Ana Sayfa Blog Sayfa 188

Ekoloji örgütlerinden deprem raporu: İnsan haklarının neredeyse tümü ihlal edildi

Ekoloji örgütleri heyetinin 3-6 Şubat 2024’te Hatay‘da yaptığı ziyaretin sonrasında bir yıllık deprem raporu ortaya çıktı. Ekoloji Birliği ve İklim Adaleti Koalisyonu heyetinin ortaya koyduğu raporda hak ihlalleri dikkat çekti.

Basın toplantısında raporu aktaran İklim Adaleti Koalisyonu‘ndan Demet Parlar, şunları söyledi:

Antakya koca bir şantiyeye dönüşmüş durumda. Geçen bir yılda inşaat amaçlı çalışmalar dışında yaşamı kolaylaştırmaya geri dönüşü sağlamaya yönelik hemen hiçbir çalışma yok. Anayasal haklarımız olan sağlıklı bir çevrede yaşama, eğitim, ulaşım, barınma gibi temel ihtiyaçlara yönelik olarak hem merkezi yönetimin hem de yerel yönetimin çalışmaları çok yetersiz. Devlet, devlet olduğunu, yurttaş yurttaş olduğunu unutmuş durumda. Sorunlar çok büyük.”

Ekoloji örgütlerinden deprem raporu: İnsan haklarının neredeyse tümü ihlal edildi
Fotoğraf: Ekoloji toplulukları

Deprem bölgesindeki hak ihlalleri

Ekoloji örgütlerince bir yıldır yürütülen çalışmalar ve yapılan ziyaretler süresince en çok dikkat çeken hak ihlalinin ne olduğu sorusunu yönelttiğimiz Demet Parlar, çok fazla hak ihlali olduğunu ve bunlardan en önde geleninin hangisi olduğunu seçmekte bir hekim olarak dahi zorlandığını belirtti:

“Temel ihtiyaçlar yok, su ihtiyacı mı daha önemli yoksa insanın soğukta kalması mı, yetersiz gıda mesela… Soluduğunuz havanın, kirliliğin hem kısa hem uzun vadede ciddi bir hastalık riski taşıyan bir hastalığa dönüşmesi mi… Hangisi daha ciddi hak ihlali, ayırt etmek çok zor.”

‘En büyük hak ihlali, yaşam hakkı’

Makine Mühendisi Levent Büyükbozkırlı ise en öne çıkan hak ihlalinin yaşam hakkı olduğunu belirterek şunları aktardı:

“İki gün, üç gün boyunca devlet orada hiç yoktu. Geldiği zaman kolluk kuvvetleri zaten arama kurtarmaya kayda değer şekilde katılmadılar. AFAD buna destek olmak yerine, köstek oldu. Bana göre en büyük hak ihlali yaşam hakkı. Birkaç hafta sonrasında öğrendik ki arama kurtarma için gelen insanlar uğraşırken yerleşim çalışmaları yapılıyor; hangi müteahhite nereyi verelim, ne yapalım (!) Kabataslak çalışmalar yapılıyor. Bunları öğrenmek… Artık sözün bittiği yerdeyiz; sosyal devletin kırıntıları kalmamış, bir yok edicilik var. Dolayısıyla en büyük hak ihlali yaşam hakkı bence burada depremle ilgili. Ama sonrasında gelen pek çok skandal var tabii ki.”

Ekoloji örgütlerinden deprem raporu: İnsan haklarının neredeyse tümü ihlal edildi
Fotoğraf: Ekoloji toplulukları

‘İnsan haklarının neredeyse tümü ihlal edildi’

Ekoloji Birliği YK üyesi ve eski eşsözcüsü Süheyla Doğan ise özetle şunları dile getirdi:

“Yaşam hakkı ihlal edildi, barınma hakkımız, beslenme, eğitim, kamu hizmetlerimiz ihmal edildi, temiz bir çevrede yaşama hakkı, ulaştırma, doğru bilgi alma hakkı, gösteri yapma hakkı ihlal edildi. İnsan haklarının neredeyse tümü ihlal edildi.”

Toplantıda söz alan Samandağlı Mevlüt Oruç ise şu ifadeleri dile getirdi:

“Deprem anından bugüne kadar şunu gördüm: Biz kurtarılmadık. Biz ölüme terk edildik. Biz kurtarılmadığımız için öldük. Yani deprem öldürmedi. Ölseler de kurtulsak gibi bir şeye geldi.”

‘Konteyner alanlar esir kampı gibi’

Türk Tabipler Birliği’nin [TTB] yaptığı araştırmaya dikkat çeken Parlar ise Antakya’da çocuklarda bodurluk oranının arttığına ve gelişme geriliğinin tespit edildiğine işaret etti.

Önleyici çalışma olmadığına, başlangıçtaki niyetin, insanların daha iyi yaşamasına yönelik değil de inşaatların bir an önce başlatılmasına yönelik olduğuna dikkat çeken Parlar, “Bu nedenle molozların hunharca, vahşice zalimce -ne doğa, ne insan düşünülerek hiçbir şekilde hiçbir önlem alınmadan- kaldırılması taşınması… Hem kültürel yıkım var, hem ekokırım var” dedi ve ekledi:

“Altyapı, hava kirliliği çok büyük sorun. İnsanlar mesela hava kirliliğini dert etmiyor. ‘Biz zaten alacağımız aldık’, dedi geçen gün birlikte Antakya’yı dolaştığım arkadaşım. Böyle de bir vazgeçmişlik var insanlarda, bu çok korkunç bir şey. Soğukta konteyner alanlar, esir kampı gibi. Yaşanacak gibi değil. Bölgedeki psikiyatrist, psikolog arkadaşlarımızdan öğreniyoruz ki; özel alan yokluğu, aile içi şiddeti, psikolojik şiddeti artırmış durumda.”

Ekoloji örgütlerinden deprem raporu: İnsan haklarının neredeyse tümü ihlal edildi
Fotoğraf: Ekoloji toplulukları

‘Kent’ değil, ‘esir kampı’ denmeli

“Cidden devlet hiçbir şey yapmamış durumda” diyen Parlar, ulaşımdaki sıkıntılara ise bölgede yaşayan bir kadınla yapmış olduğu bir diyalog üzerinden şöyle değindi:

“En basitinden ulaşım… İki saatte bir [araç] geçiyor. Yerel köyden kadın arkadaşa sordum, ‘Ağır hasarlı evimizde oturuyoruz‘ dedi. ‘Neden konteyner ya da çadır alamadınız’ diye sordum. Biliyorsunuz devlet istediğiniz yerde size konteyner kurma şansı vermiyor. Diyor ki ‘Benim belirlediğim konteyner alanlarına geleceksiniz’. ‘Kent’ diyerek de haksızlık ediyor. Kent değil, ‘esir kampı’ demesi çok daha doğru. Dedi ki o kadın arkadaş; ‘Ben oraya gitsem ulaşım problemi var, işe nasıl geleceğim.’ Basit ama çok önemli. O yüzden riski göze alıyor ve annesinin köydeki ağır hasarlı evinde kalmayı tercih ediyor.”

Ekoloji örgütlerinden deprem raporu: İnsan haklarının neredeyse tümü ihlal edildi
Fotoğraf: Ekoloji toplulukları

‘Devlet, devlet olduğunu unutmuş ‘

Serada ya da çadırda kalanlar olduğunu da aktaran Parlar, şunları dile getirdi:

“Konteyner alamadığı için, evinde ya da bahçesinde kalıyor, evi hasarlı da olsa oradaki mutfaktan, banyodan yararlanmak için. Mülkiyet hakları insanların rezerv alanlarla ihlal edilmiş durumda. Zeytinlikler kesiliyor. 60 bin zeytin ağacı kesildiği söyleniyor… Burada 45 taş ocağına maden ruhsatı verilmiş. Antakyalılar ‘Artık şehir değil, şantiye oldu orası’ diyorlar. Devlet, devlet olduğunu unutmuş durumda. Biz de yurttaş olduğumuzu…”

Basın toplantısında ekoloji örgütleri üyeleri “Çare biziz” diyerek seslerini birlikte duyurma çabalarının devam ettiğini belirterek bunun daha da süreceği mesajını verdi.

Ekoloji örgütlerinden deprem raporu: İnsan haklarının neredeyse tümü ihlal edildi
Fotoğraf: Ekoloji toplulukları

Rapor: Göçe zorlama

Ekoloji örgütlerinin raporu, bölgede çalışma ve analizler yapan ekolojistler tarafından depremden etkilenenlerin ve/veya dayanışma için bölgeye gidenlerin sözlerini, sahadaki tespitleri ve dayanışma önerilerini içeriyor.

Bölgedeki mevcut duruma işaret edilen raporda, “Dikmeceliler depremin tüm yükünü üzerlerinde hissediyorlar. Halk arasında, Gülderen, Toygarlı, Serinyol‘a kadar Arap Alevi halkı oldukları için topraklarından göçe zorlandıkları kanaati yaygın. Tarım alanlarında inşaatlar artarak devam ediyor. Evlerin arasındaki zeytin ağaçları kırılıyor, götürülüyor. Bazı evler istimlak ediliyor. Kamulaştırma evleri de kapsıyor. Dikmeceliler, geçim kaynağı olan zeytinliklerinin yerlerine yükselen TOKİ konutlarının büyük yıkıma yol açacağından endişeleniyorlar” denildi. Raporda ayrıca mevcut duruma ilişkin şunlar aktarıldı:

“Kamulaştırmalarda hiçbir şeffaflık yok, kamulaştırma alanları genişletirken köy halkına hiçbir bilgi verilmiyor. Köy halkı tek muhatap olarak jandarma ile karşı karşıya kalmak zorunda bırakılmış: ‘Ya istimlakları kabul edersiniz ya da tüm taşınmazlarınız elinizden alınır‘ tehdidine maruz kalıyorlar. Sadece bir kere Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcı ve Hatay Valisi görüşme için köye gelmiş ancak muhtar, halkın konuşmasını engellemiş. Dikmeceliler, muhtarın mücadelenin başından bu yana jandarmanın ve şirketin yanında olup köye ise sırt çevirdiğini ifade ediyorlar.

Dikmece’nin üç mahallesinden biri olan Kuyucak’ta deprem öncesi zeminin kötü olması nedeniyle köylülere imar izni verilmemişken şimdi tüm itirazlara rağmen aynı bölgedeki tarım arazilerinde TOKİ blokları yükseliyor. Halk meşru mücadelesinde derdini anlatacak kimse bulamıyor. Yollar iş makinelerinin yoğun kullanımı sebebiyle bozuk olduğu için ulaşımda büyük zorluklar var: Bu durumdan en çok çocuklar okula gidip gelirken çok zorlanıyorlar. Servisler ara yollara girmiyor. Köy yolu bir km daraltılmış durumda.”

‘Zeytinliklerin üzerine enkazlar döküldü’

Heyet Koçören ve Narlıca’daki moloz döküm sahaları ziyaretinden gözlemlerini şöyle aktardı:

“İki alanda da beton demir ayrıştırma çalışmalarının neredeyse sona erdiğini, düzleme çalışmalarının başladığını gözlemledik. Zeytinliklerin üzerine enkazların döküldüğünü tespit ettik. Koçören’de konuştuğumuz yerel halk, zeytinliklerin satın alındığını belirtti. İki alanda da ikazlara rağmen, yerleşim yerlerinin, tarım alanlarının yakınlarına, zeytinliklerin üzerine döküm yapıldığını, ekokırımın devam ettiğini gözlemledik. Hem enkaz çalışma alanlarında hem kamyonlarla taşınma esnasında hem de döküm sahalarında gerekli önlemlerin alınmaması havaya, toprağa asbest ve diğer tehlikeli kimyasal maddelerin karışmasına neden oldu. TTB’nin de aralarında olduğu emek-meslek ve çevre örgütlerinin, Hatay’da moloz döküm alanlarıyla ilgili açtığı dava dilekçesinde ayrıştırılmamış atıkların 85 bin toksik madde içerdiği bilgisi yer almakta.”

 Hatay’ın başlıca sorunları neler?

Heyet, depremin birinci yılında Hatay’ın başlıca sorunlarını şöyle sıraladı:

  • Kentte ulaşım halen büyük problem, yollar bozuk, toplu taşıma imkanları çok kısıtlı. Eğitim için farklı ilçelere gitmek zorunda olan öğrenciler çok zorlanıyorlar.
  • Eğitimde ciddi oranda okul eksikliği var. En uç örneklerde bir tanesi, Osman Ötüken Anadolu Lisesi’nin İskenderun’da gemiye taşınması, yatılı eğitim veriliyor. Bu, mücadele eden yerel halka karşı bilinçli bir strateji.
  • Barınma: Halkın ihtiyacı 350 bin konut iken kurayla dağıtılan, 1.000 konutun biraz üzerinde! Konteyner alanlarında yaşantı şeffaf değil, insani barınma şartlarını karşılamıyor. İnsanlar dipdibe kalıyorlar, konteynerlar yağmurda su alıyor, duş almak büyük sorun, çadırdan pek farklı yok. Geçim kaynakları olan 3 bin TL’lik kira yardımının kesilmesini, mahallesini ve komşularını bırakmak istemeyenler çadırda kalmaya devam ediyorlar. Elektrik tesisatları yeterli değil, yangın çıkıyor.
  • Kadınların sorunları: Tacizlerde ve ev içi şiddette artış gözleniyor. Ekonomik sorunlara kadınlar için psikolojik şiddet de eklendi. Barınma ihtiyacı devlet tarafından gereğince karşılanmadığı için çocuk bakımına ek olarak yaşlı bakımını da kadınlar üstlenmek zorunda kaldı. Bu nedenle kadınlar üzerindeki sorumluluk ve baskı artmış durumda. HDD, kadınlar için üretim atölyesi kurdu. Kalıcı üretim mekanlarını da kurmaya çalışıyorlar. Samandağ’da gıda, tekstil; Defne’de dokuma, sabun atölyesi kurma çabaları devam ediyor.
  • Çocukların sorunları: Deprem sonrası travmalara bağlı olarak dikkat eksikliği ve bilgilerinde iki seneye yakın gerileme, yalnız kalmaya bağlı sosyalleşme eksikliği gözleniyor. Eğitim alanları çocukların sosyalleşmesi için iyi bir ortam sağlıyor. Çocuklara eğitim veren öğretmenlerin istihdam edilmeleri de önemli. Gönüllülük düzenli değil. Yerelden ders verenlerin katkıları uzun süreli olmuyor. Sürekliliğin sağlanmaması önemli bir sorun.
  • Enkaz kaldırma- yıkıntı atıklarını depolama: Yıkılan ve ağır hasarlı binaların çoğunun enkazları usulsüz şekilde kaldırıldı. Ancak bina temellerinin kaldırılması uzun zaman alacak, daha oradan çıkacak olan molozlar da var.
  • Gönüllülerin ihtiyaçları: Dernekte çalışan gönüllüler de depremi yaşadılar, gündelik hayatlarında büyük zorluklarla mücadele ediyorlar. Psikolojik zorluklar yaşıyorlar. Gönüllülerin ihtiyaçları karşılanmalı, önlerindeki engeller kaldırılmalı ki desteğe devam edebilsinler. Onların da geçim sorunu var. Öğretmenlerin her gün getirilip götürülmesi ihtiyacı da yaşanılan sorunlar arasında. Altyapı ve ulaşım sorunları, devam eden yas hali, halkın hukuki mücadele için adliyelere gitmesini bile engelleyebiliyor.

Hatay’da devletin yapması gerekenler…

Son olarak raporda devletin yapması gerekenler ise şöyle listelendi:

  • Orta hasarlı binalar ve temellerden çıkacak molozlar için yönetmelik uygulanmalı, toksik kimyasalların ve asbestin yer altı sularına karışmasını engelleyecek sızdırmaz yüzeyler yapılmalıdır.
  • Alt yapı sorunları iyileştirilmelidir.
  • Ekolojik yerleşimler kurulmalıdır.
  • Deprem bölgesindeki projeler için ‘ÇED gerekli değildi’ kararları iptal edilmeli, etkin çevre araştırması yapılmalıdır.
  • Göç eden insanların depremden önce yaşadıkları şehirlerine geri dönmelerini hedef alırsak o insanlara sunulması gereken temel destek, kendi istekleri ve yaşam tarzlarına uygun durumların önemsenerek barınma alanlarının yapılması gerekli.
  • Tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanların kullanımına elverişli binalar yapılmalıdır. Bu binalar şahısların isteği doğrultusunda devlet desteği sunularak yapılabilir.
  • Hatay’a göç eden göçmenlerin ırkçı söz ve davranışlara, ayrımcı uygulamalara maruz kalmaması için şehirler arası dolaşım haklarının sağlanması gereklidir.
  • Hangi nedenle göç etmiş olursa olsun göçmenlere de psikolojik destek sağlanmalıdır.
  • Eğitim alanında geçici sorun çözme yönteminden çıkılıp kalıcı eğitim alanları oluşturulmalıdır.
  • İç göçe katılımcı yöntemler geliştirilmeli. İç göçe teşvik için istihdam, eğitim, sağlık, barınma konuları sağlıklı bir yapıya getirilmelidir.
  • Bütün alt yapı sorunları bütünü gören bir bakış açısıyla ele alınmalı, acil sorunlara öncelik verilmelidir.
  • Üretimin devamı için bir an önce sulama kanallarının onarımı sağlanmalıdır.
  • Şehirlerin ekonomik güce kavuşabilmeleri için çalışma süreleri yaşa ve kapasiteye göre belirlenerek, halkın katılımıyla işgücü talebi bölgeden sağlanmalıdır.
  • Sebze ve meyvelerin dalda ve tarlada kalmaması, beslenmeyi sağlamadı ve gelir getirebilmesi için bakanlıklarca ürünlerin işlenebilmesini öngören (meyve suyu, reçel, şurup vs.) olanaklar sağlanmalıdır.

Raporun tamamına Ekoloji Örgütleri Hatay Bilgi Notu’ndan  ulaşabilirsiniz.

İkinci cemre suya düştü

İkinci cemre bugün (27 Şubat’ta) suya düştü. Yedi gün önce havaya düşerek havaları ısıttığına inanılan cemrenin suya düşmesi, suların ısınmasını ifade ediyor. Yedi gün sonra da (5-6 Mart tarihlerinde) toprağa düşecek olan son cemre, toprağı ısıtacak.

“Köz, kor” anlamına gelen cemre, genellikle baharın gelmesinden önce havada, suda ve toprakta meydana gelen sıcaklık artışı olarak tanımlanıyor. Anadolu inancında bu sıcaklık artışını temsil eden cemre, ilkbaharın ilk işaretlerinden kabul ediliyor.

Cemre düşmesi nedir?

Cemre düşmesi, Türk kültüründe baharın müjdecisi olarak kabul edilen meteorolojik ve folklorik bir olayı ifade ediyor. Geleneksel inanca göre, ilkbaharın yaklaşmasını haber veren cemre, sırasıyla havaya, suya ve toprağa düşüyor ve hepsi, şubat ve mart aylarında gerçekleşiyor.

Cemre düşmesinin doğada canlanmanın ve ısınmanın başlangıcını simgelediği düşünülüyor. İlk cemre havaya, ikincisi suya, üçüncüsü ise toprağa düşerek; sırasıyla havanın, suyun ve toprağın ısınmasına yol açtığına inanılır. Her bir cemrenin düşüşü, baharın gelmekte olduğunun ve doğanın uyanışının işareti olarak kabul edilir. Bu dönemde, doğada bir canlanma başlar; bitkiler yeşermeye, ağaçlar çiçek açmaya başlar. Cemre düşmesi, halk arasında baharın başlangıcı ve kışın sona ermesiyle özdeşleştirilir.

Türk kültürü ile beraber Arap, Fars, Moğol, Grek vb. pek çok kültürde rastlanan cemre inanışı, günümüzde halen sürüyor.

İlk cemre, Şubat’ın ilk haftasında havayı; ikinci cemre, ikinci haftasında suyu; üçüncü cemre ise üçüncü haftasında toprağı ısıtır. Bu dönemlerde, 19 Şubat ile 6 Mart tarihleri arasında, birer hafta aralıklarla yaşanan bu sıcaklık yükselişleri, baharın müjdecisi olarak kabul edilir ve yeryüzünün ısınmasını temsil eder.

Havaya düşen cemre ile göçmen kuşlar görülmeye başlar, suya düşen cemre balıkları hareketlendirir ve toprağa düşen cemrenin de topraktaki canlıların uyanmasını sağladığına inanılır.

İklim krizi döneminde cemre düşmesi

Ancak küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği, cemreler takvimine göre ‘düşse’de, mevsimlerin kaymasına, yağışlı ve kurak geçen mevsim motiflerinin değişmesine yol açtı.

Geçen ocak ayı, Türkiye’deki en sıcak ocak ayı oldu. Özellikle Marmara, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi‘nde sıcaklıkların yüksekliği dikkat çekerken, halen kar yağışı almamış iller ve bölgeler var. Hayvanların kış uykusu rutini bozuldu, kış uykusuna geçemeyen ayıların görüntüleri sık sık sık medyada yer aldı. Üreticiler mevsimlerin kayması, yağış rejiminin bozulması nedeniyle ya kuraklık ya da beklenmedik dönemlerde gelen aşırı yağışların yol açtığı seller nedeniyle rekolte kaybı yaşadı.

2024’ün Ocak ayı, dünyada da kaydedilen en sıcak ocak olarak kayıtlara geçti

“2023 Küresel İklim Bulguları”na göre, 2023 yılı da şimdiye dek kaydedilmiş en sıcak yıl olarak tarihe geçti.

İkinci cemrenin suya düşmesi sevinçle karşılansa da insanların fosil yakıtları yakmayı kesin olarak terk etmediği ve iklime döngülerini korumak için fırsat vermediği sürece, cemrelerin takvim yapraklarında kalması işten bile değil.

 

Almanya’da toplu taşıma çalışanları ile iklim aktivistleri ittifak kararı aldı

Almanya‘nın dört bir yanındaki toplu taşıma çalışanları, önümüzdeki cuma günü ülke çapında kolektif bir grev ve iklim protestosuyla sonuçlanan bir haftalık grev eylemi için iklim aktivistleriyle güçlerini birleştirme kararı aldı.

Avrupa’nın en büyük sendikalarından biri olan ve Almanya’daki toplu taşıma çalışanlarının çoğunluğunu temsil eden Verdi, gençlerin öncülüğündeki Fridays for Future ile işbirliği yapmayı kararlaştırdı. Her iki grup da iklim kriziyle mücadelede toplu taşımaya daha fazla yatırım gerektirdiğini savunuyor.

Daha önce ulaştırma işçileri ve aktivistler sıklıkla karşı karşıya geliyordu.

#WirFahrenZusammen” (Birlikte ilerliyoruz) sloganıyla başlatılan yeni ittifak,  hedeflerine yönelik halk desteğini artırmak istiyor. Tren makinistlerinin geçen haftalarda  birkaç gün süren grevi ekonomiye tahmini 1 milyar Euro’ya (860 milyon £) mal olmuş ve halktan hatırı sayılır bir destek almıştı.

‘İklim değişikliğiyle mücadelede toplu taşıma önemli bir kaldıraç’

Bavyera hariç tüm Alman eyaletlerini kapsayacak eylemler, 130 belediye ulaşım kuruluşundan 90.000 işçiyi kapsayacak ve daha iyi çalışma koşulları, daha yüksek ücret ve 2030 yılına kadar mevcut kapasitenin iki katına çıkarılması için yaklaşık 100 milyar Euro tutarında yatırım talep edecek. “Sosyal adalet” çağrısında bulunan organizatörler, ulaşım alanında dönüşümü ve sürdürülebilir bir ulaşım politikasını savunuyor ve bunun için daha çok siyasi irade ve gerekli finansman taahhüdünde bulunulmasını istiyor.

Otobüs ve tren işçilerini temsil eden Verdi’den Andreas Schackert, Guardian‘a bazı yerel ulaşım hizmetlerinin işçi eksikliği nedeniyle çökmenin eşiğinde olduğunu ve bunun Almanya’nın karbon emisyonlarını azaltma kabiliyeti üzerinde zincirleme bir etkisi olacağını söyledi: “Toplu taşıma, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir kaldıraçtır.”

Alman Ulaştırma Şirketleri Birliği‘ne göre, toplu taşıma sektöründe kronik personel eksikliğinin üstesinden gelmek için önümüzdeki altı yıl içinde 110.000 ilave işçiye ihtiyaç duyuluyor ve mevcut çalışanlar arasında yüksek düzeyde stres ve tükenmişlik olduğu rapor ediliyor.

Fridays for Future Almanya’dan Darya Sotoodeh , “Buna karşı koymak için çalışma koşulları ve ücretlerin büyük ölçüde iyileştirilmesi gerekiyor. Toplu taşımacılığın genişletilmesi, özellikle yerel toplu taşımadaki emisyonların azaltılabilmesi için bu, belirleyici bir faktör” diye konuştu.

Sotoodeh, sektördeki işlerin çekiciliğinin artması gereken bir dönemde taşımacılık şirketlerinin iyileştirme aramak yerine işçi ücretlerini düşük tutmaya çalıştığını da ekledi.

Otobüs şöförü: Artık gururlu bir iklim aktivistiyim

İki örgüt geçen yıl kasıtlı olarak çakışan grevler düzenlemişti, ancak ilk kez resmi olarak ortak bir eylemi koordine ediyorlar.

Son 16 yıldır grevlere katılan Berlinli otobüs şoförü Matthias Kureck, bir zamanlar ittifaka şüpheyle yaklaştığını ancak grupların ortak hedeflerini anladıktan sonra artık “gururlu bir iklim aktivisti” olduğunu belirtti:

“Otobüs şoförleri ve iklim aktivistleri ilk bakışta müttefik gibi görünmeyebilir. Aslında sık sık birbirimize karşıyız ama aslında pek çok ortak noktamız var. İklim hedeflerimize ulaşmak ve çalışma koşullarımızı iyileştirmek için toplu taşımamız için uygun finansmana ihtiyacımız var. Birlikte mücadele ettiğimizde çok daha güçlüyüz. Artık gururla söyleyebilirim ki ben de bir iklim aktivistiyim.”

AB, çevre suçlarına 10 yıl hapis cezası getiriyor

Avrupa Birliği (AB), ciddi “çevresel zarar vakalarını” suç kapsamında değerlendirecek.  Habitat kaybı ve yasadışı kesim de dahil olmak üzere ekosistem tahribatı, AB’nin güncellenmiş çevre suçları direktifi uyarınca daha ağır cezalar ve hapis cezalarıyla cezalandırılacak.

Avrupa Parlamentosu, ülkelerin kasım ayında anlaşmaya varmasının ardından daha sert bir direktifi bugün (27 Şubat) oylayacak. Üye devletlerin bunu ulusal kanunlarına dahil etmeleri için iki yılı olacak.

Avrupa Komisyonu, 5 Aralık Çarşamba günü, çevre suçlarına karşı en fazla 10 yıl hapis cezası da dahil olmak üzere daha sert cezalar verilmesini ve AB’nin çevre suçları direktifinin kapsamının yasa dışı kereste ticareti gibi yeni alanları kapsayacak şekilde genişletilmesini önermişti. Komisyon, “çevre suçu”nu,  uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı ve sahtecilikten sonra dünyadaki dördüncü en büyük suç faaliyeti olarak değerlendirmişti.

Söz konusu suçlar arasında atık ve yaban hayatı türlerinin yasa dışı ticareti, kirlilik suçları ve tehlikeli maddelerin yasa dışı ticareti yer alıyor ve bunlar şu anda 2008 Çevre Suçları Direktifi kapsamına giriyor.

Avrupa tarihinde yeni bir sayfa

Euronews’e konuşan Fransız avukat ve Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı grubunun Avrupa Parlamentosu üyesi Marie Toussaint‘e göre, AB, “dünyanın en iddialı yasalarından birini” kabul ediyor: “Yeni direktif, ekosistemlere ve dolayısıyla insan sağlığına zarar verenlere karşı koruma sağlayarak Avrupa tarihinde yeni bir sayfa açıyor. Bu, Avrupa’da çok önemli ve acil olan çevresel cezasızlığın sona erdirilmesi anlamına geliyor.”

Mevcut AB mevzuatı ve ulusal mevzuatlar, cezalar sınırlı ve yaptırımlar düşük olduğu için kişileri ve şirketleri çevre suçu işlemekten caydırmıyor. Avrupa Çevre Ofisi , Avrupa’da çevre suçlarıyla mücadeleye ilişkin raporunda , eski yönetmelikte açıkça tarif edilmediği için, yasadışı avlanma, korunan alanlarda tarımsal-endüstriyel kirlilik yaratma, karbon piyasası dolandırıcılığı gibi pek çok suçun cezasız kaldığına dikkat çekiyor.

Çarşamba günü öneriyi sunan AB çevre komiseri Virginijus Sinkevičius, kanunları çiğneyenlerin cezasız kalabileceğini ve kanuna uymak için çok az teşvik bulunduğunu söyledi: “Çevresel suçların mağdursuz olmadığı konusunda açık olmalıyız. Sadece ekosistemlere değil aynı zamanda insanların sağlığına da uzun vadede geri dönüşü olmayan zararlar verebilirler. Çevresel hukukun üstünlüğünü güçlendirecek, çevre suçlarına ilişkin yeni bir yönerge önererek bunu değiştirmek istiyoruz.”

Direktifin kapsamı, yasadışı kereste ticareti, gemi geri dönüşümü, su çıkarılması, ozon tahribatı  gibi faaliyetleri de kapsayacak şekilde genişletildi. Ancak balıkçılıktan, gelişmekte olan ülkelere zehirli atık ihracatı veya karbon piyasası dolandırıcılığından söz edilmiyor. Teklif aynı zamanda ciddi çevre suçları için AB çapında asgari cezayı da belirliyor. Buna, suçun ölüme veya ciddi yaralanmaya yol açması muhtemel veya neden olmuşsa en az 10 yıl hapis cezası ve şirketler için küresel cironun yüzde 5’ine kadar mali ceza da dahil.

Toussaint, “Çevre suçları küresel ekonomiden iki ila üç kat daha hızlı büyüyor ve birkaç yıl içinde dünyanın dördüncü en büyük suç sektörü haline geldi” dedi.

‘Ekokırım’la karşılaştırılabilecek çevre suçları

Güncellenen direktif, “çevre katliamı” kelimesine doğrudan yer vermese de giriş kısmında “çevre kıyımı ile karşılaştırılabilecek vakalara” atıfta bulunuyor.

Ekolojik kıyım, “bu eylemlerin çevreye ciddi, yaygın veya uzun vadeli zarar verme ihtimalinin yüksek olduğu bilgisi dahilinde işlenen yasa dışı veya ahlaksız eylemler” olarak tanımlanıyor. Terim, 2021 yılında dünyanın dört bir yanından 12 avukat tarafından formüle edilmiş ve Stop Ecocide International tarafından sunulmuştu.  Geçen yıl da Parlamento, çevre katliamının AB hukukuna dahil edilmesini önermişti.

Teklif aynı zamanda doğayı savunarak hayatlarını riske atabilecek çevre aktivistlerine de destek sağlıyor ve AB ülkelerinin çevre suçlarını bildirenlere yardım etme yükümlülüklerini getiriyor.

Avrupa Halk Partisi (Hıristiyan Demokratlar) Grubu’ndan Hollandalı milletvekili Avukat Antonius Manders, değişiklikleri son derece umut verici olarak nitelendirdi: “CEO’lar para cezası riskiyle karşı karşıya kalabilirler ancak kişisel olarak müdahil olmak istemiyorlar. Asla hapse girmek istemiyorlar.”

Önceki AB çevre suçları direktifi ve üye devlet yasalarının çoğu uyarınca, çevre suçları yalnızca hukuka aykırılık söz konusu olduğunda cezalandırılabiliyordu; ancak bir işletme izin koşullarını yerine getirdiği sürece, eylemleri hukuka aykırı sayılmayacaktı.

İki yıllık geçiş süreci

Üye devletlerin revize edilen direktifi ulusal hukuklarında uygulamak için iki yılı olacak.

AB sınırları dışında birlik şirketleri adına işlenen suçların yeni direktif kapsamına girip girmeyeceği, henüz AB tarafından üzerinde anlaşmaya varılmadığı için üye devletlerin sorumluluğunda olacak .

 

İş işten geçtikten sonra: Ayder’in koruma statüsünü düşüren kararın yürütmesi durduruldu

Rize‘nin Çamlıhemşin ilçesinde bulunan Ayder Yaylası’nın koruma statüsünün değiştirilmesine karşı yapılan itirazı görüşen mahkeme, “yürütmeyi durdurma” kararı verdi.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı,  “Ayder Yaylası Doğal Sit” alanının koruma statüsünü 4 Kasım 2022’de “Doğal Sit-Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı” olarak tescil etmişti. Böylece bölge “turizm ve yerleşimlere izin veren alanlar” sınıfına dahil edildi. Bakanlığın yaylada yapılaşmayı artıracağı belirtilen tesciline ilişkin “olur”u ise yargıya taşındı.

Birgün‘ün aktardığına göre, Rize İdare Mahkemesi’nde görülen dava için istenen 25 Aralık 2023 tarihli bilirkişi raporunda, “statü değişikliğinin kamu yararı taşımadığına ve bölgede yapılaşmayı artıracağına” dikkat çekildi.

İdare Mahkemesi, 49 yurttaşın açtığı davada, “İşlemin uygulanması halinde, yapılaşma işlemlerine başlanabilecek olması nedeniyle telafisi güç zararların doğacağı açıktır” diyerek ‘yürütmeyi durdurma kararı’ verdi. 9 Şubat tarihinde oybirliğiyle alınan kararda, statü değişikliğinin yol açacağı sorunlar şöyle özetlendi:

‘Telafisi imkansız zarar verecek’

“Ayder Yaylası’nda hidrojeolojik açıdan ortaya çıkacak sorunlar ise belirsiz. Statü değişikliği jeoturizmi olumsuz etkileyecek. Yapılaşma dünya çapındaki nadir doğal yapısına, hayvan popülasyonlarına zarar verecek. Ekosistem ve faunayı olumsuz etkileyecek. Statü değişikliği bölgedeki konaklama, alışveriş yeri, lokanta ve otopark sayısını artıracak. Mevcut karayolunu genişletme ihtiyacı doğuracak, daha fazla katı atık ve atıksuyu üretimine neden olacak. Bu durum doğal yapının bozulmasına yol açacak. Yapılaşmanın yayılması, doğal değerlerin zarar görmesine ve sürdürülebilir turizm açısından da olumsuzluklara sebep olacak.”

Yaylada “kaçak yapılaşmanın önüne geçilmesi” vaadiyle 2019 yılında TOKİ eliyle başlatılan kentsel dönüşüm ise sürüyor. Parsel bazında imar planları yapılan Ayder’de son olarak kamusal işlevi olan alanda otel için imar planı değişikliği yapılmıştı. Mahkeme, burası için de yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Davanın avukatlarından İbrahim Demirci, sit değişikliğiyle yaylayı kapsayan ve içinde ormanlık alanlar ve daha yüksek kotlardaki yaylaların güzergahı bulunan büyük bir bölgenin yapılaşmaya açıldığını söyledi. “TOKİ, koruma statülerini düşürüp, alanı genişletmek istiyor” diyen Demirci, ardında da imar planı  ile Ayder’i ve Milli Park içerisindeki diğer alanlarının yapılaşmaya açılamak istendiğini kaydetti.

Almanya’nın en büyük ısıtıcı firması fosil yakıtı tamamen bıraktı

Almanya’daki en büyük ısıtma tesisatı firması Thermondo, fosil yakıtların neden olduğu çevresel zararları azaltma ve iklim krizine karşı etkili önlemler alma amacıyla önemli bir karar ald ve fosil yakıtlara dayanan ısıtıcıları satmayacağını bildirdi. Artık tamamen ısı pompaları, fotovoltaikler ve iklim açısından nötr teknolojilere odaklanacağını açıklayan firma, 2023 yazında mazotlu ısıtıcıları da ürün yelpazesinden çıkarmıştı.

Frankfurter Rundschau’nun aktardığına göre Thermondo’nun fosil yakıtlara dayalı ısıtma sistemlerinin satışını ve kurulumunu tamamen sonlandırdığını duyuran kararı, özellikle Avrupa‘daki enerji krizi ve sürdürülebilir enerji kaynaklarına olan ihtiyacın artması bağlamında büyük bir önem taşıyor. Thermondo’nun bu adımı, Almanya’da yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırmak ve karbon emisyonlarını azaltmak için atılan somut adımlardan biri olarak görülüyor.

Thermondo, 2023 yazında mazotlu ısıtıcıları ürün yelpazesinden çıkararak, tamamen ısı pompaları, fotovoltaik sistemler ve iklim açısından nötr teknolojilere odaklanma kararı aldı. Bu, fosil yakıtlara dayalı enerji kullanımını azaltma ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını artırma yönündeki genel eğilimle uyumlu bir adım.

IMF Başkanı: Fosil yakıtlara sağlanan sübvansiyonları iklim mücadelesi için kullanın
AB, 2040’a kadar ısınmada fosil yakıtları kaldıracak

Thermondo’nun bu stratejik değişikliği, Alman Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı Robert Habeck‘in fosil yakıtlardan uzaklaşma ve yenilenebilir enerji kaynaklarını teşvik etme politikalarıyla da uyumlu. Habeck bu gelişmeyi, Almanya’nın iklim hedeflerine ulaşmasında önemli bir adım olarak nitelendiriyor.

Savaş ve enerji krizinin etkileri sürüyor

Almanya’da 2023 yılında ısıtma teknolojileri alanında yaşanan büyüme, Thermondo gibi firmaların yenilikçi adımlarıyla daha da ivme kazanıyor. Alman Isıtma Sanayi Federal Birliği (BDH) tarafından yapılan açıklamaya göre, ülkede satılan ısı üretici sayısı bir önceki yıla göre yüzde 34 artarak 1,3 milyon adede ulaştı. Aynı zamanda Rusya-Ukrayna savaşı sonrası yaşanan enerji krizi de, ülkede alternatif ısıtma sistemlerine olan talebi arttırmıştı.

enerji
Ember: AB enerji krizine rağmen yenilenebilir enerjide dönüm noktasına ulaştı

Enerji krizi, Avrupa genelinde enerji güvenliğini sağlama ve enerji tedarikindeki riskleri azaltma ihtiyacını ön plana çıkardı. Bu durum, Almanya gibi ülkelerde yenilenebilir enerji kaynaklarına ve enerji verimliliğine yatırım yapma gerekliliğini daha da güçlendirdi.

Thermondo’nun fosil yakıtlardan tamamen uzaklaşma kararı, iklim krizinin etkileriyle mücadelede atılan önemli adımlardan biri. Bu kararın aynı zamanda Almanya’nın 2050 yılına kadar net sıfır karbon emisyonu hedefine ulaşma yolunda önemli bir gelişme olarak görüldüğü ifade ediliyor.

Ekoloji örgütleri İliç’teki faciayla ilgili suç duyurusunda bulundu

Erzincan, İliç‘teki Anagold Madencilik‘in Çöpler Altın Madeni’nde gerçekleşen yığın liç kayması sonrası Türkiye’nin dört bir yanından faciaya ilişkin suç duyuruları yapıldı.

Muğla‘dan Hatay‘a, İstanbul‘dan Adana‘ya kadar ekoloji toplulukları bulundukları illerin adliyelerine giderek suç duyurusunda bulundu.

Suç duyurusu metninde şirketin işlediği suçlara şöyle işaret edildi:

“Şüpheli Anagold Madencilik San.ve Tic.A.Ş. tarafından işletilen Çöpler
Altın Madeni işletmesinde yığın liç sahasının kayması/çökmesi ve geniş bir alana yayılması sonucu;

1- Çok sayıda insanı öldürme (TCK madde 81, 85/2),

2-‘İnsan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıklarla’ çevreyi kasten kirletme (TCK madde 18/4,5),

3-Görevi kötüye kullanma (Kamu görevlileri yönünden) (TCK madde 257)

4-Tespit edilecek diğer suçlar”

‘İliç’te ekokırım suçu işlendi

Konuya ilişkin yapılan basın açıklamasında ise şu ifadelere yer verildi:

“İliç’te ekokırım suçu işlenmiştir. Yaptığımız suç duyurusu ile, İliç’te yaşanan, telafisi mümkün olmayan ağır doğa tahribatının, bir çevre felaketi değil “ekokırım suçu” olduğunu vurgulamak isteriz.

Ekokırım, doğanın katledilmesi, gelecek kuşakları da etkileyecek şekilde, ağır ve telafisi mümkün olmayan doğa tahribatı, yani ekolojik yıkımdır. Böylesi büyük ölçekte doğa tahribatına sebep olan ‘kasıtlı fiiller’ ise ekokırım suçudur. Bu bağlamda, İliç’te yaşananlar kesinlikle ‘ihmal suçu’ değildir.

Öngörüldüğü, uyarıldığı, ölçümlendiği, verileri sunulduğu halde, sonucu bilinerek yapılan bu kasıtlı fiiler, ihmal edildi denilerek geçiştirilemez veya örtbas edilemez. Su döngüsü marifetiyle, Fırat Havzası’nın tamamına yayılmasına uzmanlar tarafından kesin gözüyle bakılan bu ‘sınır ötesi doğa tahribatı’, yani ekolojik yıkım, hava küre, yer küre ve su küreyi, çok ağır ve geniş ölçekte kirletmiş, gelecek kuşakların sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını ellerinden almıştır.

Başka bir deyişle, İliç altın madeninden yayılan tehlikeli atıklar, hem coğrafi bakımdan sınır ötesine taşan, hem de o coğrafyada yaşayan tüm canlılığı tehdit eden, ‘devasa ölçekli bir suç mahalli‘ haline insan eliyle dönüştürülmüştür. Ekokırım suçu günümüzde, dünyanın bildiği, tartıştığı, hem ulusal hem de uluslararası yasalara dahil ettiği bir suçtur. Yaşam alanlarımızı yok eden kişi, kurum, anlayış ve uygulamalara karşı, doğa ve insan türü, bu günkü değerler ve yetersiz hukuki tedbirler düşünüldüğünde savunmasızdır. Bu gün olduğu gibi ‘kasten işlenmiş suçlar karşısında hiçbir sorumluluk almayan yetkililer’ çıkmazından kurtulmak ve tıpkı ekosistemin kendisi gibi bütüncül bir bakış açısıyla, canlı ve/veya cansız, doğayı oluşturan tüm unsurların haklarını korumak için yine hukuğa güveniyoruz. Bu amaçla, sokaktaki yurttaşlardan 28 bin ıslak imza toplayarak sunduğumuz Ekokırım Yasa Teklifinin 5 Ocak 2024 tarihinden beri tüm vekillerin masasında olduğunu buradan duyururuz.

Eğer vekiller, gelecekte, İliç gibi büyük ekokırımlardan ülkemizi korumak istiyorlarsa, dünyanın bu konuda aldığı önlemleri yerine getirir ve ekokırımın suç olarak ceza hukumuzda yer alması için gereken Meclis oturumlarını başlatırlar.”

 

 

[Yeşil Tarifler] Şifa niyetine pratik antivirüs küpleri

Yeşil Tarifler‘de bugünün tarifi, kış aylarının belalısı soğuk algınlığı ve türevlerine karşı bünyenizi savunacak antivirüs küpleri. Her derde deva bu küpleri hazırlamak ise düşündüğünüzden çok daha kısa sürecek.

Fırsat bulduğunuz en ufak bir aralıkta bile rahatlıkla hazırlayabilir, sonrasında sıcak suya hazırladığınız küplerden sadece bir tanesini atarak ihtiyacınız olan tüm vitamin ve takviyeleri bu tarifimizde bulabilirsiniz.

Soğuk kış günlerinde sıkı giyinmeyi, beraber hazırladığımız antivirüs küplerini tüketmeyi unutmayın! Afiyet olsun.

Marmaris Kent Konseyi raporladı: Karacasöğüt’te arkeolojik alan tahrip ediliyor

Marmaris‘in Karacasöğüt Koyu‘nda, Global Marin Sportif Denizcilik Turizm ve Ticaret A.Ş. tarafından planlanan “Yat Yanaşma İskelesi ve Turizm Konaklama Tesisi” projesine dair ‘ÇED gerekli değildir’ kararına karşı açılan dava kapsamında, bilirkişi keşfi gerçekleştirildi. Uzmanlar, bölgedeki arkeolojik sit alanının tahrip edildiğini ortaya koydu.

24 Şubat’ta, Muğla 2. İdare Mahkemesi Başkanı ve 9 kişilik bilirkişi heyeti eşliğinde yapılan keşifte, davacı ve davalı taraf vekilleri, Karacasöğüt sakinleri ve yurttaşlar yer aldı. Global Marin’in projesinin tamamı 1. derece arkeolojik sit alanında yer almasına rağmen, mahkeme “ÇED gerekli değildir” kararı konusunda ısrar etti. Bu bölge, daha önce MUÇEV Marina için verilen ÇED olumlu kararının, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‘na aykırılık nedeniyle iptal edildiği bir alan.

karacasöğüt

Karacasöğüt’te tarihi eserler dekorasyon malzemesi olarak kullanılıyor

Yapılan keşif sırasında, Global Marin A.Ş. tarafından işletilen yelken okulunun yüzer iskelesine 40 adet teknenin bağlı olduğu ve bölgeden çıkarılan tarihi eserlerin dekorasyon ve yapı malzemesi olarak kullanıldığı tespit edildi. Gönüllülerin ilettiği fotoğraflar, projenin gerçekleştirildiği alanın, henüz kazı çalışmaları yapılmamış Amnistos antik kentinin önemli bir parçası olduğunu ve açık hava müzesine dönüştüğünü gösteriyor. Bölge, aynı zamanda Gökova Körfezi‘nin canlılığını oluşturan faunanın ve floranın üreme ve çoğalma alanı olarak da öne çıkıyor.

Karacasöğüt’te tescilli koruma altındaki alanda inşaat girişimi: Şirket, belediye ve kolluk el ele
Karacasöğüt’te Akdeniz’in rahmini öldürecek projeye ÇED olumlu: Bu karar çürümüş kurumların ayıbı

Marina büyütme talebi ve bu talebe verilen “ÇED gerekli değildir” kararının iptali için devam eden yasal sürecin, 2002’de başlatılan yelken okulu faaliyetiyle ilişkili olduğu belirtiliyor. İmar affı kapsamında yararlandırılan yapılar ve iskeleye bağlı 40 adet yatın durumu, koruma altındaki bölgelerde imar affının uygulanmaması gerektiğine dair Danıştay kararına rağmen soru işaretleri yaratıyor. Keşif sırasında, şirketin ormanlık ve arkeolojik alanı tahrip ettiği de tespit edildi.

karacasöğüt

Marmaris Kent Konseyi, idari mahkemeye sunulacak bilirkişi raporunun tüm bu konulara açıklık getireceğini ve kararın kamu yararını gözeterek alınmasını beklediğini belirtti. Bölgenin doğal ve tarihi mirasının korunarak gelecek nesillere aktarılmasının önemi vurgulandı.

Karacasöğüt
Karacasöğüt’teki mühürlenmiş iskeleye Ağaoğlu ‘demirledi’

İliçli yurttaş: ‘Kanadalılar kazanacak diye zehirlenip ölecek mi çoluğumuz çocuğumuz’

ERZİNCAN –  İliç’te Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Çöpler Altın Madeni‘nde meydana gelen yığın liç kayması, bölgedeki vatandaşları yedikleri, içtikleri her gıda ve içecekten, soludukları havaya kadar endişeye sürüklüyor.

İliç’e bağlı Doğanköy‘de tanıştığımız Neriman Kaş, suyla, havayla, sütle, peynirle ilgili endişelerini sıralarken altın madeninin Sabırlı köyünün yanı başında inşa ettiği siyanürlü atık havuzunun yakınına gittiği bir günden bir anısını da paylaşıyor:

“Bu kadar zehir bu. O ne oluyor; doğaya yayılıyor, havaya yayılıyor. Yazık günah değil mi bize? Millet, Kanadalılar para kazanacak diye biz burada zehirlenip ölecek mi çoluğumuz çocuğumuz!”

İliçli çoban: Ben öldükten sonra hapse girsem ne olacak!
İliçli teyzeler anlatıyor: Kanadalı kim ki ben bir şey diyebileyim, Türkiye bile değil
İliç, Anagold’un ‘nüfusuna kaydedilmiş’
İliçli yurttaş yığının altında kalanlar için ağıt yaktı: Feryadı bizde kaldı
İliç’te köylüler evinde akan sudan tedirgin: Kuşlar öldü o kadar…
[Bir konu/k] Av. Arif Ali Cangı İliç’teki denetim sürecini anlattı: Harcı öde, ruhsatı al, doğayı katlet
AKP’yle birlikte büyüyen facia: İliç’teki tek zehir, siyanür değil
İliç’teki altın madeninde kayan siyanürlü yığının iki kattan fazla artması istenmişti