Ana Sayfa Blog Sayfa 196

Afrika Birliği, postundan ‘gençlik ilacı’ yapmak için eşek katliamını sonlandırdı

Afrika Birliği‘ne dahil 55 ülke, Çin geleneksel tıbbında kullanılan eşek derisi ve postunun ticaretini yasakladı. Karar, kıtada her yıl yüzbinlerce hayvanın yasal olarak katledilmesine son verecek bir adım olarak at ve eşek sahibi çiftçilerle hayvan hakları aktivistleri tarafından memnuniyetle karşılandı. .

Çin’in geleneksel tıp uygulamalarında kullanılan ve eşek derilerinin kaynatılmasıyla elde edilen bir jelatin olan ejiao‘ya olan talebi nedeniyle Afrika’da eşek popülasyonunun azaldığı tespit edilmişti. Kanıtlanmamış sağlık yararları olduğuna inanılan ejiao’ya olan talep, bu ülkedeki eşek nüfusunu yok etti.  Çin özellikle son on yılda Afrika ve Güney Amerika gibi başka yerlerden büyük miktarda eşek ihracatı yapıyordu.

17-18 Şubat tarihlerinde Afrika Birliği‘nin devlet başkanları, Tarım, Kırsal Kalkınma Özel Teknik Komitesi tarafından önerilen yasağın da aralarında bulunduğu bir dizi önergeyi onaylamak üzere Afrika Birliği Meclisi‘nin 37. Olağan Oturumu için Etiyopya‘nın Addis Ababa kentinde bir araya geldi.

‘Eşek postu ticareti, büyük olumsuzluklara neden oldu’

Zirvede  PanAfrican Hayvan Kaynakları Bürosu (AU-IBAR) tarafından atların, eşeklerin ve katırların hayatlarını koruma ve refahlarını sağlama; gelişmekte olan ülkelerdeki insanlara yoksulluktan kurtulma alanlarında çalışan Brooke‘un da desteğiyle hazırlanan ve Afrika’daki eşek popülasyonundaki endişe verici düşüşe neden olan katliama son verilmesi kabul edildi.

Brooke’dan yapılan açıklamada şunlar dile getirildi:

“Bu, çok eski zamanlardan beri eşeklerden yararlanan Afrika’daki topluluklar için müthiş bir an. Bu aynı zamanda dünyanın her yerindeki eşekler ve yerli Afrika biyolojik çeşitliliğinin korunması için de harika bir an. Postu için eşek kesimi,  Afrika’daki geçim kaynaklarının aşınmasından kıtanın kültürünü, biyolojik çeşitliliğini ve kimliğini çalmaya kadar birçok olumsuzluğa yol açtı. Afrika Birliği devlet başkanlarını, iyi bir amaç için bu cesur ve sert tedbirleri aldıklarından dolayı hepimiz alkışlamalıyız. Tüm AU üyelerini herkesin iyiliği için bu kararı desteklemeye çağırıyoruz.

5.9 milyon eşek postları için öldürüldü

Brooke’un Doğu Afrika Bölge Direktörü Dr Raphael Kinoti de “Bu tarihi bir an. Az önce kazandığımız savaş olmasa bile, en azından bir gün küresel olacağını umduğum bu Afrika savaşını kazandık. Bu ana tanık olduğumu ve katkıda bulunduğumu çocuklarıma anlatmaktan gurur duyacağım” dedi.

Afrika Birliği zirvesi öncesinde yılda 5.9 milyon eşeğin postları için öldürüldüğüne dikkat çeken ve Afrikalı liderlere yasak çağrısı yapan bir diğer sivil toplum kuruluşu Donkey Sanctuary de (Eşek Sığınağı), hayvansal kolajenin hayvanları öldürmeden laboratuvar ortamında üretilebileceğine dikkat çekmiş, post ticareti nedeniyle dünya çapındaki eşek popülasyonunun azaldığını vurgulamıştı.

Kuruluşun Kenya’daki şubesinden Dr. Solomon Onyango, “Hükümetlerimiz Çin’e eşek ihracatını ilk başta bir fırsat olarak gördü ve Afrika’da çok sayıda yasal mezbaha açıldı. Fakat 2016-2019 arasında Kenya‘daki eşeklerimizin yaklaşık yarısı bu ticaret için öldürüldü” bilgisini verdi. Onyango, yasak sayesinde hem eşeklerin, hem de geçimleri için onlara muhtaç olan milyonlarca kişinin korunacağını söyledi.

Uzmanlar, dünyadaki tahmini 53 milyon eşeğin yaklaşık üçte ikisinin Afrika’da yaşadığını belirtiyor. Eşekler, kıtadaki en yoksul kırsal topluluklar tarafından hem ulaşım, hem de su ve yiyecek gibi temel ihtiyaçları taşımak için kullanılıyor. Etiyopya‘daki eşeklerin ekonomik değerine dair bir araştırmaya göre, tek bir eşek sahibi olmak yoksulluk ile mütevazı bir geçim kaynağı arasındaki farkı belirleyebiliyor.

Rapor: Plastik endüstrisi onlarca yıldır ‘geri dönüşüm’ masalıyla halkı aldatıyor

50 yılı aşkın süredir plastik atık yönetimine bir çözüm olarak gösterilen  “geri dönüşüm”le ilgili düzenlenen yeni bir rapor, büyük petrol şirketlerinin ve plastik endüstrisinin onlarca yıldır bunun teknik veya ekonomik açıdan uygun bir çözüm olmadığını bildiğini ortaya koyuyor.

Raporun yazarları,  mevcut araştırmaları ve yakın zamanda ortaya çıkan iç belgeleri birleştiren İklim Bütünlüğü Araştırma Merkezi’nin (CCI) çalışmalarının yasal işlem için temel oluşturabileceğini söylüyor.

CCI Başkanı Richard Wiles, “”Şirketler yalan söyledi.Onları sebep oldukları zarardan sorumlu tutmanın zamanı geldi” dedi ve sebep oldukları zararın bedelini ödemeleri gerektiğine vurgu yaptı.

Petrol ve gazdan üretilen plastiğin geri dönüştürülmesini oldukça zor. Kimyasal olarak farklı binlerce plastik çeşidinin çoğu birlikte geri dönüştürülemediğinden, bunu yapmak titiz bir ayırma gerekiyor. Bu da zaten pahalı olan süreci daha da pahalı hale getiriyor. Başka bir zorluk da malzemenin her yeniden kullanıldığında bozulması yani genellikle yalnızca bir veya iki kez yeniden kullanılabilmesi. Daha fazla kullanılmaya kalkılırsa bozunuyor ve her seferinde daha zehirli hale geliyor.

Rapor, sektörün bu varoluşsal zorlukları onlarca yıldır bildiğini ancak pazarlama kampanyalarında bu bilgiyi gizlediğini gösteriyor .

Plastik üreticileri geri dönüşüm konusunda halkı yanılttı

Araştırmada onlarca yıldır süren kampanyanın kapsamını gösteren önceki araştırmaların yanı sıra yeni ortaya çıkan dahili belgelerden de yararlanılmış. 

Ortaya çıkanlar, son birkaç on yılda endüstri içerisindeki kişilerin geri dönüşümü “kalıcı bir katı atık çözümü olarak kabul edilemeyeceğini” ve “sonsuza kadar devam edemeyeceğini” söylediğini gösteriyor.

Yazarlar, kanıtların, petrol ve petrokimya şirketlerinin yanı sıra ticari birliklerinin, halkı yanıltıcı pazarlama ve kirliliğe karşı korumak için tasarlanmış yasaları çiğnemiş olabileceğini gösterdiğini söylüyor.

Pazarlama stratejilerinin tek kullanımlık plastik sektörünün büyümesine olanak sağladığı ve atık ve kirliliğe etkili çözüm getirecek düzenlemelerden kaçındığı belirtilen çalışmanın baş yazarı raporun baş yazarı Davis Allen, “Tek kullanımlık plastiklere odaklanırlarsa insanların satın alacağını, satın alacağını ve satın alacağını biliyorlardı” dedi.

Üreticiler, 1950’lerde ürünleri için sürekli büyüyen bir pazar sağlamak üzere “tek kullanımlık plastikleri” üretmeye başlamıştı. Davis Allen, “Tek kullanımlık plastiklere odaklanırlarsa insanların satın alacağını, satın alacağını ve satın alacağını biliyorlardı” dedi.

1956’daki bir endüstri konferansında, bir ticaret grubu olan Plastik Endüstrisi Derneği, (sonradan Plastik Sanayicileri Derneği adını aldı) üreticilerden “düşük maliyet, büyük hacim” ve “tüketilebilirlik” konularına odaklanmalarını ve malzemelerin “çöp vagonuna” atılmasını hedeflemelerini istemişti.

Sonraki yıllarda sektör, plastiklerin kolaylıkla çöp alanlarına atılabileceğini veya çöp yakma fırınlarında yakılabileceğini kamuoyuna anlattı. Ancak 1980’lerde belediyeler market poşetleri ve diğer plastik ürünleri yasaklamayı düşünmeye başlayınca sektör yeni bir çözüm olarak, geri dönüşümü teşvik etmeye başladı.

‣ Yeni araştırmaya göre plastik geri dönüşümü devasa miktarda tehlikeli atık üretiyor
Plastiklerde gizli toksinler, endüstrinin kirli sırrı: Çözüm geri dönüşüm değil
Geri dönüştürülmüş plastikler, sağlığınızı daha fazla tehdit edebilir

Endüstriyel ticaret grubu Vinyl Institute’nin (VI) hazırladığı 1986 tarihli bir raporda, “Geri dönüşüm [plastikler için] kalıcı bir atık çözümü olarak kabul edilemez, çünkü yalnızca bir öğenin atılmasına kadar geçen süreyi uzatır” demişti.  Grubun kurucu direktörü Roy Gottesman, 1989’da bir konferansta konuyu bir kez daha vurgulayarak “Geri dönüşüm süresiz olarak devam edemez ve katı atık sorununu çözmez” uyarısında bulunmuştu.

1994 yılında, ABD’de yapılan bir endüstri toplantısında Eastman Chemical‘ın bir temsilcisi uygun plastik geri dönüşüm altyapısının gerekliliği hakkında konuşurken “Bir gün bu gerçek olabilir. Uyanmamız ve katı atık sorunundan çıkış yolumuzu geri dönüşümle sağlayamayacağımızın farkına varmamız daha muhtemel.” Aynı toplantıda  Exxon Chemical’ın başkan yardımcısı Irwin Levowitz de kimyasal geri dönüşümün yaygın bir biçimini “temel olarak ekonomik olmayan bir süreç” olarak nitelendirdi.

Wiles, “Yaptıkları açıkça dolandırıcılık” dedi.

Plastik sektörüne yönelik hukuki girişimler artıyor

Raporun yazarlarına göre bu kamuoyu aldatmacası, tüketicileri ve halkı kurumsal suiistimal ve kirlilikten korumak için tasarlanmış yasaların ihlali anlamına geliyor.

CCI’ın hukuk ve baş danışman başkan yardımcısı Alyssa Johl, “Başsavcılar ve diğer yetkililer, bu şirketlerin halkı dolandırdığına dair kanıtları dikkatlice değerlendirmeli ve onları sorumlu tutmak için gerekli adımları atmalıdır” diyor.

Rapor, plastik endüstrisi ve geri dönüşümün giderek artan bir kamuoyu incelemesiyle karşı karşıya olduğu bir dönemde geldi. İki yıl önce Kaliforniya‘nın başsavcısı Rob Bonta, fosil yakıt ve petrokimya üreticileri hakkında “küresel plastik kirliliği krizine neden olma ve onu şiddetlendirmedeki rolleri nedeniyle” kamuya açık bir soruşturma başlatmıştı. 

Geçen yıl şubat ayında da ABD Ohio‘da meydana gelen zehirli trenin raydan çıkması, plastik yapımında kullanılan bir kanserojen olan vinil klorürün yasaklanmasını talep eden bir oluşumu de harekete geçirdi. Geçtiğimiz ay EPA, potansiyel bir yasağa doğru atılan ilk adım olan kimyasalın sağlık incelemesini duyurdu .

2023 yılında da New York eyaleti, PepsiCo’ya karşı, tek kullanımlık plastiklerin kamuyu rahatsız etme yasalarını ihlal ettiğini ve şirketin tüketicileri geri dönüşümün etkinliği konusunda yanılttığını öne süren bir dava açtı.

Atıktan kurtulmanın en iyi yolu üretmemek, kullanmamak

Plastik kirliliğini azaltmanın en iyi yolu tek kullanımlık plastiklerin üretimini tamamen durdurmak ve tüketiciler açısında da bunlardan kaçınmak.

Dünyanın yıllık plastik atıklarının yaklaşık yüzde dokuzu başarıyla geri dönüştürülüyor. Döngüsel Ekonomide Plastiklere ilişkin Avrupa Stratejisi kapsamında hedef, 2025 yılına kadar 10 milyon ton geri dönüştürülmüş plastiği AB’deki ürünlere girmesi yönünde. Avrupa’da her yıl neredeyse 26 milyon ton plastik atık üretiliyor.

 

[İklim Masası] İliç’teki facia, kuralsızlığın ve kontrolsüzlüğün sonucu

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Prof. Dr. Hayriye Özen‘in yazdığı ve altın madenciliğinin insana ve çevreye zararlarıyla birlikte, İliç’teki faciaya yol açan süreci ele aldığı makalesini yayımlıyoruz.

*    

Altın madenciliğinin kamu yararına olmadığı, 1990’larda etkili olan ‘Bergama hareketi’nin başlattığı yasal süreçte, mahkeme kararı ile tespit edilmişti. Ancak hemen akabinde başlatılan karşı kampanyada Bergamalı protestocular, ülke çıkarlarına aykırı hareket etmekle itham edildiler.

Devam eden süreçte, ciddi çevresel tahribata yol açan ve önemli riskler barındıran altın madenciliği, ekonomik kazançla ve ülke çıkarlarıyla özdeşleştirildi. Doğal çevre ve bu çevreye bağlı kırsal yaşam karşısında altın madenciliğine mutlak bir öncelik veren bir dizi yasal değişiklik yapıldı.

1990’ların sonlarından itibaren siyasi iktidarların maden şirketlerinin önündeki her türlü engeli kaldırmaya yönelik tutumu, İliç’teki faciaya giden yolların taşlarını döşedi. Yaşanan facianın en önemli nedeni, bu tarihten itibaren, altın ve altın madenciliği alanını şekillendiren kural tanımazlık ve kuralsızlıktır.

Altın madenciliğinde ‘kamu yararı yok’

Altın madenciliğinin önünü açan kural tanımazlık, ‘Bergama hareketi’ olarak bilinen toplumsal hareketin kazanımlarına karşı başlatıldı.

Bergama hareketi, çok uluslu bir şirketin Bergama’da yürütmeye başladığı altın madenciliği faaliyetlerine karşı yöre halkının seferber olmasıyla 1990’ların başlarında doğdu. Hareket, siyanür gibi ağır kimyasallar kullanılarak yapılan altın madenciliğinin doğal çevreye vereceği zararları, oldukça etkili bir şekilde kamuoyunun gündemine taşıdı.

Daha da önemlisi, ‘siyanür kullanarak yapılan altın madenciliğinde kamu yararı olmadığına’ dair mahkeme kararları ile madenin ‘çevre’ izinlerini 1998 yılında iptal ettirdi.

Dönemin siyasi iktidarı, yargı kararlarına uymayarak, ısrarla faaliyet izinleri verme yoluna gitti. Ancak 2001 yılında bu izinler de, Bergama hareketinin yargı yoluyla yürüttüğü mücadeleyle engellendi.

Türkiye gerçekten bir hukuk devleti olsaydı ve yargı kararlarına uyulsaydı, doğası itibarıyla oldukça vahşi olan altın madenciliği serüveni böylece başlamadan bitmiş olabilirdi. Ancak böyle olmadı.

İliç
Bergama’dan iklim grevlerine, Türkiye’de ekoloji mücadelesinin seyri: Aktivistler anlatıyor

Altın madenciliğini aklamak için karşı kampanya başlatıldı

Bergama hareketinin hukuki kazanımları, siyasetçi, bürokrat, akademisyen ve gazeteci gibi çeşitli figürler tarafından yürütülen bir ‘karşı kampanya’ ile aşıldı. Bu kampanya ile yargı kararlarına rağmen altın madenciliğinin önünü açmak üzere hem altın madenciliği hem de Bergamalı protestocular hakkında çeşitli spekülatif ve temelsiz iddialar ortaya atıldı.

Türkiye’nin çok büyük altın rezervlerine sahip olduğu, altın madenciliğinin ülke ekonomisi için elzem olduğu, hatta ülkeyi ekonomik krizden çıkaracağı iddia edildi. Bunların yanı sıra, Bergama hareketinin dış güçlere hizmet ettiği, hareketin Alman vakıfları tarafından organize edildiği ve bazı protestocuların Almanya adına casusluk yaptığı gibi mesnetsiz iddialar, gazete haberleri, köşe yazıları, TV programları ve bedava dağıtılan bir kitap aracılığıyla kamuoyunun gündemine taşındı.

Altın madenciliği, ülke çıkarlarıyla özdeşleştirildi

Bergama hareketine karşı yürütülen bu karşı kampanya ile altın madenciliği ekonomik kazançla ve ülke çıkarlarıyla özdeşleştirildi. Öte yandan, Bergamalı protestocuların dile getirdiği çevresel sorun ve riskler ise protestocuların ‘gizli’ amaçlarını örtmek için kullandıkları bir kılıf olarak sunuldu. Böylece, altın madenciliği ile çevresel tahribat arasındaki sıkı ilişki dikkatlerden uzaklaştırıldı ve kamuoyunun gündeminden düşürüldü.

Bu iddialar vasıtasıyla, yargı kararıyla kapatılan madenin hükumet kararıyla yeniden açılmasının zemini oluşturuldu. Ayrıca protestoların kolluk kuvvetlerince sert bir şekilde bastırılması ve Bergamalı protestocular hakkında çeşitli davalar açılması gibi pratikler de meşru kılındı. Protestocular daha sonra tüm bu davalardan aklandı, ancak Bergama hareketi uzun süre Alman vakıflarıyla birlikte anılmaya devam etti.

İliç

Çevreyi madencilikten koruyacak mevzuat kalmadı

Altın madenciliğinin önünü açmak için benimsenen bu kanun/kural tanımaz tutum, AKP iktidarları döneminde kuralsızlığa doğru evrildi. Bu dönemde, doğal çevre ve bu çevreye bağlı kırsal yaşam karşısında altın madenciliğine mutlak bir öncelik veren bir dizi yasal değişiklik yapıldı.

2004 yılında yeni bir madencilik yasası (5177 sayılı yasa) çıkarılması ve madencilik ile ilgili çeşitli yasada (örneğin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Çevre Kanunu, Orman Kanunu ve Milli Parklar Kanunu gibi) değişiklikler yapılmasıyla başlayan bu çaba, takip eden yıllarda da bir dizi yasal değişiklikle devam etti.

Bütün bu değişikliklerle birlikte, doğal çevreyi ve doğal çevreye bağlı toplumsal yaşamı, altın madenciliğinin yaratacağı kaçınılmaz tahribat karşısında koruyacak bir mevzuat neredeyse kalmadı. Böylelikle tarım arazileri, meralar, ormanlar, akarsu yakınlarını da içeren pek çok alanı kapsayan binlerce maden ruhsatı verildi.

Açık ocak ve yığın liç yöntemlerine de ruhsat verildi

Altın madenciliği özelinde, bu ruhsatların bir kısmı – Uşak Eşme, Ordu Fatsa ve Erzincan İliç’te olduğu gibi – çevresel tahribata daha da yoğun bir biçimde yol açan ‘açık ocak’ ve ‘yığın liç’ yöntemi kullanan madenleri kapsadı. İliç’teki maden, Eşme’deki Kışladağ madeniyle birlikte, Bergama hareketinin kontrol altına alınmasının ve altın madenciliğinin önünün açılmasının ardından açılan ilk madenlerden biriydi.

2009 yılında inşaat ve 2010 yılında maden çıkarma faaliyetlerinin başladığı bu alan, Eşme’deki madenin ardından en büyük ikinci rezervi içeriyor. Aynı Eşme’deki gibi, İliç’teki maden sahası da bir köyü, Çöpler Köyü’nü, tamamen ortadan kaldırdı. Maden, birkaç kez kapasite artırımı yaparak giderek genişledi. İliç’teki madenin kuralsızca büyümesinde etkili bir diğer neden ise yöre halkının tepkisizliği oldu.

Enerji Bakanlığı Anagold’un maden ruhsatlarını iptal etmedi
Erzincan’a sokulmayan aktivistlerden mesaj: Ölüm madeni kapatılana kadar eylemlere devam
Ahmet Soysal: İliç altın madeni derhal kapatılmalıdır

İliç’te yöre halkı ikna edildi, direniş gösterilmedi

İliç’i, benzer bir kaderi paylaştığı Eşme ve Fatsa gibi diğer yörelerden ayıran önemli bir unsur, yöre halkının ne madenin faaliyete geçmesine ne de kapasite artırmasına karşı neredeyse hiçbir direniş göstermemesi oldu. Yöre halkının bir kısmı, maden şirketi henüz faaliyetlerine başlamadan önce, yöre halkına yönelik yürütülen faaliyetler ile ikna edildi.

‘Sosyal sorumluluk’ olarak adlandırılan bu faaliyetler, civar köylerin muhtarlarına ABD gezisi organize edilmesi, yöre halkına madende istihdam olanakları sağlanması ve altın madenciliğinin yöreye ekonomik katkıda bulunması gibi konularda yapılan bilgilendirmeleri ve birtakım altyapı hizmetleri sunulmasını kapsıyordu.

Madenden en doğrudan etkilenenler, Çöpler Köyü sakinleriydi. Ancak aralarında meralarını kaybetmekten, hayvancılığın ve geleneksel geçim kaynakları olan peynirciliğin bitmesinden ve hatta, köy mezarlığının maden alanında kalması nedeniyle, yakınlarının mezarlarını taşımaktan hoşnut olmayanlar vardıysa da, sessiz kaldılar.

2011 yılında yaptığımız görüşmede köylülerden biri bu durumu, “her bir köylüde çok hayvan vardı; oraya dediler mera da yapacağız falan ama yok. Kazdılar kazdılar, mera kalmadı. Şimdi hepsini sattık. Arsa yapacağız dediler falan filan götürdüler hepsini” diyerek ifade ediyordu.

İliç
İliç’ten geçen Doğu Ekspresi. Fotoğraf: İliç Belediyesi

‘Bir şeyin içine girdik, hep beraber boğuluyoruz’

Köylülerin bir kısmının madene ilişkin memnuniyetsizliği ve maden şirketine güvensizliği, madenin faaliyetiyle birlikte deneyimledikleri çevre tahribatıyla başladı.

Bir köylü, bu durumu şöyle dile getiriyordu:

“Bizi mahvettiler. Ağaçlandıracağız falan filan. Biz safız, tahsilimiz yok. Bir şeyin içine girdik, hep beraber boğuluyoruz şimdi. Ben şimdi kabul etmiyorum, ama sen diyorlar buraya imza verdin, geçti artık. Hep imza attık yaktık kendimizi. Okuryazarlığımız yok ne bileceğiz kandırdılar bizi. Benim 500 koyunum vardı, 150 milyar gelirim vardı yıllık.”

Ekonomik beklentiler, şirketin elini güçlendirdi

Bu tür projelerde şirketler lehine kullanılmak üzere revize edilmiş olan ‘acele kamulaştırma yasası’ da köylülerin arazilerini satmasında etkili oldu. Köylülerden biri bu duruma “kamulaştırılacağı haberi de gelince zaten insanlara, bakıyor ki bu arsa 2 bin liraya gidiyor, şirket 10 bin lira veriyor, hemen sattı,” diyerek işaret ediyordu.

Diğer yandan, maden alanına altı kilometre uzaklıkta olan İliç ilçesi ise ekonomik beklentiler nedeniyle madenciliği olumlu karşıladı. Yöre halkının tepkisizliği, mevcut gevşek mevzuata dahi tam olarak uyulmamasına yol açtı. Şirket, kapasite artırımı için gerekli olan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) onaylarını kolaylıkla alabildi. Hatta açık ocak genişletme başvurusunda ÇED onayı alması dahi gerekli görülmedi.

İliç’te de kuralsızlığın sonuçlarını yaşıyoruz

Sonuç olarak, 1990’lardan bu yana maden şirketleri lehine oluşturulan bu ‘kuralsız’ ortamda maden şirketi, tamamen kendi çıkarları doğrultusunda, kontrolsüzce hareket etti.

2022 yılında madende siyanür taşıyan bir borunun patlamasıyla meydana gelen kaza, bu kuralsızlık ve kontrolsüzlüğün ilk sonuçlarından biriydi. Ancak, son derece tehlikeli sonuçları olan böyle bir kaza dahi ne genelde maden şirketlerine yönelik kural ve kontrolün artmasıyla ne de İliç’teki madene yönelik tedbirlerle sonuçlandı.

Siyasi iktidarların, maden şirketlerinin önündeki her türlü engeli kaldırma yönündeki tutumu, 1990’ların sonundan 2002’ye kadar, yargı kararlarını tanımamakla başlamıştı. Takip eden yıllarda ise yasal mevzuatın sıklıkla değiştirmesiyle devam etti. Bu yıllarda artan kayırmacılık ve otoriterlikle de sarmalanarak derinleşti. Nihayetinde İliç’teki facia, bu kuralsızlığın ve kontrolsüzlüğün doğrudan bir sonucu oldu.

*

Kaynak Makaleler:

  • Özen H (2022). Fashioning anti-environmentalism in Turkey: the campaign against the Bergama movement. D.Tindall , M.C.Stoddart ve R.E.Dunlap (Derl.) Handbook of Anti-Environmentalism içinde 268- 282. Edward Elgar Publishing
  • Özen Ş ve Özen H (2022) Altın Madeni Projelerinin Özellikleri Yerel Toplulukların Direniş Düzeyini Nasıl Etkiler? Karşılaştırmalı Bir Araştırma, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi 42(2): 493 – 524
  • Özen H ve Özen Ş (2011) Örgüt ve toplumsal hareket kuramları açısından Türkiye’de altın madenciliği alanındaki çatışmaların incelenmesi, Proje Raporu, TÜBİTAK SOBAG Proje 109K403.

Avukat Feyza Altun ‘şeriata hakaret’ suçlamasıyla gözaltına alındı

‘Şeriata hakaret ettiği’ gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatılan avukat Feyza Altun gözaltına alındı.

Altun, geçtiğimiz gün X hesabından Farsça bir şiir yayınlamış; bir sosyal medya kullanıcısı da Altun’un yaptığı paylaşımın altına, “Feyza hanıma şeriat atak gelmiş” diye yorum yapmıştı. Yoruma yanıt veren Av. Altun, “Şeriate s..kayım” diyerek karşılık vermiş; sosyal medyada hedef gösterilmesinin ardından paylaşımını silmişti.

Paylaşımına yapılan bazı yorumlara tepki gösteren Feyza Altun son olarak “Türkiye Cumhuriyeti laiktir laik kalacak” mesajı paylaşmıştı.

‘Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik’ten soruşturma açılmıştı

Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı, Avukat Feyza Altun hakkında, sosyal medyada yaptığı paylaşımı gerekçe göstererek, TCK’nın 216/1 maddesine muhalefet iddiasıyla re’sen soruşturma başlatmıştı.

Altun’a açılan soruşturmanın dayandırıldığı madde şöyle: “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Avrupa’da Yılın Ağacı Ödülüne aday ‘özel ağaçlar’ açıklandı

Avrupa‘da Yılın Ağacı ödülü, kıtanın dört bir yanından en ilginç hikayeleri taşıyan ağaçları bir araya getirdi. 2011’den beri düzenlenen yarışma, birkaç aşamadan oluşuyor. Önce katılmak isteyen her ülkede düzenlenen ulusal yarışma sonucu, insanların en sevdiği ulusal ağaç seçiliyor ve bu ağaçlar, yarışmaya sunuluyor.

Bu yıl 15 ülkenin katıldığı yarışmada, yapılan halk oylaması sonucunca bir ağaç Yılın Ağacı Ödülü’nü alacak.

‘Yılın Ağacı’nın önemli bir mesajı var’

Euronews’in aktardığına göre, yarışmayı düzenleyen Çek çevre kuruluşu Nadace Partnerstvi‘nin proje yöneticisi Adam Holub, “Ağaçları sevmediğini söyleyen biriyle tanışmadım. Çevresel bir dokunuşla önemli bir mesajı iletmek için çok etkili bir şekilde kullanabileceğiniz iki sembol var: Ağaçlar ve arılar” diyerek projeyi açıklıyor.

Holub, yarışmanın asıl amacının ağaçlardaki yerel topluluklar ile çevre arasındaki ilişkiyi teşvik etmek olduğunu söyleyerek, “Bu aynı zamanda yerel temsilcileri Avrupa düzeyine çıkarma fırsatını da vermek anlamına geliyor. Tabandan insanların düşüncelerini tepeye aktarmalarının önemli olduğuna inanıyoruz” diyor.

Oylama 22 Şubat’a kadar treeoftheyear.org web sitesinde çevrimiçi olarak halka açık olacak ve kazanan ağaç, 20 Mart’ta Brüksel‘de duyurulacak.

Anketlerde ön sıralarda yer alan ağaçlardan bazıları:
Yılın Ağacı Polonya
Polonya’nın Avrupa’da Yılın Ağacı yarışması adayı. Bozka Piotrowska ve Zielona Bombonierka

Şu anda anketlerde 21.808 oy ile ilk sırada Polonya’dan ‘Bahçenin Kalbi’ yer alıyor. Bu görkemli ağacın alışılmadık derecede kalın bir gövdesi var ve yaklaşık 200 yaşında olduğu tahmin ediliyor. Ağaç, Wroclaw Üniversitesi botanik bahçesinin kalbinde yer alıyor.

Yılın Ağacı Fransa
Fransa, Avrupa’da Yılın Ağacı yarışması adayı. Emmanuel Boitier

Mevcut sıralamada 13.753 oyla ikinci sırada Fransa’nın ‘Bayeux Ağlayan Kayını’ yer alıyor. 40 metrelik gölgelik alanıyla 160 yaşındaki bu ağacın ayakta kalabilmesi için yapay bir destek yapısına ihtiyacı var.

Yılın Ağacı İtalya
İtalya’nın Avrupa’da Yılın Ağacı yarışması adayı. Valerio Atzori Corpo

Sırada 8.812 oy alan ‘Luras’ın Bin Yıllık Zeytin Ağacı’ yer alıyor. Adından da anlaşılacağı gibi bu ağaç çok eski. Sardunya’nın küçük bir kasabası olan Luras’ta 3 bin ila 4 bin yıldır (Tunç çağından beri!) yaşadığı tahmin ediliyor. Ödülün web sitesinde de belirtildiği gibi: “dayanıklılığın ve sürekliliğin gerçek bir sembolü.”

Yılın Ağacı
Portekiz Avrupa’da Yılın Ağacı yarışması adayı. José Couceiro da Costa

Dördüncü sırada 6.925 oyla Portekiz’in ağacı ‘Kamelya’ yer alıyor. Güzel bir şekilde bakım yapılan bu ağaç, Guimaråes şehrinde antik Villa Margaridi’nin asırlık bahçelerinde yaşıyor.

Yılın Ağacı
Çek Cumhuriyeti Avrupa’da Yılın Ağacı yarışması adayı. Tom Kalous

Şu anki ilk beşi tamamlayanlar arasında, Çek Cumhuriyeti’nden ‘Tarlanın Ortasındaki Armut Ağacı’ adı verilen ağaç yer alıyor.

Bölgedeki güçlü batı rüzgarlarının etkisiyle kendine özgü şeklini alan ağaç, Avrupa’da Yılın Ağacı web sitesine göre, “eski Çekoslovakya dönemindeki kolektifleştirme, tarlaların sağlamlaştırılması ve arazi ıslahı inşaatı sırasında hayatta kalmayı başardı.”

Verilerle doğrulandı: Kazakistan’da tarihin en büyük metan sızıntılarından biri meydana geldi

Bugüne kadar kaydedilen en büyük metan sızıntılarından birinin geçen yıl Kazakistan‘da yeni gaz rezervlerini aramak için açılan bir keşif kuyusunda gerçekleştiğini tespit edildi.

BBC doğrulama servisi BBC Verify‘ın paylaştığı analize göre, kuyudaki bir patlamanın etkisiyle başlayan ve altı ay süren yangında 127 bin ton metan sızıntısı gerçekleştiği tahmin ediliyor.

Metan küresel ısınmaya karbondioksitten çok daha fazla katkı yapan bir sera gazı. Doğalgaz çoğunlukla metan gazından oluşuyor. Metan gözle görülemeyen şeffaf bir gaz olmasına karşın metan bulutu gün ışığına maruz kaldığında benzersiz bir iz oluşturuyor, bu da bu birikintilerin bazı uydularla izlenebilmesini sağlıyor.

Uluslararası Enerji Ajansı’na göre de metan, sanayi devriminden bu yana yaşanan küresel ısınmanın yüzde 30’undan sorumlu.

Şirket sızıntıyı reddediyor

Kuyunun sahibi Buzachi Neft, “önemli miktarda” metan gazının sızdığını reddediyor. Sızıntının “görmezden gelinebilecek” miktarda olduğunu; sızan metanın sondaj deliğinden çıkarken yanmış olması gerektiğini savunan şirket yetkilileri atmosfere yalnızca su buharının sızarak uzaydan görülebilen büyük beyaz bulutlar oluşturduğuna inandıklarını da söyledi.

Buna karşın ABD Çevre Koruma Ajansı‘nın Sera Gazı Eşdeğeri Hesaplayıcısı’na göre, böyle bir sızıntının çevresel etkisi, bir yıl boyunca 717 binden fazla benzinli araba sürmenin yarattığı etkiye yakın.

Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Metan Emisyonları Gözlemevi Başkanı Manfredi Caltagirone de “Sızıntının büyüklüğü ve süresi sıra dışı. Son derece büyük” dedi.

Sızıntı 9 Haziran 2023’te Kazakistan’ın güneybatısındaki Mangistau bölgesinde bir keşif kuyusu kazısı sırasında yaşanan patlama sonucu çıkan yangınla başladı. Yıl sonuna kadar devam eden yangın 25 Aralık 2023’te kontrol altına alındı. Yerel yönetimler BBC’ye kuyuyu betonla mühürleme çalışmalarının devam ettiğini söyledi.

sızıntılar  

Kazakistan’daki metan sızıntısı ilk olarak Fransız jeoanalitik şirketi Kayrros tarafından incelenmiş; analizleri Hollanda Uzay Araştırmaları Enstitüsü ve İspanya‘daki Valencia Politeknik Üniversitesi tarafından doğrulanmıştı.

Uydu verilerini inceleyen bilim insanları metan yoğunluğunun haziran ve aralık ayları arasında 115 ayrı noktada yüksek olduğunu buldu. Bu okumalara bakılarak  tek bir kuyudan 127 bin ton metan sızdığı tespit edildi.

Bunun, insan kaynaklı en büyük ikinci büyük metan sızıntısı olarak kayıtlara geçmesi bekleniyor.

Sızıntının doğrulanmasına yardımcı olan Valencia Politeknik Üniversitesi’nden Luis Guanter, “Sadece Kuzey Akım boru hattının sabote edilmesi daha büyük bir sızıntıya neden olabilirdi” diyor.

Eylül 2022’de Rus gazını Almanya’ya taşıyan Kuzey Akım (Nord Stream) 1 ve 2’ye ait su altı borularındaki patlamalar 230 bin ton metanın atmosfere salınmasına neden olmuştu.

North Stream sızıntısı: Benzeri görülmemiş bir iklim ve çevresel etkisi olabilir
Kuzey Akım boru hattında dördüncü sızıntı

Mangistau bölgesinin Ekoloji Bakanlığı 9 Haziran ve 21 Eylül arasında 10 farklı olayda havadaki metanın yasal sınırları aştığını doğruladı. Bakanlık ilk patlamayı takip eden birkaç saat içinde metan seviyesinin izin verilenin 50 katına çıktığını da belirtti.

İnsan kaynaklı en büyük sızıntılardan biri

Kuyunun sahibi Buzachi Neft’ göre uydular atmosferdeki su buharı gibi diğer gazları metanla karıştırmış olabilir ve bilim insanları patlama olmadan önce zaten havada bulunan metanı hesaba katmıyor. Ancak Kayrros’un sızıntıyla ilgili ilk incelemesini doğrulayan ekipler bunu reddediyor.

Valencia Politeknik Üniversitesi’nden Guanter, “Su buharı veya dumanın potansiyel etkisini test ettik ve ölçümlerimizle etkileşime giren herhangi bir sinyal bulamadık” dedi.

Ayrıca bilim insanlarının yalnızca “tek metan bulutu” aradığını ve yöntemlerinin kazadan önce atmosferde halihazırda mevcut olan metandan etkilenmeyeceğini de söyledi.

kuyu

Kazanın sebeplerine ilişkin Atırav kentinin Endüstriyel Güvenlik Komitesinin yönettiği soruşturma da Buzachi Neft’in kuyunun kazılmasını uygun bir şekilde denetlemediğini buldu.

Kazakistan Enerji Bakanlığı ise sızıntıyla mücadelenin “karmaşık teknik bir operasyon” olduğunu ve “benzer kazaları önlemek için evrensel bir çözüm olmadığını” belirtti.

Ancak Orta Asya’da metan sızıntılarının tespit edildiği ilk vaka bu değil.

Komşusu Türkmenistan gibi Kazakistan’da da onlarca “süper sızıntı” olayı gerçekleşti; bilim insanları bu ifadeyi atmosfere büyük miktarda metan salımı yapan olayları tanımlamak için kullanıyor.

Mangistau bölgesinde gözlemlenen sızıntı ise şimdiye dek tespit edilen ‘normal’ insan faaliyetlerinden kaynaklanan en büyük metan sızıntısı olarak değerlendiriliyor.

Kazakistan, geçen yılki COP28 İklim Zirvesi’nde 50’den fazla ülkenin metan salımını 2030 yılına kadar yüzde 30 oranında azaltmayı amaçlayan gönüllü Küresel Metan Taahhüdü anlaşmasına katılmıştı.

Burdur gölünün yarısı 50 yılda yok oldu

Türkiye‘nin önemli doğal miraslarından biri ve ülkenin yedinci büyük gölü olan Burdur Gölü, son 54 yılda yüzde 47’lik bir su hacmi kaybına uğradı. Mayıs 1970’te kaydedilen en yüksek su seviyesinden bu yana göldeki seviye, 20,29 metre düşüşle ciddi bir ekosistem değişikliğine işaret ediyor.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü‘nün yaptığı ölçümlere göre, gölün su seviyesi 1970 yılında 857,62 metre olarak tespit edilirken, 2024 Şubat ayı itibarıyla 837,33 metreye geriledi. Bu durum, gölün su hacminin 7 bin 426 hektometreküpten 3 bin 952 hektometreküpe düştüğünü gösteriyor. Ayrıca, son beş yılda gözlenen 2,81 metrelik su kaybı, göl çevresindeki ekosistem üzerinde baskıyı artırıyor.

Burdur Gölü
Platalea leucorodia türü, Burdur Gölü’nde beslenen canlılardan biri. Su seviyelerindeki azalma, çevredeki canlıların yaşamını da riske atıyor. Fotoğraf: Depositphotos

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İskender Gülle, DHA’ya yaptığı açıklamada bölgedeki artan su talebinin gölün beslenmesini olumsuz etkilediğini ve bu durumun geri dönüşü olmayan değişikliklere yol açtığını belirtiyor. Gülle, “Burdur Gölü başta olmak üzere diğer göllerde de susuzluk durumu, artık sadece bir uyarı değil, acil müdahale gerektiren bir durum” diye açıklıyor.

Burdur Gölü’nün olağanüstü kirli hikayesi
Kuruyan Burdur Gölü’nden yılda 2 bin ton zararlı toz etrafa saçılıyor
Burdur Gölü’nde yas: Su çekildi, tekneler iskeleye yanaşamıyor

Burdur Gölü hızla kurumaya devam ediyor

Son yıllarda yaşanan aşırı sıcaklıklar, yağış azalması ve yoğun yer altı suyu kullanımının bütün sucul sistemlerin dengesini bozduğunu vurgulayan Prof. Dr. İskender Gülle, “Hidrolojik sistemin bozulması sadece doğal hayatı değil, tarım ve ekonomiyi de tehdit eder hale geldi. Artık günümüzde susuzluk sadece yağışlara bağlı bir olay olmaktan çıktı. Aynı zamanda susuzluk insanların su kullanım davranışlarının bir sonucu haline geldi. Yani kuraklık doğadan, susuzluk insandan kaynaklanır” dedi.

Enerji Bakanlığı Anagold’un maden ruhsatlarını iptal etmedi

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklama ile Erzincan İliç’teki Anagold maden sahasında yaşanan çevre felaketi sonrasında, Enerji Bakanlığı tarafından madene verilen 6 işletme ruhsatının iptal edilmediğini duyurdu. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından ‘çevre izin ve lisans belgeleri’ iptal edilen madenin, ruhsatlarının devam ettiği belirtildi.

Yavuzyılmaz, konuya dair yaptığı açıklamada, “Bir AK Parti klasiği… Erzincan İliç’te Anagold’un işlettiği altın madeninde yaşanan felaket sonrası; İşletmenin çevre izninin ve lisansının iptal edilmesine rağmen, Enerji Bakanlığının Anagold’a verdiği 6 işletme ruhsatının iptal edilmediğini tespit ettik” ifadelerini kullandı. Bu durum, madenin yüzde 80 ortağı olan SSR Mining şirketinin resmi teknik raporuna dayandırılarak kamuoyu ile paylaşıldı.

 

Çöpler Altın Madeni’nin ve Anagold’un hangi izinleri iptal edilmişti?

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Erzincan İliç’teki Çöpler Altın Madeni‘nde yaşanan çevre felaketinin ardından madenin “çevre izin ve lisans belgesinin” iptal edildiğini duyurmuştu.

Bu iptal, madenin çevresel etkileri nedeniyle faaliyetlerinin “şimdilik durdurulduğu” anlamına geliyor.

Bakanlık, yığın liçi kayması sonucu oluşan malzemenin geçici olarak depolanacağı bir alanın belirlendiğini ve alanda sızdırmazlık şartlarının sağlanması için çalışmaların devam ettiğini belirtti. Ayrıca, bölgedeki yüzeysel ve yer altı suları ile hava kalitesi üzerinde olumsuz bir durum tespit edilmediği, çevresel izleme çalışmalarının devam ettiği ifade edildi.

Bir suç duyurusu da TMMOB’dan: Çöpler Altın Madeni derhal kapatılmalı
DEVA Partisi’nden İliç’le ilgili soru önergesi: Madenin çalışma ruhsatını askıya alacak mısınız?
MAPEG, Anagold’un ruhsat süresi uzatma taleplerini bir bir onaylamıştı

Çevre izni ve lisansı ne demek?

Çevre İzni ve Lisansı’yla ilgili işlemler Bakanlığın “ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü”nce yapılıyor. Buna göre, bir işletmenin çevre izni veya çevre izin ve lisans koşullarına aykırı iş ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda; yetkili merci tarafından Çevre Kanunu‘nun ilgili maddeleri uyarınca idari yaptırımlar uygulanıyor. “Uygunsuzluğun düzeltilmesi”  için ise işletmeye yetkili merci, yani Bakanlık tarafından en fazla bir yıla kadar süre verilebiliyor.

İşletmeye süre verilmemesi veya işletmeye verilen sürenin bitiminde uygunsuzluğun giderilmemesi halinde, yetkili merci tarafından çevre izin veya çevre izin ve lisans belgesi iptal ediliyor. Çevre ve insan sağlığı yönünden tehlike yaratan faaliyetler nedeniyle ise işletmeye süre verilmeksizin çevre izin veya çevre izin ve lisans belgesi iptal ediliyor.

Çevre Bakanlığı’nın İliç’te ‘çevre izin ve lisans belgesinin iptali’ ne anlama geliyor?

Anagold’un Türkiye müdürü serbest bırakıldı

Öte yandan maden ocağında meydana gelen liç yığını çökmesine ilişkin soruşturmada, şirketin Türkiye’deki müdürü C.D.’nin gözaltına alındıktan yaklaşık 6 saat sonra serbest bırakıldığı öğrenildi.

C.D.  jandarmadaki işlemlerinin ardından İliç Adliyesi’ne sevk edilmişti. Şüpheli, savcılık ifadesinin ardından serbest bırakıldı.

Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmada aralarında maden ocağını işleten firmanın Kanadalı yöneticisinin de bulunduğu 6 zanlı tutuklanmış, 2 şüpheli adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.

Ordu Ulubey’de hafriyat alanı heyelana neden oldu

Ordu Ulubey‘e bağlı Ordu-Sivas karayolundan Yeni Sayaca mahallesi girişi Kirazlar mevkiinde, hafriyat dökülen alanda heyelan meydana geldi. 2018 yılında başlayan Ulubey Gürgentepe yol çalışmaları sırasında çıkan hafriyat, yerel halkın tüm itirazlarına rağmen ormanlık ve 2B olarak bilinen alana dökülmüştü.

Yeni Sayaca halkı, arazilerinin zarar göreceğini, can güvenliğini tehdit edeceği konusunda uyarmalarına ve eylem yapmalarına rağmen, hafriyat dökülmesine engel olamadı. Ana yol çalışmaları sırasında alana plansız, projesiz dökülen dolgu sahasındaki hafriyat kayarak heyelan oluşturdu. Ulubey’e gelen ana su boruları patladı ve Tepebaşı Küme Evlere giden beton yol, kullanılmaz hale geldi.

Ordu Ulubey

Yeni Sayaca Çevre Platformu sözcülerinden Beytullah Seferoğlu, “Karayolu yenileme çalışmaları sırasında zemin güvenliği için yolun doğu tarafına üç yıldır beton fora kazıklar ve duvarlar için hesaplar yapılırken; yolun batı tarafında mahallemizin girişindeki ormanlık alana plansız, projesiz olarak binlerce kamyon dolusu hafriyat döküldü. Bu süreçte köylüler olarak sahada eylem yapıldı, karşı çıkıldı; sesimizi duymadılar, endişemizi önemsemediler” diyerek açıkladı.

Seferoğlu, “Bugün yaşananları bizler 2018 yılında hafriyat dökmeye başladıklarında söyledik. Devletten anayol için ihaleyi alanlar daha fazla kazanacak diye değil ama yetkililer iş bir an önce bitsin diye en yakın yer olarak buraya hafriyat dökülmesine göz yumdular. Zararını biz görüyoruz” dedi.

Ordu Ulubeyliler, bentonit madeninin karşısında durmaya kararlı
Ordu’da maden ihalesi halkı harekete geçirdi: Ulubey Doğa ve Çevre Platformu kuruldu
Ordu Ulubey’de taş ocağı projesi: Çalışma başlarsa burada yaşayamayız

Tarım arazileri de zarar gördü

Mahalle halkının arazilerinin de zarar gördüğünü söyleyen Beytullah Seferoğlu, “Hafriyat dökecekler diye ormanımız yok edildi. Korunaksız dökülen hafriyat kaydı, su boruları zarar gördü. Dolgu sahasındaki yığınak fındık bahçelerine kadar aktı. Hem can güvenliğini tehdit etmiş oldular hem de arazilerimize zarar verdiler. Yol yapanlar kazandı, bizim yaşam alanlarımız tehlikede. Binlerce yıldır selden, taşkından korunan tarım arazilerimiz, yaşam alanlarımız bu hafriyat baskısı sonrası tehlikede” dedi.

Ordu Çevre Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Coşkun Özbucak da, “Mahallede bentonit madeni işletmesi girişimleri nedeniyle SAYÇEV ve Yeni Sayaca halkıyla birlikte olduk. Yaptığımız halk toplantılarında dökülen toprakları görmüştük. Tehlikeli olduğunu söylediğimizde, hafriyat dökülmesini engellemek için olay yerinde basın açıklaması da yaptıklarını söylemişlerdi. Şimdi heyelan oldu. Hem yol ve su borusu hem de tarım arazileri zarar gördü. Bunun için kim hesap verilecek? Kime ya da kimlere soruşturma açılacak bakacağız. Mahallelilerle birlikte takipçisi olacağız” ifadelerini kullandı.

Heyelanlı bölgede ÇED’e gerek görülmemişti: Bilirkişi raporu Orduluların lehine çıktı

‘Sulak alanlar korunmadan 1.5 derece hedefi mümkün değil’

Yaklaşık 140 bin canlı türüne ev sahipliği yapan sulak alanların yok olması, biyoçeşitliliği tehdit ederken uzmanlar, sulak alanlar olmadan küresel ısınmayı 1,5 derecede tutma hedefinin gerçekleştirilmesinin de zorlaşacağını belirtiyor.

Tüm yıl boyunca ya da yılın belirli zamanlarında yüzeyi suyla kaplı topraklar olarak tanımlanan sulak alanlar tatlı ve tuzlu suların birleştiği noktalardaki kıyısal sulak alanlar ve iç bölgelerdeki nehirler, göller ve bataklık alanları kapsayan karasal sulak alanlar olarak ikiye ayrılıyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) sulak alanları gezegenin en önemli ekosistemleri arasında gösterirken kurum tarafından yayımlanan raporlarda bu alanların yaban hayatının korunması, kirlilikle mücadele ve karbon tutma konularında hayati rol oynadığına yer veriliyor.

Sulak alanlar arasında yer alan turbalıklar, dünya yüzeyinin ortalama yüzde 4’ünü kaplarken dünyanın toplam karasal karbonunun 3’te birini depoluyor. Bu da turbalıkların, dünyadaki tüm ormanların iki katı karbon hapsettiği anlamına geliyor.

Karasal sulak alan ekosistemleri aşırı suları emerek sellerin ve kuraklığın yaşanmasının da önüne geçerken bu alanların büyük bir kısmını oluşturan göller, önemli mineraller ve enzimler içermeleri dolayısıyla ekosistem için değerli olarak nitelendiriliyor. Yüksek enlemlerin kıyı bölgelerinde bulunan tuzlu su bataklıkları da yaban hayatı, balık üremesi, kıyı korunması, karbon depolanması hususlarında öneme sahip.e

140 binden fazla canlı türünü barındıran sulak alanların yüzde 85’i son 300 yılda yok olurken BM raporları, bunun en önemli nedeninin, sulak alanların özellikle tarımsal faaliyetler nedeniyle kurutulması olduğunu gösteriyor.

“İklim değişikliği en büyük tehdit”e

AA‘ya konuşan Bolivya San Andres Üniversitesi Ekoloji Enstitüsü Araştırma Görevlisi Estefania Quenta, iklim değişikliği sonucu yağış desenlerinde yaşanan değişimlerin sulak alanların varlığını tehdit ettiğini, bu değişimlerin bazı bölgelerde kuraklık, bazı bölgelerde ise taşkınlar şeklinde sulak alanları etkilediğini söyledi.

Van’ın Özalp ilçesindeki Akgöl. Fotoğraf: Hakan Sarı/AA.

Bu duruma Güney Amerika’daki And Dağları’nda bulunan turbalık ekosistemindeki değişiklikleri örnek gösteren Quenta, “Buradaki turbalıklar yoğun yağışlara muhtaçtır ama dağların bir kısmında azalan yağışlar nedeniyle bölgedeki turbalık alanların kuruyabileceği öngörülüyor” dedi.

İklim değişikliğinin yanı sıra aşırı tarım faaliyetleri, aşırı otlanma, plastik kirliliği ve turba madenciliğinin sulak alanların tahribatına yol açtığını belirten İQuento, sulak alanların karbon depolama kapasitesine ilişkin de şunları söyledi:

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) 6. Değerlendirme Raporu, küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutmak için 2050’ye kadar karbondioksit emisyonunun net sıfır olması çağrısında bulunuyor. Ciddi miktarda karbon depolayan sulak alanların korunması, bu acil ihtiyacın karşılanmasına destek olacaktır. Ne yazık ki sulak alanlarda görülen mevcut bozulma, bu ekosistemleri sera gazı kaynağı haline getirebilir. Bu nedenle acil koruma çabalarına ihtiyaç var.”

Quenta, dünyadaki suyun ortalama yüzde 2,5’nin tatlı su olduğunu hatırlatarak sulak alanların kısıtlı, erişilebilir tatlı su kaynaklarının bir parçası olması dolayısıyla hayati önem taşıdığını vurguladı.

Irak Nasıriye’deki Mezopotamya Bataklıkları. Fotoğraf: Haidar Mohammed Ali/ AA. 

‘Bir metre derinlikteki bir turbalık 1000 yılda oluşuyor’

Küresel ısınma karşısında yeterli korunmanın sağlanmaması halinde sulak alanların yok olacağını ifade eden bilim insanı, “Bu durum, gelirleri bu ekosistemlere bağlı olan milyonlarca insanın geçimini de etkileyebilir. Bazı çalışmalar sulak alanların bir yıllık ekonomik değerinin 47 trilyon ABD doları olduğunu gösteriyor.” diye konuştu.

Estafania Quenta, sulak alanlarda yaşanan tahribatın geri döndürülmesinin ise zor olduğu uyarısı yaptı:

“Bir metre derinlikteki bir turbalığın oluşumunun yaklaşık 1000 yıl sürdüğü biliniyor. Bu alanların korunması için yerel ölçekte güçlü çabalara ihtiyaç var. Sulak alanların sürdürülebilir kullanımı ve bozulmanın durdurulması için güçlü politika ve düzenlemeler gerekiyor.”