimsel hesaplamalar var:

Çalışmalarından dolayı Nobel ödülü almış, Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Uluslararası Hekimler Birliği (IPPNW), kazanın etkilerini azaltmak için çalışmalara katılan 830 bin tasfiye memurundan 112 ile 125 bininin 2005 yılına kadar hayatını kaybettiğini düşünüyor.

IPPNW, Çernobil sonucu bebek ölümlerinin de 5 bin civarında olduğunu tahmin ediyor ve sadece Belarus’ta kaza sonrası 12 bin kişide tiroid kanseri görüldüğüne dikkat çekiyor.

BM Atomik Radyasyonun Etkileri Bilimsel Komitesi’ne (UNSCEAR) göre Çernobil bölgesinde 12 bin ile 83 bin arası çocuk konjenital deformitelerle doğdu, dünya çapında da Çernobil bağlantılı genetik hasarlı çocuk sayısı 30 ile 207 bin arasındadır. Toplam beklenen hasarın sadece yüzde 10’u ilk nesilde görülebilmektedir.

Alınan ek radyasyonun, sınır değerlerin altında kalsa bile kanser riskini artırabileceğini söyleyen Endişeli Bilim İnsanları’na (UCS-Union of Concerned Scientist) göre ise Çernobil nükleer kazası kaynaklı ölü sayısı 27 ile 53 bin (Yüzde 95 güvenilirlikle 27 bin ile 108 bin arası kanser vakası ve 12 bin ile 57 bin arası ölüm) arasında. Bu rakama tiroid kanseri kaynaklı ölümler dahil değil.

Akkuyu’da inşaat sürüyor

Raporun Türkiye bölümünde yapımı süren Akkuyu Nükleer Santrali’ndeki son durum ele alınıyor. Santralin dördüncü reaktörü için inşaat lisansı alınan projede son bir yılda artan kazalar ve işçilerin protestoları dikkat çekiyor.

Rusya’ya uygulanan ekonomik ambargonun Akkuyu’yu etkileyip etkilemeyeceği henüz net değilken, Akkuyu’da 15 yıl boyunca Rusya’ya ödenecek ve 32 milyar doları geçecek alım garantisinin ‘yap-işlet-devret’ projelerine benzerliği dikkat çekiyor.

Akkuyu’da yapımı süren nükleer santral projesinin tüm hissedarları Rusya
Federasyonu’na bağlı şirketlerdir. Akkuyu Nükleer A.Ş. adıyla kurulan şirketin hisselerinin sadece yüzde 49’unun başka şirketlere satılabileceği, Rus yetkili kuruluşlarının Akkuyu Nükleer A.Ş.’deki toplam paylarının hiçbir zaman yüzde 51’den az olamayacağı uluslararası anlaşmanın 5. maddesinin dördüncü fıkrasında67 da yazılı.

Rus tarafı 60 yıl çalıştırılması planlanan santralda her zaman çoğunluk hisseye sahip olacak. Halihazırda da hisselerin tümü Rusya Federasyonu’ndan yetkili kuruluşların elindedir, yüzde 99,2’si de Rosatom Devlet Kuruluşu’na aittir.

Projeyi yürütecek şirketler çekildi ama ÇED süreci devam ediyor

Raporda tüm yabancı firmaların çekildiği Sinop İnceburun’daki projesinde ise tartışmalı ÇED raporu ile çevre düzeni planlarına karşı açılan davaların son durumu hakkında bilgi veriliyor.

Japon ve Fransız firmalar maliyet artışını gerekçe göstererek alım garantisinde artışa gidilmesini istemiş, talep kabul edilmeyince de projeden çekilmişlerdi.Ortada projeyi yürütecek bir şirket kalmamasına rağmen Türkiye hükümeti tartışmalı ÇED sürecini devam ettiriyor. Santralın ÇED Başvuru Dosyası, vergi cenneti olarak bilinen Jersey Kanal Adaları’nda kurulan EUAS International ICC Merkezi Jersey Adaları Türkiye Merkez Şubesi tarafından yapıldı. Bu da vergi kaçırma ve Sayıştay denetiminden kaçma çabası şeklinde yorumlanmıştı.

15 kişilik bilirkişi heyetinin hazırladığı raporda, ÇED dosyasının eksiklikler içerdiğine, “Türk Devleti’nin nükleer atıklara ilişkin bir çözüm üretemediğine” dikkat çekildi. Bilirkişiler yer seçiminin hatalı olduğunu, herhangi bir kaza durumunda da tahliye işlemenin çok zor olduğunu belirtti.

Bu rapora rağmen Sinop Nükleer Santralı Çevresel Etki Değerlendirme Raporu’na verilen olumlu karara karşı açılan dava 8 Nisan 2022 tarihinde Samsun İdare Mahkemeleri tarafından reddedildi.

İlgili haber: Sinop Nükleer Santrali’nin ÇED davası Danıştay’a taşındı

Ekosfer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Özgür Gürbüz, Nükleer Enerji ve Türkiye raporunu hem bilgi kirliliğini önlemek hem de Türkiye’deki nükleer enerji tartışmalarını güncel verilerle yapılmasını sağlamak için hazırladıklarını söylüyor.

Gürbüz, nükleer enerjinin dünyadaki durumunu, “Nükleer enerjinin Çernobil ve Fukuşima kazaları ile artan maliyetler nedeniyle elektrik üreten diğer kaynaklara kıyasla şansı azaldı” dedi ve şöyle devam etti:

“Nükleer endüstri bu yüzden de iklim krizini fırsata çevirmek ve en azından küçülmeyi durdurmak istiyor. Buna rağmen, iklim krizinin sıkça gündem olduğu Amerika ve Avrupa’da ciddi bir inşaat hareketi görülmüyor. Yeni inşaatlar yaşlanan filoyu yenilemeye bile yetecek düzeyde değil. Orta Doğu’da sınırlı bir faaliyet var. Dünyada düzenli nükleer santral yapan tek ülke Çin, orada da nükleer rüzgar ve güneşin gerisinde kalıyor.”

Gürbüz, Türkiye’de ise nükleer enerjinin güneş ve rüzgara göre çok pahalı olduğuna dikkat çekiyor:

Son ihalelerde oluşan fiyatlara bakarsak, güneş santrallarının aynı elektriği nükleere göre 10 kat daha ucuza üretir hale geldiğini görüyoruz. Rusya’ya verilen alım garantisinin büyüklüğü de düşünülürse, Akkuyu projesi durdurulmazsa bütçede büyük bir delik açacak.

 

 

Kafessiz Türkiye’den tatil karnesi raporu: Otel zincirlerine hapsolan hayvanlar

Yumurtası için hınca hınç dolu kafeslere hapsedilen tavukları kafeslerden kurtarmak amacını taşıyan Kafessiz Türkiye’nin, ülkedeki en büyük otel zincirlerinin hayvan refahı politikaları üzerine hazırladığı Tatil Karnesi isimli raporun tanıtımı İstanbul’da gerçekleştirildi.

Gazetecilerin ve dernek temsilcilerinin katıldığı lansmanda Tatil Karnesi raporunu anlatan Kafessiz Türkiye Kampanya Direktörü Emre Kaplan, “Hepimiz bize otellerde, restoranlarda, marketlerde servis edilen ürünlerin ne şekillerde üretildiğini bilmek istiyoruz ve bunu bilmeye hakkımız var” dedi.

Burada Tatil Karnesi raporunun devreye girdiğini ve insanları bilmek istediği somut gerçeklerle buluşturduğunu belirten Kaplan, “Biz firmalara soru soruyoruz. Hesap soruyoruz. Bunlardan aldığımız cevapları bir yerde dökümlüyoruz ve insanların önüne sunuyoruz. Böylelikle insanlar merak ettikleri ve tüketim tercihlerini çok fazla etkileyebilecek bilgileri elde etme şansı buluyor” ifadelerine yer verdi.

Beş yıldızlı otellerin vaatlerine bakıldığında “ayrıcalıklı”, “büyüleyici”, “gurme lezzetler”, “seçkin menüler”, “kusursuz” gibi şaşaalı ifadelerin yer aldığını ancak bu sıfatları kullanmanın bedava olduğunu ifade eden Kaplan, şöyle devam etti:

“Bugün hâlâ geceliği bin liradan fazla olan bazı otel zincirlerinin kafeslerde yetiştirilen tavuklardan elde edilen üç numaralı yumurta kullandığını görüyoruz. Bazı otellerde, beş yıldızlı suitlerde kahvaltı yaptığınız zaman bu yumurtalar kafeslerde eziyet çeken tavuklardan geliyor ve burada inanılmaz bir çelişki var.”

‘Eziyetsiz bir dünya mümkün’

Kaplan, artık otelcilik sektöründe bilhassa hayvan refahında yeni bir çağ başladığının altını çizerek sözlerini sürdürdü:

“Türkiye’nin en büyük 12 otel zincirinden hangilerinin kafes yumurtasını kullanmayı bırakacağına yönelik taahhütleri var, hangileri ise bu konuda herhangi bir adım atmaktan çekindi? Bunları tatilkarnesi.com sitesinde görebiliyoruz ve bu sayede insanlar aslında açık büfelerde kendilerine ne servis ediliyor, yüksek paralar ödedikleri ürünler gerçekten kaliteli mi? sorularına en sonunda yanıt bulabilecekler”

“Kafessiz Türkiye olarak amacımız acıyı ve sevinci hissedebilen ve evladı için endişelenebilen her canlının eziyetsiz bir yaşam yaşayabilmesi” diyen Kaplan, bunun mümkün olduğunu ve böyle bir eziyetin olmadığı dünyanın kurulabileceğine inandıklarını belirtti.

Tüketicilerin yüzde 82’si tavukların endüstriyel kafes sisteminde yetiştirilmesini doğru bulmuyor

Tatil Karnesi’nin yayınlandığı internet sitesinde kamuoyuna açılan rapor, hangi otellerin endüstriyel kafeslerden gelen yumurtaları mutfaklarından çıkarmayı taahhüt ettiğini ortaya koyuyor.

Otel ve konaklama sektörü, yumurta tüketiminin en fazla olduğu alanlardan biri. Rapora göre ülkede kafes yumurtasını terk etme üzerine en büyük ilerleme kaydeden sektör de otelcilik sektörü.

Tatil Karnesi’nin Türkiye’deki otellerin yumurta tercihlerinin takibini sağlayan ilk belge olma özelliğini taşıdığı belirtilirken raporda tüketicilerin de hayvanların refah şartlarının iyileştirilmesini talep ettiğine yer veriliyor. KONDA’nın Ocak 2021’de yaptığı araştırmada tüketicilerin yüzde 82’si tavukların endüstriyel kafes sisteminde yetiştirilmesini doğru bulmadığını ortaya koyuyor.

‘Eziyetin boyutu çok büyük’

Kafes tavukçuluğu, endüstriyel hayvancılık uygulamaları arasında hayvanlara en çok eziyet eden yetiştirme yöntemi. Rapora göre; Türkiye’de 120 milyon tavuk var ve 100 milyon kadar tavuk, yumurta endüstrisinin kârlılığını artırmak için bir A4 kağıdından daha küçük bir alana hapsedilerek ömrünü güneş görmeden geçiriyor.

Kafessiz sisteme geçiş

Raporda, Türkiye’deki en büyük 12 otel zincirinden sekizinin kafes yumurtasını tedarik zincirlerinden çıkarmak üzere taahhüt yayınladıkları belirtiliyor. Bu taahhütlerle birlikte kafessiz sisteme geçişte en büyük ilerlemenin otelcilik ve konaklama sektöründe olduğu görülüyor.

Otellerin kafessiz sistem taahhütleri

Oteller, taahhüt verdikleri zaman, belli bir tarihten itibaren operasyonlarında kullandıkları tüm yumurtaları kafessiz sistemden tedarik edeceklerini halka açık bir şekilde beyan etmiş oluyorlar.

Vatandaşlar, tatilkarnesi.com’dan taahhüt veren otellere ulaşabildikleri gibi henüz taahhüt yayımlamamış olan otelleri de görebiliyor ve tüm otellerin kafes eziyetine son vermesini sağlamak için imza kampanyasına katılabiliyorlar.

Bayramda köprü, otoyol, toplu taşıma ücretsiz: ‘Yap-işlet-devret’ler hariç

Resmi Gazete‘de Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla yayımlanan karara göre, Ramazan Bayramı tatili sebebiyle 30 Mayıs saat 00.00’dan 5 Mayıs saat 07.00’ye kadar, Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) sorumluluğu altında bulunan otoyollar ile 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nden geçişler ücretsiz olacak.

Ücretsiz geçişler, köprülerin ve otoyolların büyük kısmını kapsayan ‘yap-işlet-devret’ modeliyle yapılan projelerde geçerli değil. Buna göre, Yavuz Sultan Selim Köprüsü (3. Köprü), Kuzey Marmara Otoyolu , Avrasya Tüneli, Osmangazi Köprüsü, Menemen Aliağa Çandarlı Otoyolu, ve Ankara – Niğde Otoyolu’ndan geçişler yine ücretli olacak.

Karara göre, 2 Mayıs saat 00.00’dan 4 Mayıs saat 24.00’e kadar Başkentray, Marmaray ve İZBAN seferleri de ücretsiz olacak; ücretsiz toplu taşıma  1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde ise normal tarife uygulanacak.