Ana Sayfa Blog Sayfa 78

Copernicus verilerine göre en sıcak haziran ayını yaşayarak yeni bir rekor kırdık

Avrupa Birliği (AB) İklim Değişikliği Servisi Copernicus‘un verilerine göre 2024 Haziran’ı ayı en sıcak haziran ayı olarak kayıtlara geçti.

Geçen yıla göre 0,14 derece daha sıcak geçen haziran ayında sıcaklıklar 1991-2020 yıllarının ortalamasından 0,67 derece daha yüksekti. Sanayi öncesi dönemi referans alan 1850-1900 yıllarının ortalamasına göre ise 1,64 derece daha fazla ısındık. Bu da küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerin 1,5 derece üstünde tutma hedefine ulaşılamadığına işaret ediyor.

ERA5 verilerine göre 2024 Haziran’ı, art arda en sıcak ay rekorunun kırıldığı 13. ay oldu. Son 12 ayda küresel sıcaklık artışı 1991-2020 yıllarının ortalamasının 0,76 derece üzerindeyken 1850-1900 yıllarının ise 1,64 derece üzerinde oldu.

Rekor üstüne rekor: En sıcak mayıs ayını yaşadık
Nisan’da yine ‘en sıcak Nisan’ rekoru kırıldı
Dünya, kayıtlara geçen en sıcak mart ayını yaşadı: Üst üste onuncu rekor

Türkiye ortalamadan fazla ısındı

Copernicus verilerine göre Avrupa’da sıcaklığın en çok yükseldiği bölgeler Güneydoğu Avrupa ve Türkiye oldu. Batı Avrupa, İzlanda ve Kuzeybatı Rusya ise ortalamaya yakın veya ortalamanın biraz altında kaldı.

1991-2020 ortalamalarının üzerinde seyreden sıcaklıklar Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye’de sıcak dalgalarının yaşanmasına yol açtı. Birçok bölgede termometreler 40 derecenin üstüne çıkarken Atina, 1860 yılından bu yana kayıtlara geçen en sıcak haziran ayını yaşadı.

[İklim Krizi] Avrupa’da bu yaz yine sıcak rekorları kırılacak

Dünya genelinde ise ortalama sıcaklıkların aşıldığı bölgeler Kanada, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Batı Meksika, Brezilya, Kuzey Sibirya, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Batı Antarktika oldu.

Yüksek sıcaklıklar Kanada, ABD, Meksika ve Brezilya’nın birçok bölgesinde orman yangınlarını tetikledi. Hindistan, Pakistan ve Kore‘de ise uzun ve şiddetli sıcak dalgaları etkili oldu.

Hindistan seçimlerinde 33 görevli aşırı sıcak nedeniyle öldü
Rekor sıcaklıkların yaşandığı haziranda orman yangınları geçen yıla göre beş kat arttı
Dünya başkentlerinde sıcak gün sayısı giderek artıyor
İklim krizi: Güney Sudan’da okullar 45°C’lik sıcak dalgası öncesi kapanıyor

Deniz yüzeyi sıcaklığı rekorunda 15. ay

La Niña‘nın gelişmeye başladığı Pasifik‘te ise sıcaklıklar ortalamanın altındaydı. Ancak okyanus yüzeyindeki hava sıcaklıkları yine de bölge geneline göre yüksek kaldı. 

Ortalama deniz yüzeyi sıcaklığı 60° Kuzey-60° Güney enlemleri için haziran ayında kaydedilen en yüksek değere ulaştı. Haziran ayı, 20,85 dereceye ulaşan deniz yüzeyi sıcaklığı ile ERA5 veri kaydında en yüksek sıcaklığın kaydedildiği 15. ay oldu.

Tropikal batı Pasifik ve ekvatoral Pasifik bölgeleri deniz yüzeyi sıcaklığı ortalamalarının yükselmesinde önemli bir rol oynadı.

Aşırı hava olayları tetiklendi

EuroNews kaynaklarının aktardığına göre Texas A&M Üniversitesi’nden iklim bilimci Andrew Dessler, henüz küresel olarak 1,5 derece eşiği aşılmadan bile iklim değişikliğinin sonuçlarını ve aşırı iklim olaylarını çok net görmeye başladığımızı söyleyerek sellerin, fırtınaların, kuraklıkların ve sıcak dalgalarının giderek daha şiddetli hale geldiğine dikkat çekti.

‣ İklim krizi, Birleşik Krallık ve İrlanda’da ‘dinmeyen yağmurlar’a neden oluyor

Copernicus’a göre Karayip Denizi‘nde rekor deniz yüzeyi sıcaklıkları ise  Kategori 5 seviyesine en kısa sürede ulaşan kasırga olarak kayıtlara geçen Beryl Kasırgası‘nın henüz kasırga sezonunun başında oluşmasına katkıda bulunmuş olabilir.

İklim değişikliği Beryl Kasırgası’nın daha erken ve şiddetli yaşanmasına neden oldu
Beryl Kasırgası Karayipler’i vurdu, liderler zengin ülkelerden iklim desteği bekliyor
NOAA uyardı: Bu kasırga sezonu on yılların en kötüsü olabilir
İklim krizi, kasırgaların şiddetini artırıyor: Mega kasırgalara ‘Kategori 6’ gerekli

Elbette Orta Pasifik’te yaşanan sıcaklık değişikliklerinde El Niño ve La Niña’nın doğal döngüsü de etkili. Ancak uzmanlar, aşırı ısınmanın kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan emisyonlardan kaynaklığı konusunda hemfikir. İnsan kaynaklı iklim değişikliği sonucunda hapsedilen ısı enerjisinin büyük çoğunluğu okyanuslara ulaşıyor ve okyanusların ısınıp soğuması karaya göre daha yavaş gerçekleşiyor.

Victoria Üniversitesi‘nden iklim bilimci Andrew Weaver, emisyonların acilen azaltılmadığı takdirde küresel sıcaklıkların 3 derece artacağını söyleyerek yaz aylarının sona ermesi ve kış karlarının başlamasıyla insanların tehlikeyi unutmasından endişelendiğini belirtti.

Samsun, Ordu ve Muş’ta aşırı yağış ve sel: İki kişi yaşamını yitirdi

Samsun, Ordu ve Muş‘ta bir anda bastıran aşırı yağışın ardından üç kenti de sel bastı. Sellerde iki kişi ve çok sayıda hayvan yaşamını yitirdi, evler ve işyerleri sular altında kaldı.

Samsun’un Terme ve Salıpazarı ilçelerinde başlayan şiddetli sağanak nedeniyle  Bağsaray Mahallesi‘nden geçen Kocaman Irmağı taştı, bölgedeki Evci ile Sakarlı ırmakları da debileri yükselerek taşma noktasına geldi.

Taşkın sonucu tarım arazileri su altında kaldı, arazide otlayan sekiz büyükbaş hayvan da suya kapıldı. Hayvanlara, yapılan çalışma sonucu sürüklendikleri bölgede sağ olarak ulaşıldı.

Terme Sanayi Sitesi‘nde de taşkın nedeniyle su baskını yaşandı. Bölgede ekipler, iş makineleriyle çalışma başlattı.

Gece saatlerinden bu yana vatandaşları aşırı yağış nedeniyle yaşanabilecek olumsuzluklara karşı uyardıklarını belirten DSİ Samsun Bölge Müdürü Köksal Buğra Çelik, AFAD, Samsun Büyükşehir Belediyesi, Terme Belediyesi, Terme Kaymakamlığı ve jandarma ekiplerinin çalışma yürüttüğünü anlattı.

Evci Mahallesi Muhtarı Selahattin Gemrik, ağaçların ana köprüleri tıkadığını, bu nedenle su taşkınları yaşandığını belirtti.

Öğle saatlerinde başlayan şiddetli yağış, ilçe merkezinden geçen Terme Çayı’nın da  debisini yükseltti, cadde ve sokaklar ile iş yerlerini su bastı. Belediye ekipleri, iş makineleri ile taşkın yaşanan bölgede çalışma yürütüyor.

Yetkililer, sel ve su baskınlarına karşı vatandaşları dere kenarlarından uzak durmaları konusunda uyarıyor.

Terme Belediye Başkanı Şenol Kul, tüm ekipleriyle seferber olduklarını açıklarken, Salıpazarı Belediye Başkanı Refaettin Karaca da yüksek mahallelerden ihbarlar aldıklarını ve mahsur kalan vatandaşlara ulaşmaya çalıştıklarını bildirdi.

Bağsaray Mahallesi Muhtarı Hüseyin Ertan, ilçede dünden bu yana etkili olan yağış sonrası öğleden sonra taşkın yaşandığını söyledi.Vatandaşların aşırı yağış nedeniyle uyarıldığını anlatan Ertan, “Aniden bastıran yağmur sonrası çok yapacağımız bir şey yok. Şükür Allah’a can kaybımız yok ama mahallemizde tahmini 3 bin dönüm arazi su altında kaldı” dedi.

Bakan Yerlikaya: Mahsur kalan 34 kişi güvenli alanlara alındı

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya,  Samsun’daki kuvvetli yağışlarda mahsur kalan 34 vatandaşın öğleden sonra bulundukları yerden kurtarıldığını duyurdu:

”Samsun’daki kuvvetli yağışlarda mahsur kalan 34 vatandaşımız bulunduğu yerden güvenlikli alanlara tahliye edildi. Ordu Çaybaşı ilçesi Çayır mahallesinde 83 yaşında 1 vatandaşımız, Muş’un Malazgirt ilçesi Bahçeköy köyünde etkili olan kuvvetli yağışlarda ise 1 vatandaşımız sel sularına kapılarak maalesef hayatını kaybetti.”

Ordu ve Muş’ta iki ölüm

Ordu’da hafta sonu aralıklarla süren ve zaman zaman şiddetini artıran yağış, Çaybaşı ve İkizce ilçelerinde günlük yaşamı olumsuz etkilemiş; 26 mahalleden oluşan Çaybaşı ilçesinin 15 mahallesinde heyelan ve su taşkınları meydana gelmişti. Çay Mahallesinde oturan 83 yaşındaki Hatice Kocakoç, sel sularına kapılarak, sürüklendi. Ekiplerin yaptığı kapsamlı arama çalışmaları sonucu kadının cesedine suya kapıldığı noktadan yaklaşık iki kilometre uzaklıkta ulaşıldı.

Ordu Valiliği  İkizce ilçesine metrekareye 186,7, Çaybaşı ilçesine 78,43, Ünye ilçesine ise 89,8 kilogram yağış düştüğünü açıkladı. Açıklamada, 112 Acil Çağrı Merkezine, 6 su baskını, 10 mahsur kalma ve 1 kayıp ihbarı yapıldığı aktarıldı.

Muş’ta da aniden bastıran şiddetli yağışlar, Malazgirt‘te sele neden oldu. Yağışlar Bahçe köyünde büyük hasara yol açarken, birçok ev ve tarım arazisi sular altında kaldı.

Sel sularına kapılan 20 yaşındaki Nazar Karataş çevredekilerin tüm çabalarına rağmen kurtarılamadı. Olay yerine gelen arama kurtarma ekipleri, Karataş’ın cansız bedeni sel sularından çıkardı.

Köylüler, bu tür doğal afetlerin sıkça yaşandığı bölgede yeterli önlem alınmadığını belirterek yetkililere çağrıda bulundu. Malazgirt Kaymakamlığı ise olayla ilgili soruşturma başlatarak, sel felaketinden etkilenen vatandaşlar için acil yardım ekipleri görevlendirdi.

Meteorolojiden yeni uyarılar

Meteoroloji Genel Müdürlüğü Karadeniz ve Doğu Anadolu‘daki 12 ili gök gürültülü sağanağa karşı sarı kodla uyardı. Ordu ise turuncu kodla (tehlikeli)  uyarıldı. Yağışların; Doğu Karadeniz ile Samsun’un doğusu, Ordu, Erzurum, Kars, Ağrı ve Ardahan çevrelerinde yerel kuvvetli olması bekleniyor.

Rüzgar, Marmara’nın güneybatısı, Kuzey Ege kıyıları, İç Anadolu’nun doğusu ile Orta Karadeniz’de kuzeyli yönlerden kuvvetli (40-60 km/saat) olarak esecek; hava sıcaklığının batı, güney ve iç kesimlerde 1 ila 4 derece artarak mevsim normallerinin üzerinde, Doğu Anadolu’nun doğusunda 2-4 derece azalarak mevsim normalleri civarında seyredecek.

İklim krizi aşırı hava olaylarının daha sık ve güçlü olmasına neden oluyor

İklim değişikliğinin etkisiyle dünya çapında aşırı hava olaylarının sıklığının ve şiddetinin giderek arttığı gözleniyor. Türkiye‘nin de içinde bulunduğu Akdeniz havzası, bu olumsuz durumdan en çok etkilenen bölgelerin başında geliyor.

Peki iklim değişikliği aşırı yağış ve sel olaylarını nasıl tetikliyor?

Havadaki her bir derecelik sıcaklık artışı, atmosferin su tutma kapasitesini yaklaşık yüzde 7 oranında artırıyor. Yani hava ısındıkça bulutlarda tutulan nem miktarı artıyor ve yağışlar daha yoğun gerçekleşiyor. Ani sağanaklar da sel riskini tetikliyor.

Diğer yandan sıcaklıkların artışı, daha fazla suyun buharlaşmasına yol açıyor ve aşırı sıcaklık artışları su döngüsündeki dengeyi bozuyor.

‣ İklim krizi sel riskini nasıl artırıyor?

Birleşmiş Milletler Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) verileri, insan faaliyetlerine bağlı küresel iklim değişikliği nedeniyle dünya genelinde şiddetli yağışların çok daha sık ve yoğun yaşandığını gösteriyor.

İklim krizinin dört atlısı: Sıcak dalgaları, kuraklıklar, yangınlar ve seller
Yanlış kent politikaları iklim krizinin sonucu olan aşırı yağışları sele dönüştürdü

Şiddetli yağışların sebep olduğu sellerin etkisiyle geçen ay Brezilya’da 169 kişinin hayatını kaybetti. Kenya ve Tanzanya’da ise 400’den fazla can alan ve binlerce insanı da yerinden eden şiddetli yağışlar yaşandı.

İklim bilimcilere göre bu tür felaketler giderek daha sık ve şiddetli yaşanacak.

Ancak tüm bu etkilere karşı iklim kriziyle mücadelede çaresiz değiliz. İklim krizi etkilerini besleyen fosil yakıt endüstrisi ve her geçen artan emisyonları, ormansızlaşmayı ve kirliliği desteklemek yerine azaltarak krize karşı mücadele etmek mümkün. Bu eylemlerin etkili olması için ise hükümetlerin, yasa yapıcıların, finansörlerin, özellikle avantajlı konumda bulunan zengin yüzde 1’lik kesimin emisyonları yayan şirket, kurum ve kuruluşlara karşı düzenlemeler ve eylemler gerçekleştirmesi gerekiyor.

 

‘Afşin-Elbistan yeni bir santrali kaldıramaz’ diyen halk, kömürsüz gelecek istiyor

Kahramanmaraş‘ın Afşin ilçesinde bulunan Afşin-Elbistan A Termik Santrali‘nin kapasite arttırılması için planlanan iki yeni ünite için ÇED süreci devam ediyor.

Halihazırda 4 ünitesi bulunan Afşin A santraline eklenmesi planlanan 688 MW kapasiteye sahip V. ve VI. üniteleri için ÇED süreci kapsamında 2 Nisan’da İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu toplantısı gerçekleştirildi. Ancak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı henüz kararını açıklamadı.

Afşin Elbistan’da termik santral planlarının iptali için 16 bin imza teslim edildi
Afşin Elbistanlılar kömürlü termik santrallere ek ünite istemiyor
Afşin’e ek ünite için ÇED toplantısında halk konuştu: Termik santral istemiyoruz

Afşin-Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu, kamuoyunu bilgilendirmek için “Afşin-Elbistan yeni bir santrali daha kaldırır mı?” başlıklı bir panel düzenledi. Panele bölge halkı ve siyasi parti temsilcilerinin yanı sıra TMMOB, Temiz Hava Hakkı Platformu, TEMA Vakfı, İklim İçin 350 Derneği ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı‘nın (WWF-Türkiye) aralarında bulunduğu sivil toplum temsilcileri de katıldı.

Panelde Afşin-Elbistan’da kömürlü santrallerin genişletilmesinin ekonomik ve politik boyutları ile sağlık ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerini tartıştı.

‘Bölge bir santrali daha kaldıramaz’

Elbistan Belediye Başkan Yardımcısı Gülabi Eren de panelin konuşmacıları arasındaydı. Eren, termik santrale yapılması planlanan ek ünitelerin bölgeye yeni bir santral kurmakla aynı anlama geldiğini ve belediye olarak bu projeye karşı olduklarını söyledi.

Konuşmacılar arasında yer alan çevre politikaları uzmanı Kübra Ayçiçek, bölgedeki termik santrallerin çevreye verdiği zararlardan bahsetti. Santrallerin yıllardır çevre yatırımlarını yapmadan çalıştığını vurgulayan Ayçiçek, A Termik Santralinin ‘yapım yılı nedeniyle çevresel etki değerlendirme süreçlerinden tamamen muaf’ tutulmasına dikkat çekti.

Ayçiçek “Elimizdeki veriler, ekonomik, ekolojik ve sosyal nedenlerle bölgenin yeni bir termik santrali daha kaldıramayacağını gösteriyor” diyerek ek ünitelere tepki gösterdi.

Sağlık sorunlarına ve erken ölüme neden oluyor

Temiz Hava Hakkı Platformu koordinatörü Deniz Gümüşel ise konuşmasında termik santrallerin yol açtığı sağlık sorunlarına dikkat çekerek “Termik santrallerden kaynaklı hava kirliliğinin solunum yolu hastalıklarına, astım, bronşit, KOAH ve akciğer kanserine yol açtığını biliyoruz. Ancak hava kirliliğinin bildiğimizin çok ötesinde sağlık etkileri de var. Bu etkilerden en çok bebekler ve çocuklar etkileniyor” dedi.

Gümüşel, 1984 yılından beri işletilen Elbistan A santralinin 2020 yılına kadar 17 bin 500 erken ölüme neden olduğuna ve 9 binden fazla bebeğin erken doğumuna yol açtığına dikkat çekti ve santrallerin “bebeklerde doğumdan gelen akciğer fonksiyonu bozukluklarına, kalp damar hastalıklarına ve kansere yol açtığı tespit edilmiştir” dedi.

Afşin’deki termik santralin kapasite artışı masada: 17 bin 500 erken ölüme neden olmuştu

‘Yeni ünite iptal edilsin, mevcut santraller kapatılsın’

Greenpeace’in hesaplarına göre yeni ünitelerde en üst düzey filtreler kullanılsa bile santralin 1900 erken ölüme daha yol açacak.

Panelin ardından bölge halkı ve sivil toplum temsilcileri, bölgenin 6 Şubat depremlerinden sonra yeniden inşasının ‘kömürsüz’ olmasını talep etti. Katılımcılar, kömürlü termik santrallerin iklime, çevreye ve insan sağlığına verdiği zararlara dikkat çekerek hem ek ünitelerin iptal edilmesini hem de mevcut santrallerin adil dönüşüm planı çerçevesinde kapatılmasını istedi.

Bandista bu akşam sokakta yaşayan köpekler için Beşiktaş’ta

Protest müzik grubu Bandista, AKP‘nin hazırlayıp Meclis’e sunduğu; sokakta yaşayan köpeklerin toplatılması ve sahiplenen olmazsa öldürülmesini öngören yasa değişikliğine karşı haftalardır eylem yapan hak aktivistlerini desteklemek için bugün İstanbul’da konser verecek.

Kız çocukları, hava kirliliği yüzünden erken regl oluyor

ABD‘de yapılan yeni araştırmalar, kız çocuklarının ilk adetlerini artık daha erken yaşta gördüğünü gösteriyor. Uzmanlara göre bunun nedenlerinden biri de hava kirliliği.

Tespitlere göre ilk regl ve meme gelişimi gibi ergenliğin başlangıcını işaret eden değişiklikler giderek daha erken gerçekleşiyor.

Ülkede kız çocukların bundan 100 yıl öncesine kıyasla dört yıl erken adet görmeye başladıkları tahmin ediliyor.

Mayıs ayında açıklanan yeni veriler, 1950-1969 yılları arasında doğan kız çocukların adet görmeye genellikle 12,5 yaşında başladığını, 2000’li yılların başında doğan kuşakta ise yaş ortalamasının 11,9’a düştüğünü gösteriyor.

Erken ergenlik belirtileri tüm dünyada görülüyor

BBC‘nin aktardığına göre, Güney Koreli bilim insanları da erken ergenlik belirtileri (sekiz yaşından önce meme gelişimi ya da adet görme) gösteren kız çocukların sayısının 2008 ile 2020 yılları arasında 16 kat arttığını söylüyor.

ABD‘nin Atlanta kentindeki Emory Üniversitesi’nde görev yapan Doç. Dr. Audrey Gaskins, ergenlik yaşındaki değişimin sosyoekonomik durumu düşük olan gruplarda ve etnik azınlıklarda daha belirgin olduğunu belirterek  “bunun uzun vadeli sağlık sonuçları var” diyor.

Araştırmalar erken ergenliğin, özellikle menopoza erken girilmesi durumunda kadınların doğurganlık pencerelerini kısaltabileceğini ve yaşam sürelerini de etkileyebileceğini gösteriyor.

Erken ergenlik aynı zamanda meme ve yumurtalık kanseri, obezite, tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalıklarla da ilişkilendiriliyor.

Berkeley‘deki California Üniversitesi‘nde halk sağlığı profesörü olan Brenda Eskenazi ergenliğe erken girmenin sosyal etkilerinden de söz ederken, ergenliğe daha erken giren genç kızların cinsel olarak daha erken yaşta aktif olabildiğine ve ABD’nin bazı eyaletlerinde kürtajın yasa dışı olmasının yanı sıra doğum kontrol yöntemlerine erişimin de zorlaştığına dikkat çekiyor: “Bu da genç yaşta daha fazla istenmeyen hamileliğe yol açabilir. Bu faktörlerin bir araya gelmesi çok korkutucu.”

Kirlilik, hormonları doğrudan etkiliyor

Ergenliğin başlangıcı, vücutta hipotalamus-hipofiz-adrenal (HPA) ve hipotalamus-hipofiz-gonad (HPG) eksenleri tarafından belirleniyor. Bu eksenler, açlıktan ısı kontrolüne kadar çeşitli temel bedensel işlevleri düzenleyen hipotalamus adlı beyin bölgesini farklı hormon salgılayan bezlere bağlıyor.

Emory Üniversitesi‘nden Audrey Gaskins‘e göre 10-20 yıl öncesine kadar bilim insanları erken ergenliğin sadece çocukluk obezitesinden kaynaklandığını düşünüyordu. Bunun nedeni, vücuttaki yağ hücreleri tarafından üretilen proteinlerin HPA ve HPG eksenlerinin uyarılmasında rol oynaması olarak görülüyordu.

Ancak son üç yılda yapılan bir dizi araştırma, erken ergenlikte hava kirliliğinin de rol oynadığını gösteriyor.

Bu konuda yapılan araştırmaların büyük kısmı Güney Kore’deki bilim insanları tarafından yürütülüyor.

Seul, Busan ve Incheon dünyanın en kirli 100 şehri arasında yer alıyor.

Seul’deki Ewha Womens Üniversitesi tarafından yakın zamanda yayınlanan bir çalışmada çeşitli kirleticilere maruz kalmakla ergenliğin daha erken başlaması arasında tekrarlanan bir ilişki tespit ediliyor. Sülfür dioksit, nitrojen dioksit, karbonmonoksit ve ozon gibi çeşitli zehirli gazların buna yol açtığı düşünülüyor. Bu gazlar araç emisyonları ve üretim tesislerinin ürettiği atıklar yoluyla havaya salınıyor.

Polonya‘da da 2022 yılında 1.257 kadından alınan verilerle yapılan bir araştırmada nitrojen gazlarına daha fazla maruz kalma ile 11 yaşından önce adet görme arasında bir bağlantı tespit edilmişti. Polonya, kömür kullanımının yol açtığı hava kirliliğiyle tanınan bir ülke.

Ekim 2023’te Gaskins ve meslektaşları, ABD’de hem anne karnında hem de çocukluk döneminde yüksek miktarda PM 2.5 (çapları 2.5 mikrondan küçük olan partiküller) ve PM10’a maruz kalan kız çocukların ilk adetlerini erken yaşta görme olasılıklarının daha yüksek olduğunu tespit etmişti.  Gaskins şunları söylemişti:  “PM2,5 partikülleri kan dolaşımına oldukça kolay bir şekilde girebiliyor. Bu partikülleri ciğerlerinize çekiyorsunuz ve bazı büyük partiküller gibi filtrelenmiyorlar. Daha sonra farklı organlara ulaşabiliyorlar. Bazı PM2,5 partiküllerinin plasentada, fetal dokularda ve yumurtalıklarda biriktiğini gördük. Her yere ulaşabiliyorlar”

Kişisel bakım ürünleri de erken ergenlikte etkili

Uzmanlar erken ergenlikte birçok farklı faktörün daha etkili olduğunu düşünüyor.

Gaskins, “Ergenlik öncesi yaştaki kız çocukları ilginç bir grup çünkü hormonal süreçleri bozan kimyasalların bir başka kaynağı da kişisel bakım ürünleri” diyor ve devam ediyor: “Şu anda aktif olarak bu demografinin peşinden giden ve onlara ürün pazarlayan çok sayıda şirket var.”

Eskenazi, değişen dünyamızın çocuk gelişimini nasıl etkilediği hakkında hala bilmediğimiz çok şey olduğunu, mikroplastikler ve hatta iklim değişikliği gibi faktörlerin rolünün henüz tespit edilmediğini söylüyor: “Bence hala buzdağının görünen kısmındayız. Daha sıcak bir iklimin adet döngüsünü nasıl etkilediğini ya da kızları daha erken büyümeye zorlayan sosyal faktörlerin rolünü bile bilmiyoruz. Ancak bu eğilim çok gerçek ve ergenlik yaşını çevresel kimyasallar, obezite ve psikososyal sorunların kombinasyonu etkiliyor olabilir.”

Fransa seçimleri sol ittifakın aşırı sağa karşı zaferiyle sonuçlandı

Fransa seçimlerinin 7 Temmuz Pazar günü gerçekleştirilen ikinci turu, sol ittifakın aşırı sağa karşı zaferiyle sonuçlandı.

Nihai seçim sonuçlarına göre Fransa Ulusal Parlamentosu‘nda Sosyalist Parti (PS), Yeşiller, Komünistler ve Boyun Eğmeyen Fransa (LFI)’dan oluşan Yeni Halk Cephesi (Le Nouveau FrontPopulaire – NFP) 182 milletvekili koltuğu kazanarak cumhurbaşkanı Emmanuel Macron‘un partisinin de aralarında bulunduğu Ensemble koalisyonunu ve Marine Le Pen‘in aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) partisini geride bıraktı.

Ensemble koalisyonu 168 koltuk ile ikinci sırada gelirken ilk turda üstünlük kazanan RN, ikinci turu 143 koltuk ile tamamladı.

Potansiyel başbakan adayları arasında gösterilen Yeşiller lideri Marine Tondelier, Macron’un bugün resmi olarak NFP’yi bir başbakan adayı göstermeye davet etmesi gerektiğini söyledi. 

Macron yeni başbakanı atamadan önce meclisin şekillenmesini beklerken başbakan Gabriel Attal, istifasını bugün Macron’a sunacağını açıkladı.

Görsel: Bloomberg

Mutlak çoğunluk sağlanamadı

Mutlak çoğunluk için parlamentodaki 577 koltuğun 289’una sahip olmak gerekiyor. Ancak NFP koalisyonu da dahil olmak üzere hiçbir grup bu sayıya ulaşamadı. Bu da parlamentoda çoğunluğun kurulamadığı üç büyük blok temsilciliğinin olacağı anlamına geliyor.

Diğer yandan çoğunluğun kurulamaması, Macron’un kendisine muhalif olan bazı partilerle koalisyon hükümeti kurması gerekeceğine işaret ediyor.

Le Monde kaynaklarının aktardığına göre solcu lider Jean-Luc Mélenchon, seçim gecesi Paris’te düzenlenen etkinlikte ‘imkansız gibi görünen’ zaferleri için seçmenlere övgüde bulunarak “Halkımız en kötü senaryoyu açıkça reddetti. Bu gece RN, mutlak çoğunluğa sahip olmaktan çok uzak” dedi.

Sol partilerin koalisyon içindeki dağılımı için öngörülen milletvekili sayıları LFI için 74, Sosyalistler için 59, Yeşiller için 28 ve Komünistler için 9 oldu.

Le Pen, hayal kırıklığına uğramadığını söyledi

RN’nin parti kampanyalarını yürüten ve partinin zafer elde etmesi durumunda başbakan olması beklenen Jordan Bardella ise sol ittifakının doğal olmayan başbakanlık koalisyonunun partisinin yenilgisine yol açtığını ve Fransa’yı iyileşme politikalarından mahrum bıraktığını söyledi.

Parti lideri Le Pen ise bu seçimlerin RN’nin zaferini ‘yalnızca ertelediğini’ söyleyerek RN’nin Fransa’nın ‘bir numaralı’ partisi olduğunu vurguladı. Partinin parlamentodaki milletvekili sayısının iki katına çıktığına dikkat çeken Le Pen, sonuçlardan hayal kırıklığına uğramadığını belirtti.

Fransa’da aşırı sağın galibiyeti iklim politikalarına zarar verebilir

NFP’nin çevre ve iklim politikaları Fransa için umut vaat ediyor

RN’nin iklim inkarcılığı ve iklim karşıtı politikaları, Fransa’nın iklim politikalarının geleceği açısından endişelere yol açıyordu. Ancak daha hırslı iklim politikalarını hedefleyen NFP’nin ve iklim değişikliği politikalarına manifestosunda yer veren Ensemble koalisyonunun meclisteki çoğunluğu Fransa için umut vaat edebilir.

Yeşiller’in de aralarında bulunduğu sol ittifakın da seçimlerde ikinci sırada gelen Ensemble koalisyonunun da parti manifestoları, iklim değişikliğinin bir tehdit olduğunu kabul ediyor.

NFP’nin iklim taahhütleri arasında Fransa’nın 2050 yılına kadar karbon nötr hale gelmesi yer alıyor.

Diğer yandan çevreyi koruyan bir diplomasiyi teşvik edeceğini belirten sol grubu, ekokırımın suç olarak kabul edilmesi ve iklim-çevre adaleti için uluslararası bir mahkemenin oluşturulmasının desteklenmesi gibi taahhütlerde bulundu.

NFP, Macron’un Ensemble grubunun aksine enerji politikalarında yenilenebilir enerjiden bahsederken nükleer enerjiden fazla söz etmiyor.

Fransa’da erken seçim: İklim ve çevre gündeminde neler oluyor?

Ordulular madenlerle tehdit edilen Perşembe Yaylası için mücadele ediyor

ORDU – Ordu Çevre Derneği (ORÇEV), Aybastı Perşembe Yaylası’nı tehdit eden maden için olumsuz karar veren Mera Kurulu’nun raporunun değiştirilmesine ve Akkuş’ta turizm bölgesinin turizm bölgesi özelliğinin iptal edilmesine tepki gösterdi.

ORÇEV yönetim kurulu adına yapılan açıklamada, Ordu’nun yüzde 74’ünün maden alanı olarak ruhsatlandırıldığını bildirdi.

Ordu’nun yok edildiğini ve yaşanmaz hale getirildiğini belirten Ordulular, “Ormanlar, meralar, yaylalar, tarım arazilerinde mantar gibi maden ruhsatları patlıyor. Geleceğimiz tehdit altında. En son Aybastı Perşembe Yaylası’ndaki maden için Mera Kurulu’nun olumsuz raporu yeniden değerlendirilerek olumlu rapor haline getirilmesi, Akkuş ilçemizde Argan Yaylası’nın Cumhurbaşkanı Kararnamesi’yle ‘turizm alanı’ kapsamından çıkarılması da göstermektedir ki, güvencemiz yurttaşlar olarak kendimiziz” dedi.

‘Yaylamıza sahip çıkacağız’

Ordu’nun her tarafındaki ekolojik yıkıma, talana, yağmaya karşı mücadele edildiğinin vurgulandığı açıklamada ORÇEV yönetim kurulu şu ifadeleri kullandı:

“Saldırı o kadar çok ki, dayanışmayı ve birlikteliği büyütmek zorundayız. Bu kapsamda Perşembe Yaylası için Mera Kurulu’nun maden için verdiği ‘olumsuz karar’ varken şirketin talebi üzerine yeniden yapılan değerlendirme sonucu olumlu karar vermesi ve Akkuş’taki turizm alanının iptali nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Kurul kararının değiştirilmesi, turizm alanının iptal edilmesi kabul edilemez. Kimler, kimler için değişiklik istedi, açıklanmalı. Dernek olarak Aybastı Perşembe Yaylası’nı ve Akkuş Argan Yaylası’nı talan ettirmemek için her yolu deneyeceğiz.”

TEMA Vakfı, Gölbaşı’ndaki kömür madeni projesinin ‘ÇED gerekli değildir’ kararına dava açtı

TEMA Vakfı, Ankara‘nın Gölbaşı İlçesi’nin Kırıklı Mahallesi‘nde gerçekleştirilmesi planlanan kömür madeni projesine Ankara Valiliği tarafından verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararına dava açtı.

Vakıf, maden projesinin tarım topraklarına, suya ve geleneksel köy yaşantısına dönüşü olmayan zararlar vereceğine dikkat çekti.

Tarımın ve suyun sonunu getirecek

Anka Haber Ajansı’nın aktardığına göre TEMA Vakfı Ankara temsilcisi Nevzat Özer, dava hakkında yaptığı yazılı açıklamada Kırıklı Mahallesi’nde bulunan Galatlar‘a ait kalıntılara göre bölgede en az üç bin yıldır tarım yapıldığına ancak maden projesinin bölgedeki tarımın sonunu getireceğine dikkat çekti. Bölgede buğday, arpa ve nohut gibi ürünler yetiştiriliyor.

Maden projesinin 13 bin dekarlık köy arazisinin 11 bin dekarına yapılması planlanıyor. Bu da yalnızca bölgedeki tarım ve hayvancılığa değil, köyün yeraltı ve yer üstü sularına da zarar verecek. Maden projesi hem su kullanımı nedeniyle su miktarını azaltacak hem de madencilik faaliyetlerinde kullanılan ağıt metaller nedeniyle su kalitesini bozacak.

Biyolojik çeşitliliği tehdit ediyor

Tarım ve su kaynakları üzerindeki baskının yanı sıra kömür madeni bölge ekolojisine de zarar verecek. Maden sahasından yayılan toz, emisyon ruhsat alanının ötesine yayılarak çevre bölgelerin de topraklarını etkileyecek.

“En az 25 yıl, milyonlarca ton toprak yerinden alınıp başka yerlere taşınacak, ağır metallerin serbest kaldığı toz bütün bölgeye yayılacak” diyen Özer, maden faaliyetlerinden Mogan ve Eymir Gölleri‘nin yer aldığı Özel Çevre Koruma Bölgesi’nin de etkileneceğine dikkat çekti.

Madenin planlandığı bölge aynı zamanda kuşların barınma, üreme ve konaklama amacıyla kullandığı önemli kuş alanlarından biri. 83 farklı kuş türüne ev sahipliği yapan bölge Ramsar‘a aday gösterildi.

Diğer yandan bölgede 47’si endemik olmak üzere 493 bitki türü yaşıyor. Madenden çıkan toz, ağır metaller ve gürültü bitkilere ve biyolojik çeşitliliğe zarar verecek.

Küresel ısınmanın baş sorumlularından

TEMA Vakfı, dava hakkında yaptığı açıklamada kömür projesi kapsamında milyonlarca ton düşük kalorili kömürün 200 km mesafedeki Eskişehir Mihalıççık’ta bulunan bir santrale taşınacağını ve bu esnada oluşan trafiğin, harcanan yakıtın, kazaların, tozların ve emisyonun etkilerinin yıllarca devam edeceğini belirtti.

30’un üzerinde ülkenin kömürden çıkış programlarını açıklarken Türkiye’nin kömür santralleri konusunda hala ısrarlı olmasını anlamlandıramadıklarını söyleyen TEMA temsilcileri, kömürlü termik santrallerin küresel ısınmanın en büyük sorumlularından biri olduğuna dikkat çekti.

‘Maden iznindeki art niyet bile görülmüyor’

“Bütün topraklar kaybediliyor, sular kirleniyor ve kaybediliyor, toz toprak, emisyon bırakın köyü her tarafı tehdit ediyor, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ‘ÇED gerekli değildir’ kararı veriyor” diyen Özer, şirketin 11 milyon metrekare için aldığı kömür ruhsatında 249 bin 300 metrekarede kömür çıkaracağını söylediğine dikkat çekti.

Bu alan 250 bin metrekare olsaydı şirketin daha kapsamlı bir izin alması gerekecek ve bu kapsamda ÇED raporu hazırlanacak, halk bilgilendirilecek, İnceleme Değerlendirme Kurulları kurulacak ve nihai ÇED süreci tartışmaya açılacaktı. Maden çıkarma alanındaki art niyetin bile görülemediğini söyleyen TEMA yetkilisi, şirketin ruhsat alanının izin istenen alanın 44 katı büyüklüğünde olduğunu vurguladı.

Özer, son olarak “Kolaylıkla verilen bu izinler; geleneksel köy kültürüne olduğu kadar, bilim, vicdan ve hukukun duvarına da çarpacaktır. TEMA Vakfı Ankara Temsilciliği olarak toprağını, suyunu, tarımını korumaya çalışan köy halkına saygılarımızı sunuyoruz” dedi.

Karaburun’un GES mücadelesi devam ediyor: İptal edilen proje için yeniden ÇED süreci başlatıldı

İzmir‘in Karaburun ilçesinde daha önce halkın itirazları doğrultusunda ÇED süreci sonlandırılan güneş enerji santrali (GES) projesi için yeniden ÇED süreci başlatıldı.

Karaburun’un Eğlenhoca Mahallesi‘nde Fırattekstil Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti. tarafından kurulması planlanan GES (2,376 MWm/1,98 MWe 2,41 Ha 4.320 Panel – 18 İnverter) projesi için ilk kez 11.10.2023 tarihinde ÇED süreci başladı.

Projeye itiraz etmek için Karaburun Yerel Fok Komitesi, değerlendirme raporları hazırlarken Eğlenhoca Muhtarlığı da bölge halkından imza topladı. 22.03.2024 tarihinde ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı projenin ÇED sürecinin iptal edildiğini bildirdi.

Bölgede 4 GES planlanıyor

941 parsel alanda kurulmak istenen proje, Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırları içinde yer alıyor.

GES projesinde elde edilen enerjinin şirketin Kemalpaşa ilçesinde bulununan fabrikasında kullanılması planlanıyor. Karaburun Yerel Fok Komitesi’nin bildirdiğine göre proje parselinin hemen yanındaysa Seyfeli Tekstil San. ve Tic. A.Ş., Volt Eletktrik Motor San. ve Tic. A.Ş. ve Hiba Sportif San. ve Tic. A.Ş.‘nin lisanssız GES üretimi yapması bekleniyor.

Karaburun’da yerel inisiyatifler GES projesine itiraz ediyor
Karaburun’da RES’lerden sonra GES tartışması
Karaburun’da GES şirketi bakanlık kararını hiçe saydı: Yüzlerce zeytin hukuksuzca katledildi

Tarım ve hayvancılığın sonunu getirecek

Komite, bölgede faaliyete geçmesi planlanan dört GES projesinin Yukarıovacık‘ta halihazırda bitme noktasına gelen hayvancılık ve tarım faaliyetlerini tamamen sonlandıracağına dikkat çekiyor.  Komite, “Bölgedeki yeni öneri ve ÇED aşamsında olan GES projeleri, Eğlenhoca Mahallesi ekolojisi üzerinde kümülatif etkisi öngörülemeyen ve telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açacak” diyerek uyardı.

Hazırlanan proje raporu da projelerin biyolojik çeşitliliğe etkisinin hem proje alanı bazında hem de etrafta planlanan diğer GES’lerle birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ancak bununu yapılmadığını söylüyor. ÇED süreci başlatılan projenin bu etkenleri de hesaba katarak kümülatif olarak değerlendirilmesi gerektiği belirtiliyor.

Planlanan enerji yatırımlarının Karaburun’daki Ildır Körfezi özel çevre koruma bölgesinin ekolojisi üzerinde de olumsuz etkilere yol açacağına dikkat çeken Karaburunlular, bölge habitatını, meralarını, tarlalarını ve köylerini çevreleyen GES’lerin ve RES’lerin bölgedeki tescilli bitki örtüsü, habitat ve biyolojik çeşitliliğe zarar vermesinden endişeli.

Karaburun’da tarım ve sit alanlarına RES ve GES gerginliği

‘Yeşil ekonomi’ koruma alanlarını feda etmemeli

Komite ayrıca Karaburun’dan başka bölgelerin enerji ihtiyacını karşılamasının beklenmesine karşı “Günümüzde vurgusu yapılan ‘yeşil ekonomi’ kavramının karşılığı koruma alanları dışında yapılacak üretim faaliyetleri için koruma alanlarındaki biyolojik çeşitliliği feda etmek olmamalıdır” dedi.

“Koruma bölgelerini bile bu yatırımların yer alabileceği birikim alanları olarak tanımladığımız sürece ne çevre ne de onun parçası olan varlığımızı devam ettirmemiz mümkün değil” diyen Karaburunlular, Ildır Körfezi’nin koruma bölgesi ilan edilmesinin doğayla nasıl yeniden ilişki kurulabileceği konusunda yol gösterebilecekken ‘yenilenebilir enerji yatırımlarıyla donatılan bir çöl’ haline getirilmesine tepki gösteredi.

Karaburun’da Lodos Enerji’nin 41 RES türbinine itiraz edildi: Kadim kültür yok ediliyor

Chevron Doktrini’nin çöküşü, iklim değişikliği mücadelemizi nasıl etkileyecek?

Geçtiğimiz hafta ABD’de tüm ülkelerdeki çevre politikalarını etkileyebilecek bir gelişme yaşandı. Uzun süredir kullanımda olan bir çevre kuralı ABD Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. “Chevron Doktrini” denen bu kuralın ne olduğunu, neden önemli olduğunu ve iklim değişikliğiyle mücadelemizi nasıl etkileyebileceğini konuşacağız.

Başta biraz Amerikan hukuku ile başlayalım. ABD Anayasası bizde olduğu gibi oldukça detaylı bir yapı değildir. Daha temel prensipler üzerine kurulmuştur. Bizim Anayasa Mahkemesi olarak kabul ettiğimiz kurum da ABD için Yüksek Mahkeme’dir. Yüksek Mahkeme denmesinin bir sebebi de hukuk sistemi içerisinde çözülemeyen her konu için içtihat oluşturma sorumluluğuna sahip olmasıdır. Bu mahkeme üyeleri ABD Başkanı tarafından seçilir ve dolayısıyla da çoğunlukla başkanın politik görüşünü yansıtır. Bugün yüksek mahkemenin dokuz üyesinden altısı Cumhuriyetçiler, üçü de Demokratlar tarafından atanmıştır. Bu görev neredeyse ömür boyu yapıldığından üyelerden hangisinin hangi başkanlık döneminde öldüğü ya da görev yapamaz duruma geldiği bu mahkemenin gelecekte alacağı kararlar üzerinde önemli bir etki oluşturur.

Chevron Doktrini: Kurumların ‘muğlak yasayı’ yorumlama hakkı

Şimdi, Chevron Doktrini’ni basitçe açıklayalım. Chevron Doktrini, 1984 yılında büyük bir petrol şirketi olan Chevron ile Natural Resources Defense Council davasından ortaya çıktı. Bu doktrin, federal bir kuruluş muğlak bir yasayı yorumladığında, mahkemelerin federal kuruluşun yorumuna makul olduğu sürece itibar etmesi gerektiğini söyler. Daha açık bir dille; bir yasa hakkında belirsizlik varsa ve Amerika’da Çevre Bakanlığı yerine geçen Çevre Koruma Ajansı gibi bir federal kuruluş bu yasayı yorumlarsa, bu yorum da makulse, mahkemeler federal kuruluşun yorumuna uymalıdır.

Chevron Doktrini’nin sonlandırılmasını Yüksek Mahkeme önünde protesto eden Amerikalılar.

Neden önemli? Çünkü federal kuruluşlar, çevre düzenlemeleri, halk sağlığı ve işçi güvenliği gibi karmaşık konuların ayrıntılarını anlayan ve yorumlayan uzmanlarla doludur. Bu uzmanlara itibar ederek, Chevron Doktrini federal kuruluşların yeni düzenlemeleri hukuki gri alanlar olduğunda bile daha verimli bir şekilde uygulamalarına ve yürütmelerine olanak tanır.

Chevron Doktrini, yaklaşık 40 yıldır Amerikan idari hukukunun temel taşlarından biridir. Federal kuruluşların karmaşık ve gelişen sorunları sürekli yasal savaşlara takılmadan ele alabilmelerine olanak tanır. Çevre düzenlemeleri söz konusu olduğunda ise, bu özellik hayati önem taşır.

Şöyle düşünün: iklim değişikliği hızla gelişen bir krizdir. Yeni bilimsel keşifler ve teknolojik ilerlemeler, ne yapılması gerektiğine dair anlayışımızın sürekli değiştiği anlamına gelir. Çevre Koruma Ajansı gibi kuruluşların hızlı ve etkili bir şekilde uyum sağlama esnekliğine ihtiyaçları vardır. Chevron Doktrini, bunu yapabilmeleri için yasal dayanağı sağlar.

İklim tartışmaları mahkemelere taşınırsa…

Artık, işler biraz karışıyor. ABD Yüksek Mahkemesi’nin Chevron Doktrini’ni sonlandırma kararı, federal kuruluşların artık anlamı tartışmalı olabilecek yasaları yorumlarken mahkemelerin desteğine sahip olmayacağı anlamına geliyor. Bu temelde şu anlama gelir: Bir petrol şirketi karbondioksit salımının iklim değişikliğine neden olmadığını söyleyerek mahkemeye başvurabilir ve mahkeme de bu konuyu esastan görüşmeye başlar, tanıklar çağırılır ve toplumun bu konuda kafasını karıştırabilecek her türlü bilgi basına saçılır.

Aslında Yüksek Mahkeme’nin önüne karar için getirilen konu oldukça basitti. 1980’lerin sonuna değin, Amerika’nın kuzey doğusundaki balıkçılık o bölgedeki ringa balığı popülasyonunu neredeyse sıfıra indirdi. Bundan dolayı da EPA o bölgede ringa balığı avlanmasını yasakladı ki ringa balığı nüfusu artabilsin. Aradan oldukça uzun bir zaman geçtiğinden balıkçılar eski kuralın hala uygulanmasının doğru olmadığını ve bunu mahkemedeki uzmanların belirlemesi gerektiğini söyleyerek Yüksek Mahkeme’ye başvurdu. Yüksek Mahkeme de balıkçıları haklı buldu. Ama bu konunun temeli Chevron Doktrini dediğimiz düşünce olduğu için artık çevre kuruluşları açısından oldukça önemli bir değişim söz konusu.

Bu değişim, iklim değişikliğiyle mücadele çabaları üzerinde önemli etkiler yaratacaktır. Chevron Doktrini’nin olmaması, EPA gibi ajansların yeni düzenlemeleri uygulamaya koyarken daha fazla yasal zorlukla ve engelle karşılaşabileceği anlamına gelir. Bu da kritik iklim politikalarının yürürlüğe girmesini yavaşlatır ve çevre koruma çabalarının geleceği hakkında belirsizlik yaratır.

New England Balıkçıları Gözetim Derneği üyeleri, 17 Ocak 2024’te ringa balığı balıkçılarının ABD Yüksek Mahkemesi’ne yaptıkları itiraz öncesi yaptıkları protesto gösterisinde.

Trump kazanırsa ne olur?

Şimdi gelelim asıl meseleye: Donald Trump yeniden başkan olursa ne olur? İlk döneminde Trump zaten birçok çevre düzenlemesini geri çekti, ABD’yi Paris Anlaşması’ndan çıkardı ve genel olarak iklim bilimine karşı açık bir kayıtsızlık ve neredeyse düşmanlık gösterdi. Chevron Doktrini’nin sonlandırılmasıyla ikinci bir Trump yönetimi, çevre koruma çabalarını daha da fazla geri çevirme gücüne sahip olabilir.

Peki bu nasıl olacak? Chevron Doktrini olmadan, federal kuruluşların yasaları yorumlamaları daha fazla yasal zorlukla karşı karşıya kalacaktır. Trump göreve gelirse, çevre koruma çabalarına daha az bağlı görevliler atayabilir. Bu görevliler, mevcut yasaları sanayi lehine ve çevre aleyhine yeniden yorumlayabilir ve Chevron Doktrini’nin ortadan kalkması nedeniyle mahkemeler de bu çevre karşıtı yorumları daha fazla destekleyebilir.

Chevron Doktrini’nin sonlandırılması ve Trump yönetimindeki olası değişiklikler sadece Amerika’yı etkilemekle kalmaz, küresel çapta etki yaratır. ABD, dünyada en fazla sera gazı salan ülkelerden biridir ve ABD’nin iklim politikaları, küresel iklim çabalarını da büyük ölçüde etkiler.

Eğer ABD iklim taahhütlerini azaltırsa, diğer ülkeler de aynısını yapabilir. Paris Anlaşması, imzacı ülkelerin kolektif eylemine dayanır. ABD gibi büyük bir oyuncunun geri çekilmesi, diğer ülkelerin kararlılığını zayıflatabilir ve küresel iklim değişikliğiyle mücadeleyi baltalayabilir.

Bunların ötesinde hepimiz “bakın bu konu daha Amerika’da mahkemelerde tartışılıyor” diyen çevre düşmanları ve iklim inkarcılarıyla mücadele etmek zorunda kalacağız. Unutmamamız gereken önemli konu, “Covid 19’u durdurmak için çamaşır suyu içmeliyiz” diyen bir başkanın çoğunluğunu kendi oluşturduğu bir Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının tüm devletlerin çevre ve iklim politikalarını etkilemesine izin vermememiz gerektiğidir.

Chevron Doktrini ABD’de uzun süre tartışılmaya devam edecek, ancak bunun bize yansımasını engellemek zorundayız. Bilimsel gerçekler mahkemede tartışılabilecek konular değildir, bilimsel gerçeklerin tartışma alanları vardır ve buralarda tartışıldıktan sonra kararı mahkemelere bırakmak gibi bir usul değişikliği modern bilimi yüzlerce yıl geriye taşır.