Ana Sayfa Blog Sayfa 844

TBB’den Kavala açıklaması: AİHM kararı derhal uygulanmalı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Büyük Dairesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 46/4 maddesi çerçevesinde Türkiye’ninOsman Kavala ile ilgili 10 Aralık 2019 tarihli AİHM kararını uygulamadığını ve kararı ihlal ettiğini açıklamasının ardından Türkiye Barolar Birliği‘nden (TBB) de konuya ilişkin açıklama geldi:

“Bir hukuk devleti olmanın gereği olarak AİHM kararı derhal uygulanmalıdır”

AİHM: Türkiye Kavala Davası’nda yükümlülüklerini yerine getirmedi
Çizim: Murat Başol
Kavala’nın avukatları: AİHM kararı ve uluslararası ceza hukuku normları çiğnendi

TBB tarafından yapılan açıklamada, AİHM’nin 2019’da aldığı karar hatırlatıldı:

“Osman Kavala’nın tutuklanmasının, suç işlendiğine dair bir kuşku doğuracak verilere dayanmadığından Sözleşme’nin 5/1 maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin Kavala başvurusunu gereken süratle incelemediği için 5/4 maddesinin ve yine tutuklamanın aynı zamanda Türkiye’deki insan hakları savunucularını susturmak gibi bir siyasal amacı olduğu saptandığından 18. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiş ve Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını talep etmişti.”

Kararı uygulamakla sorumlu Bakanlar Komitesi, Kavala’nın serbest bırakılmasını ve AİHM kararının uygulanmasını öngören birçok kararı kabul etmiş, ancak bütün bu kararlara rağmen tahliye kararı verilmeyip AİHM kararının uygulanmaması üzerine Bakanlar Komitesi, “ihlal prosedürünü” başlatmış ve kararı AİHM’ye göndermişti.

Osman Kavala’dan AİHM kararı yorumu: Yargı mensuplarına güç vereceğine inanıyorum

‘Şimdi yapılması gereken Osman Kavala’nın serbest bırakılmasıdır’

Bu arada yargılama İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam etmiş ve Mahkeme, 25 Nisan 2022’de Osman Kavala’yı TCK md. 312’den yani Gezi olayları nedeniyle, cebir ve şiddet kullanarak hükümeti devirmeye kalkmak suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum etmişti. TBB’nin yaptığı açıklamada “Burada dikkati çeken nokta, AİHM’in 2019’daki kararıyla Kavala’nın suç işlediğine dair makul bir kuşku bile oluşturmadığı sonucuna vardığı olgularla, müebbet hapis cezasına yol açan olguların aynı olması ve hiçbir yeni kanıtın bulunmamasıdır” denildi ve eklendi:

“AİHM’in 11 Temmuz 2022 tarihinde açıklanan kararı kesindir. Şimdi yapılması gereken, AİHM kararlarının uygulanarak Osman Kavala’nın serbest bırakılması ve eski halin iadesidir. Eski halin iadesinden anlaşılması gereken, atılı suçların kayıttan silinmesi ve buna ilişkin mahkeme kararlarının bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıdır.”

“AİHM kararının uygulanması, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden doğan bir yükümlülüğü olduğu kadar hukuk devleti olmanın da gereğidir” denilen açıklamada, Türkiye’nin AİHM yeni kararını uygulamamakta ısrar etmesinin, Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden ihracına kadar uzanan yaptırımlar uygulamasına yol açacağı ifade edildi ve şunlar aktarıldı:

Türkiye Barolar Birliği olarak AİHM kararının derhal uygulanmasını; hukukun üstünlüğü ilkesinin, Anayasa’nın 90/5 maddesinin ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46/1 ile 19. maddelerinden doğan taahhütlerimizin gereği olarak gördüğümüzü belirtiriz.”

Avrupa Parlamentosu: Kavala’ya verilen ceza, Türkiye’nin AB umutlarını tamamen yok etti
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, Kavala mütalaasını yayınladı: Türkiye AİHM’e sevk edilebilir

Brezilya’dan bir ilk: Paris Anlaşması bir insan hakları sözleşmesidir, ihlal edilemez

Brezilya Yüksek Mahkemesi, küresel ısınmayı 2°C veya tercihen 1.5°C ile sınırlamak üzere 2015’te kabul edilen uluslararası bir anlaşma olan Paris Anlaşması‘nı, ulusal yasaların önünde tutulması gereken bir insan hakları sözleşmesi olduğu yönünde bir karara imza attı. Böylece Brezilya, bu yönde bir karar veren ilk ülke oldu.

Brezilya Yüksek Mahkemesi, bir davada Paris Anlaşması’nın “uluslarüstü” bir insan hakları sözleşmesi olduğu yönünde bir karar aldı.

EcoWatch’tan Paige Bennett’in aktardığına göre;  dava, hükümetin 2019’dan beri ulusal İklim Fonu‘ndaki (Fundo Clima) fonu dağıtmaması üzerinde dört siyasi parti (İşçi Partisi, Brezilya Sosyalist Partisi ve Sürdürülebilirlik Ağı) tarafından açıldı. Fon 2009’da kurulmuştu.

Fotoğraf: Evaristo Sa / AFP, 2018

Brezilya’nın savunması: Kuvvetler ayrılığını ihlal edecek

Brezilya hükümeti, İklim Fonu’nun anayasal olarak korunmadığını ve mahkeme müdahalesinin ülkenin kuvvetler ayrılığını ihlal edeceğini savunmuştu.

Mahkeme: Çevre hukuku anlaşmaları bir tür insan hakları anlaşmalarıdır

Yüksek Federal Mahkeme, “Çevre hukuku ile ilgili anlaşmalar bir tür insan hakları anlaşmasıdır ve bu nedenle uluslarüstü statüye sahiptir. Bu nedenle, iklim değişikliğiyle mücadeleyi basitçe ihmal etmek için yasal olarak geçerli bir seçenek yok” hükmüne vardı.

Brezilya’daki herhangi bir yasa Paris Anlaşması’yla çelişemeyecek

Karar ayrıca, Brezilya hükümeti tarafından yapılan herhangi bir yasanın Paris Anlaşması ile çelişmesi durumunda geçersiz olacağı anlamına geliyor.

Ayrıca bu kararın veya Paris Anlaşması’nın ihlali ülkenin anayasasının ve insan haklarının da ihlali sayılacak.

Columbia Üniversitesi Sabin İklim Değişikliği Hukuku Merkezi dava dosyasında, “Anayasanın fonları etkin bir şekilde tahsis etme görevi, iklim değişikliği çerçevesindeki uluslararası taahhütleri dikkate alarak iklim değişikliğini azaltma görevinin olduğu anlamına geliyor” denildi.

Brezilya Yüksek Federal Mahkemesi yakında, biri Amazon’da Ormansızlaşmanın Önlenmesi ve Kontrolü için Eylem Planı’nın uygulanması üzerine, biri de hükümetin Amazon Fonu‘nu yönetemediği üzerine iki ek iklim davasını karara bağlayacak.

Bolsonaro’nun başkanlığıyla Amazon’un fonları düştü

Climate Home News, Jair Bolsonaro‘nun başkan olmasından bu yana Amazon’a sağlanan fonların istikrarlı bir şekilde azaldığını bildiriyor.

Brezilya, Paris Anlaşması hedeflerine ulaşmak üzere yapılan iklim eylemlerinde ‘son derece yetersiz‘ olarak görülüyor.

Ülkede emisyon salımında bir numaralı sorun olarak ormansızlaşma geliyor. Bunu da tarım takip ediyor.

İklim değişikliğine karşı eyleme geçilmemesi durumunda; Brezilya’nın tahmini 4°C’lik bir ısınmaya katkıda bulunacağı ifade ediliyor.

Ancak karar, daha fazla iklim politikasının insan hakları temelinde düzgün bir şekilde uygulanmasına yardımcı olabilir.

Brezilya’daki Instituto Clima e Sociedade’de (iCS) hukuk ve iklim portföy yöneticisi Caio Borges, karara ilişkin olarak şu notu düşüyor:

“Paris Anlaşması’nı bir insan hakları sözleşmesi olarak tanıyan bir anayasa mahkemesinin olması, diğer mahkemelerin de bu hükmü takip etmesi için küresel bir hareketi teşvik edebilir.”

Aydos’ta yıkım sürüyor: Konfor uğruna binlerce metrekarelik alanda bitki örtüsü yok edildi

İstanbul Anadolu yakasında, Kartal ile Sultanbeyli ilçeleri arasında uzanan Aydos Ormanı’nda TOKİ’ye ihale edilen alanda yapılması planlanan Millet Bahçesi‘ne tepkiler sürerken ormanda ekokırım devam ediyor.

Aydos Ormanı’nda bu kez de kamelya yerleştirmek için binlerce metrekarelik alandaki bitkilerin söküldüğü bildirildi.Aydos Ormanı Savunması’ndan Gönül Gümüşoğlu Özer, Aydos Ormanı’ndaki son durumu Yeşil Gazete’ye anlattı.

‘Binlerce metrekarelik alanda bitkiler toplandı’

Ormanın etrafını şantiye alanı diye çevrelediklerini aktaran Özer, orman girişindeki Rıza Çalımbay Parkı ve şantiye alanının hemen arkasındaki binlerce metrekarelik alandaki bitkilerin toplandığını belirtti.

Aydos Ormanı’nda Millet Bahçesi: Ağaç sayısından çok tahribat var

Özer, “Meşeler, çamlar, fidanlar, kantaron çiçeklerinin hepsini tepe tepe yığdılar. Hepsi şu anda kurumuş, çalılığa dönmüş. Aldıkları alanların da altlarına yüze yakın kamerya koyulacak şekilde yerler açmışlar. Daha önceden burada böyle bir şey yoktu“ dedi ve ekledi:

“Macera Parkı alanına kocaman bir not germiş Sancaktepe Belediyesi: Ormanda ateş yakmak yasaktır. Ama yaptığı yıkım daha büyük. Kreştir, kütüphanedir, bunları durdurmak yerine ‘Ateş yakmayın’la ormanı kurtaracaklarını zannediyorlar.”

Aydos Ormanı’nda kepçeye karşı doğa mücadelesi

Yapılaşma çalışmalarının öncesinde ormanın tamamen doğal bir yapıda olduğunun altını çizen Özer, “Bütün bitki örtüsüyle kelebeklerin uçtuğu kuşların gezdiği alanlardı. Bir an önce buradaki çalışmaları durdursunlar. Orman kendini yeniden onarır. Bu hasardan geri dönüş mümkün. Buraya dokunmasınlar ve orman kendini hızla yenilesin” taleplerini yineledi.

Aydos Ormanı’nda yaşanan yıkım bunlarla sınırlı değil: Ormanın çevresi şehirle kuşatılırken içerisine yapılan mesire alanları, mandıraların atıkları, yoğun odun üretimi ve yangınlar da ormanın yapısını tehlikeye atan diğer sorunlar olarak gösteriliyor.

aydos

Ne olmuştu? 

Aydos Ormanı’nda uzun yıllardır ekokırım yaşanırken en son Millet Bahçesi projesi yoğun tepkilere neden olmuştu. 

Aydos’taki ekokırıma karşı mücadele etmek için Aydos Ormanı Savunması kuruldu. 

Aydoslular Sancaktepe Belediyesi tarafından ihale edilmiş olan Millet Bahçesi proje alanı için Mayıs sonunda belediyeye giderek ormanda proje kararına itirazda bulunmuştu. 

Bin 324 kişinin imzaladığı dilekçeyle vatandaşlar ormanda yapılacak çalışmanın zararlarının geniş katılımlı bağımsız yetkililer tarafından değerlendirilmesini ve durdurulmasını talep etmişti.

Aydoslular dozerlerin ve iş makinalarının girdiği ormanda yaşanan tahribatların ardından yılanların ve kirpilerin mahalleleri bastığını söylemişti. 

21 Haziran’da Aydos Ormanı Savunması tarafından, kreş çalışmaları için iş makinalarının alandaki bitki örtüsünü bir bir kaldırdığını ve orman için insanların gözaltına alınma ve işinden olma korkusu nedeniyle sesini çıkaramadığı aktarılmıştı.

Millet Bahçesi proje alanının içerisinde bulunan kreş çalışmalarına ilişkin konuşan Özer, bu alanın daha sonra okula çevrilmesinin de muhtemel olduğunu söylemiş “Sancaktepe Belediyesi bu konuda vatandaşlara yanlış bilgi vermiş. Millet Bahçesi için girişin ücretsiz sunulacağı belirtilerek insanları ikna etmişler. Aydos’ta mesire alanına ücretli giriş var. Millet Bahçesi’ndeki girişin ise ücretsiz sunulacağı söyleniyor. İnsanlar hala anlayabilmiş değil yanlışı” demişti. 

Ayrıca insanların ormanda yapılan yanlışa polisin gözaltına almasından çekindikleri için tepki gösteremedikleri de belirtilmişti. 

Giresun’da vatandaşlar Çanakçı’da yapılmak istenen beşinci HES’e karşı yürüdü

Giresun‘un Çanakçı ilçesinde Çanakçı Deresi üzerine yapılması planlanan beşinci hidroelektrik santraline (HES) tepki amacıyla yürüyüş gerçekleştirildi.

İlçenin Akköy köyünde bir araya gelen vatandaşlar, HES’e karşı olduklarını belirten pankartlar taşıyarak Çöçen mevkisine kadar yürüdü.

‘Susuz kalan dere yatağı beton ve çakıl santrallerinin hedefi haline gelecek’

Burada grup adına basın açıklamasını okuyan Çanakçı Vadisi Çevre Koruma Platformu Sözcüsü Harun Şahin, yörede HES projesi istemediklerini söyledi.

 

Yapılmak istenen beşinci HES nedeniyle doğal göllerin kuruyacağını, deredeki canlı yaşamın büyük oranda tehlikeye gireceğini öne süren Şahin, HES’e neden karşı olduklarını şöyle anlattı:

“Dere yatağının genişliği yaklaşık 30 metre olup projenin gerçekleşmesi durumunda 210 dönüm dere yatağı bataklık ve kanalizasyona dönecektir. Aynı zamanda susuz kalan dere yatağı beton ve çakıl santrallerinin hedefi haline gelecektir.”

Şahin, Çanakçı Deresi üzerinde HES projesine kesin ve net şekilde karşı olduklarını, derenin hür, gür ve özgürce akması için tüm kanuni haklarını sonuna kadar kullanacaklarını ifade etti.

İstanbul Karabörk Köyü Derneği Başkanı Ali Köse ise yöreye özgü “ıslık dili“ni kullanarak HES projesinin uygulanmasını istemediklerini söyledi.

Konuşmaların ardından başlatılan kampanyayla projeye karşı imza toplandı.

Yürüyüş ve basın açıklamasına, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ünzile Yüksel, İYİ Parti Trabzon Milletvekili Hüseyin Örs, bazı siyasi parti ve sivil toplum örgütleri temsilcileri ile vatandaşlar katıldı.

Salda Gölü: Endemik bitkiler çapalandı, göl insan akınına uğradı

Burdur Yeşilova‘da yer alan Salda Gölü‘nde millet bahçesi yapılan bölgede, gölün endemik bitkilerinin yok edildiği bildirildi. 

Mars’a ışık tutması beklenen Salda Gölü’nün endemik bitkilerinin çapalanarak yok edildiğini duyuran Salda Gölü Koruma Derneği tarafından konuya ilişkin yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“İplerle böldükleri alanlara Salda Gölü çevresine ait olmayan ağaçlar ve bitkiler dikilerek doğal yapı bozuldu.”

Fotoğraf: Salda Gölü Koruma Derneği

‘Salda Gölü için tam koruma istiyoruz’

Salda Gölü ve çevresinde 61 familyaya ait 301 sucul ve karasal bitki türü bulunduğunun aktarıldığı açıklamada, bölgede dokuz farklı endemik ve nesli küresel ölçekte tehlike altında olan bitki türünün de barındığı belirtildi.

Kolaj: Salda Gölü Koruma Derneği

1. derece  doğal sit alanı olan ve eski belediye plajı olarak bilinen yerde yok edilen endemik bitkilere ilişkin olarak dernek tarafından yapılan açıklamada “Salda Gölü için tam koruma istiyoruz” denildi. 

Fotoğraf: Salda Gölü Koruma Derneği

Salda insan akınına direnirken…

Salda’nın tek sorunu çapalanan bitkiler değil, göl aynı zamanda insanların akınına da uğruyor. 

Dernek tarafından dün bölgede 10 Temmuz’da yaşanan ziyaretçi akını paylaşıldı. Görüntülerde gölde ve çevresinde yüzlerce insanın olduğu görülüyor. 

Derneğin konuya ilişkin paylaşımında “Bugün 10 Temmuz 2022 Salda Gölü kirletilmeye devam ediliyor. Salda Gölü; su seviyesi, su temizliği, göl ve çevresindeki doğal yaşam korunmalıdır. Beyaz kumlara basılmasın. Gölde suya girilmesin” denildi. 

Bu uyarı ilk defa yapılmıyor. Senelerdir göldeki insan akınına karşı uyarılar yapılıyor. 

Mart 2021’de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘na bağlı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün yürüttüğü ‘Salda Gölü ziyaretçi taşıma kapasitesinin belirlenmesi’ çalışması sonuçlarına göre yılda 1.5 milyon olan ziyaretçi sayısının 570 bine düşürüleceği duyurulmuştu.

Salda’nın başına gelmeyen kalmadı

Bakanlık tarafından 1 Ağustos 2020’den itibaren dumansız hava sahası ilan edilen ve çevresinde sigara içilmesinin yasaklandığı Salda Gölü halk plajı sahiline nargilelerle girilmişti.

Bayram tatilinde sigara içmenin ve çamur banyosu yapmanın yasaklandığı Salda Gölü’ne gelen ziyaretçilerden nargile içenler oldu.

Ekolojik olarak oldukça hassas bir yapıda olan Salda Gölü bayram tatilinde gelen ziyaretçi yoğunluğunu kaldıramamıştı ve bazı bölümlerinde sular 50 metre çekilirken kıyılarda ise balçık oluşmuştu.

Fotoğraf: Salda Gölü Koruma Derneği

Ancak Temmuz 2021’de bayram tatilinde sigara içmenin ve çamur banyosu yapmanın yasaklandığı Salda Gölü’ne gelen ziyaretçilerden nargile içenler oldu. Halk plajına gelen yüzlerce ziyaretçi çamur banyosu yaptı.

Salda Gölü’nün son durumunu, yapım çalışmaları süren Millet Bahçesi’ni ve bungalov evleri ANKA görüntülemiş, gölün Millet Bahçesi yapılan bölümündeki beyaz renkli kumların renginin değiştiği, Milli Park kıyılarındaki kumların ise doğal rengini koruduğu görülmüştü.

Bakanlık Salda Gölü’ndeki renk değişiminin ‘polenlerden kaynaklandığını’ iddia etmişti. Haziran 2021’de ise kanalizasyon atıklarının Salda Gölü’ne karıştığı iddiası üzerine bölgede inceleme yapan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdür Yardımcısı, atık karışmasının mümkün olmadığını, gölü ineklerin kirlettiğini öne sürmüştü.

Son olarak Mayıs 2022’de “Millet Bahçesi” olarak duyurulan alanın işletmesinin Subartu isimli özel şirkete verildiği ortaya çıkmıştı.

TOKİ Finansman Daire Başkanı Ayhan Karaca, şirketin burayı yıl sonuna kadar işleteceğini aktardı ve “Oradaki tüm harcamalarını kendileri yapıyorlar, gelirleri topluyorlar. Yıl sonu itibariyle de mahsuplaşıp, tüm şeyimizi alıp Emlak Yönetim olarak devam edeceğiz” dedi.

“Millet Bahçesi”nin yapıldığı alana ücreti karşılığında girildiği ve kişi başı giriş ücretinin 10 TL olduğu görülmüştü. Girişe, turnike ve bariyerler konulmuştu.

Orhangazi’nin su kaynağı, Nadır tehlikede: İlçe kalker ocakları işgalinde

Bursa’nın Orhangazi ilçesi Fındıklı Mahallesi’nde halihazırda bulunan iki ocağın yanına Karadeniz İnş. ve Beton San. Ve Tic. A.Ş. tarafından “Kalker Ocağı ve Konkasör Tesisi” yapılmak isteniyor.

Avukat Erol Çiçek ve CHP İlçe Başkanı Ender Teke, ilçenin içme suyunu karşılayan su kaynağı Nadır’ın kirlenmesine sebep olacağı gerekçesiyle tesise karşı çıkıyor. Tesis, “ÇED gerekli değildir” raporu alırsa konu yargıya taşınacak.

Kalker ocaklarının bir yıllık yayılımı.- Kaynak: Pelin Akdemir/ Duvar

KİBSAŞ su kaynağı yanına kalker ocağı için ‘ÇED gerekli değildir’ başvurusu yaptı

Duvar’dan Pelin Akdemir’in aktardığına göre; Fındıklı Mahallesi’nde ocak işletmeciliği için birbirine bitişik üç tane ruhsat alanı bulunuyor.

Mevcut taş ocağı ve kalker ocağının yanına Karadeniz İnş. ve Beton San. Ve Tic. A.Ş. (KİBSAŞ) tarafından yeni bir kalker ocağı yapılmak isteniyor.

Tesisin kurulması için valiliğe “ÇED gerekli değildir” başvurusu Nisan 2022’de yapıldı.

Tesis açık ocak işletmeli, üretim patlatmalı olacak

Kireçtaşının kırılma ve parçalanma işleminin yapılacağı kalker ocağında açık ocak işletme yöntemiyle üretim yapılacak. Bu üretim patlatma yöntemiyle gerçekleştirilecek.

Konkasör tesisi de taş ve kaya parçaları ile dere yataklarında elde edilen malzemeleri kırma işleminden geçirerek kullanıma kazandıran tesis olarak faaliyet gösterecek.

İstenen tesis Orhangazi Devlet Hastanesi’nin yanıbaşında

Bursa Barosu Çevre Komisyonu Üyesi avukat Erol Çiçek, mevcut taş ocakları ve konkasör tesislerinin Orhangazi Devlet Hastanesi ve TOKİ 3. Etap Konutları’na uzaklığının kuş uçuşu 550 metre civarında olduğunu söylüyor.

İlçenin su kaynağı, Nadır, için tehlikede ama ruhsata üç yıllık uzatma

Nadır’ın havzasının çatlaklı bir yapıya sahip olması nedeniyle suyu alt tabakaya kolayca geçirebildiğinin altını çizen Çiçek, ocakların bölgeden kaldırılması gerekirken yaklaşık üç yıl önce ruhsatlarının uzatıldığını vurguluyor.

Nadır – Fotoğraf: Orhangazi TV

‘Halkın sağlığını tehlikeye atıyor’

Ocaklardan taşınan tozların ve toz parçacıklarının insan sağlığını olumsuz etkilediğini ise Erol Çiçek iu sözlerle anlatıyor:

“Taş ocakları ve buradaki tesisler, yaydıkları tozlarla halkın sağlığını tehlikeye atıyorlar. 10 mikrondan 2,5 mikrona kadar tozlar, belli sürede çökse bile 2,5 mikrondan küçük toz parçacıkları havada asılı kalıp uzak mesafelere taşınabiliyor. Bu tozların solunduğunda ciğerlere girdiğini ve solunum yolu hastalıklarına sebep olduğunu bilimsel kaynaklardan biliyoruz.”

‘Ocağın olduğu yer, Bakanlığa ait makilik alanda’

CHP Orhangazi İlçe Başkanı Ender Teke ise ÇED başvurusu yapılan yerin Tarım ve Orman Bakanlığı’na ait 150 dönümlük makilik alanda olduğunu belirtiyor.

‘Halk tedirgin’

Görüntü, çevre ve doğa kirliliğine yol açan taş ocaklarının Orhangazi’nin iklimini de etkilediğini belirten Teke, “Ocaklarda kullanılan ağır tonajlı araçlardan dolayı halk da tedirgin oluyor” diyor.

Kalker ocakları dışında ilçede bulunan bazı fabrikalar hali hazırda davalık durumda. ÇED başvurusunun aylar süren bir süreç olmasına rağmen Çiçek ve Teke, ilçede 15 gün içinde “ÇED gerekli değildir” raporu çıkan Olea Zeytinyağı Fabrikası’na dikkat çekiyor.

Orhangazi’nin su kaynağı: Nadır – Fotoğraf: Bursada Bugün

Orhangazi’de AKP’ye fabrika kıyağı

AKP Bursa Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Murat Evke’nin kızı Ebru Evke’ye ait olan fabrikanın inşaatı ÇED raporu alınmadan yapılmıştı.

Valiliğe inşaatın durdurulması için verilen dilekçenin ardından fabrika mühürlenmişti. “ÇED gerekli değildir” raporuna açılan davada da mahkeme, bilirkişi incelemesi olmaksızın raporu iptal etmişti. Danıştay, bu kararı bozmuş, fabrika sahibi sulak alan faaliyet belgesi ile ikinci kez ÇED başvurusunda bulunmuştu.

Dört gün içinde çıkan ÇED kararı

ÇED gereksiz kararı alınması için Ankara’dan ÇED Genel Müdürlüğü devreye girmiş, karar dört gün içinde çıkarılmıştı. Mahkemenin önünde Olea Zeytinyağı Fabrikası’yla ilgili iki ayrı “ÇED gerekli değildir” kararı var. Fabrikanın ayrıca AB Katılım Öncesi Kırsal Kalkınma İçin Yardım Programı (IPARD) kapsamında hibe desteği bulunuyor.

Teke, Olea fabrikası için ÇED raporu almadan hibe alınmasının da resmi olmadığını söyledi.

Orhangazi’de dava konusu olan bir diğer fabrika: Döktaş Dökümcülük.

İznik Gölü yanı ama izin alma zorunluluğu yok…

Bursa Barosu’nun Döktaş’a ek tesis için verilen “ÇED kapsam dışı” kararına yönelik açtığı davada mahkeme, 9 Mart 2022’de yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Resmî Gazete‘de 3 Haziran 2022’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla İznik Gölü kıyısında bulunan 29 hektarlık alan, Bursa Özel Endüstri Bölgesi olarak ilan edilmişti. Böylece şirketin yerel yönetimlerden izin alma zorunluluğu ortadan kalkmıştı.

Osman Kavala’dan AİHM kararı yorumu: Yargı mensuplarına güç vereceğine inanıyorum

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi’nin 18 Ekim 2017’den beri tutuklu olan iş insanı Osman Kavala hakkında dün duyurduğu karara ilişkin Kavala’dan açıklama geldi:

“Yargı mensuplarına güç vereceğine inanıyorum.”

AİHM,  Kavala davasında, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi‘nin 2 Şubat 2022’de başlattığı ihlal prosedürü kapsamındaki kararını açıklamış; Türkiye’nin Kavala’ya 7 bin 500 Euro ödemesine karar verilmişti.

AİHM: Türkiye Kavala Davası’nda yükümlülüklerini yerine getirmedi

Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin (AİHS) 46‘ıncı maddesini ihlal ettiği yönünde karara Osman Kavala, şu değerlendirmede bulundu:

“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 10 Aralık 2019’da aldığı kararda tutuklanmamın somut delillere dayanmadığını ve siyasi amaçlarla tutuklandığımı hükme bağlamıştı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, dün açıklanan kararında hukuksuz uygulamaların ve yargı süreci üzerindeki siyasi etkilerin hala devam ettiğini hükme bağladı. Bu karar, mevcut yasaların siyasi saiklerle keyfi bir biçimde kullanıldığını açıkça ortaya koymuştur.
Bu kararın tüm baskılara rağmen temel hukuk ilkelerine göre davranmakta ısrar eden yargı mensuplarına güç vereceğine inanıyorum.”

Madde 46:

1. Yüksek Taraf Devletler, taraf oldukları davalarda Mahkemenin nihai kararlarına uymayı taahhüt ederler. 

2. Mahkemenin nihai kararı, kararın uygulanmasını denetleyecek olan Bakanlar Komitesine gönderilir. 

3. Bakanlar Komitesi, kesinleşen bir kararın icrasının denetlenmesinin, söz konusu kararın yorumundan kaynaklanan bir zorluk nedeniyle engellendiği kanaatinde ise, bu yorum konusunda karar vermesi için Mahkeme’ye başvurabilir. Mahkeme’ye başvurma kararı, Komite toplantılarına katılma hakkına sahip temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınır.

4. Bakanlar Komitesi, bir Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın, taraf olduğu bir davada verilen kesin karara uygun davranmayı reddettiği görüşünde ise, ilgili Taraf’a ihtarda bulunduktan sonra, Komite toplantılarına katılmaya yetkili temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınacak bir kararla, ilgili Taraf’ın 1. fıkrada öngörülen yükümlülüğünü yerine getirmediği meselesini Mahkeme’ye intikal ettirebilir. 

5. Mahkeme 1. fıkranın ihlal edildiğini tespit ederse, alınacak önlemleri değerlendirmesi için davayı Bakanlar Komitesi’ne gönderir. Mahkeme, eğer 1. fıkranın ihlal edilmediğini saptarsa, davayı, incelemesine son verecek kararı alması için Bakanlar Komitesi’ne iletir.

Kavala’nın avukatları: AİHM kararı ve uluslararası ceza hukuku normları çiğnendi
Avrupa Parlamentosu: Kavala’ya verilen ceza, Türkiye’nin AB umutlarını tamamen yok etti
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, Kavala mütalaasını yayınladı: Türkiye AİHM’e sevk edilebilir

Yağmur hasadı ile suyun ilk kaynağına dönüş: Durma göğe bakalım!

Video-Haber: Eylül Deniz YAŞAR

*

Anadolu’da yaygın kullanılan bir deyim vardır: Yağmur yağsın da varsın kerpiççi ağlasın. Dünya çapında yayılan bir kriz olan su kıtlığını gördükçe artık kerpiççilerin de yağmur görünce sevinir hale geldiği söylenebilir.  İklim değişikliği ile beraber kuraklığın giderek daha fazla hissedildiği dünya ve Türkiye’de kullanılabilir su miktarının giderek azalması ve su kaynaklarının artan şekilde kirlenmesi karşısında yağmur suyunun kıymeti her geçen gün daha çok anlaşılıyor.

Göller, nehirler ve yeraltı suları aslında ikincil su kaynakları ve insanlık daha çok bu ikincil su kaynaklarına bağımlı şekilde yaşıyor. Doğadaki su döngüsünün başladığı ilk durak ise yağmur. Yani birincil ve en değerli su kaynağımız yağmur suyu. Yağmur suyu hasadı bizi bu birincil kaynağa geri döndürürken gökten düşen her bir su damlasının kıymetini anlamak ve yağmur suyunu düştüğü yerde en verimli şekilde değerlendirmek anlamına geliyor. O nedenle yeryüzünü ve doğanın su döngüsünü kurtarmak için kafamızı kaldırıp göğe bakma zamanı!

Yağmur suyu hasadı nedir, faydaları nelerdir, İstanbul’da ve Türkiye’nin başka yerlerinde ne gibi örnekler var, dünyadaki yağmur hasadı uygulamaları hangi ülkelerde öne çıkıyor, yağmur hasadının tarihçesi ne kadar eski zamanlara dayanıyor? Yeşil Gazete bu video-haberde bu soruların cevabını araştırırken İstanbul’da yer alan çeşitli yağmur hasadı uygulama alanlarına misafir oluyor ve gökyüzünden düşen her bir damlayı değerlendirmek konusunda çalışmalar yapan uzmanlar ve bilim insanlarına mikrofonu uzatıyor.

Maslak’ta bir ‘vaha’ yaratmak

Yağmur hasadını ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde hayata geçirdikleri yağmur suyu hasadı projesini anlatan İTYÜ Peyzaj Mimarlığı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hayriye Eşbah Tuncay yağmur hasadını “Gökyüzünden yeryüzüne gelen her damla suyun belirli strüktürlerle doğa içinde toplanması, filtrelenmesi, gerektiği durumda yeniden kullanılması, gerektiği durumda da doğayla buluşturulmasını içeren bir süreçtir. Doğadaki su döngüsünün yeniden kazandırılması ve kentlerin doğayla daha barışık olması için de önemli fırsatlar sunan bir tekniktir” diye tanımlıyor.

İTÜ’nün Ayazağa yerleşkesinde yeşil kampus çalışmaları kapsamında 2013 yılında başlatılan su hasadı projesinin de mimarı olan Tuncay, yağmur suyu toplamak için geçirimli beton uygulamaları ve yağmur bahçesi uygulamalarından yararlandıklarını anlatıyor.

Prof. Dr. Hayriye Eşbah Tuncay.

“Bir yüzey sert görünse bile, sular tamamıyla o yüzeyden aşağıya sızabiliyor.  Yağmur bahçelerinin içerisine giren sularımızın bunun içine koyduğumuz bitkilerle filtrelenmesini sağladık. Dolayısıyla mekanik bir filtreleme değil, bitkilerin bizlere sunmuş olduğu fırsattan istifade ettik.”

Bilimsel olarak bu işlemin “fitoromediyasyon”, yani bitkilerle iyileştirme olarak adlandırıldığını belirten Tuncay, bu tekniğin gri altyapılar kullanılarak yapılan sistemlere göre üçte bir oranında daha az maliyetli olduğunu ekliyor. Uygulamada, fitoromediyasyon tekniği kullanılarak temizlenen yağmur suları, yağmur bahçelerinin tabanındaki borularla toplanarak yağmur suyu hatlarıyla, İstinye bölgesinde yoğun yapılaşmadan dolayı can çekişen İTÜ göletinin canlandırılması için gölete yönlendirmiş. Tuncay yağmur hasadı tekniğinin İstanbul’un başka pek çok noktasında, meydanlarda, parklarda hayata geçirilebilecek bir uygulama olduğunu ve İTÜ’deki uygulamanın buna bir örnek teşkil ettiğini söylüyor.

Yağmur suyu hasadı ile canlandırılan İTÜ göletinin şu an pek çok kuş türü ve diğer türlere ev sahipliği yaptığına dikkat çeken Tuncay, gökdelenlerin ve sert zeminlerin hakim olduğu Maslak gibi bir kentsel çevrede İTÜ göletinin bir “vaha” mahiyetinde çalıştığının altını çiziyor:

“Doğa tabanlı bu sistem bir defa ve doğru bir şekilde kurulduğunda ömür boyu çalışabilir ve uzun süreli maliyetler bakımından da çok daha verimli olduğunu söyleyebiliriz.  Suyu hasat etmekle ilgili gerek mevzuatta gerekse mevcut uygulamalardaki sadece “yapılardan” suyu alıp yine yapıların içerisinde bunu “mekanik altyapılarla” yapan yağmur hasadı sistemleri yerine doğa tabanlı bu yaklaşımın benimsenmesi son derece önemli.”

Su toplayan bir belediye: Kadıköy örneği

Kadıköy Belediyesi Plan ve Proje Müdürü ve aynı zamanda bir mimar olan Zerrin Karamukluoğlu yağmur suyu ve gri suların yeniden kullanımına yönelik kendi müdürlüğünce hazırlanan ve 5 Şubat 2021 tarihinde Kadıköy Belediye Meclisi’nde kabul edilen plan notunu Yeşil Gazete okurları için açıklıyor.

“Yağmur suyunun çatı ve yüzey suları olarak topladığımızda ve tanklarda biriktirdiğimizde bir pompa sistemiyle dairelerde, evlerde, okullarda, iş yerinde kullanılabilir hale getirebileceğimizi düşündük. Bununla ilgili bir plan notu geliştirdik” diyen Karamukluoğlu, bu plan notunun ilçeye iletilip hızla yürürlüğe girmesini beklediklerini söylüyor.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının düzenlediği yağmur sularının toplanıp geri kullanılmasına yönelik “Planlı Alanlar İmar Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğe” dayanan bu plan notunu Kadıköy’ün ihtiyaçları doğrultusunda revize ettiklerine dikkat çeken Karamukluoğlu ekliyor:

Zerrin Karamukluoğlu.

“2000 metrekare ve üzeri parsellerde yağmur suyu hasadına uygun olacak şekilde bir değişiklik yaptılar. 2000 metrekare, parsel olarak Kadıköy’de az sayıda, yani yüzde 6 ile10 arasında. Bu Kadıköy için çok anlamlı olmayacaktı. Biz de 400 metrekareden başlayarak kademelendirdik.”

Plan notu hayata geçtikten sonra Kadıköy ilçe sınırları içinde 400 metrekare ve üzerinde taban alanı olan parsellerde yağmur suyunun depolama tanklarında biriktirilmesinin zorunlu olacağını belirten Karamukluoğlu yerel kurumların ancak koyulan “kurallarla” çevre dostu kent uygulamalarını hayata geçirebildiğine vurgu yapıyor ve bu plan notunun bu anlamdaki önemine işaret ediyor:

“Plan notu geçti diyoruz ama nasıl geçtiğini bir de bize sorun. Bu bizim için hiç kolay olmadı. Dünyadaki yağmur suyu uygulamalarını inceledik, bu konuda çalışmalar yapan akademisyenlerin araştırmalarından faydalandık, uluslararası konferansları takip ettik ve katıldık. Bu plan notu çok uzun süren çalışmalara, büyük bir emeğe ve ekip çalışmasına dayanıyor.”

İstanbullular için üç örnek proje

Kadıköy Belediyesi’nce yağmur hasadı ile ilgili yaklaşık beş senedir sürdürülen çalışmaları anlatan Kadıköy Belediyesi Çevre Yönetimi ve İklim Değişikliği Müdürü Aynur Şule Sümer ise bu çalışmaları “Kentimizdeki yer altı sularının korunması ve daha sağlıklı kullanılması için üç ana başlıkta proje geliştirdik. Biri tarımsal sulama, ikincisi toplanan yağmur suyunun sifonlara basılması, üçüncüsü ise sokak yıkama araçlarımıza yağmur suyu toplama sisteminin entegrasyonu” diye özetliyor.

Aynur Şule Sümer.

Yağmur hasadı ile birlikte kurum olarak yaklaşık 750 tonun üzerinde su tasarrufu yaptıkları bilgisini paylaşan Sümer, Kadıköy Belediyesi’nin hayata geçirdiği üç projenin yurttaşları yağmur suyu toplama konusunda teşvik etme amacı taşıdığını belirterek, “Kendi denemediğimiz bir şeyi vatandaşlarımızdan istemiyoruz. Önce kendimiz deneyip yağmur suyu hasadının ekonomik ve uygulanabilir bir model olduğunu gördük. Yağmur suyunu toplamak isteyen tüm vatandaşlarımız, beş yıllık deneyimimizden elde ettiğimiz bilgileri paylaşmak için her zaman belediyemize davetlidir” diyerek sözlerini noktalıyor.

Nepal’den Haydarlı köyüne kadim uygulamaları ‘hatırlamak’

Türkiye’nin çok yüksek su riskleri taşıdığını ve bu şekilde devam ederse su sıkıntısı yaşamasının kesin olduğunu ifade eden Doğa Koruma Vakfı (WWF) Türkiye Doğa Koruma Sorumlusu Ayşe Doğrubak da yağmur hasadının faydalarını açıklarken “Günümüzde musluğu açar açmaz suya ulaşabildiğimiz için binlerce yıl önce insanların yaptığı bazı uygulamaları unutmuşuz, ama bunları yeniden hatırlamaya ihtiyacımız var. Yağmur hasadı bunlardan biri” notunu düşüyor.

“Türkiye’de yağmur suyu hasadı olarak isimlendirilmediği halde aslında yağmur suyu hasadı örneği olan pek çok uygulama var” diyen Doğrubak, “Örneğin Ege Bölgesi’ndeki zeytinliklerde, zeytin ağaçlarının önüne taş set çekilir. Hızlı akan bir suyu yavaşlatarak toprağa sızdırmak için yapılan bu uygulama da aslında bir yağmur hasadı örneğidir” diye ekliyor.

Ayşe Doğrubak.

WWF’nin Aydın’ın Haydarlı Köyü’nde köy sakinleri ve gönüllülerle birlikte geliştirdiği yağmur hasadı projesini açıklayan Doğrubak, kuraklık ve su taşkınları ile mücadeleden, hayvan içme suyu olarak kullanılmasına, toprağı iyileştirmeye kadar Haydarlı köyü sakinlerinin yağmur suyu hasadından pek çok fayda elde ettiğini belirtiyor: “Haydarlı köyündeki proje oradaki halka da çiftçilere de doğaya da yarar sağlıyor. Hasadı yaptığınızda hem kuraklıkla mücadele edebiliyorsunuz, hem su döngüsünü iyileştirebiliyorsunuz, hem de maalesef çok fakir olan Türkiye’deki topraklarımızı iyileştirip organik madde miktarınızı artırabiliyorsunuz. Suyu düştüğü yerde değerlendirmek gerekiyor.”

Yağmur hasadının uluslararası örnekleri konusunda bilgi veren genç uzman, Çin’in kentlerde yağmur suyunu toplamak konusunda önde gittiğini, tarımsal amaçlı yağmur suyu hasadı örneklerinin Nepal’den Tacikistan’a, Suriye’den İspanya’ya kadar pek çok ülkede görüldüğünü anlatıyor.

“70lerden beri suya duyarlı şehirler, sünger şehirler haline getirmek için özellikle şehirlerde suyu düştüğü yerde değerlendirmenin örneklerini görüyoruz. Afrika’da birçok ülkede bu yapılıyor. Suyu düştüğü yerde değerlendirip o kurak bölgelerde bir mikro klima inşa edilmesi gerekiyor ve tarımsal olarak o suya sahip çıkılması gerekiyor” diye konuşan Doğrubak  “Bu kapsamda yağmur suyu hasadı örneklerini dünyanın birçok yerinde görebiliyoruz, ama binlerce yıldır yapılan bir uygulama, tekrardan hatırlıyoruz, çünkü ihtiyacımız var” ifadelerini kullanıyor.

Antik sarnıçlardan su kumbarası çatılara

Binlerce yıldır su sıkıntısı çeken bölgelerde az da olsa düşen yağmur suyunun toplanması bu bölgelerde yaşayan halkların susuzlukla mücadele etmelerini sağladı; su kıtlığı riski ile karşı karşıya olan Türkiye içinse yağmur suyunun alternatif su kaynağı olarak değerlendirilmesi noktasında önemli bir çözüm alternatifi sunuyor.

Dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin su yönetim planlarının bir parçası olarak hayata geçirdiği yağmur suyu toplama yöntemleri modern kentlerde bina çatıları, suya geçirgen kaldırımlar ve bahçe çimenleri dahil olmak üzere herhangi bir yüzeyde yağmur suyunun toplanması gibi basit bir temel prensibe dayanıyor.  Modern teknolojiden faydalanan sistemlerle yağmur suyunun toplanması bir kaç on yıllık bir tarihe sahip gözükebilir, fakat yağmur suyunun düştüğü yerde toplanması binlerce yıl öncesindeki kadim zamanlara dayanan, özü itibariyle “antik” bir uygulama.  Ayrıntılı su depolama ve tedarik sistemlerinin arkeolojik kanıtları milattan önce 3000-1500’lü yıllara kadar geri gidiyor ve günümüz Hindistan ve Pakistan topraklarının bir bölümünde yaşamış olan İndus Vadisi Uygarlığı’na dayanıyor. Hindistan’ın antik döneminde yaşamış halkları barajları sarnıçları, su setleri, rezervuarlar ve tanklar gibi kendi elleriyle inşa edebildikleri çok çeşitli yapılarda topladıkları suları sulama ve içme suyu olarak kullanıyordu.

Günümüz çatıda yağmur suyu toplama sistemleri oldukça küçük ve sade olabildiği gibi çok daha büyük ve karmaşık sistemler olarak da inşa edilebiliyor. Örneğin çok daha basit bir sistemle kişisel olarak da çatıdan oluklarla gelen yağmur suyunu yönlendirme boruları ile bir kova, varil, veya bir depo kurarak depolayabilirsiniz. Doğal Hayatı Koruma Vakfı WWF’nin bu konuda hazırladığı çevirimiçi kitapçık da bireysel olarak nasıl yağmur hasadı yapabileceğini merak edenler için faydalı bir kaynak.

İster basit ister kompleks olsun tüm çatıda yağmur suyu toplama sistemleri belirli ortak bileşenlere sahip: Bir toplama yüzeyi, nakil sistemi, depolama, arıtma/filteleme ve dağıtım. Yüzeyde toplanırken içine karışan çöp ve artıkların ayıklanması için daha sonra bir filtrelemeden geçen yağmur suyu depolar aracılığı ile biriktiriliyor. Böylece toplanan değerli yağmur sularından hem evsel su hem de tarımsal sulama için faydalanılabiliyor.

Yağmur hasadı dünya halklarına yaşam oluyor

Çatıda yağmur suyu hasadı veya basitçe yağmur suyu hasadı olarak bilinen su toplama yöntemi Brezilya, Çin, Yeni Zelanda ve Tayland gibi ülkelerdeki kırsal alanlarda yaygın olarak uygulanıyor.

Kuzeydoğusu “yarı-kurak” bölge olan Brezilya’da 2003 yılında, “Programa Um Milhão de Cisternas” (“Bir Milyon Sarnıç”) adlı bir su hasadı projesi başlatıldı. Bu bölgede pek çok sivil toplum kuruluşunun gerçekleştirdiği projelerden sadece biri olan bu projedeki sistem bir oluk, bir boru ve 16.000 litre kapasiteli bir toplama tankından oluşan bu sistem sadece bir haftada kuruldu ve susuzlukla boğuşan yarı kurak Brezilya yerlilerinin oldukça ekonomik, basit ve verimli şekilde yağmur suyunu geri kazanmalarını sağladı.

Dünyada yağmur hasadı konusunda en önde giden ülkelerden biri olan Çin’de ise 1990’lardan beri yağmur hasadı sistemleri yoğun bir şekilde uygulanıyor. Özellikle 1995 yılında yaşanan kuraklığın ardından Gansu Eyalet Hükümeti,121-Projesi” adı verilen bir yağmur suyu hasadı projesi başlattı.  Bu projeye göre her ailenin, her bir dönüm tarım arazisi için en az iki yağmur suyu toplama sarnıcına sahip olması gerekiyor. Projenin uygulanmasından sonraki bir yıl içinde, 1.31 milyon kişi evsel kullanım için yağmur suyundan yararlandı.

Suyun bol olduğu pek çok ülke de yağmur suyu toplama konusunda yıllardır hızla önlem almaya başladı. Örneğin, Almanya, 1980’lerden bu yana yağmur suyu toplama uygulamalarını teşvik ediyor, Singapur ise, taşkınları kontrol etmeyi ve içme suyu temini sağlamayı amaçlayan kapsamlı bir kanalizasyon ve kanal ağı ile yağmur suyu toplama uygulamalarını hayata geçiriyor. Güneydoğu Asya’nın çeşitli bölgelerinde içme suyu tedarikini desteklemek için yağmur suyu kullanılırken Güney Avustralya‘daki hanelerin yaklaşık yüzde 40’ının içme suyu tedarikinde yağmur suyundan faydalandığı tahmin ediliyor.

2030 çok geç olabilir

“Nasılsa dünyanın dörtte üçü su” diyerek su bolluğu içinde yaşadığımız yanılsamasıyla yıllarca su kaynaklarını yağmaladık, yeryüzünün bize sunduğu su kaynaklarını bize sonsuza dek vaat edilmişçesine talan ettik. Oysa dünyadaki suyun yüzde 97’sinden fazlası tuzlu su, yüzde 2 civarı buzullar ve yeraltında saklıyken milyonlarca insan susuzlukla boğuşmak zorunda bırakıldı.

Şimdi tüm insanlık susuzlukla karşı karşıya. İklim değişikliği ve aşırı su kullanımı nedeniyle 2030 yılına kadar her iki insandan biri su sıkıntısı çeken bölgelerde yaşıyor olacak. Bu bir rivayet değil, Ekonomik İşbirliği ve Kalkına Örgütü‘nün (OECD) açıkladığı ve pek çok farklı rapor bulgularıyla tutarlılık gösteren bir öngörü.

2015 Dünya Ekonomik Forumu Küresel Risk Raporu‘na göre, su mevcudiyeti, kıtlığı ve yönetimi en önemli küresel riskler arasında. Artan nüfus ve daha yüksek gelirlerden kaynaklanan talepleri karşılamak için 2030 yılında tarım ürünlerine olan toplam talebin yaklaşık yüzde 60 oranında artması bekleniyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı çalışmaları kapsamında yayınlanan 2015 tarihli bir raporda ise su yönetimine dair politikalarda gerekli düzenlemeler yapılmazsa yine 2030’a kadar dünya su kaynaklarının yüzde 40 oranında azalacağı uyarısı yapılıyor.

Sadece önümüzdeki sekiz senelik tablo bile öyle vahim ki acilen suyun kıymetini anlamaya ve alternatif su kaynakları yaratmak için inovatif ve çevre dostu uygulamaları hızla hayata geçirmeye ihtiyaç var. Bunun için suyun “birincil kaynağına”, yani yağmur suyuna geri dönmemiz gerekiyor. Şairin romantik dizelerine ekolojik bir anlam yükleme zamanı geldi de geçiyor, her bir damla suyunu düştüğü yerde yakalamak için hemen şimdi “durma, göğe bakalım!”

 

AİHM: Türkiye Kavala Davası’nda yükümlülüklerini yerine getirmedi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 18 Ekim 2017’den beri tutuklu olan iş insanı Osman Kavala davasında, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi‘nin 2 Şubat 2022’de başlattığı ihlal prosedürü kapsamındaki kararını açıkladı:

“Bakanlar Komitesi tarafından kendisine yöneltilen soruya cevaben; Mahkeme, Türkiye’nin 10 Aralık 2019 tarihli kararını uygulaması bağlamında 46’ncı maddenin birinci fırkası kapsamındaki yükümlülüğünü yerine getirmediği sonucuna varmıştır. Mahkeme, Türkiye Hükümeti’nin Kavala’ya masraf ve giderler kapsamında 7 bin 500 Euro ödemesine karar verdi.”

Kavala’nın avukatları: AİHM kararı ve uluslararası ceza hukuku normları çiğnendi
Çizim: Murat Başol

AİHM Osman Kavala hakkında, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 2 Şubat 2022’de başlattığı ihlal prosedürü kapsamındaki kararında şu değerlendirmelere yer verildi:

“Mahkeme, Kavala’nın tutuklanmasına ilişkin kararların ve iddianamenin yeni şüpheyi haklı çıkarabilecek şekilde yeni olgular içermediği sonucuna varmıştır. Kavala’nın ilk tutukluluğunda olduğu gibi, soruşturma makamları keyfi tutuklamaya karşı mevcut olan anayasal güvencelere rağmen, tutukluluğunun devamını haklı çıkarmak için, çok sayıda yasal eyleme atıfta bulunmuştur.”

ANKA’nın aktardığına göre; sözleşmenin bütün yapısının üye devletlerdeki resmi makamların iyi niyetle hareket ettiği genel varsayımına dayandığının hatırlatıldığı açıklamada “Nihai ve bağlayıcı olan bir yargı kararının uygulanmaması, Sözleşmeye imza atan devletlerin, Sözleşmeyi onaylarken itibar etmeyi taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayan durumlara sebebiyet verecektir” denildi ve eklendi:

“Mahkeme, Türkiye’nin Büyük Daire kararını yerine getirmek için bazı adımlar attığını ve sunduğu Eylem Planı’nı kaydetmiştir. Fakat, Bakanlar Komitesi’nin konuyu kendisine gönderdiği tarihte ve Kavala’nın kefaletle serbest bırakılmasını emreden üç karara ve bir beraat kararına rağmen, Kavala’nın dört yıl, üç ay ve on dört günden fazla bir süredir tutuklu yargılandığını kaydetmiştir.”

Avrupa Parlamentosu: Kavala’ya verilen ceza, Türkiye’nin AB umutlarını tamamen yok etti

Bakanlar Komitesi tarafından kendisine yöneltilen soruya cevaben, Mahkeme’nin Türkiye’nin 10 Aralık 2019 tarihli kararını uygulaması bağlamında 46’ncı maddenin 1’inci fırkası kapsamındaki yükümlülüğünü yerine getirmediği sonucuna vardığı belirtildi.

Ayrıca Mahkeme, bire karşı 16 oyla, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin üç ay içinde Kavala’ya 7 bin 500 Euro ödemesine karar verdi.

Ne olmuştu?

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Gezi eylemlerini finansmanını sağladığı iddiasıyla müebbet hapis cezası verilen iş insanı Osman Kavala’ya AİHM’in 2019 yılında verdiği hak ihlali kararının uygulandığını söylemişti. Bozdağ şu ifadeleri kullanmıştı:

“Karar vermiş mi, vermiş. Türkiye bu kararın gereğini yapmış mı, tahliyesine karar vermiş mi tutuklunun, tahliyesine karar vermiş. Tahliyesine karar verince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı da infaz edilmiş oldu. Ondan sonra başka soruşturmalar, yargılamalar çerçevesinde ortaya çıkacak durumda eğer yeni iddialar varsa o zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin gündemine onlar gelir, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de onları ayrıca değerlendirir, orada bir karar verdiği zaman, o zaman Türk yargısına bunlar gelir, Türk yargısı da onun gereğini elbette yapar.”

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, Kavala mütalaasını yayınladı: Türkiye AİHM’e sevk edilebilir

Dışişleri Bakanlığı’ndan ‘adıgeçen’ açıklaması

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi Tanju Bilgiç, AİHM’in Kavala kararına ilişkin açıklamada bulundu. Bilgiç, “AİHM konuyla ilgili olarak bugün (11 Temmuz) açıkladığı kararla beklentilerimizi boşa çıkarmış ve Avrupa insan hakları sisteminin itibarının bir kez daha sorgulanmasına sebep olmuştur. Bundan sonraki aşamada süreci takip edecek olan Avrupa Konseyi (AK) Bakanlar Komitesi’nin, daha önce sergilediği tarafgir ve seçici yaklaşımı bir yana bırakarak, sağduyuyla ve bazı çevrelerin siyasi gündem yaratma arayışlarına mahal vermeksizin hareket etmesini bekliyoruz” dedi.

Dışişleri Bakanlığı tarafından “adıgeçen” şeklinde işaret edilen ancak ‘Osman Kavala’ denmeyen açıklamanın tamamı şöyle:

İnsan idrarında glifosat: Örneklerin yüzde 80’inde görüldü

Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) tartışmalı yabani ot öldürücü ve tarım ilacı Roundup gibi çeşitli markalarda kullanılan glifosat maddesine ilişkin çalışma bulgularını sundu.

Çalışma, Amerika Birleşik Devletleri‘ndeki çalışmaya katılan çocuk ve yetişkinlerin yüzde 80’inin idrar örneklerinde adı kanserle anılan kimyasala rastlandığını ortaya koydu. Bilim insanlarına göre bulgular: Tedirgin edici ve kaygı verici.

 Zehirsiz bir kent mümkün mü?

Euronews’in haberine göre; akademisyenler ve araştırmacılar uzun yıllardır inceledikleri idrar örneklerinde yüksek düzeyde herbisit glifosata rastladıklarını bildiriyordu.

Glifosat neden hala toplatılmıyor?

CDC tarafından yürütülen çalışmada  Amerikan halkını yansıtacak 2 bin 310 kişiden idrar örneği alındı. Katılımcıların yaklaşık üçte biri 6-18 yaş arası çocuklardan oluşturuldu. Bu örneklerden bin 885’inde glifosat izine rastlandı.

2019’da glifosata maruz kalmanın Hodgkin olmayan lenf kanseri riskini artırdığını ve yine aynı yıl insan idrarında glifosatın bulunduğunu belgeleyen 19 çalışmanın değerlendirildiği makalelere imza atan bilim insanlarından biri olan Prof Lianne Sheppard, CDC’nin bulgularını değerlendirdi.

Washington Üniversitesi çevresel ve mesleki sağlık bilimi öğretim üyesi olan Prof Sheppard, araştırmayla birçok kişinin vücudunda glifosat bulunduğunun öğrenildiğini belirterek bunun rahatsız edici olduğunu vurguladı.

ABD’deki California Üniversitesi San Diego Tıp Fakültesi‘nden araştırmacıların 2017’de yayımladıkları bir çalışma,  Roundup’ın doğrudan kullanımına uygun şekilde genetik olarak tasarlanan ürünlerin ekimine başlandığı 1990’lardan itibaren insan idrarında bulunan glifosat miktarının ve yaygınlığının arttığını ortaya koymuştu.

Araştırmacılar o dönemde insanların sık tükettiği gıdalarda glifosat kullanımının insan sağlığına etkisinin kapsamlı şekilde incelenmesi çağrısında bulunmuştu.

 Monsanto (Bayer) glifosat-kanser davasında tarihi zafer

Glifosat en fazla tarımsal faaliyetlerde yabani ot öldürücü olarak kullanılıyor. Ancak 1974’te tarımsal kimya ve biyoteknoloji şirketi Monsanto‘nun Roundup adı altında ticarileştirmesinin ardından kimyasalın evsel ve bahçe işleri sektörüne de girmesiyle kullanımı 200 kat arttı.

Tarım ilaçları: Bir zamanların umudu nasıl kabusa dönüştü?

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı 2015’te glifosatı insanda muhtemelen kansere yol açan madde olarak tanımladı. Ancak aynı yıl Avrupa Gıda Sağlığı Kurumu ve Birleşmiş Milletler Dünya Gıda ve Tarım Örgütü ile Dünya Sağlık Örgütü’nün ortak toplantısında glifosatın kanserojen madde olasılığının düşük olduğu sonucuna varıldı.

Amerika Çevre Koruma Ajansı da bu noktadan hareketle glifosatın kanserojen madde olduğuna dair veri ve bilgi eksikliğini gerekçe göstererek kansere yol açan madde tanımlamasını desteklemedi.

Ancak kimyasalın giderek artan kullanımının insan sağlığına olumsuz etkileri olabileceğine dair tartışma ve endişeler devam etti. Bu konudaki veri yetersizliğine vurgu yapan CDC, glifosatın sağlık üzerindeki potansiyel etkileri hakkında daha fazla bilgi sahibi olma ihtiyacı üzerine harekete geçmişti.

Buğday Derneği: Ot öldürücü kimyasallar ve tarım zehirleri insan sağlığını tehdit ediyor