Ana Sayfa Blog Sayfa 908

İngiltere’de ‘yakıt yoksulluğu’ alarmı

İngiltere‘nin en büyük enerji şirketlerinden E.On, abonelerinin yüzde 40’ının önümüzdeki ekim ayına kadar kadar “yakıt yoksulluğuyla karşı karşıya kalacağı” uyarısında bulunarak, hükümetten, zor durumdaki ailelere destek olmasını istedi.

BBC‘ye konuşan E.On İngiltere’nin CEO’su Michael Lewis, enerji fiyatlarının “görülmemiş derecede” yükseldiğini, giderek artan sayıda abonenin faturalarını ödemekte zorlandığını söyledi.

Şirketin 3,8 milyon abonesi bulunuyor.

“Enerji sektöründe geçirdiğim 30 yıl içinde bu kadar büyük bir fiyat artışı görmedim” diyen Lewis, hükümetin kış öncesi duruma müdahale etmesi gerektiğini belirtti.

Gelirin yüzde 10’u faturaya gidiyorsa…

Bir ailenin gelirlerinin yüzde 10 ya da daha fazlasının elektrik ve gaz faturalarına gitmesi “yakıt yoksulluğu” olarak tanımlanıyor. 

İngiltere’de elektrik ve gaz faturalarında tavan fiyat uygulaması bulunuyor. Düzenleyici kurum Ofgem, tedarikçi şirketlerin abonelerden birim başına talep edebileceği azami ücreti yılda iki kez değiştiriyor.

Nisan’da bu tavan yüzde 54 oranında yükseltilmişti. Bu kararla hanelerin yıllık enerji harcaması ortalama 700 sterlin (yaklaşık 880 dolar) artarak 2 bin sterlin (yaklaşık 2 bin 500 dolar) seviyesine gelmişti.

Ekim ayında yapılacak ikinci düzenlemede elektrik ve gaza önemli oranda yeni bir zam yapılması bekleniyor.

İngiltere’de enflasyon yıllık yüzde 9’la son 40 yılın en yüksek seviyesine çıkmış durumda. Enflasyondaki bu tırmanış, büyük ölçüde enerji fiyatlarındaki artıştan kaynaklanıyor. Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgali sonrası petrol ve gaz fiyatları küresel çapta artmıştı.

Ülkede muhalefet, enerji fiyatlarının artmasıyla kârlarını katlayan enerji devlerine bir defaya mahsus olmak üzere vergi konulmasını istiyor. Hükümet ise enerji şirketlerinin yatırımlarını baltalayacağı gerekçesiyle şimdiye kadar bu çağrılara olumlu yanıt vermedi.

Shell, bu yılın ilk üç ayında 7 milyar sterlin, BP de 5 milyar sterlin kâr açıklamıştı. Bu, son 10 yıldaki en yüksek kâr oranı.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/shell-guvenlik-danismanindan-acik-mektupla-istifa-petrol-ve-gazi-azaltmiyor-aksine-fazlasini-cikarmayi-planliyorlar/

Öldüren eşitsizlik: Her bir yeni milyardere karşılık bir milyon insan aşırı yoksulluğa düşüyor

Uluslararası insani yardım kuruluşu Oxfam‘ın bugün “Acıdan kazanç sağlamak (Profiting from pain)” ismiyle yayımladığı yeni rapor, Rusya‘nın Ukrayna‘ya açtığı savaştan etkilenen gıda ve enerji maliyetlerinin ve pandeminin devam eden etkilerinin küresel eşitsizliği derinleştirerek bu yıl 263 milyon kişiyi daha aşırı yoksulluğa düşürebileceğini gösterdi.

Temel ihtiyaç maddelerinin maliyetinin on yıllardır olduğundan çok daha hızlı arttığını kaydeden rapora göre, gıda ve enerji sektörlerindeki milyarderler, servetlerini iki günde bir 1 milyar dolar artırıyor.

Öte yandan pandemi sırasında her 30 saatte bir yeni bir milyarderin ortaya çıktığı dünyada, bu her yeni milyardere karşılık yaklaşık bir milyon insan 2022’de neredeyse aynı oranda aşırı yoksulluğa düşecek.

Davos’takiler için bir lütuf

Oxfam International‘ın İcra Direktörü Gabriela Bucher, “Aşırı yoksullukla ilgili onlarca yıllık ilerleme şimdi tersine çevriliyor ve milyonlarca insan sadece hayatta kalmanın maliyetindeki imkansız artışlarla karşı karşıya” dedi ve ekledi:

“Aynı anda milyarderler, servetlerindeki inanılmaz artışı kutlamak için Davos‘a geliyorlar. Pandeminin ardından şimdi de gıda ve enerji fiyatlarındaki keskin artışlar, basitçe söylemek gerekirse, onlar için bir lütuf oldu.”

Oxfam raporunun pandemi dönemine dair ortaya koyduğu çarpıcı bulgulardan bazıları şöyle:

  • Milyarderlerin serveti, pandeminin ilk 24 ayında, 23 yılın toplamından daha fazla arttı.
  • Dünya milyarderlerinin toplam serveti artık küresel gayri safi milli hasılanın (GSYİH) yüzde 13,9’una eşdeğer. Bu, 2000 yılından bu yana üç kattan (yüzde 4,4’ten) fazla bir artış.
  • 2022’de 263 milyon daha fazla insanın aşırı yoksulluğa düşmesi bekleniyor.

İşçilerin daha az ücretle, daha kötü koşullarda ve daha çok çalıştığını kaydeden Bucher,  sistemi onlarca yıldır cezasızlıkla donatan süper zenginlerin, şimdi bunun faydasını gördüğünü söylüyor:

Hükümetlerin suç ortaklığıyla dünya servetinin şok edici bir miktarını ele geçirenler düzenlemeleri ve işçi haklarını harap ederken, nakitlerini vergi cennetlerinde saklıyor.

Bu arada milyonlarca insan öğün atlıyor, gazı kapatıyor, faturaları ödeyemiyor ve hayatta kalmak için bundan sonra ne yapacağını düşünüyor. Doğu Afrika‘da muhtemelen her dakika bir kişi açlıktan ölüyor.

Bu grotesk eşitsizlik, bizi insanlık olarak bir arada tutan bağları kırıyor. Bölücü, aşındırıcı ve tehlikeli ve kelimenin tam anlamıyla öldüren bir eşitsizlik.

10 kişi, üç milyar insanın toplamından daha zengin

Bugün, 2020’dekinden 573 fazla olan 2 bin 668 milyarder, 3.78 trilyon dolarlık bir artışla 12,7 trilyon dolara sahip.

Buna göre, ekonomik sıralamada en alt kısımdaki yüzde 50’den biri, en üstteki yüzde 1’deki bir kişinin bir yılda kazandığını kazanmak için 112 yıl çalışmak zorunda.

Dünyanın en zengin on insanı, en alttaki yüzde 40’lık kısımdan, yani 3,1 milyar insandan daha fazla servete sahip.

En zengin 20 milyarder, Sahra Altı Afrika‘nın tüm milli servetinden daha fazlasına sahip.

Yoksul ülkeler gıdaya iki kat fazla harcıyor

Yoksul ülkelerdeki insanlar, zengin ülkelerdekilere göre gelirlerinin iki katından fazlasını gıdaya harcıyor.

Küresel gıda fiyatları geçtiğimiz yıl  yüzde 33,6 oranında arttı ve önümüzdeki yıl içinde yüzde 23 oranında artması bekleniyor.

Öte yandan tarım sektöründe yer alan milyarderlerin  servet artışı son iki yılda 382 milyar dolar yani yüzde 45 arttı ve  şu anda dünyada 62 yeni gıda milyarderi var.

Tekeller iki günde bir 1 milyar dolar kar etti

Rapora göre, tekelleşmenin özellikle yaygın olduğu enerji, gıda ve ilaç sektörlerindeki şirketler, ücretler neredeyse hiç değişmemişken ve işçiler pandeminin ortasında onlarca yılın en yüksek fiyatlarıyla mücadele ederken bile rekor düzeyde yüksek karlar elde etti:

  • Gıda ve enerji milyarderlerinin serveti son iki yılda 453 milyar dolar arttı– bu neredeyse  her iki günde 1 milyar dolar artışa eşdeğer.
  • Diğer üç şirketle birlikte Cargill ailesi, küresel tarım pazarının yüzde 70’ini kontrol ediyor.
  • Geçen yıl Cargill, tarihinin en büyük kârını elde etti (net 5 milyar dolar) ve şirketin 2022’de rekor kârını tekrar aşması bekleniyor.
  • Sadece Cargill ailesinde pandemi öncesinde sekiz olan milyarder sayısı 12’ye yükseldi.

Karbon yayıcılar kar ederken Afrika kıtlıkla boğuşuyor

Geçen yıl boyunca, enerji sektörü genelinde kâr yüzde 45 arttı,
marjlar yükseldi ve sektördeki kazanç artışı, diğer tüm sektörlerinkinden çok daha fazla oldu. Petrol, gaz ve kömür sektöründeki milyarderleri son iki yılda reel olarak yüzde 24 yani 53,3 milyar dolar arttı.

En büyük enerji şirketlerinden beşi BP, Shell, TotalEnergies, Exxon ve Chevron, her saniye 2 bin 600 dolar kâr ediyor.

Financial Times‘a göre BP, Mayıs 2022’de on yıldan fazla bir süre içinde en yüksek üç aylık kârını bildirirken Shell de rekor kâr açıkladı.

Petrol ve gaz şirketlerinin sıklıkla inkar ettiği iklim değişikliğinin etkisi ve kuraklıkla karşı karşıya olan Doğu Afrika‘da ise insani kriz ve kıtlık büyüyor: 28 milyon insan şiddetli açlık riskiyle karşı karşıya.

Kadınlar ve siyahlar için daha yıkıcı

Rapora göre Sri Lanka‘dan Sudan‘a, rekor düzeyde yüksek küresel gıda fiyatları, sosyal ve politik kaosu da tetikliyor. Düşük gelirli ülkelerin yüzde 60’ı borç sıkıntısının eşiğinde. Enflasyon her yerde yükselirken, fiyat artışları özellikle sağlık ve geçim kaynakları COVID-19’a karşı zaten en savunmasız durumda olan düşük ücretli işçiler; özellikle kadınlar, ırkçılığa uğrayan ve marjinalleştirilmiş insanlar için yıkıcı.

Bakım görevlerinden kaynaklanan yüksek kayıt dışılık ve aşırı yük, Latin Amerika ve Karayipler’de dört milyon kadını işgücünün dışında tutarken, ABD‘de çalışan ve beyaz olmayan kadınların yarısı, saatte 15 dolardan az kazanıyor.

Milyarderler vergilendirilecek mi?

“Aşırı zenginler ve güçlüler, acı ve ıstıraptan çıkar sağlıyorlar” diyen Bucher bunu “akıl almaz” olarak niteliyor:

“Bazıları milyarlarca insanın aşılara erişimini engelleyerek zenginleşti, bazıları ise artan gıda ve enerji fiyatlarını sömürerek. Artan zenginlik ve artan yoksulluk aynı madalyonun iki yüzü, ekonomik sistemimizin tam olarak zengin ve güçlülerin tasarladığı şekilde işlediğinin kanıtı.

Salgının başlamasından  iki yıldan fazla bir süre sonra, tahmini 20 milyondan fazla ölüm ve yaygın bir  ekonomik yıkımdan sonra Davos’taki hükümet liderleri, bir seçimle karşı karşıya: Ekonomilerini yağmalayan milyarder sınıfının vekilleri olarak büyük çoğunluklarının çıkarları doğrultusunda hareket etmek veya cesur adımlar atmak. Her şeyden önce bir sağduyu ölçütü bunu test edecek: Hükümetler sonunda milyarderleri vergilendirecek mi?”

Oxfam’ın hükümetlere tavsiyeleri ise şöyle:

  • Milyarderlerin ‘pandemik beklenmedik’ kârlarına bir defaya mahsus dayanışma vergileri getirin ve bunu artan gıda ve enerji maliyetleriyle pandemiden adil ve sürdürülebilir bir iyileşme yaşayamayan insanlara destek sağlamak için kullanın.
  • Tüm sektörlerde büyük şirketlerin beklenmedik kârlarını yakalamak için, yüzde 90’lık geçici bir “fazla kâr vergisi” getirerek kriz vurgunculuğuna son verin. (Oxfam, yalnızca 32 süper kârlı çok uluslu şirkete uygulansa bile böyle bir verginin, 2020’de 104 milyar dolar gelir elde edebileceğini tahmin ediyor.)
  • Aşırı zenginlik ve tekel gücünü dizginlemek için kalıcı servet vergilerinin yanı sıra süper zenginlerin aşırı büyük karbon emisyonlarını vergilendirmeyi de uygulamaya koyun.
  • Milyonerler için sadece yüzde 2’den ve milyarderler için yüzde 5’ten başlayan yıllık bir servet vergisi, yılda 2,52 trilyon dolar üretebilir. Bu da 2,3 milyar insanı yoksulluktan kurtarmaya, dünya için yeterli aşı üretmeye ve düşük ve düşük orta gelirli ülkelerde yaşayan herkes için evrensel sağlık ve sosyal koruma sağlamaya yeter.

SIPRİ Raporu: Liderler yükselen iklim ve çevre krizi ile milliyetçilik risklerine hazır değil

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) son raporuna göre, dünya liderleri, derin iklim/çevre ve güvenlik krizleri bir araya gelip yoğunlaşırken, barışa yönelik karmaşık ve genellikle öngörülemeyen risklerin olduğu yeni bir döneme hazır değil. Barış Ortamı: Yeni Bir Risk Çağında Güvenlik”başlıklı raporda, iklim değişikliğinin sonuçlarının yarattığı krizler ve giderek popülistleşen siyasi ortamın güvenlik açısından “zehirli” bir karışım oluşturduğuna dikkat çeken araştırmacılar politika yapıcılara bu değişken geleceği yönlendirmek için ilkeler ve öneriler de sunuyor.

AB Komisyonu’nun çevreden sorumlu üyesi Margot Wallström, roporun önsözünde “Bu, çok zehirli, derin etkileri olan ve tehlikeli bir karışım” ifadeleriyle gücü elinde bulunduran kurumların çözümler bulmada çok yavaş kaldığını vurguluyor.

Rapor, artan güvenlik krizinin canlı bir resmini çiziyor. Örneğin, 2010 ve 2020 yılları arasında devlet temelli silahlı çatışmaların sayısının ve çatışmalarda ölenlerin sayısının kabaca iki katına çıktığını (56’ya) belirten çalışmaya göre, mültecilerin ve diğer zorla yerinden edilmiş kişilerin sayısı da ikiye katlanarak 82,4 milyona ulaştı. 2020’de operasyonel olarak konuşlandırılmış nükleer savaş başlıklarının sayısı, yıllarca süren indirimlerin ardından arttı ve 2021’de askeri harcamalar ilk kez 2 trilyon doları aştı.

Çevresel ve iklim kriziyle ilgili olarak da tüm türlerin yaklaşık dörtte birinin yok olma riskiyle karşı karşıya olduğu kaydedilen raporda, tozlaşan böceklerin hızla azaldığına,  toprak kalitesi düşerken, ormanlar ve balıklar gibi doğal kaynakların sömürülmesinin sürdürülemez seviyelerde devam ettiğine dikkat çekildi.  İklim değişikliği, fırtınalar ve sıcak  dalgaları gibi aşırı hava olaylarını daha yaygın ve yoğun hale geldiği, başlıca gıda mahsullerinin veriminin azaldığı ve büyük ölçekli hasat kayıplarının yaşandığı kaydedilen çalışmada, bilim insanları bu iki krizin dünya çapında etkileşime girmeye başladığı karmaşık yollardan bazılarını şöyle listeliyor:

  • Uzun süreli kuraklık ve diğer iklim değişikliği etkileri; yoksulluk, hazırlıksızlık ve zayıf hükümetle birleştiği Somali’de, insanları aşırılık yanlısı El-Şebab grubunun kollarına itti.
  • Sahel’de kuraklık ve artan nüfusu beslemek için tarım arazilerinin genişlemesi, çiftçileri ve göçebe çobanları toprak ve su gibi kaynaklara erişim konusunda rekabete itti ve bu rekabet genellikle şiddet içeriyor.
  • İklim değişikliğinin mahsuller üzerindeki etkisinin şiddet ve yolsuzlukla birleştiği Orta Amerika’da güvenliği artırılmış ABD sınırına göç etmeye çalışan insan sayısı arttı.
  • 2010’ların başında, iklim değişikliğine bağlı bir sıcak dalgası nedeniyle tahıl hasadında sorunlar çıkması, ekmek fiyatını artıran ABD biyoyakıt politikasının etkileriyle birleştiğinde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika‘da Arap Baharı ayaklanmaları dizisi meydana geldi .

Gana‘daki Stratejik Gençlik Ağı Kalkınma Koordinatörü Chibeze Ezekiel, şunları söylüyor: “Bu örnekler, sorunun çatışmaya yol açan çevresel bozulmadan çok daha karmaşık olduğunu açıkça gösteriyor. 2011’deki Arap Baharı’nın başlangıcında, bir kıtada iklim değişikliğinin etkisi ve diğerinde iyi niyetli bir yenilenebilir enerji politikası, üçüncü bir kıtada mevcut huzursuzlukla birleşerek çatışma risklerini artırdı – kimse bu kombinasyonun geldiğini görmemişti.”

SIPRI direktörü Dan Smith‘in değerlendirmesi ise şöyle: “Pek çok uzman belirleyici bir noktada bulunduğumuzu söylüyor. Çevre krizini ya kendi haline bırakacağız ya da sorunun teşhisini şimdi koyup harekete geçeceğiz. Asıl kötü haber, bu son derece önemli anın, uluslararası politikanın korkunç bir durumda olduğu bir zamana denk gelmesi. Dünyadaki büyük güçler arasındaki ilişkiler ‘zehirli ve tehlikeli’ bir durumda. Popülizm ve milliyetçilik yükselişte.”

Acilen adil ve barışçı şekilde ‘yeşil ekonomiye’ geçilmeli

Araştırmacıların bu durumun önüne geçilmesi için önerdikleri önlemlerin başında siyasetin riskleri daha iyi değerlendirmesi ve çevre krizlerine karşı daha kararlı adım atması çağrısı ve hızlı bir şekilde “yeşil ekonomi”ye geçiş yapması geliyor.

SIPRI’nin raporundaki saptamalar ve buna ilişkin öneriler şöyle: İklim değişikliği ve daha geniş çevresel krizle mücadele etmek için, dünyanın dört bir yanındaki hükümetlerin enerji ve arazi kullanımı gibi alanlarda büyük geçişler yapması gerekiyor. Küresel ısınmayı Paris Anlaşması‘nın öngördüğü üzere 1.5C hedefinde tutmak, otuz yıl içinde küresel olarak net sıfır karbon emisyonuna ulaşmak anlamına geliyor. Biyoçeşitlilik alanında hükümetler, 2030 yılına kadar kara ve okyanus alanlarının yüzde 30’unu koruyan 30×30 gibi girişimleri tartışıyorlar.”

Barış araştırmacıları, başarısızlıktan kaynaklanacak muazzam güvenlik riskleri nedeniyle bu geçişlerin başarılı olması gerektiğine vurgu yapıyor.  İhtiyaç duyulan ölçekte ve hızda yapılacak değişikliklerin kaçınılmaz olarak risklerle dolu olduğuna; örneğin biyoyakıtlar ve hidroelektrik barajları gibi önlemlerin milyonlarca insanın yerinden edilmesiyle sonuçlanabileceğine dikkat çekiyor. Raporun baş yazarlarından biri ve Ohio Üniversitesi Voinovich Liderlik ve Kamu Hizmeti Okulu’nda profesör olan Geoff Dabelko, “Geçmişin hatalarından ders almalıyız, böylece onları daha büyük ölçekte tekrarlamayız” diyor: “Koruma olması gerekiyor, ancak zorlayıcı olamaz. Hızlı bir sıfır karbon geçişi esastır, ancak adil bir şekilde yapılmalıdır. Çevresel krizle mücadele adalet, eşitlik ve haklar ile el ele gitmeli ve onu baltalamak yerine barışı inşa etmelidir.”

‘Riske değil barışa fon sağlayın’

Şu anda hükümetlerin, fosil yakıtların sübvansiyonu, yıkıcı balıkçılık ve ormanların harabiyeti gibi doğal çevreye zarar verebilecek faaliyetlere yılda yaklaşık 5-7 trilyon dolar harcadığı hatırlatılan araştırmada, hükümetlerin, fosil yakıtları teşvik eden sübvansiyonları aşamalı olarak kaldırma sözü verdiğine ancak yerine getirmede başarısız olduklarına da vurgu yapılıyor.

Enerji, Çevre ve Su Konseyi’nden (CEEW) Barış araştırmacıları uzmanı  Arunabha Ghosh şunları söylüyor: “Hükümetler bu yeni risk çağında barışı güvence altına almak istiyorlarsa, finansmanlarını onu baltalayan faaliyetlerden uzaklaştırmaları gerekiyor. Finansman çatışması riski kimsenin çıkarına değildir. Ancak birçok hükümet, ne sürdürülebilirliğin çıkarlarına hizmet eden ne de savunmasız toplulukları koruyan, temel olmayan ve hedefsiz fosil yakıt geliştirme ve diğer çevresel olarak yıkıcı faaliyetleri finanse etmeye devam ediyor. Yatırımların barışa, çevresel istikrara ve dayanıklılığa toptan bir şekilde yönlendirilmesine ihtiyacımız var.”

Barışı ve çevresel bütünlüğü birlikte inşa eden, büyütülebilecek ve uyarlanabilecek pek çok girişim örneklerine de verilen raporda; çözümlerin  etkili olması için kapsayıcı olması, toplumun genellikle marjinalleştirilen kesimlerinin (yerli halklar, kadınlar ve gençlik gibi) karar alma süreçlerine dahil edilmesi ve faydaların paylaşılması gerektiğine de işaret ediliyor.

Bu geçişin adil ve barışçıl bir şekilde gerçekleştirilmesinin zaruriyetine vurgu yapan Dan Smith, “Zorluklar çok büyük ve zaman çizelgesi dar” diyor: “Hükümetler, Ukrayna’nın işgali veya Covid-19 salgını gibi akut durumlarla uğraşırken bile, önlerinde uzanan derin zorlukları gözden kaçıramazlar.

Ayrıca bu kadar büyük boyuttaki bir ekonomik değişimde her zaman kazananlar ve kaybedenler olacaktır. Bu geçişten en çok etkilenecek olan kesimlerin çıkarları göz önünde bulundurulmak zorunda. Aksi takdirde yeni çatışma riskleri doğar.”

Boğaziçi’nde direnişin 505’inci günü: Öğrencime dokunma!

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın Boğaziçi Üniversitesi’ne önce Melih Bulu‘yu, ardından Naci İnci‘yi atamasını protesto eden akademisyenlerin direnişinin 505. gününe gelindi.

Akademisyenler haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 342. kez rektörlük binasına sırt çevirdiler.

Direnişin 505. gününde akademisyenler girişlerine yüksek demir parmaklıkların yerleştirildiği, basının içeri alınmadığı, çevresinde polisin ağır silahlarla devriye gezdiği kampüsten seslendi. 

Naci İnci’nin Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının iki yüz yetmişinci, 30 Temmuz günü gerçekleştirilen destek oylamasında akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ı hiçbir gerekçe göstermeden dönem ortasında görevden almasının ise yüz seksen dokuzuncu gününe gelindi.

Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Öğrencime Dokunma” yazan ve gökkuşağı renkli “Kabul Etmiyoruz” “Vazgeçmiyoruz” yazan dövizler taşıdılar.

Onur Yürüyüşü ve gözaltılar

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri 342. nöbetlerinin ardından 20 Mayıs Cuma günü kampüste yaşananlara dair açıklamalarını okudular. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“20 Mayıs Cuma günü 9. Boğaziçi Onur Yürüyüşü’ne katılan öğrencilerimiz gayri meşru biçimde atanmış rektör Naci İnci’nin çağrısıyla kampüsümüze giren kolluk kuvvetleri tarafından darp edilmiş, hukuksuz bir şekilde 70 öğrencimiz ve bir meslektaşımız gözaltına alınmıştır. Medyaya da yansıyan görüntülerde kolluk kuvvetlerinin ters kelepçe kullandığı, bir öğrencimizin başını polis otobüsüne vurduğu açıkça görülmektedir.

Bir yılı aşkın süredir barışçıl protesto haklarını kullanan öğrencilerimizin maruz bırakıldığı şiddeti,  bu şiddetin sorumlularından olan, farklılıklara ve temel haklara saygısı olmayan üniversite yönetimini kınıyoruz.

20 Mayıs 2022 günü kampüsümüzde yaşanan şiddetin hukuki çerçevede hesabını soracağımızı, takipçisi olacağımızı, üniversitemizin güven ve huzur ortamını bozan hiçbir uygulamayı hoş görmeyeceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.”

Afşin’de kömürlü termik santrale verilen ÇED olumlu kararı iptal: Kamu yararı yok

Kahramanmaraş’a bağlı Afşin ilçesinde Afşin Elbistan Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş. tarafından yapılması planlanan Afşin-Elbistan Kömürlü Termik Santral projesine ilişkin ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu Kararı’ iptal edildi.

Bölge halkı ve doğa mücadelecileri tarafından, Haziran 2018’de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca verilen ÇED Olumlu Kararı’nın iptaline ilişkin dava açılmış, Danıştay tarafından bozulan iptal kararı üzerine Mahkeme tarafından Kasım 2021’de yeni bilirkişi raporu alınmıştı. Söz konusu raporda projede kamu yararı bulunmadığı ortaya koyuldu.

İlgili haber: ‘Afşin A santraline eklenmesi planlanan iki ünite 1.900 erken ölüme neden olacak’

Termik santral kaynaklı sorunlar: Tedbirler kağıt üstünde

Raporda bölge halkının uzun yıllardır termik santrallerden kaynaklı sorunları bizzat yaşadıkları, proje sahipleri tarafından ifade edilen tedbirlerin çoğunlukla kağıt üzerinde kaldığı, filtre sistemlerinin bahsedildiği gibi çalışıp çalışmayacağının belli olmadığı belirtilmiş ve bunun sonucunda projeye verilen olumlu kararın iptali istenmişti.

İlgili haber: Afşin’e ek ünite için ÇED toplantısında halk konuştu: Termik santral istemiyoruz

Davaya idare yanında müdahil olan Çınar Mühendislik Müşavirlik A.Ş. tarafından yapılan savunmada bilirkişi raporunun jeoloji alanı yönünden yetersiz olması nedeniyle rapora dayanılarak bir karar verilemeyeceği belirtilerek davanın reddi istendi.

Bakanlığın ‘ÇED olumlu kararı’ iptal

Kahramanmaraş İdare Mahkemesi tarafından Afşin’de yapılması planlanan Afşin Elbistan Akbayır Köyü’ndeki termik santral projesine verilen ÇED Raporu’nun iptaline karar verildi.

İlgili haber:Afşin C Termik Santrali’nin ÇED raporu için yürütmeyi durdurma kararı

Mahkeme yedi kişiden oluşan bilirkişi heyetinden projenin etkileyeceği arazi, su kaynakları ve bitki örtüsü gibi çevresel etkenlerin incenlenmesini talep etti. Söz konusu talep doğrultusunda Kasım 2021’de Mahkeme’ye sunulan bilirkişi raporunda, santral alanında kuru ve sulu tarım arazilerinin, yerleşim yerinin, yolların ve derenin mevcut olduğu bildirilmiş; işlem yapılacak alanın tarım toprakları üzerinde olduğu belirtilmişti. Projenin başlangıç aşamasında tarım toprak kaybının söz konusu olacağının vurgulandığı raporda, üretime sulu koşullarda katkıda bulunabilecek arazilerin de aynı şekilde kayba uğrayacağına yer verildi.

İlgili haber: Afşin Elbistan Termik Santrali’ne ek iki ünite daha açılması için ÇED başvurusu yapıldı

Filtrelerin çalışıp çalışmayacağı meçhul

Ayrıca raporda “bacadan yayılan maddelerin, uçucu küller (partiküler madde – PM) olduğu, bu küllerin ve filtrelerde biriken tozların oluşturduğu yığınların, termik santralların yarattığı en önemli sorunlardan biri olduğu, toz ve kül tutmaya yarayan elektrostatik filtreler yüzde 95 – 99 oranında işe yarasa da, bir termik santralin en sık arızalanan ünitelerinin elektrostatik filtreler olması ve arıza süresince üretimin durdurulup durdurulmayacağının belirsiz olması nedeniyle bu ünitelerin işlevselliğinin kuşkulu olduğu” bildirildi.

‘Yüzlerce kilometreye kadar yayılabilir’

Öte yandan küllerin ağır metal ve radyoaktif elementlerce kirlenmiş olma olasılığının da olduğu aktarıldı. Ek olarak “bacalardan atılan kükürt ve azot oksitlerin, hakim rüzgârlarla ortalama 2 – 7 gün içerisinde atmosfere taşındığı, bu zaman süresi içinde bu kirleticilerin, atmosferdeki su partikülleri ve diğer bileşenlerle tepkimeye girerek sülfürik asit ve nitrik asiti oluşturduğu, bunların da yağmur ve kar ile ikinci kez ve daha geniş bir bölgeye etki ettiği, bölgenin arazi yapısı ve hava koşullarına bağlı olarak, bu etkinin yüzlerce kilometreye kadar yayılabilmekte olduğu, asit yağmuru denilen bu olgunun yalnızca canlılar için değil, taş yapıtlar ve eski sanat eserleri için de tehlike oluşturduğu” da ifade edildi.

İlgili haber: Termik santral kaynaklı hava kirliliğinde Kemerköy dört, Afşin-Elbistan beşinci sırada

Yenilenebilir enerji vs kömürlü termik santral maliyeti

Bilirkişi raporunda ayrıca Londra merkezli düşünce kuruluşu Ember Climate’nin araştırmalarına göre; Türkiye’de yeni kurulacak rüzgar ya da güneş enerjisi santrallerinde elektrik üretim maliyetlerinin, var olan termik santrallerde ithal kömürle elektrik üretimine nazaran daha az maliyetli olduğu, hususundaki tespite yer verildi.

Mahkeme proje alanı içerisindeki tarım arazileri ile tarım arazileri dışında kalan yerlerden sıyrılacak bitkisel toprak kalınlığı konusunda ÇED raporunda verilen rakamların, ilgili alanlardaki AKK (Arazi Kullanım Kabiliyeti) sınıfları ile uyumsuzluklar gösterdiğine karar vererek ‘ÇED Olumlu Kararı’nın hukuka uygun olmadığı yönünde görüş bildirdi.

Davos Zirvesi başladı: Savaş, gıda ve iklim krizi öncelikli gündem

Dünyanın her yerinden iş insanları ve siyasi seçkinleri bir araya getiren Dünya Ekonomik Forumu (WEF), pandemi sebebiyle verilen iki yıl aranın ardından, İsviçre‘nin Davos kasabasında başladı.

Türkiye‘nin 2009’dan bu yana katılmadığı toplantı, iki binden fazla lider ve uzmanı bir araya getirecek.

Rusya‘nın Ukrayna‘ya açtığı savaş, bunun pandemiyle birleşen küresel etkileri ve iklim krizi bu yıl Forum’un birinci gündemi.

Foruma Kiev Belediye Başkanı Vitali Klitschko ve Ukraynalı bir heyet de katıldı.Rusya’dan hiçbir delegenin davetli olmadığı Zirve, bugün Ukrayna Devlet Başkanı Volodymir Zelenski‘nin çevrimiçi konuşmasıyla başladı. 

Konuşmasında, Rusya ile ticaretin tamamen kesilmesi gerektiğini söyleyen ve Rusya’ya daha fazla yaptırım ve uluslararası bir petrol ambargosu çağrısında bulunan Zelenski, “kaba kuvvetin dünyayı yönetip yönetmeyeceğinin kararlaştırıldığı tarihi bir dönüm noktasında” olduğumuzu söyledi:

“Saldırganı cezalandırmak bir emsal olmalı. Saldırganlar her şeyini kaybederse, ülkeler savaş başlatma motivasyonunu kaybeder.”

Rusya’dan uzaklaşan uluslararası şirketleri Ukrayna’da piyasaya girmeye çağıran Zelenski, liderleri Ukrayna’nın “yeniden inşasında yer almaya” davet etti ve savaş bittiğinde Ukrayna’nın uluslararası işletmeler için çekici bir yer olacağına söz verdi.

Fotoğraf: Arnd Wiegmann/Reuters

Ukrayna’nın ayda en az 5 milyar dolar finansmana ihtiyacı olduğunu belirten Ukrayna lideri, savaşın yol açtığı gıda krizine de değindi ve liderleri krizi önlemek için Ukrayna’nın tahılını küresel pazara çıkarmasına yardımcı olmaya çağırdı.

Rusya’nın buğday ve diğer gıda maddelerini ülke dışına kaçırdığı ve bunları açık pazarda satmaya çalıştığı konusunda uyarıda bulunan Zelenski ayrıca, savaş üçüncü ayına yaklaşırken Ukrayna’nın arkasındaki desteğin sönmekte olduğundan endişe ettiğini belirtti ve “bu birlik duygusunu kaybetmemeye” çağırdı.

Zelenski’nin konuşması ayakta alkışlandı.

Ölü bir gezegende iş dünyası da olmaz

Davos 2022’de tartışılacak bir diğer konu, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin, iklim değişikliği ile mücadele ve fosil yakıtlardan uzaklaşmaya yönelik bugüne kadar kaydedilen ilerlemeler üzerindeki etkileri konusunda endişeler.

Forum’un katılımcılarından Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu Genel Sekreteri Sharan Burrow, ekonomik istikrarı korumak için, iklim eylemlerinin ertelenmesini gerektirebileceği iddiasına, bir röportajında şu yanıtı veriyor:

“Daha hızlı gitmeliyiz, daha yavaş değil. Ölü bir gezegende iş dünyası da yoktur. Dolayısıyla, bildiğimiz tek yuva olan gezegenimizi istikrara kavuşturma konusunda ciddiysek, ancak  bu krize entegre bir şekilde başa çıkabilirsiniz. Yavaşlamanız gerektiğini, bunun ekonomi için hayati olduğunu savunan fosil yakıt şirketlerine karşı, daha hızlı gidelim. Yenilenebilir kaynaklara daha derinden, daha hızlı yatırım yapalım, bu sektörlerde insana yakışır işleri nasıl yarattığımıza bakalım.”

Davos’ta bu yıl, politikaların ve eylemlerin adil, kapsayıcı ve gerçekten sürdürülebilir olması gerektiğini vurgulamak için iş dünyası, hükümet ve sivil toplumdan paydaşlar da bir araya geliyor.

Müzakerelerde, “Düzenlemelerin gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler arasında nasıl farklılık göstermesi gerekecek? Farklılıklar göz önünde bulundurulurken anlaşma adil olacak şekilde nasıl tasarlanacak? Ülkeler ve şirketler azaltma, üretim ve tüketimle ilgili düzenlemeleri uygulamaya ne kadar istekli?” gibi sorulara yanıt aranacak.

Kuruluşları sorumlu tutmak

İklim değişikliği için sarf edilecek çabaların yanında bazı uzmanlar, özellikle ekosistemlerin giderek geri döndürülemez kaybının olduğu günümüzde biyoçeşitliliği korumak için benzer şekilde koordine edilmiş, küresel bir çabayı da savunuyorlar.

Örneğin WWF Genel Müdürü Marco Lambertini, ilerlemenin, kuruluşları azalan biyolojik çeşitlilikten sorumlu kılmak ve eko-kayıpları durdurmak ve tersine çevirmek için küresel bir hedef belirlemeye bağlı olduğunu söylüyor:

“Bugün olmayan şeyhesap verebilirlik… Herkes elinden geleni söylüyor ve yapıyor ama kimse bilmiyor, kimse ‘yeterli değil’ diyemiyor. Aslında biliyoruz ki bu da yetmez çünkü doğa gerilemeye devam ediyor ama sistemde hesap verme sorumluluğu yok. Dolayısıyla doğa için küresel bir hedefe ihtiyacımız var.”

Pandemi öncesinde her yıl ocak ayında düzenlenen etkinlik, 50 yıllık tarihinde ilk defa yaz başında gerçekleşecek.

WEF Başkanı Børge Brende, Forum öncesi bir açıklamasında, “Davos bu yıl farklı olacak. Ancak karlı dağların eksikliğinden dolayı değil, en acil sorunları çözmek için küresel işbirliği eksikliğinden dolayı” ifadelerini kullandı.

Beni vergilendir

Zirve öncesinde İsviçre’nin Zürih kentinde düzernlenen protesto gösterileri polis tarafından engellendi. Protestolarda dikkat çekici olan, kendilerini “vatansever milyonerler” olarak tanımlayan göstericiler oldu.

Konferansa katılan dünya liderlerini, “dünya çapında birçok ülkede yaşanan yaşam maliyeti skandalıyla” mücadele etmek için zenginlere derhal yeni vergiler getirmeye çağıran göstericiler, zengin ve fakir arasında filizlenen uçurumun üstesinden gelmek için “Bizi derhal vergilendir” sloganıyla sokağa çıktı.

“Beni derhal vergilendir” inisiyatifinin kurucusu bir başka “vatansever milyoner” Marlene Engelhorn, The Guardian‘a, ağır eşitsizliğin tek çözümünün hükümetlerin “ben dehil zenginlerin vergilendirmesini talep etmek” olduğunu söyledi.

Küresel gıda güvenliğine savaş ilanı

WEF Kurucusu Klaus Schwab, Zirve’den önce gazetecilere verdiği brifingde, 2022 toplantısının, 52 yılın “en önemli” toplantısı olacağını söylemişti:  olacağını söyledi.

“Savaş, salgın hastalıklar ve iklim krizi… Tüm bu yıkıcı etkiler, küresel toparlanmayı raydan çıkardı. Davos’ta bu sorunlarla yüz yüze gelinmeli ve özellikle küresel gıda krizi acil gündem olmalı.

Fotoğraf: Faisal Islam

Zirve’nin ilk gününde bir panelde konuşa Dünya Gıda Programı (WFP) direktörü David Beasley de, Ukrayna’daki işgal altındaki limanlarının açılmamasının ‘küresel gıda güvenliğine savaş ilanı’ olduğunu söyledi.

“Limanların açılması, gıda istikrarına doğru atılan bir adım olacaktır. 33 ülkede 49 milyon insan, kıtlıkla yüz yüze” diyen Beasley, küresel açlığın sert etkileri konusunda Avrupa ülkelerine hitaben şöyle dedi:

“Doğunuzda neler olduğu konusunda endişelenmenize gerek yok, aynı zamanda güneyinizde neler olduğu konusunda da endişelenmeniz gerekiyor. Açlıktaki her yüzde 1’lik artış, göçte yüzde 2’lik bir artışa neden oluyor.”

Dünya Ekonomik Forumu yenilenebilir enerjiye geçiş konusunda ne yapıyor?

Enerji tüketimi ve üretimi, küresel emisyonların üçte ikisine katkıda bulunuyor ve küresel enerji sisteminin yüzde 81’i hala 30 yıl öncesiyle aynı oranda fosil yakıtlara dayanıyor.

Temiz enerjiye geçiş, iklim değişikliğiyle mücadelenin anahtarı olsa da son beş yılda enerji geçişi durgunlaştı.

“Daha kapsayıcı, sürdürülebilir, uygun maliyetli ve güvenli bir küresel enerji sistemi oluşturmak için etkili politikalar, özel sektör eylemi ve kamu-özel işbirliği gereklidir” diyen WEF, şu bilgileri paylaşıyor:

115 ekonomiyi, enerji güvenliği ve erişimi, çevresel sürdürülebilirlik ve satın alınabilirlikle ne kadar iyi dengelediklerine göre sıralayan Enerji Dönüşümü Endeksi, enerji geçişinin karşı karşıya olduğu en büyük zorluğun ABD, Hindistan, Rusya ve Çin dahil dünyanın en büyük karbon yayıcıları arasındaki hazırlık eksikliği olduğunu gösteriyor.

Hazırlık açısından en yüksek puanı alan on ülke ise küresel yıllık emisyonların yalnızca yüzde 2,6’sını oluşturuyor.

Küresel enerji sistemini geleceğe hazır hale getirmek için Forum’da, Enerji ve Malzemelerin Geleceğini Şekillendirme Platformu, yenilikçi enerji yatırımlarını, teknolojilerini ve çözümlerini teşvik etmek ve etkinleştirmek için Sistemik Verimlilik, Yenilikçilik ve Temiz Enerji ve Küresel Batarya İttifakı gibi girişimler üzerinde çalışacak.

WEF  ve Enerji Dönüşümleri Komisyonu tarafından oluşturulan bir girişim olan Mümkün Görev Platformu da ağır sanayi ve taşımacılık sektörlerini net sıfır emisyon yoluna dahil etmek adına endüstri geçişini ilerletmek, kamusal ve özel ortakları bir araya getirmek için çalışacak.

Cannes Film Festivali’nde kırmızı halıda erkek şiddeti protestosu

Fransa‘daki Les Colleuses feminist grubunun üyeleri, ülkedeki erkek şiddetini 75. Cannes Film Festivali‘nde protesto etti.

İran‘da en az 16 kadını öldüren bir erkeğin hikayesini konu alan “Holy Spider” (Kutsal Örümcek) filminin prömiyeri öncesinde kırmızı halıya gelen 12 kadın, Cannes’ın en son gerçekleştirildiği Temmuz 2021’de bu yana Fransa’da öldürülen 129 kadının adlarının olduğu bir pankart taşıdı.

APF‘nin aktardığına göre, siyahlar içindeki feminist kadınlar, pankartın yanı sıra ellerinde siyah duman yayan sis bombaları da taşıdı.

Protestocular fotoğraf ve videolar için poz verirken güvenlik görevlileri protestoya herhangi bir müdahalede bulunmadı. Festivalin resmi Twitter hesabı da protestodan bir görüntü paylaştı:

İran doğumlu yönetmen Ali Abbasi’nin İran’ın Meşhed şehrinde seks işçisi kadınlara yönelik seri cinayetleri takip eden Holy Spider filmi, araştırmacı bir gazetecinin hikayesini konu alıyor. Film, en az 16 kadını öldüren Saeed Hanaei‘nin gerçek hayat hikayesine dayanıyor.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaşta, Rus askerlerinin gerçekleştirdiği ifade edilen cinsel saldırılar da 75. Cannes Film Festivali’nde geçen cuma protesto edilmişti. Çıplak bir kadın, vücuduna çizdiği Ukrayna bayrağı ve sürdüğü kırmızı boya ile Ukrayna’daki cinsel saldırıları protesto etmişti. Kadının vücudunda İngilizce “Bize tecavüz etmeyi bırakın” yazıyordu.

Çiğdem Mater’e selam: Aklımız ve kalbimiz onunla

Öte yandan Türkiye-Fransa-Almanya-Hollanda-Yunanistan-Hırvatistan ortak yapımı “Kurak Günler” (Burning Days) filminin  bugün  yapılacak,  75. Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış (Un Certain Regard) dünya prömiyerini öncesinde yönetmen Emin Alper, Gezi davasında 18 yıl hapis cezası verilen yapımcı Çiğdem Mater’i anarak, teşekkür etti.

Alper, “Meslektaşımız ve filmimizin ortak yapımcılarından biri olan Çiğdem Mater’e teşekkür ederim. Şu an bizimle değil, çünkü kendisi gülünç bir dava sonucu hapse atıldı. Bizimle olmasa da aklımız ve kalbimiz onun yanında” dedi.

Film, kuraklık sorunuyla boğuşan Yanıklar kasabasına yeni atanan genç savcı Emre ile belediye başkanı Selim, yerel gazeteci Murat ve kasabanın eşrafı arasında yaşanan çekişmeleri konu alıyor.  Dördüncü uzun metraj filmi ile Cannes’da yer alan Emin Alper; “Tepenin Ardı”, “Abluka”, “Kız Kardeşler” filmleri ve “Alef” dizisi gibi yapımlarıyla biliniyor. Film, Cannes’daki dünya galasının ardından 2022’nin sonbahar aylarında Türkiye’de seyirciyle buluşacak.

Hatay, Erzin’de Polipropilen Tesisi: Zehir solumak istemiyoruz

Hatay, Erzin‘de yapılması planlanan ve bölge halkının tepkiyle karşıladığı Polipropilen Tesisi kapsamında çalışmalara başlanması için yapılan hazırlılıklar nedeniyle Doğa Akdeniz Çevre Dernekleri (DAÇE) tarafından çağrıda bulunuldu.

En yaygın kullanılan plastik türlerinden biri olan polipropilen (pp) sert ve dayanıklı olması sebebiyle başta otomotiv sektörü olmak üzere birçok sektörde kullanılıyor. Polipropilenler doğal olarak mikroplastik kirliliğe de sebebiyet veriyor.

İlgili haber:Mersin’in polipropilen sınavı

Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Yeşil Gazete yazarı Doç. Dr. Sedat Gündoğdu da daha önce Erzin’de yapılmak istenen polwpropilen tesisi projesine dikkat çekmiş “Erzin’de yapılması planlanan polipropilen tesisi, gerek üretim gerekse atık süreçleriyle tarım arazileri, su bütçesi, insan sağlığı ve doğal yaşam üzerinde büyük tehlike kaynağı” diyerek tehlikenin boyutuna dikkat çekmişti.

İlgili haber:Halkın gündemi salgın, devletinki polipropilen

‘Türkiye sanayi gelişme adı altında gelişmiş ülkelerin çöplüğü haline geldi’

Doğa Akdeniz Çevre Dernekleri de bölgede yapılmak istenen tesise karşı bir açıklamada bulunarak “Ülkemizde son zamanlarda  bütün yeraltı ve yerüstü zenginlikleri küresel bir saldırıya maruz kalmıştır. Bu saldırının sonucunda doğamız katledilerek çevremiz kirletilmektedir. Ülkemiz, ‘sanayi gelişme’  adı altında gelişmiş ülkelerin sanayi çöplüğü haline dönüşmüştür” denildi. 

İlgili haber:[2021’in ardından] Çöpler, müsilaj, ithalat yasağı, lobi faaliyeti, Mersin polipropilen zaferi ve dahası…

İmar rantları, vahşi madencilik, orman katliamı, plastik ithalatı…

İmar rantları  ve vahşi madencilik yüzünden ülkenin her yerinde orman katliamlarının yapıldığına dikkat çekilen açıklamada “Ülkemizde artık temiz hava solumak, kaynağından temiz su içmek hayal olmuştur. Ülkemiz plastik ithalatı ve kullanımıyla dünyanın 10. büyük plastik çöplüğünden biri olmuştur” ifadeleri kullanıldı. Söz konusu tesisle bölgenin daha da kirletileceğinin vurgulandığı açıklamada şunlar aktarıldı:

İskenderun Körfezi ve Erzin’in  mevcut kirletici tesisler ile yeterince havası, suyu ve toprağı kirletilmiş olup, planlanan polipropilen tesis bölgenin daha çok kirlenmesine neden olacaktır. Polipropilen tesisi çalışmaya başlayınca atmosfere yayacağı ağır ve zehirli gazlar toprağı, havayı ve suyu kirletecektir.”

İlgili haber:Karbon sıfır yolunda kömüre yer yok! Peki ya plastik?

‘Cari açığı artıracak’

Ayrıca tesisin soğutulması için kullanılacak yeraltı sularının zamanla toprakların çoraklaşmasına ve dolayısıyla halkın geçim kaynağı olan tarımın ve ayrıca soğutma suyunun denize deşarj edilmesi sonucunda denizin kirleneceğine değinilen açıklamada tesisin bölgede balıkçılığın ve turizmin bitmesine ve halkın sağlığının bozulmasına neden olacağının altı çizildi. Erzin’de yaşanacak olan bütün olumsuzluklardan Dörtyol ve İskenderun halkının da çok etkileneceğinin belirtildiği açıklamada şu sözlere yer verildi:

“Hammaddesi ve teknolojisi ithal olacak olan Erzin Polipropilen Tesisi cari açığın kapatılmasını sağlayamaz, aksine cari açığı arttıracağı açıktır. Dünyayı iklim ve gıda krizi beklerken tarım alanlarının, su kaynaklarının yanıbaşına kimyasal tesis yapmak bilimsel ve hukuki değildir.”

‘Anayasa’ya aykırı’

Öte yandan ekonomik, sosyal ve çevresel olarak bölgeye zarar vereceği belirtilen Erzin Polipropilen Tesisi‘nin Anayasa’nın “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir ve çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ödevidir” denilen 56. maddesine aykırı olduğunun da altı çizildi.

‘Erzin halkı zehir solumak istemiyor’

Polipropilen tesisini bölge halkı tarafından istenmediğinin yinelendiğinin ifade edildiği açıklamada son olarak şu sözlere yer verildi:

“Yaşam alanlarımıza ve sağlığımıza zarar verecek olan bu projenin yapılmasını istemiyoruz. Erzin halkı zehir solumak istemiyor. Yetkililer Erzin ve Doğu Akdeniz halkının taleplerini yerine getirerek projeyi durdurmalıdır. Bizler tesisin yapılmaması için yasal ve demokratik hakkımızı sonuna kadar kullanacağız. Yaşam hakkımızı ve çocuklarımızın geleceğini korumak için herkesi mücadeleye davet ediyoruz.”

Shell güvenlik danışmanından açık mektupla istifa: Petrol ve gazı azaltmıyor aksine fazlasını çıkarmayı planlıyorlar

Dünyanın önde gelen fosil yakıt şirketlerinden Shell‘de 11 yıldır çalışan  güvenlik danışmanı Caroline Dennett, şirketin CEO’su Ben van Beurden dahil binden fazla çalışana toplu bir e-posta göndererek kamuoyu önünde görevinden ayrıldı. Dennett istifa mektubunda, Shell’in doğaya, insanlara ve gezegene “aşırı zarar” verdiğini ve artık onlar için çalışamayacağını söyledi.

Birleşik Krallık merkezli Clout Ltd için çalışan Dennett, Shell genelinde operasyonel güvenlik davranışlarını ve güvenlik performansını iyileştirmek için güvenlik kültürü ve süreç güvenliği kültürü değerlendirmeleri yürütüyordu. Shell’de çalıştığı süre boyunca ön saflarda görev yapan 20.000’den fazla işçiyle anket yaptı.

Caroline Dennet, petrolün ‘boruda kalmasına’ yardımcı olduğuna ve işçi güvenliğini artırmaya yardımcı olduğuna inanıyor. İstifa kararı ise Shell’in genişleme planlarından kaynaklanıyor. Dennett,  Shell’in enerji geçişi konusunda ciddi girişimler yaptığını düşünmüyor. E-postasında “Shell’in Net Zero ile ilgili olarak kamuoyuna yaptığı açıklamaların aksine ve çoğunuzun içeriden bileceği gibi, Shell petrol ve gazı azaltmıyor, çok daha fazlasını keşfetmeyi ve çıkarmayı planlıyor” diyor.

 

Caroline Dennet’in bu sabah şirketin CEO’su dahil 1400 çalışanına gönderdiği e-posta şöyle:

“KONU: ACİL EYLEM Çevre Güvenliği

Sevgili iş arkadaşlarım

Bildiğiniz gibi, Shell’in resmi güvenlik hedefi “Net Sıfır”dir: Zarar ve sızıntı yok.

Ama gezegen ölçeğinde devasa bir başarısızlık  Devam eden petrol ve gaz çıkarımı, iklimimize, doğaya ve insanlara aşırı derecede zarar veriyor.

Shell, gezegen sistemlerimizin tasarım sınırlarının ötesinde çalışıyor.

Shell, bilinen riskleri azaltmak için adımlar uygulamıyor.

Shell, üretimin önüne çevre güvenliğini koymuyor.

Bu benim istifa mektubum. Artık Shell için çalışamam.

Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Enerji Ajansı bu konuda net: Yeni petrol ve gaz çıkarmanın güvenli bir seviyesi yok, herhangi bir yeni proje bizi küresel aşırı ısınmaya ve yaşanamaz bir dünyaya itiyor.

Shell’in Net Sıfır ile ilgili kamuoyuna yaptığı açıklamaların aksine ve çoğunuzun içeriden bildiği gibi, Shell petrol ve gazı azaltmıyor, çok daha fazlasını keşfetmeyi ve çıkarmayı planlıyor.

Çok değer verdiğim bu iş ilişkisini bitirmek bana acı veriyor ama artık tüm alarmları görmezden gelen, iklim değişikliği ve ekolojik çöküş risklerini göz ardı eden bir şirkette çalışamam.

Geleceğimizi ve çocukların geleceğini korumalıyız ve doğal dünyamızın sorumlu koruyucuları olmalıyız. Fosil yakıtlardan hızla uzaklaşmadan ve tüm yeni maden çıkarma projelerini bir an önce bitirmeden bunu yapamayız.

Bu seçimi yapabilecek bir konumda olduğum için şanslıyım ve birçoğunuzun olamayacağını biliyorum. Ancak fosil yakıt endüstrisi geçmişte kaldı ve ayrılma seçeneğiniz varsa, lütfen uzaklaşın ve daha sürdürülebilir bir kariyere doğru ilerleyin ve hepimizi gerçekten daha güvenli bir geleceğe giden yola koymaya yardım edin.

Hepiniz için en iyisini diliyorum,

Saygılarımla,

Caroline Dennett”

Ankara’da barınağa saldırı: İki yavru köpek zehirlenerek katledildi

Ankara‘da İmrahor Vadisi’ndeki bir hayvan barınağına dün gece kimliği henüz bilinmeyen kişiler tarafından bırakılan yavru köpek kafası ve zehirli kemikler bırakıldı.

Bırakılan bu kemiklerden zehirlenen dokuz yavru köpekten ikisi yaşamını yitirdi.

Yapılan incelemede köpeklerin, barınağa atılan ve zehirli olduğu belirtilen derisi yüzülmüş yavru köpek kafası ve kemiklerden zehirlendiği kesinleşti.

Mamak İlçe Tarım Müdürlüğü yetkilileri, yavru köpeklerden örnek aldı ve  İl Tarım ve Orman Müdürlüğü ve polis ekipleri soruşturma başlattı.

‘Bunu bitireceğiz’ mesajı

Barınağa sabah besleme yapmak için gelen gönüllüler, bırakılan ölü köpek kemikleri ve zehirlenen dokuz köpekle karşılaştı.

Barınağa daha önce de farklı saldırılar yapıldığını söyleyen Ayşe Taşkıran, daha önce kulübeler yakıldığı için araziye tel çekip kamera taktırdıklarını, fakat son olayın kameraların görmediği kör noktada yaşandığıı aktardı: 

“Kameramız önden girişleri alıyor ancak arka taraftan görmediği bir yer var. İki yavrumuzu kaybettik. Toplam dokuz köpeğimiz zehirlendi. Bugün burada olan gelişigüzel buraya gelen insanların yaptığı bir şey değil, tamamen bize mesaj vermek, misilleme yapmak. ‘Biz bunu bitireceğiz’ mesajı açıkça.”

Gönüllülerden Emrah Karatekin de düzenli besleme etkinliklerine pazar günleri çocuklarıyla birlikte gelen ailelerin de katıldığını belirterek gördüklerini anlattı:

“Sabah hep beraber buraya geldiğimizde bazı köpeklerin öldüğünü fark ettik ve içeride başka bir köpeğe ait kafatası ve kemikler bulduk. Derisi yüzülmüş bir köpeğin eti, diğerlerini zehirlemek için buraya atılmış.”