Ana Sayfa Blog Sayfa 654

Hollanda, kölelik tarihi için resmen özür diledi

Hollanda Başbakanı Mark Rutte, ülkesinin kölelik tarihi ve köle ticaretindeki rolü sebebiyle hükümeti adına resmi olarak özür diledi. Lahey‘deki Hollanda Milli Arşivleri’nde yapılan törende konuşan Rutte, “Yüzyıllar boyunca Hollanda devleti adına birçok kişi metalaştırıldı, sömürüldü ve kötü muamele gördü; insan onuru ayaklar altına alındı” dedi. 

 200 milyon Euro’luk fon

Köleliğin “insanlığa karşı suç” olduğunu belirten Rutte, “Milyonlarca insan bu suçun acısını çekti ve çekiyor. Hollanda kendi payına düşeni kabullenmeli” diye konuştu. Önceki hükümetlerin ülkenin kölelik tarihini kabullenmede eksik kaldığını belirten Başbakan “Hollanda hükümeti adına özür diliyorum” dedi; kölelik tarihine yönelik farkındalığı arttırmak için hükümetin 200 milyon euro’luk fon sağlayacağını vurguladı.

Rutte, özür konuşmasında, 19 Aralık tarihinin seçimine ilişkin eleştirilere, “Biliyoruz ki herkes için tek bir doğru tarih, doğru söz ve doğru yer yok” karşılığını verdi. Hollanda’da yaşayan Surinamlılar, ülkenin köleliğe ilişkin özrünün ‘aceleci ve dayatmacı’ olduğu gerekçesiyle tepki göstererek, 19 Aralık tarihinin, köleliğin resmi olarak yasaklandığı 1 Temmuz’a değiştirilmesi için mahkemeye başvurmuş ancak başvuruları kabul edilmemişti. Hollanda’da yaşayan Surinamlılara ait vakıflar adına davayı açan avukat Joancy Breeveld, “Müvekkillerim, özrün bir defa yapılan bir şey olduğu için düzgün ve daha uygun şekilde yapılmasını istiyor” demişti.

Eski sömürgelere elçiler

Hollanda hükümetinin resmi internet sitesinden yapılan açıklamada resmi özrün ardından kabinedeki yedi bakanın Surinam ve Hollanda’nın Karayipler‘deki eski sömürgelerine giderek, Rutte’nin özrünü buradaki yöneticilerle ve sivil toplumun liderleriyle görüştüğü belirtildi.

1 Temmuz 1863’te Surinam ve Hollanda Antilleri’ndeki kolonilerde köleliğin kaldırılması için Amsterdam’da yapılan törenlere bu ülkelerin yerli halkı da katılıyor. 

Buna göre, Yasaları Koruma Bakanı Frank Weerwind’in Surinam’ın başkenti Parambino, Göçten Sorumlu Devlet Bakanı Van der Burg, Aruba, Sosyal İşler ve Çalışma Bakanı Karien van Gennip, Bonaire, Kraliyet ilişkilerinden sorumlu Devlet Bakanı Alexandra van HuffelenKuraçao, Maliyeden sorumlu Devlet Bakanı Marnix van Rij, Sint Eustatius, Refah ve Spordan sorumlu Devlet Bakanı Maarten van Oooijen, Saba, Sağlık Bakanı Ernst Kuipers ise Sint Marteen Adası’ndaki yetkililer ve sivil toplum temsilcilerine Hollanda’nın resmi özrünü iletti.

Aşırı sağcı milletvekili: Özür için özür diliyorum

Sint Maarten Başbakanı Silveria Jacobs, Hollanda’nın özrünü, “görüşleri alınmadığı” ve “tazminat ödenmeyeceği” gerekçesiyle kabul etmeyeceklerini açıklarken, Hollandalı milletvekillerinin çoğu hükümetin özür dilenmesini olumlu karşıladı.

Hollanda’nın özür dilemesinden rahatsız olan Özgürlük Partisi başkanı, İslamofobik ve aşırı sağcı Hollandalı siyasetçi Geert Wilders ise Twitter’dan “Rutte’nin özürü sebebiyle özür diliyorum” paylaşımını yaptı.

Ülkede Amsterdam, Rotterdam, Utrecht ve Lahey gibi büyük şehirlerin yanı sıra Hollanda Merkez Bankası, ABN Amro gibi kurumlar da kölelik tarihindeki rolleri sebebiyle özür dilediklerini açıklamıştı.

Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Aboutaleb, köleliğin kaldırılması anısına her yıl Rotterdam’daki heykelin önüne çelenk bırakıyor. 

2023’ün Hollanda’da köleliğin kaldırılışının 150. yılı olması sebebiyle “kölelik anma yılı” ilan edilmesi düşünülüyor. Güney Amerika ve Afrika’nın kıyı kesimlerinde sömürge yönetimi kuran Hollanda, 16. yüzyılın sonlarında “Transatlantik” bölgesinde köle ticaretine başlamış ve “altın çağı”nı yaşadığı 17. yüzyılın ortasında Güney Amerika-Avrupa arasındaki köle ticaretinin en önemli aktörlerinden biri olduktan sonra 1 Temmuz 1863’te köle ticaretini resmen yasaklamıştı.

Belçika özür dileyemedi

Belçika’da ise dünkü meclis komisyonunda, ırkçılık karşıtı gösterilerden sonra kurulan parlamento komisyonunun hazırladığı teklif kabul görmedi. Komisyon, ırkçılıkla mücadele ve ülkenin sömürge geçmişiyle ilgili iki yılda 300’den fazla toplantı düzenlemiş, iki uzman raporu hazırlatmış ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Ruanda ve Burundi gibi ülkelere misyonlar göndermişti. 

Ülkenin siyasi partilerinden Liberaller ve Hristiyan Demokratlar, teklifin özellikle özür içeren kısmına karşı çıkarak komisyon oturumunu terk etti. Bu iki partinin milletvekilleri oturumu terk edince oylama için gerekli çoğunluk sağlanamadı.

Belçika’nın sömürge geçmişiyle yüzleşmesi için hazırlanan 128 maddelik teklif, bir anma günü ve sömürge geçmişi yılı ilan edilmesi, özellikle ‘hayvanat bahçesinde sergilenir gibi halka sergilenen siyahlar’ gibi sömürge geçmişi mağdurları için anıt dikilmesi, arşivlerin taranması ve sınıflandırılması, bu konuda çalışmalara burs sağlanması, ırkçılık karşıtı ulusal eylem planı oluşturulması gibi başlıkları içeriyordu.

2023 yılı daha sıcak olacak

Büyük Britanya’nın meteoroloji kurumu Met Office‘e göre, 2023 yılında sıcaklıklar fazlasıyla artacak.

Tahminler, küresel sıcaklığın on yıl boyunca ortalamanın en az bir derecenin üzerinde olacağını gösteriyor.

Met Office, La Niña  hava akımı olarak bilinen ve soğutma etkisi yaratan döngünün üç yıl boyunca süreceğini ancak sonrasında biteceğini açıkladı.

Ayrıca, insan kaynaklı iklim değişikliğinin meydana getirdiği ısınma etkisine de dikkat çekildi.

‣Araştırma: Küresel ısınma La Niña ve El Niño olaylarını daha güçlü hale getirecek

‣Atlantik akıntısının yavaşlaması dünyayı La Niña atmosferine sokuyor

Hükümetlerden emisyonu azaltma sözü

Hükümetler, iklim değişikliğinin kötü etkilerinden kaçınmak için sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutmak için emisyonları azaltma sözü verdi.

Kayıtların başladığı 1850’den bu yana en sıcak yıl olarak tarihe geçen zaman 2016 yılıydı. Meteorologlar El Niño olarak bilinen ekstrem okyanus-atmosfer olayının buna neden olduğunu belirtmişti.

Gelecek yıl La Niña’nın etkisi azalacak

Met Office’den Prof. Adam Scaife, “Gelecek yıl, La Niña’nın etkisi azalacak. Bundan dolayı 2023 itibariyle ısınma oranı artacak.”

2022’de, kırk derecenin üzerinde kaydedilen sıcaklıklar dünyanın birçok yerinde rekor kırdı.

Orman yangınları, Avrupa ve Avustralya‘nın bazı bölgelerini vurdu. Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerde sıcaklıklar 51 dereceye ulaştı.

Bilim insanları, artan sıcaklıkların insanlar ve doğa üzerinde daha fazla kuraklık, çölleşme ve hastalık yaratacağını belirtiyor.

AB anlaştı: Doğal gaza tavan fiyat

Avrupa Birliği (AB) enerji bakanları, enerji krizine karşı alınacak önlemleri ve doğalgaza uygulanacak tavan fiyatı görüşmek üzere dün Belçika‘nın başkenti Brüksel‘de bir araya geldi.

Toplantıda, bakanlar vatandaşları ve ekonomiyi aşırı yüksek gaz fiyatlarına karşı korumak için geçici bir piyasa mekanizması için anlaşmaya vardı. Buna göre, doğalgaza megavatsaat başına 180 Euro (3 bin 557 TL) tavan fiyat uygulanacak.

Tavan fiyat uygulaması, Avrupa’da derinliği en fazla olan Hollanda merkezli sanal doğalgaz ticaret noktası TTF‘de işlem gören vadeli gaz kontratının üç iş günü boyunca 180 Euro’yu aşması ve aynı dönemde Avrupa’da sıvılaştırılmış doğalgazın (LNG) megavatsaat fiyatının küresel piyasalarda 35 Euro’nun üzerine çıkması durumunda yürürlüğe girecek.

AB Dönem Başkanı Çekya‘nın Sanayi Bakanı Jozef Sikela sabit bir tavan fiyatın olmadığını “dinamik bir üst sınırın” söz konusu olduğunu söyledi.

15 şubat’ta yürürlüğe giriyor

AB, uygulamayla “enerji arz güvenliğini, finansal piyasaların istikrarını ve Avrupa’da dünya piyasa fiyatlarını yansıtmayan gaz fiyatındaki aşırı dalgalanmaları sınırlamayı” amaçlıyor.

Söz konusu mekanizma 15 Şubat 2023 tarihinde yürürlüğe girecek ve AB Enerji Düzenleyicileri İşbirliği Ajansı piyasaları sürekli olarak izleyerek gerekli bildirimleri yayımlayacak.

Doğalgaza tavan fiyat uygulaması, gaz talebinin bir ayda yüzde 15 veya 2 ayda yüzde 10 artması, LNG ithalatının önemli ölçüde azalması veya TTF’de işlem gören gaz miktarının geçen yılın aynı dönemine göre önemli ölçüde düşmesi durumunda ise askıya alınacak.

Ne olmuştu?

AB Komisyonu, geçen ay piyasalardaki gaz fiyatlarına “tavan fiyat” olarak bilinen bir düzeltme mekanizması uygulanması teklifinde bulunmuştu. Plan, Avrupa’da derinliği en fazla olan Hollanda merkezli sanal doğal gaz ticaret noktası TTF’de işlem gören vadeli gaz kontratının iki hafta boyunca 275 euroyu aşması ve Avrupa’da sıvılaştırılmış doğal gazın (LNG) megavatsaat fiyatının küresel piyasaların 58 euro üzerine çıkması durumunda yürürlüğe girecekti.

AB Dönem Başkanı Çekya’nın üye ülkeler arasında uzlaşı sağlamak için hazırladığı son teklif ise, doğalgaz fiyatının megavatsaat başına 188 euroyu 3 gün boyunca aşması ve küresel LNG fiyatlarıyla farkın da 35 euro olması durumunda tavan fiyatın devreye girmesini içeriyordu.

AB’nin doğal gaz faturası 250 milyar Euro daha yükselecek
Putin: Türkiye’de büyük bir doğal gaz merkezi kurabiliriz

Fransa, Belçika ve İtalya‘nın hayata geçirmek istediği tavan fiyat uygulamasına Almanya, Hollanda, Avusturya, Danimarka ve Macaristan gibi ülkeler mesafeli yaklaşıyor, bunun Avrupa’ya gaz tedarikini azaltmasından çekiniyordu.

Alman hükümeti tavan fiyat uygulamasıyla birlikte üretici ülkelerin gazını Asya pazarlarına satabileceği ve Avrupa’ya sıvılaştırılmış doğal gaz sevkiyatının da durabileceği endişesi taşıyordu. Almanya Ekonomi Bakanı Robert Habeck Brüksel’de toplantı öncesi yaptığı açıklamada “Kaygılarımızın bir temeli var” diyerek “Şimdiye kadar piyasaya yapılan müdahalelerden biliyoruz ki son derece dikkatli olmak zorundayız, kaş yapalım derken göz çıkarmamalıyız” dedi. Habeck uzlaşmaya varılmasının ardından ise “Şimdi önceden kestirilemeyecek sonuçları belirgin bir biçimde azaltan birçok araç tanımladık” diyerek acil durumlarda mekanizmanın devre dışı bırakılabileceğini kaydetti.

Avrupa Birliği’nin aldığı karara Moskova‘dan tepki geldi. Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov Rus haber ajansı TASS‘a yaptığı açıklamada “Bu, piyasa fiyat belirleme süreçlerinin ihlalidir” diyerek her türden tavan fiyat uygulamasının “kabul edilemez” olduğunu söyledi.

 

 

[İnsan kaynaklı çevre yıkımlarında bugün] Tarihin en ölümcül barış zamanı deniz kazası: Dona Paz

Dünya denizcilik tarihinin en ölümcül barış zamanı kazası, MT Vektor isimli bir petrol yüklü tankerle MV Doña Paz isimli yolcu gemisinin 20 Aralık 1987 tarihinde çarpışması sonucu, günümüzden 35 yıl önce bugün oldu. Kazada her iki gemidekilerden tahminen 4 bin 386 kişi öldü.

Yolculuğu 22 saat sürse de geminin, bizim ülkemizde sıkça tanık olduğumuz bir dolmuştan ya da tıka basa dolu bir halk otobüsünden vb. farkı yoktu.

1987’deki siyasi ve coğrafi altyapı

Birazdan anlatacağımız ihmaller zincirini vb. (608 yolcu kapasiteli olarak denize indirilen ve geçirdiği yangında hukuken tam bir iskelet haline döndüğü belgelenen geminin nasıl 1518 yolcu ve 66 denizci kapasitesinde bir yolcu feribotu haline dönüşüp taşımacılık ruhsatı alabildiğini ve bu haliyle nasıl kapasitesinin iki katından fazla yolcu listesine girmeyen dört yaş altı biletsiz çocuklarla birlikte resmi ölü sayısından hesaplanan yolcu sayısının üç katı; ilk denize indirilen haline göre ise yaklaşık altı buçuk katı olduğu tahmin ediliyor) anlamak için, Filipinler Cumhuriyeti’nin 1987’deki siyasi altyapısını ve coğrafi vb. durumunu bilmek gerekir.

Filipinler, bugünkü Türkiye’nin bugünü gibi başkanlık sistemiyle yönetilen demokratik bir anayasal cumhuriyettir. Ülke, Büyük Okyanus’la Hint Okyanusu’nun birleştiği coğrafyada toplam yüzölçümü 342 bin 353 km2 olan (Türkiye’nin yüzde 43,7’si) Luzon, Visyas ve Mindanao isimli üç ana coğrafi kara parçası ile birlikte irili ufaklı 7 bin 641 adet ada ve adacıktan oluşur.

Filipinler, 36 bin 289 kilometrelik kıyı şeridiyle dünyanın en uzun kıyı şeridine sahip beşinci ülkesidir. Ülke, 106,6 milyonu aşan nüfusuyla (2020 tahmini) dünyanın en çok nüfusuna sahip 12. ülkesidir. 336/km2 olan nüfus yoğunluğu, Türkiye’nin yaklaşık üç katıdır. Ülke, Pasifik Deprem Kuşağı’nın ve şiddetli kasırgalar kuşağının üzerinde bulunduğu için takımadalarda sıkça sismik ve volkanik faaliyetler ve şiddetli tayfunlar görülmektedir.

Filipinlerdeki 7,8 büyüklüğündeki 1990 Luzon depreminde bin 621 kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. 1991’de Pinatubo volkanik bir patlamasında 874 kişiyi öldü ve Orta Luzon’daki tarım arazilerinin uzun vadeli yaygın bir şekilde tahrip olmasına neden oldu.

Patlama 1991-1993 arasında 0,50C derece küresel soğumaya neden oldu. Filipinler ekonomisine büyük zarar verdi. O zamanlar Filipin tarihindeki en ölümcül tayfun olarak kabul edilen 1 Kasım 1991’deki Tropikal Fırtına Thelma (Uring) tayfunu, Ormoc şehrinde büyük bir sele neden oldu ve olayda yaklaşık beş bin kişi öldü.

Filipinler çok kökenli ve mozaik kültürlü bir demografik yapıya sahiptir. Ülke, tarihi boyunca süren Çinliler ile Malay, Hint ve İslami kökenli hanedanlıkların egemenlik savaşlarından sonra 1521’de Filipinler, 300 yıldan daha fazla bir süre, İspanyol İmparatorluğu’nun sömürgesi olmuştur.

Bir çocuk ağlarsa dağ başında
Gözyaşında Amerika akar.
Vurdularsa birini, kanı şorladıysa
Bilin ki o kurşunlarda Amerika var.

Cahit Külebi

19. yüzyılın bitimiyle son dönemlerinde; hızla genişleyen Filipin Halk Uyanış Hareketi sonucunda ilk Filipin Cumhuriyeti (1899) kurulmuştur. Ancak bu devlet uzun ömürlü olmamış; Filipinlilerin bağımsızlık isteğine karşı ABD, ülkeye savaş ilan etmiştir. Filipinler-Amerikan Savaşı, ABD’nin kesin galibiyeti ile sonuçlanmış (1902); savaşta yaklaşık 1,5 milyon Filipinli ölmüştür. Bunu takip eden yıllarda, ülke Japonya’nın işgaline (1941-1945) uğramıştır. Ancak ABD, 1945’e kadar takımadalardaki egemenliği yeniden sağlamıştır.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Filipinler’in bağımsızlığı dünya devletleri tarafından tanınmıştır. Bu zamandan beri, ülke, kargaşalı bir demokrasi deneyimi sürecine girilmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısında ülkedeki demokratik düzen bozulmuş ve 1965’de Ferdinand Marcos, ülkedeki tüm gücü ele geçirmiştir. 1965-1986 arasında kurduğu otoriter rejim, yolsuzluklar ve baskı uygulamaları nedeniyle Marcos, büyük tepki uyandırmıştır.

21 Ağustos 1983’te, muhalif liderlerden Benigno Aquino Jr.’nun öldürülmesinden sonra, eşi Maria Corazon Aquino, muhalefet cephesinin başına geçmiş ve Marcos’a karşı 1986 devlet başkanlığı seçimlerinde aday olmuştur.

Marcos, kazandığını açıklasa da muhalefet seçim sonuçlarının şaibeli olduğunu iddia etmiştir. Bunun üzerine halk sokaklara çıkmış ve Halkın Gücü Devrimi olarak bilinen olaylar sonucunda; Marcos rejimi devrilmiştir. Corazón Aquino, ülkenin yeni ve Filipinler’in ilk kadın devlet başkanı olmuştur.

1986’da ortaya çıkan reform hareketlerinden sonra; demokrasinin geri getirilmesi, ulusal borçların azaltılması ve yolsuzlukların önlenmesi için mücadele verilmiştir. Bunun yanında yeni rejimi devirmek için düzenlenen darbe girişimi engellenmiş, Moro’daki ayrılıkçı milislerle mücadele edilmiş, 4 bin 386 kişinin ölümüyle sonuçlanan MV Doña Paz feribot kazasının yaraları sarılmaya çalışılmış ve yeniden canlanan Komünist hareketlerin etkinliği azaltılmıştır.

Aquino, doğal afetlerle ve elektrik kesintileri ile dolu altı yıllık anayasal iktidar döneminin sonunda, 30 Haziran 1992’de resmen ve barışçıl bir şekilde iktidarı Fidel Ramos‘a devretti ve devlet tarafından verilen lüks taşıt yerine satın aldığı basit bir otomobil ile devir-teslim töreninden sıradan bir vatandaş gibi ayrıldı.

Doña Paz’ın öyküsü

1963’te Himeyuri Maru adıyla 608 yolcu kapasiteli olarak denize indirilen gemi, Ekim 1975’te Sulpicio Lines tarafından satın alındı ​​ve Don Sulpicio adını aldı. Haziran 1979’da çıkan bir yangından sonra yenilenen geminin adı Doña Paz olarak değiştirildi.

5 Haziran 1979’da, her zamanki Manila-Cebu yolculuğunda iken çıkan yangında gemi (Don Sulpicio) tamamen yandı. Gemideki bin 164 kişinin tamamı kurtarıldı, ancak gemi karaya oturdu ve hukuken tam bir iskelete döndüğü ilan edildi. Buna rağmen geminin enkazı, Sulpicio Lines tarafından sigortacılardan geri satın alındı ​​ve onarıldı. Yapısal değişiklikler yapıldı. 93 m uzunluğunda ve 13,6 m genişliğinde 1518 yolcu ve 66 denizci kapasitesinde bir yolcu feribotu oldu ve Doña Paz adıyla Manila-Tacloban rotasında haftada iki kez sefer yaparak hizmete döndü.

Kaza nasıl oldu?

20 Aralık 1987’de Filipin Standart Saati ile 06:30’da Doña Paz, Manila’ya gitmek üzere Tacloban Adası’nın Leyte Limanı’ndan ayrıldı ve Catbalogan’ın Samar limanında mola verdi. Kaptan Eusebio Nazareno komutasındaki gemi, ertesi gün saat 04:00’te Manila’ya varacaktı. En son saat 20.00 sıralarında telsiz bağlantısı kurduğu bildirildi. Ancak sonraki raporlar, Doña Paz’ın telsizinin olmadığını gösterdi.

Yaklaşık 22:30’da feribot, Marinduque yakınlarındaki Tablas Boğazı boyunca Dumali Point‘teydi. Hayatta kalan biri daha sonra o gece denizde havanın açık olduğunu ancak denizin dalgalı olduğunu söyledi. Yolcuların çoğu uykudayken, Doña Paz, Bataan’dan Masbate’ye giden 1.041 ton benzin ve diğer akaryakıtlar yüklü MT Vektor tankeri ile çarpıştı.

Çarpışmanın ardından Vektor ‘deki akaryakıt tutuştu ve büyük bir patlamayla Doña Paz ‘a sıçrayarak geminin her yerine hızla yayılan bir yangına ve gemide paniğe neden oldu. Geminin etrafındaki deniz de alevler içinde kaldı.

Hayatta kalan bir başka tanık, çarpışmadan dakikalar sonra gemideki ışıkların söndüğünü, Doña Paz’da can yeleği bulunmadığını ve mürettebatın da diğer yolcularla birlikte panik içinde ortalıkta koşturduğunu, denizcilerden hiçbirinin herhangi bir emir vermediğini veya yolcuları organize etmek için herhangi bir girişimde bulunmadığını ve can yeleği dolaplarının kilitli olduğu söylendi.

Hayatta kalanlar gemiden atlamaya ve geminin etrafındaki alevli sularda yanmış bedenler arasında yüzmeye zorlandı. Çarpışmadan sonraki iki saat içinde Doña Paz, dört saat içinde Vektor; Tablas Boğazı’nda yaklaşık 545 m. suda battı.

Kurtarma

O sırada adalar arasında geçen MS Don Claudio isimli bir gemideki gemiciler, iki geminin patlamasına tanık oldu ve bir saat sonra Doña Paz ‘dan sağ kurtulanları buldu. İkisi Vektor’ün denizcisi olan sadece 26 kişi sağ kurtarıldı. Doña Paz’dan kurtulan 24 kişinin en genci 6, diğeri 14 yaşındaki iki yolcuydu. Hayatta kalanların çoğunun vücudunda alevli sulara atlamaktan dolayı yanıklar vardı.

Ölenlerin 78’i her iki geminin denizcileriydi. Doña Paz mürettebatından hiçbiri hayatta kalmadı. Filipin denizcilik yetkililerinin kazayı öğrenmesinin sekiz saat ve arama-kurtarma operasyonlarını başlatmasının sekiz saat daha sürdüğü bildirildi.

Filipin Sahil Güvenlik yetkililerinin soruşturmasına göre: Çarpışma anında Doña Paz’ın kaptan köprüsünde sadece acemi bir denizci vardı, kaptan ve diğer görevliler dinlenme odalarında film veya TV seyrediyorlardı. Hayatta kalanlar, Doña Paz’ın dört bin kadar yolcu taşımış olmasının mümkün olduğunu çünkü koridorlarda, tekne güvertelerinde ve ranzaların üzerlerinde üç veya dört kişi birlikte uyuyan yolcular gördüklerini söylediler.

Kayıplar

Sulpicio Lines tarafından yapılan ilk duyuruda, resmi yolcu listesine göre, Doña Paz ‘da 1.493 yolcu ve 59 denizci vardı Sulpicio Lines’a göre feribot bin 424 yolcu taşıyabilirdi. 23 Aralık 1987’de yayınlanan gözden geçirilmiş bir yolcu listesi, Doña Paz ‘da bin 583 yolcu ve 58 denizciden başka, Tacloban’da 675 kişinin ve Catbalogan’da 908 kişinin gemiye bindiğini gösterdi.

Görünürde gemide 3 bin 166 yolcu vardı. Bununla birlikte, Sulpicio Lines’ın kimliği belirsiz bir yetkilisi, United Press International’a (UPI), Noel sezonu olduğu için biletlerin genellikle gemide yasa dışı yollardan daha ucuza satın alındığını ve bu yolcuların yolcu listesine yazılmadığını söyledi.

Aynı yetkili, ücretsiz bilet sahiplerinin ve ödeme yapmayan dört yaşından küçük çocukların da listelenmediğini de sözlerine ekledi. Bu sözlerin doğruluk payı var zira, kazadan beş gün sonra gemide bulunan ve yolcu oldukları tespit edilen 21 cesetten sadece biri resmi yolcu listesinde kayıtlıydı.

Hayatta kalan 24 yolcudan ise, sadece beşi yolcu listesinde görülüyordu. Tahmini ölü sayısına dayalı hesaplamalarımıza göre, Dona Paz’daki tahmini 4 bin 317 yolcudan 4 bin 341’i kazada hayatını kaybetti. Kayıp kişilerin feribotta olduğuna inandıkları akrabaları ve arkadaşlarından sağlanan bir isim listesine kazada en az iki bin yolcunun yolcu listesinde kayıtlı olmadığı tahmin ediliyor.

Kazanın popüler kültüre yansıması

National Geographic Channel-Asia, 25 Ağustos 2009’da MV Doña Paz hakkında Asia’s Titanic (Asya’nın Titanik’i) adlı bir belgeselin prömiyerini yaptı.

Filipinli TV sunucusu Arnold Clavio tarafından 2009-2010 döneminde GMA Network’ün belgesel dizisi Case Unclosed’da (Kapanmamış Dosya) olayı konu aldı.

2018’de trajedi olaylarından esinlenen Aurora adlı bir korku filmi yayınlandı.

Son ihmal

Leyte Adası’ndan Filipinler’in başkenti Manila’ya seyahat eden Doña Paz ciddi şekilde aşırı kalabalıktı ve yolcu listesinde listelenmeyen en az iki bin fazla yolcu vardı.

Gemide telsizin olmadığı ve can yeleklerinin kilitli olduğu iddia edildi. Ancak resmi suçlama Vektor tankerine yöneltildi. Çünkü, Doña Paz’a çarpan Vektor: Lisansı, gözcüsü veya kalifiye bir kaptanı olmadan ve denize çıkmaya elverişli olmadığı halde çalışıyordu. Bununla birlikte fizik bilgilerimiz bizi, 608 yolcu taşımak için yapılmış ve tamamen yanmış bir gemiye nasıl tekrar iki mislinden fazla (1518 kişi) kapasiteyle yolcu taşıma izni verildiğini ve sonuç olarak nasıl 4 bin 412 yolcu alınabildiğini sorgulatmaya itiyor.

Kaza, tahminen 4 bin 386 kişinin ölümü ve hayatta kalan sadece 26 kişiyle, tarihteki en ölümcül barış zamanı deniz yıkımı olmaya devam ediyor.
Kaza, Marcos’un 21 yıllık baskıcı iktidarından yaklaşık bir yıl sonra oldu. Hukukun üstün olmadığı baskıcı rejimlerin fazla para kazanma hırsı, rüşvet, denetimsizlik vb. skandallarla dolu sonuçlarının neye varacağını bilmek ve ülkemiz için çıkarımlar yapmak gerek.

Kaynaklar

1. https://www.wikiwand.com/en/MV_Do%C3%B1a_Paz
2. https://www.wikiwand.com/tr/Filipinler
3. https://www.wikiwand.com/en/1991_eruption_of_Mount_Pinatubo
4. https://www.wikiwand.com/en/Corazon_Aquino#Presidency

Borsanın devleri iklimde sınıfta kaldı: Yalnızca altısının net sıfır için hedef tarihi var

İklim İçin 350 Derneği ve Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFIA), Borsa İstanbul’da işlem gören ilk 30 şirketin (BIST 30) iklim değişikliğine yaklaşımını inceledi. “BIST 30 Firmalarının Görünümü” adlı rapora göre, şirketlerin hemen hemen hiçbiri iklim değişikliğiyle mücadele için yeterli çaba göstermiyor.

Raporda, Borsa İstanbul’da işlem gören, hem işlem hacmi hem de piyasa değeri en yüksek 30 şirketin oluşturduğu BIST 30’da yer alan bankacılık harici 25 şirketin iklim değişikliğine yaklaşımı ‘fosil yakıt varlıkları/yatırımları’, ‘temiz enerji yatırımları’, ‘Net Sıfır‘, ‘karbon ayak izi’ ve ‘Karbon Nötr için hedef belirlenmesi’, ‘ESG (Çevresel, Sosyal, Yönetişimsel uygulamalar)’ ve benzeri diğer derecelendirmeler dahil olmak üzere beş kriterde değerlendirildi.

BIST-30’da sadece altı şirketin net sıfır için hedef tarihi var

Araştırmaya göre, incelenen 25 şirketten yalnızca altısının (Arçelik, Sabancı Holding, Aselsan, Vestel, Şişecam ve Pegasus) net sıfır için hedef tarihi bulunuyor.

Bu şirketler belirli bir tarihte, enerji verimliliği, elektrifikasyon ve yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak gibi seçeneklerle emisyonlarını net sıfır seviyesine indirmeyi hedefliyor.

Öte yandan, yine bu 25 şirket arasından yalnızca 11 şirketin (Arçelik, THY, Ford Otomotiv, Sasa Polyester, Aselsan, Turkcell, Tekfen, Tofaş, TÜPRAŞ, Pegasus ve Koç Holding) de karbon nötr için hedef tarihi bulunduğu belirtiliyor. Yani bu şirketler sebep oldukları toplam emisyon ile, çevreci yatırımları sayesinde telafi ettikleri emisyon miktarını dengelemeyi hedefliyor.

Diğer yandan, şirketlerin çevresel, sosyal ve yönetişimsel anlamda attığı adımları değerlendiren ESG derecelendirmesinde yalnızca iki şirketin ESG skoru özelinde düşük riskli olduğu, 12 şirketin ise orta riskli olduğu ortaya koyuluyor.

‘Borsanın en büyük 25 şirketinin yüzde 92’si ciddi risklerle karşı karşıya’

Yüksek ve ciddi yüksek ESG skoru alan şirket sayısı ise 11. Yani yüksek ve ciddi yüksek riskli şirket oranı yüzde 44 iken düşük riskli şirket oranı yalnızca yüzde sekiz. Başka bir deyişle raporda, borsanın en büyük 25 şirketinin yüzde 92’sinin çevresel ve sosyal açıdan ciddi risklerle karşı karşıya olduğu söylenebilir.

Fotoğraf: AA

İklim için 350 Derneği Türkiye Koordinatörü Efe Baysal, “İklim değişikliğiyle küresel mücadelede en önemli adımlardan olan Paris Anlaşması’na taraf olan Türkiye, 2053 yılı için net-sıfır emisyona ulaşma hedefini açıkladı. Türkiye’nin bu hedefini yakalayabilmesi için hızlı bir emisyon azaltım patikası izlemesi gerektiği oldukça açıkken, Türkiye’nin en büyük şirketlerinin bu patikanın çok uzağında ilerlediğini görmek üzücü. Raporumuz, iklim değişikliğiyle gerçek anlamda mücadele için kamu sektörünün yanı sıra özel sektörün de acilen üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerektiğini gösteriyor” dedi.

Raporda ayrıca, ihracatının yaklaşık yarısını AB ülkelerine gerçekleştiren Türkiye için önemli bir rekabet potansiyeli taşıyan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) da ele alınıyor.

Rapora göre, AB Sınırda Karbon Vergisi Mekanizması’ndan doğrudan etkilenecek dört şirket dikkati çekiyor: Demir-çelik sektöründen Erdemir ve Kardemir ile gübre sektöründen Gübretaş ve Hektaş.

Üretim esnasında sebep oldukları karbon emisyonu yoğun olan bu şirketlerin, üretim süreçlerini yeniden düzenleyerek emisyonlarında önemli miktarda bir azalmaya gitmezlerse, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’ndan ciddi anlamda olumsuz etkilenmeleri bekleniyor. Bu şirketlere ek olarak, yine BIST 30 içerisinde yer alan Koç Holding, Sabancı Holding ve Tekfen Holding’in de çimento ve fosil yakıt bazlı enerji sektörlerinde yer alan grup şirketleri ile bağlı ortaklıklar ve iştirakler yoluyla SKDM’den dolaylı olarak etkileneceği öngörülüyor.

Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFIA) Finansal Araştırmalar Direktörü İbrahim Çiftçi, “Türkiye’de bir kısım şirketler ulusal emisyon ticaret sisteminin hayata geçmesiyle üretim süreçlerinde sebep oldukları karbondan maddi olarak sorumlu olacaklar. Ancak bundan önce AB tarafından karbon vergisiyle tanışarak fiyat rekabetçiliğinde darbe alacaklar” dedi.

Bu risklerin yanı sıra halka açık şirketlerin karşılaşacağı bir diğer büyük tehdidin ise küresel fon yönetim şirketlerinin çok yakında yatırım kararlarında bu dönüşümü önceliklendireceği beklentisi olduğunu ifade eden Çiftçi, “Uluslararası finansmana erişimde sıkıntı yaşayan yahut yüksek oranlarla borçlanan şirketlerin, bu yatırımcıların radarından çıkması hem Borsa İstanbul hem de ülke ekonomisi adına ciddi bir tehdit. Öte yandan dönüşümle uygun pozisyon almak ise, bu şirketler için bir fırsat. Özetle, şirketlerin bu enerji odaklı ekonomik dönüşüme hangi hızla adapte olacağı mali yapıları üzerinde etkili olacak’’ ifadelerini kullandı.

Rapor: 92 markadan 51’i kafes yumurtasını terk edecek

Yumurtası için yetiştirilen tavukların hapsedildikleri çağdışı kafes sistemlerine son verilmesi için çalışan Kafessiz Türkiye, 2022 Yumurta Takip Raporu’nu yayımladı. Rapora göre; Türkiye’de faaliyet gösteren ve kafessiz yumurta taahhüdü veren 51 ve henüz taahhüt vermemiş 41 firma olmak üzere toplamda 92 firma bulunuyor.

Rapor, endüstriyel kafes sistemlerinden elde edilen yumurtaları terk etmeyi taahhüt eden firmaların pazardaki yerinin şeffaf bir şekilde takip edilebilmesini amaçlıyor. Raporda ayrıca dünya genelinde kafessiz sisteme geçiş süreci, alternatif üretim sistemleri, Türkiye’deki şirketlerin hayvan refahı alanında ilerlemeleri ve kamuoyu görüşü hakkında çok sayıda bilgiye yer veriliyor.

Kafessiz Türkiye’nin raporu, Türkiye’deki şirketlerin yumurta tercihlerinin takibini sağlayan tek belge olma özelliğini taşıyor. Rapora göre 2022 itibariyle Türkiye’de operasyonlarını yürüten ulusal ve yabancı birçok marka, tüketicinin artan şeffaflık talebine ve hayvan refahına uygun üretim arzusuna sessiz kalmayarak kafes yumurtasını terk etmeyi taahhüt ediyor.

2022 yılı Yumurta Takip Raporu’nda Türkiye’de faaliyet gösteren ve kafessiz yumurta taahhüdü veren 51 ve henüz taahhüt vermemiş 41 firma olmak üzere toplamda 92 firma bulunuyor. Raporda verilen bilgilere göre firmalar; otel, perakende, kafe/restoran, gıda üreticisi ve yemek servisi olmak üzere beş farklı sektörden; büyüklük, satın aldıkları yumurta sayısı, piyasa etkileri ve taahhütlerinin sektörleri için önemi baz alınarak seçildi.

 Ömrünü güneş görmeden geçiren tavuklar…

Kafes tavukçuluğu, endüstriyel hayvancılık uygulamaları arasında hayvanlara en çok eziyet eden yetiştirme yöntemi. Türkiye’de sadece yumurtası için yetiştirilen 120 milyon tavuk var ve bu tavukların 100 milyon kadarı, yumurta endüstrisinin kârlılığını artırmak için bir A4 kağıdından daha küçük bir alana hapsedilerek ömrünü güneş görmeden geçiriyor.

‘Tüketici kafes istemiyor’

Konda Araştırma ve Danışmanlık’ın Ocak 2021’de gerçekleştirdiği ankete göre kamuoyunda endüstriyel kafes sistemlerinin kullanılmasına karşı olan görüş yaygın.

Türkiye’de her 10 insandan yaklaşık sekizi, kafes sistemlerinin yasaklanması gerektiğini düşünüyor. Tüketicilerin yüzde 82’si ise tavukların endüstriyel kafeslerde yetiştirilmesini doğru bulmadığını belirtiyor.

‘Kafes sisteminin geleceği yok’

Küresel gıda ve ağırlama firmaları dünyanın her yerindeki tüketicilerin talebi üzerine kafes sistemlerinden uzaklaşmaya devam ediyor.

Raporda yer alan verilere göre birçok ülkede hayata geçirilen yasal düzenlemeler de kafes sistemlerinin toplam yumurta üretiminde sahip olduğu payın giderek azalacağını ya da tamamen biteceğini gösteriyor.

ABD’de 2016’da toplam yumurta pazarının yüzde 10’u kafessiz sistemlere aitken bu oran 2022’de yüzde 34’e çıkmış durumda. Yine ABD’deki birçok eyalet ve bazı Avrupa ülkeleri hali hazırda kafes sistemlerini yasakladı.

 

Türkiye’de 51 firma kafes yumurtalarını terk ediyor

Otel, perakende, kafe/restoran, gıda üreticisi ve yemek servisi olmak üzere beş farklı sektörden markaların yer aldığı 2022 yılı raporunda, 92 markadan 51’inin kafes sisteminden elde edilen yumurtaları kullanmayacağına dair söz verdiği belirtiliyor.

Taahhüt veren markalar içerisinde Metro ve CarrefourSA gibi devasa perakendeciler, Dedeman ve Anemon gibi yerli otel zincirleri, Beyaz Fırın, Allpoints Restaurant Group, Caffe Nero gibi kafe-restoran zincirleri, Divan, Unilever, Nestle gibi gıda üreticileri ve birçok yemek servisi firması da yer alıyor. Sadece 2022 yılında, içlerinde Anemon, Özsüt, Beltur A.Ş ve Karaköy Güllüoğlu’nun da bulunduğu 16 farklı marka kafes yumurtası kullanmayacağına dair taahhüt metnini kamuoyuna açık bir şekilde yayımladı.

‘Eziyetsiz bir dünya mümkün’

Rapora ilişkin açıklama yapan Kafessiz Türkiye Kampanya Direktörü Emre Kaplan şöyle konuştu:

“Bireysel tüketim tercihleri, söz konusu hayvanlar olduğunda muhakkak ki çok önemli. Fakat büyük çapta ve sektörel bir değişimi tetiklemek ve böylece olabildiğince fazla sayıda tavuğun hayatına dokunabilmek için hızlıca aksiyon alacağına inandığımız aktörlerle iş birliğine gitmenin en etkili ve en verimli yöntem olduğunu düşünüyoruz. Firmaları, kendi araştırmalarını tamamlayıp kısa sürede taahhüt vermeleri için teşvik ederek sonuç ve fayda odaklı çalışıyoruz.

Çalışmalarımız sonucunda elde ettiğimiz ilerleme, yumurtası için kafeslerde yetiştirilen tavukların daha insani koşullarda ve eziyet görmeden yaşayabildikleri bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyor. Yumurtası için yetiştirilen tavukların hayatlarındaki en ufak iyileşme bile oldukça önemli çünkü bu tavuklar maalesef endüstriyel hayvancılığın en eziyet verici uygulamalarından olan kafes sistemlerine tüm hayatları boyunca mahkum durumdalar. Kafessiz Türkiye ve destekçileri olarak bu çağdışı yumurta üretim biçiminin kabul edilemez olduğunu düşünüyoruz.”

 

Yenilenebilir enerji, Türkiye’deki tüketicileri yüksek yakıt faturalarından koruyabilir

Ekonomik modelleme uzmanı Cambridge Econometrics tarafından hazırlanan ve değişken enerji kaynaklarının hane halkları ve işletmeler üzerindeki etkilerini ortaya koyan yeni bir rapora göre, fosil yakıtlar Türkiye‘nin Mayıs 2022’den bu yana yaşadığı, şu anda yüzde 80’in üzerindeki enflasyonun yaklaşık beşte birinden sorumlu.

Rapor, enerji fiyatlarının genel tüketici fiyatlarından iki kat daha değişken olduğunu ortaya koydu. Rusya’nın Ukrayna‘yı işgaliyle tetiklenen küresel enerji krizi ve değer kaybeden Türk lirasının enerji ithalatını daha pahalı hale getirmesiyle birlikte, son 12 ayda elektrik fiyatları yüzde 102, gaz yüzde 145 ve ulaşım yakıtları yüzde 182 oranında arttı.

‣WMO: Net sıfır için yenilenebilir enerji arzının, sekiz yıl içinde ikiye katlanması şart 

Bu kriz, yoksul hanelerin geçen yıla kıyasla enerji için yaklaşık yüzde 95 daha fazla harcama yapmasına neden oldu; bu da kabaca yılda 820 TL daha fazla harcamaya denk geliyor. Ortalama bir hane, yüksek perakende enerji fiyatları nedeniyle 2021’e kıyasla 2022’de yaklaşık bin 550 TL daha kötü durumda.

Türkiye, hane halkını bu yükselen enerji fiyatlarından korumak için hazineye 300 milyar TL maliyeti olan, GSYH’nin yüzde 2’si tutarında tedbirler aldı. Bu tedbirler 2023’te arttırılacak.

Raporun yazarı Carl Heinemann, Türkiye’nin fosil yakıt ithalatına bağımlılıktan rüzgar ve güneş enerjisine geçişini hızlandırmanın, hane halklarını, sanayiyi ve Türk ekonomisini değişken enerji fiyatlarından korumak için doğru politika tercihi olduğunu söyledi.

‣Solar3GW: Kapasite üç katına çıkarsa elektrik yüzde 50 ucuzlayabilir

Heinemann, “Enerji krizi, Türkiye’nin küresel fosil yakıt ithalatına bağımlılığının ülke ekonomisi üzerindeki etkilerini gözler önüne serdi” dedi ve ekledi:

“Yenilenebilir enerjinin halihazırda güçlü olan payının artırılması ve Türkiye’de elektrikli ulaşımın ve verimli ısınmanın yaygınlaştırılmasının hızlandırılması, enflasyonu düşürücü bir etkiye sahip olabilir ve ekonomi, hane halkları ve işletmeler üzerinde daha az yük oluşturarak ülke için enerji arz güvenliği yaratabilir.”

Heinemann, “Yeni kurulan rüzgâr ve güneş enerjisi kapasitesi, MWh başına gaz enerjisinin yarısı kadar pahalı olduğundan, rüzgâr ve güneş enerjisine yönelik desteğin devam etmesi ve genişletilmesi, uzun vadede elektrik fiyatlarını düşürme potansiyelinin yanı sıra, hane halkının fosil yakıtlar için değişken küresel piyasa fiyatlarına maruz kalmasını azaltacak ve küresel fiyatların yüksek olduğu zamanlarda pahalı hükümet müdahalelerine olan ihtiyacı sınırlayacaktır” dedi.

 

İklim krizine karşı yerin 30 metre altında sebze yetiştiriciliği: Yüzde 95 su tasarrufu

İklim krizinin olumsuz sonuçlarına karşı yeni teknolojilerin geliştirilmesi için Tarım ve Orman Bakanlığı ile özel sektör işbirliğinde açılan dünyanın en derinde kurulu ikinci dikey tarım merkezi, İstanbul Kapalı Dikey Tarım Uygulama ve AR-GE Merkezi‘nde yüzde 95 su tasarrufuyla sebze yetiştiriliyor.

Kağıthane’deki Yeni Kültür Merkezi Kompleksi’nde kurulu alanla, şehrin içinde üretim ve tüketim merkezlerinin yakınlaştırılıp lojistik maliyetlerinin düşürülmesi, ürün zayiatının azaltılması ve kentte yaşayanların taze ve ucuz sebzeye erişiminin sağlanması hedefleniyor.

‣Güney Kore’de bir ilk: Trafiğe kapanan tünel ülkenin en büyük dikey tarım çiftliğine dönüştürüldü 
Fotoğraf: AA

AA’dan Biriz Özbakır‘ın aktardığına göre; İstanbul İl Tarım ve Orman Müdürü Ahmet Yavuz Karaca, proje çalışmalarına 2019’da başladıkları merkezin, Türkiye’de bir ilk olduğunu söyledi.

İklim krizinde en önemli konunun su tasarrufu olduğunu ve dikey tarım merkezinde yüzde 95 su tasarrufuyla üretim yapıldığını belirten Karaca, sebze yetiştirirken hiçbir şekilde ilaç kullanmadıklarını, suyun dışında gübreden de tasarruf ettiklerini bildirdi.

Merkezin sadece kuraklık dönemlerinde değil, afet ve savaş durumlarında da kullanılabileceğine dikkati çeken Karaca, “Afet planları yapıyoruz. Deprem, sel gibi felaketler, savaşlar olabilir. Pandemi, Ukrayna-Rusya savaşı gıdanın ne kadar önemli ve stratejik olduğunu gösterdi. Bir sığınak düşünün. İleride böyle bir üretimin olduğu sığınaktan çıkmadan üretip yiyebilirsiniz. İşte bu alanlar afet zamanlarında değerlendirilebilir” dedi.

Karaca, “Eksi 30 metre, yani şu anda biz yerin eksi sekizinci katındayız. Bu ne demek? Dünyada kapalı dikey tarım yapılan en derin ikinci noktadayız. Londra’daki üretim alanı 2,5 metre daha derin. Kapalı dikey tarım derken burada toprak yok, güneş yok, bunu özel üretilmiş yapay ışıklarla ve tamamen otomasyonla sağlıyoruz” diye konuştu.

‣Uzmanlara sorduk: 50 yıl sonra çay, kahve, kakao, pirinç, avokado, üzüm olacak mı? 
2022’de fotoğrafçısına ‘Yılın Fotoğrafçısı’ ödülünü getiren Geleceğin Vizyonu fotoğrafı.
Memurlar, Endonezya’nın Batı Java kentinde bulunan Sentra çiftliğindeki bir depoda sebze mahsullerini koruyor. Kıvırcık marul, Çin brokolisi, derici sumağı gibi sebzeler, ışığın ve sıcaklığın sabit kaldığı bir odada yetiştiriliyor. Geçen yıl geliştirilen dikey tarımın avantajları arasında, pestisit içermemesi, sadece 30 günlük hasat süresi ve günde ortalama 20-30 kg verim sağlaması bulunuyor. Fotoğraf: Geleceğin Vizyonu | Arie Basuki’den Dikey Tarım

’20 dekarlık alandaki verimi 250 metrekarede alıyorsunuz’

2050’de dünya nüfusunun 10 milyar, Türkiye nüfusunun ise 105 milyon olacağını, artan nüfus ve sınırlı tarım alanları nedeniyle farklı üretim modelleriyle birim alandan maksimum verim alacak sistemlerin kullanılması gerektiğini vurgulayan Karaca, şöyle devam etti:

“Buranın brüt olarak tamamı 700 metrekare fakat üretim yapılan kısmı 250 metrekare ve bir yılda yaklaşık olarak 20 dekarlık alandan aldığınız verimi buradan alıyorsunuz. Artı bir değer olarak da optimum şartları oluşturduğunuzda tropikal herhangi bir sebzeyi de üretebiliyorsunuz, nerede ne olursa olsun hepsini yapabiliyorsunuz.”

Halihazırda marul, İtalyan fesleğeni ve lollo rosso (kırmızı kıvırcık marul) yetiştirdiklerini aktaran Karaca, merkezde yetiştirdikleri ürünlerin üretim parametrelerini ve reçetelerini oluşturmayı da amaçladıklarını dile getirdi.

Tesisin toplam üretim kapasitesinin 24 bin kök olduğunu fakat marulların aralıklı ekilmesi gerektiği için şu an için 16 bin köklük kapasitenin kullanıldığını kaydeden Karaca, üretim maliyetlerinin geleneksel tarımdaki üretim maliyetleriyle hemen hemen aynı olduğunun, güneş enerjisi sistemlerinin kullanılması durumunda maliyetlerin daha da düşebileceğinin altını çizdi.

Fotoğraf: AA

Yıl boyunca sürekli üretim

Fidelerin 30- 35 günde hasat edilmeye hazır hale geldiğine, geleneksel tarımda bir kez hasat yapılırken dikey tarım sistemiyle 12 ay boyunca sürekli üretim yapabilmenin büyük bir avantaj olduğuna dikkati çeken Karaca, “Nihai hedefimiz katma değeri yüksek ürünleri, dikey tarım uygulamasıyla bu tür alanlarda yetiştirmek. Özellikle bazı ürünler var ki çok kıymetlidir. Mesela safran. ‘Neden olmasın?’ diyoruz. Belki safran da üretebiliriz. Hedeflerimizden biri de bu” ifadelerini kullandı. Önceliklerinin, dikey tarım alanında araştırma ve geliştirme çalışmaları yapmak olduğunu anlatan Karaca, sözlerini şöyle tamamladı:

“Amacımız burada bir şeyler üretip satmak, para kazanmaktan ziyade bu alanda yerli ve milli teknolojiyi, yerli ve milli AR-GE’yi geliştirip Türkiye’de bu alanın da var olduğunu göstermek ve Hollandalıların, İngilizlerin, Amerikalıların, İsraillilerin yapmış olduğu know-how’ı, bizde olmayan, yani hiçbir şekilde bilgisini vermedikleri teknolojiyi kendimiz üretip yatırımcılar, üniversiteler, araştırma yapan kişiler için bir merkez olmak.”

Salihli’de santrale karşı verilen mücadelenin avukatına da dava açıldı

Manisa’nın Salihli ilçesine bağlı Çapaklı köyünde 2020’de yapılmak istenen biyogaz santralına karşı direnen köylülerin avukatı Seçil Ege hakkında, aracını yola bıraktığı için açılan davanın ilk duruşması görüldü. Salihli 4’üncü Asliye Ceza Mahkemesi‘ndeki duruşmada, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na Muhalefet” iddiasıyla yargılanan avukat Ege hazır bulunurken, Çapaklı Mahallesi sakinleri ve yaşam savunucuları da Ege’ye destek olmak için adliyeye geldi.

Duvar‘ın aktardığına göre; duruşmada söz alan Seçil Ege, o gün Çapaklı halkının avukatı olarak alanda bulunduğunu belirterek, şunları söyledi:

‘Bugün yargılanan ben değil avukatlık mesleğidir’

“Kendi toprağı üzerinde şirket araçlarının geçmesinin suç olduğunu belirten, toprağını korurken kolluk güçlerinin şiddetine maruz kalan, üstüne acele kamulaştırma ile toprağı elinden alınan Çapaklı halkının avukatlığı ile alandaydım. Bugün yargılanan ben değil avukatlık mesleğidir. Bugün yargılanan çevre avukatlığıdır, ekoloji mücadelesinin kendisidir. Sevgili hocamız Server Tanili‘nin dediği gibi şu anda çağına ve topluma karşı görevini yerine getirmenin huzuru içindeyim. Bugün olsa yine aynı şeyleri yapardım. Hiçbiri hakkında en ufak bir pişmanlık duymuyorum. Yine olsa yine yapmaya devam edeceğim ve Salihli’nin verimli topraklarının enerji şirketlerine peşkeş çekilmesine karşı mücadele etmeye, mücadele edenleri savunmaya devam edeceğim.”

Halkevleri Hukuk Dairesi adına söz alan Avukat Yıldıray Çıvgın ise avukat Seçil Ege’nin yargılanıyor olmasının usulen hatalı olduğunu söyledi.

Çıvgın, “İki buçuk yıl sonra düzmece bir iddianame ile hazırlanan bu yargı hukuka karşı güveni zedelemektedir. 2911 toplantı ve gösteri yürüyüşüne muhalefet olarak belirtilen suçun oluşturulması için bile temel olarak yer zaman niteliğine bakılması gerekmektedir. O gün kendi mülki toprağı üzerinde bulunan köylülerin, köylülerin avukatı sıfatı ile bulunan meslektaşımın hangi gösteri ile yargılandığı yargılanma sebepleri açısından bizlerin ciddi şüpheye düşmesine neden olmaktadır. Bugün ‘kendi toprağınızda bir araya gelemezsiniz’ diyen yargı, yarın kendi evimiz içinde de 2911’i mi uygulayacak? Hukukun bu denli eğilip bükülmesine karşı bu davanın derhal beraatle sonuçlanması gerekmektedir” dedi.

Davanın hâkimi ise olay gününe ait görüntülerin incelenmesine karar vererek duruşmayı 20 Ocak tarihine erteledi.

‘Bugünün Türkiye’sinin özeti…’

Öte yandan duruşma öncesi adliye önünde basın açıklaması düzenlendi. Açıklamada konuşan Salihli Çevre Derneği‘nden Hakkı Uysal sadece Çapaklı’da değil Salihli‘nin pek çok yerinde talana karşı halkın gönüllü avukatlığını yürüten Seçil Ege’nin yargılanmasının utanç olduğunu vurguladı.

Uysal, “Havzanın en verimli arazilerinin, havasının, suyunun, bölge insanının sağlığının bir avuç sermayeye peşkeş çekilmesi, kolluk gücünün şirket personeli olarak kullanılması yargılanmıyor iken sesini çıkaran yaşamını savunan köylünün, köylüler ile yan yana olan avukatların yargılanması bugünün Türkiye’sinin özetidir. Gücü olanın her şeyi keyfi olarak sürdürme yetkisinin sonucudur. Bizler hem dernek arkadaşımız hem de avukatımız olan Seçil Ege’nin yanındayız. Eğer bu suç ise yarın da aynı suçu beraber işlemekten gurur duyacağız” diye konuştu.

Tokyo’da 2025’ten sonra inşa edilecek büyük binalarda güneş paneli şart olacak

Japonya’nın başkenti Tokyo’da, sıfır karbon hedefi kapsamında, 2025 sonrası inşa edilecek büyük binalarda güneş paneli montajı şart koşulmasına karar verildi. 

Tokyo Metropol Valiliği Meclisi’nde kabul edilen yeni kararın amacı  başkent genelinde ‘karbon emisyonunun düşürülmesine katkı sunulması.’

Şehir yetkilileri, kuralın şehrin yeşil enerjiye geçişine yardımcı olacağını açıkladı. Yerel meclis üyesi Risako Narikiyo, “Mevcut küresel iklim krizine ek olarak, uzayan Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte bir enerji kriziyle karşı karşıyayız. Kaybedecek zamanımız yok” dedi.

Karara göre Nisan 2025 sonrası, 2 bin metrekareye kadar yeni mesken inşaatlarında güneş paneli dahil yenilenebilir enerji donanımının kurulumu şart koşulacak. Ulusal basındaki haberlerde yeni kararın kent geneli 50 büyük müteahhit firmanın yeni projelerini etkileyebileceği kaydedildi.

Japonya ‘sıfır karbon’ yatırımları için 20 trilyon yen ayıracak
‘Erken sıcak dalgası Japonya’da: Hükümet elektrik tasarrufu istedi
Aşırı sıcakların bilançosu ağırlaşıyor: Japonya’da yedi ölüm
Japonya elektrik üretiminde nükleer santralleri yeniden devreye alıyor

Her bir Tokyolu yılda 8,6 ton CO2 salıyor

Merkezi metropol bölgesinde yaklaşık 14 milyon nüfusuyla dünyanın en büyük şehri olan Tokyo’da şehir sakinlerinin her biri yılda ortalama 8,6 ton CO2 salıyor. Hükümetlererası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) karbonsuzlaşma hedeflerine ulaşmak için tespit ettiği en yüksek sınır ise, kişi başı 2,3 ton karbon.

Canva

Önümüzdeki yıllarda emisyon ayak izini önemli ölçüde azaltmayı hedefleyen kentin büyükşehir hükümeti, sera gazı emisyonlarını 2000 seviyelerine kıyasla 2030 yılına kadar yarıya indirmeyi ve 2050 yılına kadar emisyonsuz olmayı hedefliyor. Ancak Vali Koike Yuriko‘nun açıkladığına göre, halihazırda kent genelinde panel kurulabilecek binaların sadece yüzde 4’ünde bu paneller bulunuyor.  

Yeni kuralın bu oranı yükseltmeye yardımcı olacağı umuluyor.

4 kilovatlık panellerin kurulumu yaklaşık 980.000 yen’e (6.725 €) mal olacak, ancak hükümet bunun 10 yıl içinde elektrik satış gelirinden karşılanacağını tahmin ediyor. Sübvansiyonların ise bu geri ödeme süresini yaklaşık altı yıla indireceği düşünülüyor.