Ana Sayfa Blog Sayfa 381

İklim krizi Avrupa’daki kayak merkezlerinin yüzde 91’ini tehdit ediyor

Kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtların kullanımı başta olmak üzere insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim krizi, dünyanın birçok bölgesindeki kayak merkezlerini ve kış turizmini tehdit ediyor.

Nature Climate Change dergisinde yayımlanan yeni bir araştırma, emisyonların devam etmesi ve sıcaklıkların yükselmeye devam etmesi halinde Avrupa‘daki kayak merkezlerinin ciddi kar kıtlığıyla karşı karşıya kalacağını gösteriyor.

Bazı tesislerin güvenilir kar tedarikini sürdürmesini sağlayabilecek suni kar üretimiyle bile, sera gazı emisyonları şu anda planlanandan daha hızlı bir şekilde azaltılmazsa, Türkiye ve Avrupa’daki tesisler çok yüksek risklerle karşı karşıya kalacak.

Avrupa’daki kayak merkezlerinin yüzde 91’i, Türkiye’dekilerin yüzde 100’ü risk altında

Dünyadaki kayak merkezlerinin yaklaşık yarısı Avrupa’da bulunuyor, ancak kar güvenilirliği insan kaynaklı iklim değişikliğinin bir sonucu olarak tehdit altında.

2 bin 234 kayak merkezini inceleyen çalışma, Türkiye de dahil olmak üzere kıta genelindeki kayak merkezlerinin farklı ısınma seviyelerinden nasıl etkileneceğini ve kar yapımının güvenilir bir kar tedarikini ne kadar sürdürebileceğini inceleyen ilk çalışma olma özelliğini taşıyor.

Çalışma, mevcut emisyon azaltma politikaları çerçevesinde bu yüzyılda beklenen sıcaklık artış seviyesi olan 3°C kadar artması halinde Avrupa’daki kayak merkezlerinin yüzde 91’inin çok az kar yağma riski altında olacağını, yani daha önce sadece beş yılda bir karşılaşılan en kötü koşulların en az iki yılda bir beklenebileceğini ortaya koyuyor. Bu oran Türkiye için ise yüzde 100’e ulaşıyor.

Fotoğraf: Petr David Josek / AP

Küresel ısınmanın 1,5°C ile sınırlandırılması riski büyük oranda azaltıyor

Emisyonların ve sıcaklık artışının bu seviyeye ulaşması halinde, kapsamlı kar yapma çalışmalarıyla bile Avrupa’daki kayak merkezlerinin yaklaşık yarısı bu koşullarla karşı karşıya kalacaktır. Yazarlar ayrıca kar yapmanın artan sıcaklıklarla her zaman başa çıkamayacağı konusunda da uyarıyor.

Makale, daha hızlı emisyon kesintilerinin çok daha fazla tesisin açık kalmasını sağlayacağını vurguluyor. Sıcaklık artışının 1,5°C ile sınırlandırılması durumunda, Avrupa’daki kayak merkezlerinin sadece yüzde 32’si yüksek risk altında olabilir ve bu oran Türkiye için yüzde 19’a kadar düşebilir.

Yazarlar, yapay kar oluşumunun bazı tesislerin açık kalmasını sağlayabileceğini, ancak bunun su ve elektrik talebini artırarak karbon emisyonlarını daha da yükselteceğini belirtiyor. Çalışma, kar yapımının su ve elektrik ayak izinin yanı sıra, ülkede elektriğin nasıl üretildiğine bağlı olan ilgili karbon ayak izini de değerlendiriyor.

Fotoğraf: Charly Triballeau / AFP

Hangi bölge iklim değişikliğinden nasıl etkilenecek?

Çalışma, farklı alanların iklim değişikliğinden nasıl etkileneceğine ve bunun kar yapımı ile nasıl hafifletilebileceğine dair veriler sunuyor:

Yapay kar yapımı olmadan ve küresel sera gazı emisyonları sadece mevcut politikaların gösterdiği kadar azaltılırsa (yaklaşık 3°C), Türkiye’deki kayak merkezlerinin yüzde 100’ü kar tedariki açısından çok yüksek riskle karşı karşıya kalacaktır.

  • İsviçre Alpleri‘ndeki kayak merkezlerinin yüzde 87’si
  • İskandinav Dağları’ndaki kayak merkezlerinin yüzde 70’i
  • Fransız Alpleri‘ndeki kayak merkezlerinin yüzde 93’ü
  • Avusturya Alpleri’ndeki kayak merkezlerinin yüzde 94’ü
  • Alman Alpleri‘ndeki kayak merkezlerinin yüzde 100’ü
  • İtalyan Alpleri’ndeki kayak merkezlerinin yüzde 100’ü
  • Karpat Dağları‘ndaki kayak merkezlerinin yüzde 91’i risk altında kalacak.

Eğer emisyonlar hızla azaltılır ve sıcaklık artışı 1.5°C ile sınırlandırılırsa, Türkiye’deki kayak merkezlerinin yalnızca yüzde 19’u risk altında kalacak.

  • İsviçre Alpleri’ndeki kayak merkezlerinin yüzde 5’i
  • İskandinav Dağları‘ndaki kayak merkezlerinin yüzde 48’i
  • Fransız Alpleri’ndeki kayak merkezlerinin yüzde 4’ü
  • Avusturya Alpleri‘ndeki kayak merkezlerinin yüzde 7’si
  • Alman Alplerindeki kayak merkezlerinin yüzde 20’si
  • İtalyan Alpleri‘ndeki kayak merkezlerinin yüzde 69’u
  • Karpat Dağları’ndaki kayak merkezlerinin yüzde 33’ü bu riskleri deneyimleyecek.

Uzmanlar ne diyor?

Fransa‘nın Toulouse ve Grenoble kentlerinde Météo-France ve CNRS‘de araştırmacı bilim insanı Samuel Morin, şunları söylüyor:

“Bu çalışma, Avrupa’nın tüm dağlık bölgelerinde gelecekteki iklim değişikliğinin kayak merkezlerindeki kar koşullarının son on yıllara kıyasla bozulmasına yol açacağını, ancak sonuçların dağlık bölgeler arasında ve içinde farklı olacağını vurgulamaktadır.”

Bu, Avrupa’da kayak turizminin hemen sona ermesi anlamına gelmiyor, ancak tüm kayak merkezleri için giderek zorlaşan koşullar anlamına geliyor, bazıları birkaç on yıl içinde şu anda bildiğimiz şekliyle faaliyet göstermek için kritik derecede düşük kar arzına ulaşacak.

Morin, “Emisyonların daha hızlı bir şekilde azaltılması, kayak turizmi için kar arzı riskini ve kar yapımına olan talebi ve ilgili dışsallıkları sınırlayacaktır: su talebi, elektrik talebi ve ilgili emisyonlar” diye ekliyor.

Ulusal Tarım, Gıda ve Çevre Araştırma Enstitüsü (INRAE) Grenoble‘da araştırmacı bilim insanı ve çalışmanın baş yazarı Hugues François çalışmaya dair şunları kaydediyor:

“Düşük küresel ısınma seviyeleri için, yapay kar yapımı, durumun halihazırda çok zorlu olduğu durumlar dışında, kayak merkezlerinde kar koşullarının iyileşmesine yol açıyor. Daha yüksek ısınma seviyeleri için, kar güvenilirliğindeki kazanç her zaman garanti değildir, özellikle de yüzde 50’nin üzerinde kısmi kar yapma kapsamı ve artan su talebi pahasına gelir.

Yöntemimiz, daha sıcak bir iklimde kar yapımına bağlı olarak su talebindeki değişimi hesaplamak için bir yol sunmakta ve bu da yerel ölçekte, su mevcudiyetinde ve suyun çoklu kullanımına yönelik su talebinde gelecekte meydana gelebilecek değişikliklerle karşılaştırılabilmektedir.

Ancak asıl zorluk, dağlık bölgelerde yaşayan çok çeşitli insanlara geçim seçenekleri sunan çevresel açıdan sürdürülebilir faaliyetleri sürdürürken, çoğunlukla ulaşım ve barınma kaynaklı kayak turizminin genel sera gazı emisyonlarını büyük ölçüde azaltan kalkınma yollarının geliştirilmesi ve uygulanmasıdır. Kayak turizminin bu bölgelerde uzun vadede ne ölçüde önemli bir rol oynayacağı açık bir soru olarak kalmaya devam etmektedir.”

‘Haber sitelerinin tweetlerine engel’ haberimize erişim engeli

Diken haber sitesinde yayımlanan ‘Hatay’da sekiz ceset saatlerdir yerde’ başlıklı haberinin tweet’iyle Birgün Gazetesi’nin ‘Askeriye’de darp ve baskı iddiası’ başlıklı haberinin, Twitter (X) tarafından Türkiye’deki kullanıcıların erişimine engellenmesine ilişkin haberimize erişim engeli geldi.

Twitter, Diken’in haberini kaldırma gerekçesiyle ilgili İfade Özgürlüğü Derneği’nin sorusunu yanıtsız bırakmış; BirGün’ün haberindeyse İstanbul Anadolu 5’inci Sulh Ceza Hakimliği’nin, şikayetçi ve hakimin isminin gizlendiği kararını gerekçe göstermişti.

14 siteye ya da paylaşıma engel

Samsun 3. Sulh Ceza Hakimliği’nin kararında, başvurucunun; “25 Ekim 2021 tarihinde Birgün gazetesinin internet sitesinde, sosyal medya hesaplarında ve diğer internet sitelerinde yayınlanan şahsını ilgilendiren haberle ilgili olarak haber
yayınlanmadan önce haber metninin tarafına gösterilip onayının ve rızasının alınmaması, kamuoyunu yanıltabilecek doğru olmayan ve gerçek dışı iddialara yer verilmesi, haberin bütünüyle Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak ve karalamak amacıyla yapılmış olması, haberde adının ve soyadının kullanılmış olmasından dolayı kişilik hakları internet ortamında açık bir şekilde ihlal edildiğini, bu nedenlerle internet sayfalarında yapılan haberlerin erişimin engellenmesi ve/veya içeriğin çıkarılmasına karar verilmesinin talep ettiğine”  yer verildi.

Kararda, “31/07/2020 tarihinde Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren 7253 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”la “içeriğe erişimin engellenmesi” ifadesinin “içeriğin
çıkarılmasına ve/veya erişimin engellenmesine” şekline dönüştürüldüğüne dikkat çekilerek, aralarında Yeşil Gazete’nin de bulunduğu, 14 internet sitesinin haberine ve paylaşımına erişim yasağı getirildi.

3. Sulh Ceza Hakimliği kararında “sözkonusu URL adreslerinde yer alan haber içeriklerinin talepte bulunanın kişisel haklarını ihlal edici mahiyette olduğu
anlaşılmakla, talepte bulunanın yukarıda belirtilen URL adreslerine erişimin engellenmesi ve/veya içeriğin çıkarılmasına yönelik talebin KABULÜNE.. ” denildi.

 

 

İklim krizi: El Niño nedeniyle 1,5°C eşiği iki yıl içerisinde aşılabilir

İklim değişikliği, küresel sıcaklık değerlerindeki artışın en önemli nedenini oluştururken, bu yıl mayıs ayından itibaren buna bir de El Niño etkisi eklendi.

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü ve Yeşil Gazete yazarı Prof. Dr. Levent Kurnaz, El Niño’nun, Pasifik Okyanusu‘ndaki suların normalden daha fazla ısınması anlamına geldiğini ve öncelikle okyanuslara kıyısı olan bölgelerde etkili olduğunu söyledi.

AA‘nın aktardığına göre, El Niño etkisinin ilk olarak Pasifik Okyanusu’nun batı tarafında, Japonya, Çin, Tayvan ve Avustralya‘da görülmeye başlandığını aktaran Kurnaz, ardından ABD tarafında, sonrasında Atlantik‘e geçerek önce batısında, sonra doğusunda görüldüğünü ve yavaş yavaş bütün dünyaya yayıldığını belirtti. Kurnaz, “Bunun bütün dünyaya yayılması yaklaşık üç dört ay sürer” diye belirtti.

Fotoğraf: NOAA

El Niño etkisinin Türkiye’de son 20 günde görülmeye başlandığını ifade eden Prof. Dr. Kurnaz şöyle devam etti:

“El Niño’nun resmi başlangıcı mayıs ayı. Biz şu sıralarda etkilerini görmeye başladık, sıcaklıklardan bunu biraz daha net anlıyoruz. Türkiye’de temmuz ayının son, ağustos ayının ilk haftası yaz sıcakları tepe noktaya çıkar, sonra serinleme başlar. Bu sene eylül ayı epey normalin üstünde sıcak geçebilir, İstanbul‘a baktığımızda eylül ayı sıcaklıkları 23-24 derece beklenir ancak biraz daha sıcak, 25-26 derecelerde bir eylül ayı geçireceğiz. El Niño’nun Türkiye’ye bir faydası yağış getirecek olması, geçen seneki kuraklığı yaşamayacağımızı umuyoruz.”

‣ El Niño zamanı geliyor: Benzeri görülmemiş sıcak dalgaları görülebilir
‣ Dünya Meteoroloji Örgütü: El Niño ihtimali arttıkça sıcaklık rekorları kırılacak

‘Her gün, tarihte ölçülen en yüksek günlük sıcaklıklar kaydediliyor’

Kurnaz, gelecek yılın yaz mevsimine kadar Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölgede yağışın biraz daha artmasını beklediklerini ancak ocak ayında İstanbul’a kar yağmasını beklemediklerini çünkü hava sıcaklığının kar yağacak kadar düşmeyebileceğini ifade etti.

Dünya genelinde ortalama sıcaklığın şimdiye kadar en yüksek 2016’da ölçüldüğünü hatırlatan Kurnaz, şunları söyledi:

“Sene başından bu yana, her gün için bu soruyu soracak olursak, ‘Bugünün tarihteki en yüksek sıcaklığı hangi sene ölçüldü?’ diye, bu sene gittikçe artan sayıda rekor sıcaklık ölçüyoruz, hangi günde olursak olalım o günün sıcaklığı, tarihte ölçülen en yüksek sıcaklıklar. Bu muhtemelen sene sonuna kadar gidecek ve daha dört ay var, 120 günün önemli bir çoğunluğunun rekor sıcaklık olacağını düşünüyoruz. Bu da, bu senenin bütün günlerine baktığımızda, senenin en az yarısındaki günlerde, en yüksek sıcaklık rekorunu kırmışız demek. Bu seneden çok daha yüksek bir sıcaklığı 2024’te bekliyoruz, neredeyse her günü rekor bir sıcaklık olacak.”

‣ Araştırma: Küresel ısınma La Niña ve El Niño olaylarını daha güçlü hale getirecek
‣ İklim krizi El Nino’ları, El Nino’lar iklim krizini besliyor

‘İklim krizi nedeniyle gıdaya erişim en önemli sorun haline gelecek’

Şu anda dünyada görülen ısınmanın önemli ölçüde iklim değişikliğinden kaynaklandığını kaydeden Kurnaz, geçen üç yılda Pasifik Okyanusu’ndaki suların normalden daha serin olmasının küresel ısınmanın etkisini biraz sakladığını dile getirdi.

Kurnaz, iklim değişikliğinin gıda tedariki üzerinde de ciddi bir etkide bulunduğuna dikkati çekerek şunları söyledi:

İnsanlar geçtiğimiz 100 senede hayatları nasıl ilerlediyse öyle devam edeceğini düşünüyor. Panama Kanalı‘nın dışında şu anda sayısız gemi bekliyor çünkü gemileri iki tarafa da geçirecek su kalmadı. Bundan dolayı dünyadaki bütün tedarik zincirleri bozuluyor, gıda ticaretinde o kanaldan geçen trafik durmuş durumda. Bu da özellikle Asya tarafındaki gıda fiyatlarına korkunç derecede yansıyor.”

Dünyada gıda fiyatlarının iklim değişikliğine bağlı olmadan her geçen gün arttığına dikkati çeken Kurnaz, bunun üstüne kuraklık ve iklim değişikliği etkisinin ekleneceği ve gıdaya erişimin en önemli sorun olacağı uyarısında bulundu.

El Niño

‣ El Niño geliyor: Dünyayı ve Türkiye’yi ne bekliyor?
‣ Araştırma: Küresel ısınma La Niña ve El Niño olaylarını daha güçlü hale getirecek

‘1,5°C eşiği iki yıl içerisinde aşılabilir’

2015 Paris Anlaşması’nda belirtilen, küresel sıcaklık artışını sınırlandırmaya yönelik, sanayi devrimi öncesine kıyasla 1,5°C artış eşiğinin bu yıl ya da gelecek yıl kesinlikle aşılacağı tahminini paylaşan Kurnaz, “Muhtemelen 2040’lara doğru da 2°C‘yi geçmiş olacağız. Bu sene geçeceğiz, seneye de geçeceğiz, 2025’te El Niño bitip, La Niña’ya geçecek olursak 1,5°C’nin altına düşüyor olabiliriz. Her sene devamlı olarak 1,5°C geçilirse, 1,5°C’nin hiç altında kalmazsak, o zaman aslında eşik aşıldı diyebiliyoruz” değerlendirmesini yaptı.

Kurnaz, şunları aktardı:

İklim değişikliği pek umursanmıyor, günlük hayata devam ediliyor. Felaketlerin üst üste bindiği bir noktada bu felaketler cana tak edince sorgulama ancak o zaman başlayacak.”

‣ Araştırma: Yaklaşan El Niño, küresel ekonomiyi trilyonlarca dolar zarara uğratabilir

El Niño nedir?

Doğu ve orta Pasifik Okyanusu‘ndaki okyanus sıcaklıklarında yaklaşık her üç ila beş yılda bir görülen yükseliş, El Niño’nun açık belirtilerinden biri. Bu durum dünya genelinde birbirini tetikleyen aşırı hava koşulları yaratarak bir yıla kadar etkili olabiliyor.

Bu dönemde doğu Pasifikte uzanan güney ABD gibi bölgelerde ortalamanın üzerinde yağış ve hatta tahribat yaratan toprak kaymaları yaşanabiliyor.

Okyanusun diğer ucundaki, Endonezya ve güneydoğu Asya gibi bölgelerde ise kuraklık etkili oluyor ve bu kuraklık yıkıcı orman yangınlarını tetikleyebiliyor.

Dünyanın diğer bölgelerinde ise yıkıcı sellergıda güvensizliğine yol açabilecek mahsul kayıplarıtropikal hastalıklardaki artış ve balık popülasyonlarında düşüş gibi etkiler gözlemleniyor.

Bu olayların tamamı, hem yerel hem de küresel ekonomileri zarara uğratabiliyor.

Kimsesiz çocuklar için beş ülkeden ortak proje

Haber: Serap CÖMERTOĞLU İŞCAN

*

Türkiye dahil beş ülkenin ortaklığıyla düzenlenen ‘Kimsesiz Minik Kalpler’ adlı gençlik değişimi projesi, Tekirdağ’da gerçekleşti. ‘Kimsesiz Çocuklar İçin Umudu Yeşerten Proje: Erasmus Plus Gençlik Değişimi‘ kapsamında geldikleri Tekirdağ’da çeşitli etkinliklere katıldı. Gençler, evlerinden binlerce kilometre uzakta, kimsesiz çocukların duygularını anlamaya çalıştı.

22-28 Ağustos tarihleri arasında Letonya, İspanya, Portekiz, Macaristan ve Türkiye’nin ortaklığıyla Tekirdağ’da gerçekleştirilen “Kimsesiz Minik Kalpler” adlı gençlik değişimi projesi ile kimsesiz çocukların duygularını anlama ve onlara daha iyi fırsatlar sunmaya yönelik çalışmalar düzenlendi.

Projenin ana hedefi, kimsesiz çocukların toplum tarafından daha iyi anlaşılmasını sağlamak, onlara daha adil ve empatik bir yaklaşım sunmak. Proje kapsamında gerçekleştirilen etkinlikler ise çocukların toplumsal hayata daha etkin katılımını desteklemeyi amaçlıyor.

Projede yer alan hedefler arasında, kimsesiz çocukların hangi sosyo-ekonomik koşullarda olursa olsun haklarına erişebilmelerini sağlamak, sevgi ve güven içinde büyümelerine yardımcı olmak, kesintisiz eğitim fırsatları sunmak yer alıyor.

“Korunmaya Muhtaç Çocukları Koruma Platformu” ve onun yasal temsilcisi Tennur Köylüoğlu’nun hazırladığı projenin uygulama aşaması 28 Ağustos 2023 tarihinde sona erdi, sürdürülebilirlik çalışmaları ise yedi ay daha devam edecek.

Projeye ilişkin ayrıntılı bilgiye buradan ulaşılabilir.

Araştırma: Karbon dengeleme sertifikalarının yüzde 90’ının bir karşılığı yok

Karbon dengeleme için verilen sertifikalar esasen ormanları korumaya yönelik bir vaat ve sera gazı emisyonlarını telafi etmenin bir yolu olarak görülüyor. Karbon dengeleme sertifikalarının en büyük onaylayıcısı Verra’dan yetkililer, iddiaların “kesinlikle yanlış” olduğunu fakat yaşanan olayların milyar dolarlık piyasaya olan güveni sarstığını söyledi. Kısa süre sonra Verra’nın CEO’su istifa etti.

İddialar, tamamen hakemli değerlendirmeden geçti ve Science dergisinde yayımlandı. Yapılan araştırma, REDD+ (ormansızlaşmaya yol açan emisyonların azaltılması) sertifikasına sahip birçok projenin ormansızlaşmayı azaltmada başarısız olduğunu açıkça gösteriyor.

REDD+ projeleri ormansızlaşmayı yavaşlatmayı amaçlıyor. Kuruluş, ormansızlaşmayı azaltarak telafi edilen karbonu hesaplıyor ve bu emisyon telafisini sertifika olarak satıyor.

New York’a uçmak muhtemelen ‘karbon nötr’ değil

REDD+ sertifikaları, şirketlerin veya karbon ayak izlerinden endişe duyan kişilerin emisyonlarını telafi etmek için yaygın olarak kullanılıyor. Örneğin, Londra‘dan New York‘a uçuş planı yaparken Kongo Havzası‘ndaki yağmur ormanlarını koruma sözü veren REDD+ sertifikası alınabiliyor.

Önceden yapılan analizler bazı REDD+ projelerinin ormansızlaşmanın ve orman bozulmasının yavaşlatılmasına katkıda bulunduğunu gösterse de yapılan yeni araştırmada, birçok projenin ormansızlaşmayı iddia ettiklerinden çok daha az yavaşlattığını ifade ediliyor.

The Conversation dergisinde yayımlanan bir çalışmaya göre, birçok REDD+ sertifikasının ormanların korunmasını sağlamadığının ortaya çıkması, tropik ormanların geleceğini önemseyen herkes için son derece endişe verici bir hal alıyor. Araştırmada çalışan orman ekonomisti Sven Wunder, iklim krizine karşı tropik ormanların yok olmaması için mücadele edilmesi gerektiğini belirtiyor ve ekliyor:

Ormanlar başka nedenlerden dolayı da önemlidir: Ormanların kaybedilmesi türlerin yok olmasına neden olacak ve bölgesel yağış düzenlerini etkileyecektir. REDD+’ın ek koruma sağlamadığına dair kanıtlara rağmen vazgeçmeyi göze alamayız.”

Şirketler verileri manipule ediyor

Karbon telafisine yönelik hamleler başka zorluklarla da karşı karşıya; en büyüklerinden biri “sızıntı” veya ormansızlaşmanın yer değiştirmesidir. Sızıntı, ormanı kesen kişilerin farklı bir bölgeye taşınması nedeniyle meydana gelebiliyor. Alternatif olarak, bir yerde ormansızlaşmayı körükleyen gıda veya kereste talebi, başka bir yerde, ormansızlaşma yoluyla karşılanabiliyor – belki de dünyanın diğer ucunda. Diğer bir sorun ise ormanların ebediyen korunmasını sağlamak; böylece ormansızlaşmanın azalması, karbonun atmosferden kalıcı olarak uzaklaştırılması anlamına gelebilir.

Bu zorlukların üstesinden gelmek hayati önem taşıyor çünkü karbon kredisi satmak ormanların korunması için önemli bir finansman kaynağı. Güvenilmez REDD+ kredilerinin doğrudan ormanları tehdit ettiğini söylemek çok da yanlış olmaz.

Cambridge Üniversitesi’nden bilim insanı Andrew Balmford, yeni çalışmanın bazı önemli kaygıları gündeme getirdiğini ancak daha sağlam ve şeffaf yöntemlerin geliştirildiğini ve yeni yöntemleri uygulamaya koymanın “acil bir öncelik” olduğunu söylüyor.

Yapılan çalışmada, sertifikasyonun işleyişinde de değişiklik yapılması gerektiği belirtiliyor. Şu anda doğrulayıcıların, projenin olmadığı durumda meydana gelmesi beklenen ormansızlaşmanın miktarına yönelik tahminleri şişirmelerine yönelik teşvikler sağlanıyor ve böylece verilebilecek kredi sayısı artırılmaya çalışılıyor.

Sertifikalar daha kötü sonuçlara yol açabilir

Aktivistler, iklim kriziyle mücadelede karbon dengelemenin rolü konusunda ihtiyatlı olunması gerektiğini söylüyor. Çünkü dengelemenin aslında emisyonları artırma riski var. İnsanlar veya şirketler, yalnızca karbon sertifikası satın alarak herhangi bir hasarı telafi edeceğine inanırsa, karbon salımı konusunda daha rahat hissedebilir. Bu nedenle, karbon telafisinin ancak tüm zorunlu olmayan emisyonlar kesildikten sonra son çare olması gerektiği ileri sürülüyor.

Bazı orman karbon dengelemeleriyle ilgili ciddi kaygıların olması da kaçınılmaz. Ormanların korunması, düşük gelirli ülkelerdeki çiftçilerin tarım için arazi açılmasını engelleyerek sağlanırsa, REDD+ sertifikaları yoksulluğu daha da kötüleştirebilir; sizin yaptığınız uzun mesafeli bir uçuşun bedelini, bir başkası ailesini besleyemeyerek ödeyebilir.

Sistematik bir sağlık hakkı ihlali: Hatay’da hava kalitesi endişe verici düzeyde

Temiz Hava Hakkı Platformu ve Türk Tabipleri Birliği’nin Hatay Tabip Odası’nın Hatay Antakya şehir merkezindeki ofisinde yaptığı ölçümlere göre, Hatay’daki hava kirliliği limit değerlerin çok üzerinde.

Türk Tabipleri Birliği ve Temiz Hava Hakkı Platformu’nun açıklamasına göre, Antakya kent merkezinde bulunan ve depremin ilk günü olan 6 Şubat’tan itibaren devre dışı kalan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın resmi hava kalitesi izleme istasyonunda altı aydır hiçbir hava kalitesi ölçümü yapılmıyor.

‣Greenpeace: Deprem bölgesindeki hava kirliliği ciddi bir tehdit 
‣Dünyanın havası en kirli beş şehri 

‣AB’nin hava kirliliği değerleri DSÖ için yetersiz: Türkiye’de ise yasal sınır yok 

Bölgedeki hava kirliliğinin halk sağlığını yaşamsal düzeyde tehdit ettiğini belirten kuruluşlar, AirBeam1 adlı sensörlü portatif hava kalitesi ölçüm cihazı ile, 7 Haziran – 23 Ağustos 2023 tarihleri arasında ince partikül madde (PM2.5)2 ölçümü yaptı.

Deprem bölgesindeki yoğun toz kirliliğine kamuoyunun dikkatini çekmek ve yetkilileri önlem almaya çağırmak amacıyla Hatay Tabip Odası Antakya ofisinde (konteyner) PM2.5 ölçümleri yapıldı. Bu ölçümlere göre;

  • 10-11 Haziran günleri yapılan ve 22 saat 13 dakikalık kesintisiz ölçümde, PM2.5 ortalaması 48 µg/m3 olarak tespit edilmiştir. Bu değer DSÖ’nün 24 saatlik kılavuz değerinin üç katından fazladır. Aynı gün ölçülen en yüksek PM2.5 değeri 185 µg/m3’tür.
  • 16-17 Haziran günleri yapılan ve 23 saat 16 dakikalık kesintisiz ölçümde, PM2.5 ortalaması 16 µg/m3’tür ve kılavuz değerin üstündedir.
  • 10-11 Temmuz günleri yapılan ve 21 saat 10 dakika süren kesintisiz ölçümde, PM2.5 ortalaması 17 µg/m3 olarak tespit edilmiştir. Bu değer DSÖ’nün 24 saatlik kılavuz değerinin üstündedir. Aynı gün ölçülen en yüksek PM2.5 değeri 121 µg/m3 olarak kayda geçmiştir.

PM2.5 kirliliği günlerce aşıldı

Yapılan açıklamada, sadece 24 saatlik ölçüme en yakın süre boyunca yapılan ölçümler bile dikkate alındığında, DSÖ’nün yılda 3-4 günden fazla aşılmaması gerektiğini belirttiği PM2.5 kirliliğinin yukarıda bahsi geçen üç günde de aşıldığı belirtildi.

Değerlendirmede, sadece 24 saate en yakın yapılan ölçümlerin konu edildiğinin altı çizildi. Ancak, Haziran ayında farklı sürelerde ölçüm yapılabilen 16 günün tamamında, Temmuz ayında ise ölçüm yapılabilen yedi gün boyunca DSÖ limitlerinin sürekli aşıldığı vurgulandı.  Açıklamada ayrıca, ölçüm yapılan üç aylık süre içinde Antakya merkezde sıkça yaşanan elektrik ve internet kesintileri nedeniyle düzenli ölçüm yapılamadığı, ancak elde edilen kısıtlı verilerle bile kentteki hava kalitesine dair bir ön değerlendirme yapılabileceği belirtildi.

‣ Deprem bölgesinde hava kirliliği DSÖ kılavuz değerlerinin 7,5 katına ulaştı
‣ Türkiye’de 45 şehirde hava kirliliği ulusal sınır değerlerini aştı
‣ 2019’da hava kirliliği en çok İstanbul, İzmir ve Manisalıları öldürdü

‘Halk sistematik bir sağlık hakkı ihlaline maruz bırakılıyor’

Ölçümlerin kesintisiz yapılması durumunda limit değer aşımının da çok daha fazla tekrarlanma riski olduğunu belirten Türk Tabipler Birliği Halk Sağlığı Kolu Başkanı ve THHP temsilcisi Prof. Dr. Gamze Varol “Bölgedeki yoğun yıkım çalışmaları sonucu ortaya çıkan partikül madde kirliliği başta akut ve kronik solunum yolu hastalıkları olmak üzere pek çok sağlık sorununa yol açıyor. Bölgede yıkım çalışmalarında görev alan işçiler başta olmak üzere, sürekli yıkım tozuna maruz kalan halkın kanser riskine maruz kaldığı bilimsel bir gerçekliktir” dedi ve ekledi:

“Partikül madde kirliliğini önlemek için alınacak önlemler TTB ve ilgili meslek örgütleri tarafından daha önce de birçok kez kamuoyu ve yetkililerle paylaşılmış olmasına rağmen, hızlı, plansız ve önlemsiz yıkım çalışmaları devam ediyor, bölge halkı sistematik bir sağlık hakkı ihlaline maruz bırakılıyor.”

‣ Tropik kentlerde endüstri ve konut kaynaklı yeni hava kirliliği çağı
‣ Nefes almak, sigara ve alkolden daha zararlı: Yaşamdan iki yıllık kayıp
‣ İklim değişikliğinin vücudumuzdaki 10 etkisi
Hatay’da dökülen molozlar, doğayı adeta parçalamış, ikiye ayırmış bir halde – Fotoğraf: Mehmet Teme

‘Deprem bölgesindeki hava izleme istasyonları bir an önce devreye alınsın’

Temiz Hava Hakkı Platformu ve Türk Tabipler Birliği, Hatay başta olmak üzere deprem bölgesinde alınması gereken önlemleri sıraladı:

  • Tüm deprem bölgesindeki hava kalitesi izleme istasyonları bir an önce devreye alınmalıdır.
  • Bölgedeki tüm istasyonlarda PM2.5 parametresinin ölçümüne zaman kaybetmeksizin başlanmalıdır.
  • İstasyonlardan elde edilen verileri içeren hava kalitesi durumu ve raporlar www.havaizleme.gov.tr ve valilik web sitelerinden eksiksiz ve sürekli olarak yayınlanmalıdır.
  • Meteorolojik gelişmeleri de dahil eden bir modelleme çalışması ile enkazlardan kaynaklı tozun yerleşim alanları üzerinde dağılımı tespit edilmeli, enkaz depolama alanları ve yerleşim alanları bu modelleme sonuçlarından yararlanarak konumlandırılmalıdır.
  • Yıkımlar bir plan dahilinde ve çalışanlar dışında insanlar yıkım alanından uzaklaştırılarak yapılmalıdır.
  • Yıkım, enkaz transferi ve enkaz depolama alanlarında boşaltılması esnasında sulama yapılmalı, taşıyıcı kamyonların üstü seyir halinde tozumayı önlemek için kapatılmalıdır.
  • Çalışanlar mutlaka koruyucu ekipman ile donatılmalı ve bu ekipmanların kullanımı zorunlu hale getirilmelidir.

Hatay, hava kalitesi

AirBeam Cihazı Nedir?

Habitatmap isimli sivil toplum kurumu tarafında hazırlanan AirBeam cihazı PM2.5 (partikül madde 2.5) hava kirleticisi, sıcaklık ve nem ölçen bir cihazdır. Ölçümler saniyelik yani saniyede bir yapılır. Cihaz küçük olması sebebiyle ölçümleri filtre ile değil “ışık saçımı” (light scattering) metoduyla yapar.

PM2.5 ile asbestin farkı: Analiz nasıl yapılır?

PM2.5, asbestten farklıdır. Asbest de yine gözle görünemeyecek küçüklükte mineral lifleridir ve tozla (partikül maddelerle) birlikte havada taşınabiliriler. Bu nedenle öncelikle yıkımlar başlamadan önce bina enkazlarında ve enkaz depolama alanlarında düzenli olarak asbest varlığı için analiz yapılması gerekiyor. Asbest bulunması durumunda ise Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmeliğe ve Binaların Yıkılması Hakkında Yönetmeliğe uygun olarak asbestli malzemeler yerinde ayrıştırıldıktan sonra enkaz kaldırma işleminin gerçekleştirilmesi gerekiyor.

Çevre mevzuatında neler var

Türkiye Cumhuriyeti çevre mevzuatında PM10 için limit değerler olmasına rağmen, PM2.5 için belirlenmiş bir limit değer bulunmuyor. Ancak Dünya Sağlık Örgütü, özellikle PM2.5 kirliliğinin insanda kanser yapan etmenler arasında bulunduğunu 2013’te ilan etmiş, 2021’de ise PM2.5 için tavsiye niteliğindeki kılavuz değerleri düşürerek yeniden belirlemiştir.

DSÖ’ye göre dış ortam havasında yıllık ortalama PM2.5 konsantrasyonunun 5 µg/m3’ü aşmaması gerekiyor. Günlük (24 saatlik) ortalama PM2.5 konsantrasyonu için belirlenen kılavuz değer ise 15 µg/m3’tür. DSÖ, 24 saatlik değerin yıl boyunca 3-4 günden fazla aşılmaması gerektiğini belirtiyor.

‣2021 Dünya Hava Kirliliği Raporu: Avrupa’da havası en kirli kent Iğdır 
‣Türkiye’de hava kirliliğinden ölüm riski, trafik kazalarından yedi kat fazla
‣ Hava kirliliğini azaltmak nasıl dünyayı daha kolay beslememize yardımcı olur?

Avrupa Birliği hava kalitesi mevzuatında ise PM2.5 için belirlenen yıllık ortalama limit değer 20 µg/m3’tür. Bu değerin 10 µg/m3’e düşürülmesi için Avrupa Komisyonu üye ülkeler ile çalışmalarına devam ediyor. AB ise 24 saatlik ortalama için bir limit değer tanımlamış değil.

Türkiye’de de 2020 yılında taslağı kamuoyu ile paylaşılan Dış Ortam Hava Kalitesinin Yönetimi Yönetmeliği hazırlanmış, ancak yönetmelik hala yürürlüğe girmemiştir. Ayrıca taslakta öngörülen PM2.5 ulusal limit değeri 20 µg/m3 (DSÖ kılavuz değerinin 4 katı) olarak tanımlanmış ve ancak 2029 yılında yürürlüğe girmesi planlanmıştır.

İnsan sağlığı açısından DSÖ’nün kılavuz değerleri dikkate alınarak yapılacak bir değerlendirmede, Hatay Tabip Odası tarafından gerçekleştirilen ölçümler son üç aya ait olduğundan, anlamlı bir kıyaslama için DSÖ’nün 24 saatlik kılavuz değerinin dikkate alınması gerekiyor. Bu kılavuz değerle karşılaştırmaya yeterli olmasa da kısa süreli ölçümler kılavuz değerlerin aşılma olasılığının yüksek olduğunu gösteriyor.

Arjantin’de Yerli halklar madenciliğe karşı topraklarına sahip çıkıyor

Arjantin‘in kuzeyindeki Jujuy eyaletinde, çevresel ve sağlık etkileri nedeniyle topraklarında lityum madenciliği yapılmasına karşı çıkan Yerli gruplar aylardır sürdürdükleri protestolarla yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları topraklara sahip çıkmaya çalışıyor.

Grubun sözcüsü Nati Machaca, lityum madenciliğinin yaşamları üzerindeki etkilerine değinerek “Toprağımız kuruyor ve suyumuz kirleniyor” diyor.

Jujuy, And Dağları‘nın ArjantinBolivyaŞili arasındaki sınırda yer alıyor ve en zengin lityum kaynaklarına sahip bölge olarak biliniyor.

Lityum, özellikle telefonlarda ve bilgisayarlarda kullanılan şarj edilebilir pillerin yapımı için çıkartılıyor. Bu metal, şarj edilebilir pil kullanan elektrikli otomobillerin giderek daha popüler hale gelmesiyle rağbet görüyor.

Arjantin dünyanın dört numaralı lityum üreticisi, ancak Jujuy’un bazı sakinleri hem sektörden faydalanamadıklarını hem de bunun sonucunda yaşam tarzlarının tehdit altında olduğunu söylüyor.

Lityum, ton başına yaklaşık iki milyon litre su kullanılarak çıkarılıyor. Çoğunlukla kırsal olan bu bölgede geçimini topraktan sağlayan ve sığır yetiştiren Nati Machaca gibi yerel halk da bunun toprağı kurutmasından ve suyu kirletmesinden korkuyor ve “Eğer bu böyle devam ederse, yakında açlıktan öleceğiz ve hastalanacağız” diye uyarıyor.

Fotoğraf: Natalia Favre

Yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan atılabilirler

BBC’nin aktardığına göre, bölgede yaşayan 400’den fazla yerli grubun durumu, yüzyıllar boyunca yaşadıkları topraklara ilişkin yasal tapulara sahip olmaması nedeniyle karmaşıklaşıyor. Machaca da bu durumu yaşayanlardan biri ve zamanında büyükbabasının yanında işçi olarak çalıştığı toprak sahibinden satın aldığı bir arazi parçasında yaşıyor.

Fotoğraf: Natalia Favre

Satın alınan topraklar için hiçbir kanıtın olmadığını söyleyen Machaca yaşanan durumu “Bunların hepsi sözlü anlaşmalardı” diye açıklıyor. Kendisi ve toprak üzerindeki iddialarını destekleyecek hiçbir yasal belgesi olmayan diğer yerliler, Jujuy valisi Gerardo Morales tarafından Haziran ayında onaylanan tartışmalı anayasa reformu kapsamında yerlerinden atılma riskiyle karşı karşıya kalabilir.

Protestolara polis müdahale ediyor

Yeni anayasa aynı zamanda protesto hakkını da sınırlıyor ancak bu, lityum madenlerine giden yolları kapatan yerli toplulukları caydırmıyor.

Fotoğraf: Natalia Favre

Polis onları uzaklaştırmak için görevlendirilmiş durumda olsa da protestocular bunun kendilerini daha da birlik olmaya ittiğini ve kararlılıklarını pekiştirdiğini söylüyor.

Fotoğraf: Natalia Favre

Çıkarma işlemlerinde zararlı kimyasallar kullanılıyor

Kuzey Arjantin’de toplamda 38 lityum madenciliği projesi bulunuyor ve bunların üçü hâlihazırda çalışır durumda bulunuyor. Bu bölgedeki lityumun büyük bir kısmı, lityum tuzlu su formundaki tuz düzlüklerinin altında yer alıyor.

Fotoğraf: Natalia Favre

Yer altı yataklarına ulaşmak için şirketlerin öncelikle sondaj yapması gerekiyor. Tuzlu su daha sonra yüzeydeki yapay havuzlara pompalanıyor, burada sıvının bir kısmının buharlaşmasına izin veriliyor ve ardından lityum bir dizi kimyasal işlemle çıkarılıyor.

Yerel topluluklar, hem sürecin gerektirdiği büyük miktardaki su hem de çıkarma işleminde kullanılan kimyasalların yol açabileceği hava ve su kirliliği nedeniyle lityum madenciliğinin çevre üzerindeki olumsuz etkisi hakkında uyarıyor.

Fotoğraf: Natalia Favre
Lityum pil bağımlılığımızın giderek artan çevresel maliyeti

Balıkesir Pınarbaşı’nda zeytinliklerin satış ihalesi köylülerin mücadelesiyle iptal edildi

Balıkesir‘in Edremit ilçesinde yer alan Pınarbaşı Köyü‘nde zeytinliklerin satılarak alanın imara açılması planına köylülerin verdiği tepki üzerine ihalenin iptal edileceği bildirildi.

Pınarbaşı Köyü sakinlerinin kendi elleriyle diktiği ve köyün ortak mülkiyeti olan zeytinlikler Büyükşehir Yasası’dan sonra Edremit Belediyesi’ne geçti. Belediye ise bu alanları 29 Ağustos salı günü saat 14.00’de yapılacak konut amaçlı arsa satış ihalesi ile satışa çıkardı. İhalenin yarın (29 Ağustos) Belediye Meclis salonunda yapılması bekleniyor.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından yapılan açıklamada Pınarbaşı köylülerinin satışa tepki gösterdiği ve kendi elleriyle diktikleri zeytinliklerin satılmasını ve konut yapımını istemediği belirtildi.

zeytinlik

‘Leblebi dağıtır gibi ruhsat dağıtılıyor’

Köylüler tepkilerini dile getirmek için bugün (28 Ağustos) Edremit Belediyesi önünde toplandı ve ihalenin iptal edilmesini istedi. Eyleme Türkiye İşçi Partisi (TİP), Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti), Emek Partisi (EMEP) ile emek ve demokrasi örgütleri destek verdi.

Köyün muhtarı Serap Ergül tarafından okunan basın açıklamasında “Balıkesir İlimizin tüm ilçelerinde kamuya ait alanlar, müştereklerimiz sürekli satılmakta ve imara açılmakta  ve leblebi çerez dağıtır gibi inşaat ruhsatı dağıtılmaktadır. Tek bir köy, yayla, ova, vadi, dere yatağı yok ki, orası imara açılmasın. İmar rantı artık her yerde, her köşede. Edremit ilçemizde de kamusal alanlar, belediye mülkiyetine geçmiş alanlar sürekli satılmakta. Ne yazık ki Meclis kararlarının çoğu imar ve arsa satışı ile ilgili” ifadeleri kullanıldı.

Köylülerden habersiz, sorulmadan, rızaları alınmadan satılmak istenen zeytinliklerin Pınarbaşı köyünün yıllardır kullandığı müşterek alanlar olduğu belirtilen açıklamada ihtiyaç sahibi köylülerin buradan yararlandığı ifade edildi.

Alanın satılması durumunda zeytinlerin kesilerek yerine konutlar yapılacağı kaydeden Serap Ergül, bu durumun köyde betonlaşmayı artacağını ve köylülerin daha da yoksullaşacağını kaydetti. Ergül’e göre sahil kesimlerinde tanık olunan betonlaşma, köyde de, kırsalda da meydana gelecek; hava, su ve toprak kirlenecek.

zeytinlik

‘Zeytinliğin geleceğine karar verecek olan köylüdür’

3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’un 20’inci maddesinin 2’inci fıkrasının hatırlatıldığı açıklamada şunlar kaydedildi:

Zeytincilik sahaları daraltılamaz. Bu sahalardaki zeytin ağaçlarının sökülmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının fenni gerekçeye dayalı iznine tabidir. Bu iznin verilmesinde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı araştırma enstitülerinin ve mahallinde varsa ziraat odasının uygun görüşü alınır. Bu hâlde dahi kesin zaruret görülmeyen zeytin ağacı kesilemez ve sökülemez.

Bu yasanın hâlâ yürürlükte olduğunu kaydeden Ergül, “İmar planları yapılırken bu izinlerin alınıp alınmadığını bilmiyoruz.  Görüyoruz ki madencilerin, enerji şirketlerinin, inşaat şirketlerinin gözü zeytinliklerdedir. Diğer yandan, iklim değişikliğinin ve küresel ısınmanın sonuçlarını her gün daha yakından hissediyoruz. Hayatlarımızı, tarımsal üretimimizi, sağlığımızı derinden etkileyen bu süreçte tek bir ağacın bile kesilmesine tahammülümüz yoktur” diye konuştu.       

Açıklamada “Kamu kurumlarının, belediyelerin, karar vericilerin, müştereklerimize göz koymasını, doğamızın dengesini bozmalarını ve insanımızın sağlığını bozmalarını istemiyoruz. Halkçı devletçilik ve  belediyecilik anlayışı bu olmasa gerekir” ifadeleri yer aldı ve bir köyün zeytinliğinin geleceğine karar verecek olanın köylünün kendisi olduğu vurgulandı.

zeytinlik

‘Zeytinliklerimizin idam fermanı’

Köylülerin bu girişime defalarca karşı çıktığını aktaran muhtar Serap Ergül, şunları söyledi:

“Ne yazık ki, sözümüzü dinletemedik ve Edremit yereline de sesimizi yeteri kadar duyuramadık. Kamuoyunun desteğini bekliyoruz. Pınarbaşı köylüleri olarak, bu satışı, zeytinliklerimizin idam fermanı olarak görüyoruz. Köyümüzün rant uğruna yapılaşmaya açılmasını istemiyoruz.”

Konuya ilişkin dilekçelerin Belediye Başkanlığına sunulduğunu belirten Ergül, Pınarbaşı köyü adına belediye yetkililerine bir kez daha seslenerek şunları kaydetti:

İmar rantından vazgeçin ve Köylülerimizin geçim kaynağı, doğal ve bacasız fabrika olan zeytinliklerimizin satış ihalesini iptal edin ve zeytinliklerimizi bize bırakın. Havama, suyuma, zeytinime dokunma!”

zeytinlik

‘İhale iptal edilecek’

Basın açıklamasının ardından Pınarbaşı köylüleri ve Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, ihalenin iptalini isteyerek Belediye Başkanlığı’na toplu dilekçe verdi. Oluşturulan bir heyet Belediye Başkan Yardımcısı Tümdeniz Çelebi ile görüştü. Çelebi, köylülerin talebini başkana ileteceğini söyledi.

Köylüler, yarın saat 12.30’da bir kez daha Belediye önünde ihalenin iptaline yönelik eylem yapmayı planlarken, Belediye Başkanı Hasan Selman Arslan’ın köylülerin taleplerini değerlendirerek, ihaleyi iptal edeceği bilgisi verildi.

‘Halka rağmen değil, halkla birlikte’

Arslan, sosyal medya platformu Twitter‘da yaptığı açıklamada yetkisine dayanarak ihaleyi iptal ettiğini doğruladı ve halkın iradesinin belirleyiciliğine vurgu yaptı. Arslan, şunları kaydetti:

“17.05.2021 tarihli Edremit Belediye Meclisi’nin Pınarbaşı Mahallesi’nden 9 adet arsa vasfındaki taşınmazın satışı ile ilgili aldığı karara istinaden, 29.08.2023 tarihinde açık ihale usulü ile satışı yapılacak taşınmazların 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 3’üncü maddesinin tarafıma verdiği yetkiyle satışını iptal ettiğimi ve ‘halka rağmen değil, halkla birlikte’ hareket ettiğimizi buradan kamuoyuna duyuruyorum.”

Kuraklık, Panama kanalından gemi geçişlerinin sınırlandırılmasına neden oldu

Kıtalararası taşımacılık yapan gemilerin Atlantik ve Pasifik okyanusları arasında geçişine olanak sağlamak için inşa edilen 82 kilometrelik su yolu Panama Kanalı, iklim değişikliğinin baskısı altında.

Yaz ayları boyunca süren şiddetli kuraklık kanaldaki su seviyelerinin düşmesine neden oldu. Bu da kanalı kullanacak gemilerin kısıtlanmasına neden oldu. Yetkililer, bu durumun kanalın büyük bir gelir kaybına uğramasına neden olduğunu söylüyor.

Euronews’e konuşan kanal yöneticisi Ricaurte Vasquez duruma uyum sağlamanın gerekli olduğunu belirtti, “yoksa öleceğiz” dedi.

Yağmur suyuna bağımlı

Panama Kanalı, gemileri iki okyanusu birbirine bağlayan bir dizi kanaldan geçirmek için yağmur suyuna bağımlı. Geçen kış ve yaz dönemlerindeki yağış eksikliği, su seviyelerinin önemli ölçüde düşmesine neden olunca, kanaldaki trafik de aksadı.

Meteorologlar El Nino olgusunun kuraklığı daha da kötüleştirdiğini söylüyor.

Vasquez, kanalın bir deniz yolu olarak sahip olduğu en büyük dezavantajın, onun tatlı su ile çalışırken diğerlerinin deniz suyu kullanması olduğunu, uluslararası ticarete uygun bir rota olarak kalabilmek için başka çözümler bulmaları gerektiğini kaydetti.

1914 yılında inşa edilen kanal, şimdiye dek üstlenilen en büyük ve en zor mühendislik projelerinden biri olarak değerlendiriliyor. Açılışından bu yana 900 bin geminin geçtiği Panama Kanalı, Güney Amerika’nın ucunda uzun ve tehlikeli bir yolculuk yapan gemilerin iki okyanus arasından daha ‘konforlu’ bir geçiş yapmasını sağlıyor.

Kanal trafiği 10 ay daha kısıtlanacak

Düşük su seviyeleri nedeniyle 2022 yılında kanaldan geçen günde ortalama 40 gemi 32’ye düşürüldü.

Kanalın kilitlerinden geçmek için her geminin 200 milyon litre tatlı suya ihtiyacı var. Gemilerin suda ne kadar derinde olduğunu gösteren maksimum su çekimi de 13,11 metre olarak belirlendi.

Yetkililer geçen hafta yaptıkları duyuruda, günlük gemi geçişi üzerindeki sınırlamaların 10 ay daha devam edeceğini duyurdu.

Kanalın yönetici yardımcısı Ilya Espino, Reuters‘e verdiği demeçte, “Aralık ayına geliyoruz, tatiller başlayacak ve Noel yaklaşıyor. Talep edilen tüm ürünlerin teslim edilmesi gerekiyor. Bazı müşterilerimiz Asya’da kışın gelmesi ve enerji ürünlerinin trafiği yeniden artırmaya başlaması nedeniyle endişelenerek bize başvurdu” dedi.

Vasquez, kısıtlamaların geçiş için bekleyen gemilerde birikmeye neden olduğunu ve bu yıla kıyasla 2024’te kazançlarda 200 milyon dolarlık (185 milyon Euro) bir düşüşe neden olabileceğini söyledi.

Kısıtlamaların devam etmesi halinde alternatiflerden biri, Güney Amerika‘nın ucunda anakara ile Tierra del Fuego takımadaları arasında doğal bir geçit olan Macellan Boğazı olabilir.

 

Uskumruköylüler yine yollarda: Sit alanında beton santrali olmaz, kamu yararı yok!

İstanbul’un Sarıyer ilçesindeki Uskumruköy‘de, İÇTAŞ‘ın yapmak istediği beton santraline karşı bölgede yaşayanlar 11’inci kez basın açıklaması yaptı.

İÇTAŞ, linyit madenini Akbelen Ormanı‘na genişleterek ormanı yok etmek isteyen YK Enerji’nin, Limak‘la birlikte ortağı olan şirket.

Santralin inşa edilmek istendiği SİT alanının önünde bir araya gelen vatandaşlar, inşaatın iptal edilmesini istedi. Bölgenin SİT alanı olduğu hatırlatılarak, kamu görevlilerine yönelik yetkilerini kötüye kullanmaması yönünde uyarıda bulunuldu.

Burada yaptıkları açıklamada, gerçekleştirilen projede kamu yararının bulunmadığı, aksine beton santralinin bölge halkının zararına olduğuna vurgu yapıldı: “Sağlıklı ortamda yaşama hakkı devletin her vatandaşa sağlaması gereken öncelikli görevidir. Yetkisi olmasına rağmen bu hukuksuzluğa ve hak gasbına engel olmayan bütün devlet kurumları ve yerel yöneticiler de aynı sorumluluğa ortak olmaktadırlar.”

Uskumruköylüler, Orman Genel Müdürlüğü‘nün (OGM) ise şirketin beton santrali için kestiği çam ağaçlarına ilişkin duruma seyirci kaldığı kaydetti:

İstanbul’da Belgrad Ormanı yakınına beton santrali inşaatı: Ne ruhsat, ne izin, ne ÇED var
Belgrad Ormanı yanında beton santrali: Doğa katili… İstemiyoruz!

“Uskumruköy’de, İCA (İÇTAŞ) şirketinin şantiye sahasına çevirdiği SİT alanının önünde 11. kez toplandık. Yasa veya mahkeme kararı tanımaksızın faaliyet göstermeyi alışkanlık haline getirmiş bu şirketin doğa katliamı konusundaki kabarık sicili, Akbelen’de giriştiği kıyımla birlikte bütün ülke tarafından anlaşılmış oldu. Aynı şirket, Uskumruköy’de KMO ile tahrip ettiği, sonrasında ise OGM personelinin ağaçlandırdığı sahaya tekrar tecavüz etmekte herhangi bir sakınca görmemiştir. Şirketin kaçak beton santraline yol açmak için kestiği yüzlerce çam ağacına karşın OGM seyirci olmaktan öteye gitmemiştir.

Belgrad Ormanı’nın kıyısında ÇED’siz inşaat 

ÇED raporu ve tabelası dahi bulunmayan bu santrale elektrik direkleriyle enerji transferi yapılmaya başlandığını da bildiren vatandaşlar, bölgede hafriyat kamyon trafiğinin de muazzam boyutlara ulaştığını söyledi.

Açıklamanın devamında şunlar denildi:

“Yerleşim yerlerinin ve tarımsal üretim yapan köylerin bitişiğinde, Belgrad Ormanı’nın kıyısında bulunan; su kaynağının ve SİT alanının üzerine çöken, havayı zehirleyen, can ve mal güvenliğini tehdit eden, orman varlığımıza kast eden bir santralde kamu yararı olamayacağı gün gibi ortadadır. Üstüne üstlük taşıma kapasitesinin çok üzerine çıkmış bir şehirde nüfus artışını körükleyen ve betonlaşmayla kalan doğal alanların yok olmasına neden olan her proje, doğal olarak İstanbul için ciddi olumsuzluklar yaratma potansiyeline sahiptir.”

Uskumruköylüler, bu hukuksuzluğa ve hak gasbına engel olmayan bütün devlet kurumları ve yerel yöneticiler de aynı sorumluluğa ortak olduğuna vurgu yaptı; şikayetçi olmaya, mücadelelerini büyütmeye devam edeceklerini kaydetti.