Ana Sayfa Blog Sayfa 907

Diyarbakır’daki panelin ardından ekolojistlerin bildirgesi: Mücadelenin olmazsa olmazı barıştır

22 Mayıs’ta Diyarbakır‘ın Sur ilçesinde düzenlenen Mezopotamya Ekoloji Hareketi ve Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliği (TMMOB) Diyarbakır İl Koordinasyonu Kurulu’nun “Yok etmeye karşı mücadele ve yeniden inşa yolları” isimli panelinin sonuç bildirgesi yayımlandı.

Mardin Ekoloji Derneği, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi,Yeşil Artvin Derneği, Munzur Özgür Aksın Meclisi, Ege Çevre ve Kültür Platformu‘nun yanı sıra, Türkiye’nin farklı kentlerinden gelen pek çok ekolojistin, Diyarbakır’datoplandığı etkinliğin ardından bildirgede, “topyekun mücadele” vurgusu yapıldı.

Bir ‘çoklu krizler çağına’ girildiği belirtilen bildirgede, “Kanserleşen kentler, antidemokratik uygulamalar, ırkçılık, kadına yönelik şiddet, yalnızlaşan insan toplulukları, gıdaya erişimin zorluğu, değişen ekosistemler, kaybolan canlı türleri ve iklim krizinin de gösterdiği üzere mevcut sistemlerin kriz ürettiği ve krizleri büyüterek ayakta kaldığını bilinmektedir” denildi.

“Nasıl dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan ekolojik tahribat bütün dünyayı etkiliyorsa, soluduğumuz nefes nasıl ki ortak ise, ekolojik bilince sahip kişi kurum ve aktivistlerin de krizler karşısında acilen ortak mücadelede birleşmesi oldukça hayatidir.”

Savaş karşıtı mücadele sürekli hale gelmeli

Mücadelenin devam ettiği Kazdağları, Munzur, Hasankeyf gibi pek çok bölgeden aktivistlerin aktivistlerin deneyimlerini paylaştığı ve doğa yıkımlarının politik arka planının konuşulduğu paneldeki tartışmalardan çıkan sonuçlar, bildirgede şöyle yer aldı:

Savaşlar, birçok canlı türlerinin türünün yok olmasına sebep olurken ekosistemdeki tüm canlılıları göç etmeye mecbur bıraktığından en büyük ekolojik ve toplumsal kırımlara yol açar. Bu sebeple ekoloji mücadelesinin olmazsa olmazı barıştır. Barış ve ekoloji meselesini tüm ekoloji kurumları kendi gündemlerine almalı ve topyekûn karşı çıkış sergilemeli. Savaş karşıtı mücadele sürekli hale gelmeli.

Doğa-kapitalizm çelişkisi, klasik çevreci mantığını aşan yeni mücadele arayışlarının gelişmesi gerektiğini bir kez daha göstermektedir. İnsan merkezli bakış açısı yerine canlı ve cansız bütün varlıkların biraradalığını sağlayacak bir mücadele arayışı geliştirmek gerekir.

Hayvanların, kadınların özgürlüğü

Ekolojik yıkımlar ve savaşlar sadece insanları değil hayvanları da olumsuz yönde etkilemektedir. Bizlere onların dili olmak gibi büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu nedenle ekolojik yıkımlar için mücadeleyle eşzamanlı olarak hayvanlar arasında hiçbir ayırım gözetmeden eşitlik baz alınarak hayvan hakları için mücadele edilmelidir.

Kentlerde yaşayan, AVM’lerde büyüyen, toprakla temas etmeyen ve yaşamdaki hayvanlardan uzak onları tanımayan ekofobik çocuklar yetiştirilmektedir. Çocukların hem doğaya temasının sağlanması hem de tarımsal üretimle tanışması amacıyla agroekoloji eğitim müfredatı oluşturulmalı. Resmi eğitim müfredatına eklenmesi için gerekli çalışmalar yapılmalı.

Ekoloji mücadelesi aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesi olmaktadır. Bu nedenle kadının yaşamın tüm alanlarında, sesinin, renginin yansıtılması ve kadın üzerindeki tahakküm ilişkilerine karşı gerekli çalışmaların yürütülmesi gerekliliği vardır.

Sermaye sınıfı, kentlere göç eden insan emeğinin sömürüsü üzerinde kendini var etmektedir. İşçinin bedeni üzerinden ekolojik yıkım gerçekleşmektedir. Kentlerde ekolojik tahribat süreci ise asbeste maruz kalan işçilerin bedeniyle başlamaktadır. Gelinen aşamada önce bedenimiz sonra tüm yaşam alanlarımız sömürülmektedir. Kent ve emekçinin ekoloji mücadelesi birlikte yürütülmesi için çalışma başlatılmalı.

Gıda toplulukları oluşturulmalı

“Jose Marti’nin de dediği gibi ‘Kendi gıdasını üretemeyen bir halk köledir; en ufak bir özgürlüğe bile sahip olamazlar’ dolayısıyla küçük ölçekli bile olsa ekolojik tarım ilkesiyle üretim yapılmalı gıda yetiştirilip, gıda toplulukları oluşturulmalı.

Doğaya karşı işlenen suç uluslar arası bir suçtur. Doğaya karşı suçların ceza hukuku kapsamına alınması için mücadele edilmeli. Doğaya karşı işlenen suçlar soykırım suçu, savaş suçu olarak ele alınmalı, ekokırım olarak ifade edilmeli.

Sistemden olabildiğince arınmamız yaşam tarzımızı, alışkanlıklarımızı değiştirmemiz, çevremize yaymamız oldukça önemli. Çoğu alanda takas ve değişim kültürünü geliştirmeliyiz. Bağımlılık ilişkisini kırmalı yerel üreticilerden alışveriş yapmalı.  Gezegeni tehdit eden kirlilik karşısında karbon ayak izimizi azaltacağımız çalışmalar organize etmek, duyarlılığı toplumsallaştırmak da oldukça önemli.”

Halklar kimliksizleştirilmeye çalışılıyor

“Van Gürpınar’daki mermer ocağı, Zorê Vadisi ve Sarım Havzası HES projesi gibi birçok alanda yaşanan ve halkların doğal yaşam alanlarının kimi güvenlik amacıyla yapılan barajlarla, köy boşaltmalarla, orman yangınları ile yapılırken kimi zaman sermayenin kârına kâr katacağı maden ve taş ocaklarına kurban edilmektedir. Yerinden edilen Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan halklar kişiliksizleştirmeye çalışılmaktadır.

İnsanlar devletten kendi yaşam alanlarını korumak için canını dişine takarak mücadele ediyor. Bu acımasız savaşa karşı durmalıyız. Tüm Türkiye’deki ekolojik tahribatlara eşit düzeyde tepki verilmiyor. Özellikle Kürt illerinde meydana gelen ekolojik tahribat görmezden gelinerek egemen ulus ezilen ulusun ekoloji mücadelesine karşı kör, sağır, dilsizi oynamaktadır.

Bilinçli bir yok etme politikasıyla Kürtlerin ortak değerlerine de saldırılar devam etmektedir. Devasa toplu mezar alanı olan ‘Newala Qesaba‘ olarak bilinen alanda şu an dubleks villalar kurulmak isteniyor. Değerlerimize topyekün saldırılmaktadır. Yapılan bu tür saldırılara ise her yerde eşit duyarlılıkla yer ve kimin yaşadığını bakılmaksızın gerekli refleks gösterilmeli.

Kürdistan’daki orman yangınına da Kaz Dağları’ndaki orman kıyımına da ortak tavır örgütlü mücadele yürütmek gerekmektedir. Ekolojik yıkım ve talan hepimizin meselesi haline gelmeli. Bu ve benzeri buluşmalar sık sık, farklı mekanlarda ve farklı periyotlarda gerçekleşmeli. Çok renk, çok ses olmalıyız. Her koşulda mücadele yürütülmeli, ortak politik hat belirlemeli, bir sonraki buluşmayı başka bir bölgede planlayabilmeliyiz.

Siyasi iktidar, yerli ve uluslar arası sermayeye tüm ülkeyi peşkeş çektiği gibi bu yerlerden en önemlileri olan Kazdağları, Bergama ve Cerattepe gibi binlerce canlı türünün yaşadığı alanları yaşanmaz kılmaktadır. Onlarca altın madeni ve taş ocağına doğal güzelliklerimiz, dağlarımız, ovalarımız topraklarımız peşkeş çekilmektedir.

Başta Hasankeyf olmak üzere tarihi ve doğal yaşam alanları üzerinde gerçekleşen göçler ve yarattıkları sosyal, ekonomik ve psikolojik tahribatlara yönelik gerekli karşı eylem planı oluşturulmalı.

 

Müsilaj Torba Kanun’da: Belediyelerin arıtma tesislerine altı aylık süre

“Çevre Kanunu ve ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” adı altında bir dizi konuyu içeren yeni bir “torba yasa” teklifi AKP milletvekillerinin imzasıyla TBMM‘ye sunuldu.

Kanun teklifinde, Marmara Denizi‘nde geçen yıl görülen müsilaj felaketine ilişkin önlemler de yer alıyor. Söz konusu önlemlerin kapsamı ise esas olarak deşarj yoluyla denizleri kirleten teknelere para cezalarını artırmak ve yerel yönetimlerin denizlere ve akarsulara deşarj edilen atıkların arıtmasına yönelik.

Arıtma tesisleri için altı ay süre

Teklifte, Boğazlar ve Susurluk Havzası dahil Marmara Denizi Hidrolojik Havzası ve bu havzada yer alan illerden İstanbul, Bursa ve Kocaeli‘nin tamamında ileri atıksu arıtım tesisi, arıtma çamuru işleme ve bertaraf tesisi ile atık geri kazanım ve bertaraf tesislerinin kurulmaması sebebiyle çevre kirliliği riski oluşması veya halk sağlığının tehdit edilmesi halinde, bu tesisleri kurmayan mahalli idarelere söz konusu altyapı yatırımlarının iş termin planlarını Bakanlığa sunmaları için altı ay süre verileceği belirtiliyor.

Bu süre içinde iş termin planlarının sunulmaması veya planlarda belirtilen sürelere uyulmaması durumunda, Bakanlık veya Bakanlığın yetkilendireceği ilgili ve ilişkili kurum ve kuruluşlar bu tesisleri mahalli idareler adına resen yapabilecek ve bu tesisleri işlettirebilecek.

Ortaya çıkan maliyet ise mahalli idarelere aktarılan paylardan, ilgisine göre Hazine ve Maliye Bakanlığı veya İller Bankası tarafından kesinti yapılarak tahsil edilecek.

Kirleten teknelere ceza artıyor

Torba Yasa’da müsilaja ilişkin alınacak önlemler şöyle sıralanıyor:

  • 18 grostona kadar olan tanker, gemi ve diğer deniz araçlarından kaynaklı evsel atıksuların, deterjanlı su, köpük, egzoz gazı yıkama sistemi suları ve benzeri yıkama sularının veya katı atıkların denize boşaltılması durumunda 5 bin lira, 18 ila 50 groston arasında olanlara 10 bin lira, 50 ile 100 groston arasında olanlara 20 bin lira, 100 ila 150 groston arasında olanlara 30 bin lira idari para cezası uygulanacak.
  •  Liman, tersane, gemi bakım-onarım, gemi söküm, yat limanı gibi kıyı tesisi yönetimlerinin, kendi yönetim sahaları içerisinde meydana gelen kirliliği yetkili mercilere bildirmemesi halinde kıyı tesis yönetimlerine 25 bin lira,
  • Deniz çöpleri, atıklar ve atıksuların toplanması ve yönetimine ilişkin gerekli tedbirleri almaması halinde yönetimlere 25 bin liradan 100 bin liraya kadar idari para cezası uygulanacak.

Bu idari para cezaları, balıkçı barınaklarına  üçte bir oranında uygulanacak.

Kükürt içeren akaryakıt düzenlemesi

Kanun teklifinde taraf olunan uluslararası sözleşmelerde ve ilgili yönetmeliklerde belirlenen orandan daha fazla kükürt içeren akaryakıtı denizcilik yakıtı olarak kullanan gemi ve diğer deniz vasıtaların için de cezalar öngörülüyor. Buna göre, “Bin grostona kadar olanlar için groston başına 200 lira, Bin ila 5 bin groston arasında olanlara bu miktar ve ilave her groston başına 25 lira, 5 bin grostondan fazla olanlara ise bu miktarlara ilave her groston başına 5 lira” idari para cezası verilecek.

Tıbbi atık cezaları

Ayrıca günlük 1 kilogram veya daha az tıbbi atık üreten sağlık kuruluşlarından oluşan tıbbi atıklarını öngörülen yasaklara veya sınırlamalara aykırı olarak biriktiren, sınıflandıran, depolayan, taşıyan, ambalajlayan ve bertaraf edenlere 10 bin liraya kadar idari para cezası verilecek.

Öngörülen cezalar Özel Çevre Koruma bölgelerinde iki kat olarak uygulanacak.

Teklifte atık su arıtma tesislerinde kullanılan elektrik enerjisinin  yüzde yüze kadar geri ödenebileceği belirtiliyor.

Türkiye Çevre Ajansı

Torba yasada “Türkiye Çevre Ajansının Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”da yapılan değişiklikle, denizlerdeki su kalitesinin bozulmaması, denizaltı biyoçeşitliliğinde azalma yaşanmaması, en büyük karbon yutak alanlarından olan, oksijen ve besin kaynağı olması sebebiyle denizlerin ormanları olarak tanımlanan deniz çayırlarının korunması, tekne ve yatlarda biriktirilen evsel atıkların denizlere boşaltılmaması ve kıyıdaki doğal yapının zarar görmemesi için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca yürütülen mapa şamandıra projelerinin ihtiyaç kapsamında Türkiye Çevre Ajansı Başkanlığı eliyle yapılabileceğine yer veriliyor.

Bina kimlik sertifikası

Teklifle, tamamlanan yapıların izlenmesinin kolaylaştırılması için bina kimlik sertifikası uygulaması getiriliyor. Buna göre, Yapı Denetimi Hakkında Kanun’a, “Bina kimlik sertifikası” tanımı eklenecek. Tamamlanan yapıların teknik ve genel bilgilerine, Bakanlıkça farklı modüllerde yapılan yetkilendirmelerle hem yapı sahibi ve ilgili vatandaşlarca hem de kamu görevlileri tarafından ulaşılması amacıyla yapıya bu sertifika asılacak.

Tarımsal destek ödemeleri

Torba kanun teklifinde ayrıca tarımsal desteklemelerden yararlanmak için başvuruda bulunduğu halde, gerekli belgelerin gerçeğe aykırı veya usulsüz olduğu gerekçesiyle desteklemeden yararlandırılmayanlara, maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde Tarım ve Orman Bakanlığına başvurmaları ve Bakanlık tarafından yapılan incelemede bunların gerçek üretim yaptığının tespiti halinde hak ettikleri destekleme ödemeleri yapılacağı belirtiliyor.

Torba Kanun’da ayrıca Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce inşa edilen baraj, gölet ve diğer depolama tesislerinin maksat oranlarının Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesi,  değiştirilebilmesi veya kaldırılabilmesi ve imara ilişkin bazı değişiklikler de yer alıyor.

Maymun çiçeği virüsü küreselleşti: Bilim insanları neden tetikte, neler biliniyor?

Afrika dışında nadiren tespit edilen bir viral hastalık olan maymun çiçeği, geçtiğimiz hafta Afrika dışındaki en az 11 ülkede rapor edildi.

120’den fazla doğrulanmış veya şüphelenilen maymun çiçeği vakası karşısında bilim insanları, çiçek hastalığının daha az ölümcül bir akrabası olan bu virüsün neden dünya çapında yayıldığını anlamaya çalışıyor.

Virüsün genellikle görünmediği İspanya, Portekiz, Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya, İsveç, Kanada gibi yerlerde ortaya çıkması, bilim insanlarını alarma geçiren temel sebep.

Maymun çiçeği virüsü nedir, neler biliniyor?

Çiçek hastalığının (smallpox) bir varyasyonu olan maymun çiçeği (monkeypox) bir DNA virüs.

Araştırmacılar ilk olarak 1958’de laboratuvar maymunlarında tespit etttiği için bu adla anılsa da, kemirgenler gibi vahşi hayvanlardan veya enfekte insanlardan insanlara bulaştığı düşünülüyor.

Afrika’da bir yılda, tipik olarak kıtanın batı ve orta kesimlerinde ortalama birkaç bin vaka görülüyor.

Bu zamana kadar Afrika dışında görülen çok az sayıda vaka, Afrika’ya seyahatle veya enfekte hayvanların ithalatıyla ilişkilendirilebilmişti.

Fakat geçen hafta Afrika dışında tespit edilen vakaların sayısı – ki bu neredeyse kesin olarak artıyor – virüsün insanlarda hastalığa neden olduğu ilk kez keşfedildiği 1970 yılından bu yana, kıta dışında tespit edilen toplam vaka sayısını çoktan aştı. Bu hızlı yayılma, bilim insanlarını yüksek alarma geçirdi.

Yeni bir pandemi olabilir mi?

Nature dergisinden Max Kozlov‘un makalesine göre,  ABD Ordu Tıbbi Araştırma Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü‘nden virolog Jay Hooper, maymun çiçeğinin COVID-19 pandemisinden sorumlu virüs SARS-CoV-2 gibi olmadığını söylüyor.

Öncelikle maymun çiçeği, insandan insana kolayca bulaşmıyor. Ayrıca çiçek hastalığı virüsüyle ilgili olduğu için yayılmasını engellemek için halihazırda tedaviler ve aşılar elimizde mevcut.

Bu yüzden bilim insanları, yeni bir viral hareketlilik karşısında endişe duysa da, paniğe kapılmıyor.

Varyantları düzenli olarak aşılardan ve önceki enfeksiyondan bağışıklığı atlatan, hızla gelişen bir RNA virüsü olan SARS-CoV-2’nin aksine, maymun çiçeği virüsü nispeten büyük bir DNA virüs.

DNA virüsleri, mutasyonları tespit etme ve onarmada RNA virüslerinden daha iyi, bu da maymun çiçeği virüsünün aniden mutasyona uğrayarak insandan insana geçişte ustalaşmasının olası olmadığını gösteriyor.

Kaynak: ECDC

Nasıl bulaşır?

Aerosol adı verilen havadaki küçük damlacıklar yoluyla yayılan SARS-CoV-2’nin aksine maymun çiçeğinin, öksürükten gelen tükürük gibi vücut sıvılarıyla yakın temastan yayıldığı düşünülmektedir.

Yani maymun çiçeği, SARS-CoV-2’ye göre çok daha yakın temasla bulaşıyor.

Virüs enfekte bir kişi veya hayvanla yakın temas yoluyla veya virüs bulaşmış materyal ile bulaşabilir. Yine bir kişiden diğerine lezyonlar, vücut sıvıları, solunum damlacıkları ve yatak örtüsü gibi kontamine materyallerle yakın temas yoluyla bulaşır.

Portekiz‘deki araştırmacılar 19 Mayıs’ta , ülkede tespit edilen maymun çiçeği virüsünün ilk taslak genomunu oluşturdular, ancak New York‘taki Icahn Tıp Fakültesi‘nden virolog Gustavo Palacios, bunun hala çok erken bir taslak olduğunu vurguluyor ve kesin sonuçlara varılmadan önce daha fazla çalışma gerektiğini ekliyor.

Belirtileri neler, ölümcül mü?

Araştırmacıların ön genetik verilerden söyleyebildiği, Portekiz’de bulunan maymun çiçeği virüsünün türünün, ağırlıklı olarak Batı Afrika’da bulunan bir viral türle ilişkili olduğu. Bu suş, Orta Afrika’da dolaşanla karşılaştırıldığında daha hafif bir hastalığa neden oluyor ve daha düşük bir ölüm oranına (yoksul kırsal nüfuslarda yaklaşık yüzde 1) sahip.

Virüs, grip benzeri semptomlara neden olabiliyor, ayrıca genişlemiş lenf düğümleri oluşturarak  yüzde, ellerde ve ayaklarda belirgin sıvı dolu lezyonları tetikliyor.

Genelde çoğu insan, tedavi olmaksızın birkaç hafta içinde maymun çiçeği hastalığından kurtulur, fakat özellikle risk gruplarında ağır vakalar ortaya çıkabilir. Son zamanlarda vaka ölüm oranı yüzde 3ila 6 civarında oldu.

Maymun çiçeği belirtileri tipik olarak ateş, yoğun baş ağrısı, kas ağrıları, sırt ağrısı, düşük enerji, şişmiş lenf düğümleri ve deri döküntüsü veya lezyonlarıdır. Döküntü genellikle ateşin başlamasından sonraki bir ila üç gün içinde başlar. Lezyonlar düz veya hafif kabarık olabilir, daha sonra kabuklanabilir, kuruyabilir ve düşebilir. Bir kişideki lezyon sayısı birkaç ila birkaç bin arasında değişebilir. Döküntü yüz, avuç içi ve ayak tabanlarında yoğunlaşma eğilimindedir. Ayrıca ağızda, cinsel organlarda ve gözlerde de görülebilir.

Semptomlara neden olmadan yayılabilen SARS-CoV-2’nin aksine, maymun çiçeği, neden olduğu bu cilt lezyonları nedeniyle bir kişiye bulaştığında fark edilmemesi zordur.

Bilim insanları bunun virüsün izlenmesini kolaylaştırdığını söylüyor.

Mutasyon mu geçirdi?

Mevcut salgına neden olan türün, Batı Afrika’dakinden tam olarak ne kadar farklı olduğu ve çeşitli ülkelerde ortaya çıkan vakaların birbiriyle bağlantılı olup olmadığı bilinmiyor.

Avustralya’daki New South Wales Üniversitesi‘nde bulaşıcı hastalıklar epidemiyoloğu Raina MacIntyre, bu soruların yanıtlarının, vakalardaki ani artışın, maymun çiçeği hastalığının geçmişte olduğundan daha kolay bulaşmasına izin veren bir mutasyondan kaynaklanıp kaynaklanmadığını ve salgınların her birinin tek bir kökene kadar uzanıp dayanmadığını belirlemelerine yardımcı olabileceğini söylüyor.

Ne kadar endişe verici?

Yine de, birbirleriyle belirgin bir bağlantısı olmayan insanlarda maymun çiçeği tespit edilmesi, virüsün sessizce yayılıyor olabileceğini düşündürüyor. ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerinde çiçek hastalığı ekibine başkanlık eden epidemiyolog Andrea McCollum, durumu  “derinden endişe verici” olarak tanımlıyor.

Diğer bir bilmece de, vaka kümelerinin neredeyse tamamının, çoğu biseksüel veya homoeseküsel (MSM) 20-50 yaş arası erkeklerden oluşuyor olması. Rimoin, maymun çiçeğinin cinsel yolla bulaştığı kesinleşmese de cinsel aktivitenin kesinlikle yakın temas oluşturduğunu söylüyor.

MacIntyre, bu beklenmedik bulaşma modelinin en olası açıklamasının, virüsün tesadüfen bir MSM topluluğuna girmesi ve orada dolaşıma devam etmesi olduğunu söylüyor.

Bilim insanları, haftalarca sürebilen ve sıkı temas takibi gerektiren bir epidemiyolojik araştırma tamamlandığında, salgınların kökeni ve enfeksiyon için risk faktörleri hakkında daha iyi bir fikre sahip olacak.

1970’lerde kaybolan çiçek hastlığı ile yakından ilişkili bu virüs, o zamandan bu yana izlenyor. Çiçek hastalığı, dünya çapındaki aşılama sayesinde artık bir tehdit olmaktan çıktığında, halk sağlığı yetkilileri çiçek aşısını önermeyi bıraktı.

Bu yüzden çiçek hastalığının ortadan kaldırılmasından bu yana geçen her yıl, bu virüslere karşı bağışıklığı zayıflamış veya hiç bağışıklığı olmayan nüfus artıyor.

Kaynak: CDC

İlk salgın değil

O zamandan beri birkaç maymun çiçeği salgını yaşandı.

Örneğin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti on yıllardır virüsle boğuşuyor ve Nijerya, ülkenin ilk vakasını bildirdiği 2017’den bu yana 500’den fazla şüpheli ve 200’den fazla onaylanmış vakayla büyük bir salgın yaşıyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nde de 2003 yılında Gana’dan yapılan bir kemirgen sevkiyatının, virüsü Illinois‘deki evcil çayır köpeklerine yaydığı ve 70’den fazla kişinin enfekte olduğu bir salgın bildirilmişti.

Aşılama nasıl uygulanabilir?

Halk sağlığı sektörü maymun hastalığına karşı güçsüz değil.

Bir önlem olarak Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkeler, virüse karşı oldukça etkili olduğu düşünülen bir antiviral tedavinin yanı sıra çiçek hastalığı aşıları tedarik ediyor.

Bununla birlikte, McCollum, terapilerin muhtemelen maymun çiçeği ile mücadele etmek için büyük ölçekte uygulanmayacağını söylüyor:

“Sağlık çalışanları muhtemelen bunun yerine virüsün yayılmasını kontrol altına almak için “halka aşılama” adı verilen bir yöntem kullanacaklardır: Bu, önlem için maymun çiçeği bulaşmış kişilerin yakın temaslılarını aşılamak anlamına geliyor.”

Şimdiye kadar gördüğü verilere dayanarak McCollum, mevcut salgınların muhtemelen halka aşılamanın ötesinde sınırlama stratejileri gerektirmeyeceğini düşünüyor.

“Maymun çiçeğinin her gün görüldüğü bölgelerde bile, yine de nispeten nadir bir enfeksiyon.”

Türkiye’de vaka görüldü mü?

Virüsün kısa sürede Avrupa’nın birçok ülkesinde ortaya çıkması Türkiye’de de endişe yarattı.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca konuya ilşikin sosyal medya hesabından açıklama yaparak, ‘kamuoyunun müsterih olmasını’ ve Türkiye’de vakaya rastlanmadığını söyledi:

“Hayvan kaynaklı, bazen insanlara da bulaşan bu hastalık bir pandemiye yol açmaz. Semptomların genellikle iki-üç hafta içinde kendiliğinden düzeldiği bilinmektedir. Afrika’da görülen hastalığa ülkemizde rastlanmamıştır.”

Niyazi Koyuncu ve Apolas Lermi’nin konserlerine de engel

AKP‘li belediyeler ve valiliklerce konser ve etkinliklerin yasaklanması furyası sürüyor. Eskişehir’deki çok sayıda müzisyenin konser vereceği Anadolu Fest‘e yasak getirilmesinin ardından, Derince Belediyesi, Aynur Doğan‘ın, Muş Valiliği de Metin-Kemal Kahraman’ın konserlerini “uygun bulmamıştı”.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/eskisehirde-15-gun-tum-etkinlikler-yasak-gerekce-genel-asayisin-korunmasi/
İlgili haber: https://yesilgazete.org/eskisehirdeki-festival-yasagina-muhafazakar-erkek-destegi-kizli-erkekli-kaliyorlar/
İlgili haber: https://yesilgazete.org/kurtce-muzik-konserini-gerekli-izinler-alinmadi-diye-iptal-eden-belediye-pankarti-kendi-asmis/

Müzisyen Niyazi Koyuncu da İstanbul Pendik‘te vermeye hazırlandığı konserinin AKP’li belediye tarafından engellendiğini duyurdu.

Yasak gerekçesi: Bizim görüşlerimizi paylaşmıyorsun

Niyazi Koyuncu engellemeyle ilgili açıklamasında şu noktalara dikkat çekti:

  • “Pendik Halk Eğitim Merkezi’nin 25 Mayıs’ta Sahil Meydanı’nda düzenleyeceği etkinlikte sahne almam Pendik Belediye Başkanlığı tarafından engellenmiştir.
  • Belediye, iptal gerekçesi olarak kurumlarının “değer yargılarını ve görüşlerini” paylaşmayan bir müzisyenin, Pendik meydanlarında konser yapmasına müsaade edilemeyeceğini sunmuştur.
  • Tüm yasaklara ve ötekileştirme çabalarına rağmen şarkılarımızı hep birlikte ve daha gür söylemeye devam edeceğiz.”

Lermi’ye de yasak

Niyazi Koyuncu’nun ardından, Karadenizli müzisyen Apolas Lermi de Denizli konserinin Pamukkale Belediyesi, Bostancı konserinin ise organizasyon tarafından iptal edildiğini duyurdu.

Lermi sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Malum kişinin beni hedef gösteren açıklamaları ve paylaşımları sonucu 29 Mayıs Denizli konserimiz Pamukkale Belediyesi tarafından, 11 Haziran Bostancı konserimiz organizasyon tarafından iptal edilmiştir. Son günlerde hakkımda çıkan yalan haberlerle ilgili bir açıklama yapacağım” dedi.

https://twitter.com/apolaslermi/status/1528788770664943624?ref_src=twsrc%5Egoogle%7Ctwcamp%5Eserp%7Ctwgr%5Etweet

Apolas Lermi, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile birlikte hükümete yakın medya tarafından İBB konseri nedeniyle hedef göstermişti.

IEA Başkanı Birol: Enerji krizi, iklim hedeflerini unutturmamalı

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Fatih Birol, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın büyük ölçekli yeni bir fosil yakıt yatırımı dalgası oluşturabileceğini ancak iklim hedeflerinin unutulmaması gerektiğini bildirdi.

Birol, İsviçre‘nin Davos kasabasında düzenlenen Dünya Ekonomi Forumu’nda (WEF), “Enerji Görünümü; Krizin Üstesinden Gelmek” başlıklı panelde konuştu.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/davos-zirvesi-basladi-savas-gida-ve-iklim-krizi-oncelikli-gundem/

Son dönemde, gelişen ekonomilerin enerji güvenliğine öncelik vermesinin anlaşılır olduğunu belirten Birol, “Enerji fiyatlarının bu denli yükselmesine neden olan unsurlardan biri de sıcak dalgası ki bu iklim değişikliğinin bir sonucu. Bu sadece bir başlangıç” dedi.

‘Fosil yakıt yatırımı dalgası iklim hedefi kapısını sonsuza dek kapatabilir’

Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle uluslararası toplumun enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye çalıştığını hatırlatan Birol, “Duruma karşı ilk tepkimizin ilave petrol ve doğal gaz tedarik etmek olmasını anlıyorum fakat bu tepkimiz, gelecek yıllarda fosil yakıt altyapısına bağlı kalmaya dayanmamalı” değerlendirmesinde bulundu.

Küresel çapta temiz enerji ve enerji verimliliğinin önemli olduğuna işaret eden Birol, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, büyük ölçekli yeni bir fosil yakıt yatırımı dalgası için bir bahane olarak kullanılabilir. Bu yönde bir senaryonun gerçekleşmesi halinde, ilerleyen dönemde iklim hedeflerine ulaşılması yolundaki kapı sonsuza kadar kapanabilir” diye konuştu.

Hindistan‘ın Petrol, Doğalgaz ve Şehircilik Bakanı Hardeep Singh Puri de dünyanın gerçek bir enerji kriziyle karşı karşıya olduğunu belirterek, Hindistan ve  etrafındaki  dört-beş  ülkede çok ciddi sıkıntı yaşandığına dikkat çekti:

“Her sabah 60 milyon insanın benzin depolarını doldurmak için istasyonlara gittiği bir ülkeyiz. Yaklaşık 1,3 milyarlık nüfusu olan büyük bir ülkede enerji sıkıntısı olmadığından emin olmak zorundayız.”

 

Kerestecioğlu: Geri gönderilen zehirli tarım ürünlerini iç pazara mı verdiniz?

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, kullanılan tarım zehirleri nedeniyle geri gönderilen ihraç ürünlerinin dönüştürülerek iç piyasaya sokulduğu iddiaları hakkında Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi  tarafından yanıtlanması istemiyle yazılı soru önergesi verdi.

Avrupa Birliği Komisyonu’nun, gıda ve yemlerde yapılan sınır ve market kontrolleri sonucu tespit edilen gıda risklerini herkesin erişimine açık bir şekilde bildirdiği “Gıda ve Yemler için Hızlı Alarm Sistemi” (RASFF) portalında son yayınlanan raporu hatırlatan Kerestecioğlu, önergesinde rapordan şu bilgilere yer verdi:

‘İmha yerine dönüştürülüp iç piyasaya veriliyorlar mı?’

Türkiye, 2020 yılında tehlike ve ürün kategorisinde hakkında en çok bildirim yapılan üçüncü ülke konumundadır. Ayrıca bu rapora göre Türkiye için 2021 yılında yapılan zehirli ürün tespiti son üç yıla oranla üç kat artmıştır. Bildirimler, Türkiye’de başta 190 parti meyve ve sebzede pestisit olmak üzere, 58 parti meyve ve sebzede aflatoksin ve 38 parti tohum, kabuklu yemiş ve türevi ürünlerde aflatoksin kalıntısı hakkında yapılmıştır. Raporda, başta limon ve portakal olmak üzere, biber, mandalina, greyfurt, asma yaprağı, üzüm, kuru incir, nar, baharat ve bitki karışımları, haşhaş tohumu, keçi boynuzu zamkı ve kimyon gibi ürünlerin Türkiye’ye geri gönderildiği belirtilmiştir. Geri gönderilen bu ürünlerde; insan üreme sistemi için toksik olduğu bildirilen ve ülkemizde yasaklı olan klorprifos-etil ve triadimenol, bifenthrin, oksit, solunması halinde ölümcül olabilen formetanate gibi tarım zehirlerinin kullanıldığı bilgisi de  yer almaktadır. Ayrıca kullanılan bu tarım zehirleri, anneden fetüse kolayca geçtiği için bebeklerde gelişme bozukluğunun yanı sıra parkinson hastalığı ve bazı kanser türleri dahil olmak üzere ciddi tıbbi problemlere neden olabilmektedir. “

Türkiye’den yurt dışına ihraç edilen ancak tarım zehirlerinin kullanılması nedeniyle geri gönderilen sebze, meyve ve baharat gibi ürünlerin imha edilmediği, aksine stoklandığı ve birçoğunun reçel, turşu, meyve suyuna dönüştürülmüş olarak yurtiçi piyasaya sürüldüğü iddialarının kamuoyuna yansıdığına dikkat çeken Kerestecioğlu, Kirişçi’den şu soruları yanıtlamasını istedi:

Gıda Güvenliği Bilgi Sistemi’ne ulaşım talebi

  • Gıda ürünlerinin üretiminde tarım zehirlerinin kullanılıp kullanılmadığına dair Bakanlığınız hangi denetimleri, ne sıklıkla yapmaktadır? Yapılan bu denetimlerin sonuçları hangi platformlar aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmaktadır?
  • Ülke genelindeki tüm gıda ve yem işletmeleri, bu işletmelere yönelik denetimler, alınan numuneler ve analiz sonuçları, idari cezalar, yaptırımlar, ithalat ve ihracat kayıtları gibi bilgiler bakanlık yetkilileri tarafından girildiği “Gıda Güvenliği Bilgi Sistemi’ne” girmektedir. Gıda Güvenliği Bilgi Sistemi neden kamunun erişimine açılmamaktadır?
  • İhraç edildiği halde tarım zehirleri kullanılması sebebiyle son bir yılda hangi gıda ürünleri geri gönderilmiştir? Geri gönderilen gıda ürünlerinin toplam ihracattaki oranı nedir? Geri gönderilen ürünler hakkında hangi yasal prosedürler uygulanmaktadır?
  • Geri gönderilen ürünlerin imha edilmeyip iç pazara sokulduğu iddialarına dair Bakanlığınız tarafından hangi denetimler yapılmıştır? İddialar doğru ise sorumlulara hangi yaptırımlar uygulanmıştır? Konu hakkında Bakanlığınızca bir kamuoyu bilgilendirmesi yapılmış mıdır?
  • Son dönemde yaşanan Rusya- Ukrayna savaşı ve ülkemizde kendisini her gün daha fazla hissettiren ekonomik kriz ve gıda enflasyonuna karşı, Bakanlığınız tarafından gıda güvenliğimizi sağlamak için hangi önlemler alınmış ve uygulamaya geçirilmiştir?

Rüzgar ve güneş, son bir yılda 7 milyar dolarlık enerji ithalatına engel oldu

Bağımsız iklim ve enerji düşünce kuruluşu Ember‘in bugün yayınladığı analize göre, Türkiye’de rüzgar ve güneşten elektrik üretimi sayesinde milyarlarca dolarlık enerji ithalatı yapılmadı. Ülkede elektrik fiyatlarındaki artış, özellikle doğal gaz fiyatlarındaki artıştan ve liradaki değer kaybından kaynaklanıyor. Elektrik faturalarını düşürebilmek için elektrik üretiminde daha fazla rüzgar ve güneş enerjisine ihtiyaç olduğu belirtiliyor.

Araştırmanın öne çıkan bulguları şu şekilde:

  • Gaz fiyatlarındaki bir yılda yedi kattan fazla artış, elektrik fiyatlarına altı kat artış olarak yansıdı. Türk lirasındaki değer kaybı ise gaz fiyatlarının elektrik fiyatlarına etkisini daha da artırdı.
  • Rüzgar ve güneş enerjisinden elektrik üretimi, son 12 ayda 7 milyar dolarlık fosil yakıt ithalatını önleyerek Türkiye’nin enerji ithalatını düşürdü. Önümüzdeki aylarda, gaz fiyatlarının aynı kalması durumunda her ay yaklaşık 700 milyon dolar tasarruf bekleniyor.
  • Türkiye, elektrik piyasasında tavan fiyat uygulamaları, ulusal elektrik tarifesi ve gaz tarifesi ile elektrik fiyatlarını düşürmeye çalışıyor, ancak bu uygulamalar elektrik üretim maliyetini değiştirmiyordolayısıyla ülkenin üstündeki maliyet yükü hafiflemiyor.
  • Türkiye’de rüzgar ve güneş enerjisi için kısıtlı kapasiteler ayrılırken, ihaleler ihale edilen kapasitelerden 10-15 kat daha fazla başvuru alıyor. Rüzgar ve güneşe tahsis edilen kapasitelerin yükseltilerek yatırım iştahının daha verimli kullanılması gerekiyor.

Türkiye, geçen yıl elektriğinin neredeyse üçte birini doğal gazdan ürettiği için, gaz fiyatlarındaki değişikliklere karşı kırılgan bir yapıda. 2021 yılında yıllık gaz tüketimi yeni bir rekor kırarken, gazda dışa bağımlılık ülkenin ithalat faturalarını artırdı.

Kapasite artışı var ama talebi karşılamaya yeterli değil

Buna karşın, yenilenebilir kaynaklardan elde edilen her bir birim elektrik üretimi, bir birim elektriğin fosil yakıtlar tarafından üretilmesini ve buna karşılık gelen fosil yakıt ithalatını engelliyor. 1 Mayıs 2021 ile 30 Nisan 2022 arasında rüzgar ve güneş santralleri 46,3 TWh elektrik üretti. Eğer bu elektrik doğal gaz santralleri tarafından üretilseydi 7 milyar dolarlık fazladan ithalat yapılması gerekecekti.

Enerjinin geleceği yenilenebilir kaynaklarda yatıyor. Türkiye’de elektrik üretiminde geçtiğimiz yıldaki kapasite artışının %97’si yenilenebilir kaynaklardan oluştu. Türkiye’de rüzgar ve güneş enerjisinde potansiyel yüksek ve çok daha fazla büyüme fırsatı var; ancak  son yıllarda elektrik talebindeki artışı karşılamaya yetecek kadar yenilenebilir enerji artışı sağlanamadı.

Türkiye, yıllık 8 GW kapasite ile Avrupa’nın en yüksek güneş paneli üretim kapasitesine sahip; ancak her yıl 1 GW’tan daha az güneş santrali devreye alınıyor. Yerli güneş paneli üretim kapasitesinin tam olarak kullanılması halinde maliyetli fosil yakıt ithalatı ikame edilebilir ve böylece elektrik faturalarını daha da düşebilir.

Ember Elektrik ve İklim Veri Analisti Ufuk Alparslan‘ın konuyla ilgili değerlendirmesi şöyle:

“Küresel doğal gaz fiyatları ve liradaki değer kaybı Türkiye’de elektrik fiyatlarının yükselmesine neden olurken, yenilenebilir kaynaklar milyarlarca dolarlık fosil yakıt ithalatına engel oldu. Doğru politikalarla yenilenebilir enerji daha çok fayda sağlayabilir. YEKDEM sonrası ülkemizde yenilenebilir enerji kurulumları serbest piyasa ve ihaleler üzerinden ilerleyecek. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için rüzgar ve güneşe daha fazla kapasite tahsis edilmesi ve yatırımları sekteye uğratacak piyasa müdahalelerinden kaçınılması gerekiyor. Enerji kriziyle mücadele, özellikle güneş enerjisi gibi çok hızlı uygulanabilen çözümlere ihtiyaç duyuyor”

 Araştırmanın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

 

Kendini öldüren sistem: Avrupa’daki meyvelerde pestisit kalıntıları dokuz yılda yüzde 53 arttı

Pestisit Action Network (PAN) Europe tarafından yürütülen çalışmada Avrupa‘da popüler yaklaşık 100 bin meyve örneğinin analizi yapıldı ve taze meyvelerin pestisitler (tarım zehri) tarafından kirlenme oranının, son on yılda Avrupa’da çarpıcı bir şekilde arttığı kaydedildi.

Dokuz yılda en tehlikeli pestisitlerin neden olduğu kontaminasyonda yüzde 53’lük bir artış bulan çalışmada, elmaların üçte birinde ve böğürtlenlerin yarısında, bazıları kanser, kalp hastalığı ve doğum deformiteleri gibi hastalıklarla bağlantılı olan en toksik pestisit kategorilerinin kalıntılarına rastlandı.

Kivilerde pestisit kalıntısı 2011’den 2019’a kadar yüzde 4’ten yüzde 32’ye yükselirken, kirazlardaki kontaminasyon da aynı zaman diliminde ikiye katlanarak yüzde 22’den yüzde 50’ye çıktı.

Belçika‘daki armutların yüzde 87’sinin ve Portekiz‘dekilerin yüzde 85’inin en az bir toksik pestisit tarafından kontamine olduğu kaydedilen araştırmaya göre sebzelerde yüzde 50 ile kereviz ve yüzde 31 ile lahana en kontamine ürünlerdi.

Örneklenen en kontamine meyveler ise yüzde 51 ile böğürtlen, yüzde 45 ile şeftali, yüzde 38 ile çilek, yüzde 35 ile kiraz ve yüzde 35 ile kayısı oldu.

Alman Bütünleştirici Biyoçeşitlilik Araştırma Merkezi’nden (iDiv) Prof. Nicole Van Dam, raporu “şok edici” olarak nitelendirdi ve “Sağlıklı meyve ve sebzelere toksin püskürtülürse sağlıklı beslenmenin ne anlamı var?” diye sordu.

PAN Avrupa sözcüsü Salomé Roynel şunları söyledi:

“Tüketicilere şu anda, çoğu ciddi sağlık etkileriyle bağlantılı en zehirli pestisit kalıntılarıyla kontamine olmuş taze meyve yemeleri söyleniyor. Kanun ne derse desin, hükümetlerin bu pestisitleri yasaklama niyeti olmadığı açık. Güçlü kimyasallara ve bozuk bir tarım modeline dayanan çiftçilik lobisinden çok korkuluyor.”

En zehirli pestisitlerde kullanılan kimyasalların güvenli bir sınırı olmadığını söyleyen Roynel, tüketicilerin, özellikle hamileleri ve küçük çocukların, organik meyve sebzeye yönelmesini tavsiye etti.

Mevzuata uygun mu?

Öte yandan CropLife Europe derneği sözcüsü Anika Gatt Seretny, pestisit kalıntılarının varlığının, gıdanın güvensiz olduğu anlamına gelmediğini söyledi:

“Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) bu konuda kapsamlı bir araştırma yürüttü ve tüketicinin kümülatif (birikimsel) maruziyetten kaynaklanan riskinin, sınırınaltında olduğunu ve dolayısıyla bir risk faktörü olmadığını gösterdi.”

Avrupa Komisyonu sözcüsü Stefan Van De Keersmaecker de şunları ekledi: “EFSA’nın raporunun her yıl gıda ürünlerindeki pestisit kalıntılarına ilişkin en kapsamlı rapor olarak kabul edildiğini belirterek, “uzun yıllardır toplanan örneklerin  yüzde 98’inin Avrupa Birliği (AB) mevzuatına uygun olduğunu” söyledi.

The Guardian’ın haberine göre Komisyon, tehlikeli pestisit kullanımının 2019’da, 2015-2017 dönemine kıyasla yüzde 12 düştüğünü öne sürüyor ve 2030 yılına kadar yüzde 50’lik bir azalma daha öneriyor.

Fakat yeni çalışma, 2019’da kontamine meyve ve sebzelerin oranının 2015-2017 aralığına göre yüzde 8,8 arttığını buldu.

Ayrıca, AB hükümetlerinin ilgili pestisitleri yasaklamaya başlaması beklenen 2011 yılından bu yana meyvelerdeki kontaminasyon oranının yükselerek elmada yüzde 117 ve kirazda yüzde 152 arttığı kaydedildi.

iDiv’de ekolojist olan Dr Guy Pe’er yeni çalışmanın son derece endişe verici olduğunu, çünkü ‘büyük olasılıkla tarım kimyasallarına dair buzdağının sadece bir kısmını yansıttığını’ söyledi:

“Kimyasalların aşırı kullanımıyla ilgili endişelerimiz, izlenen belirli meyve ve sebzeler hakkında endişelenmenin çok ötesine geçmeli – kelimenin tam anlamıyla kendini öldüren bir sistemden bahsediyoruz.”

Ukrayna kriziyle ilgili gıda güvenliği korkuları nedeniyle Mart ayında ertelenen AB pestisit yasasında yeni azaltma hedefleri içerebilecek bir reformun 22 Haziran’da yapılması bekleniyor.

Aşırı yoksulluk ve insan hakları BM özel raportörü Olivier de Schutter, Avrupalı ​​karar vericilerin yeşil kurallara sıkı şekilde bağlı kalması gerektiğini belirtti:

“Maalesef gelişen gıda kriziyle birlikte, özellikle Ukrayna ve Rusya’dan buğday, bitkisel yağ ve mısır tedarikindeki kesintiyi telafi etmek için üretimin artması gerektiğini söyleyen çiftçi sendikalarından çok güçlü bir baskı görülüyor.”

Çeşme Altınkum’da kaçak plaj inşaatı tekrar başladı: Resmi makamlar sadece seyrediyor

İzmir‘in Çeşme ilçesindeki dünyaca ünlü doğal sit alanı Altınkum Plajı‘nda verdiği zarar nedeniyle jandarma ve Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından mühürlenerek durdurulan ‘beach club’ yıkımı, iki hafta sonra tekrar başladı.

Altınkum Mahallesi Çavuşkuyu mevkiindeki kıyı kesiminde 1400 metrekarelik alanı tahrip ederek plaj inşa etmek isteyen Yeşilköylü Atık Yönetimi Madencilik Tic. Ltd. Şti‘nin tekrar başlayan kaçak inşaat için ruhsat alıp almadığı ise bilinmiyor.

İlgili haber: Çevrecilerin mücadelesiyle Çeşme Altınkum’daki inşaat durdu: Tehlike geçmiş değil

İnşaatın yeniden başladığını duyuran ve jandarma ile birlikte alana giden Çeşme Çevre Platformu’nun sözcüsü Ahmet Güler, “Kaçak inşaatı hiç kimse durduramıyor. Resmi makamlar beş aydır sadece tutanak tutuyor, çevre ve deniz kenarı göz göre göre yok ediliyor” dedi.

Sadece seyrediyorlar

Güler, kaçak inşaatla mücadele eden yurttaşların “şirketin arkasında çok büyük bir siyasi destekolmalı, hiç kimseden korkmadan istediklerini yapıyorlar” diye düşündüğünü söyledi.

Bölge sakinleri, Çeşme Belediyesi‘nin böylesi bir tahribat ve kaçak inşaata işletme ruhsatı vermeyeceği beklentisi içinde.

Platform, şikayetler ve tüm resmi girişimlere rağmen inşaatı durduracak resmî bir makam bulunmadığına dikkat çekti:

“Halkın arazisi olan sit alanındaki inşaat süreci tekrar başladı. Tüm resmi makamlar sadece ‘süreci takip ediyoruz, tutanak tutuyoruz’ demekten başka hiçbir şey yapmayarak sadece seyrediyorlar.”

Ne olmuştu?

Çevre ve Şehircilik Bakanlığından Çeşme Altınkum’da 1377 m2 alan kiralayan Yeşilköylü Atık Yönetimi Madencilik Limited Şirketi’ne, 6 metrekare portatif büfe, 25 metrekare gölgelik, 4 metrekare cankurtaran kabini, duş ve tuvalet izni verilmişti.

Bu yılın ocak ayında inşaata başlayan şirket,iİş makineleri ile doğal sit alanına girerek 20 bin m2’lik sit alanında şirket, ardıç ağaçlarını kökünden sökmüş, kumsalları yok etmiş, ve izinsiz sondaj kuyusu açmıştı. İş makineleri, koruma altındaki endemik bitki türlerini yok etmişti.

İlgili haber: Çeşme’de asırlık ağaçları ‘beach clup’ için kestiler

Kumsalı vatandaşların girişine kapatılmış, beach club işletmecileri bölgeye girişlerin ücretli olacağını, ancak tuvalete gidenlerden para alınmayacağını belirtmişti, bu şekilde ‘yollara tuvalet yapılmasının’ önüne geçeceklerini söylemişti.

İlgili haber: Çeşme Çevre Platformu, Altınkum Plajı’ndaki ‘beach club’ yıkımına karşı dava açmaya hazırlanıyor

Çevre gönüllüleri ve bölge sakinleri, devletin tüm yetkili makamlarına şikayetlerde bulundu, savcılığa suç duyurusu yaptı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kira kontratını iptal etmesini talep etti.

Gönüllüler dava hazırlığındayken 13 Mayıs’ta başvuruda bulunulan makamlardan sadece Devlet Su İşleri (DSİ) görevlileri alana gelerek, kaçak sondaj kuyusunu kapattı ve mühürledi. Belediye’ye işletme ruhsatı başvurusu yapan inşaatçılar, ruhsatı alabilmek için geçici olarak inşaa ettikleri yapıları tekrar söktü.

 

Irak ve Kuveyt’te de kum fırtınası: Binlerce kişi boğulma tehlikesi yaşadı

Kuveyt Sivil Havacılık İdaresi, ülkedeki yoğun kum fırtınası nedeniyle uçak seferlerinin askıya alındığını açıkladı. İdarenin sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, Kuveyt Uluslararası Havalimanı‘nın yerel saatle 14.20 itibarıyla uçuşlara kapatıldığı belirtildi.

Sivil Havacılık İdaresi Müdür Yardımcısı İmad el-Celvi, görüş mesafesinin iyileşmesiyle uçuşlara yeniden başlanacağını aktardı.

Fotoğraf: AA –  Kuveyt

Halka ‘evde kalın’ çağrısı

Irak genelinde ise kum fırtınasının etkisi devam ediyor. Irak’ın Kerkük şehrinde yetkililer halka evlerinde kalma çağrısında bulundu.

Kerkük’te dün akşam saatlerinde başlayan kum fırtınası hayatı olumsuz etkiledi. Irak Ulaştırma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, önümüzdeki 48 saat boyunca özellikle solunum hastalıklarına sahip kişilere evlerinde kalması tavsiye edilirken, yolculuk yapılmaması gerektiği kaydedildi.

Kerkük Sağlık Dairesi Genel Müdürü Nebil Hamdi Boşnak ise kum fırtınası nedeniyle bölge halkını zorunlu haller dışında dışarıya çıkmama konusunda uyarırken, maske takılması tavsiyesinde bulundu. 

Fotoğraf: AA – Irak

Boşnak ayrıca Sağlık Bakanlığı tarafından, sağlık çalışanlarına kum fırtınasına karşı her türlü hazırlığın yapılması talimatı verildiğini açıkladı. Irak’ta kum fırtınası nedeniyle tüm uçuşlar askıya alınırken, ülkede genelinde resmi tatil ilan edilmişti.

Irak’ın birçok bölgesinde geçen hafta etkili olan yoğun kum fırtınası nedeniyle dört bin kişinin boğulma tehlikesi geçirerek hastanelere kaldırılmıştı. Irak Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, ülkede hayatı olumsuz etkileyen kum fırtınası sebebiyle binlerce kişi solunum şikayetiyle hastanelere başvurmuştu.

İklim değişikliği ve kum fırtınası: Irak’ın antik yapıları yok oluyor

İklim değişikliğinin yol açtığı su kıtlığı, tuz konsantrasyonunun artması ve kum fırtınaları, sağlık tehdidinin yanısıra Irak’ın da içinde bulunduğu Mezopotomya‘da dünya mirası önemli antik yapıların, kültür ve doğal mirasının yok olmasına da neden oluyor.

Irak‘ta artan tuz konsantrasyonları kerpiçleri tüketirken ve daha sık görülen kum fırtınaları antik harikaları aşındırıyor; dünyanın en eski yapılarından bazıları iklim değişikliği nedeniyle yok oluyor .

Uygarlığın beşiği olarak bilinen ve Irak’ın da yer aldığı Mezopotamya,  çivi yazısının geliştirildiği ve Sümer başkenti Ur gibi dünyanın en eski şehirlerinden bazılarının inşa edildiği bir bölge.

‘Sular altında kalabilir’

Irak giderek ısınıyor ve kuruyor. Birleşmiş Milletler, 2050 yılına kadar yıllık ortalama sıcaklıkların 2°C artacağını ve 50°C’nin üzerindeki aşırı sıcaklıkların yaşanacağı gün sayısının artacağını, yağışlı mevsimde yağışların yüzde 17’ye kadar düşeceğini ve kum ve toz fırtınalarının sayısının yılda 120’den 300’e çıkacağını, yani iki katından fazla olacağını tahmin ediyor. Bu arada, yükselen deniz suyu Irak’ın içine bir tuz hançeri sokuyor. 30 yıldan daha kısa bir süre içinde güney Irak’ın bazı kısımlarının sular altında kalabileceği belirtiliyor.

Önlem alınabilir mi?

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa, Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, kum ve toz fırtınası olmadan önce alınması gereken önlemlere ilişkin olarak daha önce yaptığı bir uyarıda şu ifadeleri kullanıyor:

“Kum-toz fırtınası olmadan önce alınması gereken önlemlerin neler olacağı aslında sorunun kaynaklarından belli, en önemlisi kurak ve yarı kurak bölgelerde arazi tahribatını önlemektir. Aşırı otlatma nedeniyle bitki örtüsünü kaybetmiş otlak ve meraların ıslah edilmesi, tarım alanlarında çok yıllık ürünler yetiştirilmesi, toprak işlemesiz tarım uygulamalarının yapılması, toprakların organik madde içeriklerinin artırılması gereklidir. Ayrıca toprakların şiddetli rüzgar mevsiminden sonra sürülmesi, toprak yüzeyinin malçlanması (saman ve benzeri artıkların toprakların üzerine serilmesi), iklim ve toprak koşullarının uygun olduğu yerlerde ağaçlandırmalar yapılması alınabilecek önlemlerden bazılarıdır.”