Ana Sayfa Blog Sayfa 336

İkizköylüler adalet için yürüyüşe başladı: Yok öyle yağma!

Limak ve IC-İçtaş iştiraki YK Enerji‘nin termik santraline kömür tahsis etmek için yok edilmeye çalışılan Akbelen Ormanı için İkizköylüler bugün (11 Ekim) yürüyüşe başladı.

İkizköylüler Muğla İdare Mahkemesi‘nde görülecek Akbelen Ormanı’nın maden işletmeciliğine tahsisinin iptali ve maden işletme ruhsatı ile izninin iptali davalarının duruşmaları için, adalet için sabah saatlerinde “Biz bitti demeden bu dava bitmeyecek” diyerek harekete geçti.

Akbelen yeni nöbet alanından yürüyüşe başlayan Akbelen direnişçileri, İkizköy’ün çıkışına kadar yürüdü. Araçlarla Milas karayoluna geçen İkizköylüler,  Milas ve Bodrum’dan direnişe destek vermek üzere gelen yurttaşlarla buluştu. Burada bir açıklamada bulunan İkizköylüler, Geyik ve Mumcular barajlarının kuruma tehlikesiyle karşı karşıya kalması ve bu su kaynaklarının Bodrum, Güllük ve Milas için önemine değindi. İkizköylüler, Çamköylüler, Karacahisarlılar ve Bodrumlular, Muğla’da mahkemeye yürüyecekleri noktaya doğru araçlarıyla harekete geçti.

İkizköylülerün iki kilometrelik adalet yürüyüşünde yaşça büyükler de bulunuyor ancak çok hastalığı olan ve yürüyemeyecek durumda olan vatandaşların yürümeden direkt mahkemeye götürüleceği bildirildi.

Akbelen keyfi uygulamalar, ekokırım ve işkenceyle abluka altında: Sizi çağırıyor
Akbelen’de avukatların alınmadığı arazi tespiti
Tespite bir kala: Çadırlarını jandarmanın aldığı Akbelen direnişçileri tarlada nöbette

İkizköylüler yürüyüş öncesi açıklamalarda bulundu. İkizköy Çevre Komitesi Başkanı Nejla Işık, şunları söyledi:

“Bu mücadeleye zaten topraklarımız, köylerimiz için çıktık. Yanılırlar! Bize bu kadar baskı yapıldı 24 Temmuz’dan bu yana. Kafamızı devekuşu gibi evin içine koyalım da ‘istediğimiz gibi burada maden açalım’ dediler. Yok öyle yağma! 40 senedir burada iliğimizi kemiğimizi sömürdüler. Bundan sonra buna fırsat vermeyeceğiz. Akbelen Ormanı kesilmiş olabilir. [Ağaçlara işaret ederek] Daha ileride görüyorsunuz kızılçam ormanlarımız var, zeytin ağaçlarımız var. İnsanlar ve tüm canlılar için en temel hak nedir? Toprak, hava, sudur, değil mi? Bizim mücadelemiz bu üçü içindir. Elektiriksiz durulur ama havasız, susuz, oksijensiz, topraksız yaşanmaz. Vicdanı, aklı, merhameti olan hiçkimse çıkıp da bizim karşımıza bunun aksini iddia edemez. Biz bu yolda haklıyız, bu gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz. Sonuna kadar gideceğiz. Bu uğurda ölmek varsa gerçekten öleceğiz. Ölmek var, dönmek yok!”

İkizköylü bir diğer yurttaş ise “Hiçbir şey beni bu topraklardan vazgeçiremez. Elinizden geleni yapın, direneceğim, ayaktayım, yıkamayacaksınız beni. Ben bu topraklarda büyüdüm, bu topraklarda öleceğim. Benim kabrim burası olacak. Beni hiçbir şeyden yıldıramazsınız, ne yaparsanız yapın yılmayacağız” dedi.

Hakları gasp edilen işçiler Limak Holding’in giriş çıkışlarını kapattı: İşçilere gözaltı

Kıdem ve ihbar tazminatları, ödenmeyen ücretleri, fazla mesai ücretleri ve tatil günlerinde çalıştırılmalarının karşılıklarını almayı talep eden Limak Eurisa Luxury Hotel inşaat işçileri, çalıştıkları Finans Merkez Bankası Şantiyesi‘ndeki Limak Holding ofisinin giriş çıkışlarını kapattı.

Direnişlerinin ikinci gününde Limak Holding’in ofisinin giriş çıkışlarını kapatan işçilere holdingin özel güvenlikleri müdahalede bulundu. İnşaat işçilerine ve sendika yöneticilerine polisin saldırdığı bildirildi.

Özel güvenlik müdahalesine rağmen Limak Holding’in giriş ve çıkışlarını kapatmaya devam eden işçiler, gasp edilen hakları için Şubat 2023’te de direnmiş ve yaptıkları açıklama sırasında gözaltına alınmıştı:

İşçiler anlaşma olmadan ve hakları teslim edilmeden alandan ayrılmayacağını ve eylemi sonlandırmayacağını dile getirerek giriş çıkışların açılmasını talep eden şantiye görevlilerine kendileriyle değil, haklarını gasp eden şirket görevlileriyle konuşmaları gerektiğini söyledi.

‘Limak Holding’den haklarımızı söke söke alacağız’

Dev Yapı-İş ve İnşaat-İş öncülüğünde direnen işçilerin eylemine ilişkin paylaşımda bulunulan sendikanın sosyal medya hesabında da “Kıdem tazminatımıza, fazla mesailerimize ve resmi-dini bayramlarımıza göz dikip gasp eden Limak Holding’ten haklarımızı söke söke alacağız” ifadelerine yer verilerek eylemin tüm engellemelere rağmen süreceği mesajı verildi.

Limak: Biz yapmadık, taşeron yaptı

Limak Holding, haberimiz üzerine gazetemize gönderdiği açıklamada, işçilerin ve  taleplerinin kendileriyle bir ilgisi olmadığını öne sürdü. İşçilerin “alt yüklenici” personeli olduğunu, tüm ödemelerinin de bu firma tarafından yapıldığını söyleyen firma, kendilerinin alt yükleniciye bir borcu olmadığını yazdı; alt yükleniciyle bağ kurmaktan kaçındı.

Limak Holding, gazetemize gönderdiği açıklamada, haberlerimizde konunun kendileriyle bağının kurulmaması konusunda “hassasiyet” rica etti.

Limak Holding’in icraatleri

Limak Holding, Türkiye’de muhalefetin “beşli çete” olarak isimlendirdiği şirketlerden biri olarak ve iktidara yakınlığıyla biliniyor. Ayrıca Limak Holding, iştiraki olduğu YK Enerji’yle birlikte Muğla, Milas’taki İkizköy’ün ormanı, Akbelen Ormanı’nda meydana gelen ekokırımın da birincil sorumlusu. Şirket ormandaki ağaçları bir bir yok ederken ormanın içerisine yerleştirilen jandarmalar da ormanı korumak isteyen vatandaşlara sert müdahalede bulunmuştu. Yurttaşların direniş alanı ve şahıs arazisi olan nöbet alanına vatandaşların girişi yasaklandı. İkizköylüler hukuki yollarla da direnişi sürdürüyor ve bugün (11 Ekim) görülecek davaya adalet yürüyüşü gerçekleştiriyor. Limak Holding İkizköy’deki kömür talebinden bu süreçte hiç geri adım atmadı, kömürlü termik santral talebi sürdürüldü. Limak Holdingi iktidarın yanında konumlandıran oldukça büyük projelere de imza attığı biliniyor.

Limak Holding’e verilen ihalelerle yapılan diğer projeler şöyle:

  • 1915 Çanakkale Köprüsü ve Malkara – Çanakkale Otoyolu
  •  Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yerleşkesi 1.Etap
  •  Kuzey Marmara Otoyolu 6. Kısım
  • Artvin-Erzurum Yolu I. Kısım
  • Artvin-Erzurum Yolu II. Kısım
  • Artvin-Erzurum Yolu III. Kısım
  • Yusufeli Barajı ve HES
  • Çetintepe Barajı İkmali
  • Gürsöğüt 1-2 Barajı ve HES
  • Çetin Barajı ve HES
  • İstanbul Havalimanı
  • Terkos-İkitelli İsale Hattı
  • İmamoğlu Sulaması 4. Kısım

 

Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’nde geri sayım: Finalistler ve jüriler açıklandı

BIFED Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali 11-15 Ekim arasında Çanakkale‘ye bağlı Bozcaada’da ziyaretçileriyle buluşacak. 10’uncu yılını kutlayan festivalde toplam 50 film gösterilecek.

Festivalin 10’uncu yıl sloganı “Can Yelekleri Koltukların Altında Değildir” olarak belirlendi.

Gösterimler ücretsiz olarak Bozcaada’daki iki salonda izleyiciyle buluşacak. Yerli ve yabancı birçok yönetmen gösterimler sonrasında belgesel severlerin sorularını yanıtlarken, festivalde çeşitli söyleşi ve atölyeler de gerçekleştirilecek.

BIFED’de Fethi Kayaalp Büyük Ödülü için yarışacak finalistler belli oldu. Festivalin finalinde toplam 13 film gösterilecek. Ana yarışma kategorisinde yarışacak bu filmlerin konuları, iklim felaketlerinden dijital kirliliğe, yerel halk mücadelelerinden yoksulluğa terk edilmiş bölgelere kadar uzanıyor.

‣ Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali bu yıl 11-15 Ekim’de izleyicilerle buluşuyor

Öğrencilere özel ödülü

13 filmin yarışacağı Ana Yarışma kategorisi dışında 10 film de Gaia Öğrenci kategorisinde gösterilecek. Ayrıca Panorama kuşağında da 21 film izleyici ile buluşurken, özel gösterim kuşağında da altı film bulunuyor. Festivale 300’ü aşkın belgesel başvururken ve uzun seçim sürecinin sonunda seçilen toplam 50 belgesel Bozcaada’da ücretsiz olarak iki salonda gösterilecek.

Öğrenci filmleri ödül için yarışacak Gaia Öğrenci Ödülü adı altında öğrenci filmlerini desteklemek ve farklı bir yarışma alanı sağlamak için yalnızca öğrencilere açık bir ödül de yine festival kapsamında yer alıyor.

Festivalin bu yılki açılış filmi Hatay Akademi Senfoni Orkestrası’nın depremden sonra yeniden bir araya gelme sürecini anlatan “Anka Kuşu” filmi. “Geri Döneceğiz” adlı fotoğraf gösteriminde Berna Küpeli, Ulaş Beşoklar, Cevat Ezgin ve Gürcan Öztürk depremden sonraki ilk iki ayda deprem bölgesinde derledikleri belge görüntüleri izleyicilerle paylaşacak.

Festival jürisi belli oldu

Fethi Kayaalp Büyük Ödülü’nü kazanacak filmi seçecek jüri ekibinde bu yıl üçü yabancı ülkelerden ve üçü Türkiye’den olmak üzere altı kişi bulunuyor.

Türkiye’den jüri üyeleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema ve TV Bölümü öğretim görevlisi ve çeşitli ulusal ve uluslararası film festivallerinin jüri üyesi Ebru Thwaites Diken; belgesel filmler çekmeye devam eden Berrin Avcı Çölgeçen ve Çukurova Üniversitesi Radyo, TV ve Sinema Bölümü öğretim üyesi, Sinema ve Ekoloji yüksek lisans programının kurucusu ve Eko-sinema ve Ekoeleştiri lisans derslerinin yürütücüsü Nilay Erbalaban Gürbüz yer alıyor.

Ayrıca 1995’ten beri çeşitli film ve medya festivallerinde jüri üyeliği yapan Wolfgang Kissel, Portekiz’de Lusófona Üniversitesi‘nde lisans ve lisansüstü düzeyde belgesel ve kurmaca dersleri vermekte olan Victor Candeias ve İspanya’da cinsiyet şiddetini önleme ve eylem alanında çalışmalar yapan María Garzón Molina da jüride bulunuyor.

‘Yalnızca adada başlayıp beş günde biten bir festival değil’

Festival yönetmeni Petra Holzer bu yılki programla ilgili şunları söylüyor:

“BIFED yalnızca adada başlayıp beş günde biten bir festival değil. Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Film Festivali aslında tüm yıla yayılan bir kültürel süreç ve dayanışma. BIFED yıl içinde farklı festival, STK, okul, çevre örgütleriyle işbirliği içinde. Festival filmlerimiz bugüne dek Kadıköy Belediyesi Sinematek-Sinema Evi, Diyarbakır Ekolojik Film Günleri, Aliağa Çevre Platformu, Marmaris Eğitimsen, Gümüşlük Uluslararası Müzik Festivali, Karşı Sanat, Antalya TTB, Film Kooperatifi, FeshaneOrtadan Başlamak” sergisi gibi farklı oluşum ve coğrafyalarda gösterildi. BIFED filmleri bu ortamlarda hiçbir maddi karşılık olmadan gösterildi ve gösterilecek. Festival gösterimleri gibi tüm bu gösterimler de ücretsiz izleniyor. Almanya (Berlin) ve Yunanistan (Limni) gösterimleri oluşmakta. BIFED Rioja bu yıl Haziran ayında İspanya La Rioja bölgesi, Logrono kentinde yapıldı.”

Festival Koordinatörü Ethem Özgüven programı nasıl oluşturduklarına dair şunları söyledi:

“Gelişmiş ülkeler dediğimiz ülkelerden İngiltere‘nin neredeyse tüm karbon salımı tedbirlerinden vazgeçtiğini ya da ertelediği, Norveç‘in hiç ihtiyacı olmasa da İngiltere büyüklüğünde bir deniz alanında petrol ve maden aramaya başladığını ve ABD‘nin sınırına yığılan potansiyel mültecileri durdurmak için sınırlarına binlerce ordu mensubu yığdığını görüyoruz. Avrupa’nın çöpü Afrika’da. Bunlar gelişmiş ülkeler, nesi gelişmiş derseniz zulüm ve sömürü yetenekleri demek gerekiyor. Bu nedenle uluslararası seçkimizdeki filmler üçüncü dünyada bu gelişmiş ülke yönetmenlerinin çektiği turistik filmlerden değil, kendi kültürünü eleştiren filmlerden oluşuyor. Adı gelişmiş olan bu ülkeler dünyanın tüm madenlerini, fil dişlerini, kahvelerini, altınlarını ve insanlarını sömürmekle yetinmediler. Şimdi de acılarımız üzerinden uydurdukları saçma öykülerle festival salonlarını doldurarak sömürüyorlar bizi. Son beş yüzyılda ne değişti? Değişen şu; eskiden zorla döverek zincirleyip kafese kapatarak insanları köleleştirirdi beyaz gelişmiş adam. Bu aralıksız, korkunç sömürü o kadar uzun devam etti ki ve üçüncü dünya o kadar fakir, kanunsuz, yaşanmaz bir hale geldi ki, eskiden zorla getirilen bu köleler şimdi ABD ve AB‘ye girmek için yalvarıyor ve donmayı, boğulmayı, ölmeyi göze alıyor. İşte değişen bu. Bütün terminolojiyi yeniden gözden geçirmeliyiz: Sanayi devrimi, nükleer deneme, maden alanındaki sızıntı gibi saçma betimlemeleri ve belgeseli yeniden sorgulamalıyız.”

Araştırma: 3C’lik küresel sıcaklık artışı, her yıl 1.5 milyar insanın canına mal olabilir

Yeni bir araştırma, 3°C’lik küresel sıcaklık artışının her yıl 1,5 milyar insanın ölümcül nemli sıcaklıklarla karşı karşıya kalabileceğini gösteriyor. Çalışmaya göre söz konusu ortam, bu yüzyılda birçok insanın acil tıbbi bakım almasını da  gerektirecek.

Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, Delhi‘den Şanghay‘a kadar dünyanın en büyük şehirlerinden bazıları artan sıcaklıklardan özellikle sert bir şekilde etkilenebilir.

Öngörüler, ısınma senaryolarının üst sınırına doğru, potansiyel olarak ölümcül ısı ve nem kombinasyonları ABD’nin Orta Batısı gibi bölgelere daha da yayılabileceğini gösteriyor.

Reuters’e konuşan ABD’deki Purdue Üniversitesi‘nden çalışmanın ortak yazarı Matthew Huber, “Bu çok rahatsız edici” diyor. “Birçok insanı acil tıbbi bakıma gönderecek.”

Sıcaklıklar 2°C artarsa ​​750 milyon kişi etkilenir

George Mason Üniversitesi iklim bilimci Daniel Vecellio ve diğer bilim adamlarının geçmiş araştırmalarına dayandırılan çalışmada, gölgeleme veya klima gibi teknolojilerin yardımı olmadan, ısı ve nemin bir araya gelerek insan vücudunu sınırlarının ötesine ittiği noktaya bakıldı.

Sonuçlar, sıcaklıkların sanayi öncesi seviyelerin 2 santigrat derece üzerine çıkması durumunda yaklaşık 750 milyon insanın yılda bir hafta potansiyel olarak ölümcül nemli ısıya maruz kalabileceğini gösterdi. Makaleye göre , 3°C’lik ısınma durumunda ise 1,5 milyardan fazla insan böyle bir tehditle karşı karşıya kalacak.

2022 Birleşmiş Milletler Emisyon Açığı raporuna göre dünya, mevcut politikalar uyarınca 2100 yılına kadar 2,8°C ısınma yolunda ilerliyor.

Hindistan, Pakistan ve Körfez son yıllarda kısa süreliğine de olsa tehlikeli nemli sıcaklara maruz kalmış olsa da, araştırma, dünya ısınmaya devam ederse bunun Lagos, Nijerya‘dan Chicago, Illinois‘e kadar büyük şehirleri etkileyeceğini ortaya koyuyor.

Güney Amerika ve Avustralya‘da artan riskin altını çizen Vecellio, “Daha önce düşünmediğimiz yerlerde ortaya çıkıyor” dedi. 4°C’lik ısınma durumunda, örneğin Yemen‘in Hudeidah kentinde yılda yaklaşık 300 gün, potansiyel olarak karşı konulmaz nemli sıcaklık görülecektir .

Isıya ve neme karşı direnci nasıl ölçülüyor?

Bilim insanları bu tür nemli ısıyı takip etmek için “ıslak termometre” sıcaklığı olarak bilinen bir ölçüm kullanıyor. Bu, termometrenin suya batırılmış bir bezle kapatılmasıyla alınıyor. Suyun kumaştan buharlaşma süreci, insan vücudunun terle nasıl soğuduğunu gösteriyor.

2010’da çığır açan bir çalışmada Huber, altı saat veya daha uzun süre devam eden 35°C’lik ıslak termometre sıcaklığının insan vücudu için koruyucu sınır olabileceğini bulmuştu. Bunun ötesinde, serinlemenin bir yolunu bulamayan insanların muhtemelen sıcak stresine yenik düşeceklerine de işaret etmişti.

10 yıl sonra, Vecellio’nun liderliğini yaptığı bir grup Amerikalı bilim insanı, genç, sağlıklı yetişkinleri yüksek yaş termometre sıcaklıklarına sahip çevre odalarına yerleştirerek Huber’in teorisini teste tabi tuttu ve sınırın 30°C ile 31°C arasında daha düşük olduğunu buldular.

Her iki bilim insanı son çalışma için 1,5°C ile 4°C arasında değişen gelecekteki çeşitli iklim ısınma senaryoları altında bu alt sınırın dünyaya uygulanması için birlikte çalıştı.

İklim modelleri de  aşırı sıcaklığın ‘üçlü darbesi’nin Dünya’yı insanlar için yaşanmaz hale getirebileceğini ortaya koyuyor.  Pek çok ülkede şimdiye kadarki en sıcak eylül ayı rekorlarının kaydedilmesinin ardından, en azından Avrupa’nın bazı bölgeleri için ekim ayında da olağan dışı sıcak dalgaları bekleniyor.

2023 Eylül’ü resmi olarak ‘en sıcak ay’: Olağanüstü bir rekor
Görülmemiş sıcaklıklarla kayıtlardaki en sıcak üç aylık dönem yaşandı: İklim çöküşü başladı
İklim değişikliği Türkiye’de rekor sıcaklıkları beş kat daha olası hale getiriyor

Araştırmada yer almayan California Irvine Üniversitesi‘nden atmosferik bilim insanı Jane Baldwin, “Bu, gelecekteki çalışmalar için kritik bir referans noktası olacak. Maalesef bu, 35°C sınırıyla elde edebileceğinizden biraz daha kasvetli bir tablo” değerlendirmesi yaptı.

Geçen ay Sciences Advances dergisinde yayımlanan bir başka araştırmada Vecellio’nun eşiği, meteoroloji istasyonu verileri ve iklim modelleri ile birlikte kullanılarak benzer bir sonuca varılmıştı: Tehlikeli nemli ısının coğrafi aralığı ve sıklığı, ılımlı küresel ısınmada bile hızla artacaktır.

BM’den kadın odaklı politika çağrısı: İklim krizi ‘cinsiyet-nötr değil’

Birleşmiş Milletler (BM), ülkelerin sadece üçte birinin iklim kriziyle mücadeleye yönelik ulusal planlarında cinsel sağlık ve üreme sağlığına yer verdiğine dikkati çekti.

BM Nüfus Fonu (UNFPA) ve Londra Queen Mary Üniversitesi tarafından bugün (10 Ekim) yayımlanan bir rapora göre, planlarını yayınlayan 119 ülkeden sadece 38’i doğum kontrolü, anne ve yenidoğan sağlığı hizmetlerine erişimi içeriyor ve sadece 15’i kadına yönelik şiddete atıfta bulunuyor.

The Guardian’ın aktardığına göre rapor, iklim planlarının cinsel sağlık ve üreme sağlığına atıfta bulunup bulunmadığını inceleyen ilk rapor olma özelliğini taşıyor.

Uzmanlar, iklim krizinin kadınlar ve kız çocukları üzerindeki orantısız etkisinin daha fazla ülke tarafından kabul edilmesi ve daha fazla eylemde bulunulması çağrısında bulunuyor.

Fotoğraf: K Prinsloo / UNCDF
‣ Kadınlar neden iklim değişikliği savaşımını kazanmanın ve uyumun anahtarı?
‣ Kadını güçlendirmek iklim etkilerini azaltabilir

İklim değişikliği kadınları orantısız bir şekilde etkiliyor’

Artan sıcaklıkları anne sağlığının kötüleşmesi ve gebelik diyabeti gibi hamilelik sırasında görülen komplikasyonlarla ilişkilendiren uzmanlar, aşırı sıcakların erken doğumları tetiklediğini ve ölü doğumlarda artışa neden olduğunu aktarıyor.

Raporda, iklim krizinin mevcut eşitsizlikleri daha da derinleştirdiği belirtiliyor. Örneğin Doğu ve Güney Afrika‘da tropikal kasırgalar sağlık tesislerine zarar vererek anne sağlığı hizmetlerine erişimi aksatıyor ve kolera gibi su kaynaklı hastalıkların yayılmasına sebep oluyor.

Kasırga ve kuraklıklar nedeniyle cinsiyete dayalı şiddet ve çocuk yaşta evlilik risklerinin arttığına vurgu yapan raporda, stres altındaki ailelerin kız çocuklarına daha az destek olabildiği ve onları evlendirmeye çalıştığı belirtiliyor.

UNFPA’nın nüfus ve kalkınma danışmanı ve raporun yazarlarından biri olan Angela Baschieri “Kadınlar ve kız çocukları için eylem planına bakacak olursak, ulusal planlar yapılabilecek daha çok iş olduğunu gösteriyor.” dedi.

İklim değişikliğinin kadınları orantısız bir şekilde etkilediğini ve cinsiyet açısından nötr olmadığını biliyoruz, dolayısıyla bu boşlukların ve etkilerin ele alınmasına ihtiyaç var.”

‣ 1 Nokta 5: İklim krizi toplumsal cinsiyet eşitsizliğini nasıl körüklüyor?
‣ G20 ülkeleri iklim politikalarında toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetmiyor

İklime dirençli sağlık sistemlerine ihtiyaç var’

Fotoğraf: Kibae Park / BM

Rapor, harekete geçen ülkelerin altını çizerek Paraguay, Seyşeller ve Benin’de kadınların güvenli bir şekilde doğum yapmalarına ve sağlık hizmetlerine erişmelerine olanak tanıyan iklime dirençli sağlık sistemlerinin kurulması ihtiyacını vurguluyor.

Aralarında El Salvador, Sierra Leone ve Gine‘nin de bulunduğu dokuz ülke, toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti ele alan politika veya müdahalelere yer veriyor.

İklimle ilgili felaketler sırasında aile planlaması hizmetlerinin aksadığına dair kanıtlara rağmen, sadece Dominika doğum kontrolü ihtiyacından bahsediyor.

Vietnam, ailelerin ekonomik yüklerini azaltmaya çalıştıkları kriz dönemlerinde çocuk yaşta evliliklerin daha sık görüldüğünü kabul eden tek ülke. Örneğin, Bangladeş‘te bir ay süren sıcak dalgasının yaşandığı yıllarda 11-14 yaş arası kız çocuklarının evlilikleri yarı yarıya artış gösterdi.

Baschieri şunları söylüyor:

İklim bizi toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde geriye götürüyor. Bizim amacımız, iklim politikasının kadınlar üzerindeki farklı etkiyi tanımasını ve politika tasarımında bunu dikkate almasını sağlamaktır.”

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadınları küresel iklim değişikliğine karşı daha savunmasız yapıyor

AYM ‘makul sürede yargılanma ihlali’ başvurularına bakmayacak: İşlevi yok!

Anayasa Mahkemesi (AYM), makul sürede yargılanma hakkı ihlali iddiasıyla yapılan bireysel başvuruları bundan böyle incelemeyeceğini açıkladı.

Resmi Gazete‘de yayımlanan karara göre, yeni bir yargı yolu ihdas edilene kadar  yurttaşlar artık ‘yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle’ AYM’ye direkt başvuru yapamayacak.

Bugüne kadar bu konuda 56 binden fazla ihlal kararı verdiğini anımsatan Yüksek Mahkeme, konuyla ilgili pilot karar verildiği ancak başvuru yapılmadan idari veya yargısal bir başvuru yolunun tam olarak oluşturulmadığını kaydetti.

AYM’nin kararının gerekçesi; “Yalnızca tazminat miktarının belirlenmesinden ibaret bu kararların 55 binden fazla ihlal kararından sonra insan haklarının korunması ve geliştirilmesine artık bir katkı sağlamaması…”. Yüksek Mahkeme, bu konuda artık sadece tazminat mahkemesi işlevi gördüğünü savundu.

İhlal kararlarının yüzde 79.3’ü makul surede yargılanmayla ilgili

AYM’ye 2012’den bu yana 519 binden fazla bireysel başvuru yapıldı. Başvuruların 400 bini sonuçlandırıldı. 71 bin 189 dosyada ihlal kararı verildi. Bu ihlal kararlarının yüzde 79,3’ünü yani 56 bin 443’nü ise makul sürede yargılanma hakkı ihlalleri oluşturdu. Makul sürede yargılanma hakkı sorunun yapısal sorundan kaynaklandığını belirten AYM 5 Temmuz 2012’de pilot karar verdi. Yapısal sorunun çözümü için kararın örneğinin TBMM‘ye gönderilmesine ve bu yönde yapılan başvuruların dört ay boyunca incelenmemesine hükmetti. Bu süreçte TBMM’de bir yasa değişikliği yapıldı.

Yapılan değişiklikle 9 Mart 2023 tarihi itibarıyla AYM önünde sonuçlanmamış başvurulara ilişkin Tazminat Komisyonu‘na başvuru imkânı getirildi. Ancak 9 Mart 2023 tarihinden sonra yapılan başvurular için bu yol açık bırakılmadı.

Bunun üzerine AYM, Van‘da altı  yıl süren bir tapu tescil davasında “makul sürede yargılanma hakkı ihlali” iddiasını görüştü. Yüksek Mahkeme, 25 Temmuz 2023 tarihinde “başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi nedeniyle düşmesine” karar verdi.

‘Yeni düzenleme yapılmadıkça, ilk elden incelemenin önemi yok’

Kararda, “Yapılan değişiklikle Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılmadan önce müracaat edilebilecek idari veya yargısal bir mekanizma kurulmamış, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamındaki başvuruların doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne yapılmasına devam edilmiştir” denildi.

AYM’nin gerekçeli kararında yeni düzenleme yapılmadan başvuruları ilk elden incelemeye devam edilmesinin, artık temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi bakımından önem taşımadığına dikkat çekildi:

“Bu bilgiler ışığında, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılmadan idari veya yargısal bir başvuru yolunun oluşturulmaması ve makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarının Anayasa Mahkemesi’nce ilk elden incelenmesine devam edilmesi nedeniyle verilen pilot kararın anlam ve öneminin ortadan kalkacağı değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin makul sürede yargılama yapılmadığı iddiasına ilişkin başvuruları ilk elden incelemeye devam etmesi, bu aşamadan sonra temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi açısından bir önem taşımamaktadır. Yalnızca tazminat miktarının belirlenmesinden ibaret bu kararların 55.000’den fazla ihlal kararından sonra insan haklarının korunması ve geliştirilmesine artık bir katkı sağlamadığı da açıktır.”

 

Thomas Van der Steen: We should accept we can’t keep nature contained, to live by its rules [Climate Generation-34]

This week, the guest of the 34th Climate Generation series is climate activist Thomas Van der Steen from the Netherlands. Thomas lives in ‘s-Hertogenbosch. He graduated from high school last year and is currently taking a gap year. He believes civil disobedience is a more appropriate way of action to combat climate crisis.

Atlas Sarrafoğlu: How did you start activism and how do you organize your protests in the Netherlands? 

I started with activism and organizing in January 2021 with Extinction Rebellion (XR), after that I started a local Fridays for Future (FFF) group with someone from my school and from that on, we grew.

Currently I am in a gap year and I moved to a bigger city, which is why I now focus more on organizing with Extinction Rebellion. Now I not only participate in civil disobedience actions but I also organize them.

There is not just one way I organize protests. It depends on what the protest is about. When I organize a legal march it is different from when I organize an action of civil disobedience.

I don’t necessarily focus on a specific topic but I do have a big interest in defending nature.

What are the direct effects of climate change in the Netherlands?

Compared to nations in the Global South the impact of climate change in the Netherlands is small but it is still noticeable. Two years ago we had a big flood in the southern part of our country due to extreme rainfall, it caused a lot of damage and in neighboring countries several people died. It has been proven that floods like these are already more likely due to climate change.

Also the weather is getting hotter and hotter just like most places in the world. We are seeing more extreme droughts and we rarely see snow in winters. It is clear that things are changing and have already changed.

‘Govts prefer concentrating on interests of multinational companies’

What do you think is the solution to protect your country from the impacts of climate change?

Of course the first step has to be to cutting down on our carbon emissions. Not only endemic ones but also our impact elsewhere, for example we are one of the biggest drivers of deforestation in the Amazon rainforest since we need soy for our livestock (also half of the land of our country is used for growing food for livestock).

But secondly as everyone knows that historically the worst enemy of the Netherlands is the sea. And with rising sea levels that won’t get better. Our water defenses are only built to handle a couple of centimeters of sea level rise. We will, however, surely exceed these margins. So we will have to invest ridiculous amounts of money into these defenses if we want to keep things as they are. We have to rethink how we live with the rules of nature, and maybe accept that we can’t defeat the sea. It’s also ridiculously stupid that all of our most important cities will probably be under the sea when it rises. In order to deal with the impact of climate change, we need to accept that we cannot keep nature contained and need to accept living by its rules.

What is the perception of your government regarding tackling the climate crisis? What kind of initial steps need to be taken to keep the limit under 1,5°C by your government?

The majority of our government does acknowledge that climate change is real and states that it is important to solve, but it seems that they prefer to concentrate on the interests of multinational companies and the rich more important since they constantly miss climate targets.

It is clear that the biggest factor in causing climate change are fossil fuels. So we should do everything to cut those as fast as we can. With Extinction Rebellion in the Netherlands we campaign to put a halt on the 46.5 billion euros that our government subsidizes the fossil fuel industry. Our government also promised to stop these subsidies 15 years ago but they still haven’t done that and they now claim that it is too complicated. They still say they want to stop them but they are doing nothing to make that happen.

Tell us about what makes you feel hopeful about the future, against all odds?

I need to say that at the moment I don’t have much hope about certain things. The thing that keeps me going is the fact that the situation will only get worse the less we do. So I want to do everything I can to control the damage as much as possible, to restore nature, and make sure MAPA [Most Affected People and Areas] countries get reparations. Climate disasters are unstoppable but their impact depends on what we do in the next few years. We need to stay under 1.5 degrees!

Something that keeps me positive about the situation is mostly all the amazing people I meet while doing activism.

‘I don’t have any words for world leaders’

What do you think is the difference between FFF and XR in terms of protests and demands? 

In the Netherlands it is hard to even speak about FFF NL since we barely exist anymore. We are talking about how to continue but we haven’t decided yet. One thing is clear: The age of school strikes is over and we need to adapt. Also FFF NL does not have any specific demands other than “climate justice” which is very vague.

Extinction Rebellion, on the other hand, is very much alive and growing very rapidly. We have successfully made the whole country aware of the fossil fuel industry and their subsidies by the government, and now 70 per cent of our population demand these be stopped. Also XR does have demands: Tell the truth about climate change. Act now and do what is needed, let the people decide and in the Netherlands we have an extra demand and that one is about climate justice. 

The goals of XR and FFF are the same. But XR is more streamlined and more professional. Also of course XR uses civil disobedience and FFF does not.

If you could address the world leaders, what would you say to them about the climate crisis and their “business as usual”? 

I find this a difficult question. I don’t feel like anything that I could say would make an impact. It is not that world leaders don’t understand what is going on; they know it very well. They choose not to act to fulfill the demands of multinationals and get themselves re-elected.

I don’t have any words for them. I am fighting to grow the movement so that the leaders will not have a choice. Like we are doing with XR in The Netherlands. More and more people will join us because more and more people will understand that we need to act now, and the government won’t act. So we need to force them in a non-violent way.

What is your perception of the future in regards to the climate crisis? How do you envision yourself in 2030? 

I don’t want to be an activist by 2030. It is not a hobby. But I will do this for as long as I need to. I envision myself being done with studying by 2030 and the world having reached carbon neutrality. I envision myself working on restoring the nature and educating others about this.

I don’t know if we make this a reality but all I can do is to fight to make this happen. I don’t have any other options.

*

Social media account

Instagram: Thomas_Activism

Vaclav Havel Ödülü Kavala’ya verildi, Türkiye tepkili: Yargı kararına saygısızlık

2023 Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü, Gezi Parkı Davası’nda müebbet hapis cezasına çarptırılan iş insanı ve hak savunucusu Osman Kavala’ya verildi.

Osman Kavala’nın ödülü kazandığını dün Strasbourg’da düzenlenen törende, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Başkanı Tiny Kox açıkladı.

AKPM Genel Kurulu’nda düzenlenen törene Osman Kavala adına eşi Ayşe Buğra Kavala katıldı. Buğra Kavala, ödül töreninde eşi tarafından kaleme alınmış bir mektubu okudu: .

“AİHM tarafından hakkımda verilmiş, derhal serbest bırakılmama hükmeden kararlara rağmen, AİHM’in otoritesini kuvvetlendirici ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin manevi ve nesnel gücünü sağlamlaştırıcı yeni olanaklara ve mekanizmalara ihtiyaç var.

“Türkiye’de hüküm süren siyasi söylem ile uyumlu spekülatif söylemler temelinde, insanların hapse atılmasının genel uygulama haline geldiğini” belirten Kavala mektubunda buna rağmen Türkiye’nin “kapalı otoriter rejime dönüşeceğine inanmadığını” kaydetti.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi 28 Eylül’de, Gezi Parkı davasında, Osman Kavala’ya “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını onamış; AKPM Türkiye Eş Raportörleri,  “Osman Kavala ile diğer dört sanığın ömür boyu hapis cezalarının onanması bizi şoka uğrattı” demişti.  Raportör John Howell ve Stefan Schennach ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kavala’nın serbest bırakılmasına dair kararları olduğunu hatırlatarak “Türk yetkililere bu kararları uygulamaları için Avrupa Konseyi’yle birlikte daha fazla baskı uygulayacaklarını” söylemişti.

Türkiye’den tepki: Kabul edilemez

Türkiye ise ödülün Osman Kavala’ya verilmesine tepkili. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Václav Havel İnsan Hakları Ödülü’nün, ülkemizde hakkında yargı tarafından hükmedilen kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunan bir kişiye verilmiş olması kabul edilemez” denildi.

Açıklamada ayrıca, “yargı kararına saygısızlık” oluşturan bu tasarrufla, AKPM’nin itibar ve inandırıcılığının ciddi şekilde zedelendiği belirtildi.

Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü

Prag merkezli Vaclav Havel Kütüphanesi ve Charta 77 Vakfı ile işbirliği çerçevesinde 2013’ten bu yana AKPM tarafından verilen Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü; diploma, plaket ve 60 bin euro para ödülünden oluşuyor.

Bu yılki ödül için Osman Kavala dışındaki adaylar Polonya’dan insan hakları savuncusu Justyna Wydrzynska ve Ukrayna‘dan insan hakları aktivisti Yevgeniy Zakharov‘du.

Türkiye 2017 yılında, Gülen yapılanmasına üye olduğu gerekçesiyle yargılanan eski Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Murat Arslan’a ödül verilmesine tepki göstermiş ve Avrupa Konseyi bütçesine katkısını azaltmıştı.

 

Özgürlük Yürüyüşü 10’uncu gününde: Arkadaşlarımız üzerinden siyasi pazarlık yapacak kadar yüzsüzler

Özgürlük Yürüyüşü, 10. gününde Adana, Gökçeler’den Mersin, Tarsus’a devam ediyor. “10 Ekim’de katledilen canlar” için yürünen bugünde Erkan Baş’a Tarsus Belediye Başkanı Haluk Bozdoğan, Mersin Emek ve Demokrasi Platformu bileşenleri ile Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Tarsus Şubesi eşlik ediyor.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, sekiz yıl önce Barış Mitingi’nde katledilen insanları anarak konuyla ilgili dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun insanların canını pazarlık konusu haline getirmesine tepki gösterdi. Baş, konuyla ilgili olarak şunları dile getirdi.

“Unutmayalım ki 10 Ekim Katliamı’nın hemen öncesinde Suruç’ta sosyalist gençleri hedef alan benzer bir katliam gerçekleşmişti. Hemen arkasından Ankara’daki katliam iktidarın o dönem iktidarını kaybetme korkusuyla içine girdiği telaşın ve toplumu teslim alma girişimlerinin bir sonucuydu. Unutmayın ‘Verin 400’ü bu işi huzur içinde çözelim’ cümlesi Ankara Gar Katliamı’nın şifresini vermektedir bize. Bugün yolları ayrılmış olmasına rağmen o gün başbakan olduğu için sürecin bütün ayrıntılarına vakıf olan Davutoğlu’nun ‘Konuşursam çok şey açığa çıkar’ diyerek o katliamın faillerini bildiğini ve katliamı pazarlık konusu haline getirdiğini ortaya çıkarıyor. Bizim canımız, kanımız, arkadaşlarımızın hayatı üzerinden kendi siyasi emelleri için siyasi pazarlık yapacak kadar yüzsüzler.”

İstanbul Eyüpsultan’daki yeşil alan vatandaşların davalarıyla ranta açılmaktan kurtarıldı

Demirören Holding‘in Ziraat Bankası‘na devrettiği, İstanbul‘un Eyüpsultan ilçesinde bulunan en önemli yeşil alanlardan biri, vatandaşların açtığı davalar sonucunda ranta açılmaktan kurtarıldı.

Arazi, Demirören Holding’in kredi borcu nedeniyle Ziraat Bankası’na devredilmişti ve Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. tarafından lüks konut projesi yapılarak ranta açılması isteniyordu.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Genel Sekreteri Buğra Gökçe, Eyüpsultan Kemerköy‘deki 18,5 hektar büyüklüğündeki yeşil alana ilişkin projenin iptal edildiğini açıkladı.

Gökçe, projenin mahkeme tarafından iptal edildiğini duyurduğu açıklamada, “[Mahkeme] Rezerv yapı alanı ilan edilmesinin taşkın ve benzeri afetler için katkı sağlayacağı hususlarını tespit ederek ilgili plan değişikliğini -yani arazinin rezerv yapı alanı yapılmasını- iptal etmiştir” ifadelerini kullandı.

‘Vatandaşların davalarıyla iptal edildi’

Sosyal medya platformu X üzerinde projenin iptaline dair paylaşım yapan Gökçe şunları kaydetti:

“Sevgili İstanbullular size güzel bir haberim var. Aşağıdaki arazi Demirören Holding’in kredi borcuna karşılık Ziraat Bankası’na devredilmiştir. Devirden sonra Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. tarafından lüks konut projesi başlatılan arazi, bilindiği üzere bölgedeki en önemli yeşil alandır.

Güzel haberden önce küçük bir bilgi

Bu alan 29 Mart 2022 tarihinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı (ÇŞİDB) tarafından ‘rezerv yapı alanı’ olarak ilan edildi ve 26 futbol sahası büyüklüğündeki alan yapılaşmaya açıldı. Bu plan vatandaşlarımız tarafından açılan davalarla iptal edildi.

29 Mayıs 2023 tarihinde ÇŞİDB tarafından yapılan plan değişikliği ile alan yine rezerv yapı alanı olarak tanımlandı. Böylelikle bölgede plan yapma yetkisi belediyemizden Bakanlığa aktarılmak istendi. İBB olarak 29 Mayıs 2023 onaylı 1/5000 ölçekli nazım imar planı ve 1/1000 ölçekli uygulama planına karşı iptal davası açtık.

Şimdi güzel haber,

Açtığımız davaya bakan yetkili mahkeme yaptığı inceleme sonucunda:

  • Bir alanın rezerv yapı alanı ilan edilebilmesi için kentsel dönüşüm açısından 6306 sayılı kanunda belirtilen niteliğe sahip olması gerektiği,
  • Alanın rezerv alan olarak ayrılmasının bilimsel olarak mümkün olmadığı,
  • Dava konusu alanda yapılaşma ile yeraltına sızan su miktarında ve yeraltı suyu seviyesinde azalmalar görülebileceği,
  • Suların yeraltına sızmamasının hidrolojik dengeyi olumsuz yönde etkileyeceği,
  • Alanın bir kısmının taşkın riski alanı içerisinde kaldığı,
  • Rezerv yapı alanı ilan edilmesinin taşkın ve benzeri afetler için katkı sağlayacağı hususlarını tespit ederek ilgili plan değişikliğini (yani arazinin rezerv yapı alanı yapılmasını) iptal etmiştir.

Bu emsal karar ile hem bölgenin ekolojik varlığını korumak için önemli bir kazanım elde ettik, hem de vatandaşlarımızı afet riski ile karşı karşıya bırakan bir düzenlemenin hayata geçmesini engelledik.

İstanbul’umuzun güzelliklerini korumak için emek veren tüm arkadaşlarımızı ve hukukçuları tebrik ediyor; İstanbullulara doğal varlığımızın rant iştahıyla yok edilmediği, doğal, ekolojik zenginliğimizin korunduğu, herkesin tertemiz nefes alabildiği güzel günler diliyorum.”