Ana Sayfa Blog Sayfa 1847

Türkiye’nin ‘tasarruf’ açmazı

2018’den beri yoğunlaşan ekonomik sorunların üzerine Merkez Bankası’nın 22 Ekim 2020 Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında beklentilerin aksine faiz artışı yapmaması ve uluslararası ilişkilerde daha da gerginleşen ortam nedeniyle son hafta içerisinde döviz kurları yine aldı başını gidiyor. Maaşlarımızı dövizle almasak da satın almak durumunda olduğumuz birçok mal ve hizmetin fiyatı döviz kurlarından doğrudan etkileniyor. Dolayısıyla, döviz kurları arttıkça bu ülkenin bireyleri olarak dibe çökmeye devam ediyoruz.  Kimimiz daha az, bazılarımız daha çok ama hepimiz fakirleşiyoruz!

Bu hafta, ekonomik sorunlarımızın temelinde yatan önemli başlıklardan birisine, tasarruf oranına bakmak istiyorum. Türkiye, çok uzun yıllardır yeterince tasarruf etmeyen, edemeyen bir ekonomi. Ekonomi ölçeğinde bakıldığında tasarrufu bireyler, devlet ve özel sektör/şirketler yapar. Her üç birim için de tasarruf, gelirin cari dönemde harcanmayıp, ileriki yıllara aktarılan kısmını ifade eder. Elbette tasarruf edebilmeniz için yeterince geliriniz olmalıdır. Birey açısından bakarsak, İstanbul’da oturan, 2000TL kira ödeyen bir çocuklu bir aile ayda 4000TL kazanıyorsa, tasarruf edebilir mi? Dolayısıyla, tasarruf gelirin bir fonksiyonudur ve gelir arttıkça tasarruf oranı da artar. Bu da bizi ülkenin temel sorunlarından birisine, yani ülkenin gelir seviyesinin düşük ve gelir dağılımının bozuk olması olgusuna götürür. (Bu yazıyı geçen haftalarda yazdığım “Gelir Dağılımında Korkutan Uçurum” başlıklı yazımla birlikte okumanızı öneririm.) Sadece gelir düzeyi değil, ülkedeki istikrar ortamı, enflasyon ve faiz oranları seviyesi gibi faktörler de tasarruf yapma eğilimini ve biçimini etkiler.

Tasarruf-yatırım-büyüme

Tasarruf, ülkenin yatırım, yani büyüme kapasitesini etkilediği için çok önemli. Büyümek için yatırım yapmaya, yatırım için de tasarrufa gereksinim var. Aşağıdaki iki tablo tasarruf oranlarına ilişkin karşılaştırmalı bilgi veriyor. Türkiye’nin tasarruf oranı (yeni seri) 2010-18 döneminde yıllık ortalama yüzde 24 seviyesinde. Bu oran, geleneksel olarak yüksek tasarruf eğilimi olan Asya ülkelerine göre düşük olmakla beraber gelişmiş ekonomilere ve Güney Amerika ülkelerine göre daha iyi seviyede.

Tabloların ortaya serdiği bir diğer olgu ise tasarruf ve yatırım oranlarıyla ilgili. Yandaki ikinci tabloda görüldüğü üzere 2010-2018 döneminde Türkiye’nin ortalama tasarruf oranı yüzde 24 iken, ortalama yatırım oranı yüzde 29.2 olmuş. Bu rakamlar bize,  yaptığımız yatırımların yurt içi  tasarruflardan 5 puan daha yüksek olduğunu, bunun da yurt dışı kaynaklardan sağlandığını ifade ediyor.

Özellikle yeni seri esas alındığında Türkiye’nin tasarruf oranı çok düşük sayılmaz, ama çok yüksek de değil. Bu tasarruf oranıyla ekonomi her sene yüzde 2-3 büyüyebilir. Ama biz daha hızlı büyümek istiyoruz. Hem nüfus artışının üzerinde büyüyebilmek, hem de biraz kaybettiğimiz yılların acısını çıkarmak için. Bazen de uzun vadedeki maliyetine bakmaksızın iktidarlara seçim kazandırmak üzere.

İşte yüzde 5-7 büyümek istediğimiz böyle dönemlerde ekonomiyi canlandıracak yatırımlar için içerideki tasarruflar yetmiyor ve dışarıdan borç almamız, yani başkalarının tasarruflarını kullanmamız gerekiyor. Yukarıdaki tabloda bu durum açık bir şekilde görülüyor. Bu fazla yatırım, dışarıdan sağlanan kaynakla yapılabiliyor. Ülke içerisinde yeterince tasarruf olmayınca aşağı yukarı 30 yıldır yabancı ülkelerden aldığımız borçlarla yatırım yapıp, büyümeye çabalıyoruz. İşte cari açık denilen sorun da buradan kaynaklanıyor: Tasarruf açığımızı kapatmak için dışarıdan aldığımız borçlar. Ama bugünlerde borç da alamıyoruz çünkü Türkiye yabancı yatırımcıların gözünde güvenilir bir yatırım limanı olmaktan çıktı.

Türkiye’de tasarrufun geleneksel ve modern araçları

Türk toplumu uzun yıllardır tasarruflarını altın olarak ve bankalarda mevduat şeklinde değerlendiriyor. Altın, özellikle kırsal kesimde başta kadınlar olmak üzere insanların tarihin çok eski dönemlerinden beri başvurduğu bir tasarruf aracı. Bankalar ise çok uzun süredir faaliyette ve mevduat hesapları en geleneksel tasarruf yöntemlerinden birisi. Bankaların vatandaşın en kolay ulaşabildiği tasarruf ve güven kurumları olmaları da bunu kolaylaştırıyor. 1960’lardan itibaren şehirleşmenin ve arazi spekülasyonunun artmasıyla birlikte gayrımenkul de tasarrufların yatırım amaçlı olarak yönlendirildiği bir alan oldu.

Tasarruf açığının çok uzun süredir farkında olan değişik hükümetler son 40 yılda çeşitli ilave adımlar atarak tasarruf oranını artırmaya çalıştılar. 1980’lerin başında, hemen bankerler krizinin ardından Sermaye Piyasasının kurulmasıyla hisse senetleri ve tahvil gibi borçlanma araçları başta olmak üzere yeni mali araçlar yaratılarak bankacılık sistemine ilave bir tasarruf alanı daha yaratıldı. 1980’li yıllarda Özal Hükümetinin yaptığı ilk değişikliklerden birisi de Türk vatandaşlarının döviz bulundurması ve dövize yatırım yapmalarına imkan veren düzenlemeler oldu. Bu liberalleşmeyle birlikte tasarruf araçları listesine döviz de eklendi.

1989’da çıkarılan Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Karar ile yapılan değişiklikle ise yabancıların Türkiye’ye serbestçe portföy (finansal) yatırımları yapmalarının yolu açıldı.  Bu sayede Türkiye’nin başka ülkelerin tasarruflarını kullanması mümkün oldu. Tasarruf cephesinde atılan son önemli adım ise 2003 ve 2012 yıllarında yapılan iki temel Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) düzenlemesi oldu. BES ile bireylere özel emeklilik hesabı açma imkanı verilerek ve teşvik sağlanarak ülkede tasarruflar artırılmaya çalışıldı.

Yukarıda özetlediğim son derece önemli adımlar Türkiye’de tasarruf oranlarının artmasına ciddi bir katkıda bulundu mu? Cevap ne yazık ki olumsuz. Aşağıdaki tablo bunu açıkça ortaya seriyor. 1985-1998 yılları arasında göreli bir artış var ama bunca yeni tasarruf aracı ilave edilmesine rağmen ülkenin tasarruf oranı uzun vadede artmadığı gibi özellikle 2000’li yıllarda daha da azalıyor çünkü yurt dışından gelen para bolluğuna rağmen Türkiye tasarrufu biraz daha unutmayı ve tüketim toplumu olmayı tercih ediyor!

Bir önemli nokta daha var. Tasarrufların yatırıma dönüşmesi ve ülkenin büyümesine katkıda bulunması için yastık altında değil başta bankalar olmak üzere mali kuruluşlarda tutulması, özetle “sistem içerisinde” olması gerekiyor. Ancak bu sayede bu tasarrufların yatırımcılara kredi olarak verilmesi ve ekonominin büyümesine katkıda bulunması mümkün olabilir. Oysa halkın tasarrufunu yönlendirdiği milyarlarca dolarlık altın ve dövizin başta güven eksikliği ve kayıt içine girme endişesi olmak üzere çeşitli nedenlerle sistem dışında tutulduğu biliniyor. Örneğin yastık altı altın için 100-200 milyar dolarlık tahminler var. Bu tasarruflar sisteme gelmediği zaman ekonominin büyümesine de katkıda bulunamıyor. Altın sertifikaları ve hesapları yoluyla bunlar sisteme çekilmeye çalışıldı ama sonuç maalesef çok başarılı değil. Gayrımenkul de yatırımlara ve büyümeye çok sınırlı katkı sağlayan bir tasarruf aracı.

Tasarrufu artırmazsak…

Tasarruf düzeyimizi artıramazsak daha uzun yıllar boyunca “gelişmekte olan ülkeler” kategorisinde yer almaya, hatta bu kategorinin de alt tarafına doğru yol almaya devam ederiz. Pekiyi tasarrufu nasıl artıracağız?

Önce ülkede siyasi ve ekonomik istikrar ve öngörülebilirlik olacak. Sonra sürdürülebilir büyüme ve artan gelir düzeyine doğru yol alacağız. Bu arada tasarrufu özendirici, tüketimin cazibesini azaltıcı adımlar atacağız…ki bu döngü bozulmasın ve ülke ekonomisi büyümeye devam etsin. Bu arada dışarıdan gelen paraları da inşaata değil, sadece üretici yatırımlara yönlendireceğiz. Ya da bu kadar zahmete girmeyip, “hayat kısa, carpe diem” diyeceğiz! Tercih bizim.

 

30 yılda tarih boyunca salınan CO2’den fazlasını saldık. İşte sorumlusu üç sebep

Eric Holthaus‘un bu yazısı The Correspondent‘ın internet sitesinde yayımlandı ve Özge Atılgan tarafından Açık Radyo ve Yeşil Gazete için Türkçeleştirildi.

*

Bu yıl, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) dünyanın bilim camiasının küresel ısıtma konusundaki ilk kapsamlı incelemesi olan raporunu yayınlamasının 30’uncu yıl dönümü. Fakat geçen 30 yıl boyunca, insanlık gezegene, kendisinden önceki tüm yüzyılların toplamında verilenden daha fazla zarar verdi.

Doğru okudunuz. Dünya, sanayi devriminin ortaya çıkışından 1990 yılına kadar, insan faaliyetlerinden kaynaklı 784 milyar ton karbon dioksit üretti. 1990 sonrasında, bunun üzerine 831 milyar ton daha ekledik. Buna paralel olarak, tam da ABD’de çığır açan Nesli Tehlikede Olan Türler Yasası‘nın çıkması zamanına rastlayan 1970’ten bu yana, tüm dünyanın hayvan popülasyonunun yüzde 68’i yok oldu.

Eski tas eski hamam devam eden fosil yakıt tüketiminin ve üretiminin, ormansızlaşmanın, çimento üretiminin ve endüstriyel tarımın bizi ekolojik çöküşe götürdüğü gerçeği hiç bu kadar net olmamıştı. Ve biz bu sorunu sadece sürekli artan oranda kötüleştiriyoruz.

Peki bu nasıl oldu?

Cristina de Middel ve Bruno Morais

Tüm hikâyeyi anlatmak koca bir kitaba ancak sığar, fakat kısa versiyonu oldukça basit: zengin insanların daha fazla zengin olmak için yarattıkları sistem işe yaradı. Biraz daha uzun versiyonu ise, aşağıda üç kısa bölümde anlatılıyor. Anlatması zor olmayan, fakat duyması oldukça zor olan bir hikâye bu.

Ekonomi antropolojisti ve The Correspondent yazarı Jason Hickel’in Eylül’de yayınladığı bir analizde, “aşırı” karbon emisyonu (yani, 350 ppm “güvenli seviyesi”ni korumak için gerekli kişi başına sınırın üzerindeki karbon emisyonları) göz önüne alındığında, tehlikeli bir şekilde hızlanan iklim değişikliğinin neredeyse tüm suçlusunun zengin ülkeler olduğu tespit ediliyor.

ABD, Kanada, Avrupa, Israil, Avustralya, Yeni Zelanda ve Japonya birlikte, 350ppm’in ötesinde gerçekleşen ısıtmanın, sıkı durun, yüzde 92’sinden sorumlu. ABD yalnız başına bunun yüzde 40’ından sorumlu.

Gezegen için distopya, kapitalist için ütopya

Bu çok büyük bir sürpriz değil. Yüzyıllar boyunca bu ülkeler servetlerini sömürgecilik üzerinden var ettiler ve iklim aciliyetinin yükünü en çok taşıyanlar sömürgecilikten en çok etkilenen halklar ve bölgeler. Bu ülkeler, dünyanın topraklarını, okyanuslarını ve ekosistemlerini kolonize ederek, atmosferi de kolonize etmiş oldular.

Batılılaşmış ekonomik büyümenin tamamı sömürü, çıkarma (ekstraksiyon) ve emperyalizm – ve çoğunlukla da fosil yakıtlar üzerine inşa edilmiştir. Batı hegemonyasında durumu iyi olan ülkeler dahi yıkıcı tesisler üzerine kurulu toplumlara sahiptir. Örneğin Norveç modeli sosyalizminin neredeyse tamamı petrol parası üzerine kuruludur.

Bu tasarım gereği böyledir. İklim değişikliği, gezegenimiz için distopya iken aynı zamanda kapitalist bir ütopyadır. Ve kapitalizmin liderleri bunun olmasını istemişlerdir.

Cristina de Middel ve Bruno Morais

Bölüm 1: İklim eylemsizliğini şekillendiren dört lider

Clinton, Bush ve Obama dünyayı iklim başarısızlığına nasıl hazırladı? Ve Trump bunu bugüne kadar nasıl devam ettirdi?

En çok hasarın meydana geldiği dönem boyunca, iklim değişikliğinin tarihsel olarak en büyük sorumlusu olan ülkenin liderleri olarak, başkanlar Bill Clinton (1993-2001), George W Bush (2001-2009), Barack Obama (2009-2017) ve Donald Trump (2017-halen) belki de iklim aciliyetinden en çok sorumlu olan dört kişidir.

Tarihsel bakış açımızdan, bu kişiler status quo’ya yatırım yapan ve uzun vadeli hayatta kalma yerine kısa vadeli düşünmeye öncelik veren bir sisteme başkanlık eden liderlerdir.

Clinton dönemi

Bill Clinton ve onun yardımcısı Al Gore, fosil yakıt endüstrisi ile doğrudan yüzleşmek yerine, piyasa temelli önlemlere ve teknoloji yatırımlarına odaklanarak bu otuz yılın gidişatını belirlemiştir.

Milenyum (ve başkanlığı) yaklaştıkça ABD, sera gazını 1990’lardaki seviyesinde tutma yönündeki gönüllü hedefini dahi gerçekleştirmede başarısız olmuştur.

Bush dönemi

Cristina de Middel ve Bruno Morais

Ardından George W. Bush, ilk icraatlarından biri olarak Paris iklim sözleşmesinin selefi olan Kyoto Protokolü‘nden geri çekildi. Eski bir petrol adamı olarak sistematik bir şekilde iklim değişikliği biliminin altını oydu ve dezenformasyon ve geciktirme kampanyaları yürüttü.

Bunlardan birinde bir petrol endüstrisi avukatını bilimsel raporların satırlarını editlemek ve sonuçları olduğundan daha az net göstermek için Beyaz Ev’in kilit bir görevine atadı.

Obama dönemi

İkinci döneminin büyük çoğunluğunu iklim değişikliğine adayan Barack Obama, konu fosil yakıt endüstrisine geldiğinde “yukarıdakilerin tümü” politikasını izledi ve “enerji bağımsızlığı” adı altında, ABD’nin net ihraç eden petrol üreticisi olarak geri dönüşüne başkanlık etti.

Görevi bırakmasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen, ABD petrol endüstrisinin büyük ölçüde gelişmesindeki rolü hakkında övünmeye devam etti. Yakın zamanda kamuya açık olarak verdiği mesajlar ise acı verecek derecede az ve gecikmiş.

Trump dönemi

Şimdi ise Donald Trump, dünyanın tek iklim inkarcısı olan devlet lideri, ABD’yi dünyanın en büyük petrol üreticisi yaparak ve aynı zamanda 150 çevre düzenlemesini elimine ederek ya da azaltarak Obama’nın mirasını daha da ileri götürüyor.

Son zamanlarda yayınlanan bir rapora göre, sadece bu geriye gidişler tek başına önümüzdeki 15 yıl boyunca atmosfere 1,8 milyar ton karbon dioksit ekleyecek. Kendisinden önce gelen ABD başkanları olmasaydı Trump’un bunları gerçekleştirmesi mümkün olmazdı.

Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, bu dört başkanın iklim üzerindeki etkisi basit: Bilim bu konuda uzun zamandır çok net olmasına rağmen, ABD karbon emisyonları aslında 1990’dan beri artmaya devam etti.

Cristina de Middel ve Bruno Morais

Bölüm 2: Aşırı tüketimin normalleşmesi

Evet, soyadınız Bezos veya Branson değil ise, muhtemelen gezegende sizden daha büyük karbon ayak izine sahip birisi vardır. Bununla birlikte, büyük ihtimalle, benim de olduğum gibi, sizler de küresel servetin yüzde 10’unu oluşturan grubun içindesiniz, ya da en azından buna yakınsınız. Oxfam’ın yeni raporuna göre, bu küresel yüzde 10 – yani yılda 38 bin $’ın üzerinde kazananlar – geçtiğimiz 30 yıldaki toplam emisyonun yarısından fazlasından sorumlu.

Burada belirtmek gerekir ki, aşırı tüketim, sistematik bir problem ve bireysel katılımcılar üzerinden yürütülen iklim suçluluğu konsepti, suçu kendilerinden uzaklaştırmak için, kısmen petrol endüstrileri tarafından üretilmiştir.

Karbon ayak izi tabi ki önemli, fakat en önemlisi, kişisel kazançları için savurgan yaşam tarzlarını teşvik eden fosil yakıt ekonomilerimizi tasarlayan birkaç firmayı doğrudan desteklemek için boşa harcanan trilyonlarca dolarlık kamu yardımlarıdır.

Cristina de Middel ve Bruno Morais

İklim ayrımcılığı

Bu lüks emisyonların birçoğu ulaşım için harcanmış durumda – uçak ve araç yolculuğu – ki bunlar dünyadaki insanların büyük çoğunluğu için sık yapılması çok pahalı olan faaliyetler.

Bunun kısaltılmış ifadesi “iklim ayrıcalığı”dır (climate privilege) ve bu da bu sistemin ilk başta ortaya çıkmasına yardımcı olan sistematik ırkçılıktan başka bir şey değildir.

Son 30 yılda Çin’in izlediği yol bunu çok iyi örnekliyor. Bu zaman diliminin ilk üçte ikisi olan 1990 – 2010 arasında Çin’in emisyonlarındaki hızlı artış küresel emisyon büyümesinde en önemli faktör olmuştu. Bu artışın bir kısmı ABD, Avrupa ve diğer zengin tüketicilere yapılan ihracatlar kaynaklıydı, fakat büyük bir kısmı ise inşa edilen büyük şehirler ve Çin halkını yoksulluktan kurtarmak için gerçekleştirilmişti. Emisyonların zirve yaptığı 2008’de ise, Çin’in ihracatına gömülü olan emisyonlar ülke çapındaki toplamının sadece üçte birine tekabül ediyordu.

O zamandan bu yana, Çin’in kişi başına düşen emisyonu küresel ortalamanın üzerinde bir artış gösterdi ve Çin’deki zengin bireyler de tıpkı ABD ve Avrupa’daki zenginler gibi hava ulaşımı ve lüks tüketim modelini benimsemeye başladılar.

Cristina de Middel ve Bruno Morais

Yakın bir zaman önce, Çin’in 2060 yılında sıfır karbon olma vaadi, uluslararası iklim aktivistleri tarafından övgüyle karşılandı. Tıpkı Biden’ın 2050 itibariyle sıfır karbon ABD için çalışma vaadi veya Avrupa’nın 2050 itibariyle sıfır karbon olmasını emreden kanunu gibi.

Fakat bu hedefler halen çok uzak ve aynı ölçüde iddialı, hızla değişen bilimle temellenmiş kısa vadeli kararlarla desteklenmeye muhtaç. Çin vatandaşları değişim talep ettiler ve hükümetleri, sonunda onları gerekli ölçüde dinlemeye başlamış görünüyor.

Bölüm 3: Organize inkâr ve geciktirme

Son olarak belirtmeliyiz ki, karbon emisyonumuzu düşürmek yerine artıran şey, muazzam bir iklim inkâr ve geciktirme stratejisidir. Fosil yakıt endüstrisi onlarca yıldır, iklim değişikliği gerçekleri hakkında insanları kandıran reklamlar yaratmaları için – aynı zamanda The New York Times ve The Washington Post gibi büyük yayıncıların da pazarlama firmaları olan – firmaları kullanmışlardır.

Harvard’lı tarihçi Naomi Oreskes’in tabiriyle, bu “şüphe tacirleri” öyle etkin olmuşlardır ki, zaman akıp gittikçe, iklim şüphecilerine yanlış bir şekilde eşit muamele eden makalelerin sayısı artmış ve bu grubun stratejileri medyanın kendi içine de sızmıştır.

Son zamanlarda iklim biliminin inkârı iklim etkisinin de inkarının yolunu açmıştır. Hatta daha net bir ifadeyle, sonra derece tehlikeli olan iklim değişikliğinin önlenmesinin, bugün IPCC’nin de gerekli olduğunu söylediği, “toplumun her alanında geniş kapsamlı ve örneği görülmemiş” bir dönüşümle mümkün olduğunun da inkarına yol açmıştır.

Bizler bunun yerine dört çekerlerimizi (SUV’lar) kıyamete doğru sürmeye devam edeceğiz – ki bu durumda şu an bildiğimiz hayatı korumamız için nasıl bir dönüştürücü değişimin gerekli olacağını bir düşünün.

Cristina de Middel ve Bruno Morais

Zenginler kaçış kapsüllerine bindiler

Sonuç olarak, kademeli ufak değişimlerin savunuculuğunu yapmanın pratik etkisi, kalan zamanımızda bu problemi düzeltmekteki tek ümidimizin büyük çapta yapılacak değişimlerde olduğu gerçeğini ertelemiş olmaktır. İklim hareketini geciktirmek, sadece zararlı hayat tarzlarını korumayı tercih edenlerimizin işine yarar.

Çizgi roman yazarı Douglas Rushkoff’un iddia ettiği gibi, zenginler bizi arkada bırakmayı planladılar ve şimdi kaçış kapsüllerine bindiler bile. Küresel perspektifte, bazen kaçış kapsülünün içinde olanlar bizlerizdir.

Son 30 yılın bizi getirdiği yer

Tür olarak, iklim değişikliğinin yarattığı tehdidi görmezden gelecek konforlu cehalet duvarını çoktan aştık. Bu bir suçlama ya da yargılama değil, bir gerçek. Dünyada iklim değişikliği gerçeği ve sonuçları kendisi için hep çok net olmuş yüz milyonlarca kişi var.

30 yılın sonrasında, iklim değişikliğinin hikayesini çok iyi biliyoruz.
Aynı tas aynı hamam hikayesi şöyle başlar. İşler kötü. Aslında, düşündüğünüzden de kötü. Fakat biraz daha fazla güneş panelimiz olursa dünyayı kurtarabiliriz.

Radikal olmak için daha iyi bir sebep olabilir mi?

Neredeyse hiç tekrarlanmayan sözler ise bu problemi çözmek için gerekli olanlar hakkında en çok bilgiye sahip bilim insanlarının sözleri. Öyle bir noktaya geldik ki, hayal edilebilecek en radikal değişim bile bize ekosistemimizi korumada sadece yazı tura atmak kadar şans verecek. Radikal olmak için daha iyi bir sebep olabilir mi?

Yeni deliller, gezegenimizin onlarca milyon yıldır hiç bu kadar hızlı ısınmadığını gösteriyor. Bilerek problemi daha kötüleştirmeye devam edersek neler olacağını tam olarak bildiğimizi düşünüyorsak kendimizi kandırıyoruz. Mümkün olan en direkt ifade ile: iklim değişikliği türümüzün daha önce hiç karşılaşmadığı, benzersiz bir varoluş tehdididir.

Dünyayı kurtarmak için kar amaçlı model işe yaramayacak çünkü iktidardaki kişilerin amacı “dünyayı kurtarmak” değil. Onların tek amacı, sonlu bir gezegende sonsuz büyüme.

O zaman bu yolda devam edersek oyunun sonu ne? Güneş sistemini lüks içinde gezebilecek, aşırı zengin olan birkaç kişi için, Elon Musk stili bir hayatta kalma düzeni.

Veya, devrim.

Atık ithalatında kota ve biyokütle olarak araba lastiği

Geçtiğimiz hafta içerisinde organizatörlüğünü #breakfreefromplastic, Rethink Plastic, Carbon Market Watch, CIEL, Environmental Investigation Agency, GAIA, Heinrich Böll Stiftung ve Zero Waste Europe’un yaptığı ve teması plastiğin öyküsünü yeniden yazmak olan bir online konferans gerçekleştirildi.

Konusunda uzman birçok katılımcının olduğu konferansta Avrupa Komisyonundan da katılımcılar AB’nin plastik konusuna yaklaşımını anlattılar.  Benim de çöp ithalatı seksiyonunda konuşmacı olduğum bu toplantıda varılan ortak kanı plastiğin artık bir mucize olmaktan çıktığını ve yarattığı sorunların ortadan kaldırılması için artık bir değil birden çok mucizeye ihtiyaç duyan bir şeye dönüştüğüydü.

Çöp ticareti çevre suçudur

Konuşmacı olarak katıldığım kısımda da çöp ticaretinin gün geçtikçe daha fazla kriminal bir mevzuya dönüştüğü ve çözümün ithal edilen çöp miktarının kontrolünde değil, ithal edilen çöpün içeriğine odaklanmakta yattığı konusu ön plana çıktı. Bu bağlamda Türkiye’nin kota uygulamasının pek faydalı bir uygulama olamayacağı, çünkü kotanın belirleyicisi olan kapasite raporunun işletme beyanına göre oldukça fazla değişiklik gösterebildiği üzerinde duruldu. Çözümün çöpün ülkeler arası hareketliliğinde değil, üretildiği ülkede icabına bakılmasında olduğu da ortaya çıkan diğer sonuçlardan biriydi. Buna rağmen yasa yapıcıların bu duruma yanaşmak istemediğini ve bunu da yapılması gerekenin etrafında dolaşan düzenlemeler yaparak gösterdiklerini söylemekte yarar var. Tıpkı bizim de yaptığımız gibi, kendi çöpümüzle baş edemiyorken başka ülkelerin çöplerini almak için kırk takla atan tüccarları gözeten değişiklikler yaptığımız gibi. İşte bu çabalar ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir.

Buradan tekrarlamakta fayda var. Daha önce %80’e indirilen çöp ithalatı meselesi nasıl ki çöp miktarında bir azalma meydana getiremediyse, %50’ye indirmek de kayda değer bir değişim meydana getirmeyecektir. Çare başka ülkelerin çöpünü almaktan vazgeçmekte yatmaktadır. Zaten Türkiye olarak iştahı kabarık olan çöp endüstrisine yetecek kadar yerli ve milli çöpü üretiyoruz. Çünkü Avrupa’nın en fazla çöp üreten 3’üncü  ülkesiyiz. Çöp tüccarları çöpten bir şeyler elde etmeye çok niyetlilerse, yerli ve milli çöpümüzü kullanmayı deneyebilirler. 

Araç lastiğinden ‘biyokütle’ olmaz 

Çöp ticareti çevre suçu olmaya devam ederken bu sırada başka absürdlükler de olmuyor değil. Son zamanlarda oldukça fazla tartışma koparan ve çoğunluğu madencilik ve enerji üretim faaliyetlerini içeren bir torba yasa önerisi gündemde. İşin madencilik ve enerji üretim kısmındaki kötülükleri uzmanları yeterince dile getiriyor. Ancak arada göze çarpan başka bir gariplik daha var.

Biyokütleden enerji üretimini yenilenebilir enerji üretimi kapsamına alan değişiklik kısmında biyokütle tanımı içerisine her nasıl olmuşsa araç lastiklerinin işlenmesi sonucu ortaya çıkan atıklar da eklenmiş. Üstelik bu atıklardan enerji üretenlere de yenilenebilir enerji destekleri kapsamında destek de verileceği belirtilmiş.

Öncelikle ortalama lise biyoloji bilgisine sahip kimseler bile lastikle ilgili herhangi bir atığın biyolojik bir kütle olarak değerlendirilemeyeceğini bilir. Ancak muhtemelen bu öneriyi yapan her kimse biyoloji bilgisine başvurmayı pek aklına getirmemiş. Yoksa bu kadar bariz ve komik bir hatanın yapılmasına imkan yok. Lastik yakılarak enerji üretimi uygulaması yaygınlaştırılırsa işte o zaman soluduğunuz havanın artık hava olmayacağını bilmeniz gerekiyor. Unutmayın tüccarların ve endüstrinin para kazanmaktan başka dertleri yok. Bu işi yaparken çevre ve insan sağlığını dikkate alacaklarını sanmayın. 

Arshak Makichyan: The authorities in Russia are afraid of free people [Climate Generation-13]

Arshak Makichyan is a 26 year old violinist, climate activist and one of the coordinators of Fridays for Future Russia.

Russia, being the world’s fourth-largest greenhouse gas emitter, has tough protest laws and people’s general apathy towards activism that puts Arshak in a very vulnerable situation in his pursuit to pressure Russia on climate crisis.

I had the chance to meet Arshak in person last December at COP 25 in Madrid. Despite the police, Arshak has been continuing his climate strikes. And everyday passing day with more and more people…

‘For the first few weeks I wasn’t taken seriously’

Atlas: How or when did your interest in climate change first begin, and what sparked that interest? What is your government’s perception of climate activists?

Arshak: I read about the Greta climate strike in November 2018, before that I didn’t know that climate change was a threat to our future. I became interested in this topic and started reading various articles…and it was strange to me that this topic was not discussed in Russia at all.

In March 2019, I started going on strikes every Friday, and since the laws in our country very often do not work and the government is opposed to activism, I was afraid that I would be arrested. But for the first few weeks I wasn’t taken seriously, and every week I had more and more international support, as I posted photos from the strikes on Twitter, and it was already difficult to arrest me without an international scandal.

‘We had to organize queues for single strikes’

When the movement started to grow, we were often illegally denied permission for mass pickets, so we had to organize queues for single strikes. Russia does not yet have the same culture of activism as many other countries, and it was difficult to be a climate activist in a country where the media was either silent on this topic or lied.

Now the situation has started to change and it is difficult to deny, even in Russia, that the climate is changing. Our movement is not so big yet, but despite the fact that we are not many, we find ways to influence the situation. We don’t have marches for ten thousand people, because people are afraid to protest, but this is just the beginning. I hope that there will be more of us soon and we will be able to go to protests together.

‘Authorities afraid of free people’

You have been interrogated, taken into custody and arrested for your peaceful protests along your climate activism. Why can you not protest peacefully in Russia? And what was it like going through all that?

The authorities in Russia are afraid of free people. Oil companies in Russia are owned by the government – they are afraid of the truth.
It was very scary and unpleasant to live with a sense of fear and wait for the trial, but it is even more scary to live and not be sure – do we have a future?

I was only arrested for 6 days – it could have been worse. And after this experience, I became stronger and I am very grateful to those activists who came out to the Russian embassies all around the world to support me. Because of these people, I probably haven’t been jailed for a long time yet.

If you had a platform to call on the politicians around the world, what would you say?

I do not know. It seems to me that politicians understand everything, but still decide to continue to do nothing – and each of them finds different excuses for this. They will only join us when there are even more people behind us, and you can only talk to them from a position of strength. In any case, in countries like Russia, where there are no (or they do not work) many democratic institutions and authorities are not interested in the future of ordinary people.

And I would remind the leaders of developed (and democratical) countries that this is a global crisis and we need a just transition not only in developed countries. if you support fossil fuel companies in Russia, then help us with the transition to renewable energy.

‘I don’t feel alone’

Do you get support for your activism from your family, friends or school?

My parents initially did not support me, because they are afraid that I will be arrested or something worse will happen. My friends supported me, but they didn’t really understand what I’m doing…but over the past year, I’ve made a lot of friends who are climate activists, and I don’t feel alone.

They didn’t support me much at the University, but I’ve already finished my studies and it’s not so important. It is quite difficult to find a job that can be combined with activism (full time activism), so I now work as a courier. It’s sad, but now many people have a difficult situation in life. We need to get through these difficult times and not give up.

It’s not easy to change the rules and norms – but when the norm is crisis, then there is no choice.

Despite a rash of media attention and record-breaking climate protests, the United Nations talks in September 2019 were largely considered a failure, with no new pledges from major emitters. What, if anything, do you think will actually incite change?

Our protests affect the situation, the main thing is to continue public pressure. Politicians are watching us and waiting for us to stop, but we’re not going to sacrifice our future, are we? A lot has changed this year, even in Russia, the environment/climate are starting to be taken more seriously, and if we achieve real changes on one continent (Europe or the US or whatever), it will affect others – we live in a global world.

We ask for a lot of things – life is difficult, but we have no choice, and in the end, in any case, we will achieve our goal. We have already changed the climate debate, and what happens next depends on our actions. It’s not easy to change the rules and norms – but when the norm is crisis, then there is no choice.

‘We still have a lot of work to do’

What do you think is the cause of such lack of action on addressing climate change?

The fight for climate and ecology is now more than just a fight for nature. this is an existential crisis. Many people understand what is happening, but do not want to admit it, because they will have to change a lot. But there is now an independent climate movement that fights for these changes. Changing everything – from business to culture to habits.

We are ready to make sacrifices. And people are slowly starting to wake up. We still have a lot of work to do, and the climate crisis is already happening, but we must unite and become stronger to fight for the future of every person, animal or plant.

Who are the people you respect and listen to on climate change?

I listen to scientists, but in Russia they are often forced to lie and they depend on the state. I listen and trust activists and my friends. But first of all, I trust logic and my eyes, and scientific facts. You can see what’s going on, it’s obvious that we’re doing something wrong, just look out the window. Now the question is no longer who do you believe, but how can you help solve problems?

‘Economy is so dependent on oil’

What are the specific things you would like to see action taken on, and by whom?

I am afraid of the lack of alternatives in Russia. we do not develop renewable energy at all, the state supports fossil fuel companies. We are demanding a Green course with various NGOs, but they are not listening to us yet. If there was more pressure on the Russian government on these issues from politicians from other countries, it might help, I think.

It’s scary when the world is changing and your country’s economy is so dependent on oil. In addition to the climate crisis, we will also have an economic crisis in a couple of years if we don’t start changing.

Where would you like to see the youth climate strikes go next?

I hope we can get back on the streets soon. And, of course, we need to make more connections with each other and try to understand better, be smarter and stronger.

I do not know what exactly we will need to do, since everything is changing very quickly, but the most important thing is to remain honest with yourself and unite people behind scientific facts. No matter what your political views are, we all live on the same planet.

Arshak Makichyan: Rusya’daki yetkililer özgür insanlardan korkuyor [İklim kuşağı-13]

Arshak Makichyan, 26 yaşında bir viyolonist, iklim aktivisti ve Fridays for Future Rusya’nın koordinatörlerinden biri. Eylemlerini sürdürdüğü Rusya ise dünyanın en büyük dördüncü sera gazı salımını gerçekleştiriyor.

Üstelik, hükümetinin iklim krizi konusunda tutumuna baskı yaratma arayışında olan Arshak’ı çok savunmasız bir duruma sokan sert protesto yasalarına ve insanların aktivizme karşı genel bir ilgisizliğine sahip.

Geçtiğimiz Aralık ayında Arshak ile COP25 için gittiğimiz Madrid’de tanışma fırsatı buldum. Arshak, polisin engellemelerine karşı iklim grevlerine devam ediyor. Hem de her geçen gün daha fazla sayıda kişiyle birlikte…

‘İlk birkaç hafta ciddiye alınmadım’

Atlas Sarrafoğlu: İklim değişikliğine olan ilgin ilk olarak nasıl ve ne zaman başladı ve bu ilgini tetikleyen neydi? Hükümetinin iklim aktivistleri hakkındaki algısı nedir?

Arshak Makichyan: Kasım 2018’de Greta‘nın iklim grevini öğrendim, daha önce iklim değişikliğinin geleceğimiz için bir tehdit olduğunu bilmiyordum. Bu konuyla ilgilenmeye başladım ve çeşitli makaleler okumaya başladım… Ve bu konunun Rusya’da hiç tartışılmaması bana garip geldi.

Mart 2019’da her Cuma grev yapmaya başladım ve ülkemizde yasalar çok sık işlemediği ve hükümet aktivizme karşı olduğu için tutuklanacağımdan korktum. Ancak ilk birkaç hafta ciddiye alınmadım ve her hafta, Twitter’daki grevlerin fotoğraflarını yayınladığım için daha fazla uluslararası destek aldım, artık uluslararası bir skandal olmadan beni tutuklamaları zaten zordu.

‘Kuyruğa girerek tek kişilik grev düzenledik’

Hareket büyümeye başladığında, yasadışı bir şekilde toplu grevlere izin verilmiyordu, bu yüzden kuyruğa girerek tek kişilik grevler düzenlemek zorunda kaldık. Rusya henüz diğer ülkeler gibi aynı aktivizm kültürüne sahip değil ve medyanın bu konuda sessiz kaldığı veya yalan söylediği bir ülkede iklim aktivisti olmak zor.

Şimdi durum değişmeye başladı ve Rusya’da bile iklimin değiştiğini inkar etmek zor. Hareketimiz henüz çok büyük değil, ancak çok kişi olmamamıza rağmen bu durumu etkilemenin yollarını buluyoruz. 10 bin kişilik yürüyüşümüz yok, çünkü insanlar protesto etmekten korkuyor, ama bu sadece başlangıç. Umarım yakında daha çoğumuz olur ve birlikte protestolara gidebiliriz.

‘Yetkililer özgür insanlardan korkuyor’

İklim aktivizmin boyunca barışçıl protestoların nedeniyle sorguya çekildin, gözaltına alındın ve tutuklandın. Neden Rusya’da barışçıl bir şekilde protesto yapamıyorsunuz? Ve tüm bunları yaşamak nasıldı?

Rusya’daki yetkililer özgür insanlardan korkuyor. Rusya’daki petrol şirketleri devlete ait, bu yüzden gerçeklerden korkarlar. Korku duygusuyla yaşamak ve duruşmayı beklemek çok korkutucu ve tatsızdı, ama “Bir geleceğimiz var mı?” sorusuyla yaşamak ve emin olmamak daha da korkutucu.

Sadece altı gün tutuklu kaldım – daha kötü olabilirdi. Ve bu deneyimden sonra güçlendim, dünyanın dört bir yanındaki Rus büyükelçiliklerine bana destek olmak için gelen aktivistlere minnettarım. Bu insanlar yüzünden, muhtemelen uzun süredir hapse girmiyorum.

Dünya politikacılarına çağrı yapmak için bir platformda olsaydın, ne söylemek isterdin?

Bilmiyorum. Bana öyle geliyor ki politikacılar her şeyi anlıyorlar, ancak yine de hiçbir şey yapmamaya karar veriyorlar ve her biri bunun için farklı bahaneler buluyor. Sadece arkamızda daha fazla insan olduğunda bize katılacaklar ve onlarla ancak güçlü bir konumdan konuşabileceğiz. Her halükarda, Rusya gibi demokratik kurumların olmadığı (veya çalışmadığı) ülkelerde pek çok demokratik kurum ve otorite sıradan insanların geleceğiyle ilgilenmiyor.

Gelişmiş (ve demokratik) ülkelerin liderlerine bunun küresel bir kriz olduğunu ve sadece gelişmiş ülkelerde değil, adil bir geçişe ihtiyacımız olduğunu hatırlatırım. Rusya’daki fosil yakıt şirketlerini destekliyorsanız, yenilenebilir enerjiye geçişte bize yardımcı olun.

‘Kendimi artık yalnız hissetmiyorum’

Aktivizmin için ailenden, arkadaşlarından veya okulundan destek alıyor musun?

Ailem başlangıçta beni desteklemedi çünkü tutuklanacağımdan veya daha kötü bir şey olacağından korkuyorlardı. Arkadaşlarım beni desteklediler ama ne yaptığımı gerçekten anlamadılar … ama geçen yıl iklim aktivisti olan birçok arkadaş edindim ve kendimi artık yalnız hissetmiyorum.

Okuduğum üniversite de beni pek desteklemedi, ancak okul hayatımı çoktan bitirdim ve bu o kadar önemli değil. Aktivizmle (tam zamanlı aktivizm) birleştirilebilecek bir iş bulmak oldukça zor, bu yüzden şimdi kurye olarak çalışıyorum. Üzücü ama şimdi birçok insan hayatta zor bir durum yaşıyor. Bu zor zamanları atlatmalı ve pes etmemeliyiz.

Kuralları ve normları değiştirmek kolay değildir – ancak norm kriz olduğunda, seçim yoktur.

Medyanın yoğun ilgisine ve rekor kıran iklim protestolarına rağmen, Eylül 2019’daki Birleşmiş Milletler görüşmeleri büyük ölçüde başarısızlık örneği olarak kabul edildi ve büyük emisyon salıcılardan yeni taahhütler gelmedi. Ne olursa olsun, değişimi gerçekten teşvik edeceğini düşünüyor musun?

Protestolarımız durumu etkiliyor, asıl önemli olan kamuoyu baskısını sürdürmek. Politikacılar bizi izliyor ve durmamızı bekliyor, ama geleceğimizi feda etmeyeceğiz, değil mi? Bu yıl çok şey değişti, Rusya’da bile, çevre/iklim daha yeni ciddiye alınmaya başlıyor ve bir kıtada (Avrupa veya ABD veya her neyse) gerçek değişiklikler elde edersek, küresel çapta diğerlerini de etkileyecek .

Çok şey istiyoruz – hayat zor, ama başka seçeneğimiz yok ve sonunda, her halükarda hedefimize ulaşacağız. İklim tartışmasını zaten değiştirdik ve bundan sonra ne olacağı eylemlerimize bağlı. Kuralları ve normları değiştirmek kolay değildir – ancak norm kriz olduğunda, seçim yoktur.

‘Hala yapacak çok şey var’

İklim değişikliğiyle mücadele konusunda sence bir adım atılmamasının sebebi sence nedir?

İklim ve ekoloji mücadelesi artık doğa için verilen bir savaştan daha fazlasıdır, bu varoluşsal bir krizdir. Pek çok insan ne olduğunu anlıyor, ancak kabul etmek istemiyor çünkü çok fazla değişmeleri gerekecek. Ancak artık bu değişiklikler için mücadele eden bağımsız bir iklim hareketi var. İşten, kültüre ve alışkanlıklara kadar her şeyi değiştiren…

Fedakarlık yapmaya hazırız. Ve insanlar yavaş yavaş uyanmaya başlıyor. Hâlâ yapacak çok işimiz var ve iklim krizi şimdi gerçekleşiyor, ancak her insanın, hayvanın veya bitkinin geleceği için mücadele etmek için birleşip güçlenmeliyiz.

İklim değişikliği konusunda saygı duyduğun ve dinlediğin insanlar kimler?

Bilim insanlarını dinliyorum ama Rusya’da genellikle yalan söylemek zorunda kalıyorlar çünkü devlete bağlılar. Aktivistleri ve arkadaşlarımı dinliyor ve güveniyorum. Ama her şeyden önce mantığa, gözlerime ve bilimsel gerçeklere güveniyorum. Neler olduğunu görebilirsiniz, yanlış bir şeyler yaptığımız açık, sadece pencereden dışarı bakın. Şimdi soru artık kime inandığınız değil, problemleri çözmeye nasıl yardımcı olabilirsiniz?

‘Ekonominin petrole bağlı olması korkutucu’

Eylemin kim tarafından yapıldığını görmek istediğin belirli şeyler nelerdir?

Rusya’da alternatiflerin olmamasından korkuyorum. Hiç yenilenebilir enerji konusunda geliştirme görmüyorum, devlet fosil yakıt şirketlerini destekliyor. Çeşitli STK’lardan Yeşil eğitimler talep ediyoruz, ancak henüz bizi dinlemiyorlar.

Diğer ülkelerden politikacıların bu konularda Rus hükümetine daha fazla baskı yapmasının yardımı olabilir diye düşünüyorum. Dünyanın değişmesi ve ülkenizin ekonomisinin petrole bu kadar bağımlı olması korkutucu. İklim krizine ek olarak, değişmeye başlamazsak birkaç yıl içinde ekonomik kriz de yaşayacağız.

Gençlik iklim grevlerinin nereye gitmesini istersiniz?

Umarım yakında tekrar sokaklara çıkabiliriz. Ve tabii ki birbirimizle daha fazla bağlantı kurmamız ve daha iyi anlamaya, daha akıllı ve daha güçlü olmaya çalışmalıyız.

Her şey çok hızlı değiştiği için tam olarak ne yapmamız gerektiğini bilmiyorum ama en önemli şey kendinize karşı dürüst kalmak ve insanları bilimsel gerçeklerin arkasında birleştirmek. Siyasi görüşleriniz ne olursa olsun, hepimiz aynı gezegende yaşıyoruz.

[Çocuklar için Yeşil Kitaplar] Sonbaharda alev alev yapraklar

Kreşte, anaokulunda çocuklar, ağaçlardan düşen kurumuş yapraklarla elişi yapar. İlk ve ortaokulda ağaçlara tırmanmak, en tepelerine çıkmak için yarışılır. Liselilere gelince, onlar uzak olmayan bir gelecekte altında öpüşme hayaliyle ağacın kabuğuna bir ismin baş harfini ve onu çevreleyen bir kalp kazır gizlice.

En azından eskiden öyleydi. Artık büyüdük ve yetişkinler ağaçları kesip yakmakla meşgul. Geçtiğimiz günlerde Hatay’da kül olan binlerce ağaç, betona yer açmak için sayısız canlının yaşam alanını yok etmekten çekinmediğimiz gibi kendi nefes borularımızı da aynı hoyratlıkla kestiğimizi bir kez daha göz önüne serdi. Arkasında yatana ister ihmalkârlık ister açıkça kasıt deyin ortada hepimize, her şeyden önce de bu beton çöllerini miras bıraktığımız çocuklarımıza karşı işlenen bir suç var ve bu suç bireysel değil toplumsal.

Genç kuşağı ağaçla tanıştırmak

Kısacası günümüzde genç kuşağa ağaç türlerini tanıtmak bile yakıcı siyasal konulara kapı aralayan çetrefilli bir mesele haline geldi. Çünkü bunun için birlikte bahçeye ya da parka çıkmak yetmiyor nicedir. Orada dün gölge veren bugün yok, malum. Türkiye’nin sadece kentteki yeşil alanları değil genel olarak ormanları hızla haritadan silindiğinden piknik yapmaya kıra gidip ağaçlara salıncak kurmak gibi bir alışkanlığımız da kalmadı. Neyse ki hâlâ çocuklarımızı önümüze katıp bir kitapçının yolunu tutabiliyoruz. Şanslıysak, ağaçları konu eden bir çocuk kitabına rastlamamız da mümkün. Mesela, Meav Yayınları’ndan çıkmış Monica Wellington imzalı Yaprak Kitabım’a.

Yazarın (eseri hem yazıp hep resimlediği için aynı zamanda çizerin) isminden de anlaşılacağı üzere söz konusu çeviri bir kaynak. Ne var ki burada tanıtılan ağaçlar sadece belli bir coğrafyaya has değil, aksine dünyanın birçok yerinde rastlanan, bizim ülkemizde de yetişen türler arasından seçilmiş.

Sonbaharda kendine bir Yaprak Kitabı yapma hedefi ve “bakalım ne kadar farklı yaprak bulabilirim” heyecanıyla parka giden küçük başkahramanın bizim ülke çocuklarından şanslı olduğu kesin.  Çünkü daha parka varı varmaz dinozorlarla yaşıt Ginko ya da eserde geçen ismiyle Mağbet ağacıyla ve onun altın sarısından turuncuya dek değişen renklerdeki yelpaze biçimli yapraklarıyla karşılaşıyor. Sırasıyla Akça, Huş, Meşe, Kiraz, Ihlamur ve daha bir dizi ağaçtan düşen yaprakları toplayan küçük çocuk, bunları eve geldikten sonra yaprak kitabım adını verdiği defterine yapıştırıyor. Kimisi kalbe kimisi parmaksız eldivene benzeyen kurumuş yapraklar kolayca kırılabildiğinden bu esnada çok özenli davranıyor. Ardından da yanına, her biri kendine has farklı şekil ve desendeki yapraklarla ilgili bildiği ya da öğrendiği dikkat çekici noktaları not ediyor. Ne de olsa, “Yaprakların şekli, kıvrım ve tırtıkları, damarların modeli ağaçları tanımamız için bize yardımcı olur.”

Bilmek, dokunmaktan geçer

Belki de çocukların ağaçları tanıması, “ağaçları korumak gerekir”  kuru bilgisinden daha önemli. Çünkü özelliklerinden bihaber olduğumuz, merak edip dokunmadığımız, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir şeyle bağ da kuramıyoruz. Acaba, küçüklüğünde bir yaprak kitabı oluşturmuş, içine yapıştırmak için rengârenk yapraklar arasında en ilginç olanlarını aramış, değişik şekil ve desenlerinin gizemini çözmeye çalışmış biri büyüdüğünde ağaçlara kıyar mı? En azından kitaptaki küçük çocuk, kitabı yaprakla dolunca, “Acaba en sevdiğim hangisi?” diye soruyor kendine. Sonunda da “Hepsini seviyorum.” diye karar veriyor.

Tamam, bir kitap, hele de Yaprak Kitabım gibi çok küçük bir yaş grubuna hitap ettiği için ağaçlar hakkında sadece son derece sınırlı bilgiler içeren bir kitap, ağaçların hepsini, çocuklarımızın onları büyüyünce de ne pahasına olursa olsun koruyacak denli sevmesine yetmez kuşkusuz. Ama küçüklükten itibaren ağaçlarla bağ kurar (eserin en sonunda yer alan “Yaprak Projeleri” bunun için birkaç eğlenceli etkinlik de içerdiğini araya sıkıştıralım) onlar hakkında bilgilenirlerse ilerde neyi söküp neyi yakacaklarını bilirler hiç değilse. Ya da tersinden neyi sökmeyip neyi yakmayacaklarını…

Sonbaharın tüm renklerini birleştiren Yaprak Kitabım’ın hedefiyse daha mütevazı. Arka kapağında da belirtildiği gibi kitabın öncelikli amacı genç okurlara ağaçları tanımaları ve kendi yaprak kitaplarını oluşturmaları için ilham vermek. Ve işte bu kadarını başardığını söylemek pekâlâ mümkün.

*

Monica Wellington

Londra’da doğdu, çocukluğu İsviçre ve Almanya’da geçti. Çocuklar için Mr. Cookie Baker ve Apple Farmer Annie gibi pek çok kitap yazıp resimlendirdi. Halen New York’ta yaşıyor, School of  Visual Arts’ta eğitmenliğini sürdürüyor.

Isınan bir gezegenin yıllıkları: İklim değişikliğinin geleceği için üç senaryo 

Yazan: Elizabeth Kolbert

Yeşil Gazete için çeviren: Nilüfer Ağaç

*

Milyonlarca diğer Amerikalı gibi ben de ilk kez 1988 yazında iklim değişiminden haberdar oldum. Yıkıcıydı: Yellowstone Ulusal Parkı alevler içinde kaldı, Mississipi Nehri’nin akışı o kadar düştü ki neredeyse dört bin mavna Memphis’e çekildi ve tarihte ilk kez Harvard Üniversitesi sıcaklık nedeniyle kapatıldı. Washington D.C.’de civa 37 dereceye vurduğunda, o günün öğleden sonrasıydı. Sonrasında NASA’nın Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsünün başına gelen James Hansen, Senato komitesine ‘’sera gazı etkisinin tespit edildiğini ve artık iklimimizi değiştirdiğini‘’ söyledi. Hansen, daha sonra gazetecilere konuşurken bir adım daha ileri  gitti: “Gevelemeyi bırakmanın ve sera gazı etkisinin artık burada olduğuna dair kanıtların gayet güçlü olduğunu söylemenin zamanı geldi.’’

Hansen’in uyarısı kesinlikle ilk değildi. 1965 yılında Başkan Lyndon Johnson’a verilen raporda fosil yakıt kullanımının “insanlar açısından zararlı” olmasının muhtemel olduğunu belirtiyordu. 1979 yılında Enerji Bakanlığı için hazırlanan başka bir rapor sıcaklıktaki nispeten küçük bir artışın bile Batı Antarktika buz örtüsünde nihai “parçalanmaya”sebep olacağını tahmin ediyordu;  süreç küresel deniz seviyelerini 5 metre yükseltebilirdi.

Ayrıca yine 1979’da yayımlanan üçüncü bir raporda, atmosferde birikmiş karbonun iklimi şüphesiz değiştireceğini ve değişimin “göz ardı edilebilir” olmasının imkansız olduğu ifade ediliyordu. Ancak bazı sebeplerden dolayı haziran ayının bunaltıcı öğleden sonrasında Hensen konuştuğunda iklim değişiminin hikayesi yön değiştirdi. Times, makalesini üç sütun manşetle birinci sayfada yayınladı. “Küresel ısınma başladı, uzman senatoya bildirdi”. İzleyen yıl, Bill McKibben, Doğanın Sonu‘nu önce Yansımalar başlığıyla bir makale olarak, daha sonra da uzun versiyonunu kitap şeklinde yayımladı. 

Aradan geçen sürede bu kişinin sözleri önemsenseydi, bugün dünya daha farklı bir yer olabilirdi- sayısız açıdan hesaplanamayacak kadar daha iyi durumda. Onun yerine bu sürede 200 milyar metrik ton karbon atmosfere püskürtüldü. (Bu, kabaca Sanayi Devrimi’nin başladığı günden o güne kadar salınan karbondioksite eşittir.) Bu arada kömür yakan enerji santrallerine, petrol boru hatlarına, gaz hatlarına, sıvı doğalgaz terminallerine ve fosil yakıta ev sahipliği yapan diğer projelere, daha sağlıklı bir dünya inşa edilmek için kullanılabilecek trilyonlarca dolar gömüldü. Bazılarının kabul etmeyi reddetmesine rağmen artık herkesin doğruladığı gibi küresel sıcaklıklar, bunaltıcı 1988 yazının özellikle sıcak olmadığı düzeye kadar yükseldi. Ortalamada 1990’lar 1980’lerden daha sıcaktı, 2000’ler de 1990’lardan sıcaktı ve geçmiş 10 yıl da daha sıcak. Geçtiğimiz beş yılların her biri, kayıtlarda “en sıcaklar” olarak sıralandı. 

‘Bardağı taşıran son noktalar’ 

The New Yorker, iklim değişikliği üzerine düzinelerce çalışma yayımladı. Her biri, bu temel tutarsızlığın “yansımaları” olarak tanımlanabilir. Sonuçları; yükselen deniz seviyeleri, şiddetli kuraklıklar, daha uzun orman yangını sezonları, daha yıkıcı fırtınalar olarak günlük haber haline gelse bile küresel karbon emisyonları yükselmeye devam etti. 2019’da 10 milyar metrik ton ile yeni bir rekora ulaştı. Hindistan’da nerdeyse %2, Çin‘de bundan da fazla arttı.  Amerika Birleşik Devletleri‘nde, aslında %1,5 düşürülmüştü. Ancak Trump yönetimi, 2015 yılında Obama tarafından müzakere edilen Paris İklim Antlaşması’ndan çekildiğini 4 Kasım 2019 tarihinde Birleşmiş Milletler’e bildirdi. Bir sonraki gün ise Dünya Bilim İnsanları Birliği (Alliance of World Scientists) adlı bir grup, 11 bin araştırmacının imzasıyla, “iklim krizinin geldiği ve çoğu bilim insanının beklediğinden hızlı ilerlediği” uyarısıyla bir açıklama yayınlandı.

‘“Özellikle endişe verici” diye devam ediyordu açıklama: “İklimde geri dönüşü olmayan; bardağı taşıran son noktalar, insanların kontrolünün çok ötesinde ‘sera Dünya’ felaketine sebep olacaktır.”

Bugünden 30 yıl sonra Dünya  nasıl görünecek? Rahatsız edici ölçüde, gelecek zaten yazıldı. İklim sisteminde büyük miktarda atalet mevcut. Sonuç olarak, bugüne kadar salınan karbondioksitin tüm etkilerini henüz deneyimlemedik. Önümüzdeki birkaç on yıl içinde ne olursa olsun, buzulların ve buz örtüsünün erimeye devam ederek sıcaklıkların ve deniz seviyelerinin yükselmeye devam etmesi hemen hemen garantili.

Ama bir ölçüde bakış açınıza bağlı olarak -ki bu yüreklendirici ya da korkutucu olabilir- gelecek; sadece önümüzdeki on yıllarda değil, sonraki milenyumlarda da, bugün yürümeye yeni başlayanların yetişkinliğe ulaşmasına kadarki eylemlere dayanacak. Teknik olarak “iklim sistemine  tehlikeli antropojenik müdahale”,  halk dilinde ise “felaket” olarak bilinen ısınma o kadar dramatik ki (Marshall Adaları ve Maldivler gibi) tüm ulusları yok edebilir ve (mercan kayalıkları gibi) tüm ekosistemi tahrip edebilir. Birçok bilimsel çalışma 2 derecelik bir sıcaklık artışının bunu veya daha fazlasını yapabileceğini gösteriyor. Mevcut emisyon oranlarıyla, 1,5 derecelik eşik 10 yıllık zaman diliminde geçilmiş olacak. Duke Üniversitesinde atmosferik bilimci Drew Shindell’in Science’a söylediği gibi: “Eylem penceresinin daha fazla açık kalabileceğini söyleyemeyiz. Şu an oradayız.” 

Üç senaryo

Peki ne kadar sıcak olabilir, başka deyişler işler ne ne kadar kötüye gidebilir? Böyle tahminler yapmanın zorluklarından biri, jeopolitikten jeofiziğe kadar belirsizliklerin bulunmasıdır. (Örneğin hiç kimse “iklim devrilme noktalarının” nerede olduğunu tam olarak bilemiyor. Buna ilişkin ifade edilen üç senaryodan bahsedeceğim.

Birinci senaryoda, hadi buna “mavi gökler” diyelim, dünya sonunda “saçmalamayı bırakmaya” karar verecek ve emisyonları hemen aşağı çekmeye başlayacak. Amerika Birleşik Devletlerinde, Yeşil Yeni Düzen taraftarları, ülke ekonomisinin yüzde yüzünü “temiz, yenilenebilir ve sıfır emisyon enerji kaynaklarına dayandırmak amacıyla on yıllık ulusal seferberlik ilan edilmesini öneriyor. Böyle bir zaman çizelgesi açıkçası fevkalade hırslı, ancak tam da bu nedenle fizibıl olmadığı için değil. Uluslarası Enerji Ajansının (International Energy Agency) bir raporuna göre, açık deniz rüzgar tribünleri mevcut kullanımın iki katı elektrik sağlayabilir ve bazı tahminlere göre Amerika Birleşik Devletlerinin fosil yakıttan kurtarılması on milyonlarca iş yaratabilir.

Küresel düzeyde emisyon eğrisini düzleştirmek bundan biraz daha zorlu bir mücadele. Birçok gelişen ülkenin lideri, daha zengin ülkeler hali hazırda dünyanın karbon bütçesini aştıkları için kendi ülkelerinin karbon temelli yakıtları bırakmaya zorlanmasının adaletsizliğine dikkat çekiyor. Yakın zamanda dünyanın en kalabalık nüfuslu ülkesinin ünvanını Çin’den devralacak Hindistan, elektriğinin dörtte üçünü kömürden elde ediyor ve bu oran, en azından yakın zamana kadar artıyordu. Gelecek on yılda ve sonrasında küresel emisyonların zirve yapacağını tahmin etmek mümkün. (Geçen ay Birleşmiş Milletlerde Çin’in Başkanı Xi Jinping, ülkesinin emisyonlarının 2030 yılı itibariyle zirveye ulaşacağına güvence verdi.) Pandemi sayesinde 2019 ile kıyaslandığında bu yıl dünya genelindeki emisyonların yüzde 5 düşmesi bekleniyor. Bu, 2. Dünya Savaşı’ndan beri, yıldan yıla en büyük düşüş olacak ve bir dönüm noktasına işaret edebilir. Eğer sürdürülebilirse, küresel sıcaklıklardaki artış 2 derecenin altında tutulabilir.

2050 yılında dünya bugünden daha sıcak olacak, ancak daha az kirli, petrol zenginliğine yoğunlaşmaktan biraz daha vazgeçilmiş ve büyük olasılıkla daha adil bir yer olabilir. Yale’in, Ormancılık ve Çevre Çalışmaları Okulundan profesör Narasimha Rao’nın Times’a söylediği gibi, küresel emisyonlardaki önemli kesintilerin, eşitliğe artan ilgi olmadan ne kadar ciddi şekilde gerçekleşeceğini  öngörmek zor.

Alternatif olarak, küresel emisyonlar yüzyılın ortalarına kadar artmaya devam edebilir ve bununla eş zamanlı olarak küresel eşitsizlik de büyür. Bu senaryoda 2050 itibariyle sıcaklıklardaki 2 derece artış tüm niyet ve amaçları kilitleyebilir. Gelişmiş ülkeler denizi engellemek için fırtına dalga bariyerleri inşa edebilir ve mültecileri uzak tutmak için sınır duvarlarını yükseltebilirler. Ayrıca dış mekanları klimatize etmeye başlayabilirler. Bu arada gelişen ülkeler kendilerini savunmaya terk edilebilir.

Küresel iklim değişikliği, küresel çatışmalara yol açabilir

Bir ölçüde, tüm bunlar halihazırda oluyor. 2019 yılında her ikisi de Stanford Üniversitesinden olan Noah Diffenbaugh ve Marshall Burke’nin yayımladığı çalışma, küresel ısınmanın geçmiş elli yılda en az karbon salımı yapan dünyanın bu bölgelerindeki ülkelerin ekonomilerini belki de yüzde 25 oranında yavaşlattığını kaydetti. Yazarlara göre, “yoksul ülkeler enerji tüketiminin faydalarını paylaşmamakla kalmıyor (göreceli anlamda) zengin ülkelerin tüketimiyle halihazırda daha da fakirleşiyor.” Dünya’nın en sıcak ve en zengin ülkelerinden biri olan Katar, futbol stadyumlarını ve açık hava alışveriş merkezlerini klimalarla soğutuyor.

Üçüncü senaryoda küresel ısınma 2050 yılı itibariyle hem yoksul hem de zengin ülkeleri içine çekerek küresel çatışmalar yaratabilir. Bu da, bir ölçüde gerçekleşiyor gibi görünüyor. Önemli bir araştırma grubu, Suriye iç savaşının, en azından kısmen, bir milyondan fazla insanı köylerini terk etmeye zorlayan  kuraklıktan kaynaklandığını öne sürüyor. Yaklaşık 400 binden fazla insanın hayatına mal olan, yaklaşık on yıllık kan banyosu Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye‘yi de içine aldı. Afrika Boynuzu gibi buharlaşmanın yüksek olduğu bölgelere benzer şekilde, Orta Doğu’daki gelecek kuraklıklar, daha şiddetli ve daha uzun süreli olma eğiliminde. Bunun, dünyanın geniş alanlarını istikrarsızlaştırarak Suriye ölçeğinde çatışmalarla kalmayacağı görülüyor. “En sonunda, iklim değişikliği uluslararası politik düzeni ve Amerikan refahının dayandığı küresel ticaret ağını da tehlikeye düşürecek” diye yazan kaynak rekabeti uzmanı ve Hamshire Koleji’nde profesör Michael  Klare şunları dile getiriyor:  “Koşullar kötüleştiğinde, Birleşik Devletler daha tehlikeli bir sonuçla yüzleşebilir: Büyük güçlerin kendi aralarındaki çatışmaya.”

Tüm bu senaryolar gerçekçi ve hoş görünmüyorsa okuyucuları kendilerininkini yazmaya davet ediyorum. İşte bir şart: Senaryolarınız esaslı değişimler içermeli. Bu noktada bozulmayı önleyecek olası bir gelecek yok. Tabiri caizse, iklim değişikliği tarafından tetiklenen Kaliforniya ve Oregon’da bu sonbahardaki korkunç yangınlar dünyanın geleceği noktanın ön gösterimini sunuyor. Texas A&M Üniversitesi’nde atmosfer bilimleri profesörü Andrew Dessler‘in ortaya koyduğu haliyle: “2020 yılındaki iklim felaketlerinden hoşnut olmadıysanız, hayatınızın kalanı için size kötü haberlerim var.”

Milyarlarca insan dramatik şekilde hayat tarzlarını değiştirecek veya dünya çarpıcı biçimde değişecek ya da her ikisinin kombinasyonu olacak. Neredeyse 20 yıl süren, iklim değişikliği üzerine habercilik tecrübem, en uç sonuçların maalesef daha büyük bir olasılık olduğuna beni ikna etti. Uyarılar giderek korkutucu düzeyde artarken ve küresel ısınmanın sonuçları bu kadar açıkken, emisyonlar ancak çok daha hızlı arttı. Koronavirüs vurana kadar iklim değişikliği üzerine Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından çalışılan sözde yolların azamisini izliyorlardı. Eğer bu böyle devam ederse IPCC yüzyıl sonu itibariyle küresel sıcaklıkların neredeyse 4,4 derece  yükseleceğini öngörüyor. Söylemek gerekli ki bu noktada hiçbir düzeyde açık hava kliması etkili olamayacak.

Birkaç yıl önce üzerinde çalıştığım bir video projesi için James Hansen ile röportaj yapmıştım. Hansen,  2013 yılında NASA’dan emekli oldu, ancak iklim değişikliği üzerine konuşmaya devam etti ve Keystone XL boru hattı gibi projeleri protesto ederken tutuklandı. Dünyanın başarısızlığı hakkında lafını hiç esirgemedi. Ona, genç insanlar için mesajını sorduğumda şunları söyledi: “En basit haliyle bu kahrolası karışıklığı bıraktığımız için özür dilerim.”

Bu alıntı, Ecco tarafından basılan “Kırılgan Dünya: İklim Değişimi Üzerine The New Yorker Tarafından Yazı” nın son sözünden yapılmıştır.

Makalenin İngilizce orijinali

İzmir’de enkazdan kurtarma çalışmaları sürüyor: 17 ölü, 763 yaralı

İzmir‘in Seferihisar ilçesinin 17 kilometre açığında meydana gelen deprem sonrasında yıkılan binalarda mahsur kalan vatandaşları kurtarma çalışmaları devam ediyor.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı‘nın (AFAD) saat Cuma gecesi 00.00 sularında yaptığı açıklamaya göre depremde hayatını kaybedenlerin sayısı 17’ye, yaralananların sayısı ise 763’e çıktı.

Yapılan açıklamada deprem şiddeti 6.6 olarak duyuruldu. Kandilli Rasathanesi ise ilk belirlemelerde şiddetin 6.8 olduğunu belirtmiş daha sonra ise bu sayıyı 6.9 olarak güncellemişti.

Bir kişi selde boğularak yaşamını yitirdi

AFAD deprem sonrasında 23’ü 4 şiddetinin üzerinde üzerinde olmak üzere toplamda 211 artçı sarsıntı yaşandığını belirtti. Açıklamada “SAKOM’dan alınan ilk bilgilere göre 1’i boğulma sonucunda olmak üzere toplam 17 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. İzmir’de 702, Manisa’da 5, Balıkesir’de 2 ve Aydın’da 54 kişi olmak üzere toplam 763 vatandaşımız yaralanmıştır.” denildi.

Deprem sonrasında Seferihisar Sığacık‘ta deniz seviyesinde yükselme meydana gelmiş, deniz suları kenti sular altında bırakmıştı. Sığacık Mahallesi Muhtarı Yaşar Keleş taşan suların içerisinde kalan yaşlı bir kadının hayatını kaybettiğini duyurdu. Hayatını kaybeden kişinin kimliği hakkında henüz bilgi paylaşılmadı.

AFAD: 17 binanın dördünde çalışma bitti

Tüm arama kurtarma çalışmalarının devam ettiğini belirten AFAD “Ege Bölgesi genelinde hissedilen deprem sonrasında İzmir ve Aydın başta olmak depremden etkilenen tüm illerde, alan tarama çalışmaları devam etmektedir. Ayrıca TSK tarafından havadan tarama çalışmaları yürütülmektedir” denildi.

Açıklamada “İzmir’de arama kurtarma çalışmaları yürütülen 17 binadan 4 binada çalışmalar tamamlanmış olup; 13 binada çalışmalar devam etmektedir. Söz konusu arama kurtarma çalışmaları için AFAD, JAK, STK’lar ve belediyelerden 3.204 arama kurtarma personeli, 20 arama kurtarma köpeği ile 450 araç görevlendirilmiştir” denildi.

115 sahada elektrik kesintisi

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından yapılan bilgilendirmeye göre İzmir, Muğla ve Aydın illerinde toplam 115 sahada enerji ve 10 sahada ise servis kesintisi bulunuyor.

Telefon şebekesinin de yer yer zayıfladığı bölgede yaşanan kesintilerin giderilmesi için ekiplerin çalışmalarını sürdürdüğü bilgisi paylaşıldı.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez de İzmir’de meydana gelen depremin ardından bakanlığa bağlı ekiplerin bölgeye yönlendirildiğini belirterek “Enerji arzıyla ilgili herhangi bir sıkıntı yaşanmaması için ekiplerimiz sahaya indiler.” açıklamasında bulundu.

Köşger: Bütün binalara ulaştık

İzmir Valisi Yavuz Selim Köşger ise deprem sonrasında enkaz altından şu ana kadar 70 civarında kişinin kurtarıldığını bildirdi.

Köşger “İlçelerimizden sıkıntı intikal etmedi, Seferihisar’da kısmi bir tsunami oldu. Orada bir vatandaşımızın yaralandığı bilgisi var. Devlet tüm gücüyle seferber olmuş durumda. Ekiplerimizin ulaşmadığı bir bina yok. Bütün binalara ulaşılmış durumda” ifadelerini kullandı.

En az 20 bina yıkıldı

Bayraklı Belediye Başkanı Serdar Sandal ise Bayraklı’da ona yakın binanın yıkıldığına dair bilgi aldıklarını paylaşmıştı.

Daha sonrasında bir açıklama yapan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ise “20’ye yakın binada yıkım ihbarı var” ifadelerini kullandı. Bir binanın yıkım anları kameralara şu şekilde yansıdı:

11 katlı binanın ilk üç katı çöktü

DHA, Bayraklı’daki 11 katlı binanın ilk üç katının çöktüğü bilgisini paylaştı.  Binanın alt katında bulunan tekel bayisinin çalışanları kendilerini dışarı atıp, canlarını kurtardı. Ancak yanındaki zincir market şubesinde çalışanları ve bazı müşterilerin mahsur kaldığı öne sürüldü.

Markette 20 kişinin mahsur kaldığı ifade edilirken, ihbar üzerine bölgeye AFAD ve itfaiye ekipleri sevk edildi. Ekipler, binada arama kurtarma çalışması başlattı.

Viyadüğün kolonları araçların üstüne düştü

Deprem sonucunda İzmir Alsancak’ta yer alan bir viyadüğün kolonları ise araçların üzerine düştü. Görüntüleri cep telefonuyla kaydeden bir vatandaş videoyu paylaştı. Videoda araçların büyük zarara uğradığı görüntüleniyor.

’30-40 kilometre fay kırıldı’

Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener açıklama yaptı. Özener “Deprem’de 30-40 km fay kırıldı. Deprem sonrasında tsunami gerçekleşti” bilgisini paylaştı.

Özener açıklamasında depremle ilgili “Normal bir faylanma depremi. Bölge sismik olarak oldukça etkin bir bölge” değerlendirmesinde bulundu.

Gerçekleşen tsunami hakkında da bilgi paylaşan Prof. Dr. Özener, “Bugün de tsunami meydana geldi. Kandilli Rasathanesi aynı zamanda bölgesel deprem ve tsunami izleme değerlendirme merkezi. Buradaki arkadaşlarımız deprem olduktan 9 dakika sonra tüm üye ülkelere ve AFAD’a tsunami uyarı mesajını gönderdi. Ölçülen dalga boyu ise yaklaşık 50-60 santim civarında. Vatandaşlara uyarıda bulunuyoruz, kıyı bölgedeyseniz, denizde bir deprem meydana geldiyse  mümkün olduğunca en hızlı sürede kıyadan uzaklaşmakta ve yüksek yerlere çıkmakta fayda var” diye konuştu.

Tsunami kameralara yansıdı: Deniz metrelerce geri çekildi

İzmir‘de altı kişinin ölümüne ve büyük hasara yol açan 6.6 büyüklüğündeki depremin ardından Sığacık‘ta deniz önce metrelerce geri çekildi, daha sonra ise yükseldi.

Kale içinde dükkan, lokanta ve tezgahların bulunduğu yer ile Teos Caddesi’ni su basarken uzmanlar vatandaşlara denizden uzak durmaları tavsiyesinde bulunuyor.

Ajanslardan gelen ve bölgedeki vatandaşların sosyal medyada paylaştığı görüntülerde, denizin önce geriye çekildiği, daha sonra ise şehrin içine yayıldığı görülüyor.

 

BBC Türkçe‘ye konuşan Sığacık Mahallesi Muhtarı Yaşar Keleş, tekerlekli sandalyedeki bir kişinin deniz yükseldiği sırada su altında kalarak hayatını kaybettiği bilgisini verdi.

Olay sırasında sokaklar deniz suyuyla dolarken limana demirli gemilerin depremin etkisiyle hareket ettiği görüldü. Deniz suyunun önce çekildiği sonra yükseldiği anlar kameralara yansıdı.

https://twitter.com/Sharemania1/status/1322157620279562240

Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener de vatandaşları şu sözlerle uyardı:

Kandilli Rasathanesi aynı zamanda bölgesel deprem ve tsunami izleme değerlendirme merkezi. Buradaki arkadaşlarımız deprem olduktan dokuz dakika sonra tüm üye ülkelere ve AFAD‘a tsunami uyarı mesajını gönderdi.

Ölçülen dalga boyu ise yaklaşık 50-60 santim civarında. Vatandaşlara uyarıda bulunuyoruz, kıyı bölgedeyseniz, denizde bir deprem meydana geldiyse mümkün olduğunca en hızlı sürede kıyadan uzaklaşmakta ve yüksek yerlere çıkmakta fayda var.

‘Zayıf da olsa tsunamidir’

Deprem uzmanı Prof. Dr. Şükrü Ersoy ise konu ile ilgili yaptığı açıklamada görüntülerin tsunamiye işaret ettiğini ifade etti:

Bu yıkılan binalar da sulu zemindeki yapılar ve deprem dalgalarını daha çok hissediyorlar. Görüntülerde verildiği gibi deprem denizde meydana geldiği için bu görüntüler bir tsunamidir. İlla devasa bir dalga olması gerekmiyor. Tekneleri bile karaya atabilir. Akıntı sistemi çok net biçimde görülüyor.

Normalde tsunamide yedi dalga olur. İlk dalgalar daha centilmendir, ardından gelen dalgalar daha şiddetlidir. Eğer bundan sonra denizin içinde 6.5’den büyük bir deprem olursa yine tsunami meydana gelebilir. Ancak bu zayıf bir tsunami, ama olmuş. Kıyılarımızda her zaman tsunami tehlikesi var. Bunlar tsunamidir, zayıf da olsa tsunamidir.

Tsunaminin mutlaka okyanuslarda olması gerektiği yolundaki inanışın yanlış olduğunu söyleyen Ersoy, görüntü çeken vatandaşları da uyardı. Gelen dalga daha şiddetli gelirse kaçmak gerekebileceğini söyleyen Ersoy, “Bu gibi durumlarında karanın içine doğru ve yükseğe doğru gitmek gerekir” dedi.

Emniyet Genel Müdürlüğü: Paylaşımlara ilişkin tespitlere başladık

Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), İzmir’de depreminin ardından bölge halkına yönelik internette yapılan halkı düşmanlığa ve kin beslemeye tahrik eden hesaplara ilişkin tespit çalışması başlatıldığını duyurdu. 
 

EGM’den yapılan açıklamada şunlar kaydedildi:

Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı ve bağlı il birimlerince, kanunların verdiği yetki çerçevesinde, suç ve suçlularla mücadele amacıyla internet ortamında 7/24 esasına göre sanal devriye faaliyetleri yürütülmektedir.

Yürütülen sanal devriye faaliyetleri kapsamında; İzmir ve çevre illerde meydana gelen deprem üzerinden bölge halkına yönelik aşağılayıcı, tahkir ve tezyif edici paylaşımlarla halkın bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine düşmanlığa ve/veya kin beslemeye alenen tahrik eden hesaplara ilişkin “tespit” çalışmaları ivedilikle başlatılmış, tespit edilen kişiler hakkında gerekli çalışmalar yapılarak adli mercilere intikal ettirilecektir.

Konunun tarafımızca hassasiyetle takip edildiği hususu kamuoyuna saygıyla duyurulur.”