Ana Sayfa Blog Sayfa 845

Ekonomik kriz: Sri Lanka ve Arjantin’de halk sokaklarda, başkanlar istifa ediyor

Sri Lanka’da halk, 13 saate varan elektrik kesintilerinin ardından ülkenin içinde bulunduğu, tarihinin en ağır ekonomik krizine karşı sokaklarda. Ülkeden ardı ardına istifa haberleri geliyor. Arjantin’de de yüksek enflasyon, artan yoksulluk ve borç yükü nedeniyle halk isyan bayrağını çekti. Türkiye ise ‘uzlaşı’ mesajı verdi.

Sri Lanka Devlet Başkanı Gotabaya Rajapaksa, Başbakan Ranil Wickremesinghe‘ye görevinden istifa edeceğini resmen bildirdi.

ANI News’in haberine göre, Başbakanlık Ofisi’nin medya birimi, Devlet Başkanı Rajapaksa’nın daha önce açıklandığı gibi istifa edeceğini bildirdiğini aktardı.

Tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşayan Sri Lanka’da istifalar

AA’nın aktardığına göre; tarihinin en ağır ekonomik krizinin yaşandığı Sri Lanka’da göstericiler, 9 Temmuz’da Başbakanlık konutuna girip binayı ateşe vermişti.

Meclis Başkanı Mahinda Yapa Abeywardena, 9 Temmuz’da yaptığı açıklamada Rajapaksa’nın 13 Temmuz’da istifayı kabul ettiğini duyurmuştu.

Başbakan Ranil Wickremesinghe de istifa etmeye hazır olduğunu bildirmişti.

Protestocular, Devlet Başkanı Gotabaya Rajapaksa‘nın resmi konutu ve ofisinin bulunduğu yerleşke çevresindeki barikatları aşarak içeri girmişti.

Yerleşkeye protestocuların girmesi üzerine Rajapaksa’nın buradan güvenli bir yere götürüldüğü ileri sürülmüştü.

Protestolar 13 saatlik elektrik kesintilerinin ardından yoğunlaştı

Sri Lanka’da halk, elektrik kesintilerinin günde 13 saati bulmasının ardından Mart sonunda protestolarını yoğunlaştırmıştı.

Sri Lanka Başbakanlık Ofisi’nin çevresinde 9 Mayıs’ta toplanan göstericiler ile hükümet yanlıları arasında arbede yaşanmış, başkent Kolombo’da askeri birlikler göreve çağrılmıştı.

Şiddet olayları sonrası ülke çapında sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve hükümet, protestolar sırasında kamu malına veya başkalarına zarar veren herkese ateş açılması talimatını vermişti.

Fotoğraf: M.A. Pushpa Kumara/AA

Ülke çapına yayılan protestolarda aralarında iktidar partisi milletvekili ile iki polisin de bulunduğu sekiz kişi hayatını kaybetti, en az 250 kişi yaralandı.

Türkiye’den Sri Lanka’ya uzlaşı mesajı

Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından da Sri Lanka’da yaşanan gerilime ilişkin açıklama yapıldı:

“Sri Lanka’da yaşanan gelişmelerden ve devam eden protesto gösterilerinde artan şiddet olaylarından endişe duyuyoruz. Ülkenin karşı karşıya bulunduğu ciddi siyasi ve ekonomik sorunların çözümünün toplumsal uzlaşıdan geçtiğine inanıyoruz. Bu süreçte tüm taraflara itidalli davranmaları ve şiddetten kaçınmaları çağrısında bulunuyoruz.”

Arjantin de isyanda

Öte yandan Arjantin’de de halk hükümeti protesto için sokaklara çıktı. Yüksek enflasyon, artan yoksulluk ve borç yükü nedeniyle protestocular, cumhurbaşkanlığı sarayına doğru yürüyüşe geçti.

Euronews’in aktardığına göre; Cumhurbaşkanı Alberto Fernandez protestoculara “birlik” çağrısı yaptı. Arjantin’in bağımsızlık günü dolayısıyla bir konuşma yapan Fernandez, döviz rezervlerinin düşük olduğu ve küresel enflasyonun yükseldiği bu dönemde ülkenin ekonomik sorumluluğa ihtiyaç duyduğunu belirtti.

Bir süredir başkent Buenos Aires’te kamp kurarak hükümetin politikalarını ve yaşanan sosyo-ekonomik zorlukları protesto eden halk bağımsızlık günü kutlamalarında protesto yürüyüşü düzenledi. 

Büyük Meydan‘da toplanan protestocular genel grev çağrısında bulundu.

Daha sonra cumhurbaşkanlığı sarayına doğru yürüyüşe geçen protestocular binanın önünde eylem düzenledi.

Dünyanın en büyük mısır ve soya üreticilerinden olan Güney Amerika ülkesi yıllık yüzde 60’ı aşan enflasyon, para birimi üzerindeki büyük baskılar ve zayıf döviz rezervinin akaryakıt ithalat maliyetindeki artış  karşısında tükenmesiyle mücadele içinde.

Arjantinliler IMF’yi işaret ediyor

Ülkede birçok kişi sıkı ekonomik politikalardan Uluslararası Para Fonu’nu (IMF) sorumlu tutuyor.

On yıllardır ekonomik kriz dalgalarıyla boğuşan ülke bu yılın başında IMF ile 2018’de başarısızlığa uğrayan ekonomik programın yerine 44 milyar dolarlık yeni bir borç yapılandırma anlaşması imzaladı.  Başkent dolduran protestocular cumartesi günü ellerinde “IMF’den ayrıl” ve “Dışarı. Fon. Dışarı!” yazan dövizlerle yürüdü.

Milyonlarca Arjantinli’nin aşevleri ve devlet yardımları sayesinde hayatta kalmayı başardığı belirtiliyor. Resmi rakamlara göre artan fiyatlar ve düşük ücretler ülke nüfusunun yüzde 37’sini etkileyen yoksulluğun daha da kötüye gideceğine işaret ediyor.

İtiraz reddedildi: 16 gazetecinin tutukluluğuna devam kararı alındı

Diyarbakır 5’inci Sulh Ceza Hakimliği, 16 Haziran’da tutuklanan 16 Kürt gazetecinin aylık tutukluluk değerlendirmesinde tutukluluğun devamına kararı verdi.

Diyarbakır’da 8 Haziran’da gözaltına alınan 20’si gazeteci 22 kişiden 16 gazeteci, sekiz gün gözaltında tutulduktan sonra Diyarbakır Adliyesi’ne sevk edilmişti. 

Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre; 16 Haziran’da savcılık ifadeleri tamamlanan 22 kişiden 16’sı “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklanmıştı. 

‣Diyarbakır’da tutuklu gazetecilerle dayanışma

Gazetecilere ilişkin aylık tutukluluk değerlendirmesi yapan Diyarbakır 5’inci Sulh Ceza Hakimliği, tutukluluk hallerine devamı yönünde kararı verdi.

Diyarbakır 5’inci Sulh Ceza Hakimliği, tutukluluk değerlendirmesinde,”Şüphelinin atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi varlığını gösteren somut delillerin olması (olaya ilişkin ifade tutanakları ve düzenlenen kolluk tutanakları ) suç nev’inde ve delil durumunda şüpheli lehine herhangi bir değişiklik olmaması ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin beşinci maddesinde öngörülen geçerli şüphe sebeplerinin, 1982 Anayasası’nın 19. maddesinde belirtilen kuvvetli belirtinin ve CMK‘nin 100/1 maddesinde öngörülen kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcut olduğu mesnet suçun CMK’nın 100/3-a maddesinde sayılan katolog suçlardan olması, verilmesi beklenen cezaya göre tutuklama tedbirinin ölçülü olması, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüphelilerin CMK’nin 108 maddesi gereğince tutukluluk halinin devamına” şeklinde karar verdi.

‣TGC’nin Basın Özgürlüğü Ödülleri, Diyarbakır’da tutuklanan 16 gazeteciye

‘Haklı olduğumuzu biliyoruz’

Öte yandan tutuklu gazetecilerden “Haklı olduğumuzu biliyoruz. Mücadeleye devam edeceğiz” mesajı gönderildi. 

Tutuklanan 16 gazeteciden JINNEWS Müdürü Safiye Alağaş ile gazeteciler Neşe Toprak, Elif Üngür ve Remziye Temel tutuklu bulundukları Diyarbakır Kadın Kapalı Cezaevi’nden mesaj gönderdi:

Gazeteciliği savunmanın ve sahiplenmenin daha çok büyütüleceğinden eminiz.”

‘Kitlesel gazeteci tutuklaması, bölgede ciddi bir tehdit anlamına gelecek’

İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) da tutukluluğa tepki gösterdi:

“İnsan Hakları Ortak Platformu olarak, Türkiye’de tutuklu gazetecilerin oranını birdenbire yüzde 25 oranında arttıran, basın özgürlüğünü ihlal eden, kamu gücünün şeffaf ve hesap verebilir çalışmasında basının rolünü ciddi şekilde engelleyecek bu kitlesel gazeteci tutuklamasının, bölgede ciddi bir tehdit anlamına geleceği hatırlatmasını yaparak, gazetecilerin salıverilmesini talep ediyoruz.”

Ne olmuştu?

Diyarbakır’da 8 Haziran’da 20’si gazeteci 22 kişi gözaltına alınmıştı. 

JİNNEWS Müdürü Safiye Alagaş, DFG Eşbaşkanı Serdar Altan, MA Editörü Aziz Oruç, Xwebûn Yazı işleri Müdürü Mehmet Ali Ertaş,  Zeynel Abidin Bulut, Ömer Çelik, Mazlum Doğan Güler, İbrahim Koyuncu, Neşe Toprak, Elif Üngür, Abdurrahman Öncü, Suat Doğuhan, Remziye Temel, Ramazan Geciken, Lezgin Akdeniz ve Mehmet Şahin tutuklanmıştı. 

Gazeteci avukatları ortada somut bir delil yokken gazetecilerin “örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla tutuklandıklarını belirtmiş ve tutukluluk kararına itirazda bulunmuştu.

YK Enerji’nin ‘çevreci’ söylemlerine karşı İkizköy’den yanıt: 34 yılda 35 bin erken ölüm

İkizköylülerin Akbelen Ormanı’ndaki yaşam nöbeti, gelecek hafta bir yılını dolduracak. Çevre aktivistleri ve köylülerden oluşan İkizköy Çevre Komitesi, Akbelen’de madene karşı mücadelesini sürdürürken bir yandan da madenin sahibi Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş. (YK Enerji) ‘çevrecisöylemlerle bazı açıklamalarda bulunmuş durumda.

İkizköy Çevre Komitesi,  YK Enerji’nin açıklamalarının “yanıltıcılığı”na işaret ederek Kemerköy Termik Santrali’ni çeşitli basın organlarına  “çevreci” bir tesis olarak sunan şirketi şöyle eleştirdi:

‘Hiçbir iyileştirme yapılmamasına rağmen Bakanlık izni verdi’

“Şirket genel müdürü tarafından yapılan açıklamalarda 270 milyon avroluk bir yatırımla termik santralin ve baca gazı arıtma tesislerinin iyileştirildiği, bu proje ile ‘kükürtdioksit, azot oksitleri ve toz emisyonları halihazırdaki mevzuat sınır değerlerine ulaştığı, hatta bunların da altına düştüğü’ iddia ediliyor.

Kaynak: Yerel Ekonomi İçin Dönüşüm Fırsatı: Milas’ta Zeytincilik, İklim için 350 Derneği ve Avrupa İklim Eylem Ağı; 2022.

Oysa Makina Mühendisleri Odası’nın (MMO) Mayıs 2022 tarihli Türkiye’nin Enerji Görünümü 2022 çalışmasına göre; toplam 5 üniteden oluşan bu santrallerin sadece iki ünitesi rehabilite edilmiş durumda. Her iki santralde de toz filtresi ve baca gazı kükürt arıtma tesisi var; ancak iyileştirilmesi gerekiyor. İki santralde de tamamlanmış azot arıtma tesisi yok.

Kaynak: Yerel Ekonomi İçin Dönüşüm Fırsatı: Milas’ta Zeytincilik, İklim için 350 Derneği ve Avrupa İklim Eylem Ağı; 2022.

Kamuoyunda uzun tartışmalara yol açan ve tepkiyle karşılanan ve sürekli süreleri uzatılan, şirketlere çevre yatırımlarını öteleme hakkını düzenleyen Elektrik Piyasası Kanununun Geçici 8. Maddesi’ne göre baca gazı arıtma sistemi yatırımlarının diğer çevre yatırımları ile birlikte, 31 Aralık 2019 tarihine kadar tamamlanmış olmaları gerekiyordu. Komite tarafından yapılan açıklamada buna ilişkin, “Bu tarihte YK Enerji santrallerinin iyileştirme projesi için sözleşmeler yapılmıştı. Ancak henüz hiçbir iyileştirme yapılmamış olmasına rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 1 Ocak 2020’de ‘Çevre İzni’ verildi” denildi.

Kaynak: Türkiye’nin Enerji Görünümü 2022, TMMOB Makine Mühendisleri Odası, Mayıs 2022, sayfa: 131.

‘Mevzuatın çok üstünde baca gazı çıkışı değerleri’

“Yine MMO’nun raporuna göre, Kemerköy Termik Santrali’nin günümüze kadar geçen 2,5 yıllık sürede sadece 1. ve 2. üniteleri ile bunların baca gazı arıtma tesislerinin yenilenmesi tamamlandı” denilen açıklamada üçüncü ünitede ve Yeniköy Termik Santrali’nin iki ünitesinde ise iyileştirme çalışmalarının hala başlamadığı vurgulandı.

Şirket içinden Komite tarafından alınan bilgilere de yer verilen açıklamada “YK Enerji’nin iyileştirme projesindeki yüklenici firmalar ile sorunları var ve rehabilitasyon çalışması sürdürülemiyor. Bir başka bilgiye göre ise, Kemerköy’ün yenilenen ünitelerinden sadece birinin Çevre Bakanlığından onayı var. Diğer ünitede ise sorunlar hala devam ediyor; baca gazı çıkış değerleri mevzuatta belirlenen limit değerlerin çok üstünde seyrediyor” ifadeleri kullanıldı.

Kemerköy Termik Santrali, 19.06.2022, saat: 13:42.- Fotoğraf: İkizköy Çevre Komitesi

‘Yöre halkı şikayetlerden sonuç alamıyor, rehabilitasyon 2,5 yıldır tamamlanmadı’

Zehirli gaz çıkışının Kemerköy’de sık sık yaşanan “arızalardan” olduğunun altının çizildiği açıklamada ayrıca “Yöre halkı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na şikayetlerinden sonuç alamıyor; bıkmış durumda. Şirket, termik santrallerde 2019 sonunda bitirmesi gereken rehabilitasyonu 2,5 yıldır hala tamamlamadı” denildi ve eklendi:

“Öte yandan, kamu eliyle işletildikleri on yıllar boyunca ve 2014’te yapılan özelleştirmeden sonra YK Enerji tarafından bugüne kadar doğru düzgün çalışan baca gazı arıtma sistemleri olmadığı halde çalıştırılan bu iki santralin, topluma sağlık bedeli çok yüksek. Sağlık ve Çevre Birliği’nin Ocak 2022’de açıkladığı çalışma sonuçlarına göre; 1986-2020 yılları arasında neden oldukları hava kirliliği ile bu iki santral toplamda en az 35 bin kişinin erken ölümünden sorumlu.”

Kaynak: Kömürün Gerçek Bedeli Muğla, Avrupa İklim Eylem Ağı, 2019, sayfa: 42.

‘2043’e kadar 5 bin 300 insanın daha erken ölümüne yol açacak’

“Kömürün Gerçek Bedeli Muğla” raporuna değilinilen açıklamada ayrıca “Başka bir modelleme çalışmasına göre, bu santrallerin baca gazı arıtma tesisleri Avrupa Birliği’nin mevcut en iyi tekniklerine göre iyileştirilse bile 2043’e kadar 5 bin 300 insanın daha erken ölümüne yol açacak.  Bir başka önemli nokta ise, bu arıtma tesislerinin, anne karnındaki bebeklerde ve çocuklarda sinir sistemi ve beyinsel gelişimi olumsuz etkileyen, otizm riski doğuran cıva gibi ağır metalleri tutamıyor olması” ifadeleri kullanıldı.

İki santralin de hukuksuzca çalıştırıldığının vurgulandığı açıklamada 1996’dan bu yana gerçekleşen hukuki sürece de şöyle değinildi:

“Santrallerin kapatılması kararı önce 1996’da Aydın İdare Mahkemesi tarafından verildi; Danıştay da bu kararları onadı. Ancak dönemin hükümeti Bakanlar Kurulu kararı ile bu yargı kararlarını çiğneyerek santralleri çalıştırmaya devam etti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2005’te verdiği ihlal kararı ile bu santrallerin hukuksuz çalıştığını ve kapatılması gerektiğini Türkiye Cumhuriyeti’ne bildirdi. Neredeyse 20 yıldır uygulanmayan AİHM kararının yarattığı sonuçlar bugün Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin gündeminde ve takip ediliyor.”

‘İkizköy’ü rahat bırakın!’

İkizköy Çevre Komitesi YK Enerji’ye ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na şöyle sesleniyot:

“Mahkeme bilirkişi raporuna göre YK Enerji’nin açılmış kömür sahalarında iki yıllık kömür rezervi var. Bu iki yılda bu santralleri kapatmak için planlama yapın. Yeni maden sahası açmayın. Bir köyü daha, binlerce dönüm tarım arazisi ile, 40 bin zeytin ağacı ile, 780 dönüm yaşlı ve doğal kızılçam ormanı ile kömür için yok etmeyin! İkizköy’ü ve #AkbelenOrmanı’nı rahat bırakın!”

“Kömür madeninde ve santrallerde çalışan emekçileri bir köşeye atmadan; onları işsiz, gelirsiz, güvencesiz, çaresiz bırakmadan kömürden çıkış mümkün” denilen açıklamada son olarak şu ifadelere yer verildi:

“Sağlıklı, insan onuruna yakışır, doğa haklarına saygılı, kömürsüz bir gelecek mümkün! Bunun örneğini, hukuki mücadelemizle, bir yıla varmak üzere olan orman nöbetimizle, yılmadan kömür şirketine direnen İkizköy halkıyla, İkizköy’de hep birlikte kuracağız! İşte o zaman hep birlikte bayram yapacağız!”

 

Meteoroloji’den 17 il için sağanak uyarısı

Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) tarafından yapılan son değerlendirmelere göre; ülkenin kuzey ve iç kesimlerinin parçalı yer yer çok bulutlu, Marmara’nın doğusu, Karadeniz, İç Anadolu’nun kuzeydoğusu, Erzincan ve Ardahan çevreleri, Hatay’ın kıyı kesimleri ile Akdeniz’in Toroslar mevkiinin yerel olmak üzere aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı, diğer yerlerin az bulutlu ve açık geçeceği tahmin ediliyor.

Yağışların, Ordu, Giresun ve Trabzon çevrelerinde kuvvetli (21-50 kg/m2), Rize il geneli ve Artvin kıyılarında yer yer çok kuvvetli (40-75 kg/m2) olması bekleniyor.

Meteoroloji, kuvvetli yağışlar nedeniyle yaşanabilecek ani sel, su baskını, heyelan, yıldırım, dolu yağışı, yağış anında kısa süreli kuvvetli rüzgar ve ulaşımda aksamalar gibi olumsuz durumlara karşı dikkatli ve tedbirli olunması yönünde uyarıda bulundu.

Türkiye Haziran’da bir yanda yangına bir yanda sellere karşı mücadele etmişti. Aşırı hava olayları nedeniyle can kayıpları yaşanmış, hayvanlar barınaklarda mahsur kalmış, birçok vatandaşın evi kullanılamaz hale gelmiş, kümeslerde yüzlerce civciv ölmüş, sel suları içerisinde yaşam mücadelesi veren insanların ve hayvanların görüntüleri ortaya çıkmıştı. Temmuz’da da sağanak yağışlar devam ediyor, Meteoroloji 17 il için uyarıda bulunuyor:

  • İstanbul 19°C, 29°C
    Parçalı ve çok bulutlu, doğusu sabah ve öğle saatlerinde aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Kocaeli 18°C, 28°C
    Parçalı ve çok bulutlu, sabah ve öğle saatlerinde aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Adana 24°C, 33°C
    Parçalı bulutlu, sabah ve öğle saatlerinde kuzey kesimleri yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Hatay 24°C, 29°C
    Parçalı bulutlu, sabah saatlerinde kıyı kesimleri yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Ankara 15°C, 28°C
  • Parçalı bulutlu, bu akşam saatlerinde güney çevreleri yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Çankırı 16°C, 30°C
  • Parçalı bulutlu, bu akşam saatlerinde yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Konya 18°C, 29°C
    Parçalı bulutlu, bu akşam saatlerinde kısa süreli ve yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Bolu 13°C, 22°C
    Parçalı ve çok bulutlu, sabah ve öğle saatlerinde yerel olmak üzere aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Düzce 17°C, 27°C
    Parçalı ve çok bulutlu, sabah ve öğle saatlerinde yerel olmak üzere aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Kastamonu 13°C, 25°C
    Parçalı ve çok bulutlu, öğle saatlerinden sonra yerel olmak üzere aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Sinop 22°C, 27°C
    Parçalı ve çok bulutlu, öğle saatlerinden sonra yerel olmak üzere aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Amasya 18°C, 29°C
    Parçalı ve çok bulutlu, sabah ve öğle saatlerinde yerel olmak üzere aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Çorum 16°C, 27°C
    Parçalı ve çok bulutlu, sabah ve öğle saatlerinde yerel olmak üzere aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Samsun 21°C, 28°C
    Parçalı ve çok bulutlu, sabah ve öğle saatlerinde yerel olmak üzere aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Trabzon 23°C, 26°C
    Parçalı ve çok bulutlu, yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Yağışların yer yer kuvvetli olması bekleniyor.
  • Erzurum 13°C, 29°C
    Parçalı bulutlu,  kuzey çevreleri yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı
  • Kars 10°C, 29°C
    Parçalı bulutlu, öğle saatlerinden sonra yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı

 

 

Türkiye’de ‘yerel demokrasi’nin seyri

[email protected]

Türkiye’nin her yerinde “belediye” dediğimiz yerel-kamusal örgüt, 19’uncu  yüzyılın son çeyreğinden beri bu topraklardaki tarihinin her döneminde, hemşerileri için bir şeylere karar verir ve yapar. Beğenmezse değiştirir ve yıkar, yeniden yapar. Seçilmiş bir yönetim olarak bu, onun “demokratik” hakkı olmalı! Kentlilerin ödediği vergiler ve yine elbette kamusal kaynaklardan sağlanan gelirlerden oluşan ve büyük bir bütçesi olan kamusal bir kuruluş olarak parasını nereye harcamak isterse oraya harcar! Bunlar “mevsim normalleri” olarak, kentliler tarafından sessizce kabul edilir ve kent yaşamı böylece uyum içinde “yuvarlanır gider”.

Ancak burada bazı zamanlarda farklı durumlar olur. Fark, iki kaynaktan gelen seslerden duyulur:

  • 1960’lar-70’lerden sonra bazı kentlerdeki yerel toplumlar ya da bu toplumun bazı parçaları kendi çevrelerine, mahallelerine/ semtlerine sahip çıkmaya başladılar, kentlerine dair kararların alınmasında seslerinin/ taleplerinin duyulmasını, daha yerel bir demokrasinin gelişmesini istediler[1].

Aslında dünyanın bütün kentlerinde de, özellikle devrimci mücadelenin güçlü olduğu ülkelerde/ genellikle Latin Amerika ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde kentlilerin demokrasiyi daha dolaysız/ doğrudan ve canlı/ gerçek bir biçimde yaşama isteği son derece dinamikti. Çevrelerine sahip çıkan, ekolojik sorunları gören ve dayanışmacı ve katılımcı toplumsal tekniklerle kente dair kararların alınmasında ve uygulanmasında yeni bir yerel yönetim anlayışı geliştirmeye başladılar. Türkiye’de de yerel yönetimlerle ilgili bu yeni anlayışla bazı yerlerde demokrasinin aşağıdan yukarıya doğru kurulmasıyla ilgili arayışlar başladı. Hemşeri demokrasisinin bazı güçlü örnekleri sayılabilecek (en önemlisi Fatsa belediyesi olmak üzere) deneyimler yaşandı.

Kent toplumunun tabanından gelen istek katılım ve çaba-dayanışma ile kurulmak istenilen demokrasi arayışına şimdilik “aşağıdan yukarıya doğru yerel demokrasi arayışı” diyelim. Bu, dinamik bir biçimde kent halkının bütün kararları birlikte oluşturduğu-uyguladığı ve denetlediği, “temsili olmayan”/ yerel-doğrudan demokrasi olarak düşünülebilir.

Fatsa’da 14 Ekim 1979’da  sosyalistlerin desteğiyle belediye başkanı olan Fikri Sönmez, 270 günlük yönetiminde “yerinden yönetim” anlayışını hayata geçirmişti.

Ancak kent yönetimine bu yaklaşım henüz gelişme aşamasında. Bu nedenle bu deneyimleri, birçok kuramsal ve pratik sorun ile ilgili yanıtları düzenli bir biçimde ayrıntılandıramamış ve sistemleştirememiş bir arayış olarak düşünmek gerekecek.

  • İkinci ses, yine bu yıllarda, bazı belediyelerden gelen sesti. “Sosyal-demokrat belediyeler”den bazıları, kentlerde çok samimi ve iyi niyetli arayışlarla (kimisi bu konuda daha yavaş ya da daha az içten olmakla birlikte) yerel yönetimleri yenileştirmek ve canlandırmak istiyorlardı. Demokrasiyi geliştirmek ve kentin yönetiminde, hemşerilerle birlikte düşünebilmek/ kentlilere danışabilmek için bazı kurumsal yapılar oluşturarak veya var olan bazı yapıları daha iyi kullanarak yerel yönetim demokrasisini “yukarısından aşağıya doğru” geliştirmeyi planladılar. Bazı ülkelerde, bunun çok başarılı örnekleri olmuştu. Ama Türkiye’deki arayışlar hem az sayıda kentle sınırlı kaldı hem de hiçbir zaman ciddi ve sistemli bir biçimde geliştirilemedi.

Bu modele de “yukarıdan aşağıya doğru yerel demokrasi” arayışı diyelim. Bu modelin en temel özelliklerinden birinin temsili demokrasinin kurallarına göre belediyelerde oluşmuş iktidarların kendi kent toplumlarına bazı kararların verilmesinde yine kendi koymuş oldukları kurallara göre “katılım” hakkı vermeleri olduğu söylenebilir. Bu katlımın hakkının ne zaman, hangi tür olaylarda/ projede ve ne tür koşulların sınırı içinde verileceği iktidardaki belediye yöneticilerine kalmış bir konudur. Kent toplumunun da kendilerine verilmiş bu “katılım” hakkını kullanıp kullanmayacakları, kullanmaları durumunda bunun nasıl işlevsel olabileceği vb. konularında bilinmezlikler (ve isteksizlik) içinde oldukları söylenebilir.

Sınırlı girişimlere engelleme

Gerçi bazı sosyal demokrat belediyelerin gerçekten içten ve gerçekten güçlü bir arayışla bu modeli iyi işlettikleri ve iyi sonuçlar aldıkları örnekler de var. Bu çalışmalara gereken önemi verip, her birini ayrıntılı bir örnek olay olarak çalışmak ve Türkiye yerel demokrasi arayışları tarihindeki yerini bulmasın sağlamak görevi henüz gerçekleştirilmedi.

Bu iki modelin en çarpıcı özelliklerini belki şöyle özetleyebiliriz:

  • Aşağıdan doğru kurulmak istenilen yerel demokrasi arayışları (en son örneği Gezi olmak üzere) her defasında merkezi yönetim/ devlet tarafından kriminalize edildi ve şiddet kullanılarak bastırıldı.
  • Yukarıdan aşağıya arayışlar ise, her defasında devlet engelleriyle karşılaştı, tökezletilmek ve başarısız kılınmak istendi, ama şiddet kullanılarak bastırılmadı.
  • Aşağıdan yukarı arayışlar, genellikle küçük yerleşim yerlerinde ve bazen de büyük kentlerin bazı mahallelerinde gelişti, ama hiçbir zaman daha büyük (metropol ölçeğinde) bir arayış olarak örneklenmedi. Daha önemlisi bu düzeyden başlayarak teorize edilmeye de çalışılmadı. Diğer ülke örnekleri de dikkate alınmadı. Genellikle küçük ve göreli (sınıf/ mezhep/ etni/ politik eğilim-bilinç vb. bakımlarından) daha homojen olan toplum birimlerinde gerçekleştirildi.
  • Yukarıdan aşağı arayışlar ise genellikle metropol kentlerin belediyeleri tarafından [öncelikle Ankara (Dalokay ve Karayalçın) ve İstanbul (İsvan, İmamoğlu), daha yakın zamanlarda da İzmir (Piriştina, Kocaoğlu ve Soyer) olmak üzere] büyük kentlerdeki heterojen nüfus yapısı içinde denendi/ deneniyor.
  • “Katılım” daha çok son seçimleri kazan sosyal demokrat belediyeler tarafından formüle edilen bir terim ve genel olarak yukarıdan aşağı anlamı/ anlatımı yansıtıyor.
    • Belediyedeki mevcut iktidarın bazen nihai halini belirlediği bir projede “referandum tarzı bir seçim yapması istenmesiyle (İstanbul’da “Taksim projeleri” veya Ankara’da bugünlerde yıkılmasından vazgeçilen 100.Yıl yapıları veya Küçükesat Semt hali için çok daha acemi ve kaba bir yaklaşımla yapılması istenilen seçim örneklerinde olduğu gibi),
    • Veya mevcut ya da yeniden oluşturulan bazı kurullara, yerel toplumun katılabilmesi kararların oluşumunda (bir biçimde ve kısıt içinde) söz söyleyebilmesi için yapılan çağrılarla [İBB’nin ulaşım planlamasındaki “katılım” niteliklerini (anımsayacaksınız, daha önce tartışmıştık) ya da hem İBB ve ABB’deki “katılımcı bütçe” projeleri vb. gibi] toplumu kararlara ortak etme arayışları…

-mış gibi yapmak…

Görüleceği gibi “sosyal demokrat” belediyelerin yakın zamanda geliştirdikleri “katılım” düzenekleri, pek fazla demokratik bir içtenlik yansıtmayan, çok eğreti ve çok yüzeysel mekanizmalar. Burada, yerel bir demokrasi isteniyormuş gibi bir izlenim yaratmanın daha çok önemsendiği düşünülebilir.

  • Sosyal demokrat “katılımcı” arayışların, öncelikle içtenlikleri ve hakiki oldukları, ikinci olarak da gerçekten problemin kendisi (demokrasinin yerel olarak geliştirilmesi ve etkin/ işlevsel bir işleyiş olabilmesi) üzerinde düşünülmüş bir arayış olmadığı, “mış” gibi yaparak partiler politikasına yatırım yaptığı izlenimi ön plana çıkıyor. Ancak, daha da önemlisi, biraz daha derinde sosyal demokrat yerel iktidarın, “yerel demokrasiyi”, bir iktidar paylaşımı ve bu nedenle kendisine yönelmiş bir tehdit olarak algılıyor olması…

Yukarıdaki karşılaştırmalarda, henüz tam nitelikleri hakkında çok az şey öğrenebildiğimiz ve yöneticileri de toplumları da Kürt olduğu için yıkılmış ve kayyımlaştırılmış belediye örnekleri yok. Belki her iki modele de uyan yönleri olan alternatif modeller olabilirler? Karşılaştırmalar böylece, daha da genişletilebilir.

Ancak bitirmeden önce özetleyecek olursak, aşağıdan yukarı ve yukarıdan aşağı arayışların, bugünün Türkiye’sinde henüz birbirlerinden tam olarak kopuk ve ilişkilenmemiş bir durumda olduğunu söyleyebiliriz.

Aşağıdan yukarı yerel demokrasilerin düşünülmesinde ve kuramsallaştırılmasında henüz oldukça başlangıç aşamalarında bulunulduğunu varsayarsak şimdilik yukarıdan aşağıya demokrasilerin kurulabilme arayışı üzerinde daha çok durabiliriz. Eğer gerçekten bazı belediyelerde demokratik arayış bir içtenlik taşıyorsa bunu, yerel sivil toplumlar ya da yerel inisiyatiflerle belediyelerin, (eşitsiz durumu ve hiyerarşiyi aşamayı önemseme koşuluyla) daha çok ilişkiyle gelişebileceğini düşünebiliriz. Bu süreç, her iki taraf için de zor, ama öğretici olabilir. Taraflar için temel korku belki de şöyle oluşmakta:

Belirli bir bürokrasisi ve siyasi parti önceliği olan belediye, STK’ları/ inisiyatifleri güvenilmez, çok kırılgan ve geçici, belediye kaynaklarını bir sonuca ulaştıramadan harcatabilecek/ ne istediğini hiçbir zaman tam olarak bilmeyen ve her kafadan bir ses çıkartan bir “başıbozuk” ordusu olarak görüyor.

Yerel topluluklar ise belediyeyi çok büyük, hiyerarşik ve manipülatif, yukarıdan bakan ve emir veren, bütçesi olduğu için istediklerini dikte edebilen ve sonuç olarak seçimlerde oy sağlamayı önceleyen bir eğilimle davranan, güvenilmez bir “büyük ağabey” olarak görüyorlar.

Oysa belki bu iki farklı tür örgütlenmenin ilişkilenebilmesiyle, birçok özgün durumda, çok farklı enerjilerin yaratılması ve yeni düşüncelerin/ deneyimlerin gelişmesi söz konusu olabilir?

*

[1] Yönetimin yerelleşerek, kent halkının kendisine ait karaları vermesi/ kendisini yönetmesiyle ilgili ilk önemli olayın/ örneğin 1871 Paris Komünü (belediyesi) deneyimi olduğunu düşünebiliriz, ama aradaki büyük zaman kopuklukları nedeniyl, bu uzun tartışmayı yapmadan, 20. Yüzyıl’ın son çeyreğine atlamak, doğru olmasa da, kısa bir yazının gerektirdiği bir kestirme olacak.

 

Mezarlık: Artık işler değişsin…

Uzun zaman sonra Netflix Türkiye dijital ekranında heyecan ve ilham verici bir yapımla karşılaşıyoruz: Mezarlık!

Senaryosunu Özden Uçar, Onur Böber ve Evren Oğuz‘un kaleme aldığı bu polisiye dizi, dört bölümünde de ilgi çekici bir tekrarla Matthew Arnold‘un Empedocles on Etna şiirinden şu dizelerle açılıyor:

“Her şey, vücut bulduğu köklere geri döner, bedenimiz toprak olur, kanımız su, ısımız ateş, soluğumuz hava. Ahenkle doğanlar, ahenkle ölürler.”

Her bölüme girişte senaryosundaki sırasına göre büyük harfle yazılan ateş, hava, su ve toprak, o bölümde islenecek kadın cinayetinin yöntemi hakkında izleyiciye ipucu veriyor.

‘Erkekliğin’ binbir yüzü

Dizide, Emniyet’te kadın cinayetlerini çözmek için yeni bir birim kurulur: Özel Suçlar birimi! Bu birimin başına da başkomiser Önem Özülkü (Birce Akalay) getirilir.

Mezarlık ilk bölümünün ilk dakikalarında kamusal ve resmi alanda olup bitenle kişisel alanda biriktirilen bilginin farklılığını ortaya koyuyor. Erkeğin toplum içinde medeni görünen, uzlaşılabilir, mantık çerçevesinde neden sonuç ilişkisiyle ortak noktada buluşulabilir, takım elbiseli halinin, yine erkeğin ancak kaba kuvvetle güç merkezi olduğu özel kapalı mekanlarda, nasıl tam tersine dönüştüğünü, hatta canice benzinle insan yakabilecek köşelerini gösteriyor.

Acaba senaristlerin bu olay örgüleri nereden akıllarına geldi diye sormuyoruz elbette. Artan kadın cinayetleri nedeniyle bu vakalara Türkiye gündeminden ne yazık ki aşinayız. Ancak belki de ilk kez bu gerçekliğin öznesini güçlendirici bir şekilde kurmacayla buluşturmasına şahit oluyoruz ve biliyoruz ki bu buluşma her zaman iyi sonuçlar vermiyor.

Kurmaca dünyanın ardındakiler

Örneğin, Özel Suçlar biriminin açılış gününde Önem Özülkü’nün önceden hazırlanmış ve kendisine okuması için verilmiş konuşma metnini basın toplantısında okuyamaması, okumaya içinin el vermemesi, kürsüde durakladığı dakikalarda hemen emniyet müdür yardımcısının devreye girerek kâğıdı okumaya devam etmesi bu resmi bilginin kurmaca/gerçek dışı doğasını ve onun kırılganlığını ve güçsüzlüğünü gösteriyor.

Paralel kurgulanmış bu sahnelerde kendi özel mekânında, evinde, kızı Sude (Elif Sevinç) ile bu içi boş metni tartışan Önem de her şeyin farkında. Klikleşmiş resmi ilişki ağının içinde kadın cinayetlerini çözmek, failleri bulup adalete teslim etmek demek, bu dünyada cambazlık yapmak ya da ince bir buzun üstünde yürümek demek, yani Önem’in biraz politik olmayı öğrenmesi gerekiyor.

Mezarlık’ın ilk bölümüyle ileri sürülen bu ikili bilgi, yani emniyetin basında övünerek ve göstere göstere kurduğu özel suçlar biriminin gerçek hayatta emniyet binasının bodrum katına, arşiv dairesine, yani bir nevi çözülememiş ve faili meçhul kalmış dosyaların mezarlığına atılmaları, gerçekle ekranlarda gösterilen kurmaca dünya arasındaki farkı ortaya koyuyor. Ev içlerinin bas köşesinde duran televizyon, ekranından parlak, bol aksiyonlu bir dünya gösterirken bir yandan da kadın cinayetlerinin vahşetinden reyting aşırmaya çalışıyor. Böylece dizi garabetlerin fırsata dönüşme girdabını görünür kılıyor.

Bu açılardan aslında polis procedural yani polis prosedürü türünün hiç de kötü olmayan örneklerinden birini izledik. Yani sadece Önem ve ekibinin olayları çözmesini değil, yozlaşmış bir medya, yargı ve polis teşkilatıyla nasıl başa çıktıklarına, cinayetleri teşkilatın karmaşasıyla ve yozluğuyla mücadele ederek nasıl çözdüklerine şahit olduk. Ve çözülen dört olayda da katilin kim olduğunu polisten önce tahmin etmeden oldukça sürükleyici bir polisiye izledik.

‘Serileşen’ kadın cinayetleri

Yine şaşırtıcı bir şekilde dizideki ayrıntılı otopsi sahneleri failin beden üstündeki her darbesinin anatomisini çıkarıyor. Bu sahnelerin uzunluğu, görsel çarpıcılığı, araştırma yöntemlerinin ve bilgi birikiminin derinliği aslında tüm vakalar bu hassasiyetle araştırılsa çözümlenebilecekleri, katillerin yakalanabileceğiyle ilgili umut vadediyor. Bir yandan da bu kayıpları gazetelerde ya da sosyal medyada dolasan sansasyonel haber olmaktan çıkarıp vahşetin görünürlüğünü, ona hafifletici indirimler uygulamadan, süreci ve ayrıntılarıyla ekrana taşıyor.

Diğer bir yandan da bir kadın cinayeti olay örgüsü izlerken aynı zamanda dizideki kadın karakterlerin zaman içinde nasıl güçlendiklerine de şahit oluyoruz. Önem’in kızı Sude’nin potansiyel kurban değil, uyuşturucu batağına ya da kötü arkadaşlara kurban olmamış, adeta melek gibi hatta kendisine söylenen her şeye inanan alık bir kız çocuğu klişesinin dışına çıkan güçlü hali, otopsi uzmanı Feriha’nın (Sezgin Uzunbekiroğlu) işindeki titizliği ve üçüncü bölümdeki seri katille Sude ile birlikte mücadele edişi, Sofia’nın(Berna Öztürk) teknoloji bükücülüğü, Önem’in soğukkanlılığı, sakinliği ve zaman içinde tüm ekibini motive eden kararlılığı ve cesareti… Tüm bu kadın karakterler zorlukları atlatıp güçlendikçe bunun dönüştürücü ilham verici etkisi bize de geçiyor.

Ve son olarak evet, Türkiye’de seri katillere az rastlanıyor ama başka bir serilik söz konusu. Kadının yakınındaki erkeklerin seri bir şekilde katile dönüştüğüne tanık oluyoruz. Yani serilik aynı katilin süreklilik içinde cinayet işlemesinde değil, kadına yakın olan erkeklerin seri bir şekilde kadınları katletmesinde…

 

[Bir şarkının hikayesi] Shiny Happy People/ R.E.M

R.E.M., 1980 yılında Georgia Üniversitesi‘nde okuyan dört arkadaş tarafından kurulmuştu ve ilk alternatif rock gruplarından biri olarak kabul edilir. 1990’ların başlarında Nirvana ve Pavement gibi diğer alternatif rock grupları, R.E.M.’i bu türün öncü gruplarından biri olarak görüyordu.

1991, grunge müziğin patlama yaptığı yıl olmuştu. Yeni alternatif rock; taciz, şiddet, uyuşturucu ve savaş gibi konulardan besleniyordu. Solistleri Michael Stipe’ın hemen ayırt edilen farklı sesi ve karanlık sözlerle yazdıkları şarkılarla R.E.M., bu tür müzik yapanlara ilham kaynağı oluyordu.

1991 Şubat’ında çıkardıkları “Losing My Religion”, dörtlünün kariyerinde dönüm noktası olmuştu. Bas gitarist Mike Mills “Hayatımızı değiştirecek nitelikte bir şeyden bahsetmek istiyorsak , ‘Losing My Religion’ buna en yakın olandı” demişti. Rolling Stone dergisi tarafından “Tüm Zamanların En İyi 500 şarkısı” listesinde 112’inci sırada gösterilen “Losing My Religion” R.E.M.’in gerçek sound’unu yansıtan imza şarkısı oldu.

Trajedinin ‘pırıltılı’ anlatımı

Losing My Religion” single olarak çıkmıştı ve grup şarkının da yer alacağı “Out Of Time” albümünü çıkarmadan önce bir single daha çıkarmaya karar vermişti.

Fakat 1991’in Mayıs’ında çıkardıkları  “Shiny Happy People” kadar hayranlarını şaşırtan ve tam anlamıyla ikiye bölen bir şarkıları hiç olmamıştı.

“Shiny Happy People”, ilk dinleyişte  R.E.M.’in tarzını yansıtan, “The One I love”, “Losing my Religion” gibi daha karanlık soundu olan şarkılarla hiç benzerlik göstermeyen bir pop şarkısı idi. Ancak  canlı ve pırıltı melodisinin aksine şarkının esin kaynağı trajik bir olaydı.

 

Çin Lideri Mao’nun iktidarda olduğu dönemde ülkesinde büyük bir kıtlık yaşandığı ve 15 ila 55 milyon Çinlinin açlıktan öldüğü tahmin ediliyordu. Mao’nun döneminde Çin Komünist Partisi’nin propaganda posterlerinde ise “Shiny Happy People Holding Hands” (Ele ele tutuşan parlak mutlu insanlar) yazıyordu.

1989 yılının 15 Nisan’ı ve 4 Haziran’ı arasında Çin’de Tiananmen Meydanı, demokrasi arayan öğrenciler, aydınlar ve işçilerin önderliğinde yönetim karşıtı protestolara sahne olmuştu. Çin hükümeti göstericilere şiddet uygulamaktan çekinmemiş ve resmi kaynaklara göre 300, Çin Kızılhaç’ına göre ise 2.000-3.000 arası gösterici ölmüştü.

Çin yönetiminin propaganda posterlerindeki barışı ve uyumu vurgulayan “Shiny Happy People holding hands “ sözlerini ütopik bir vizyonla ve canlı ve parlak bir melodi süsleyen R.E.M., aslında  yönetimin iki yüzlülüğünü ironik bir yaklaşımla ortaya koymuş oluyordu.

Grup üyeleri şarkının otoriter rejimlere bir eleştiri içerdiği yönündeki fikirlere farklı derecelerde de olsa katılmış olsalar da, şarkının sözlerinde direk olarak bu fikri ortaya koyan hiç bir şey yoktu. Dinleyicilerin çoğunluğu şarkıdaki ironi yerine, insanların birbirlerini sevmesi ile ilgili iyimser mesajları almışlardı.

‘Neyse ki sadece bir tane böyle şarkı yaptık’

Michael Stipe, şarkının “Fazla meyveli bir ciklet” tadında olduğunu ve grubun geleneksel soundunu  yansıtmadığı için hit olmasından biraz da mahcubiyet duyduğunu ifade etmişti. Grubun gitaristi Peter Buck ise yıllar sonra  tatildeyken şarkıyı dinlediğinde kulağına çok hoş geldiğini söyledikten sonra “Her albümde bunlardan bir tane yapsaydık epey utanç verici olurdu, ama neyse ki sadece bir tane yaptık” diye ilave etmişti.

Grubun hayranlarının bir kısmının neredeyse nefret edecek kadar sevmedikleri “Shiny Happy People” aslında prodüksiyon olarak başarılı bir şarkı idi. B-52 grubunun da solisti olan Kate Pierson’ın vokaldeki başarısının yanı sıra, şarkının videosundaki performansı da göz alıcıydı. Parça 3/4’lük vals ritmi ile başlıyor, Peter Buck’un parlak gitar riff’inin ardından tempo değişiyor ve Michael Stripe ve Kate Pierson çok sesli harika bir vokal şöleni sunuyorlardı.

1999 yılında R.E.M. şarkıyı Susam Sokağı için “Furry Happy Monsters” (Kürklü Mutlu Canavarlar ) sözleriyle  seslendirdi. Kate Pierson’un vokalini bu kez onun gibi giyinmiş bir Muppet yapıyordu.

Shiny Happy People”, ünlü sitcom Friends‘in ilk bölümlerinde intro müziği olarak da kullanıldı.. Dizinin prodüktörleri “I’ll Be There For You”yu seçmek yerine  R.E.M.’in bu şarkısı ile devam etseydi, hayranları onu severler miydi yoksa iyice sıkılıp daha mı çok nefret ederlerdi, bu bir bilinmez olarak kalacak.

Grubun solisti  Michael Stipe, 2016 ‘da Mojo dergisine verdiği  demeçte “Bu şarkıyı yaptığımızdan pişman değilim , ondan nefret etmiyorum ama söylemek de istemiyorum” demişti. Grup 1991 ve 2003’te yayınlanan “The Best of R.E.M” albümlerine şarkıyı koymadı. Ama şarkıdan nefret eden bir kısım R.E.M. hayranlarına ve şarkıya mesafeli duran grup üyelerine inat, “Shiny Happy People” Spotify’da en popüler üçüncü R.E.M.şarkısı olarak parlamaya devam ediyor.

Kaynakça

  • Taysom J., The Story Behind The Song: Exploring the tragic roots of R.E.M.hit trick “Shiny Happy People”, 17.09.2020
  • Songmeaningsandfacts.com, ”Shiny Happy People”, 27.01.2020
  • Wawzenek B., In Defense of R.E.M.Shiny Happy People, 10.11.2017
  • Taysom J., How Chairman Mao inspired a classic R.E.M. song, 14.11.2021
  • Songfacts, Shiny Happy People by R.E.M.
  • Vikipedi, 1989 Tiananmen Meydanı Protestolar
  • Wikipedia, R.E.M.

 

 

[Çocuklar için Yeşil Kitaplar] Zeytin ağacının gördükleri…

Dünyada Bir Zeytin Ağacı kitabı mitolojide ‘ölümsüz ağaç’ denilen zeytin ağacının hikayesini anlatıyor. Homeros zeytinin ölümsüzlüğünü; “Ben herkese aitim ve kimseye ait değilim, sen gelmeden önce de buradaydım, sen gittikten sonra da burada olacağım” sözleriyle anlatıyor. Üç kutsal kitapta da zeytin ağacının kutsal olduğu söyleniyor. Zeytin ağacı yüzyıllardır barışın ve bereketin sembolü kabul ediliyor. Eski Mısır uygarlığında “Tanrıça İsis’in meyvesi”, “Tanrı Ra’nın aydınlanma simgesi” olarak nitelendiriliyor. Solon kanunlarında zeytin ağacı kesenlere ağır cezalar uygulandığı yer alıyor.

Zeytinliklerin çeşitli nedenlerle yok edildiği günümüzün, o zamanların bilincinden yoksun olduğunu düşündürüyor bu durum ister istemez.

‘Keşke her yer park olsa’

Kitabımızda ise zeytin ağacının bu derin geçmişinden çok günümüz dünyasına bakışı söz konusu:  Zeytin bahçesinde diğer zeytin ağaçları ile mutlu mesut yaşayan zeytin ağacı uzakları merak ediyor. Bir gün köklerinin toprağın yüzeyine çıktığını ve gövdesinin kuş gibi yükseldiğini fark ediyor. Uçarken çam, söğüt, sedir, mersin, hurma, sandal, servi ve daha adını bilmediği başka ağaçlar görüyor.  Yanından leylek, gök güvercin, kırlangıç, yaban kazı sürüleri geçiyor. İyi yolculuklar diliyor onlara. Nehirlerde susuzluğunu gideriyor, deniz sularında dallarını serinletiyor. Binaların ağaçlardan fazla olduğunu, bazı yerlerde havanın kirli ve insanların temiz suya ulaşamadığını fark ediyor. İnsanlar görüyor; ağaçları kesip sokakları kirletiyorlar. Sonra parkta oynayan çocuklar görüyor içinden “her yer park olsa” diye geçiriyor. Elleri ile konuşan çocukların sessizliğini kendisine benzetiyor.  O da anlatmak istediklerini dalları yaprakları ile anlatıyor.

Zeytin ağacı bu gördüklerini herkesin görüp görmediğini merak ediyor. Doğayı korumak için çok çalışmak gerektiğini anlatmak istiyor.

Dünyada Bir Zeytin Ağacı kitabı zeytin ağacının kendi gözünden bir dünya tasviri yapıyor ve bir çağrıda bulunuyor ‘Doğayı korumak için çalışmalı’.

Yeni İnsan Yayınları’ndan çıkan Dünyada Bir Zeytin Ağacı’nı Didem Güzey Ekinci yazmış resimlemelerini Meyha Vishwanath yapmış.

Didem Güzey Ekinci

1978’de Adana’da doğdu. Ankara ve Balıkesir’de yaşadı, şu an İstanbul’da ikamet ediyor. İşletme, ardından Uluslararası İlişkiler okudu, halen Felsefe bölümünde okuyor. Öğretmen olarak görev aldı, radyo programları hazırladı ve spikerlik yaptı. Aynı zamanda işaret dili eğitmeni. Çevre ve çocuklar hakkında çalışmalar yapmak yazarı mutlu ediyor. Edebiyat ve müziği çok seviyor. Bir kızı var.

Megha Vishwanath

Çocuk kitapları ve çizgi roman çizeri, Hindistan, Bangalore’de yaşıyor. Yaban hayatı ve doğa günlükleri üzerine çeşitli kurumlarda tasarım yaptı. Aynı zamanda kendi hikayesi ve şiirlerini kitaplaştırdı. Şimdilerde Megha; küçük kızını büyütmekten, zerdeçal çayı içmekten ve çizimler yapmaktan hoşlanıyor.

 

 

Piyale Madra çiziyor – 38

Türkiye’nin önde gelen çizerlerinden Piyale Madra, çizgileriyle Türkiye ve dünyanın “hal ve gidişatını” yorumluyor.

Konya’da imam, grev yapan doktorları hutbede hedef gösterdi: Öldürmez misin, dövmez misin?

Doktor Ekrem Karakaya‘nın görev esnasında silahla katledildiği Konya‘da cuma hutbesinde bir imam, bu olayın ardından iş bırakan sağlık çalışanlarını hedef gösterdi.

Cemaati “Sen gittin hastaneden boş döndün, iğne yapılacak, oğlun ölecek elinde. Doktor da dedi ki “Sen git grevdeyiz.” Sen öldürmez misin, sövmez misin, dövmez misin? Herkes akıllı olsun kardeşim” sözleriyle galeyana getirmeye çalışan imama tepki yağıyor.

‣ Doktorlar Türkiye’nin her yerinde iş bıraktı: Fenalaşan polise darp edilen doktorlar müdahale etti…
‣ Doktorların grevi ikinci gününde: Eylemlerde gazeteciye saldıran Emniyet mensubuna suç duyurusu

Eylem, doktorların daha çok öldürülmesine yol açan bir tahrikmiş!

Selçuklu ilçesi Bosna Hersek Mahallesi’ndeki Kayalar Camii’nin imamı, sağlık çalışanlarıyla ilgili “Bir doktor öldürüldü diyerek, devletin, milletin aleyhine, hastanelerin hiçbir tanesi görev yapmadı. Günlük iğne, serum, tedavi olacak adam var. Bu kadar fırsatçılığa da gerek yok. Yani bu neyi getirir, doktorların daha fazla öldürülmesini getirir. Bu bir tahriktir” ifadelerini kullandı. İmam hutbesinin devamında da ‘kadın cinayetlerinin televizyonda gösterildiği için arttığını da’ iddia etti.

Bu sözlere karşılık sosyal medyada #ŞiddetHutbesi etiketi altında sağlıkta şiddetin bu temel fikirle meydana geldiği yorumları yapıldı.

Ayrıca acil hastalar için sağlık hizmetlerinin devam ettiği ve bayram gibi resmi tatillerde uygulamanın zaten bu olduğu hatırlatıldı.

Türk Tabipleri Birliği, bir din görevlisinin sarf ettiği bu sözlerin şiddete hatta katliama çağrı olduğunu vurguladı ve Diyanet’i ve adli makamları göreve çağırdı.

Türkiye’nin her yerinde sağlık çalışanları, öldürülen meslektaşlarının ardından ‘Yaşamak için G(ö)REVDEYiz’ diyerek iş bıraktı.