Ana Sayfa Blog Sayfa 279

Malatya’da hayati talep: Depremin öldürmediği bizleri, asbestle öldürmeyin

MALATYA – Tam olarak 10 ay geçti ancak 6 Şubat Maraş merkezli depremlerin vurduğu kentlerde yurttaşların sağlığı hala tamamlanamamış, düzensiz moloz kaldırma işlemleri nedeniyle tehdit ediliyor. Bugün (4 Aralık) yurttaşlar buna karşı ses çıkarmak için sokağa çıktı. Malatya Çevre Platformu öncülüğünde meslek odaları, sendika ve derneklerle birlikte yurttaşlar deprem molozları ve asbeste dikkat çekti.

Malatya: Asbestli molozlar tarım alanlarına, meralara yığılıyor
Malatya Mamurekliler asbeste karşı yaşam nöbeti başlattı
Sağanak yağış Malatya’daki çadır kentte su baskınına neden oldu

 

Malatya’da 6 Şubat ile 6 Mart 2023 tarih aralığında bildirilen rakamlara göre acil, ağır ve yıkık konut sayısı 71 bin 519’du. Orta hasarlı konutların sayısı ise 12 bin 801 idi. Az hasarlı konut sayısı ise 107 bin 765’i bulmuştu. Deprem sonrasında nüfusta da hareketlilik yaşandı. Bugün yapılan eylemde de buna işaret edilerek hasarın derecesine göre il içi ve il dışı göçlerin kalıcılaştığı belirtildi.

Öte yandan vatandaşlar 6 ve 20 Şubat 2023 tarih aralığında açıklanan verileri hatırlattı; Malatya’da 1410 kişi hayatını kaybetmişti. 7300 kişi ise yaralanmıştı.

‘Depremin öldürmediği bizleri, asbestle öldürmeyin’

Ayrıca sağlık müdürlüğü binalarının da ağır hasar aldığına, hizmet binalarını değiştirmeleri gerektiğine ve burada da birnevi göç yaşandığına işaret eden yurttaşlar “Depremin öldürmediği bizleri, asbestle öldürmeyin” diyerek yaşamsal bir talepte bulundu.

Bugün Malatya’nin şehir merkezindeki Emeksiz Kavşağı’nda gerçekleştirilen eylemde yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Malatya‘da Sağlık Müdürlüğü Binası ağır hasarlı olduğu için, Sağlık Müdürlüğü, Mart 2023 tarihi itibariyle SGK İl Müdürlüğünün binasının 2. katında çalışmakta. Merkez Battalgazi ve Yeşilyurt İlçe Sağlık Müdürlükleri, az hasarlı olan, kendi binalarında sürdürmeye çalışıyorlar. Malatya’nın en ağır hasar gören Doğanşehir ilçesinde ise Saglık Müdürlüğü eski binasında çalışmaya başlamış. Hastahanelerin tamamı için, en son yapılan tespitler ışığında, hafif hasar veya hasarsızlık raporları verilmiş. Doğanşehir ilçesindeki kusurlu inşaat nedeniyle tam randıman vermeyen sismik izalatörün onarımı için başlatılan kazı çalışması devam ediyormuş.”

‘Belirsizlikler, nüfus hareketliliğinde de karşımıza çıkıyor’

Protestoda gerçekleştirilen açıklamada depremin ardından yurttaşlar için bilinmezliklerin hala sürdüğü dile getirildi:

“Belirsizlikler, nüfus hareketliliğinde de karşımıza çıkıyor. Depremde yaşanan hasarın derecesine göre gerek il içi, gerek il dışı göçün kalıcılaştığını da gözlemleyebiliyoruz. Malatya Halk Sağlığı Başkanlığında yapılan görüşmeden elde edilen bilgilere göre resmi olarak Malatya ilinin nüfusunun 798 bin olduğu 140 bin kadarının il dışına çıkmış olabileceği ve ilk günlerde şehir dışına çıkanların önemli bölümünün kalıcı olarak geri döndüğü ve köylerde barındığı belirtiliyor.

Malatya TMMOB görüşmesinde Malatya nüfusunun yaklaşık olarak 300 bininin ilk günlerde şehirden göç ettiği, bunun 150 bininin geri dönmeyeceğinin tahmin edildiği, geçim araçlarını, çalıştığı iş yerini veya iş çevresini kaybedenlerin çoğunun geri döndüğü paylaşıldı. Göçler hakkında genel bir bilgiye sahip değiliz.”

Bir bilinmez olarak defin işlemleri sayısı…

Öte yadan bir bilinmezin de defin işlemlerinin sayısı olduğunun belirtildiği açıklamada şunlar aktarıldı:

“Dönemin İç işleri Bakanı Süleyman Soylu‘nun 22 Nisan 2023 tarihinde yaptığı bir basın açıklamasının basında yer alan ölü ve yaralı sayıları paylaşılmaktadır. Aynı açıklamada ölenlerden 7302 kişinin Suriyeli olduğu kayıp kişi sayısının 297 kişi olduğu belirtilmektedir. Oysa en çok konuşulan ve bir türlü netliği erişmeyen, savcılık kaydı olmayan defin işlemlerinin sayısıdır. Depremin ilk günlerinde bu sayının oldukça yüksek olduğu dile getiriliyor. Bir çok kamu kurumu yöneticisi bu bilgileri paylaşıyor. Malatya’da resmi olarak depremden ölen insan sayısı: 1386 olarak paylaşılıyor.

Strateji ve Bütçe Başkanlığının Mart 2023 tarihli Deprem Öncesi İl Nüfus Dağılımı:

  • Malatya toplam: 812.580.
  • 0-29 yaş: 361.013
  • 15-64 yaş: 545.210
  • 65+: 90642.

Adrese Dayalı Kayıt Sistemi 2022 kaynağında yaklaşık 3.5 milyon kayıtlı geçici koruma altında Suriyeli bulunduğu ve bunun yaklaşık yüzde 50’sinin depremden etkilenen 11 ilde yaşadığı ve geçici koruma kapsamındaki Suriyeli sayısının olduğu bilgisi paylaşılıyor.”

‘Hasar tespitleri uzman kişilerce yapılmadı’

Malatya Çevre Platformu yönetim kurulunca paylaşılan açıklamada ayrıca İnsaat Mühendisleri Odası, Ziraat Mühendisleri Odası, Harita Mühendisleri Odası ve Makina Mühendisleri Odası başkanlıklarıyla görüşmelerin gerçekleştirildiği belirtilerek bu görüşmelerden çıkan şu notlar paylaşıldı:

“Binaların deprem sonrası hasar tespitleri uzman kişilerce yapılmamıştır. Moloz döküm alanı olarak kullanılmakta olan şehir mezarlığı bölgesinin gerek yerleşim yerlerine toz taşınımı yönünden, rüzgar koşulları ve gerekirse yeraltı sularına ve çevredeki tarım alanlarına, etkileri meslek örgütlerine danışılmadan, oldu bittiye getirilmiş ve çok büyük bir alanda bu moloz yıkılmaya devam etmektedir. Çalışanlar, operatör ve şoförler bu işte çalışan sağlık yönünden gerekli donanıma sahip olmadıkları görülmüştür. Demografik yapının değişebileceği düşünülüyor.”

‘Barınma hala öncelikli sorun, asbest şehri tamamen kapladı’

“Deprem üzerinden uzun bir süre geçmesine karşın depremzede vatandaşlar için barınma, halen en öncelikli sorun. Halen çadırlarda kalanların sayısı hiç de az değil.

Çadır ve konteynerden oluşan geçici yerleşim alanları çeşitli fiziksel güçlükleri barındırmaktadır. TTB’nin 2.ay ve 3.ay raporundaki çoğu eleştiriler devam ediyor, toprak, asbest şehri tamamen kaplamış durumda. Bağ, bahçe, sulak alanlara moloz taşınması, üstü açık kamyonlarla yapılmakta. Mamerek Beydağı, Doğanşehir, Ören bölgesi enkazlar hala yerleşim yerlerinin ortasında durmakta. Suya karışan her zehirli atık, lif kanseri, akciğer hastalıklarına yol açmakta. Şu anda yaşlılar, çocuklar, gebe kadınlar, kronik hastalar büyük bir risk altındalar. Hastaların sayısı her gün artmaya devam edecektir. Bizler, doğasına, suyuna, toprağına, yerleşim yerlerine sahip çıkan, sorumluluk taşıyan yurttaşlar olarak: TTB ve TMMOB‘nin bu uyarı ve önerilerine ilimizin bütün yetkililerini ve yöneticilerini göreve davet ediyor, soruna sahip çıkmalarını istiyoruz. Depremin öldürmediği bizleri, asbestle öldürmeyin.”

[COP28] Türkiye’nin Yenilenebilir Enerji Taahhüdü’ne imza atmaması kömür ısrarıyla ilgili

COP28 İklim Zirvesi’nin üçüncü. gününde COP28’in başkanı Sultan Al Jaber tarafından açıklanan Küresel Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Taahhüdü ile 1,5C’yi ulaşılabilir kılmak için 2030 yılına kadar enerji verimliliği hızının 3 katına çıkarılması hedefleniyor.

Farklı başlangıç noktaları ve ulusal koşulları dikkate alarak 118 ülke 2030 yılına kadar dünyanın mevcut yenilenebilir enerji üretim kapasitesini en az 11.000 GW’a çıkarmak için birlikte çalışma taahhüdünde bulundu. Ayrıca, 2030 yılına kadar her yıl, enerji verimliliğindeki küresel ortalama yıllık artış oranını iki katına çıkarmayı taahhüt etti.

ABD, Avustralya, Brezilya, Polonya ve Meksika gibi fosil yakıta dayalı enerji sistemi olan ülkeler bildirgeye imza atarken Çin, Hindistan ve Türkiye bildirgeyi imzalamadı.

[COP28] Zirvenin üçüncü gününde gündem yenilenebilir enerji, yeni mali katkılar
Fotoğraf: Andrew Boyers /Reuters

‘Türkiye’ninimzalaması gerekirdi’

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Koordinatörü Ümit Şahin Türkiye’nin COP28’de iki pozisyonunu olduğunu belirtiyor:

“Birincisi, Küresel Durum Değerlendirmesi kapsamında fosil yakıtların azaltılmasına ve fosil yakıttan çıkışa karşı olduğunu bildirmesi ve ABD’nin de yer aldığını açıkladığı Kömürden Çıkış Koalisyonu’na katılmamasıydı.

İkinci olarak, küresel yenilenebilir kapasitesinin üç katına çıkarılmasını taahhüt eden 118 ülke arasında Türkiye’yi göremedik. Halbuki, Azerbaycan ve bazı körfez ülkeleri bile bu taahhüdün altına imza attı. Kaldı ki, Türkiye’nin geçen yıl yayınladığı Ulusal Enerji Planı’nda güneş ve rüzgârı artırma hedefi zaten üç kata yakın, dolayısıyla Türkiye’nin bu bildirgeyi imzalaması gerekirdi.”

[[COP28] ABD dahil yedi ülke ‘kömür sonrası temiz enerji ittifakı’na katıldı

‘Türkiye hedeflere kolaylıkla ulaşabilir’

Küresel hedeflerin halihazırda Türkiye’nin Ulusal Enerji Planı’yla paralel olduğunu ve Türkiye’nin zaten bu hedeflere kolaylıkla ulaşabileceğinin altını çizen A Plus Enerji Kurucu Ortağı Volkan Yiğit şu ifadeleri kullanıyor: 

“Ulusal Enerji Planı’nda şu an 11,2 GW olan güneş kapasitemizi 2035 sonunda 53 GW seviyesine yani neredeyse 5 katına çıkarmayı hedefliyoruz. Rüzgâr tarafında bu kadar yüksek olmasa da 11,6 GW kapasitemizi 2035’te 29 GW seviyesine çıkarmayı planlıyoruz. Bu da 2.5 kat bir artış anlamına geliyor. Her iki hedefin toplamına baktığımızda 2035’te güneş ve rüzgâr kurulu gücümüzü zaten 3.6 katına çıkarmayı planlıyoruz.”

Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin bu küresel taahhüdün geliştirilmiş bir versiyonuna imza atabileceğini ve Ulusal Enerji Planı’nın buna paralel olduğunu belirten Yiğit şöyle devam ediyor.

“Türkiye’nin imzacı olmamasının sebebi, taahhüdün içinde geçen kömürlü termik santrallerin aşamalı olarak kapatılması ibaresi olmalı; çünkü Türkiye tüm kömürlü termik santralleri ekonomik ömrü bitene kadar açık tutmak istiyor. Burada aslında işi piyasaya bırakmak lazım; piyasa koşulları, karbon fiyatlaması, farklı taahhüt ve gereksinimler çerçevesinde bizim de yaptığımız projeksiyonlar kömür santrallerinin üretimdeki payının her yıl gittikçe azalacağını gösteriyor. Ekonomik ve teknolojik koşullar, Türkiye’de yerli kömürün bitmesi, yeni kömür alanlarına girmenin zorlaşması, kömür finansmanının azalması zaten bizi bu taahhüde götürecektir.”

[COP28] Erdoğan iklim zirvesinde ‘artıştan azaltım’ hedeflerini övdü

‘Türkiye’nin kısa ve orta vadeli hedefleri 2053 hedefleriyle uyumlu değil’

Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği Direktörü Bengisu Özenç ise  Türkiye’nin 2021’de açıkladığı 2053 net-sıfır hedefinin olumlu başlangıç olduğunu ancak kısa ve orta vadeli hedeflerin henüz söz konusu 2053 hedefiyle uyumlu olmadığına dikkat çekiyor:

“Türkiye önümüzdeki 10-15 yıl boyunca süregelen durumu devam ettireceğini söylüyor. Halbuki, çok daha fazlasını yapacak kapasitemiz var. 2017’de açıklanan güneş enerjisi kurulum hedeflerini yalnızca beş yıl içinde 3 katına çıkarmış bir ülkeyiz. Türkiye, hem iklim diplomasisinde daha yapıcı bir rol oynamayı, hem de 2053 net-sıfır hedefine ulaşmada daha kolaylaştırıcı bir pozisyon almayı kendisi için hedeflemeli.”

Fotoğraf: Kamran Jebreili / AP
[COP28] Papa Francis’ten çağrı: Fosil yakıtlara son verilmeli

‘Türkiye’nin duruşu tutarlı değil’

Solar 3GW Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Bahadır Turhan da 2053 Net Karbon sıfır, enerjide bağımsızlık, sürekli ucuz elektrik hedefleri için kömürden çıkışın şart olduğunu ancak Türkiye’nin COP28’deki duruşunun hedeflerle tutarlı olmadığını değerlendiriyor.

“Güncel gelişmeler ışığında, Türkiye’deki güneş ve rüzgar enerjisi potansiyelinin önemli bir avantaj sağladığını ifade eden Turhan’a göre fosil yakıtlardan çıkışımızı geciktiren her hareket, güneşimizden yeterince faydalanamamıza ve de ekonomik açıdan geri düşmemize neden oluyor.”

Bu kararın emisyon azaltımı konusunda dünyanın iki kutbunu karşı karşıya getirdiğini söyleyen Ember Türkiye, Ukrayna ve Batı Balkanlar Bölge Lideri Ufuk Alparslan resmi planlarda bildirgeye yakın hedefler açıklandığı halde Türkiye’nin bildirgeyi imzalamamasının politik olduğunu belirtiyor.

[COP28] Türkiye’nin 2050’de elektriğin yüzde 91’inin temiz kaynaklardan üretmesi, 2053’de ‘net sıfır’ mümkün

191’inci yaş gününü kutladı: İyi ki doğdun kaplumbağa Jonathan!

Dünyanın yaşayan en eski kara hayvanı; Jonathan adlı dev Seyşeller kaplumbağası 191’inci yaş gününü kutladı.

Jonathan’ın tahmini doğum yılı 1832. Bu da doğduğunda posta pulu, telefon ve fotoğraf, ampul, tabanca motorlu zeplin ve modern bisiklet gibi pek çok yeniliğin henüz icat edilmediği yıllarda yaşadığı anlamına geliyor.

Kaplumbağa Jonathan’ın ömrü boyunca ABD iç savaşı, Kraliçe Victoria‘nın saltanatının büyük bölümü, Sovyetler Birliği’nin yükselişi ve çöküşün ve iki dünya savaşı yaşandı.

1882’de beri Saint Helena adasında yaşayan dev kaplumbağa, erkek arkadaşıyla birlikte 26 yıllık bir ilişki de yaşadı.

Üçüncü yüzyıla ulaşabilir

Jonathan yalnızca dünyanın yaşayan en eski kara hayvanı değil, aynı zamanda şimdiye kadar kaydedilen en eski “chelonian” (kaplumbağaları, kaplumbağaları ve su kaplumbağalarını içeren bir sürüngen türü) türü.

Fotoğrafı, St Helena’da, yerel beş penilik madalyonun arka yüzünde, “ulusal bir hazine” olarak yer alan hayvan, artık görmüyor ve koku alma duyusu da neredeyse kaybolmuş durumda. Jonathan, günlerini Vali’nin evinin arazisinde özgürce dolaşarak geçiriyor.

Veterineri Jo Hollings, Guinnes Dünya Rekorları için kendisini arayan yetkililere, “Jonathan’ın sağlık durumu iyi ve şu anki tüm göstergeler onun üçüncü yüzyıla ulaşacağı konusunda bizi umutlandırıyor – tabii henüz ulaşmadıysa!” dedi.

Görmüyor, koku almıyor ama iştahı ve libidosu yerinde

1980’lerde yalnızlık nedeniyle strese giren kaplumbağa Jonathan, 1991 yılında eşi Frederica ile bağ kurmuş; ancak hiç çocukları olmamıştı. 26 yıl sonra gizem çözüldü: Frederica’nın erkek olduğu ortaya çıktı.

Uzun süredir onu gözlemleyen veterinerine göre Jonathan’ın hâlâ ‘iyi bir libido’ya sahip: “[Onun] sık sık Emma’yla ve bazen de Fred‘le çiftleştiği görülüyor; hayvanlar genellikle cinsiyete duyarlı değildir! Ve saygıdeğer eski zaman, hayatta “hiçbir yavaşlama belirtisi göstermiyor”.

Veteriner Hollings, koku alma duyusunu kaybetmesine ve katarakt nedeniyle neredeyse kör olmasına rağmen iştahının da yerinde olduğunu bildirdi: “Hala haftada bir kez, küçük ve özel bir ekip tarafından meyve ve sebzelerin takviye edici yardımıyla elle besleniyor. Bu sadece kalori takviyesi yapmakla kalmıyor, aynı zamanda metabolizmasının temel itici güçlerini de sağlıyor: vitaminler, mineraller ve eser elementler.”

 

Marmara Denizi’nde su sıcaklığı 50 yılda 2.5 derece arttı

Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi (NKÜ) Çorlu Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Lokman Hakan Tecer, Marmara Denizi başta olmak üzere, Ege, Akdeniz ve Karadeniz‘de son 50 yılda atmosfer sıcaklıklarının yanı sıra deniz suyu sıcaklıklarının arttığını söyledi.

Marmara Denizi’nde 1970 yılından itibaren su sıcaklıklarının 2,5 derece arttığını belirten Tecer şu bilgileri verdi:

“Uzun dönemli ortalama sıcaklıklar 1970 yılında 15,3 santigrat derece iken geçtiğimiz yıl itibarıyla 17,8 santigrat dereceye yükselmiş: Bu toplamda 2,5 santigrat derecelik bir artış demektir, ki bu çok ciddi bir artış. Su sıcaklığı artışı sadece Marmara’da değil, onu besleyen ve ilişkili olan Karadeniz’de de 0,9- 1 santigrat dereceye yakın bir sıcaklık artışı söz konusu. Ege Denizi benzer şekilde 1,4 santigrat derece kadar artmış, Akdeniz 1,2 santigrat derece artmış.”

Artış trendi sürüyor

MA‘ya konuşan Prof. Tecer denizlerdeki sıcaklık artışlarının etkilerine ilişkin olarak da müsilaja dikkati çekti: “Tabii sıcaklıkların artmasının sucul ortamlarda, çeşitli çevresel etkileri var, olumsuz etkileri var. Bir tanesi çok ağır bir şekilde, dramatik bir şekilde yaşadığımız müsilaj sorunun 3 temel nedenlerden bir tanesi buydu. Sıcaklıkların artması burada müsilajın oluşmasına sebebiyet vermişti. Bu sıcaklık artışı trendi hala devam ediyor.”

Sulardaki çözülmüş oksijene de dikkat çeken Tecer, şunları kaydetti:

“Atmosferdeki oksijenin hayati olduğu gibi sularda da çözülmüş oksijen orada yaşayan, solunum yapan canlılar için hayati bir öneme sahip. Bu çözülmüş oksijen konsantrasyonu sıcaklıkların artmasıyla birlikte hiç başka bir etkene gerek olmadan düşüyor. Bu ne demek? Orada bol oksijenli solunum yapan canlıların hayati tehlikelerinin ve yaşam koşullarının zorlaştırdığı anlamına gelir. Bu da balık türlerinde özellikle bir azalma, onun yerine daha az oksijenle hayatını devam ettirebilen denizanası gibi, vatoz gibi canlıların buralara istila etmesine sebebiyet verebilir. Müsilaj üç tane temel etkenden meydana geliyordu. Bir tanesi sıcaklıkların artması, diğeri akıntının Karadeniz ve Ege Denizi akıntısının olmaması, yani duran koşullar olması. Bir de evsel, endüstrileri atık sularla azot, fosfor gibi organik kirliliklerin deniz ortamına bırakılmasıydı. Diğer iki sebep ile birlikte sıcaklıkların artması da müsilajı oluşturma sebeplerinden bir tanesi.”

 

Endonezya’daki Merapi Yanardağı faaliyete geçti: 11 dağcı öldü, 12’si kayıp

Güney Asya ülkesi Endonezya’nın en aktif yanardağı olan Merapi dün faaliyete geçti.  Püskürme sırasında bölgede bulunan en az 11 dağcının öldüğü, 12 dağcının ise kayıp olduğu bildirildi. Ancak yanardağın yol açtığı güvenlik tehlikesi nedeniyle arama çalışmaları askıya alındı.

Endonezyalı yetkililer, patlama sırasında bölgede en az 75 kişi bulunduğunu açıkladı. Bunlardan 26’sı henüz tahliye edilmedi. Padang Arama Kurtarma Teşkilatı başkanı Abdul Malik, “Tahliye edilmemiş 26 kişi var, bunlardan 14’ünün nerede olduğunu bulduk: Üçü hayatta ama 11’i yaşamını yitirdi” dedi.

Hastaneye kaldırılan yaralıların “güçsüz olduğu ve vücutlarında yanıklar bulunduğu” belirtildi. Kayıp 12 dağcıyı arama çalışmalarının ise ne zaman başlayabileceği bilinmiyor.

Pazar günkü patlamanın video görüntülerinde, gökyüzüne yayılan büyük bir volkanik kül bulutu ve enkazla kaplı arabalar ve yollar görülüyor. Bugün de devam eden patlamalar nedeniyle kurtarma görevlileri bölgeye müdahale edemiyor.

Marapi, dün yaklaşık 3 kilometre kadar yükseğe çıkacak şekilde kül püskürttü. Kratere 3 kilometreden fazla yaklaşmak da yasaklandı.

Endonezya, Pasifik’teki “Ateş Çemberi” olarak adlandırılan bölgede yer alıyor ve ülkede aaralarında 2.891 metrelik (yaklaşık 9.500 ft) Marapi Dağı’nın da bulunduğu 127 aktif yanardağ bulunuyor.

Ülkenin dört aşamalı uyarı ölçeğinde ikinci alarm seviyesinde yer alan Marapi Dağı, Sumatra‘nın en aktif yanardağları arasında yer alıyor. Volkanın bilinen en ölümcül patlaması 1979’da meydana gelmiş; patlama 60 kişinin ölümüne neden olmuştu.

[COP28] Dubai’de protesto eylemi güvenli mi?

Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki süren COP28‘in organizatörleri ve konferansı yöneten BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) artan baskıya rağmen, özellikle konferans alanı dışında yetkililerin açık izni olmadan düzenlenen toplantıları ve özellikle Gazze‘deki savaşı ele alan siyasi protestoları nasıl ele aldıklarını açıklamayı reddetti.

Konferansa katılmak üzere kayıt yaptıran 8o binden fazla kişinin arasında binlerce aktivist ve sivil toplum üyesi bulunuyor. Bu durum normalde protestoların yasak olduğu ülkede aktivistleri ve sivil toplumu riske atıyor.

BAE’nin ifade özgürlüğüne getirdiği kısıtlamalar, gözaltı ve para cezası riski, bazı aktivistlerin ve sivil toplum üyelerinin güvenliklerine yönelik potansiyel riskleri gerekçe göstererek konferansa katılmamasına sebep oldu.

BAE’den iklim konferansı öncesi uyarı: Protesto etmeyin, şirketleri eleştirmeyin

Bazı protestolara izin verilmedi

Gazze’de ateşkes çağrısı da dahil olmak üzere Dubai’de küçük ölçekli bazı protestolar düzenlense de The Guardian‘ın aktardığına göre, BAE’deki organizatörler, Emirates havayolu şirketini çevreyi kirleten bir şirket olarak gösteren bir protesto da dahil olmak üzere bazı protestolara izin vermedi.

[COP28] Dubai’de iklim aktivistlerinden Filistin’e destek gösterisi
Fotoğraf: Elif Cansu İlhan (CAN Europe)

COP28 yönetimi, katılımcıların “UNFCCC mekanlarını izinsiz gösteriler için kullanmaktan kaçınma” talebini içeren bir kural metnini imzalamasını şart koşuyor.

[COP28] Zirve başkanından iklim inkarına varan açıklama: Fosil yakıtları durdurmak bilimsel değil

Belirsizlik katılımcıların güvenliğini tehlikeye atıyor

Protestolarla ilgili mevcut yasalara rağmen, ağustos ayı başında BAE, UNFCCC ile “kapsayıcı” bir konferansa odaklanan ortak bir açıklama yayımlamıştı.  Açıklamada, “İklim aktivistlerinin barışçıl bir şekilde toplanmaları ve seslerini duyurmaları için alan sağlanacaktır” denilmişti. 

Bir COP28 sözcüsü, konferansta BM tarafından yönetilen mavi bölgede ve Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileri tarafından yönetilen yeşil bölgedeki “Voice for Action hub” içinde gösterilere izin verileceğini söyledi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü‘nden Joey Shea, “Ne tür ifade ve protestolara izin verileceği ve bunlara nerede izin verileceği konusunda netlik olmaması nedeniyle” COP28 katılımcılarının güvenliği konusunda endişe duyduğunu belirtti.

[COP28] Küresel iklim araştırmacıları: 1.5 dereceyi aşmamız kaçınılmaz hale geldi

İklim aktivisti gençlerden COP başkanına protesto

COP28 iklim zirvesinin başkanı Sultan Al Jaber‘in küresel ısınmayı 1.5C ile sınırlandırmak için fosil yakıtların aşamalı olarak kullanımının sonlandırılması gerektiğini gösteren “hiçbir bilim ya da senaryo” olmadığını iddia etmesinin ardından Jaber’in açıklamalarını protesto eden iklim aktivisti gençler şöyle dedi: 

Bilim açık: Fosil yakıtları aşamalı olarak durdurun.

Sivil toplum delegeleri ve aktivistler fosil yakıt endüstrisinin iklim görüşmeleri üzerindeki etkisine tepkili. Küresel kampanya grubu Kick Big Polluters Out‘tan Rachel Rose Jackson “Artık bıktık” diyerek ekledi.

Fosil yakıt endüstrisinin neden burada olmaması gerektiğini tekrar tekrar açıklamaktan, bu görüşmelerin neden ön saflarda yer alan toplulukların beklentilerini karşılamada başarısız olmaya devam ettiğini anlatmaktan yorulduk.

Fotoğraf: Thaier Al-Sudani / Reuters

Pikachu kostümlü aktivistlerden Japonya’ya protesto

Protestolar konusundaki belirsizliğe rağmen bugün (4 Aralık) BM İklim Zirvesi COP28’in ‘Finans Günü‘nde düzenlenen protestoda Pikachu kostümleri giyen aktivistler Japonya’ya yeni fosil yakıt projelerini finanse etmek yerine yenilenebilir enerji projelerine yönelmesi çağrısında bulundu.

Filipinli insan hakları ve çevre aktivisti Lidy Nacpil, “Japonya’nın gezegenin ve küresel güneyin ihtiyaçları yerine hâlâ modası geçmiş ve yıkıcı yöntemlerine bağlı kalması alçaklıktır” diye konuştu. 

Nature Guardian‘ın aktardığına göre, fosil yakıtların acilen kullanımdan kaldırılması gerekliliğine rağmen Japonya, sıvılaştırılmış gaz (LNG) ve amonyakla birlikte yakma gibi diğer fosil bazlı teknolojilerin Asya‘da ve küresel ölçekte yaygınlaşmasını teşvik ediyor. 

Japonya Başbakanı Kishida, Güneydoğu Asya devlet başkanlarını Japonya’nın fosil yakıt temelli teknolojilerini desteklemeye daha fazla teşvik etmek için COP28 İklim Zirvesi’nden sonra 16-18 Aralık tarihlerinde ASEAN/Japonya 50. Yıldönümü Zirvesi düzenleyecek.

Japonya’da bu yaz son 125 yılın en yüksek ‘ortalama sıcaklığı’ kaydedildi

Bir protesto da Brüksel’den

COP28 İklim Zirvesi Dubai’de devam ederken binlerce kişi dün (3 Aralık) Brüksel‘in merkezinde iklim değişikliğinin tehlikelerine dikkat çeken bir yürüyüş gerçekleştirdi.

Fotoğraf: AP

AP’nin aktardığına göre, Climate Coalition’dan aktivistler küresel ısınmaya karşı daha güçlü önlemler almaya çağrısında bulundu. Yürüyüşte dünyanın kendi kendini yok etmesini durdurmak için hemen harekete geçilmesi gerektiği mesajı öne çıktı.

İklim zirvesinde ülkeler, küresel ısınmayı sanayi öncesi döneme kıyasla 1.5 derece ile sınırlandırmak için dünyanın sera gazı emisyonlarını yedi yıl içinde neredeyse yarı yarıya azaltma sözü verdi. Ancak Brüksel’deki yürüyüşe katılanlar Avrupa‘nın yeterince hızlı adım atmadığını düşünüyor.

[COP28] Liderler sahneye çıktı: Herkes her şeyin farkında!
[COP28] Zirvenin üçüncü gününde gündem yenilenebilir enerji, yeni mali katkılar

14. İnsan Hakları Belgesel günleri İzmir’de başlıyor

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV)  bu yıl da insanı ve insan haklarını odağına alan belgesel filmleri sinemaseverlerle buluşturuyor. Fransız Kültür Merkezi Merkezi ile ortak gerçekleştirilen TİHV 14. İnsan Hakları Belgesel Film Günleri’nin bu yılki teması ise işkence ve kötü muamele yasağı.

Programda farklı insan hakları sorunlarına farklı bakış açılarıyla objektif tutan 12’si Türkiye’den, toplam 25 seçme belgesel film yer alıyor.

Belgesel Film Günleri, 7 – 10 Aralık 2023 tarihlerinde İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek gösterimlerle başlayacak. “Film Günleri” kapsamında gösterilecek filmler, 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde tihvbelgeselfilm.org adresinde çevrimiçi (online) gösterime açılacak ve 17 Aralık 2023 tarihine kadar aynı adresten ücretsiz izlenebilecek.

Programda yer alan ülke dışında üretilmiş filmler yalnızca Türkiye’deki izleyicilere açık ve izleyici kontenjanları 250 kişi ile sınırlı olacak ve kontenjanlar dolunca filmler gösterime kapanacak.

Bir sonraki adres Diyarbakır ve Van

Film Günlerinde yer alan belgesel filmlerden oluşan seçkiler, 15 -17 Aralık 2023 tarihlerinde Diyarbakır ve Van’da fiziki gösterimlerde izleyicilerle buluşacak. Gösterimlerin adresi Diyarbakır’da Mordem Sanat Merkezi, Van’da ise Van Barosu olacak.

TİHV, Belgesel Film Günleri’nin afişini geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi yine afiş yarışmasıyla belirlemişti. Bu sene “işkence ve diğer kötü muamele yasağı” temasıyla yapılan afiş yarışmasında Mahir Akkoyun’un eseri birinci seçilmişti. Yarışmada dereceye giren ve seçici kurul tarafından en beğenilen 27 eser, 10 – 17 Aralık 2023 tarihlerinde tihvbelgeselfilm.org adresinde çevrimiçi olarak sergilenecek.

 Program ve filmler hakkında ayrıntılı bilgiyi tihvbelgeselfilm.org adresinde bulabilirsiniz.

COP28 Notları– 1: Fosil yakıtlardan kurtulabilecek miyiz?

Bu yılki 28. BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nın (COP 28) bütün gündemi fosil yakıtlar. Üstelik 2012 Katar’dan sonra bir kez daha bir “petrostate”, yani bütün ekonomisi petrole, ya da fosil yakıtlara dayalı, petrol ihracatçısı bir ülke (bir OPEC üyesi) COP’un ev sahipliğini ve başkanlığını yürütüyor. Ve bu kez Katar’daki COP18’den farklı olarak Paris Anlaşması’ndan (2015), hatta kömürün azaltılması hedefinin ilk kez bir COP metnine girdiği Glasgow İklim Paktı’ndan (2021) sonraki bir dönemdeyiz. Yani artık müzakerelerin dilinin altındaki bakla çıktı ve herkes (kabul etmek istemeyerek de olsa) fosil yakıtların çıkartılmasının ve yakılmasının tamamen bitirilmesini hedefleyen bir iklim rejiminden söz etmeye başladı.

Tabii yazıya başladığım cümleyi tuhaf bulabilirsiniz. İklim değişikliğini önlemeye, durdurmaya çalışan bir anlaşma ve müzakere sürecinin zaten en baştan beri fosil yakıtlardan kurtulmayı hedeflemesi gerekmez miydi? İklim değişikliğine neden olan bütün sera gazı emisyonlarının %75’i, en önemli sera gazı olan karbondioksidin çok daha fazlası doğrudan fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanmıyor mu? Evet, ama maalesef ne 31. yılını dolduran İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde, Ne de Paris Anlaşması’nda fosil yakıt, kömür, petrol, gaz, karbon ve yakmak kelimeleri geçiyor. Kullanılan sözcük “emisyon”. Neyin emisyonu? O üç harfli… İşte fosil yakıt şirketlerinin baskısıyla bütün bir iklim rejimi sözlüğünden sürülen fosil yakıtlar, şimdi geri dönmüş ve başrole oturmuş durumda. İklim aktivistleri de artık daha rahat (devletleri ürkütmekten çekinmeyen) bir şekilde doğrudan fosil yakıtları hedef alıyor. Geç de olsa, 28’inci  buluşmada da olsa, müzakerelerin doğru bir hatta oturmaya başladığını söyleyebiliriz.

Dubai’de yapılan sessiz eylemde ateş kostümlü aktivistler zirve alanında dolaşıyor. Fotoğraf: Samuel Martin-Sosa. 

Tabii asıl meselenin nihayet gündeme gelmiş olması bir ilerleme sağlandığı anlamına gelmiyor. Glasgow’da bütün fosil yakıtlardan çıkışı Hindistan’ın gündeme getirdiğini hatırlayın. O bir dikkat dağıtma taktiğiydi. Böylece Hindistan, İngiltere’nin (yani COP Başkanı Alok Sharma’nın) kömürden çıkışı anlaşmaya sokmasını son dakikada daha radikal bir öneri yapıyormuş gibi yaparak önlemiş ve anlaşmaya (Alok’un gözyaşlarıyla) ancak “kömürün azaltılması” girebilmişti. Bir sonraki COP’ta fosil yakıt topunu Mısır devraldı ve müstakbel COP’un bir petrol ülkesinde olacağının bilinciyle zarif bir şekilde taca attı. Böylece “kömürden çıkış yetmez asıl hedef bütün fosil yakıtlara son vermek olmalı” teması OPEC üyesi Birleşik Arap Emirlikleri’nin ev sahibi, ülkenin en büyük petrol şirketinin (ADNOC) CEO’su ve sanayi bakanı Sultan Al Jaber’in COP başkanı olduğu iklim zirvesinin ortasına yerleşti.

Al Jaber’in ustalıklı manevrası: Kayıp ve Zarar Fonu

Ama Al Jaber usta bir manevracı olarak dikkat dağıtma taktiklerine çok erken başladı. En başarılı taktik olarak da Kayıp ve Zarar Fonu’nu kullandı. Al Jaber, geçen yıl Şarm el Şeyh’te kabul edilen Kayıp ve Zarar Fonu’nun işler hale getirilmesi için bu yıl alınması gereken kararı (ilgili komitenin çalışmaları ve müzakerelerden önce yaptığı temaslar sayesinde) daha açılış toplantısına ayakta alkışlarla karar altına aldırdı, hatta bazı ülkelerin (başta BAE) fona yaptığı ilk katkılar da duyuruldu: BAE ve Almanya 100, AB’nin geri kalanı 150, İngiltere 60, Japonya 10 ve ABD 17,5 milyon dolar. (Biden’ın eli sıkılığı parasızlıktan değil, bu fonu tazminat olarak görüp hoşlanmadıkları için olabilir. Özellikle John Kerry bu konuya fena halde takılmış durumda.)

Tabii bu ülkeler Kayıp ve Zarar Fonu’na toplam 400 milyon dolar civarında bir para vermeyi taahhüt etseler de iklim felaketlerinde yaşanan kayıp ve zararlardan kaynaklanan asıl ihtiyacın (Libya’da geçen yaz beklenmedik bir Akdeniz kasırgasının neden olduğu sel suları altında yıkılan Derna kentini düşünün örneğin) yılda 400 milyar dolar dolayında hesaplandığını unutmamak lazım. Binde bir ile başladı yani gelişmiş ülkeler iklim borçlarını ödemeye!

Ne var ki dört yılda bir Dünya Kupası sırasında maç izlesem de, ilk dakikada atılan golün golü atan takımın savunmaya çekilmesine neden olabileceğini ben bile biliyorum. Al Jaber bu riskten kaçınmak için maçın ilk dakikalarında birkaç gol daha atmaya çalıştı. Özellikle iklim finansmanına ilişkin taahhütlerdi bunlar ama sadece etrafa para saçmak asıl konuyu unutturmayabilir.

İşte Guardian’daki haber tam bu ortamda patladı ve Başkan’ın dikkat dağıtma taktiği suya düştü. Habere göre COP’tan önce, 21 Kasım’da yapılan çevrimiçi bir etkinlikte konuşan Başkan, 1,5 dereceye ulaşmak için fosil yakıtları kullanmaya son vermek gerektiğine dair bilimsel bir kanıt olmadığını iddia etmiş, hatta fosil yakıtları bırakırsak mağaralara döneriz bile demiş. Bu haberin (Guardian muhabiri Damian Carrington tarafından sanırım özellikle COP açılışından sonraya denk gelecek şekilde bekletilerek) yayımlanması Al Jaber’in ciddi tepkiler almasına neden oldu ve COP28’in odağını fosil yakıtlardan iklim finansmanına kaydırmasını zorlaştırdı.

Şu anda fosil yakıtlarla ilgili sonuç metnine ne gireceği açıkça tartışılmıyor, daha çok kapalı gayrı resmi görüşmelerde ele alınıyor. Ancak son gün yayımlanacak karar metninde fosil yakıtların hiç anılmamasını sağlamaları artık kolay değil. Şimdi asıl mesele phase-out (çıkış) yerine phase-down (azaltma) ve bütün fosil yakıtlar yerine unabated (etkileri azaltılmamış, yani CCS kullanılmamış) fosil yakıtlar kullanılarak bu önemli kararın sulandırılmasını önlemek. Tabii BAE ve diğer petrol devletleri dikkatleri yine kömüre kaydırmayı deneyebilir. Burada ABD’nin kömürden çıkışı amaçlayan “Powering Past Coal Alliance” (PPCA) ittifakına gireceğini açıklaması önemliydi. Petrol ülkelerinin ev sahipliği kozunu kullanarak fosil yakıtlardan çıkış yerine “fosil yakıtlardan kaynaklanan emisyonların azaltılması” gibi bir dil uydurmaları da olası. Ama daha maçın bitmesine uzun süre var. Her an her şey değişebilir.

Korunan alanları yıkıma uğratan fosil yakıt yatırımları

Kömür, petrol ve doğal gazı tamamen terk etmeyi hedeflemekten kaçınmanın en yıkıcı sonuçlarından biri, yeni açılan madenlerin ve kuyuların yaratacağı büyük doğa yıkımı. Akbelen’i hatırlayın!

Fotoğraf: Ümit Şahin.

COP28’de izlediğim bir etkinlikte Fosil Yakıtları Yer Altında Bırak” (LINGO) girişiminin öncülüğünde yapılan bir çalışmada yeni açılmak istenen fosil yakıt madenlerinin özellikle dünyanın en önemli korunan doğa alanlarına büyük zarar verdiği ortaya konuldu. Yapılan çalışmaya göre 91 ülkede, 638 şirket, 835 korunan alanda açtıkları 3000’e yakın maden veya kuyuyla fosil yakıt çıkartıyor. Bu alanlardaki bütün fosil yakıtların karbon emisyonu 50 milyar ton civarında. Bu işletmelerin en büyükleri Çin, Venezuela, Suudi Arabistan, Kazakistan, Almanya, Kanada, ABD, Zimbabwe, Rusya, İngiltere, BAE, Avustralya, Nijerya ve Kuveyt’te bulunuyor. Ancak küçük işletmelerin de çok büyük ve geri dönüşsüz doğa yıkımına yol açtığı, çok az miktarda fosil yakıtı çıkarabilmek için önemli bir doğa alanın ve türlerin tamamen yok edildiği çok örnek bulunduğu toplantıda özellikle vurgulandı.

İşte fosil yakıtlardan tamamen kurtulmayı hedefleyen bir iklim anlaşması, sadece sera gazı salımlarını önlemekle kalmayacak, aynı zamanda doğayı, diğer canlıları ve biyoçeşitliliği de koruyacak. İklim kriziyle mücadelenin en genel anlamda çevre ve doğa koruma mücadelesinden ayrılamayacağını kanıtlayan bir çalışma bu.

Bakalım fosil yakıtlardan kurtulmanın ilk adımının bir petrol ülkesinde atıldığına tanıklık edebilecek miyiz?

 

 

 

Hatay’daki mülk sahipleri endişeli: Sit alanı, riskli ve rezerv alan bilinmezliği…

Haber: Burcu ÖZKAYA GÜNAYDIN

*

HATAY – 6 Şubat depremlerinde ağır hasar alan Antakya’da aylardır yeni kurulacak kent üzerine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı ortaklığında, sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla yeni kent çalışması yapılıyor. 5 Nisan’da Cumhurbaşkanlığı kararıyla Antakya’nın bir kısmı riskli ve sit alan ilan edildi. Geçtiğimiz günlerde yürürlüğe giren kararla da Türkiye’de ilk defa bir kentte rezerv alan ilan edildi. Hem riskli alan hem de rezerv alan ilanlarıyla beraber binlerce insan mahallesinden, kültüründen ayrılarak toplu konutlara gitmek zorunda kalacak.

Sit ve riskli alan ilan edilen kısım Saint Pierre Kilisesi’nden başlıyor, şu anki Müze Otel, eski otogarı da içine alıyor. Deprem öncesi bu bölge hem konut hem de iş yerleri açısından şehrin en yoğun yerlerindendi. Bu bölgede yapılacak kazılarla Roma İmparatorluğu’na ait tüm kalıntılar gün yüzüne çıkarılarak arkeopark yapılacak. Yine plana göre bu bölgede yer alan dağ eteklerine de Roma tarzı villalar yapılacak.

‘İmara uygun değil’ denilen Dikmece’ye nasıl TOKİ yapılır?
Antakya,Hatay
Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

‘İnsanlar TOKİ’lere gönderilecek’

Antakya’nın yeni planını yakından takip eden Hatay Barosu Hukuk ve Çevre Komisyonu Üyesi Ecevit Alkan, 5 Nisan kararıyla hem sit hem de riskli alan ilan edilen Saint Pierre Kilisesi’nin eteklerinden itibaren Dağ mahallesi, Kurtuluş Caddesi’nin arkasında yer alan Affan mahallesinin sit ve riskli alan ilan edilmesinden dolayı boşaltılacağını vurgulayarak, “Dağ mahallesindeki tüm evler sağlam. Daha aşağısı Affan mahallesinin büyük bir kısmı yıkılsa da insanlar mahallesini, evini terk etmek istemiyor. Evini yaptırıp dönen, çadırda da olsa mahallesinde yaşamaya devam eden binlerce insan var. Bu insanlar Dikmece, Alahan, Gülderen’de yapılacak olan TOKİ’lere gönderilecek” dedi.

Antakya,Hatay
Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

Riskli alanın itiraz hakkı var, rezerv alanının yok

Türkiye’de ilk defa bir yer rezerv alanı ilan edildi. Defne ilçesinde Akdeniz, Armutlu, Antakya ilçesinde ise Elektrik, Gazi, Cumhuriyet mahalleleri rezerv alan oldu.

Rezerv alanı ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmesiyle yapıldı. Avukat Ecevit Alkan, 5 Nisan’da riskli ve sit alanı ilan edilen yerlerin yasaya göre rezerv alan ilan edilemediğini, şu an rezerv alan ilan edebilmek için yasa değiştirildiğini aktardı.

Antakya,Hatay
Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

Rezerv alana resmi olarak itiraz edilebiliyor fakat hukuki olarak kapsamı çok az. Zemin etüdüne, ya da herhangi bir yapı için uygun olup olmamasına bakmaya gerek yok. Riskli alan ya da sit alanı ilan edilen bir bölgenin hukuki sürecinde zeminine, sit durumuna bakılarak ona göre bir karar ortaya çıkıyor. Rezerv alan çok daha kapsamlı.

‘Sit alanı ilan edilen mahalleye villa yapılacak’

Hatay’daki hem rezerv hem de riskli alanlarla beraber binlerce insan mahallelerini terk etmek zorunda kalacak. Avukat Alkan, riskli ve sit alanı alan edilen Dağ mahallesinin zemininin sağlam olduğunu, depremde de büyük hasar almadığını söyledi. Bakanlığın planına göre bu mahalledeki evlerin de yıkılacağını vurgulayan Ecevit Alkan, şöyle konuştu:

“Dağ mahallesi dediğimiz bölgede evler gecekondu şeklinde ve çoğunluğu tek katlı. Depremde çok büyük bir yıkım yaşanmadı. Buna rağmen Bakanlığın planına göre buradaki evler de yıkılacak ve Roma tarzı villalar yapılacak. Bu mahallede oturan insanların bu villaları alabilecek bir gücü yok. Bu villalar zenginlere satılacak. Bu bir anda olmayacak.10 yıl içinde boşaltılıp, burada yaşayanlar yeni yapılacak toplu konutlara yerleştirilecek. Sermaye için 10 yıl çok da uzun bir süre değil. Antakya’ya sermaye girdi ve yeni kurulan kent, sermayenin isteğine göre dizayn ediliyor. Kültür yok olmuş, insanlar evlerini, mahallelerini bırakmak istemiyormuş, bunlar sermayenin umurumda değil.”

Antakya,Hatay
Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

’50 bin kişi mülksüzleşme riskiyle karşı karşıya gelecek’

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı Kentsel Dönüşüm Başkanlığı, Bakanlık makamına gönderdiği 14 Kasım tarihli kararla, en çok etkilenen kent olan Hatay’ın Antakya ve Defne ilçelerinde 207 hektarlık bölgeyi içeren sekiz mahallenin rezerv yapı alanı ilan ettiğini duyurdu. Hatay Barosu‘na göre kararla 50 bin kişi mülksüzleşme riskiyle karşı karşıya gelecek. Geçtiğimiz hafta basında en çok yer eden konulardan biri de rezerv alandı.

Antakya,Hatay
Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

Rezerv alanındaki meskun mahal şartı kaldırıldı

Hatay Barosu Başkanı Hüseyin Cihat Açıkalın, Antakya ve Defne’nin büyük kısmının rezerv alanı ilan edilmesinden önce “rezerv alanı” kavramının hali hazırda Afet Yasası’nda var olduğunu, 9 Kasım’da yasaya bir değişiklik eklendiğini açıkladı. Değişiklikten önce bir yerin rezerv alanı olabilmesi için üzerinde yapı olmaması ve meskun mahal dışında yer alması gerekiyordu. Yapılan bir düzenleme ile yasadan ‘meskun mahal’ şartı kaldırıldı. Böylece rezerv yapı alanı ilan edilen yerler dönüşüm için boşaltılıp yerine yeni yapılar inşa edilecek.

Antakya,Hatay
Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

Yasanın sadece Hatay için değil, afet ülkesi olan Türkiye’nin büyük bir bölümünü kapsadığının altını çizen Baro Baro Başkanı Açıkalın, Türkiye’nin herhangi bir köşesinde afet riski gerekçe gösterilerek meskun mahal içerisinde bir bölge rezerv alanı ilan edilip, insanların taşınmazlarına el konulabileceğini vurguladı. Açıkalın, bu yasanın Anayasa’nın mülkiyet hakkı dokunulmazlığına da aykırı olduğunu söyledi.

Hatay’da rezerv alanı ilan edilmeyen bölgelerde insanlar az hasarlı evlerinde yaşamaya devam ediyor veya orta ya da az hasarlı ise evini güçlendirip, evine yerleşti. Hatay’da şu an herkes “Benim de evim rezerv alanı için girer mi” endişesinde. Baro Başkanı Cihat Açıkalın, insanların yersiz bir endişe içinde olmadığını, yasanın çok ucu açık şekilde olduğunu ve genişleyebileceğini söyledi.

Açıkalın, Hatay Barosu olarak değişikliğe itiraz ettiklerini, Hatay’da yaşayan kişilerin davalarında da gönüllü avukatlık yapacaklarını belirtti. Olayın hukuki boyutunda da hak ihlali olduğunun altını çizen Açıkalın, “Bu konuda kişilerin yaptıkları başvurularda yürütmenin durdurulmasına karşı itiraz yolunu kapadılar. Bu durum hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Olması gereken, idarenin, tüm işlemlerin ve faaliyetlerin yargı denetimden geçmesidir” diye konuştu.

Antakya,Hatay
Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

Bakan Özhaseki: Rezerv alan ilan edilen yerler kamu arazisi

Katıldığı yayında rezerv alan iddialara yanıt veren Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, “Milletin evlerine bakanlık el koyup ne yapacak. Kimsenin malında gözümüz yok. Rezerv alan olarak ilan ettiğimiz yerler boş ve kamu arazileri” dedi.

Bakan’nın açıklamalarını iyi niyetten öteye gitmediğini vurgulayan Baro Başkanı Cihat Açıkalın, “Rezerv alan ilan edilen Armutlu, Akdeniz, Atatürk caddesinde kamu arazisi yok, hepsi özel alan. Yasa da çok açık, yoruma yer de yok. Bakan ‘Siz devlete ve bana güvenin” diyor. Yasa varken kişinin sözü geride kalır. Yarın öbür gün Bakan gider, yasa kalır. Yani uygulanacak olan yasadır. Ayrıca rezerv alan ilan edilen yerlere ne yapılacak o da belli değil. Daha kent planı çıkmadan neden bir bölge rezerv alan ilan edildi, bu da düşündürücü” diye konuştu.

Antakya,Hatay
Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

‘Evimi tadilat ediyorum, elimden alınır mı korkusundayım’

Hatay’ın farklı mahallelerinde az ve orta hasarlı evlerini yaptırıp, oturmaya başlayanlar da rezerv alan yasasıyla tedirgin olmaya başladı. Adını vermek istemeyen Defne ilçesi Akdeniz mahallesinde oturan bir Antakyalı, “Aylardır dışarıdaydım, okulların açılmasına yakın evime tadilat yapıp, oturmaya başladım. Şimdi evimiz elimizden gider mi korkusunu yaşıyoruz. Depremin acısı zaten hala geçmedi. Borç harç edip evimize girdik. Hiçbir yere gitmem” diye konuştu.

Dağ mahallesinde oturan Esma Yılmaz’ın evi depremde çok zarar görmedi. Şehrin yıkılmasına üzüntülü ama başını sokacak bir evi olduğu için ‘şükür’ diyor. Dağ mahallesinin sit alanı ilan edilmesi onların da gündemi. Yılmaz “Burada doğduk, burada ölmek isteriz. Biz TOKİ’lerde mutlu olamayız. Ne olursa olsun mahallemizi bırakıp gitmeyiz” dedi.

TÜİK’le ENAG’ın enflasyon rakamları arasındaki fark yüzde 75,87

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) kasım ayı enflasyon rakamlarını açıkladı.

TÜİK’in rakamlarına göre, TÜFE‘deki değişim kasımda bir önceki aya göre yüzde 3,28, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 60,09, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 61,98 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 53,40 olarak gerçekleşti.

En fazla artış lokanta ve oteller, en az artış giyim ve ayakkabı

TÜİK’e göre, bir önceki yılın aynı ayına göre en az artış gösteren ana grup yüzde 37,54 ile konut oldu. Buna karşılık, bir önceki yılın aynı ayına göre artışın en yüksek olduğu ana grup ise yüzde 92,86 ile lokanta ve oteller.

Ana harcama grupları itibarıyla kasımda bir önceki aya göre en az artış gösteren ana grup yüzde -0,31 ile giyim ve ayakkabı oldu. Buna karşılık, kasımda bir önceki aya göre artışın en yüksek olduğu ana grup ise yüzde 11,17 ile konut oldu.

Yİ-ÜFE yıllık yüzde 42,25, aylık yüzde 2,81 arttı

Yİ-ÜFE kasımda bir önceki aya göre yüzde 2,81, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 42,59, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 42,25 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 53,15 artış gösterdi.

Sanayinin dört sektörünün yıllık değişimleri; madencilik ve taş ocakçılığında yüzde 65,49 artış, imalatta yüzde 54,11 artış, elektrik, gaz üretimi ve dağıtımında yüzde 30,00 azalış ve su temininde yüzde 70,23 artış olarak gerçekleşti.

Ana sanayi gruplarının yıllık değişimleri; ara malında yüzde 46,45 artış, dayanıklı tüketim malında yüzde 61,16 artış, dayanıksız tüketim malında yüzde 68,11 artış, enerjide yüzde 5,91 azalış ve sermaye malında yüzde 65,21 artış olarak gerçekleşti.

Yıllık azalış gösteren tek alt sektör yüzde 30,00 ile elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme oldu. Buna karşılık temel eczacılık ürünleri ve müstahzarları yüzde 93,70, diğer madencilik ve taş ocakçılığı ürünleri yüzde 84,05, içecekler yüzde 74,00 ile endekslerin en fazla arttığı alt sektörler oldu.

ENAG’a göre yıllık artık yüzde 129, 27

ENAGrup Tüketici Fiyat Endeksi’ne göre ise  (E-TÜFE) kasım ayında enflasyon yüzde 5,58 arttı. E-TÜFE’nin son 12 aylık artışı yüzde 129,27 olarak gerçekleşti.

TÜİK’e göre ekim ayında ise, tüketici fiyat endeksindeki (TÜFE) değişim 2023 yılı ekim ayında bir önceki aya göre yüzde 3,43, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 55,00, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 61,36 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 54,26 olarak gerçekleşti.