Ana Sayfa Blog Sayfa 653

Bodrum’da 500 yıllık zeytin ağaçları taş ocağı tehditi altında

Muğla’nın Bodrum ilçesindeki 500 yıllık zeytin ağaçları tehdit altında. Kızılağaç, Çamlık, Çiftlik ve Armutçuk köylerinde faaliyet gösteren taş ocaklarını işleten şirketler köylünün geçim kaynağı zeytinlik arazileri almak istiyor.

Diken’den Ayşegül Kasap’ın haberine göre, Şirketler, köylünün yaklaşık 1 milyon metrekare arazisini kamulaştırma sonucu almak istiyor. Bölge halkı bu girişime tepki göstererek eylem başlattı. Kamulaştırıldıktan sonra bu bölge 25-50 yıl gibi süreler için belli bir para karşılığı şirketlere devredilecek.

‣Kanun teklifinden zeytinlikleri tehdit eden madde çıkartıldı: Bugün zeytin kazandı
‣Zeytinlikleri tehdit eden kanun teklifine karşı tek ses: Zeytinime dokunma
‣Yönetmelikle olmayınca zeytinliklerde madenciliğin önünü açacak kanun teklifi hazırlandı
‣Onlarca dava açılmış, yürütmesi durdurulmuştu: Bakanlık itiraz etti, zeytinliklerde madencilik faaliyetlerinin önü açıldı

Araştırma yapılmadan proje dosyası hazırlandı

Deniz Madencilik A.Ş. Bodrum’da dört köyde taş ocağı işletiyor. Bu bölgedeki çalışmalarını genişletmek ve kırma eleme tesisleri kurmak için zeytinliklerin de içinde olduğu ormanlık alanı genişletmek için harekete geçti. Çevreyi her yönden etkileyecek olan bu işlem içinse valilik ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verdi. Ama bu karar verilirken alana gidip herhangi bir araştırma yapılmamış. Sadece teorik bilgiler göz önüne alınmış.

Kararın iptali için açılan dava dilekçesinde şöyle deniyor: “Projenin kurulacağı bölgede yeterli gözlem yapılmadan, çevrenin şartları ve doğal yapısı yeterince incelenmeden, yeterli araştırma yapılmadan proje dosyası hazırlanmıştır.”

‣79 kuruluştan ortak açıklama: Zeytinliklere yönelik tehdit tekrarlanıyor, tedirginiz

‣ÇİFTÇİ-SEN: AKP ve şirketler zeytinlik alanların talanı için hamle yapıyor!

Kararın iptali için harekete geçildi

Köylülerin avukatı Remzi Kızmaz, “Zeytincinin 1 milyon metrekare alanı kamulaştırılacak ve valilik ÇED gerekli değildir raporu verecek, hiçbir vicdan bunu kabul etmez. Cuma yapılacak keşif öncesi bu yanlış karardan acilen dönülmesini bekliyoruz, köylünün geleceği, canı, havası, suyuyla oynamayın, giderayak yağmanızı köylünün üzerinden yapmayın” dedi.

Kararın iptali için köylü hukuki süreç başlattı.

Taş ocağının genişletilmesiyle birlikte yeraltı su kaynakları, tarım ve hayvancılık büyük zarar görecek.

Ayrıca söz konusu bölgede 1. derece arkeolojik sit alanları da mevcut. Çam ormanları ve 500 yıllık zeytin ağaçlarının da olduğu alan kamulaştırılarak taş ocaklarına verilmesi planlanıyor.

CHP’den kanun teklifi: Hayvanlara karşı işlenen suçların soruşturması şarta bağlanmasın

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Özgür Özel, Meclis’e sunduğu kanun teklifi ile hayvanlara yönelik işkence, cinsel saldırı gibi suçları işleyenlere verilen cezaların şarta bağlı olmamasını talep etti.

Kanun teklifinin gerekçesinde Hayvanları Koruma Kanunu’nun ilgili maddesinde hayvanların kasten öldürülmesi, hayvanlara cinsel saldırıda bulunulması veya tecavüz edilmesi, ev hayvanlarına, evcil hayvanlara işkence edilmesi ve hayvanların dövüştürülmesi suçlarının işlenmesi hâlinde soruşturma yapılması için bakanlığın il veya ilçe müdürlükleri tarafından Cumhuriyet başsavcılığına yazılı başvuruda bulunulması gerektiği ifade edildi.

‘Etkili soruşturmayı engelliyor’

Hayvanların korunmasına yönelik soruşturmanın bir şarta bağlanmasının kabul edilemeyeceğinin belirtildiği gerekçede, bu düzenlemenin hayvanlara karşı suçların etkili şekilde soruşturulması ve kovuşturulmasını da engellediği ifade edildi.

Düzenlemenin metinden çıkarılmasını öneren kanun teklifinin gerekçesinde şunlar denildi:

Hayvanlara yönelik işlenen suçlar kamuoyunda infiale neden olmakta, bu suçlara yönelik cezaların caydırıcı olması gerektiği yönünde kamuoyunda yaygın bir kanaat bulunmaktadır. Bu nedenle bu suçların soruşturulmasını Bakanlık başvurusuna bağlayan ilgili fıkranın madde metninden çıkarılması ile soruşturmanın herhangi bir şarta bağlanmadan, hayvan hakları savunucularının ya da sivil toplum kuruluşlarının başvuruları ve şikayetleri üzerine de başlayabilmesi amaçlanmaktadır.”

Hayvan hakları savunucuları da suç duyurusu, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında sadece Tarım ve Orman Bakanlığı‘na başvuru yetkisinin verilmesini eleştiriyor.

Malezya’daki seller on binlerce insanı yerinden etti

Malezya’da gerçekleşen şiddetli yağışların ardından yaşanan seller nedeniyle kasabalar çamurlu suların altında kaldı. Bu hafta beş eyalette yaşanan seller nedeniyle en az iki kişi hayatını kaybetti.

Malezya Başbakanı Enver Ibrahim, hükümetin muson sellerinin ardınsan afet yönetimi ve kurtarma çalışmaları için ekstra fon sağlayacağını duyurdu. 72 bin kişi evinden tahliye edildi.

‣Malezya’da muson yağmurları: 34 bin 525 kişi tahliye edildi
21 Aralık 2022’de Dungun, Terengganu, Malezya’da sel suları yükselip binayı kısmen sular altında bırakırken bölge sakinleri teknelerle sel yardım merkezinden kurtarıldı. 
Fotoğraf: Reuters

Anwar, 20 Aralık’ta parlamentoda yaptığı konuşmada sel bölgeleri için ilk aşamada afet yönetimine 400 milyon ringgiti (Mevcut kurla: Bir milyar 682 milyon 551 bin 416 Türk lirası) tahsis edildiğini açıkladı. Anwar, gerektiğinde daha fazla fon sağlanacağını da bildirdi.

19 Aralık 2022’de Malezya yarımadasının doğu kıyısındaki su basmış mahallelerin havadan görünümü – Kaynak: Reuters

Ülkede yerinden tahliye edilen kişiler için sığınma evleri kuruldu. Malezya’dan gelen görüntüler, çamurlu suların tarlalara ve sokaklara taştığını, arabaların sular altında kaldığını ve nehirlerin kıyılarını aşan suları gözler önüne serdi. Acil müdahale ekiplerinin insanları kurtarmak için bel derinliğindeki sularda kurtarma çalışmaları gerçekleştirdiği görüldü.

Fotoğraf: Reuters

Sulama ve Drenaj Dairesi (DID), Ekim’den Mart’a kadar süren muson mevsimi devam ederken gelecek günlerde daha fazla sel yaşanabileceği yönünde uyarıda bulundu. Yetkililer, vatandaşları evlerini tahliye etmeleri için uyardı.

Uzmanlar, hızlı kentleşme ve ormanların yerleşim yerleri haline getirilmesinin ve endüstriyel tarım alanlarına dönüştürülmesinin, iklim değişikliği nedeniyle şiddeti artan ve yoğunlaşan yağmur fırtınalarının, başkent Kuala Lumpur da dahil olmak üzere iç bölgeleri bile aşırı sellere karşı giderek daha savunmasız hale getirdiğini söyledi.

Kentsel dönüşüm halleri: Bağdat Caddesi örneği

Haber: Nida KARA

*

Özellikle 17 Ağustos 1999 Düzce Depremi’nden sonra gündeme gelen kentsel dönüşüm, 2012 yılında yürürlülüğe giren “6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun” ya da diğer bir adıyla “Kentsel Dönüşüm Yasası” sonrası, beklenen büyük İstanbul Depremi’ne karşı önlem almaktan çok, ticari kaygılar doğrultusunda gerçekleştirilen bir eylem halini almış durumda. Bu süreçten etkilenen, sadece afet riski açısından acil bir müdahaleye gereksinimi olan yerler de değil. İstanbul genelinde kat sahiplerine verilen arsa payları bakımından yüzde 70 oranla en yüksek pay ortalamasına sahip Bağdat Caddesi ve çevresi de dönüşüm sürecine dahil.

Sosyal teorisyen/yazar Murray Bookchin, kentleşmeyi ‘modern dünyanın uğradığı tarihi ekolojik bozulmanın simgesi’ olarak tanımlarken, Akademisyen Dicle Koylan ise “İstanbul Bağdat Caddesi ve Yakın Çevresinde Kentsel Dönüşüm: 2012-2018 Dönemi” başlıklı tezinde kentsel dönüşümü ‘yerinde gerçekleşen bir eyleme değil, sakinlerin şehir sınırlarındaki konut alanlarına gönderilmesine dayanan bir süreç’ olarak anlatıyor. Bozulma ve bunun sonucunda yerinden etme olarak da tanımlanabilen kentsel dönüşümün diğer bir etkisi de kümülatif tarihi yok etmesi. Özellikle Bağdat Caddesi ve çevresinde gözlemlenebilen bu süreç, evlerin sokakla ilişkisini kaybetmesine neden olarak, sokak ve hayatın iç içeliği arasına bir sınır koymakta ve caddenin geçmişine ait izleri yavaşça siliyor.

‘Sorunlara, gerçek ve kalıcı çözümler arandığını söylemek zor’

Mekanda Adalet Derneği (MAD) Kentsel Politikalar Sorumlusu Bahar Bayhan, kentsel dönüşümün sadece ‘yıkıp yerine yenisini yapma’ değil, aynı zamanda ‘güçlendirme’ olduğu görüşünde. Bayhan’a göre, kentsel dönüşüm denince akla yalnızca yıkıp yeniden inşa etme pratiği geliyor ancak güçlendirme de dönüşümün bir parçası:

“Kentsel dönüşümün ekonomik maliyetinin sadece ev sahiplerine yüklenmediği, dönüşüme teşvik etmek adına çözümlerin düşünüldüğü, yıkıp yeniden inşa etme dışında güçlendirme seçeneğinin de değerlendirildiği, kentsel dönüşümü yalnızca bir inşaat projesi olarak görmeyip aynı zamanda kentsel olanaklara, hizmetlere adil erişimi de kapsayan bir dönüşüm modeline ihtiyacımız var.”

Araştırmalar sonucu ortaya konan beklenen İstanbul Depremi’nin olası etkileri göz önüne alındığında kentsel dönüşümün bir gereklilik olduğunu savunan Bayhan ekliyor:

“İstanbul’da büyük depremin yaratacağı hasar bir takım çalışmalarla ortaya koyuldu. Dolayısıyla eğer kentsel dönüşüme depreme karşı dayanıklı şehirleri inşa etmek adına bir yöntem olarak bakılıyorsa, evet gerekli. Sadece Bağdat Caddesi’ni değil İstanbul’un tamamını depreme hazırlamak gerekiyor. Ancak bugün geldiğimiz noktada deprem hazırlığının kentsel dönüşüm için bahane haline geldiğini, daha çok rant odaklı bir bakış açısının hakim olduğunu görüyoruz. Kentsel dönüşüm Bağdat Caddesi için gerekli ancak mevcut mahalle dokusunun korunması, nitelikli ve yaşanabilir mekânlar yaratılması, yapıların kültürel izler taşıyan öğelerine saygı duyulması, ekonomik rantın adil dağıtılması ve kamu yararına kullanılması koşuluyla…”

‘Kentsel dönüşüm yıkıp yenisini yapmak değildir’

İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası Şube Başkanı Füsun Sümer de Bahar Bayhan’la benzer görüşte: “Bağdat Caddesi hem şehirdeki mevcut konumunun getirdiği imkânlar hem de imar artışları nedeniyle müteahhitler için cazip hale geldi. Bu sayede İstanbul’da daha riskli pek çok bölge varken piyasa koşullarının da etkisiyle kentsel dönüşümde öncelik kazandı. Kentsel dönüşüm ve mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi İstanbul genelinde bir gerekliliktir; fakat bu bütün binaların yıkılıp yerlerine yeni binalar yapılmasının gerektiği anlamına gelmiyor.”

Şimdiye kadar kentsel dönüşüm süreci kapsamında yıkılmış olan binalardan bazılarının oldukça iyi mimarlık ve mühendislik desteği almış olmasına rağmen, binaların çoğunun durumu gözetilmeksizin yıkıldığını belirten Sümer, bu binaların sadece güçlendirilerek de korunmasının mümkün olabildiğini, fakat rant kaynaklı bakış açısından dolayı yıkılmasının tercih edildiğini ifade ediyor.

İnşaat Mühendisleri Odası olarak, ‘kentsel dönüşümün adının da gerektirdiği biçimde bir kent sorunu olarak ele alınmasını ve çözüm yollarının kent odaklı olarak aranması gerektiğini’ düşündüklerini belirten Sümer, “Kamunun veya yerel yönetimlerin öncülük ettiği büyük ölçekli dönüşüm projelerinde dahi sorunun bu boyutlarıyla ele alındığını, gerçek ve kalıcı çözümler arandığını söylemek zor. Kaldı ki genel uygulamada sürecin aktörlerinin ağırlıklı olarak ‘yapsatçı’ dediğimiz küçük müteahhitler olduğunu görüyoruz. Bu koşullarda zaten bahsettiğimiz başlıkların gündeme gelmesi de mümkün değil” diye özetliyor süreci.

Yeşil Gazete’ye konuşan KİPTAŞ Basın Müşaviri Ceren Korkmaz Özden de, bu konuda en çok talep aldıkları ilçelerden birinin Kadıköy olduğunu belirtiyor. Bunun sebeplerinden birinin mülk sahiplerinin rant algısı olabileceğini düşünen Özden, yine de tek sebebin bu olmadığına değiniyor. KİPTAŞ olarak imar hakkı vermeye yetkilerinin olmadığını ifade eden Özden, bu yetkinin Meclis’ten ya da Bakanlıktan geçmesi gerektiğini ekliyor.

Kentsel dönüşümden sağlanan rant ve dönüşümün sosyal yapıyı yozlaştırmasının yanı sıra, işin bir de mekanla ‘sürdürülebilir’ ahenk boyutu söz konusu. Sürdürülebilir Kentsel Gelişim olarak da tanımlayabileceğimiz Yeşil Kentsel Dönüşüm, Birleşmiş Milletler 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ve Paris Anlaşması gereği, Türkiye’nin de içinde yer aldığı uyumluluk sürecinin bir parçası.

Yeşil Kentsel Dönüşüm nedir? İstanbul’da ne kadar uygulanabilir?

“Yeşil kentsel dönüşüm”, “yeşil şehir” veya “eko-şehir” olarak da tanımlanabilen sürdürülebilir bir şehir, tasarımı, inşası ve işletimi açısından ekonomik, şehirde yaşayanların sosyal ve fiziki sağlığının yanında doğal hayatın korunmasına da öncelik veren bir kentsel yerleşim modeli olarak özetlenebilir.  1987’de hazırlanan Birleşmiş Milletler raporuna göre sürdürülebilirlik, gelecek nesillerin ihtiyaç duyacağı kaynaklardan ödün vermeden, günümüzün ihtiyaçlarını karşılayan gelişmeler bütünü olarak tanımlanıyor.

Bu tanıma uygun olarak sürdürülebilir kentsel gelişimde tarihi ve doğal dokunun korunması ilk sırada yer alırken, insan ve çevre odaklı bir yaklaşımla planlı ve programlı bir yerleşim hedefleniyor. Dağınık yerleşimin önüne geçilmesi, atıl alanların değerlendirilmesi ve yeşil alanlara yer ayrılması, projelerde en fazla önem verilen değerler olarak göze çarpıyor.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bölge ve Şehir Planlama Bölümü’nden Prof. Dr. Arzu Kocabaş, “Yeşil Sürdürülebilir Kentsel Dönüşüm: Kavramsal Çerçeve ve Uygulama Araçları” başlıklı makalesinde, Liverpool ve Londra örnekleri üzerinden, sürdürülebilir kentsel dönüşüm ve mahalle yenileşmesinin hem ekonomik gelişmeyi destekleyen hem de yoksul mahallelerde yaşayan insanların dönüşüm uygulamalarından faydalanmalarını sağlayan ikili bir yaklaşımı içerdiğini ortaya koyuyor:

“Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren küresel iklim dengesine kentlerin olumsuz etkisinin anlaşılmaya başlaması, tanım ve içeriği halen tartışmalı da olsa, sürdürülebilir kentsel gelişme kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Artık kentsel gelişmenin, karma kullanımı, bütünleşik ulaşım sistemini ve bütünleşik yeşil kentsel sistemi kapsayan sürdürülebilir planlama ve stratejik vizyon rehberliğinde gerçekleşmesi gerektiği kabul edilmektedir. Bu bağlamda, tarihi, kültürel ve çevresel kaynakları koruyan sürdürülebilir ve yaşanabilir toplumların oluşturulması için farklı kurgularda kamu, özel ve gönüllü sektör işbirlikleri zorunlu hale gelmiştir”

Dünyadaki örneklerin yanı sıra, buna yönelik bazı çalışmaları Türkiye’de de görmek mümkün. Örneğin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) ortak çalışması ile geliştirilen “Ulusal Yeşil Sertifika Sistemi”, kentlerin mevcut morfolojik yapısını göz ardı etmeden sürdürülebilir bir gelecek kurgulamayı hedefliyor. Bu sertifika sistemiyle sadece yapılı çevreyi değil, sosyo-ekonomik ve kültürel dinamikleri de göz önüne alan bir sertifika sistemi tanımlanmak istendiği belirtiliyor.

Bunun yanında, Ekolojik Mimari yaklaşımına duyulan ihtiyaçtan dolayı global sürdürülebilir bina çalışmalarını yaygınlaştırmak ve hız kazandırmak amacıyla, 1988 yılında kurulan Dünya Yeşil Bina Konseyi (World Green Building Council – WGBC) tarafından Türkiye’de ilk desteklenen girişim, Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği (ÇEDBİK). ÇEDBİK Genel Başkanı Mehmet Sami Kılıç, “yeşil binaları” ve bunlara duyulan ihtiyacı şöyle ifade ediyor: “İnsanların yaşayacağı ve çalışacağı yapıları inşa ederken doğal kaynakları sınırsızca kullanmamaları, çevreye olan etkilerini de düşünmeleri adına belli başlı kuralları Yeşil Bina sistemleri getiriyor. Bu kuralların bazıları enerjiyi, suyu verimli kullanmak gibi hem ekonomik hem de ekolojik anlamda avantajlar sağlarken, bazıları da içinde yaşanan binalarda daha sağlıklı, daha hijyenik ve konforlu bir ortam bulunmasını şart koşuyor.”

Tüm toplumların ve devletlerin dünyadaki iklim krizi tehlikesi konusunda hemfikir olduğunu belirten Kılıç, bu anlamda artık gayrimenkul sektörünün de yeşil, sürdürülebilir, enerji verimli binaları sorgulaması yerine bu konuda kendine düşeni yapması gerektiğini söylerken, yapmıyorsa da devletin ve kamu kurumlarının bunu zorunlu tutması, mevzuatın bu gereklilikleri karşılayacak standartlara kavuşturulmasının şart koşulması gerektiğini de sözlerine ekliyor.

‘Piyasa koşullarında gayrimenkul geliştirme’

Kentsel Strateji kurucu ortaklarından Faruk Göksu da yeşil dönüşümü ‘küresel krizlere karşı yeni bir arayış’ olarak tanımlıyor: “Başta İstanbul olmak üzere tüm kentlerimizde yapılan dönüşüm projelerinin temel özelliği ‘piyasa koşullarında gayrimenkul geliştirme’yaklaşımıdır. Bu yaklaşımla kaçınılmaz olarak kentlerimizde daha fazla imar hakları, daha az kamusal alanın olduğu çok yoğunluklu ve sürdürülebilir gelişme kriterlerini sağlamayan pek çok proje üretilmiştir.”

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ve Avrupa Birliği’nin Yeşil Anlaşma gibi öneri ve yaptırımların her alanda dönüşümün ilkelerini yeniden tasarlandığını belirten Göksu, Türkiye’de bu ilkelerin daha çok söylemde kaldığını ve projelerde uygulanmadığını belirtiyor:

“Yeşil dönüşüm arayışları özellikle Hollanda hükümeti ve belediyeleri tarafından gündeme alınmış ve yapılaşma konusunda ulaşılabilir hedefler konulmuştur.  “Simit Ekonomisi” yazarı Kate Raworth’un gündeme getirdiği yeni ekonomik modeli uygulayan Amsterdam Belediyesi’nin, döngüsel ekonomi için ortaya koyduğu taahhütler uygulanmaya başlamıştır. Bu çerçevede, başta karbon emisyonunu azaltmak ve sıfıra düşürmek üzere betonarme yapılaşma yerine yeni inşaat teknikleri arayışları üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Yeşil dönüşüm kapsamında özellikle yapı bazında yeşil sertifika uygulamalarını bulunmaktadır. Ancak, bu tür girişimler kapsamlı bir yeşil kentsel dönüşüm hareketi oluşturması yönünde yeterli değildir”

Kentsel Strateji olarak bu konuda 2013 yılında kamuoyuyla paylaştıkları “Yeşil Yol” projesi üzerine çalıştıklarını belirten Göksu, hem yeşil sistem tasarlanması hem de yeşil dönüşüm stratejilerinin geliştirilmesi adına yeni bir vizyona ihtiyaç duyulduğunu ifade ediyor:

“Yeşil Dönüşüm kapsamında hazırlanan Yeşil Yol projesinde; toplam 10 milyon m2’lik proje alanının yarısı olan 5.0 milyon m2 açık alan tasarlandı. Yeşil yol üzerinde olası deprem için tahliye ve toplanma alanları yaratıldı. Yeni ulaşım aksları kurgulandı. Projede, İstanbul’un vadileri ile su yolları keşfedildi, yeşil yolu ana omurga kabul eden kuzey-güney ve doğu-batı yönlerinde yeni yollarla bir mavi ve yeşil ağ oluşturuldu.”

Bakanlığın Yeşil Kalkınma Yolunda Türkiye projesi nedir?

Şehirlerde sürdürülebilir bir politika üretme, Türkiye’nin de bir süredir gündeminde. Geçtiğimiz şubat ayında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatının katılımıyla Antalya’da düzenlenen “Yeşil Kalkınma Yolunda Türkiye” temalı İstişare Toplantısı’nın ana gündemi “Yeşil Kalkınma Devrimi”ydi. Kurum, 972 ilçede başlayan projelerde, yatırım değeri 300 milyar lirayı aşan, 13 bin kalem çevre ve şehircilik yatırımı başlattıklarına değinmiş ve bakanlığın 2022 ve 2023 yıllarındaki “Yeşil Kalkınma” gündemini şöyle özetlemişti:

  • Ekolojik, doğal sermayemizi koruyarak güçlendirmek,
  • Yeşil inovasyonu, yeşil teknolojilerin kullanımını yaygınlaştırmak,
  • Bilim ve Sanayide düşük emisyonlu, yeşil endüstriyel üretimi arttırmak,
  • Enerjide, temiz enerji tekniklerini ve yenilenebilir enerji sistemlerini desteklemek,
  • Şehircilikte, gayrimenkul geliştirmede, öncelikle daha önce imara açılmış alanların kullanım oranını arttırmak,
  • Sürdürülebilir tarım uygulamalarını her zamankinden daha yüksek noktaya taşımak,
  • Şehircilikte, tüm imar planlarında yeşil alan kullanımını maksimum seviyeye çıkarmak,
  • Kentsel tüketimin ve atıkların azaltılmasını sağlamak,
  • Mevcut binaların yeşile dönüştürülmesi alanında, yeni bina tasarımları geliştirmek,
  • Binalarda su verimliliği çözümlerini, yeşil inşaat malzeme ve teknolojilerinin kullanımını en yüksek seviyeye çıkarmak.

Ancak, İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında hem doğrudan bakanlıklar hem de belediyeler ve inşaat işlerinin ihale edildiği müteahhit şirketler eliyle, kentsel dönüşüm adıyla yürütülen kentsel rant paylaşımının önüne geçilmesi, metinde ifade edilenlerle uygulanan politikalar arasındaki uçurum nedeniyle nedeniyle zor görünüyor.

Yeşil Gazete yazarı, kent plancısı Akın Atauz’ın kentsel rantın Türkiye kentlerini nasıl etkilediğine ilişkin şu tespitlerini hatırda tutmak gerekiyor:

  • Spekülatif manipülasyonlarla kentin doğal ve tarihsel verilerine özel çıkarlar için kullanmak üzere el koyan/ yağmalayan yaklaşımın kentin ekolojik dengelerini giderek bozması, su kaynakların, havasını kirletmesi vb. nedenlerle, kentin giderek daha sağlıksız ve zehirleyici, kronik hastalıkları çağıran bir yaşam ortamına dönüşmesi,
  • Kentin makro formunun spekülasyonun gereklerine göre biçimlenmesiyle kentsel yaşamın giderek zorlaşması ve (özellikle ulaşım altyapısının ve sisteminin) pahalılaşması,
  • Gelir dağılımında kentsel toprakların spekülasyonu ile bazı kesimlerin (sınıfın) giderek zenginleşmesi ve gelir farklarını uçurumlaştırabilecek düzeyde servet sahibi olması. Arazi fiyatlarının artışı nedeniyle alt orta sınıfların ve daha yoksul olanların/ kira ödemek zorunda olanların giderek artması ve daha yoksullaşması, sosyal olarak marjinalleşmesi/ mekansal olarak çeperlere doğru sürülmesi ve kentte yaşama maliyetinin yükselmesi,
  • Birbiriyle dayanışmacı değil rekabetçi bir ortamda karşılaşan kentlilerin/ bir toprak parçası mülkiyetine sahip olabilecek sınıfların kentte güvensiz-çatışmacı ve tekinsiz ortam yaratması,

gibi nedenlerle, yoksullaşmanın artması, kent yoksullarının kentteki yaşamının giderek zorlaşması, tekinsizleşmesi, sağlıksızlaşması ve pahalılaşması kaçınılmaz görünüyor.”

İmam Hatipliler Derneği’nin avukatı: Gülşen’e ceza verilmezse toplumda çatışma meydana gelir

Şarkıcı Gülşen Çolakoğlu’nun, bir konserde imam hatiplilerle ilgili kullandığı sözleri gerekçe gösterilerek, “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek” suçlamasıyla yargılandığı davanın ikinci duruşması bugün İstanbul 11. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Yıllardır atık deposu haline getirilen Küçükçekmece için tam koruma talebi

Küçükçekmece Lagününün Su Kalitesinin İzlenmesi” projesi, İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Deniz ve İçsu Kaynakları Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meriç Albay ve ekibi tarafından Haziran 2022’de başlatıldı. Projenin göldeki mevcut durumun ve kirlilik oranının tespitini içeren ilk etabının ocak ayında tamamlanması, nisanda da iyileştirme çalışmalarına başlanması planlanıyor. Albay, tam koruma alanı ilan edilmesi gerektiğini söylüyor.

AA’dan Gülseli Kenarlı’nın aktardığına göre; Albay, 1960’larda yılda 20 ton balık tutulan ve zengin bir biyoçeşitlilik barındıran Küçükçekçekmece Gölü’nün sulak bir alan olması ve kuşların göç yolu üzerinde bulunması nedeniyle önemli olduğunu, biyoçeşitlilik anlamında rezerv alanı olarak değerlendirilebilecekken yıllarca atık deposu gibi kullanıldığını ifade etti. Albay, şöyle devam etti:

“Göldeki biyolojik kirlilik ve ağır metal bakımından su kalitesi, şu anda olmaması gereken değerlere ulaştı. Biz burada çalışmaya karar verdik çünkü şehrin ortasında böyle bir su kaynağıyla birlikte yaşamak halk sağlığı bakımından risk taşıyor. Zaman zaman insan sağlığını tehdit eden zararlı alg artışları da oldu.”

Küçükçekmece Gölü afet yeri gibi: Ölü balıklar kıyıyı kapladı
Fotoğraf: AA

‘Çabuk hareket etmek gerek’

Küçükçekmece Gölü’nün en derin yerinin 18 metre olduğu, 5-6 metreden sonra oksijenin bitip anoksik gazların başladığı bilgisini veren Albay, bunun kötü bir durum olduğunu ifade etti. Albay, “Dipte biriken çamura baktık, maalesef yıllarca atık bırakmasak bile oradaki kirliliği 30 yıl besleyecek kadar atık birikmiş. Ağır metal, azot, fosfor, bütün kirleticiler orada duruyor. Artık biraz çabuk hareket etmek gerekiyor” dedi.

‘Tam koruma alanı ilan edilmeli’

Küçükçekmece Gölü’ne akan derelerin göle çok miktarda atık taşıdığına ve derelerle ilgili de çalışmalar yürüttüklerine değinen Albay, önceliklerinin gölü, derelerin atık yükünden ve dip çamurundan kurtarmak olduğunu vurguladı.

Havza çevresinde artan yapılaşmayı da bir başka sıkıntı olarak nitelendiren Albay, “Gelecek yıllarda eğer o lagünü kurtarmak istiyorsak belli bölümlerinin tam koruma alanı ilan edilmesi lazım. Aksi takdirde beton yükü devam ederse daha büyük sorunlar yaratacağını düşünüyorum” dedi.

Gölde artan tuz miktarının ekosistemde ciddi tahribat yaratabileceğinin altını çizen Albay, göldeki tatlı su miktarını artırmak için Sazlıdere Barajı‘ndan belli dönemlerde su bırakılması önerisinde bulundu.

İstanbul Küçükçekmece radyoaktif atık depolama tesisi

‘Balıkçılık yasaklanmalı’

Göldeki balık türü sayısının çok az olduğunu, zaman zaman farklı balık türleri görülmesine rağmen şu anda sadece kaya balıkları ve kefal bulunduğunu kaydeden Albay, Tarım ve Orman Bakanlığının ciddi bir önlem alarak balıkçılığı yasaklaması gerektiğini söyledi.

Küçükçekmece Gölü’nün eski güzel günlerini yakalamasının mümkün olduğu görüşünü paylaşan Albay, sözlerini şöyle tamamladı:

“Önlemler sıkı bir şekilde alınırsa en geç 10-15 yılda düzeleceğini tahmin ediyorum. Oradaki kuşların, ekosistemin yeniden kurulacağını, bir ekosistem müzesi gibi, insanlara canlı bir müze sunacağını düşünüyorum. Bu bir şans.”

Bir ilham kaynağı olarak ekofeminizm: Bakım Umurumuzda

Yeşil Düşünce Derneği, Yeşil Avrupa Vakfı ile yürüttüğü ‘Çevre ve Ekoloji Hareketinde Feministler’ projesi kapsamında, proje partnerlerinden Oikos’un yayınladığı ‘Bakım Umurumuzda: Bir İlham Kaynağı Olarak Ekofeminizm’ kitabını Türkçeye çevirdi ve yayınladı. Dernek bugün konuyla ilgili bir de buluşma gerçekleştirecek.

Dernek, ‘Bakım Umurumuzda: ‘Bir İlham Kaynağı Olarak Ekofeminizm’i Konuşuyoruz’ başlığıyla yayınlanan kitabın ardından, ‘bakım’ kavramını birlikte açmak, kavramı insan bakımı çerçevesinden çıkarıp, yeryüzü ve tüm ekolojik bileşenleri için genişletmek, Türkiye’de ve Avrupa’da bakım konusundaki güncel meseleleri de içerecek bir tartışma yürütmek üzere bir araya gelme çağrısında bulundu.

Kitabın yazarlarından Philsan Osman’ın ve İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa’dan Dr. Öğr. Üyesi Özge İzdeş’in de katılacağı bu etkinliğin moderatörlüğünü derneğin gönüllüsü ve kitabın çevirmeni Gizem Kastamonulu üstlenecek. Etkinlik bugün, saat 20.00 ile 22.00 saatleri aralığında gerçekleşecek Zoom üzerinden çevrimiçi gerçekleştirilecek. Etkinlik boyunca Türkçeye simültane çeviri de yapılacak.

Program:
  • Philsan Osman – ‘Bakım Umurumuzda: Bir İlham Kaynağı Olarak Ekofeminizm’
  • Dr. Öğr. Üyesi Özge İzdeş- ‘Çifte Bakım Yükü ve Bakım Verenin İstihdama Katılımına Etkisi’
  • Soru-Cevap ve Ortak Tartışma

Kanada’da tek kullanımlık plastik yasağı: Kademeli olarak uygulanacak

Kanada tek kullanımlık altı plastik kategorisini yasakladı. Yasak dün (20 Aralık) yürürlüğe girdi. Altı tek kullanımlık plastik kategorisi içerisinde poşetler, çatal bıçak, geri dönüştürülmesi zor plastiklerden yapılan yemek servisler, pipetler ve karıştırma çubukları bulunuyor.

Hükümet, 20 Aralık’tan itibaren tek kullanımlık plastik poşetlerin ithalatı ve üretimi yasağıyla birlikte yasakları aşamalı olarak uygulamaya koyacak; piyasada var olanların satışının tamamlanması ve bir mağduriyet yaşanmaması adına bu eşyaların satışına ilişkin yasak Aralık 2023’te yürürlüğe girecek.

Ancak sağlık veya erişilebilirlik nedenleriyle pipetlere ihtiyaç duyan kişilere plastik pipetlerin kullanımına izin verilecek. Bu istisnaya evde, sosyal ortamlarda veya hastanelerde, uzun süreli bakım tesisleri gibi sağlık hizmeti ortamlarında kullanımlar da dahil. Diğer tüm tek kullanımlık plastik pipet türlerine ise yasak gelmiş durumda.

Kanada bu yönde adım atan ilk ülke olacak

2025’in sonuna kadar hükümet, altı tek kullanımlık plastik kategorisinin tamamının ihracat amacıyla üretimini ve ithalatını yasaklamış olacak. Söz konusu yasaklama, gerçekleşmesi durumda, Kanada’yı uluslararası alanda bu yönde karar alan ve uygulayan ilk ülke konumuna getirecek.

Öte yandan birkaç plastik endüstrisi kuruluşu, yasaklara karşı olduklarını kaydetti. Haziran ayında, Kanada Kimya Endüstrisi Birliği (CIAC), yasakların genel plastik kirliliği sorununu ve tüketilmiş plastiklerin yönetimindeki sorunları çözmeyeceğini belirtti.

CIAC yetkilileri, “Yasaklar yerine, şu anda çöplüklere gönderilen sekiz milyar dolarlık plastik değerinden yararlanmak ve onları ekonomide yeniden dolaşıma sokmak için kompostlanabilirleri yönetmek için altyapı da dahil olmak üzere geri dönüşüm altyapısına ve yeniliğe yatırım yapmalıyız” dedi.

Washington D.C. merkezli Plastics Industry Association ise yasakların ABD-Kanada sınırının her iki tarafında da ekonomik sıkıntıya yol açacağına dikkat çekti.

Öte yandan söz konusu adımın tek kullanımlık plastiklerin kullanımını oldukça yüksek bir oranda düşürmesi bekleniyor.

Taliban, Afganistan’da kadınlara üniversiteyi de yasakladı

Taliban, Afganistan’da kadınların üniversite eğitimini de yasakladı. Karar uluslararası kamuoyunda kınanırken ülkedeki gençler için derin bir umutsuzluğa da yol açtı.

Taliban’ın Afganistan’daki kadınlara üniversitelere gitmeyi yasaklaması dün Yüksek Öğretim Bakanı tarafından duyuruldu ve hemen yürürlüğe gireceği bildirildi.

Taliban sadece üç ay önce binlerce kadının ülke genelinde çoğu ilde üniversite sınavlarına girmesine izin vermişti.

‣Taliban adında ‘özgürlük’ geçen radyoyu yayından kaldırdı
Kaynak: Reuters

Yasak, kadınları daha da kısıtlayan, liseden sonra kadınları eğitimden uzaklaştıran bir diğer karar oldu. Taliban’ın geçen yıl ülkede hakimiyet kurduğu Ağustos 2021’den beri kızlar zaten birçok lise tarafından dışlanmış, okula alınmamıştı.

BBC’nin aktardığına göre; Kabil Üniversitesi öğrencisi bir kadın “Beni geleceğime bağlayabilecek tek köprüyü yıktılar” dedi ve ekledi:

“Nasıl tepki verebilirim? Okuyup geleceğimi değiştirebileceğime veya hayatıma ışık getirebileceğime inandım ama onu yok ettiler.”

Bir diğer genç ise üniversite yasağıyla birlikte her şeyini kaybetmiş olduğunu, Şeriat İslam hukuku okuduğunu ve Taliban’ın emrinin İslam ve Allah’ın verdiği haklarla çeliştiğini söyledi.

Kaynak: AFP

Öte yandan uygun bir ortam sağlanana kadar kızların okula devamının askıya alınacağı, yakında böyle bir ortam sağlandığında kızların okula yeniden dönebileceği ve “vatandaşların endişelenmemesi gerektiği” belirtildi.

Ancak Mart 2022’de Taliban, kızlar için bazı liseleri yeniden açma sözü vermiş, ancak geri dönecekleri gün iptal etmişti.

Kasım 2022’de başkentte kadınların parklara, spor salonlarına ve hamamlara girmesi yasaklandı.

Türkiye de dahil birçok ülke Afganistan’da kadınların hayatını daha da karartan bu kararı kınadı.

BM’nin Afganistan Özel Raportörü, bunun “eşit eğitim hakkını daha da ihlal eden ve kadınların Afgan toplumundan silinmesini derinleştiren yeni bir düşük seviye” olduğunu söyledi.

Kaynak: EPA

ABD, böyle bir hareketin Taliban için sonuçları olacağını söyledi.

Batılı ülkeler, Taliban’ın resmi olarak Afganistan hükümeti olarak tanınması için, tüm yıl boyunca Taliban’dan kadınların eğitimini kötüye değil, iyi bir seviyeye getirmesini talep ediyor.

Taliban geçen yıl ABD’nin ülkeden çekilmesinin ardından iktidarı ele geçirdikten sonra daha yumuşak bir yönetim sözü vermişti. Ancak radikal İslamcılar, ülkedeki kadın hak ve özgürlüklerini geriletmeye devam etti.

Yunanistan’da artan doğal gaz fiyatları ağaçların sonu oldu

Yaşanan enerji kriziyle birlikte Yunanistan’da ev içi ısıtma için doğal gaz yerine oduna talep artmış durumda.

AFP’nin aktardığına göre; kuzey Yunanistan’da oduncular bu talebi karşılamak üzere gece gündüz çalışıyor.

Hâlâ ülkelerinin on yıldır süren ekonomik krizinin etkisinde olan pek çok Yunanlı, Rusya’nın Ukrayna işgalinin ardından yükselen enerji fiyatlarına ve yüzde sekizin üzerinde seyreden ulusal enflasyona karşı koymak için çaresiz durumda.

Kereste nakliyecisi Yannis Paligannis talepte artış yaşadıklarını belirtiyor ve ekliyor:

“İnsanlar ısınma araçlarını oduna çevirmeyi düşünüyor ama seneye ne olacak? Gelecek sene ahşabın benzinden daha pahalı olmayacağından kimse emin değil. Herkes temkinli.”

Şimdilik, bol miktarda yerel tedariğin olması, yakacak odunu, kış aylarında sıcaklıkların sıfır derecenin çok altına düştüğü Yunanistan’ın kuzeyinde en iyi seçenek haline getiriyor.

Aimilianos köyünden 60’lı yaşlarının sonlarında olan emekli Zisis Giakopoulos, “Buradaki insanlar yakacak odun için 300-400 Euro harcayarak kışı atlatabilirler, belki de kendileri taşıyıp keserlerse daha da ucuza getirebilirler” diyor.

Öte yandan, Yunan sigorta sitesi Pricefox tarafından yakın zamanda ortaya konan rakamlar, 80 metrekarelik bir dairenin kışı atlatabilmesi için benzin ücretine yaklaşık 650 avro, klimaya yaklaşık bin avro ve gazlı ısıtma için yaklaşık bin 300 avro harcaması gerektiğini gösterdi.

Paligiannis ise Yunanistan’da satılan yakacak odunun yüzde 70’inin Arnavutluk sınırına yakın bir dağlık bölge olan Grevena’dan geldiğini söylüyor.

34 yaşındaki oduncu Dimitris Basnas, “Enerji krizi nedeniyle geçen yıla göre daha fazla odun talebi var, ancak ormanı suistimal etmemeliyiz“ diye uyarıyor.

Yunanistan’da, Çevre Bakanlığına kayıtlı yaklaşık 8 bin 500 orman işçisi ile yaklaşık 270 kooperatif bulunuyor.

Her yıl orman yangınları yaşanan bir ülkede on yıldır eski olan ormancılık haritalarına göre, Yunanistan topraklarının yaklaşık yüzde 50’si orman örtüsünden oluşuyor.

Kesilen ağaç rakamları, geçen yıl yaklaşık 700 bin metreküplük bir kereste üretimi olduğunu gösteriyor. 2020’de bu rakam 720 bindi.

Ormanların kereste üretim alanı olarak kullanılması, biyolojik çeşitliliğe ve dolayısıyla iklim krizine olumsuz etkilere sebebiyet veriyor. Ormanlar ekosistemin bütünlüğünü koruma konusunda  öne çıkarken aynı zamanda iklim krizine karşı karbon yutak alanları olarak da kullanılıyor.