Ana Sayfa Blog Sayfa 624

Nesin Vakfı’nın banka hesaplarındaki parasına el konuldu

Çatalca Kaymakamlığı, Aziz Nesin’in kurduğu Nesin Vakfı’nın banka hesabındaki yaklaşık 2 milyon TL’ye el konularak Hazine’ye devredilmesine karar verdi.

Nesin Vakfı’nın Çatalca Gökçeali Mahallesi’ndeki 7 bin 955 metrekarelik arazisinin mülkiyetinin de kamuya geçirilmesi isteniyor. Bu araziye dair süreç ise devam ediyor.

“Yapılan bağışlara el koymak hangi vicdana sığar?”

Karar tepki gösteren Nesin Vakfı yöneticisi Süleyman Cihangiroğlu, “Kamuya açık alanda kumbara koymadık, kapı kapı dolaşarak insanlardan para toplamadık” dedi: “Bizim projelerimiz her daim internet sitemizde ve sosyal medya sayfalarımızda yer alıyor. Biz bağışçılarımız hesap vermekle mükellefiz. Dolayısıyla biz bu halka karşı borcumuzdan kaynaklı olarak ve Aziz Nesin’in de vasiyeti gereği her kuruşun hesabını veriyoruz.”

“Yapılan bağışlara el koymak hangi vicdana, kanuna sığar?” diye soran Cihangiroğlu “Hesaplarımızdaki yaklaşık 2 milyon TL hazineye aktarıldı. Bu hesaplar aynı zamanda vakfın kira gelirlerinin, telif gelirlerinin de yattığı banka hesapları. Bu hesaplarda biriken para, bağışlar ve gelirlerimiz ve hesap bloke edildiği için kullanılamadı. Hiçbir şekilde dokunmadık o paralara. O gün de ‘2 milyon TL’yi bloke edin ama hesabı kullanmamıza izin verin’ dedik ama buna onay vermediler” diye konuştu.

Cihangiroğlu vakfın Çatalca’daki merkezinin yanındaki arazi üzerinde de hala şerh olduğunu belirtti:

“Bu arazi bizlere Aziz Nesin’in vasiyetiydi. Arazi satılacağı zaman, arazinin sahibi beyefendi, Nesin Vakfı’nın yarattığı güven ve prestij nedeniyle bize çok daha ucuza vermişti. Bize 3 milyon TL’ye satabileceği bu araziyi 2 milyon TL’ye vermişti. Araziyi alırken ‘Yardım kampanyası düzenlediniz ve para toplayıp bu araziyi aldınız. Dolaysısıyla bu araziyi istiyoruz’ diyorlar. Bu süreçte projelerimizin çoğunu askıya aldık. Uzun süredir baskı altındayız. Yeri geldi çalışanlarımızın maaşlarını erteledik. ‘Bu ay maaşlarınızı gecikmeli vereceğiz’ dedik.”

İklim kriziyle mücadele için ‘karbonu yakalamak’ çözüm mü?

İklim krizinin önüne geçebilmek için karbondioksit salımlarının muazzam ölçülerde azaltılması gerektiği bir gerçek. Ancak halihazırda atmosferde bulunan karbon miktarı öyle yüksek ki, bazı uzmanlar, negatif emisyon yani karbon yakalama ve depolama teknolojileri olmadan bir denge sağlanamayacağını öngörüyor.

Doğal şartlarda ortaya çıkan karbondioksit emisyonları, okyanuslar ve yutak alanlar tarafından absorbe edilip atmosferdeki sera gazı miktarı dengede tutulabiliyor. Ancak doğa, günümüzde karbonun atmosfere yayıldığı hıza yetişemiyor.

Konuya ilişkin The State of Carbon Dioxide Removal başlıklı yeni bir rapor, küresel ısınmayı iki dereceyle sınırlamak ve azaltmak için küresel emisyonların hızla azaltılması gerektiğini söylüyor.

Raporu hazırlayanlardan Oxford Üniversitesi‘nden Dr. Steve Smith, şunları kaydediyor:

Karbondioksitin yakalanması hızla gündemlere giriyor. Ancak artan ilgi ve yatırıma rağmen, iklim çözümüyle ilgili bilgilerde büyük boşluklar var. Ancak bu çalışmamızın tespitleri, karbon yakalama yöntemlerini artırmamız gerektiğini de gösteriyor. Bu yönde potansiyeli olan çok sayıda teknoloji bulunuyor.

‣ Karbon yakalama teknoloji gelişirse kömürden çıkmayız
‣ Petrol endüstrisinin iklim değişikliğine yeni çözüm önerisi: Daha fazla boru hattı
‣ İngiltere’nin karbon yakalama endüstrisi potansiyeli 35 trilyon sterlin

2021’de 33 milyar ton karbon emisyonu

Salınan ve bertaraf edilen karbondioksit miktarını eşitleyerek net sıfır hedefine ulaşılana kadar küresel sıcaklıklar artmaya devam edecek. Net sıfır hedefine ulaşmak için ise iddialı adımlar atmak gerekiyor.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) son raporu, net sıfıra ulaşmamız yolunda, karbon salımını kolayca sıfırlayamayacak olan bazı sektörlerin açığını kapatmak için karbon yakalama teknolojilerine ihtiyaç duyulacağına dikkati çekiyor.

Doğal yutak alanlarının yalnızca iki milyar ton karbon yakalama kapasitesi varken, 2021’de atmosfere yaklaşık 33 milyar ton karbon salımı yapıldığı tahmin ediliyor.

Ayrıca fosil yakıtlar ve çimentodan kaynaklanan mevcut 36,6 milyar tonluk karbondioksit emisyonları ile kıyaslandığında, yakalanan karbondioksitin çok ufak bir miktar olduğu dikkat çekiyor.

Paris Anlaşması’nda öngörüldüğü gibi, küresel ısınmayı iki derecenin oldukça altında sınırlamak için 2050 yılına kadar yaklaşık 1300 kat daha fazla karbondioksitin hem yeni teknolojilerle hem de ağaçlar ve toprak tarafından yakalanması gerekiyor.

Bugüne kadar, başarılı karbon yakalamanın yüzde 99,9’u, bilim insanlarının “karada geleneksel karbon yakalama” olarak adlandırdıkları yöntemle sağlandı. Bu yöntem, yeni ormanlar yaratmayı, daha önce ormansızlaştırılmış alanları eski haline getirmeyi, toprakları daha iyi yönetmeyi ve daha dayanıklı ahşap ürünler kullanmayı içeriyor.

Öte yandan karbon yakalama ve depolama özellikli biyoenerji, biyokömür ve doğrudan hava karbon yakalama ve depolama gibi “yeni” karbon yakalama yöntemleri, mevcut yakalanan karbon miktarının yalnızca yüzde 0,1’ine tekabül ediyor.

Bu teknolojiler gerçekleşmeden test etmek imkansız olsa da, araştırmacılar ayrıca yeni karbon yakalama yöntemlerinin ağaçlardan ve topraktan daha dayanıklı depolama sunabileceğini belirtiyor.

Ayrıca, küresel ısınmayı 1,5 ila iki dereceyle sınırlamaya giden tüm yollar, 2020 ile 2100 yılları arasında karbon yakalama seviyelerinde 450 ila 1100 milyar ton karbondioksit arasında değişen büyük bir artış içeriyor.

Yeni teknolojiler

Uzmanlar, küresel sıcaklık artışını sınırlamak ve düşürmek için yeni teknolojilere yatırım yapılması gerektiğini aktarıyor. Ancak oldukça yeni olan bu teknolojilerin henüz çok azı kullanımda ve geliştirilmelerinin yıllar sürebileceği tahmin ediliyor.

Bu teknolojilerden biri olan Biyoenerji ile Karbon Yakalama ve Depolama (BECCS) karbon depolayan toprak ve odun peleti gibi organik maddelerin yakılarak enerji üretmesi ile karbon yakalamayı birleştiriyor.

Bazı diğer seçenekler arasında karbonun toprakta depolanmadan önce havadan çekildiği dev tesisler; karbonu hapseden, özel olarak işlenmiş kömür kullanımı ve “gelişmiş kaya ayrışması” diye adlandırılan, kabaca doğal erozyonla meydana gelen karbon giderme yöntemi bulunuyor.

İklim krizi için ‘sihirli değnek’ değil

Ancak iklim bilimcilerin önemli bölümü ve aktivistler bu yöntemlere şüpheyle yaklaşıyor. Ana endişeleri, karbon yakalama teknolojilerinin, emisyonu azaltmaktansa hızlı çözüm yollarına odaklanıyor olması.

Rapor, karbon yakalama teknolojilerinin iklim değişikliğiyle mücadele etmek için “sihirli bir değnek” olarak görülmemesi gerektiğini, ancak BM’nin iklim hedeflerine ulaşma yolunda sera gazı seviyelerinin düşürülmesi için doğanın yanı sıra teknolojinin de gerekli olacağını vurguluyor.

Tüm bu senaryolar, çok sayıda iklim zirvesinde taahhüt edildiği gibi, fosil yakıtlardan kaynaklanan küresel karbon emisyonlarının hızla düşeceğini varsayıyor. Ancak şimdiye kadar yıllık emisyonlarda düşüş eğilimine de girilmiş değil.

Konya’da barınaktaki köpeği kürekle öldüren işçilere ‘iyi hal’den indirimli ceza: Serbest bırakıldılar

Konya Büyükşehir Belediyesi‘ne ait Hayvan Rehabilitasyon Merkezi‘nde bir köpeği eziyet ederek öldüren sağlık teknisyeni Murat Bacak ile hayvanı sürükleyerek götüren Sefa Çakmak, iyi hal indirimli cezaya çarptırılmalarının ardından serbest bırakıldı.

Haklarında altışar yıla kadar hapis cezası istenen sanıklara önce birer yıl hapis cezası verildi. Bu ceza nitelikli halden bir yıl altı aya çıkartıldı. Sanıkların pişmanlık beyanları nedeniyle ise ceza bir yıl üç aya indirilip, hükmün açıklanması geri bırakıldı.

Konya 14. Asliye Ceza Mahkemesi‘ndeki duruşmaya taraf avukatları ve davaya katılma talebi bulunan bazı barolar ile hayvanları koruma derneklerinin temsilcileri katıldı.

Mahkeme, katılma taleplerini reddettikten sonra verdiği aranın ardından sanıklar hakkındaki kararı açıkladı.

‣ Konya Barınağı’ndaki köpeği kürekle öldüren sanıkların tahliyesine itiraz
‣ Konya’da köpeği öldürenlerin tahliyelerine yapılan itirazlara ret
‣ Konya’daki cinayete İstanbul’da protesto: Hayvan haklarını savunduğumuz için ters kelepçeyle gözaltına alındık
‣ Cehennem…

İyi hal indirimi

Sanıklar Bacak ve Çakmak’a “evcil hayvanı kasten öldürme” suçundan önce birer yıl hapis cezası verildi.

Ardından sanıkların barınakta veteriner teknisyen ve sağlık teknisyeni olarak görev yapmaları “nitelikli hal” sayılarak ceza bir yıl altı aya çıkarıldı.

Mahkeme daha sonra cezayı “iyi hal” indirimiyle bir yıl üçer aya indirerek, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdi.

Altışar yıla kadar hapis cezası isteniyordu

Konya’nın Meram ilçesi Sefaköy Mahallesi’nde bulunan AKP’li Konya Büyükşehir Belediyesi’ne ait Sahipsiz Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezi’nde bir görevli, bir köpeği kürekle katletmişti.

‣ Konya’daki barınak vahşeti için iddianame hazırlandı
‣ Sokakta yaşayan hayvanlara yönelik şiddeti durdurmak için rekor destek
‣ Hayvan hakları savunucuları Ankara’da buluştu: Ormanda barınak olmaz

16 Kasım’da yaşandığı belirtilen olayın görüntüleri 24 Kasım’da sosyal medyada paylaşıldıktan sonra büyük tepkiye neden olurken, görüntülerin yayınlanmasından sonra 25 Kasım’da gözaltına alınan Bacak ve Çakmak, ‘ev hayvanı veya evcil hayvanı kasten öldürme’ suçundan çıkarıldığı hakimlikçe tutuklanmıştı.

Konya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianameyle altışar yıla kadar hapisleri istenen Bacak ve Çakmak, 14’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’nde 2 Ocak’ta görülen duruşmada tahliye edilmişti.

Konya Cumhuriyet Başsavcılığı, sanıkların tahliyelerine itiraz etmişti. Nöbetçi üst mahkeme olan Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi, 16 Ocak’ta savcılığın itirazını reddetmişti.

Boğaziçi’nde ‘güvenlik’, Dr. Sütlü’nün ofisine girip kilidini değiştirdi

Boğaziçi Üniversitesi’nde özel güvenlik, rektör Prof. Dr. Naci İnci’nin hakkında çıkan karalama haberlerini gerekçe göstererek kadrosunu yenilemediği Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Doktor Öğretim Üyesi Tolga Sütlü’nün üniversitedeki ofisine kilidini değiştirerek girdi.

18 Ocak akşam saatlerinde, güvenlik görevlileri sözleşmesi yenilenmeyerek Ekim 2021’de görevden alınan Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğretim üyesi Tolga Sütlü’nün özel eşyalarının olduğu ofisine herhangi bir bildirim yapmadan girdi ve ofisin kilidini değiştirdi.

Güvenlik görevlilerine, Sütlü yerine adrese teslim kadro ile işe alınan THY’nin eski genel müdürü Temel Kotil’in oğlu Enes Seyfullah Kotil’in de eşlik ettiği görüldü. Güvenlik görevlileri, Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin bina içine astıkları Tolga Sütlü posterlerini de söktü.

Konu hakkında konuşan Sütlü, kendisine ofisini boşaltması yönünde herhangi bir resmi bildirimde bulunulmadığını, ofisinde şahsî eşyalarının da bulunduğunu ifade etti.

Boğaziçi
Fotoğraf: Çiğdem Kafescioğlu

Ne olmuştu?

Öğretim Üyesi Dr. Tolga Sütlü, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Naci İnci’nin kendisini asılsız sebeplerle ve hukuksuz bir şekilde işten çıkardığı gerekçesiyle rektörlüğe Kasım 2022’de dava açmış, görevine son verilmesine ilişkin işlemin iptalini istemişti.

Sütlü dava dilekçesinde yoksun kaldığı tüm maaşlarının ve parasal haklarının yasal faizi ile ödenmesini ve tüm özlük haklarının iadesini de talep etmişti. Dava süreci hala devam ediyor.

Boğaziçi Üniversitesi Akademisyenleri haftanın her iş günü gerçekleştirdikleri nöbetlerinde Sütlü’nün posterlerini taşımaya ve meslektaşlarının işten çıkarılmasını protesto etmeyi sürdürüyor.

İklim aktivistleri Davos’ta: Fosil yakıt CEO’larına ‘derhal durun’ çağrısı

İsviçre‘nin Davos kentinde birçok büyük petrol şirketinin temsilcilerinin ve politikacıların katıldığı Dünya Ekonomik Forumu‘na katılan genç iklim aktivistleri, burada başlattıkları imza kampanyasıyla fosil yakıt CEO’larına “derhal durun” çağrısı yaptı.

Uganda‘dan Vanessa Nakate, Almanya‘dan Luisa Neubauer, İsveç‘ten Greta Thunberg ve Ekvador‘dan Helena Gualinga‘nın başlattığı bir milyon imzayı hedefleyen kampanya, dünyanın her yerinden binlerce insanın imzalamasıyla günün erken saatlerinden itibaren hedef sayıya yaklaştı.

‣ İklim aktivistlerinden fosil yakıt CEO’larına ihtar: Sokaklardan çekilmeyeceğiz

Yazılan ihtarnamede büyük petrol şirketlerinin fosil yakıtların yıkıcı iklim değişikliğine yol açtığını onlarca yıldır bildiğine, halkı iklim bilimi ve riskleri konusunda yanılttığına, dezenformasyonla şüphe yaratarak ve gecikmeye neden olarak politikacıları kardırdığına yer verildi.

Büyük fosil yakıt şirketlerinin CEO’larına hitaben yazılan ihtarda şu ifadelere yer verildi:

Bu ihtarname, herhangi bir yeni petrol, doğal gaz veya kömür çıkarım sahaları açmayı derhal durdurmanızı ve hepimizin çok acil bir şekilde ihtiyaç duyduğu temiz enerji dönüşümünü engellemeyi durdurmanızı talep eder.

‘Muazzam sayılara ulaşıp sokaklarda olacağız’

İklim savunucuları, fosil yakıt endüstrisinin bu tür faaliyetlerinin temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevreye yönelik insan haklarını, yöneticilerin sorumluluklarını ve görevlerini ve Yerli halkın haklarını doğrudan ihlal ettiklerini kaydetti.

Bu faaliyetlere son verilerek derhal eyleme geçilmesini talep eden aktivistler, şunları ekledi:

Derhal eyleme geçmemeniz halinde, dünyanın her yerinden vatandaşların sizi sorumlu tutan her türlü ve tüm hukuki adımları adımları atacağını aklınızda bulundurunuz. Bizler de muazzam sayılara ulaşarak sokaklarda protestolara devam edeceğiz.

Aktivistler, IEA Başkanı Birol ile görüştü

Dört ülkeden WEF’e katılan aktivistler, Davos’ta Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Fatih Birol ile de bir panelde bir araya geldi. Genç aktivistler ve Birol, hükümetlerin ve şirketlerin iklim krizine yeterli yanıt verip vermediğini ele aldı.

Davos zirvesinin yapıldığı kongre binasının dışında yapılan panelde temiz enerjiye geçiş, fosil yakıtlara yapılan yatırımlara son verme çağrıları ve küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlamak için yapılması gerekenleri tartıştı.

‘Ön saflarda olanları dinlemeliyiz’

Panelde ilk söz alan İsveçli Thunberg, “Davos’ta, ön saflarda olanlar yerine iklim krizinden büyük ölçüde sorumlu olanları dinlemenin absürt olduğunu” söyledi:

Kısa vadeli açgözlülüğü ve şirket açgözlülüğünü öncelediklerini göstermelerine rağmen, sorunlarımızı çözmeleri için bu insanlara güveniyor gibiyiz… Bu insanların, yani gezegenimizin yıkımından sorumlu olan insanların verdiği mesajların bombardımanına uğruyoruz… Bunun yerine, iklim krizinden etkilenenleri, ön saflarda olanları dinlemeliyiz.

Ugandalı iklim aktivisti Vanessa Nakate de iklim krizinin, krizden en çok etkilenen yerlerde aşikar olduğunu söyledi.

Bu bölgelerdeki insanların yaşadıkları zorluklara işaret eden Nakate, şunları kaydetti:

İklim krizi istatistiklerden fazlasıdır. İnsanlarla ilgilidir. Bugün konuşulanlar ile sahada olanlar arasında bir kopukluk var.

Amazon yağmur ormanındaki yerli bir topluluktan olduğunu söyleyen Ekvadorlu aktivist Gualinga ise mensubu olduğu toplumun son on yıllarda ormanların kalkınma adına kesildiğine şahit olduğunu aktararak “Buna izin veriyor olmamız tam anlamıyla çılgınca” diye konuştu.

Davos’taki insanların fosil yakıt endüstrisine yatırım yaparak bu durumu körüklediğini kaydeden Gualinga, “Bu, suç teşkil eden bir davranış ve öyle muamele görmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Almanyalı iklim aktivisti Luisa Neubauer ise “fosil yakın endüstrisi kuralları belirledikçe fosil yakıt döneminin sona ermeyeceğini” söyledi.

Birol: Sermaye var, siyasi irade eksik

İklim aktivistlerine çalışmalarından ötürü teşekkür eden Birol, enerji sektörünün iklim değişikliğine sebep olan emisyonların yüzde 80’inden sorumlu olduğunu aktardı: “Enerji sektörünü dönüştürmezsek, daha temiz ve güvenli bir hale getirmezsek, iklim hedeflerimize ulaşamayız.”

Bunun temiz enerjiye geçilmesi gerektiği anlamına geldiğini kaydeden Birol, “Sihirli kelime, yatırım. Yeterli sermaye var. Eksik olan siyasi irade” dedi.

Uludağ’da yapılaşmayı hızlandıracak Alan Başkanlığı teklifi yasalaştı

Çevreci örgütler ve aktivistlerin “(T)alan Başkanlığı” adını verdiği ve yapılaşmayı hızlandırarak Uludağ’ın doğasını tahrip edeceğini savunduğu Uludağ Alan Başkanlığı kanun teklifi, TBMM Genel Kurulu‘nda kabul edilerek yasalaştı.

Kanunla, milli park sınırları içinde tek yetkili olan Tarım ve Orman Bakanlığı ile Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü’nün yetkileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ve Uludağ Alan Başkanlığı’na devredildi.

Buna göre, Uludağ Alanı’nda korunması gereken taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin yapılacak her tür plan, proje, uygulama, iş ve işlemler bundan sonra, Uludağ Alan Komisyonu kararlarıyla yürütülecek.

Yeni işletmelere açık, madene devam

Teklif, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan ve AKP Bursa Milletvekili Efkan Ala’nın da aralarında olduğu 45 milletvekilinin imzasıyla geçen kasım ayında Meclis Başkanlığı’na sunulmuştu.

Kanunun bazı maddeleri şöyle:

  • Uludağ Alanı’nda kömür ve akaryakıt depoları, sanayi ve benzeri tesisler kurulamayacak. Ancak kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce Maden Kanunu hükümlerince işletme ruhsatı almış alanlarda, Alan Komisyonu’nca belirlenecek kriterlere uyulması kaydıyla kazanılmış haklar korunarak faaliyetler sürdürülebilecek. Bunun dışında madencilik faaliyetleri yapılamayacak, entegre tesislere yer verilemeyecek.
  • Uludağ’daki kamu hizmetlerinde kullanılan bina ve tesisler, kamu konutları ile Tarım ve Orman Bakanlığı’nca yapılan veya yaptırılan tüm yapı ve tesisler dışındaki Hazine’nin özel mülkiyetinde veya devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlar, orman sayılan yerler ile daha önce Milli Parklar Kanunu gereğince tespit ve ilan edilen yerler, talep etmesi halinde Uludağ Alan Başkanlığı’na tahsis edilecek. Genel kolluk kuvvetlerine tahsisli veya bunların kullanımında olan taşınmazlar hakkında bu hüküm uygulanmayacak.
  • Uludağ’da bulunan Hazine ile kamu kurum ve kuruluşlarının özel mülkiyetindeki taşınmazların satışı, trampası, kiraya verilmesi, işletilmesi, işlettirilmesi, ön izin verilmesi ve üzerlerinde irtifak hakkı kurulması, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin kiraya verilmesi, işletilmesi, işlettirilmesi, ön izin ve kullanma izni verilmesi gibi işlemler Başkanlığın uygun görüşü alınarak yapılacak Bu taşınmazlardan turizm amaçlı kullanılmasında yarar görülenlerin tahsisi, kamulaştırılması, kiralanması, işletilmesi, işlettirilmesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkili olacak.
  • Uludağ’da gerçekleştirilecek turizm amaçlı sportif faaliyetler ile alana ilişkin işletmecilik faaliyetlerini yapma, yaptırma, izin verme ve denetleme yetkisi Başkanlığa veriliyor.
  • Uludağ’da, planların gerektirdiği her türlü hizmet ve faaliyetler ile koruma, yönetim, işletme, tanıtım, spor, eğlenme ve dinlenme hizmetleri için gerekli her türlü altyapı ve diğer tesislerin yapılmasında, yaptırılmasında, işletilmesinde, işlettirilmesinde ve bu işlemlerin ilgili belediye başkanlıkları ile koordine halinde yürütülmesinde Başkanlık yetkili kılınıyor.
Fotoğraf: Evrensel

Çevreciler ve muhalefet tepkili

Karar, haftalardır kararın çıkmasına karşı direnen vatandaşları ve çevre örgütlerinin tepkilerine neden oldu. Bursa Valisi Yakup Canbolat’ın Twitter hesabı üzerinden yaptığı paylaşım ise Bursalıların öfkesine neden oldu.

Canbolat yaptığı paylaşımda, “Uludağ Alan Başkanlığı Hakkında Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Emeği geçen TBMM üyelerimize teşekkür ederim. Bursamıza hayırlı olsun…” sözlerine yer verdi.

Canbolat’ın paylaşımının altına yorum yapan yurttaşlar, valinin sözlerine tepki göstererek Alan Başkanlığı’nın ranta dönüşeceğini vurguladı.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı- Türkiye (WWF-Türkiye) söz konusu teklif ve gerekçesinden asıl amacın alandaki turistik gelişimi (özellikle daha fazla sayıda insana hizmet verecek kış turizmi) kolaylaştırmak olduğunun anlaşıldığı değerlendirmesi yapmıştı.  Açıklamada, Uludağ Alan Başkanlığı uygulamasının yapılaşmayı hızlandırarak ormanlara, yaban hayata, bitkilere, su kaynaklarına ve kentin iklim değişikliğine karşı uyum becerisine zarar vereceği kaydedilmişti.

Change.org’da kanun teklifine karşı açılan kampanyaya  ise 15 bine yakın kişi imza attı. Metinde, Uludağ’ın statüsünün değiştirilerek “imar alanlarının genişletileceği” savunuldu. Kampanyada, “T(alan) Başkanlığı’nın ne olduğunu 1. Derece Arkeolojik ve Doğal Sit alanı Kapadokya’ya yapılan yoldan biliyoruz” denildi.

Kanun teklifine, muhalefet milletvekilleri de tepki gösterdi. CHP milletvekili Mahmut Tanal, teklife ret oyu verdiğini açıkladı. Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu da teklifi veren milletvekillerinin oylama salonunda olmadığını duyurdu. Niğde milletvekili Ömer Fethi Gürer de “Uludağ’a yazık olacak” paylaşımını yaptı.

HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu da “Uludağ milli park statüsünden çıkarılıp; yetkiler, otel patronlarına, sermayedarlara devrediliyor” diye konuştu. 

1961 yılından beri Milli Park

Uludağ, 2.543 metre yüksekliğiyle Marmara Bölgesi’nin en yüksek zirvesini oluşturuyor. 1961 yılında, 12 bin hektarı kapsayan bölümü Milli Park ilan edildi.

Uludağ Milli Parkı’nın yüzde 71’i orman, yüzde 28’i mera ve kayalık, yüzde 0,4’ü açık, yüzde 0,1’i sulak alan, yüzde 0,5’i ise yerleşim alanı. Bölgenin olağanüstü bitki örtüsü, 96’sı ülke çapında nadir, toplam 791 taksondan oluşuyor. Önemli bir yaban hayatı popülasyonuna sahip olan Uludağ, aralarında  sakallı akbaba ve kaya kartalının da bulunduğu Türkiye’nin Önemli Kuş Alanları’ndan (ÖKA) biri.

Hrant Dink, ölümünün 16’ncı yıldönümünde katledildiği yerde anıldı

Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink katledildişinin 16’ıncı yılında Harbiye‘deki Sebat Apartmanı’nın önünde anıldı.

Anmada, çok sayıda vatandaş, Dink’in öldürüldüğü noktaya kırmızı karanfil, mum ve nar bıraktı. Dink’in öldürüldüğü saat olan 15.00’te ise alanda Hrant Dink’in, “Biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin bu toprakları alıp gitmek için değil, bu toprakların gidip dibine girmek için” sözleri dinletildi.

Anmaya Dink’in eşi Rakel Dink, kardeşi ve çocuklarının yanı sıra HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, milletvekilleri Garo Paylan ve Sezai Temelli ile CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve kalabalık bir vatandaş grubu katıldı.

Alanda toplananların sık sık “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Hepimiz hrantız hepimiz Ermeniyiz”, “Katilleri koruyan cinayete ortaktır” sloganları attığı anma, Hrant’ın Arkadaşları‘ndan Bülent Aydın‘ın açılış konuşmasıyla başladı.

Ardından Afganistan‘daki cinsiyet ayrımcılığına son vermek yaptığı çalışmalarla 14. Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü alan insan hakları aktivisti Shaharzad Akbar‘ın mesajı Feride Eralp tarafından okundu.

Çiğdem Mater’den mesaj

Gezi Parkı Davası‘ndan tutuklu sinemacı Çiğdem Mater‘in mesajını ise Kobani davasından tutuklu bulunduğu cezaevinden yakın bir tarihte çıkan Bircan Yorulmaz okudu:

“Son iki yıldır sizlerler beraber olamadım, ama biliyorum ben ve benim gibi o meydanda olamayan tüm arkadaşların sesi o meydanda yankılandı. Özgürlükleri elinden alınan tüm Hrant’ın arkadaşlarıyla Selahattin, Osman, Gültan, Sebahat ile o meydanda olacağız, ‘Buradayız ahparig’ diyeceğiz.”

Emin Alper: Dink 16 yıldır bu kaldırımda yatıyor

16. yılın anma konuşmasını ise yönetmen Emin Alper yaptı. Alper şunları söyledi:

“Bugün tam 16 sene oldu. Yine içimiz buruk, yine adaletin tam manasıyla tecelli etmediğine inanarak, o katilleri yaratan karanlığın hiç dağılmadığını, belki de daha da koyulaştığını bilerek yine burada onun gövdesinin ebedi olarak sessizce uzanıp kaldığı kaldırıma toplandık. Osmanbey kaldırımlarında yatan dostumuzun yarasından hâlâ kan sızıyor. İçe doğru birbirine dönmüş iki ayağının arasından incecik akan kan kendisine bir yol arıyor. Bu incecik sızıntı kendi yolunu bulacak ama önce Hrant’ın kanı, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının bindirildikleri takadan, Sabahattin Ali‘nin kırık gözlük camından, Musa Anter‘in ak saçlarından, 1915’te Anadolu‘nun her karış toprağından, 38’de Dersim dağlarından, 55’te İstanbul‘un kırık vitrin camlarından, Maraş’tan ve Sivas‘tan sızan kanla buluşacak.

Yıllardır bu topraklarda sadece Ermeni, Rum, Kürt olduğu için, azınlık olduğu için katledilen masumların, sadece eşitlik ve kardeşlik istediği için öldürülen aydınların kanı birbirine kavuşuyor ve kendine akacak bir yol arıyor. Bu yolları görenler ne çok kan akmış diyorlar. Onların sayıları azdı ama kanları çok aktı. Az olmak, bu topraklarda zulüm görmek için hep yeterli bir nedendi…

İnsanlığın hikâyesini değiştirmek zorundayız çünkü biz Hrant’a söz verdik. Sömürüye ayrımcılığa dayanan bu sistemi biz yaratmadık ama bunu değiştirebiliriz. Hrant’a verdiğimiz sözü hatırlamak için buradayız. Tarih yazan kalemleri katillerin ellerinden almak için buradayız.”

Anma Emin Alper’in konuşmasının ardından “Sarı Gelin” türküsüyle sona erdi.

 

Marmaris Hisarönü’nde imar planı değişikliğine bilirkişiden onay çıkmadı

Muğla’nın Marmaris ilçesine bağlı Hisarönü Mahallesi’nde inşa edilmek istenen “Yaşlı Bakımevi, Özel Rekreasyon Alanı, Özel Rekreaktif Alan ve Park Alanı” için yapılan imar planı değişikliğine karşı açılan davada bilirkişi heyeti, raporunu mahkemeye verdi. Raporda, imar planı değişikliğinin mevzuata uygun olmadığı belirtildi.

Söz konusu bölge, tarihi ve arkeolojik sit alanı ve  tamamen korunacak doğal alanda ÖÇK alanında bulunuyor.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, 142 parselde yapılması planlanan Yaşlı Bakımevi, Özel Rekreasyon Alanı, Özel Rekreaktif Alan ve Park Alanı için hazırladığı imar planı değişikliğini bir ay önce askıya çıkarmıştı. Marmaris Kent Konseyi ve Muğla Çevre Platformu (MUÇEP), Marmaris Çevre ve Şehircilik İlçe Müdürlüğü’ne, imar planı değişikliğinin geri çekilmesi talebiyle 29 Ocak 2022’de dilekçe verdi. İtiraz dilekçeleri reddedilen Marmaris Kent Konseyi ve MUÇEP, geçen mayıs ayında imar planı değişikliğinin iptali istemiyle dava açtı.

‘Kamu yararı yok’

Muğla 2. İdare Mahkemesi’nde açılan dava kapsamında, 8 Aralık 2022 tarihinde bilirkişi heyeti yerinde inceleme yaptı. Bilirkişi raporunda dava konusu imar planları bakımından, “Planların Kademeliği Birlikteliği İlkesi”, “Şehircilik ilkeleri-Planlama Esasları”, “Kamu Yararı İlkesi” açısından uygun-tutarlı bulunmadığı belirtildi.

Kararı sevinçle karşılayan Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi, imar planlarında değişikliğe gidilen yer hem sulak alan olması, hem Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde yer alan marjinal tarım, arkeolojik ve doğal sit alanı olması nedeniyle son derece kıymetli bir bölge olduğuna dikkat çekti.

Komiteden yapılan açıklamada, şunlar dile getirildi:

“Ayrıca, plan değişikliklerinin bütünlükçü bir anlayışla yapılıyor olmasına karşın parsel bazlı bir değişikliğe gidiliyor olması da oldukça dikkat çekiciydi. Pek çok endemik ve koruma altındaki nadir türün yaşam alanı olan bir yerin, yaşlı bakımevi gibi gerçek bir ihtiyaca karşılık düşmeyen gerekçe ile imar planlarında değişikliğe gidilmesi, kentteki biz yaşam savunucuları için kabul edilemez bir durumdu”

İnşaat yapmak isteyenler Erdoğanların dünürü

Söz konusu parsel sahibinin Erdoğan Ailesi ile dünürlük ilişkisi olduğuna dikkat çekilen açıklama şöyle devam etti:

“Dava kapsamında, 8.12.2022 tarihinde bilirkişi heyeti yerinde inceleme yaptı. İnceleme sonucu UYAP üzerinden yüklenen bilirkişi raporu, itirazımızı haklı kıldı ve imar plan değişikliğinin uygun olmadığı kanaatini oybirliği ile açıkladı. Rapora göre; dava konusu imar planları bakımından, ‘planların kademeliği birlikteliği ilkesi, şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararı ilkesi’ açısından uygun-tutarlı olmadığı kanaati edinilmiştir. Marmaris’te yaşayan doğa hakkı savunucuları olarak, açıklanan bilirkişi raporu doğrultusunda verilecek mahkeme kararı ile imtiyazlı imar plan değişikliğinin iptal edilip, böylesi kıymetli bir habitatın korunmaya devam edeceği günleri heyecanla bekliyoruz.”

 

Şila’yı yakarak öldüren katile iyi hal indirimli ceza

11 Ekim 2022’de Şila isimli köpeği demir kafes içindeki ahşap kulübesinde, yanıcı maddeyle yakarak katleden Ömer Faruk Baki, bir yıl sekiz ay hapis cezasına çarptırıldı.

İzmir’in Seferihisar ilçesinde, Furkan Pınar‘ın bakımını üstlendiği  Pitbull cinsi Şila isimli dişi köpek, eve 10 metre mesafedeki kulübesinde ateşe verildi. Alevleri fark eden çevredekiler, 112 Acil Çağrı Merkezi‘ne bildirdi. Bu sırada bazı kişiler de alev alan kulübeyi görüntüledi. İhbarla gelen itfaiye ekipleri, yangını söndürdü.

Kafes kapısı kapalı olduğu için dışarı çıkamayan köpeğin, yanarak öldüğü belirlendi. Polisin yaptığı çalışmada, yangını çıkaranın Ömer Faruk Baki olduğu belirlendi. 13 Ekim’de gözaltına alınan ve ifadesinde suçlamaları reddeden Baki, sevk edildiği adliyede çıkarıldığı hakimlikçe tutuklandı.

‣ Kulübesindeki köpeği yakarak öldürdüler

Cezasının bir kat artırılması istendi

Soruşturmanın ardından Ömer Faruk Baki hakkında hazırlanan iddianamede Baki’nin, Furkan Pınar’ın bakımını üstlendiği Pitbull cinsi köpeği kasten öldürdüğü, aynı şekilde köpek kulübesini de yakarak hasar verip, kullanılamaz hale getirdiği belirtildi.

Baki’nin ‘başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkmak, tahrip etmek, yok etmek, bozmak, kullanılamaz hale getirmek veya kirletmek’ suçundan dört aydan üç yıla kadar hapsi istendi. Baki’nin bu suçu yakarak, yakıcı veya patlayıcı madde kullanarak işlemesi nedeniyle verilecek cezanın bir kat artırılması talep edildi.

Baki’nin altı yıla kadar hapisle yargılanmasının istendiği iddianame, Seferihisar İkinci Asliye Ceza Mahkemesi‘nce kabul edildi.

‘İyi hal’ indirimi uygulandı

Davanın bugün görülen ikinci duruşmasında sanık ve müşteki avukatları, İzmir Barosu Hayvan Hakları Komisyonu ile hayvansever derneklerinin temsilcileri yer aldı. Baki’nin katılmadığı duruşmada avukatı, müvekkilinin beraatini isterken, şikayetçi avukatları ise üst sınırdan ceza verilmesini talep etti.

Kararını açıklayan mahkeme hakimi, Baki’ye önce iki yıl hapis cezası verdi. Ardından ‘iyi hal’ indirimi uygulayıp, cezayı bir yıl sekiz ay hapse indirdi.

Hayvanlara şiddet suç kapsamına alınmalı

Furkan Pınar’ın avukatı Deniz Akbıyık, verilen cezaya ilişkin şöyle konuştu:

Hayvana karşı işlenen bu vahim suçun ‘kabahat’ olarak görülmeyip, suç olduğunun kabul edilmesi ve sanık Baki’nin 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılması emsal karar olup, bizleri her ne kadar memnun etse de verilen cezaların miktarı ve bu cezaların infaz kanunu karşısında bir yaptırımı maalesef bulunmamakta. Bu anlamda mağdurun hayvanlar olduğu suçlar açısından kanuni düzenlemeye gidilerek sonuç cezaların arttırılması ve bu suçların TCK kapsamına alınması gerektiğini düşünmekteyiz. İstinaf sürecinde de sürecin takipçisi olacağız.

Avrupa gemilerinde insanlık dramı: Alıkonulan, hapsedilen, kelepçelenen sığınmacılar

Tatilciler bir yolcu vapurunun güvertesinde, soğuk içeceklerinin tadını çıkarırken, güvertenin altında bambaşka bir durum yaşanıyor. Geminin altında, aralarında çocukların da bulunduğu, zincirlenmiş ve iradeleri dışında karanlık yerlere kapatılmış insanlar bulunuyor.

Karşınızda, sığınmacıları geldikleri yere yasadışı yollardan geri göndermek için özel gemilerdeki gizli hapishanelerin kullanıldığı, Avrupa‘nın pek bilinmeyen, sığınmacıları geri itme uygulaması.

Avrupa Birliği‘nin kara sınırlarında sığınma hakkını sistematik olarak reddetmesi son yıllarda çok kez belgelendi. Geçtiğimiz yıl, Lighthouse Reports ve ortakları, mültecilerin ve göçmenlerin sığınma hakkının reddedildiği ve zorla geri gönderilmeden önce yasadışı bir şekilde hapsedildiği “kara mekanların” -gizli gözaltı yerlerinin- varlığını ortaya çıkardı.

‣ Bir ayda Avrupa’da iki bin çocuk sığınmacı kayboldu
‣ Polonya, sığınmacı krizi için Türkiye, Rusya ve Belarus’u suçluyor

AB içindeki sınırlarda sığınma talebinde bulunma fırsatının hukuka aykırı olarak reddedilmesine ve üye devletlerden olan İtalya‘dan Yunanistan‘a yapılan acımasız geri itmelere ise gerektiği kadar dikkat edilmedi.

İtalyan yetkililer tarafından yapılan yasadışı geri itmeler kapsamında,
aralarında çocukların da bulunduğu sığınmacılar, İtalya’dan Yunanistan’a giden yolcu gemilerinin alt katlarında, metal kutular ve karanlık odalardan oluşan gayrıresmi hapishanelerde, bazen bir günden fazla tutuluyor.

2014 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), İtalya’nın sığınmacıları hukuka aykırı bir şekilde Yunanistan’a ittiği ve koruma talebinde bulunmalarına izin vermediğine karar verdi. Sekiz yılın ardından, aynı uygulamanın tüm gücüyle devam ettiği ortaya çıktı.

Birçok gemide karanlık hapishaneler

Fotoğraflar, video görüntüleri ve tanıklıklar, sığınma talep etme umuduyla Adriyatik limanlarından Venedik, Ancona ve Bari‘ye giden feribotlarda adeta istiflenerek hayatlarını riske atan insanlara sığınma şansı verilmediğine işaret ediyor.

Aksine, bir süre limanda alıkonulduktan sonra geldikleri gemilere kapatılarak Yunanistan’a gönderiliyorlar.

Yunan feribot devi Attica Group‘a ait ticari gemilerle İtalya ve Yunanistan arasında yapılan sayısız raporlama gezileri sırasında elde edilen ilk görsel kanıtlar, sığınmacıların bazen metal raflara kelepçelenmiş halde alıkonuldukları yerleri gösteriyor.

 

İnsanlık dışı koşullar ve hak ihlalleri

Duş ve tuvaletleri bozulduktan sonra yere iki tane şilte konularak sığınmacıların kapatıldığı bir odanın duvarlarında, sığınmacıların yazdığı farklı dillerde isimler ve tarihlere rastlandı. Sığınmacıların tarifleriyle örtüşen odanın görüntüleri, anahtar deliğinden küçük bir kamera ile çekildi.

Bu yerlerden birinde tutulduğunu belirten bir Afgan sığınmacı, şunları söyledi:

“İki metre uzunluğunda, 1,2 metre genişliğinde, küçük bir odaydı. … Sadece küçük bir şişe su veriyorlar ama hiç yemek vermiyorlar. Geminin içindeki bu küçük odada kalarak zorlukları kabullenmek zorunda kaldık”

Bir başka gemideki bir bagaj odasında tutulan bir Afgan sığınmacı ise, metal borulara kelepçeliyken bir selfie çekti. Daha sonra aynı yere giden gazeteciler, çektikleri fotoğraflarla selfie’nin çekildiği yeri doğruladı.

Superfast I adlı başka bir ticari gemide, insanlar alt güvertelerden birindeki garaj odasında çatısı kafesli metal bir kutuda tutuluyor. Yaz aylarında aşırı sıcak olan odada, sadece bir parça karton bulunuyor. İnsanlar metal duvardaki toza kelimeler yazmaya çalışmış gibi görünüyor.

Alıkonulanlar arasında, bu yollarla İtalya’dan Yunanistan’a gönderildiği doğrulanan çocuklar da bulunuyor. Baloosh isimli 17 yaşındaki bir Afgan çocuk, “Beni yasa dışı yollarla bir botla Yunanistan’a geri gönderdiler. Sığınma başvurum olup olmadığını ya da başka bir şeyi hiç sormadılar bile” diye konuştu.

Gemide çalışan bazı mürettebat üyeleri de bu yerlerin Yunanistan’a geri gönderilen sığınmacıları alıkoymak için kullanıldığını doğrulayan tanıklık, görsel veya doğrulama sağladı. Mürettebat üyeleri, söz konusu odalardan “hapishaneler” diye bahsetti.

Hukuk danışmanları ve STK’lar da, son yıllarda bu tür uygulamalara ilişkin çok sayıda rapor duyduklarını ifade ederek bulguları doğruladılar.

Perde arkası

İtalyan parlamentosu tarafından onaylanmamış olmasına rağmen 1999’dan beri yürürlükte olan İtalyan ve Yunan hükümeti arasındaki ikili “geri kabul” anlaşması uyarınca İtalya, Yunanistan’dan gelen belgesiz göçmenleri ülkeye geri gönderebiliyor. Ancak bu durum sığınma talebinde bulunanları kapsamıyor.

Ancak son 12 ayda, Afganistan, Suriye ve Irak‘tan gelen sığınmacıların bu muameleye maruz kaldığı görülüyor. Yunan makamları tarafından sağlanan veriler, 2021’de 157 kişi ve 2022’de 74 kişi olmak üzere son iki yılda yüzlerce kişinin etkilendiğini gösterse de, uzmanlar tüm vakaların belgelenmediğine inanıyor.

2014’teki AİHM kararından bu yana İtalya, defalarca bu uygulamanın durduğunu iddia etti ve bu iddiaya dayanarak, karar sonrasında uygulamaya konulan limandaki resmi sınır izleme süreçlerinin durdurulması için baskı yaptı.

İtalyan göçmenlik avukatı Erminia Rizzi, bu zorunlu geri dönüşlerin “sık sık” gerçekleştiğini ve reşit olmayanlar da dahil olmak üzere sığınmacıların “tüm kuralları ihlal ederek ve gayri resmi prosedürlerle bölgeye girişlerinin engellendiğini” söyledi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Almanya direktörü Wenzel Michalski, bulguların “Avrupa’nın bu tür koşullara nasıl müsamaha gösterdiğini” gözler önüne serdiğini söyleyerek AB’nin suç ortaklığı sorusunu gündeme getirdi.