Editörün SeçtikleriKentManşetYerel

Kentsel dönüşüm halleri: Bağdat Caddesi örneği

0

Haber: Nida KARA

*

Özellikle 17 Ağustos 1999 Düzce Depremi’nden sonra gündeme gelen kentsel dönüşüm, 2012 yılında yürürlülüğe giren “6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun” ya da diğer bir adıyla “Kentsel Dönüşüm Yasası” sonrası, beklenen büyük İstanbul Depremi’ne karşı önlem almaktan çok, ticari kaygılar doğrultusunda gerçekleştirilen bir eylem halini almış durumda. Bu süreçten etkilenen, sadece afet riski açısından acil bir müdahaleye gereksinimi olan yerler de değil. İstanbul genelinde kat sahiplerine verilen arsa payları bakımından yüzde 70 oranla en yüksek pay ortalamasına sahip Bağdat Caddesi ve çevresi de dönüşüm sürecine dahil.

Sosyal teorisyen/yazar Murray Bookchin, kentleşmeyi ‘modern dünyanın uğradığı tarihi ekolojik bozulmanın simgesi’ olarak tanımlarken, Akademisyen Dicle Koylan ise “İstanbul Bağdat Caddesi ve Yakın Çevresinde Kentsel Dönüşüm: 2012-2018 Dönemi” başlıklı tezinde kentsel dönüşümü ‘yerinde gerçekleşen bir eyleme değil, sakinlerin şehir sınırlarındaki konut alanlarına gönderilmesine dayanan bir süreç’ olarak anlatıyor. Bozulma ve bunun sonucunda yerinden etme olarak da tanımlanabilen kentsel dönüşümün diğer bir etkisi de kümülatif tarihi yok etmesi. Özellikle Bağdat Caddesi ve çevresinde gözlemlenebilen bu süreç, evlerin sokakla ilişkisini kaybetmesine neden olarak, sokak ve hayatın iç içeliği arasına bir sınır koymakta ve caddenin geçmişine ait izleri yavaşça siliyor.

‘Sorunlara, gerçek ve kalıcı çözümler arandığını söylemek zor’

Mekanda Adalet Derneği (MAD) Kentsel Politikalar Sorumlusu Bahar Bayhan, kentsel dönüşümün sadece ‘yıkıp yerine yenisini yapma’ değil, aynı zamanda ‘güçlendirme’ olduğu görüşünde. Bayhan’a göre, kentsel dönüşüm denince akla yalnızca yıkıp yeniden inşa etme pratiği geliyor ancak güçlendirme de dönüşümün bir parçası:

“Kentsel dönüşümün ekonomik maliyetinin sadece ev sahiplerine yüklenmediği, dönüşüme teşvik etmek adına çözümlerin düşünüldüğü, yıkıp yeniden inşa etme dışında güçlendirme seçeneğinin de değerlendirildiği, kentsel dönüşümü yalnızca bir inşaat projesi olarak görmeyip aynı zamanda kentsel olanaklara, hizmetlere adil erişimi de kapsayan bir dönüşüm modeline ihtiyacımız var.”

Araştırmalar sonucu ortaya konan beklenen İstanbul Depremi’nin olası etkileri göz önüne alındığında kentsel dönüşümün bir gereklilik olduğunu savunan Bayhan ekliyor:

“İstanbul’da büyük depremin yaratacağı hasar bir takım çalışmalarla ortaya koyuldu. Dolayısıyla eğer kentsel dönüşüme depreme karşı dayanıklı şehirleri inşa etmek adına bir yöntem olarak bakılıyorsa, evet gerekli. Sadece Bağdat Caddesi’ni değil İstanbul’un tamamını depreme hazırlamak gerekiyor. Ancak bugün geldiğimiz noktada deprem hazırlığının kentsel dönüşüm için bahane haline geldiğini, daha çok rant odaklı bir bakış açısının hakim olduğunu görüyoruz. Kentsel dönüşüm Bağdat Caddesi için gerekli ancak mevcut mahalle dokusunun korunması, nitelikli ve yaşanabilir mekânlar yaratılması, yapıların kültürel izler taşıyan öğelerine saygı duyulması, ekonomik rantın adil dağıtılması ve kamu yararına kullanılması koşuluyla…”

‘Kentsel dönüşüm yıkıp yenisini yapmak değildir’

İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası Şube Başkanı Füsun Sümer de Bahar Bayhan’la benzer görüşte: “Bağdat Caddesi hem şehirdeki mevcut konumunun getirdiği imkânlar hem de imar artışları nedeniyle müteahhitler için cazip hale geldi. Bu sayede İstanbul’da daha riskli pek çok bölge varken piyasa koşullarının da etkisiyle kentsel dönüşümde öncelik kazandı. Kentsel dönüşüm ve mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi İstanbul genelinde bir gerekliliktir; fakat bu bütün binaların yıkılıp yerlerine yeni binalar yapılmasının gerektiği anlamına gelmiyor.”

Şimdiye kadar kentsel dönüşüm süreci kapsamında yıkılmış olan binalardan bazılarının oldukça iyi mimarlık ve mühendislik desteği almış olmasına rağmen, binaların çoğunun durumu gözetilmeksizin yıkıldığını belirten Sümer, bu binaların sadece güçlendirilerek de korunmasının mümkün olabildiğini, fakat rant kaynaklı bakış açısından dolayı yıkılmasının tercih edildiğini ifade ediyor.

İnşaat Mühendisleri Odası olarak, ‘kentsel dönüşümün adının da gerektirdiği biçimde bir kent sorunu olarak ele alınmasını ve çözüm yollarının kent odaklı olarak aranması gerektiğini’ düşündüklerini belirten Sümer, “Kamunun veya yerel yönetimlerin öncülük ettiği büyük ölçekli dönüşüm projelerinde dahi sorunun bu boyutlarıyla ele alındığını, gerçek ve kalıcı çözümler arandığını söylemek zor. Kaldı ki genel uygulamada sürecin aktörlerinin ağırlıklı olarak ‘yapsatçı’ dediğimiz küçük müteahhitler olduğunu görüyoruz. Bu koşullarda zaten bahsettiğimiz başlıkların gündeme gelmesi de mümkün değil” diye özetliyor süreci.

Yeşil Gazete’ye konuşan KİPTAŞ Basın Müşaviri Ceren Korkmaz Özden de, bu konuda en çok talep aldıkları ilçelerden birinin Kadıköy olduğunu belirtiyor. Bunun sebeplerinden birinin mülk sahiplerinin rant algısı olabileceğini düşünen Özden, yine de tek sebebin bu olmadığına değiniyor. KİPTAŞ olarak imar hakkı vermeye yetkilerinin olmadığını ifade eden Özden, bu yetkinin Meclis’ten ya da Bakanlıktan geçmesi gerektiğini ekliyor.

Kentsel dönüşümden sağlanan rant ve dönüşümün sosyal yapıyı yozlaştırmasının yanı sıra, işin bir de mekanla ‘sürdürülebilir’ ahenk boyutu söz konusu. Sürdürülebilir Kentsel Gelişim olarak da tanımlayabileceğimiz Yeşil Kentsel Dönüşüm, Birleşmiş Milletler 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ve Paris Anlaşması gereği, Türkiye’nin de içinde yer aldığı uyumluluk sürecinin bir parçası.

Yeşil Kentsel Dönüşüm nedir? İstanbul’da ne kadar uygulanabilir?

“Yeşil kentsel dönüşüm”, “yeşil şehir” veya “eko-şehir” olarak da tanımlanabilen sürdürülebilir bir şehir, tasarımı, inşası ve işletimi açısından ekonomik, şehirde yaşayanların sosyal ve fiziki sağlığının yanında doğal hayatın korunmasına da öncelik veren bir kentsel yerleşim modeli olarak özetlenebilir.  1987’de hazırlanan Birleşmiş Milletler raporuna göre sürdürülebilirlik, gelecek nesillerin ihtiyaç duyacağı kaynaklardan ödün vermeden, günümüzün ihtiyaçlarını karşılayan gelişmeler bütünü olarak tanımlanıyor.

Bu tanıma uygun olarak sürdürülebilir kentsel gelişimde tarihi ve doğal dokunun korunması ilk sırada yer alırken, insan ve çevre odaklı bir yaklaşımla planlı ve programlı bir yerleşim hedefleniyor. Dağınık yerleşimin önüne geçilmesi, atıl alanların değerlendirilmesi ve yeşil alanlara yer ayrılması, projelerde en fazla önem verilen değerler olarak göze çarpıyor.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bölge ve Şehir Planlama Bölümü’nden Prof. Dr. Arzu Kocabaş, “Yeşil Sürdürülebilir Kentsel Dönüşüm: Kavramsal Çerçeve ve Uygulama Araçları” başlıklı makalesinde, Liverpool ve Londra örnekleri üzerinden, sürdürülebilir kentsel dönüşüm ve mahalle yenileşmesinin hem ekonomik gelişmeyi destekleyen hem de yoksul mahallelerde yaşayan insanların dönüşüm uygulamalarından faydalanmalarını sağlayan ikili bir yaklaşımı içerdiğini ortaya koyuyor:

“Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren küresel iklim dengesine kentlerin olumsuz etkisinin anlaşılmaya başlaması, tanım ve içeriği halen tartışmalı da olsa, sürdürülebilir kentsel gelişme kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Artık kentsel gelişmenin, karma kullanımı, bütünleşik ulaşım sistemini ve bütünleşik yeşil kentsel sistemi kapsayan sürdürülebilir planlama ve stratejik vizyon rehberliğinde gerçekleşmesi gerektiği kabul edilmektedir. Bu bağlamda, tarihi, kültürel ve çevresel kaynakları koruyan sürdürülebilir ve yaşanabilir toplumların oluşturulması için farklı kurgularda kamu, özel ve gönüllü sektör işbirlikleri zorunlu hale gelmiştir”

Dünyadaki örneklerin yanı sıra, buna yönelik bazı çalışmaları Türkiye’de de görmek mümkün. Örneğin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) ortak çalışması ile geliştirilen “Ulusal Yeşil Sertifika Sistemi”, kentlerin mevcut morfolojik yapısını göz ardı etmeden sürdürülebilir bir gelecek kurgulamayı hedefliyor. Bu sertifika sistemiyle sadece yapılı çevreyi değil, sosyo-ekonomik ve kültürel dinamikleri de göz önüne alan bir sertifika sistemi tanımlanmak istendiği belirtiliyor.

Bunun yanında, Ekolojik Mimari yaklaşımına duyulan ihtiyaçtan dolayı global sürdürülebilir bina çalışmalarını yaygınlaştırmak ve hız kazandırmak amacıyla, 1988 yılında kurulan Dünya Yeşil Bina Konseyi (World Green Building Council – WGBC) tarafından Türkiye’de ilk desteklenen girişim, Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği (ÇEDBİK). ÇEDBİK Genel Başkanı Mehmet Sami Kılıç, “yeşil binaları” ve bunlara duyulan ihtiyacı şöyle ifade ediyor: “İnsanların yaşayacağı ve çalışacağı yapıları inşa ederken doğal kaynakları sınırsızca kullanmamaları, çevreye olan etkilerini de düşünmeleri adına belli başlı kuralları Yeşil Bina sistemleri getiriyor. Bu kuralların bazıları enerjiyi, suyu verimli kullanmak gibi hem ekonomik hem de ekolojik anlamda avantajlar sağlarken, bazıları da içinde yaşanan binalarda daha sağlıklı, daha hijyenik ve konforlu bir ortam bulunmasını şart koşuyor.”

Tüm toplumların ve devletlerin dünyadaki iklim krizi tehlikesi konusunda hemfikir olduğunu belirten Kılıç, bu anlamda artık gayrimenkul sektörünün de yeşil, sürdürülebilir, enerji verimli binaları sorgulaması yerine bu konuda kendine düşeni yapması gerektiğini söylerken, yapmıyorsa da devletin ve kamu kurumlarının bunu zorunlu tutması, mevzuatın bu gereklilikleri karşılayacak standartlara kavuşturulmasının şart koşulması gerektiğini de sözlerine ekliyor.

‘Piyasa koşullarında gayrimenkul geliştirme’

Kentsel Strateji kurucu ortaklarından Faruk Göksu da yeşil dönüşümü ‘küresel krizlere karşı yeni bir arayış’ olarak tanımlıyor: “Başta İstanbul olmak üzere tüm kentlerimizde yapılan dönüşüm projelerinin temel özelliği ‘piyasa koşullarında gayrimenkul geliştirme’yaklaşımıdır. Bu yaklaşımla kaçınılmaz olarak kentlerimizde daha fazla imar hakları, daha az kamusal alanın olduğu çok yoğunluklu ve sürdürülebilir gelişme kriterlerini sağlamayan pek çok proje üretilmiştir.”

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ve Avrupa Birliği’nin Yeşil Anlaşma gibi öneri ve yaptırımların her alanda dönüşümün ilkelerini yeniden tasarlandığını belirten Göksu, Türkiye’de bu ilkelerin daha çok söylemde kaldığını ve projelerde uygulanmadığını belirtiyor:

“Yeşil dönüşüm arayışları özellikle Hollanda hükümeti ve belediyeleri tarafından gündeme alınmış ve yapılaşma konusunda ulaşılabilir hedefler konulmuştur.  “Simit Ekonomisi” yazarı Kate Raworth’un gündeme getirdiği yeni ekonomik modeli uygulayan Amsterdam Belediyesi’nin, döngüsel ekonomi için ortaya koyduğu taahhütler uygulanmaya başlamıştır. Bu çerçevede, başta karbon emisyonunu azaltmak ve sıfıra düşürmek üzere betonarme yapılaşma yerine yeni inşaat teknikleri arayışları üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Yeşil dönüşüm kapsamında özellikle yapı bazında yeşil sertifika uygulamalarını bulunmaktadır. Ancak, bu tür girişimler kapsamlı bir yeşil kentsel dönüşüm hareketi oluşturması yönünde yeterli değildir”

Kentsel Strateji olarak bu konuda 2013 yılında kamuoyuyla paylaştıkları “Yeşil Yol” projesi üzerine çalıştıklarını belirten Göksu, hem yeşil sistem tasarlanması hem de yeşil dönüşüm stratejilerinin geliştirilmesi adına yeni bir vizyona ihtiyaç duyulduğunu ifade ediyor:

“Yeşil Dönüşüm kapsamında hazırlanan Yeşil Yol projesinde; toplam 10 milyon m2’lik proje alanının yarısı olan 5.0 milyon m2 açık alan tasarlandı. Yeşil yol üzerinde olası deprem için tahliye ve toplanma alanları yaratıldı. Yeni ulaşım aksları kurgulandı. Projede, İstanbul’un vadileri ile su yolları keşfedildi, yeşil yolu ana omurga kabul eden kuzey-güney ve doğu-batı yönlerinde yeni yollarla bir mavi ve yeşil ağ oluşturuldu.”

Bakanlığın Yeşil Kalkınma Yolunda Türkiye projesi nedir?

Şehirlerde sürdürülebilir bir politika üretme, Türkiye’nin de bir süredir gündeminde. Geçtiğimiz şubat ayında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatının katılımıyla Antalya’da düzenlenen “Yeşil Kalkınma Yolunda Türkiye” temalı İstişare Toplantısı’nın ana gündemi “Yeşil Kalkınma Devrimi”ydi. Kurum, 972 ilçede başlayan projelerde, yatırım değeri 300 milyar lirayı aşan, 13 bin kalem çevre ve şehircilik yatırımı başlattıklarına değinmiş ve bakanlığın 2022 ve 2023 yıllarındaki “Yeşil Kalkınma” gündemini şöyle özetlemişti:

  • Ekolojik, doğal sermayemizi koruyarak güçlendirmek,
  • Yeşil inovasyonu, yeşil teknolojilerin kullanımını yaygınlaştırmak,
  • Bilim ve Sanayide düşük emisyonlu, yeşil endüstriyel üretimi arttırmak,
  • Enerjide, temiz enerji tekniklerini ve yenilenebilir enerji sistemlerini desteklemek,
  • Şehircilikte, gayrimenkul geliştirmede, öncelikle daha önce imara açılmış alanların kullanım oranını arttırmak,
  • Sürdürülebilir tarım uygulamalarını her zamankinden daha yüksek noktaya taşımak,
  • Şehircilikte, tüm imar planlarında yeşil alan kullanımını maksimum seviyeye çıkarmak,
  • Kentsel tüketimin ve atıkların azaltılmasını sağlamak,
  • Mevcut binaların yeşile dönüştürülmesi alanında, yeni bina tasarımları geliştirmek,
  • Binalarda su verimliliği çözümlerini, yeşil inşaat malzeme ve teknolojilerinin kullanımını en yüksek seviyeye çıkarmak.

Ancak, İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında hem doğrudan bakanlıklar hem de belediyeler ve inşaat işlerinin ihale edildiği müteahhit şirketler eliyle, kentsel dönüşüm adıyla yürütülen kentsel rant paylaşımının önüne geçilmesi, metinde ifade edilenlerle uygulanan politikalar arasındaki uçurum nedeniyle nedeniyle zor görünüyor.

Yeşil Gazete yazarı, kent plancısı Akın Atauz’ın kentsel rantın Türkiye kentlerini nasıl etkilediğine ilişkin şu tespitlerini hatırda tutmak gerekiyor:

  • Spekülatif manipülasyonlarla kentin doğal ve tarihsel verilerine özel çıkarlar için kullanmak üzere el koyan/ yağmalayan yaklaşımın kentin ekolojik dengelerini giderek bozması, su kaynakların, havasını kirletmesi vb. nedenlerle, kentin giderek daha sağlıksız ve zehirleyici, kronik hastalıkları çağıran bir yaşam ortamına dönüşmesi,
  • Kentin makro formunun spekülasyonun gereklerine göre biçimlenmesiyle kentsel yaşamın giderek zorlaşması ve (özellikle ulaşım altyapısının ve sisteminin) pahalılaşması,
  • Gelir dağılımında kentsel toprakların spekülasyonu ile bazı kesimlerin (sınıfın) giderek zenginleşmesi ve gelir farklarını uçurumlaştırabilecek düzeyde servet sahibi olması. Arazi fiyatlarının artışı nedeniyle alt orta sınıfların ve daha yoksul olanların/ kira ödemek zorunda olanların giderek artması ve daha yoksullaşması, sosyal olarak marjinalleşmesi/ mekansal olarak çeperlere doğru sürülmesi ve kentte yaşama maliyetinin yükselmesi,
  • Birbiriyle dayanışmacı değil rekabetçi bir ortamda karşılaşan kentlilerin/ bir toprak parçası mülkiyetine sahip olabilecek sınıfların kentte güvensiz-çatışmacı ve tekinsiz ortam yaratması,

gibi nedenlerle, yoksullaşmanın artması, kent yoksullarının kentteki yaşamının giderek zorlaşması, tekinsizleşmesi, sağlıksızlaşması ve pahalılaşması kaçınılmaz görünüyor.”

You may also like

Comments

Comments are closed.