Ana Sayfa Blog Sayfa 89

Önce Ekvador, sonra Balkanlar’da elektrik kesintileri: Gözler sıcak dalgalarında

Karadağ, Bosna, Arnavutluk ve Hırvatistan sahillerinin büyük bir kısmında yaşanan büyük elektrik kesintisi, ülkede bir kaosa neden oldu. Geçtiğimiz günlerde de Ekvador‘da ülke çapında bir elektrik kesintisi yaşandı. Ekvador’da yaklaşık 18 milyon insanın birkaç saat boyunca elektriksiz kaldı. Başkent Kito‘daki metro ulaşımı tamamen durdu. Ekvador Bayındırlık Bakanı Roberto Luque, kesintiye elektrik sistemlerine yatırım yapılmamasını gerekçe gösterdi:

“Yıllardır bu sistemlere yatırım yapmayı bıraktık ve bugün bunun sonuçlarını yaşıyoruz.”

Ekvador’da Nisan ayında yaşanan kuraklık sonrası hükümet, büyük şehirleri saatlerce elektriksiz bırakan bir dizi planlı kesinti ilan etmek zorunda kalmıştı.

Kito Belediye Başkanı Pabel Muñoz son elektrik kesintisinin çok geniş çaplı olduğunu belirterek “Kendi ayrı sistemi olan metronun bile elektriği kesildi” dedi.

Fotoğraf: Reuters

Guayaquil’de elektrik kesintisi sırasında bir müşterisinin saçını kesmekte olan kuaför Diana Rosales, Expresso gazetesine şunları söyledi:

“Çok fazla fatura ödediğimiz halde berbat bir hizmet almaya devam etmemiz adil değil.”

BBC’nin aktardığına göre; yerel medya bazı bölgelerde içme suyuna erişimin askıya alındığını bildirirken, bazı bölge sakinleri kesinti konusunda herhangi bir uyarı yapılmamasından duydukları hayal kırıklığını dile getirdi.

Guayas sakini Andrew Medina, Expresso’ya yaptığı açıklamada, “Şimdi evimdeki şişeyle mucizeler yaratmak zorundayım” dedi.

Eğitim Bakanlığı, ülke genelindeki eğitim kurumlarında gece saatlerindeki derslerin de askıya alındığını ve çevrimiçi olarak yapıldığını bildirdi.

Kesintinin meydana gelmesinden birkaç saat sonra ülkedeki elektriğin yüzde 95’inin geri geldiği açıklandı.

Ülkenin enerjisinin büyük bir kısmı komşu Kolombiya‘dan geliyor.

Fotoğraf: AFP

Balkanlar’da elektrik kesintileri

Karadağ, Bosna, Arnavutluk ve Hırvatistan‘da yaşanan elektrik kesintisi ise yaşamı kesintiye uğrattı. Sıcak dalgaları sırasında yaşanan kesinti nedeniyle klimalar kullanılamazken trafik ışıklarına kadar ülkeler karanlığa gömüldü.

Karadağ Enerji Bakanı, kesintinin yüksek sıcaklıkların yol açtığı elektrik tüketimindeki ani artıştan ve sıcağın kendisinden kaynaklandığını söyledi.

Elektrik dağıtım sistemleri, transfer ve ticarete olanak sağlamak üzere Balkanlar genelinde birbirine bağlı şekilde kullanılıyor.

Karadağ’ın başkenti Podgoritsa‘da öğrenci olan 24 yaşındaki Gentiana, Reuters’a yaptığı açıklamada, “Bu sıcakta bunun olmasını bekliyorduk” dedi.

Yetkililer ve sosyal medya kullanıcıları, elektrik ve wifi ağlarının saat 13.00 civarında kesildiğini söyledi. Operatörler, öğleden sonra arzı yeniden sağlamaya başladıklarını bildirdi.

Fotoğraf: Calliopejen1/Wikimedia Commons

Sıcaklık 40 dereceye ulaştı

Reuters’ın aktardığına göre; Bosna‘nın başkenti Saraybosna ile Banja Luka ve Mostar şehirlerinde trafiğin durma noktasına geldiğini, bölgenin bazı kesimlerinde sıcaklığın 40 santigrat dereceye ulaştığını söyledi.

Yerel halk, Podgoritsa’da pompaların çalışmayı durdurması nedeniyle birçok kişinin su kaybettiğini bildirdi. Klimalar kapandı ve turist dükkanlarındaki dondurmalar eridi.

Devlet televizyonu HRT’nin bildirdiğine göre Hırvatistan’ın kıyı kenti Split‘te de trafik tıkandı. Ambulans sirenlerinin şehrin dört bir yanında çaldığını da bildirildi.

Karadağ Enerji Bakanı Sasa Mujovic bir televizyon yayınında yaptığı açıklamada, “Arıza, şebeke üzerindeki ağır yük, yüksek sıcaklık nedeniyle güç tüketimindeki ani artış ve yüksek sıcaklıkların bir sonucu olarak meydana geldi” dedi.

Mujovic, uzmanların halen arızanın nereden kaynaklandığını tespit etmeye çalıştıklarını da sözlerine ekledi.

Arnavutluk Enerji Bakanı Belinda Balluku, Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki enterkonnektörde bir arıza olduğunu ve Karadağ ile Hırvatistan ve Bosna’nın bazı bölgelerinde de benzer durumlar yaşandığını duyduğunu söyledi. Enterkonnekte sistemi, enerji üretim noktasından tüketicilere kaliteli ve güvenilir bir enerji iletmek için kullanılan bir bağlantı tekniği olarak kullanılıyor.

Yüksek sıcaklık ve kesintilerin ilişkisi

Balluku bir konuşmasında, tam bir soruşturmanın zaman alacağını ancak ilk analizlerin “şu anda iletim sistemindeki büyük hacimli güç ve rekor seviyelerdeki çok yüksek sıcaklıkların bu teknik sorunu yarattığını” öne sürdüğünü ekledi.

Balluku, Arnavutluk’ta elektriğin yarım saat içinde geri geldiğini, ancak elektrik kullanımı ve ısı seviyeleri hala yüksek olduğu için ülkenin daha fazla kesinti riski altında olduğunu söyledi.

Fotoğraf: AP

Hırvatistan’ın devlet haber ajansı HINA, ismi açıklanmayan kaynaklara dayanarak arızanın Karadağ’da başladığını belirtti.

Hırvatistan’ın HOPS elektrik iletim şirketi yöneticisi Danko Blazevic, ne olduğunu kesin olarak söylemek için çok erken olduğunu söyledi.

Blazevic, “Avrupa kurumları bu tür kesintileri raporlamaktan sorumludur. Spekülasyon yapmak sorumsuzluk olur çünkü soruşturma genellikle altı ay sürer” dedi.

Adalıların direnişi sürüyor: Adalar’da Azmanbüs İstemiyoruz

Adalılar, itirazlarına rağmen Adalar ilçesine minibüslere karşı direnişlerini dün (20 Haziran) de sürdürdü. Adalıların ‘azmanbüs’ şeklinde adlandırdığı İETT‘nin Adalar‘da toplu taşıma için kullanımını başlattığı Gebze-Harem hattı minibüsleri Adalar’dan çekilene kadar eylemliliğin sürmesi kararı alındı.

Beşinci gününe giren ‘azmanbüs’ protestosuna, evlerinde ve dükkanlarında bulunan Büyükada sakinleri ve ziyaretçiler de alkışlarla destek verdi.

‣ Minibüslü toplu ulaşıma karşı eylem yapan Adalılara gözaltı
‣ Adalılar serbest: Yaya bölgesinde yaya olarak durduğumuz için gözaltına alındık

Adalar Sivil İnisiyatifi tarafından konuya ilişkin açıklama yapılarak “İETT ve İBB adına yapılan yanıltıcı açıklamalar da Adalıların tepkisini çekiyor. İBB faytonları kaldırma kararını Ocak 2020’de aldığı halde, ‘İBBHaber’ adlı X (Twitter) hesabından ‘İBB, Adalar’da faytonlar yerine elektrikli doğa dostu adabüslerin kullanılacağını açıkladı’ diye tweet atıldı. Adabüs, İBB’nin Haziran 2020’de Adalar’a getirdiği 13 kişilik taşıtın adıdır. Azmanbüs, mevcut adabüslerden çok daha büyük. Adabüs 13 yolcu alırken, azmanbüste 12 yolcu oturabiliyor. İETT’nin, azmanbüslerin adada ayakta yolcu alarak tur atmasını öngördüğü tahmin ediliyor” denildi.

Öte yandan İnisiyatif tarafından yapılan açıklamada, halihazırda adada 2020’den beri kullanılan, İBB’nin “adabüs” adını verdiği otobüslerin de baştan beri tescil sorununa sahip olduğu, ancak İBB’nin yine 2020’den beri Adalar’da kullandığı üç yolculu taksilerin tescili olduğuna dikkat çekildi.

İBB’nin mevcut adabüsler tescilsiz olduğu için, ulaşım ihtiyacını karşılamak adına ‘mecburen’ adaya azmanbüs getirdiği iddiasının doğru olmadığına dikkat çekilen açıklamada “Ayrıca, aracın karayoluna çıkış tescili bulunması onu Adalar’da kullanıma uygun kılmıyor. Koruma Kurulu kararlarına göre Adalar yaya bölgesidir, taşıt trafiğine kapalıdır, elektrikli veya fosil yakıtlı motorlu taşıt kullanımı özel haller dışında yasak” denildi.

Adalılar, Türkiye’nin tek yaya bölgesi olan ilçelerinin bu özelliğini korumaya çalıştıklarını ve yasaların uygulanmasını istediklerini de bir kez daha dile getirdi.

Adaya elektrikli motorlu taşıt getirilerek atların kurtarıldığı iddiasının da gerçekleri yansıtmadığına dikkat çekilen açıklamada “Beş yıl önce 1700’den fazla atın yaşadığı, bugünse 100 atın bile kalmadığı Adalar’da, İBB Atlı Zabıta birimindekiler dışında atlar, yıllardır İBB Büyükada İspark Ahırı’nda kapalı tutuluyor” ifadelerine yer verildi.

  Adalar’daki atlara ne oldu? 

“İETT adına yapılan açıklamada, azmanbüsü meşrulaştırmak için yaz aylarında ve bayramlarda Adalar’a 60 bin ziyaretçi geldiği, ziyaretçilerin ulaşım talebini karşılamak için adada bu araçların getirildiği söylenmişti. Adalar’a gelen ziyaretçilerin motorlu araçla taşınmak gibi bir talebi veya ihtiyacı yok” denilen açıklamanın devamında şunlar aktarıldı:

“Ziyaretçilerimiz Adaları yürüyerek veya bisikletle, keyifle gezebilirler. Adayı tanımayanları, gezi aracı diye azmanbüse yönlendirmek onları yanıltmak ve misafirlerimize haksızlık etmektir. İETT’nin amacı, misafirleri minibüs kuyruğuna sokup, 60 TL karşılığı ‘minibüsle ada turu’ attırarak para kazanmak mı? Bu da tıpkı akülü araçlar gibi yasa dışı. Daha önemlisi, bir alana taşıma kapasitesinden fazla kişinin gelmesi, o alanın korunması açısından da, ziyaretçilerin güvenliği ve memnuniyeti açısından da doğru değildir.”

‣ Azmanbüsler: Hizmet değil tahribat
‣ ‘Trafik terörü’ne teslim edilen Adalar’da şimdi de minibüs dönemi!
 Adalar Sivil İnisiyatifi’nden minibüs tepkisi: ‘Yürünebilir Adalar istiyoruz’

’16 milyon için mücadele ediyoruz’

Adalar ilçesine, ilçedeki ambülans sayısının, sağlık hizmeti ve çöp toplama kapasitesinin, tuvalet sayısının, en önemlisi afet halinde kişileri tahliye kapasitesinin çok üzerinde ziyaretçi geldiğine de vurgu yapılan açıklamada ayrıca şunlara yer verildi:

“Kuru hava ve şiddetli rüzgârda Büyükada’nın ormanı ve evleriyle beraber tamamı sadece dört saatte yanabilir, tahliye edilemeyen binlerce kişi ölebilir. Bu nedenle, talep var diye yasa dışı araç getirmek yerine, talebi yönetmek tercih edilmeli. Adalar’da bir ziyaretçi yönetimine, bir ulaşım master planına ihtiyaç var. Ziyaretçi planı ve Adalar ulaşım master planı yapılmadan İETT’nin azmanbüsleri Adalar’a getirmesi doğru değil, yasal değil, İBB’nin katılımcı yönetim vaatlerine de uygun değil. Adalıların, afet uzmanlarının, ilgili meslek odalarının katılımıyla ve yasalara uygun olarak planlama yapılmalı.

Adalılar, azmanbüsler adadan çekilene kadar eylemliliklerini sürdürmeye kararlılar. Yaya bölgesi olan Adalar’ın tadını yürüyerek çıkarmak üzere İstanbulluların, Adalar’ı seven herkesi, motorlu araçlara karşı Adalar’ı korumaya davet ediyoruz.
16 milyon için mücadele ediyoruz!”

Ne olmuştu?

İETT, 23 Mayıs’ta Adalar’a minibüs getirmeyi planlamıştı. Ancak Adalıların gösterdiği tepki üzerine kurumun halkla yaptığı toplantıda bu araçların adada kullanılmayacağı, ulaşım master planı hazırlanacağı sözü verilmişti.

15 Haziran’da İETT’nin bu defa bayram kalabalığını gerekçe göstererek Büyükada’ya getirdiği minibüslere karşı Kınalıada, Burgazada, Heybeliada ve Büyükada sakinleri ile ada dostu İstanbullular Büyükada’da bir araya geldi.

Ada sokaklarında yürüyen protestocular, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na seslenerek “Adalarda azmanbüs istemiyoruz”, “Adalarda yürümek istiyoruz”, “Ada yaya yolu”, “Hiç güzel olmuyor”, “Azmanbusler gitsin”, “Adalılar burada sorumlular nerede”, “Söz, yetki, karar, iktidar halkındır” sloganları atmıştı.

İBB ‘azmanbüsleri’ savundu, Adalılar Özgür Özel’e açık mektup gönderdi

Ekoloji Birliği: Yangın felaketleriyle etkin mücadele devletin görevidir!

Ekoloji Birliği tarafından dün (20 Haziran) akşam saatlerinde Mardin‘in Mazıdağı ilçesi ile Diyarbakır‘ın Çınar ilçesi arasında kırsal alanlarda başlayan ve 11 yurttaşın, binlerce hayvanın ölümüne ve yaralanmasına neden olan yangına ilişkin açıklama yapılarak devlete görevleri hatırlatıldı. Yangın felaketleriyle etkin mücadelenin devletin görevi olduğunun vurgulandığı açıklamada onlarca kilometrelik alana yayılan yangında, gece boyunca çevre il ve ilçelerden gelen itfaiye ve yangın söndürme ekipleri ile yöre halkının kendi imkanlarıyla müdahalede bulunmasının, yetersiz kaldığı belirtildi.

İlçe belediye eşbaşkanının kaymakamlıktan yangın söndürme helikopteri talebinin ‘helikopterin gece görüşü yok denilerek’ karşılanmadığına dikkat çekilerek “Havadan müdahalenin zamanında yapılamaması ise yangının çok kısa sürede büyük bir faciaya dönüşmesine neden olmuştur” denildi.

Diyarbakır yangın
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

Açıklamada, “Bölgedeki elektrik enerjisi tedarikçisi DEDAŞ’ın sürekli elektrik kesintileri, yüksek voltaj sorunları, elektrik altyapısının yenilenmemesi gibi hizmet eksikliklerinden ve bu hizmetlerin denetiminin devlet tarafından ihmal edilmesinden kaynaklı bölge halkı üzerinde kurmuş olduğu bir tahakküm söz konusudur” ifadeleri kullanıldı.

‘Bu ihmal kabul edilebilir değil’

Valiliğin anız yangını olarak duyurduğu oysa DEDAŞ’ın ihmalinin söz konusu olduğu yangının ilk tanığı köylülerin ‘gerekirse mahkemeye gider ifade veririz’ dediğine de dikkat çekilen açıklamanın devamında şunlar aktarıldı:

“Direklerin tahtadan olması bu sebeple zeminde sağlam durmaması ve elektrik tellerinin yaz aylarında genleşmesi sonucu birbirleriyle olası teması sonucu daha önce de birçok yangına sebebiyet veren bu ihmal kabul edilebilir değildir. Gece boyunca gerek yöre halkının yardım çığlıkları gerekse sosyal medya üzerinde başlayan etkin müdahale talebine yetkili kurumlar sessiz kalmış anında ve zamanında gerçekleşmeyen müdahale ne yazık ki can kayıpları ve ağır yaralanmalarla sonuçlanmıştır. Bölgeden iletilen haberlere göre sekiz vefat ve 16 ağır yaralı olduğu bildirilmiştir. Kayıpların artmasından ayrıca endişe etmekteyiz.

Yerleşim yerlerine de sıçrayan yangında insanlar dışında, hayvanlar, doğal yaşam etkilenmiş, köylülerin geçim kaynakları zarar görmüş, yok olmuştur. İklim krizinin derinleşen etkilerini gördüğümüz yaz ayları her yıl tekrarlanan yangınlara rağmen, devlet kurumlarının gerekli önlemleri almaması, etkin bir müdahale politikasının olmaması, havadan söndürmede halen gece görüşlü helikopter ve tam teçhizatlı yangın söndürme uçaklarının yeterli sayıda bulundurulmamasından kaynaklı olarak yaşadığımız büyük felaketlere dönüşmektedir.

Yangından etkilenen bölgenin hala desteğe ihtiyacının olduğu ve tüm ilgili kurumları, sağlık emekçilerini, bölge halkını, yangından zarar gören hayvanlar için veteriner hekimleri desteğe çağırıyoruz.”

Diyarbakır yangın
Yangının bilançosu gün aydınlanınca ortaya çıktı: İnsanlar, hayvanlar, tarlalar ve ağaçlar yandı

Yangının bilançosu gün aydınlanınca ortaya çıktı: İnsanlar, hayvanlar, tarlalar ve ağaçlar yandı

Diyarbakır‘ın Çınar ile Mardin‘in Mazıdağı ilçeleri arasında akşam saatlerinde çıkan yangın nedeniyle beş kişi hayatını kaybederken 10’u ağır 44 kişi de yaralandı. Yangının bilançosu gün aydınlanınca ortaya çıktı. Yangında çok bir çobanla birlikte binlerce hayvan can verdi. Binlerce dönüm arazi küle döndü. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kırsal Kalkınma Dairesi Başkanlığı, uydu üzerinden yaptığı tespite göre 66 kilometrelik alanın yangından etkilendiğini açıkladı. Amed Barosu, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulundu.

Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre; en başta anız yangını olduğu belirtilen yangının Tobini mahalesinde elektrik tellerinden kaynaklandığının düşünüldüğü belirtildi. Geniş tarım arazilerine sahip bölgede yangının rüzgârın etkisiyle ilerlediği belirtildi. Yangında zarar gören bölgede buğday, arpa, mercimek ve nohut gibi tahıl ürünlerinin ekili olduğu tarım arazilerinin olduğu ve maki bitki örtüsünde yer alan zeytin gibi ağaçların yetiştiği belirtildi. Yine bölgenin birçok hayvan ve bitki türüne de ev sahipliği yaptığı aktarıldı.

Diyarbakır yangın
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

Veterinerlere çağrı yapıldı

Yangından etkilenen hayvanlar için yetkililerin adım atmadığını belirten köylüler gönüllü veterinerlere çağrı yaptı. Binlerce hayvan yangında can verdi.

Köylülerin ağır yaralı olarak kurtardıkları hayvanları ise arazide tedavi edilmeden bekletiliyor.

Diyarbakır yangın
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

‘Yangın elektrik tellerinden çıkan kıvılcımla başladı’

Yangın faciasının elektrik tellerindeki kıvılcımın araziye düşmesiyle başladığını  söyleyen köylülerden Hasan Abi, “Erken müdahale olsaydı bu kadar insan ölmezdi” dedi. Yangının çıktığı noktada DEDAŞ’ın da çalışma başlatması dikkat çekti.

Yangının çıkışına tanıklık eden 55 yaşındaki Hasan Abi, yangının elektrik tellerindeki kıvılcımlardan çıktığını söyledi. Mazıdağı’nın Şenyuva köyünden olan Abi, Çınar’a bağlı Köksalan (Tobini) köyü yakınlarında elektrik tellerinde meydana gelen kıvılcımların saçılmasıyla yangının başladığını aktardı.

Diyarbakır yangın
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

Yangının başlamasıyla köylülerin yangın yerine gelerek kendi imkanlarıyla müdahale etmeye çalıştığını belirten Abi, “Dün akşam hasta ziyareti için Herberî köyüne geldik. Akşam 9 buçuk  (21.30) gibi Tobînî köyüne ulaştık. Köye geldiğimiz zaman köyün girişinde elektrik telleri birbirine çarptığını gördük. Dün büyük bir fırtına çıktı. Bir anda yangın çıktı. Halk toplandı, fakat söndürmeye gücümüz yetmedi. Yangına müdahale edecek imkanlarımız yoktu. Yangın çıktığı zaman ne devlet müdahale edebiliyordu ne de bizim müdahale edecek imkanlarımız vardı.  Dün eğer bu yangına müdahale edilseydi, bu kadar insan hayatını kaybetmezdi” dedi.

Eskiyen elektrik nakil hatlarını yenilememekle yangının çıkmasında sorumluluğu tartışılan Dicle Elektrik Dağıtım Şirketi (DEDAŞ) bölgede çalışma yürütmeye başladı. DEDAŞ ekiplerinin, yangının çıktığı iddia edilen direk üzerinde çalışma yürütmesi ise dikkat çekti. Bölge sakinleri ise, DEDAŞ’ın çalışmayla delilleri karartmasından endişe duyuyor.

‘Yaşananlar kader değil, müdahale araçları hazır tutulmalı’

Öte yandan yangına dair değerlendirmelerde bulunan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Ekoloji ve Tarım Komisyonu Eşsözcüsü Melis Tantan, yetkililerin hızla müdahale açıklamalarını eleştirdi. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın hızlı müdahale gerçekleştirdikleri yönündeki açıklamasına değinen Tantan, açıklamayı “şovdan ibaret” sözleriyle yorumladı.

“Yangın başladığı andan itibaren gece görüşlü helikopterin bölgeye gönderilmemesi kabul edilebilir bir şey değil” diyen Tantan, “Yangın kısa sürede büyük bir alana yayıldı. Ve maalesef yapılan çağrılara sessiz kalındı. Bu tür durumlarda havadan müdahalenin erken yapılması yangının geniş alanlara yayılmasını engelleyebiliyor” ifadelerini kullandı.

Diyarbakır yangın
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

Sadece yangına müdahale etmek ve söndürme çalışması yapmanın yeterli olmadığını kaydeden Tantan, “Aynı zamanda sağlıkçıların ve yaban hayatını yitiren/yaralanan hayvanlar veterinerlerin de ilk müdahaleler için seferber edilmesi gerekiyor. Bu tür felaketlere maalesef ülkemiz sürekli hazırlıksız yakalanıyor. Bu yaşananlar tesadüf ya da kader değildir. Bunlar sorumluların sorumluluklarını yerine getirmemesi ilgili bir durumdur” şeklinde konuştu.

Yangında insanlar, hayvanlar ve ağaçlar yandı. Yangına ilk andan itibaren mahalleliler ve sonrasında DEM Parti belediyelerinin itfaiyeleri müdahale ederken, rüzgârın etkisiyle en az 10 bin dönüm araziye yayıldığı belirtilen yangın kendiliğinden söndü. Bölgedeki soğutma çalışmaları sürüyor.

Ember: Güneş, yaz gündönümünde küresel elektriğin beşte birini üretiyor

Ember, bugün (21 Haziran), yaz gündönümünde gün ortası zirveleri boyunca – geçen yıl yüzde 16 olan dünya elektriğinin yüzde 20’sinin güneş enerjisinden geleceğini tahmin ediyor.

Ember’de elektrik analisti olan Kostantsa Rangelova, “Yüzde 20’lik payla güneş artık ciddi bir küresel elektrik kaynağıdır” diyor ve ekliyor:

“Batarya maliyetleri düştü, yani güneş enerjisi artık sadece gündüz değil akşam da kullanılıyor. Güneş enerjisi en hızlı büyüyen elektrik kaynağıdır ve şüphesiz en büyük elektrik ve nihayetinde enerji kaynağı haline gelecektir.”

2024’te güneş enerjisinde rekor bekleniyor

Haziran ayında, küresel güneş enerjisi üretimi, Ember’in dünyadaki güneş panellerinin yüzde 89’unun kurulu olduğunu tahmin ettiği kuzey yarımküredeki uzun yaz günleri nedeniyle tipik olarak mevsimsel olarak daha yüksek bir paya sahip.

Ember, Haziran 2023’te yüzde 6,7 olan güneş enerjisinin toplam elektrik üretimindeki payının Haziran 2024’te yüzde 8,2’ye ulaşmasını bekliyor. 2023’ün tamamında güneş enerjisi küresel elektriğin yüzde 5,5’ini üreterek rekor kırdı.

Dünyanın en büyük güneş enerjisi pazarı olan Çin, 2023 yılında küresel güneş enerjisi üretiminin yüzde 36’sını gerçekleştirdi. Ember, Çin’in toplam elektrik üretiminde güneş enerjisinin payının Haziran 2023’te yüzde 7’den Haziran 2024’te yüzde 9,6’ya ulaşmasını bekliyor. Ortalama olarak, 2023 yılı için güneş enerjisinin Çin’in elektrik üretimindeki payı yüzde 6,2 idi.

Güneş panellerinin etrafında gelişen bitki örtüsü – Fotoğraf: Argonne Ulusal Laboratuvarı / Lee Walston.

İspanya lider konumunda

AB’de Haziran 2023’te yüzde 17 olan güneş enerjisi payının Haziran 2024’te yüzde 20 ile küresel ortalamanın iki katından fazla olması bekleniyor. Ortalama olarak, 2023 yılının tamamı için AB’nin güneş enerjisi payı yüzde 9,2’dir. AB ve dünyadaki en yüksek güneş enerjisi paylarından birine sahip olan İspanya için Haziran 2024’te güneş enerjisi payının yüzde 30 ile daha da yüksek olması bekleniyor.

ABD ve Hindistan‘ın Haziran 2024’te sırasıyla yüzde 6,9 ve yüzde 7,1 ile yüzde 8,2 olan küresel ortalamanın altında benzer bir güneş enerjisi payına sahip olması bekleniyor. Bu oran 2023 yılında ABD’de ortalama yüzde 5,6 ve Hindistan’da yüzde 5,8 olarak gerçekleşti.

Fotoğraf: Argonne Ulusal Laboratuvarı – Lee Walston.

Ember’in analizi, 2023 yılında elektriğinin yüzde 10’undan fazlasını güneş enerjisinden üreten 34 ekonomi olduğunu gösteriyor. Çin açık ara en büyük güneş paneli kurucusu olmasına rağmen, 2023’teki payı yüzde 6,2 ile bu eşiğin oldukça altında kaldı. Bununla birlikte, ülkelerin yüzde 66’sı hala elektriklerinin yüzde 5’inden azını güneş enerjisinden üretiyor ve bunların çoğu küresel ortalamanın üzerinde güneşlenme oranına sahip. Düşen maliyetler ve teknolojik verimlilikteki artış göz önüne alındığında, güneş enerjisinin gelecekte bu ülkelerde daha fazla benimsenmesi bekleniyor.

Rapor, dünyanın en büyük dört güneş enerjisi pazarındaki güneş enerjisi üretimini, güneş enerjisinin diğer enerji kaynaklarına kıyasla büyümesini ve güneşli ülkelerdeki kullanılmayan potansiyelini vurguluyor.

[İklim Masası] Avrupa kamuoyu ‘iklim yorgunu’ değil

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası’yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Berlin’deki Jacque Delors Centre’dan Jannik Jensen‘in Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları ve iklim politikalarına etkisi hakkındaki değerlendirmelerini yayımlıyoruz.

*

27 ülkede 185 milyon seçmenin katılım gösterdiği Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde aşırı sağ partiler önemli kazanımlar elde etti. Bununla birlikte, meclis dağılımında önemli bir değişiklik gerçekleşmedi; merkez her ne kadar sağa kaydıysa da, tutunmayı başardı.

Seçim sürecinde aşırı sağ partilerin önemli gündem maddelerinden biri, iklim politikalarıydı. Avrupa kamuoyunda ‘iklim yorgunluğu’ olduğu anlatısı, sıklıkla dile getirildi. Ancak Almanya, Fransa ve Polonya’da 15 bin kişiyle görüşülerek yapılan bir çalışmaya göre bu ‘yorgunluk’, aşırı sağ parti seçmenleri ile sınırlı. Her üç ülkede de vatandaşların çoğunluğu, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri konusunda endişeli ve güçlü iklim politikalarının devam etmesi gerektiğini düşünüyorlar. 

Ülkelerin üçünde de iklim politikalarına daha şüpheci yaklaşan önemli bir azınlık bulunuyor ve bu grup, aşırı sağ parti destekçileri tarafından domine ediliyor. Ancak iklim şüphecilerinin sayısı yıllar içinde artmıyor, aksine nispeten sabit kalıyor. 

Uzmanlar, seçim sonuçlarının Avrupa Birliği iklim politikalarını karmaşıklaştırabileceğini, ancak önemli bir gerileme yaratmayacağını düşünüyor. Ortaya çıkan yeni duruma merkez sağ ve liberal partilerin nasıl tepki vereceği önem taşıyor. Bu partilerin güçlü iklim hedeflerine muhalefet etmesi, hem kendi seçmenlerini yanlış okudukları anlamına gelir hem de yanıt vermeye çalıştıkları ‘iklim yorgunluğu’nu tetikleyebilir. 

Berlin’deki Jacques Delors Centre’da Sosyal Uyum ve Adil Dönüşüm konusunda politika uzmanı olarak görev yapan veDebunking the Backlash – Uncovering European Voters’ Climate Preferencesadlı çalışmanın yazarları arasında bulunan Jannik Jensen’in konuyla ilgili değerlendirmelerini aşağıda paylaşıyoruz:

Avrupa Parlamentosu’nda merkez, sağa kaydı

Seçimden önceki tartışmalara, Avrupa Parlamentosu’nda aşırı sağa doğru bir kayma yaşanacağı korkusu hakimdi. Şimdi, birçok tahminin kısmen doğru çıktığını söyleyebiliriz. Avrupa Parlamentosu’ndaki aşırı sağ siyasi grupların ikisi de önemli sayıda sandalye kazandı. Öte yandan sağ ve popülist partilerin çoğunlukta olduğunu da görmüyoruz – ki sene başında bu da ihtimal dahilinde görünüyordu. 

Şu an demokratik merkez tutunuyor diyebiliriz. Avrupa Halk Partisi (European People’s Party, EPP), Sosyalistler ve Sosyal Demokratlar (Socialists and Democrats, S&D) ve [liberal çizgideki] Avrupa’yı Yenile’den (Renew Europe) meydana gelen gayri resmi büyük koalisyon hala çoğunluğa sahip. Bu genel olarak iyi bir işaret. Ancak elbette aşırı sağ partilerin çok sayıda sandalye kazanmış olması, önümüzdeki yıllarda gündemi şekillendirecektir. 

Merkezin de biraz daha sağa kaydığını vurgulamak önemli. Örneğin EPP, aşırı sağın bazı temel meselelerini ve söylemlerini benimseyen bir kampanya yürüttü. Dolayısıyla bunun nasıl sonuçlar doğuracağını önümüzdeki yasama döneminde görmemiz gerekecek. Daha sağ politikalar gütmeye devam edecekler mi veya Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri Partisi gibi aşırı sağ partiler ile göç veya iklim gibi konular özelinde gayri resmi işbirliğine açık olacaklar mı, bekleyip göreceğiz. 

Aşırı sağ, çiftçi eylemlerinden faydalandı

Avrupa Parlamentosu seçimlerinin kampanya sürecinde, Avrupa kamuoyunda yaygın bir iklim yorgunluğu olduğu anlatısı epey öne çıktı. Biz de bu nedenle ‘Debunking the Backlash’ raporuyla sonuçlanan çalışmayı yaptık. ‘Yeşil ters tepki’ olarak tanımlanan olgunun sahada karşılığı olup olmadığını üç üye ülkenin [Almanya, Fransa ve Polonya] vatandaşlarına sorarak veriler üzerinden incelemek istedik.

İklim konusu, Fridays for Future iklim protestoları ile Avrupa genelinde zirve yaptığı 2019 yılına kıyasla biraz ivme kaybetti. 2019’daki o durum, Yeşiller’in o dönem Avrupa Parlamentosu’nda çok iyi sonuçlar almasının arkasındaki itici güçtü. Bugün ise farklı bir ortamdayız: Ekonomik koşullar daha zorlu, Avrupa’da bir savaş var ve hayat pahalılığı da arttı. Bu nedenle iklim yorgunluğunun yaygın olduğuna dair anlatı tamamen olasılık dışı değildi; özellikle birkaç Avrupa başkentinde gördüğümüz çiftçi protestoları düşünülürse.

Aşırı sağ da bu protestoları menfaatine kullanma konusunda çok hızlı davrandı; iklim politikalarını, çok yük getiren, vatandaşlar ve çiftçiler için adaletsiz adımlar olarak gösterdi. Nihayetinde hem liberal hem de muhafazakar politikacılar, parlamentoda Yeşil Mutabakat’la ilgili adımları destekleme konusunda çok daha isteksiz hale geldiler. Söylemlerinin, iklim politikalarının ekonomik gerekçeleri üzerinde daha fazla durduğunu gördük. 

Çoğunluk, güçlü iklim politikalarının devam etmesinden yana

Bu çerçevede, üç ülkenin vatandaşlarına, iklim politikalarının devam etmesini mi yoksa azalmasını mı tercih edeceklerini sorduk. Sonuçlarımız, üç ülkede de vatandaşların çoğunluğunun iklim politikalarının devam etmesini desteklediğini gösteriyor. İnsanlar, hem bugün hem de önümüzdeki 5-10 yıl içinde, iklim değişikliğinin kendilerini ve ailelerini olumsuz etkileyeceğinden oldukça endişeliler. Örneğin Fransa’da ankete katılanların yüzde 80’i, ya iklim değişikliğinden şimdiden olumsuz etkilendiklerini ya da önümüzdeki 5-10 yıl içinde olumsuz etkilenmeyi beklediklerini söylediler. Dolayısıyla elimizdeki veriler, güçlü iklim politikalarının daha düşük seviyelerde destek bulduğuna dair varsayımı desteklemiyor. 

Öte yandan, her üç ülkede iklim politikalarına daha şüpheci yaklaşan önemli bir azınlık olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu oran Polonya ve Almanya‘da yaklaşık yüzde 30, Fransa’da ise biraz daha az. Bu grubun büyük ölçüde aşırı sağ parti destekçileri tarafından domine edildiğini de vurgulamak önemli. Aşırı sağ partiler, iklim tartışmalarını ideolojik bir savaş alanı olarak görüyor. Bununla birlikte, bizim sonuçlarımızı, yakın zamanda yapılan diğer anketlerle karşılaştırdığımızda, bu grubun artmadığını, aksine nispeten sabit kaldığını görüyoruz. Yani sesi yüksek çıkan bir azınlık söz konusu; üç ülkede de çoğunlukta değiller. 

Kaynak: Rapor – Grafik anket katılımcılarının iklim krizinin olumsuz etkilerinin kendilerini ve ailelerini nasıl etkileyeceğine ilişkin verdikleri yanıtların oranlarını gösteriyor.

Seçim sonuçları, AB’nin iklim politikalarını karmaşıklaştırabilir

Bu seçim sonuçlarının Avrupa Birliği düzeyinde iklim politikalarını karmaşıklaştıracağını düşünüyorum. Merkezdeki çoğunluk devam etse de Yeşiller önemli sayıda sandalye kaybetti. Tabii bu kayıplar büyük oranda Almanya ve Fransa’da oldu; bu iki ülkenin orantısız bir etkisi var. Yeşiller başka yerlerde, örneğin Nordik ülkelerde, iyi denebilecek bir performans sergiledi fakat bu şu an çok dikkat çeken bir konu değil. Yeşiller’in aldığı bu sonucun beklenmesinin bir diğer nedeni de, daha önce bahsettiğim gibi, 2019’da ilginin en yüksek seviyede olduğu, yeşil dalganın yaşandığı bir noktadan geliyor olması. 

Diğer yandan, partilerin kampanyalarına baktığımız zaman, demokratik merkezdeki partilerin tamamının manifestolarında Yeşil Mutabakat’a bağlı kalacaklarını söylediklerini görüyoruz – bu önemli bir işaret. Bu EPP için de geçerli. Özellikle Yeşil Mutabakat’ın Ursula von der Leyen’in mirası niteliğinde olduğu düşünüldüğünde, bu alanda geri adım atmanın kendi çıkarına olmayacağı da söylenebilir. 

Buna karşın odak noktasının değişime açık olduğunu düşünüyorum. Bu yasama dönemi, daha ziyade uygulamaya odaklı olacak. Birçok iklim mevzuatı yürürlüğe girdi, şimdi öncelikle, bu politikaların hayata geçirilmesinde olacak. Tabii ki yasama süreçleri her alana eşit bir şekilde odaklanmadı; örneğin tarım alanında daha az gelişme gördük ve siyasi hassasiyetler nedeniyle burada bir şeyler başarmak yine zor olacak. 

 

İklim politikalarında büyük bir gerileme beklenmiyor

Seçim sonuçlarının gösterdiği bir diğer şey, von der Leyen’in Yeşiller’in desteğine ihtiyaç duyması ihtimali. Aslında kendi koalisyonu çoğunluğa sahip fakat adaylık oylamasında bazı vekillerin çekimser oy kullanması bekleniyor. Bu nedenle Yeşiller’den de destek istemesi muhtemel. Bu da iklim politikalarında büyük ve resmi bir gerileme ihtimalini azaltıyor. Ancak spesifik yasama işlemleri söz konusu olduğunda, önümüzdeki yasama döneminde bazı tartışmalar yaşanması olası. Bunun bir örneği, 2035 yılına kadar içten yanmalı motorlu araba satışlarının sonlandırılması kararı. Bu gibi politikaların gözden geçirilmesi ihtimal dahilinde. 

Bununla birlikte, sanayi politikası ve rekabetçilik konularına daha fazla odaklanılması muhtemel. Bu odak kayması, illa iklim hedeflerine zarar verecek değil; uygulamanın nasıl olacağına bağlı. Üstelik muhafazakar partiler için anlamlı da olabilir. Örneğin bizim anketimizin de gösterdiği bir şey vardı: iklim konusunda kararsız seçmenlerin – yani iklim konularına daha az önem veren liberal veya muhafazakar seçmenlerin – rekabetçilik veya ekonomik güvenlik gibi diğer boyutlara daha güçlü vurgu yapıldığında, iklim politikalarını desteklemeye daha yatkın olduklarını gördük. Dolayısıyla bu talebe yanıt vermek, bu seçmenlerin de desteğini almaya yarayabilir. 

Seçmenlerin çoğunluğu, güçlü iklim politikalarını desteklemeye devam ediyor. Elle tutulur politikalara baktığımızda, destek bulan birçok araç olduğunu görüyoruz. Ancak politikaların içeriği ve tasarımı, seçmenler için önemli. Özellikle liberal ve muhafazakar seçmenler için. Tercihlerini iyi anlamak, bu seçmenleri ikna etmek için önemli. 

Merkez partiler, seçmenlerini iyi okumalı

Son dönemde iklim tartışmalarının giderek politize edildiğini gördük. Aşırı sağ partilerin iklim tartışmalarını bir kültür savaşına dönüştürmeyi ve toplumsal kutuplaşmayı artırmayı net olarak amaçladıklarını düşünüyorum. Bununla birlikte, aşırı sağ partilerin birçok AB ülkesinde tanık olduğumuz yükselişini yalnızca iddia edilen bir iklim reaksiyonuna bağlamak, dar görüşlülük olur. 

Aşırı sağ partilere desteğin artmasının nedenleri çok yönlü ve ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Ayrıca yaygın bir yeşil reaksiyon olduğuna dair söylem, bizim verilerimiz tarafından desteklenmiyor. Bunu vurgulamak önemli. 

Son olarak, merkez sağ ve liberal partilerin kendilerini nasıl konumlandırdıkları da önemli. Eğer bu partiler, güçlü iklim hedeflerine muhalefet etmeye başlarlarsa, yalnızca kendi seçmenlerini yanlış okumakla kalmazlar, yanıt vermeye çalıştıkları ‘iklim yorgunluğu’na da sebep olabilirler. 

Aksine, Yeşil Mutabakat’a devam etme yönünde irade belirtilerse, bunun sonuçları konusunda şeffaf davranır ve politikaların tasarımında, seçmen tabanlarının tercihlerine uygun düzenlemeler yaparlarsa, toplum bunu fark edecektir. Dolayısıyla Avrupa’da merkez partilerin, iklim hedeflerinden geri adım atmaksızın iklim politikalarını geliştirme konusunda nasıl bir denge tutturacakları önemli olacak. 

Kaynak Çalışma: Debunking the Backlash – Uncovering European Voters’ Climate Preferences

Diyarbakır ve Mardin’de yangın: 5 ölü, 44 yaralı

Diyarbakır‘ın Çınar ile Mardin‘in Mazıdağı ilçeleri arasında akşam saatlerinde anız ve örtü yangını çıktı. Yangında beş yurttaşın hayatını kaybettiği, 44 kişinin de yaralandığı açıklandı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya Diyarbakır‘ın Çınar ilçesinde akşam saatlerinde anız ve örtü yangını olarak başlayan ve şiddetli rüzgarın da etkisiyle Mardin‘in Mazıdağı ilçesi yönüne doğru yayılan yangının kontrol altına alındığını ancak beş vatandaşın yaşamını yitirdiğini açıkladı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da beş kişinin öldüğünü, 10’u ağır 44 kişinin yangından etkilendiğini duyurdu.

Diyarbakır Valisi Ali İhsan Su, hayatını kaybedenlerden ikisinin, otların içinde kalan çobanlar olduğunu söyledi. Mardin Valisi Tuncay Akkoyun da iki ilin mahallelerine sıçrayan yangının kontrol altına alındığını duyurdu.

Diyarbakır’ın Çınar ilçesi Köksalan Mahallesi’nde 22.15 sıralarında anız ve örtü yangını olarak başlayan ve geniş bir alana yayılarak can ve mal kaybına yol açan yangınla ilgili İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile Sağlık Bakanı Fahrettin Koca açıklama yaptı.

Yangın sürerken DEM Parti başta olmak üzere çok sayıda kurum ve belediyeden havadan müdahale çağrısı yapıldı. DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ile Tuncer Bakırhan devlet kurumlarına ve uluslararası kamuoyuna acil çağrı yaparak, havadan müdahale talep etti:

“Ne yazık ki ilk bilgilere göre yangından ötürü çok sayıda insanımız yaşamını yitirmiş ve yaralanmıştır. Son yılların en büyük yangınından ötürü binlerce insanımız tehdit altındadır. Yüzlerce kilometrelik alanda yangın devam etmektedir. Acil çağrı yapıyoruz! Saatlerdir süren yangına karadan müdahaleler yetersiz kalmaktadır. Çok acil olarak havadan müdahale gerçekleştirilmelidir. Gerekirse uluslararası destek alınarak yangının yayılmasının önüne bir an önce geçilmelidir. İlgili kurumlar Diyarbakır ve Mardin il sınırları içerisindeki hastanelere hızlıca sağlık ekibi ve ekipman desteği yapmalıdır. Yangının bir an önce önüne geçilerek canlıların ve doğanın korunması idari, siyasi ve vicdani bir görevdir.”

Yerlikaya, “Diyarbakır İli Çınar ilçesi Köksalan Kırsal Mahallesi’nde saat 22:15’te anız ile örtü yangını olarak başlayan ve rüzgârın şiddetiyle Yazçiçeği, Bağrık ve Ağaçsever mahallelerini etkileyen yangın, Mardin Mazıdağı ilçesi Yücebağ, Şenyuva ve Yetkinler mahallesi istikametine doğru da ilerlemiş ancak ekiplerimizin ve vatandaşlarımızın yoğun çalışması sonucu tamamen kontrol altına alınmıştır. Soğutma çalışmaları devam etmektedir” dedi ve ekledi:

“Yangında maalesef Diyarbakır’da üç vatandaşımız, Mardin’de iki vatandaşımız hayatını kaybetmiş, Diyarbakır’da 11 vatandaşımız, Mardin’de ise 18 vatandaşımız yaralanmıştır. Yaralılarımızın tedavileri devam etmektedir.”

Koca: Beş kişi hayatını kaybetti, 44 kişi yangından etkilendi

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ise yangına ilişkin şu açıklamada bulundu:

“Diyarbakır’ın Çınar ilçesinin Köksalan Mahallesi ve Yazçiçeği köyü ile Mardin’in Mazıdağı ilçesi Yücebağ ve Yetkinler köyünde meydana gelen yangında 5 kişi hayatını kaybetti, 10’u ağır 44 kişi yangından etkilendi. Diyarbakır’da 3, Mardin’de 2 can kaybımız var. Olay sebebi ile 35 Ambulans ve 7 UMKE Timi görevlendirildi. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum.”

Mardin Valisi Tuncay Akkoyun da AKP Mardin Milletvekili Faruk Kılıç ve İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral İdris Tataroğlu ile Mazıdağı Kaymakamlığı önünde yaptığı açıklamada, Diyarbakır’ın Çınar ilçesinin Köksalan Mahallesi’nde başlayan, Mazıdağı ilçesinin Şenyuva, Yücedağ ve Yetkinler mahallelerine doğru ilerleyen yangının itfaiye, Orman Bölge Müdürlüğü ve Orman İşletme Müdürlüğü ekiplerinin müdahalesiyle kontrol altına alındığını belirtti.

Adalıların ‘azmanbüs’lerle mücadelesi sürüyor: İstemiyoruz çünkü…

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İETT Genel Müdürlüğü‘nün Adalar için tasarladığı elektrikli minibüslere karşı Adalıların tepkisi gün geçtikçe büyüyor. Dünya Mirası Adalar oluşumundan yapılan yeni açıklamada Adalıların bu minibüslere, ‘azmanbüslere’, neden karşı oldukları bir bir sıralandı.

Adalılar, Adalar’ın İstanbul’da kalan son yeşil alan ve sit alanı olduğunu defalarca vurgularken söz konusu araçlardan dolayı meydana gelebilecek kazaların önüne geçilmesinin de nasıl olanaksız olduğunu yeniden dile getirdi.

  Azmanbüsler: Hizmet değil tahribat

‘Azmanbüs istemiyoruz, çünkü …’

İBB ve İETT yetkililerine seslenen Adalılar, bir kez daha ‘azman minibüsleri istemiyoruz’ diyerek gerekçelerini şöyle sıraladı:

  1. “Çünkü Atatürk tarafından statüsü belirlenmiş, yasalarda Türkiye’nin tek yaya bölgesidir.
  2. Ada yolları, yaya yoludur. Yaya yol üzerindeyken motorlu araçlar durur. Trafik zabıtası ve Belediye zabıtası yayaların güvenliğini sağlamakla yükümlüdür
  3. 1984’ten bu yana sit alanıdır.
  4. Koruma Kurulunun ilgili kararlarınca; sınırlı kamu hizmeti dışında, Adalar’da her türlü elektrikli, fosil yakıtlı motorlu taşıt kullanımı yasaktır. Ambulans, itfaiye, polis gibi araçlar motorlu araçların kullanılmayacağı güvence altına alınmıştır.
  5. Yürüyecek durumda olmayanların, engellilerin, yaşlıların zaten araç kullanma hakkı vardır. Kamu araçları da vatandaşların ihtiyaçlarını karşılar
  6. Adaların yüz senedir değişmeyen sokak dokusu insani ölçektedir. Dardır. azmanbüs için uygun değildir,
  7. Adaların yüzde 60’ı ormandır, geri kalan yerleşim bölgesi tarihi ahşap köşklerle doludur,
  8. Bu dar yollarda İtfaiye, Ambulans ve Minibüslerin yan yana geçmesi olanaksızdır
  9. Olası kuvvetli rüzgarlı bir havada başlayacak yangında ormanları ve köşkleri ile 2,5 saatte tamamen yanabilir
  10. Elektrikli minibüslerin içerdiği gizli tehlike Adalar için büyük tehlike arz etmektedir. Araçlarda olabilecek batarya yangını, patlama şeklinde gerçekleşir, suyla söndürülemez. Tek kapılı minibüste batarya yangını ölümcül olacaktır. Ahşap evler ve orman ciddi bir tehlikededir
  11. Adalarımız minicik yüzölçümüne sahiptir: Büyükada 5.4 km2, Heybeliada 2.34 km2, Burgazada 1.5 km2, Kınalıada 1,36 km2 dir. Adalar içinde en büyük olan Büyükada’da bile yerleşim yeri bir uçtan diğer uca 1.5 saatte yürünür.
  12. Senelerdir ziyaretçi planı yapılmamış, 20 milyonluk İstanbul’un tek kalan yeşil ve yavaş yaşam alanıdır. Gelen günübirlik ziyaretçiler yürüme yolları yerine arabalara, otobüslere yönlendirilmektedir. 12 binden fazla yasadışı araba vardır
  13. Bunların bir bölümü ile korsan taksicilik yapılmakta, hafta sonu bir günde, vergisiz, haksız kazanç olarak yaklaşık 20 bin TL kazanç gözlemlenmiştir. Bu yasadışı durum karşısında hiçbir kuruma işlem yapılmamakta, ‘yasaları uygulayın’ diyen vatandaşlar göz altına alınmaktadır,
  14. Gezi için yürümek yerine motorlu araca binmek bir ulaşım ihtiyacı değildir,
  15. Adalar şehrin hızından uzaklaşacağınız, yavaşlayacağınız, bol oksijen soluyacağınız, sakinleşeceğiniz, huşu içinde hissedeceğiniz bir doğa parçasıdır. Tüm İstanbulluların Adalar’a ihtiyacı vardır,
  16. Ada yollarında ölümcül kazalar olmakta, yaralılar Kartal Devlet Hastanesine sevk edildiği için kayıtlar da tutulmamaktadır. Kazaların sayısı bilinmiyor. Can güvenliğimizin olmadığı bir bölgede güvenli yaşam da söz konusu olamaz,
  17. Adalar’a gelenler, Adalar’ı koruyan yasalara uyup burayı yürüyerek (veya bisikletle) gezebilirler. Sit alanında motorlu araçla gezmek, tur atmak ulaşım değildir! Yasaları, yaya haklarını ihlal etmek, Ada’nın ruhunu @ietttr adına Adalılara verilen sözleri hiçe saymaktır
  18. Son söz; Prens Adaları doğanın ritmiyle yaşayacağınız, İstanbul’un destansı güzelliğini, kesintisiz tarihini, henüz bozulmamış yüzde 60 ormanlarıyla hala huzur içinde gözlemleyebildiğimiz son yer ‘Son İstanbul’dur Dünya Mirası Adalar olarak gelecek kuşaklar için koruyacağız.”

LİSTAG: LGBTİ+ çocuklarımızın varlığından ve aileleri olmaktan onur duyuyoruz

LGBTİ+ Aileleri ve Yakınları Derneği (LİSTAG) üyesi aileler tarafından her yıl haziranda kutlanan Onur Ayı kapsamında bir video paylaşıldı. Videoda LGBTİ+ çocuklarının varlığından ve onların ailesi olmaktan onur duyduklarını dile getiren LİSTAG aileleri, “O bana bu hayatta her şeyi yapabilme gücünü verdi” dedi.

  Listag üyesi aileleri anlatan Benim Çocuğum belgeseli FilmAmed Festivali’nde
‣  LGBTİ+ ailesi olmak: Çocuğum eşcinsel olduğu için hiç utanmadım, siz de utanmayın
  LİSTAG #GökkuşağınaSesVer diyor

[İklim Masası] Bonn İklim Müzakereleri hayal kırıklığı ile sona erdi

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası’yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Dr. Ezgi Ediboğlu‘nun Bonn İklim Müzakereleri hakkındaki eleştirilerini kaleme aldığı yazısını yayımlıyoruz.

*

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC) taraf olan ülkelerin, ortak bir zemin bulmak ve aralarındaki anlaşmazlıkları gidermek amacıyla yıllık iklim zirveleri arasında düzenledikleri SB toplantılarının altmışıncısı (SB60), hayal kırıklığı ile sonuçlandı. 3-13 Haziran tarihleri arasında, Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Sekreteryası’nın bulunduğu Bonn’da gerçekleştirilen toplantıda çok az somut ilerleme kaydediledi ve taraflar arasındaki ciddi anlaşmazlıkların devam ettiği görüldü. Ortaya çıkan tablo, Azerbaycan’da düzenlenecek COP29’da önemli konularda uzlaşma imkanının düşük olduğuna işaret ediyor.

Bonn İklim Değişikliği Konferansı iklim finansmanı için yeni bir hayal kırıklığı oldu
‣ Bonn İklim Değişikliği Konferansı başlıyor: Gündem iklim finansmanı ve uyum
‣ COP29, Azerbaycan’da iklim finansmanı için yol ayrımında

2023 yılında Birleşik Arap Emirlikleri’nin ev sahipliğinde gerçekleşen 28. Taraflar Konferansı’nın (COP28) finans ve uygulama anlamındaki önemli başarıları, tamamlanan Küresel Durum Değerlendirmesi (GST) ile Kayıp ve Zarar Fonu’na ilişkin kararlardı. COP28’de ilk defa yayınlanan Küresel Durum Değerlendirmesi Raporu, iklim değişikliği ile mücadelede ulusal değil, küresel olarak ne kadar yol alındığını ortaya koyuyordu. Kayıp ve Zarar Fonu ise, iklim değişikliği kaynaklı kayıp ve zararların tazmini için, bu krizde öncelikli sorumluluğu olan gelişmiş ülkelerin sorumluluk üstlenmesi gerektiği fikrinden hareketle kurulmuştu. Bu yeni maddeler üzerine Bonn’da alınacak kararlar, eylemlerin nasıl ilerleyeceğini anlamak için büyük önem taşıyordu.

Fosil yakıtlardan çıkış konusu havada kaldı

COP28’in en önemli konusu olan GST’nin teknik raporu, sözleşmeye taraf olan tüm ülkelerin ulusal katkı beyanlarını analiz etti. Rapor, küresel olarak önemli ölçüde ilerleme kaydedemediğimizi gösteriyordu. Buna göre, tüm tarafların hedeflerini gerçekleştirdiği bir senaryoda bile, küresel emisyonlar, 1990 seviyelerine kıyasla yalnızca yüzde 2 daha az olacaktı. Oysa küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırmak için gereken azaltım yüzde 43 olarak hesaplanıyor. COP28’de taraflar, bu teknik rapora cevaben Taraflar olarak ne yapmaları gerektikleri üzerine azaltım, uyum, finans gibi önemli konuların genel koşullarında anlaştıkları GST kararlarını kabul ettiler. Bu kararlarda azaltımla ilgili fosil yakıtların ‘aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması’ konusu ayrıca önemliydi.

Bonn’da GST kararlarıyla ilgili hem prosedürler ve lojistik unsurları hem de kararlaştırılanların uygulanmasına ilişkin diyaloğun usulleri tartışıldı. Ne var ki, iki müzakerede de hiçbir önemli konuda mutabık kalınamadı. 23 sayfa olan GST kararıyla ilgili, prosedürler ve lojistik unsurlarla ilgili olarak  3 paragraf ve uygulanmasına ilişkin diyaloğun usulleri hakkında 4 paragraflık taslak kararları alındı. Bu kararlar konunun esası hakkında hiçbir şey söylemeyen metinler. Dolayısıyla GST kararlarında geçen konuların hiçbiri hakkında tarafların nasıl ilerleyeceğini bilemiyoruz. Örneğin, devletlerin ulusal katkı beyanlarını uygulamalarıyla ilgili analizler yapılacak mı, yapılacaksa nasıl yapılacak ve geride kalanlar için uygulama destekleri ne olacak, GST’de kabul edilen finans ihtiyacı hangi konularda harcanabilecek, fosil yakıtlardan çıkışla ilgili olarak rejimden teknik destek gelecek mi veya çıkışla ilgili, devlet bazlı süreçleri izleme gibi, şeffaflıkla ilgili yöntemler geliştirilecek mi, gibi pek çok konu tamamen belirsiz.

Bu konuda yapılan tüm önemli tartışmalar, daha sonra değerlendirilmek üzere gayri resmi notlara döküldü. Taraflar, GST kararlarını uygularken hangi başlıklara odaklanacakları konusunda dahi anlaşmaya varamadılar. Kabul edilen taslak sonuçlar, gereken ilerlemenin COP29’da kaydedilebileceği konusunda umut verir nitelikte değil.

Ayrıca GST’nin kalbi olan ‘enerji’ ve ‘fosil yakıtlar’ gibi terimler, SB60 taslak kararlarında dikkat çekici bir şekilde yer almıyor. Diğer konuların müzakereleri sırasında da bu terimlerden özellikle kaçınıldı. Birçok ülke, iklim finansmanına ilişkin yeni bir kolektif, sayısal hedef belirlenmesine yönelik tartışmalarda, taslak metinde ‘enerji’ konusuna yapılan atıfların çıkarılmasını talep etti.

Uygulamaya yönelik elle tutulur bir karar yok

Toplantının bir diğer önemli gündem maddesi,  GST kararlarını tamamlamada önemli bir unsur olan ve COP29’da tartışılıp kabul edilmesi beklenen Şarm el-Şeyh Azaltım Hedefi ve Uygulama Çalışma Programı’nın taslak metniydi. Ancak bu taslak üzerinde de anlaşmaya varılamadı. Bir sonuç taslağının olmaması, ciddi anlaşmazlıklara işaret ediyor ve bunları kısa sürede aşmak mümkün olmayabilir.

Kayıp ve Zarar Fonu’nda ise kritik mesele, Fon’un finansman kaynaklarının netleştirilmesiydi. Yeni iklim finansmanı kolektif sayısal hedefi (new collective quantified goal on climate finance), tüm rejimin 2025 sonrası ana bütçesini belirleyecek; eğer bu hedef Kayıp ve Zarar Fonu ile ilişkilendirilmezse, Fon’un bütçesi devletlerin bireysel taahhütlerine mahkum kalacak. Ne var ki iklim finansmanı için sayısal hedef, SB60’da belirlenemedi. Dahası, gelişmekte olan devletler, yeni iklim finansmanı hedefi için aktarılan bütçenin sadece azaltım ve uyuma harcanmasıyla yönündeki tercihlerini dile getirdiler.

SB60 kararlarında uygulamaya, enerji meselesine veya GST sonuçlarını hayata geçirmeye yönelik neler olduğu sorusunun, elle tutulur bir yanıtı yok. Bu cevaplar, eğer bu gidişat kırılabilirse, müzakerelerin ilerleyen aşamalarında belirlenecek. Dolayısıyla temennimiz bunun, iklim finansmanında olduğu gibi, yıllar ya da on yıllar almaması. COP28 kararlarındaki uygulamaya yönelik adımlar ve finansman artırımı ivmesi, SB60’ta tamamen kaybolmuş görünüyor.

İklim finansmanı yine kördüğüm, yeni hedef belirsiz

2009 yılındaki COP15’te gelişmiş ülkeler, 2020 yılına kadar iklim finansmanı için yıllık 100 milyar dolar ayırma taahhüdünde bulunmuşlardı ve taahhüdün vadesi 2015 yılındaki COP21’de 2025 yılına kadar uzatıldı. 2025 yılı sonrası için belirlenecek yeni iklim finansmanı kolektif sayısal hedefi ise COP29 ana konularından biri olacak. Maalesef SB60’ta bu hedefe ilişkin yürütülen müzakereler de hayal kırıklığı yarattı. Gelinen noktada, COP29’da yeni bir hedefin belirlenip kabul edilmesi pek olası görünmüyor.

SB60 müzakerelerinde gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin yıllık 1 trilyon doların üzerinde kaynak sağlamasını talep ettiler. Ancak gelişmiş ülkeler, hem zaman çizelgesi hem de miktara itiraz ederek bu meblağı karşılayamayacaklarını söylediler. Ayrıca finansman taahhüdünün küresel bir hedef olması gerektiğini savunarak, gelişmekte olan ülkelerin de katkı sunması gerektiğini ima ettiler.

Bir diğer önemli tartışma ise fonların kaynağı oldu. Gelişmekte olan devletler, kaynağın temel olarak gelişmiş devletlerin kamu finansmanından gelmesini istiyorlar. Bu, özel sektör ve diğer kaynaklar tarafından yaratılacak bütçenin, gelişmiş devletler tarafından sahiplenilmesini engelleyecek bir adım olarak düşünülüyor.

Gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin 1 trilyon doları nasıl toplayabileceklerine dair net öneriler dahi sundular. Fakat müzakere süresinin çoğu, eski meseleler üzerine yapılan tartışmalarla boşa harcandı. Örneğin Ek-1’e girmeyen devletler, yani gelişmiş devletler harici tüm devletler, gelişmiş ülkelere tarihsel sorumluluklarını hatırlattılar ve iklim değişikliğinin, en az gelişmiş ülkeler ile küçük ada devletlerini ciddi ölçüde etkilediğini vurguladılar. Gelişmiş ülkeler ise finansman sağlayarak öncülük etme isteği göstermeksizin, çevrenin korunması ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin tanınması üzerine genel geçer açıklamalarda bulundular. Bu noktada gelişmiş ülkelerin, 15 sene önce yaptıkları, yıllık 100 milyar dolarlık finansman sağlama taahhütlerini dahi hala yerine getirmediklerini belirtmekte fayda var.

Ne var ki finansman konusu, yalnızca bu sayısal hedefin belirlenmesinde bir ‘hayal kırıklığı’ olarak ortaya çıkmadı. Aksine, birçok kararda, eylemlerin ‘mali kaynakların mevcudiyetine bağlı olarak’ gerçekleştirileceğine dair ifadeler yer aldı. Konu öyle enteresan yerlere geldi ki, bir noktada Arap Devletleri Grubu, BM İklim Değişikliği Sekreteryası’nın seyahat harcamalarını sorguladı ve COPlara katılan özel sektör katılımcılarından katılım ücreti alınmasını önerdi. Özetle, SB60’ta finansmana ve eyleme geçmeye dair tüm hususlar askıya alınmış gibi oldu.

Uyum hedefi için taslak kabul edildi

2021’de kararlaştırılan Küresel Uyum Hedefi’ne ilişkin taslak sonuca ise Genel Kurul kapanış gününde ulaşıldı. Bu kararda; finansman, teknoloji transferi ve kapasite geliştirme gibi, iklim değişikliğine uyum için üzerinde anlaşmaya varılan uygulama araçları hakkında da bir paragraf bulunuyor. Ancak bu noktalarda ilerleme sağlanamayınca, uyum çalışmalarının da sekteye uğraması kaçınılmaz.

Taslak sonuç yine de olumlu adımlar içeriyor. Tarafların uyum konusunda attığı adımların ölçülmesi için bir sistem kurmak, özellikle sürecin şeffaflığı açısından oldukça önemli. Ayrıca bağımsız teknik uzmanların da taraflara teknik çalışmalarda yardımcı olmaları üzerinde anlaşıldı. Bu maddeler COP29’da onaylanırsa, taslak sonuç resmiyet kazanacak.

Klasikleşmiş müzakere oyunu sahnelendi

SB60 müzakerelerindeki genel hava ve alınan, alınamayan tüm kararlar göz önünde bulundurularak şunu söylemek mümkün: SB60’ta, COP28’de hissedilen, tarafların adım atmaya hazır olduğuna dair hava, kesinlikle yoktu. Bunun yerine taraflar, inatçı bir tutumla yıllardır süregelen, klasikleşmiş, iklim değişikliği müzakere oyununu oynadılar: ‘Onlar harekete geçmezse, biz de geçmeyiz!’ Bu öyle bir raddeye vardı ki, SB60’da taraflar, akademik araştırmaların gündem maddeleri üzerinde dahi anlaşamadılar, taslak kararda bu konunun yer almaması tercih edildi ve tartışma COP29’a bırakıldı.

Yalnızca iki konuda pek fazla tartışma olmadan sonuç taslakları kabul edildi. Bunlar, tarım ve gıda güvenliğine yönelik iklim eyleminin uygulanmasına dair Şarm El-Şeyh ortak çalışması ve Yerel Topluluklar ve Yerli Halklar Platformu kararı idi. Metinlerden ilki, gıdayla ilgili tüm aktörlerin iletişimde olması ve işbirliği yapabilmesi için çevrimiçi bir sistem oluşturmaya ilişkindi. İkincisi ise yerel toplulukların ve yerel halkların COP sürecine dahil edilmesini sağlıyordu. Kısacası her iki karar da, şu aşamada taraflara önemli bir mali yük getirmeyen kararlar. Peki acaba bu adımların finansmanı gündeme geldiğinde, yine böylesine sorunsuz bir şekilde karar verilebilecek mi?

İkinci olarak, Sekreterya, gündem maddelerinin çokluğundan şikayet etti. Bu durum, sürecin yönetilmesini ve küçük delegasyonlar için her konuya aynı özenin gösterilemesini zorlaştırıyor. Aynı zamanda, müzakereler için artık zamanın yetmediği de vurguladılar. COP28 değerlendirmemde de belirttiğim gibi, bu yoğun gündem oluşturma çabasının, tarafların rejimi çalışıyor gibi gösterme gayreti ile ilgili olabileceğinden şüpheleniyorum. Bu gündem yoğunluğu gösterisi, küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırma hedefinin çoktan kaçtığını fark eden devletlerin, başarısızlıklarını örtme çabası olabilir. Zira, örgüt gibi, daima çalışan bir yapı kurmak yerine, COP ve SBler altında devletleri yılda sadece birkaç kez buluşturup bir de her biri oldukça önemli tartışma maddeleriyle gündemi boğmak anlaşılabilir değil. Rejim adeta çalışamaması için sürekli ağırlaştırılıyor.

İklim, ideolojiler üstü bir mesele olmalı

Son olarak, SB60 boyunca katılığım sunumlarda ve etkinliklerde, çok fazla kişinin iklim değişikliğiyle mücadeleyi sadece sol veya liberal görüşlü partilerle ilişkilendirdiğini fark ettim. Bu algının, sağ partilerin iklim değişikliği konusunda şüpheci olduklarını ifade etmeleri, iklime yönelik fonları kesmeleri gibi örneklerden kaynaklandığını biliyor ve anlıyorum. Ancak bugün geldiğimiz noktada, hem sol hem de sağ partilerin, iklim değişikliğinin varlığı ve ciddiyeti konusunu, kendilerini diğer gruptan farklılaştıracak bir politik araç olarak kullandıklarını düşünüyorum. Bu kutuplaşmanın mağduru ise, popülist söylemler yüzünden iklim değişikliğinden şüphe eden insanlar ve iklim değişikliğiyle mücadelenin kendisi oluyor.

Bu yüzden, “iklim değişikliğinin kabulü”nü ve “iklim değişikliğiyle mücadele”yi ideolojilerle ilişkilendirmekten özellikle kaçınmamız gerektiğini düşünüyorum. İklim değişikliğinin bilimsel temelinin ve getirdiği varoluşsal risklerin politizasyonunu kanıksadığımızda ve bu tavrı bir ideoloji ile eşleştirdiğimizde,  konuyu kendi çıkarları için siyasallaştıran partilere bahane sunmuş veya fayda sağlamış oluyoruz. Yoksa tabii ki partiler, iklim değişikliğiyle mücadelede kendi bakış açılarına göre “farklı yöntemler” kullanabilirler.  Ancak her partinin ve ideolojinin, iklim değişikliğini kabul etmesini ve mücadele konusunda bir strateji geliştirmesini beklemeliyiz. Nitekim bilimsel bir gerçekliğin kabul edilmemesi, ideolojilerle açıklanabilir ya da kanıksanabilir bir durum değil. Bu, yerçekiminin varlığının ve etkilerinin sol veya sağ diye nitelenmesi gibi bir şey olurdu.

İklim değişikliği kaynaklı aşırı hava olaylarının sebep olduğu ölümlere, zorunlu göçlere, onarımı milyarlarca dolara mal olan ağır hasar görmüş şehirlere ve geri dönüşü olmayan biyolojik çeşitlilik kayıplarına hep beraber tanıklık ediyoruz. Bu konu ideolojilerin üzerinde.