Ana Sayfa Blog Sayfa 1845

Deprem vergileri, Adem-i Tahsis ilkesi ve güvenlik hizmetleri

Kamu bütçeleri, tahminlere dayalı kamu gelir ve giderlerinden oluşur. Bir diğer deyişle, gelecek yılın gelir ve giderlerine ilişkin kesin rakamlar içermeyip cari yıl bütçeleri esas alınarak ve bir sonraki yılda hayata geçirilecek yeni projeler hesaba katılarak hazırlanırlar. Beklenmeyen her türlü olumsuz gelişme, kamu giderlerinin tahmin edilenden daha fazla gerçekleşmesine ve kamu gelirlerin de tahmin edilenden daha az olmasına neden olur.

Depremler, ekonomik krizler ve salgın hastalıklar, bu olumsuz gelişmelerden bazılarıdır ve kamu harcamaları üzerinde ek yük oluştururlar. Böyle durumlarda hükümetler, bu beklenmedik harcamaları karşılayabilmek için ilave kaynak aramaya başlarlar. Bu kaynak arayışının yolu ya yeni vergiler koymaktan ya hali hazırda uygulanan vergi oranlarını artırmaktan ya da borçlanmadan geçer. Ülkemizde 1999 yılında yaşanan Körfez Depremi, binlerce insanın hayatına mal olmuş, ekonomiyi çok kötü etkilemiştir. Bir deprem ülkesi olan Türkiye’nin tarihinde yaşadığı en büyük deprem olmuştur. Halen de öyle.

Tahmin edilemeyen bu felaketin neden olduğu harcamaları karşılayabilmek için dönemin hükümeti tarafından “Özel İletişim Vergisi”, bir yıl süreli olarak uygulanmaya başlamıştır. Ancak bütün dolaylı vergiler gibi, bunun da kolay toplanabilmesi, Özel İletişim Vergisi’ni hükümetler açısından çok cazip hale getirmiş ve bu vergi kamu bütçesinin daimi bir kaynağı haline gelmiştir. Üstelik her yıl sayıları artan mobil operatörü kullanıcıları ile, vergiden elde edilen gelir miktarının da artması, bu vergiyi hükümetler açısından vazgeçilemez bir gelir kaynağı yapmıştır.

‘Havuz’daki deprem vergisi

Bütçe ilkelerinden biri, “adem-i tahsis” ilkesidir. Adem-i tahsis ilkesi, belirli bütçe gelirlerinin belirli bütçe giderlerine ayrılmamasını ifade eder. Bu ilke gereği, hükümetler deprem vergilerinden topladığı gelirleri doğrudan deprem harcamalarına ayıramazlar. Başta vergi gelirleri olmak üzere, bütün kamu gelirleri bütçe havuzuna konulur ve oradan harcamaların vakti geldikçe, bir diğer deyişle, ödenekler serbest bırakıldıkça nereye gerekli ise oraya harcanırlar. Diğer taraftan, bütçelerin bir de “şeffaf olması ilkesi” vardır. Yani bütçe uygulama süresi olan bir yıl boyunca nerelerden, ne kadar vergi toplanmış ve bu vergi gelirleri nerelere harcandığını bütçeye bakınca görebiliyor olmamız gerekir. Deprem vergisinin, konuluş amacına hizmet edip etmediğini kamu harcamalarına bakarak görebiliriz. 1999 yılından bu yana deprem ile ilgili harcamalara ne kadar kaynak ayrılmış sorusunun cevabı verginin, bu verginin konuluş amacına hizmet edip etmediğini gösterir.

Türkiye’de dolaylı vergilerden (tüketim vergileri) toplanan gelirler, toplam vergi gelirlerinin % 43’üne karşılık gelir ve bu oran, üyesi olduğumuz OECD ortalamasının üstündedir.  Dolaylı vergileri; Katma Değer Vergisi (KDV), Gümrük Vergisi ve diğer tüketim vergileri olarak sınıflandırabiliriz. Gümrük Vergisi ve diğer tüketim vergilerinin OECD ortalaması yüzde 12 iken, bizde bu oran %23’tür. Nerede ise, iki katı bir oran söz konusu.

Zamanında Avrupa Birliği ile yapılan müzakerelerde de bu oranın yüksekliğine dikkat çekilmiştir. Dolaylı vergiler, satın alma gücü ile her zaman doğrudan ilişkilendirilemediği için “gerileyici” bir yapıya sahiptirler. Yani düşük gelirli hane halklarını daha fazla etkilediği için bu vergiler, verginin adil olup olmadığı sorusunu da gündeme getirir. Ancak yukarıda da bahsettiğim gibi, dolaylı vergilerinin kolay toplanabilmesi, vergilere karşı iş dünyasından lobicilik faaliyetlerinin olmaması, bu vergilerin adil olup olmadığına bakılmaksızın, hükümet tarafından daha çok tercih edilmesine neden olur.

Deprem bir güvenlik sorunudur

1999’dan sonra da ülkemizde farklı bölgelerde depremler olmuş, ama maalesef hepsi de ülke olarak bu depremlere hazırlanmadığımızı göstermiştir. Depremler, maalesef yeni vergiler koyarak önlenemiyor. Asıl mesele, depremden toplanan vergilerin nereye harcandığı da değil. Asıl mesele, hem hükümet hem de toplum olarak risk algımızın ne kadar yüksek olduğudur. Dünya çapında yaşadığımız salgın, bizlere yeniden risk algısının ne kadar önemli olduğunu, nasıl tedbirler almamız ve nerelere yatırım yapmamız gerektiğini göstermiştir. Türkiye, bir deprem ülkesidir. Bu gerçek, görmezden gelinemez. Her yeni deprem, haklı olarak deprem vergisinden sağlanan kaynağın nereye harcandığının toplum tarafından sorgulanmasına neden olmuştur. Özellikle de zaten dolaylı vergilerin oldukça yüksek olduğu bir ülkeden bahsediyorsak.

Deprem, bir güvenlik sorunudur. Güvenliğin sağlanması ise, Anayasa gereği devletin en temel görevlerinden biridir. Devlet ile yurttaşlar arasında dayanağını başta Anayasa olmak çeşitli kanunlardan alan sosyal bir sözleşme vardır. Ve bu sözleşme, her iki tarafa da hem haklar hem de yükümlülükler verir. Yurttaşların da en temel haklarından biri, ödedikleri vergilerin karşılığında depreme karşı alınacak önlemleri de içeren güvenlik hizmetlerini talep etmeleri ve vergi gelirlerinin nereye harcandığını sorgulamaktır. Her yeni bir deprem, insan hayatlarını tehlikeye atmakta ve ekonomiyi olumsuz etkilemektedir.  Depreme karşı önlem almanın maliyeti, almamanın maliyetinden daha yüksektir. Hele de yerine konulamayacak insan hayatlarına bedel biçmek olanaksız iken.

Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali yarın online olarak başlıyor

Bu yıl koronavirüs pandemisi sebebiyle online olarak gerçekleştirilecek Bozcaada Uluslarası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED) yarın (2 Kasım) başlıyor.
 
Dünyanın dört bir tarafından katılan 39 belgeselin izleyiciyle buluşacağı festivalde ana yarışma ve panorama kuşağındaki filmler bifedonline.org sitesindeki platformdan ücretsiz olarak izlenebilecek. Filmleri izlemek için platforma üye olmak gerekiyor. Her filmde 250 sanal koltuk sınırı olduğunu belirten festival organizatörleri, var, fragmanın izlenerek film seçimi yapılmasını istedi. 
 

Belgeseller Kasım sonuna kadar Youtube’da

Türkiye Panorama filmleri de festival için açılan youtube kanalında, kasım ayının sonuna kadar gösterimde olacak. Festival kapsamında gerçekleşecek olan Q&A, panel gibi etkinlikler ve daha fazlasına web sitesi ve sosyal medya hesaplarından ulaşılabiliyor. 
 
 
 
 

65 saat sonra mucize: 3 yaşındaki çocuk enkazdan yaralı çıkarıldı

İzmir depreminin ardından yürütülen arama-kurtarma çalışmalarında sabah saatlerinde sevindiren bir haber daha geldi. 14 yaşındaki İdil Şirin’in gece 58’inci saatte sağ kurtarılmasının ardından sabah saatlerinde de üç yaşındaki Elif Perinçek, Doğanlar Apartmanı’nın enkazından sağ çıkarıldı. Küçük Elif, 65 saattir enkaz altındaydı. 

Enkazda Elif’e ulaşan itfaiyeci Muammer Çelik o anları şöyle anlattı: “Elif benim parmağımı bir tuttu… Yüzünü temizledim, tozunu aldım. Bir arkadaşımla beraber aldık, parmağımı tuttu, hiç bırakmadı sağlık kabinine gidene kadar. O çocuk yaşamayı sonuna kadar hak ediyor…” 

Elif Perinçek’in artık İstanbul Büyükşehir Belediyesinde “itfaiyeci ağabeyleri” olduğunu ifade eden Muammer Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü: “Elif ne zaman isterse başımızın üstünde yeri var. İstediği an gelebilir. Çünkü ağabeyleri onu orada bekliyor. O bizim Elif mucizemiz oldu. Bütün İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışanlarının hediyesi olmuştur. Biz Elif’i sevdik, Elif de inşallah bizi sever…”

İlk olarak su isteyen ve hastanede tedaviye alınan Elif’in sağlık durumunun iyi olduğu öğrenildi.

Depremde çöken Rıza Bey Apartmanı enkazından Ares adlı köpek de bu sabah çıkarıldı. Fotoğraf: Abdullah Doğan / AA.

Kandilli Rasathanesi’nin büyüklüğünü 6.9 olarak ölçtüğü depremde İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), açıklamasına göre, 83 kişi hayatını kaybetti, toplam yaralı sayısı 994. 

Bir daha sakın unutmayın…

Cuma günü İzmir 6.9 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı. Depremin merkez üssü basında İzmir’in Seferihisar ilçesinin açıkları olarak yer alsa da aslında tam olarak yeri Seferihisar ile Yunanistan’ın Samos adası arasında ve Samos’a çok daha yakın olan bir bölgeydi. Samos adasında 7.0 büyüklüğünde hissedilen deprem, adada sadece birkaç eski ve kullanılmayan binanın yıkılmasına ve iki öğrencinin yaşamını yitirmesine neden oldu. İzmir’den neredeyse 100 kilometre uzakta olan bu fayın kırılması bu kentte ise ilk anda 18 apartmanın çökmesine ve yüzlerce çok katlı binanın neredeyse oturulamaz derece de hasar görmesine yol açtı. Bu satırlar yazılırken can kaybı 58’e, yaralı sayısı 896’ya ulaşmıştı. Yaşamını kaybedenler arasında İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Seha Yüksel’in eşi ve iki çocuğu da var. Üstelik zarar gören bütün yapılar İzmir kent merkezinin belli bir bölgesinde; Bayraklı, Manavkuyu ve kısmen Bornova’da yer alıyordu. Tam anlamıyla ‘deprem değil; yanlış yapılaşma bölgesi ve kötü yapılar can ve mal kayıplarına yol açar’ görüşünün bir ispatı gibiydi, yaşananlar. Bu arada ülkemizde ilk kez Seferihisar’ın Sığacık mahallesinde küçük çaplı bir tsunami de yaşandı.

Alüvyon zemine gökdelenler

Peki, neden böyle oldu? Neden Samos’ta ciddi bir kayba neden olmayan 6.9 büyüklüğündeki deprem İzmir’de; özellikle de belli bir bölgede can ve mal kayıplarına yol açtı? İzmir’i bilmeyenler için açıklayalım: Bayraklı; Karşıyaka ve Bornova arasında yer alan ve 2008 yılında Karşıyaka’dan ayrılarak ilçe statüsü almış, eski dönemde genellikle tek katlı binalardan ve tarım alanlarından oluşan, İzmir Körfezi’nin en sonunda bulunan bir bölge. Zemini ise tamamen alüvyonlu yumuşak bir topraktan oluşuyor. Bu bölge 2000’li yılların başından itibaren yerel yönetimler tarafından yüksek katlı binalardan oluşan çeşitli imar plan değişiklikleriyle kentin gündemine girdi. Sadece merkezi yönetim değil, bu süre içinde İzmir’i yöneten tüm yerel yönetimler de bölgede yüksek katlı yapılaşmanın önünü açan imar plan değişiklikleri yaptılar.

Önce merkezi yönetim tarafından adliye binası yapıldı. Sonra Büyükşehir Belediyesi imar plan değişiklikleri ile gökdelen, rezidans izinleri verdi. Üstelik belediye meclislerinde bu imar plan değişiklikleri görüşülürken başta İnşaat Mühendisleri Odası, Şehir Plancıları Odası ve Jeoloji Mühendisleri Odasının İzmir şubeleri zeminin alüvyon ve yumuşak toprak olduğuna dikkat çekerek bölgede yapı ve nüfus yoğunluğunu artıran yeni imar plan değişikliklerine karşı çıktılar.  Fakat 2000’li yıllardan bu yana kenti yöneten hiçbir Büyükşehir Belediye Başkanı veya ilçe belediye başkanları onları ciddiye almadı. En son bundan tam üç yıl önce 2017 Ekim’inde bölgede bir kez daha on kata kadar imar izni veren planlar Bayraklı Belediyesi tarafından onaylanmıştı. Sonuç, cuma günü meydana gelen depremde yaşanan yıkım ve yeri doldurulamaz kayıplar ve gözyaşı…

Sıra İnciraltı’nda mı? 

2000’li yılların başından itibaren merkezi ve yerel yönetimlerin el birliği içinde Bayraklı’da ortaya koyduğu imar oyunlarının aynısı bugünlerde İzmir’in bir başka alüvyon ve yumuşak topraktan oluşan tarım alanında da oynanmak isteniyor. Artan rant nedeniyle İnciraltı’nın Bayraklı’ya benzer bir şekilde imara açılması söz konusu… Son dönemde gerek Büyükşehir Belediyesi; gerekse Narlıdere Belediyesi alüvyon ve yumuşak bir zemine sahip olan İnciraltı’nın imara açılması için adeta zemin hazırlıyorlar. Başta Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve bağlı meslek odalarının karşı olduğu kentin yeşil alanı olan ve zemini yapılaşmaya uygun olmayan İnciraltı’nın imara açılmasına geçtiğimiz günlerde Narlıdere Belediye Başkanı ‘mühendisler mi bilecek tarım alanını’? diyerek destek vermişti. Şimdi yaşadığımız bu depremin acı sonuçlarından sonra yerel yöneticilerin kentin tek doğal yeşil alanı olan bu bölgeye bakışlarının değişip değişmeyeceği merakla bekleniyor.

Özetlersek yaşadığımız deprem; Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesinin son açıklamasında da belirttiği gibi, şu başlıkları bir kez daha acı şekilde kamuoyuna hatırlattı:

  • İzmir depremi, kent planlamasının önemini bir kez daha ispatladı. Jeolojik etütler, korunması gereken alanlar, toprak özellikleri, toplumun sosyal ve kültürel yapısı, ekonomik kalkınma ihtiyaçları gibi birçok farklı kıstas, ancak ve ancak planlama bilimi ile birlikte bir bütün haline getirilebilir. Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesinin açıklamasında vurguladığı gibi; Bu bütünlüğün harcı, toplum ve kamu yararıdır. Bu harç, sermayenin ihtiyaçları için dışarıda bırakıldığında, ‘rant kazanımı’ her şeyin üstünde tutulduğunda, yeterli analiz ve değerlendirmelerden uzak planlama yaklaşımlarına prim verildiğinde, kentler deprem karşısında savunmasız kalır. Bu nedenle, kentte yaşayanların sağlığı ve can güvenliği için, kamucu ve toplumcu bir kent planlama yaklaşımı yeniden kurulmalı…
  • İzmir depremi, özellikle kent merkezlerinde, belirli nüfus ve yapı yoğunluk değerlerinin aşılmaması gerektiğini başta kenti yönetenler olmak üzere herkese yine gösterdi.
  • İzmir depremi, deprem sonrası toplanma alanlarının yetersizliğini bir kez daha ortaya çıkardı.
  • İzmir depremi, sağlıklı ve güvenli konut hakkını yeniden kamuoyunun gündemine taşıdı.
  • İzmir depremi, “imar barışı”nın ortaya çıkaracağı yeni tehditler için de bir uyarı niteliği taşıyor.

Merkezi yönetim kadar yerel yönetimler de suçlu

30 Ekim’de sevdiklerimizin kaybından sadece merkezi yönetim değil, tarım alanlarını, yumuşak zeminli bölgeleri rant uğruna imara açan İzmir’i yıllardır yöneten yerel yönetimler de suçlu. Çok acı bir şekilde bir kez daha anladık bu gerçeği.

Bugüne kadar unuttuk onların kente ve kentte yaşayan insanlara karşı işlediği kent suçlarını… Unuttuk onların doğa-insan çelişkisini yönetmek çabasında olmayıp rant peşinde koştuklarını… Yine unutursak her depremde aynı sahneleri yaşamamız kaçınılmaz. Fayları suçlamak yerine çözüm için merkezi veya yerel yönetim farkı gözetmeksizin kentlerin içindeki rant faylarının bizler tarafından kırılması gerekiyor. Bunun ilk adımı da kente ve insanına karşı işlenen bu suçları, yaşadığımız felaketleri ve perde arkasındaki gerçek sorumluları unutmamaktan geçiyor. 

Yüz yüze eğitimde üçüncü aşama: 5 ve 9’uncu sınıflar okulda

Milli Eğitim Bakanlığı‘nın (MEB) koronavirüs salgını (Covid-19) nedeniyle yaptığı planlamalar doğrultusundaki üçüncü aşamada, 5 ve 9’uncu sınıf öğrencileri, yüz yüze eğitime bugün başladı.
 
Yüz yüze eğitim için çocuğunu okula göndermek istemeyen velinin yazılı onayı alınacak ve okula gitmeyen öğrenciler devamsız sayılmayacak. Bu öğrenciler uzaktan eğitimle derslerine devam edecek. Tüm öğrenciler devam ettiği sınıfın müfredatından sorumlu olacak ve tüm konu ile kazanımlardan yapılacak ölçme ve değerlendirmelere katılacak.
 
Yüz yüze eğitimde, resmi ve özel ortaokul 5’inci sınıflarda haftada iki gün toplam 12 ders saati (2 gün, 6+6), imam hatip ortaokullarında haftada iki gün toplam 14 ders saati (2 gün, 7+7) uygulanacak. Lise 9’uncu sınıflarda ise haftada iki gün toplam 16 ders saati (2 gün, 8+8) yapılacak.

30 dakika ders, 10 dakika teneffüs

Sınıflar, öğrenci mevcudu doğrultusunda sosyal mesafeye göre gruplara ayrılacak, her ders süresi 30 dakika, dersler arası dinlenme süresi de 10 dakika olarak uygulanacak.

Ortaokul 5’inci sınıflarda Türkçe, matematik, fen bilimleri, sosyal bilgiler, yabancı dil, din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri; imam hatip ortaokul 5’inci sınıflarda ise Türkçe, matematik, fen bilimleri, sosyal bilgiler, yabancı dil, din kültürü ve ahlak bilgisi, Kur’an-ı Kerim ve Arapça dersleri yüz yüze eğitim yoluyla işlenecek.

9’uncu sınıf öğrencilerinin, ortak, seçmeli ve mesleki derslerin tümünden sorumlu olduklarından, okul yönetimince belirlenen dersleri yüz yüze eğitim yoluyla, bunların dışında kalan dersleri ise uzaktan eğitim yoluyla tamamlamaları gerekiyor.

Ahmet Şık’tan Şiban-Turgut raporu: Linç edildiler, helikopterden atıldılar

Bağımsız milletvekili Ahmet Şık, 11 Eylül 2020 tarihinde operasyona çıkan askerler tarafından Van Çatak ve Şırnak Beytüşşebap sınırları arasında kalan kırsal alanda bulunan Çığlıca Köyü’ne bağlı Sürik (Yoğurtlu) Mezrası’ndan gözaltına alındıktan sonra işkence gören Osman Şiban ve Servet Turgut‘un yaşadıklarıyla ilgili rapor hazırladı.
Gözaltına alındıktan sonra koma halinde hastanede bulunan ve 20 gün sonra 30 Eylül’de vefat eden Turgut ve Şiban’la ilgili “Faillerin yalanı devletin lincini örtmek için nasıl ‘gerçeğe’ dönüştü” başlıklı raporda tedavisi Mersin’de sürdürülen Osman Şiban’ın ve olayla ilgili bilgisi, tanıklığı olan kişilerin anlatımları yer aldı. 

Bizi çok dövdüler

Van Valisi, İl Jandarma Alay Komutanı, Van Cumhuriyet Başsavcısı ve soruşturmayı üstlenen savcının kendilerine iletilen randevu taleplerini reddettiği belirtilen raporda Turgut ve Şiban’ın, 11Eylül günü üç örgüt mensubu ve üç askerin öldüğü çatışmadan sonra yapılan arama tarama faaliyetleri sırasında gözaltına alındığı bilgisi verildi. Raporda geniş anlatımına yer verilen Osman Şiban, akşam saatlerinde askerlerin Servet Turgut’u getirerek kendisini de aldıklarını ve saman yapılan bölgeye götürerek helikoptere bindirdiklerini anlattı. Helikopterde iki PKK’linin cenazesinin de bulunduğunu belirten Turgut “Bizi döverek helikoptere bindirdiler. Ne köyden alırken ne de helikopterin içinde bizi suçlayan hiçbir şey söylemediler. Ben öyle bakıyordum askere benim yüzüme yumruğu yapıştırdı. ‘Bakmak yasak, konuşmak yasak, sağa sola bakmak yasak’ diyerek bana vuruyordu. Yüzüme vuruyordu hep. Servet’e de vuruyorlardı. Helikopter içinde bizi çok dövdüler” dedi.

Hayatını kaybeden Servet Turgut.

‘Helikopterin kapısından aşağı itildik’

Osman Şiban, helikopterin Van İl Jandarma Alay Komutanlığı içindeki piste iniş yaptıktan sonrasını da özetle şöyle anlattı:

“Helikopter indi. İçindeki askerlerin de hepsi inmiş. Baktım dışarıya çok asker var. Belki 100-150 tane asker var. Birisi, ‘O teröristleri indirin aşağıya’ dedi. İki asker yukarı geldi. Önce cenazeleri attılar. Sonra bizi de attılar. Helikopterin kapısının ağzından arkamızdan aşağıya itildik. Servet’le betonun üzerine düştük. Servet’i de attılar, o da benim yanımda. Birini duydum, dedi ki ‘Bu terörist sağdır’. Sonra o 100-150 asker üzerimize çullandılar. Tekmeler, yumruklar… Vallahi bizi yere sürdüler. .. Ezdiler başımdan. Helikopterin içinde de orada da dövdüler bizi. Dayak atarlarken ‘Teröristler’ diyorlardı bize. Biz köylüyüzdür, vatandaşız. Bize de terörist diyorlar. Artık ne kadar geçti bilmiyorum. Orada ben bayılmışım. Hastanede gözümü açtım baktım yanımda biri var, avukat. Ben çok korkuyordum. Ağlamaya başladım. Polisler de vardı çok. ‘Beni askere teslim etme, beni öldürecekler’ dedim. Dedi ki bana ‘Korkma. Ben buradayım. Akrabaların burada. Seni dövemezler artık’. ”

Askerler ‘helikopterden atlayarak kaçmaya çalıştılar’ demiş

Raporda, helikopterden atılma iddiasına ilişkin ise şu tespite yer verildi: “Tanıklar, Şiban’ı hastaneye getiren sivil jandarmaların görevli personel ve çevrede bulunanlara, “Bunlar terörist. Çatışmada aldık ama getirirlerken helikopterden atlayarak kaçmaya çalıştılar” şeklinde konuşmalar yaptıklarını anlatmıştır. Bu ifaMurat Sarısaçdelerden de “Helikopterden atlama /atılma/düşme” iddialarının kaynağının bizzat failler olduğunu söylemek mümkün olacaktır. Askerlerin ağır yaralanmayla sonuçlanan bu dayak/linç işkencesine açıklama yapılamayacağını düşünmüş olma ihtimallerinden hareketle, hastane personeli ve çevrede bulunanlara sarf ettiklerinin değerlendirildiği bu sözler, yakınlarını hastanede koma halinde bulan ailelerce de duyulmuş ve aile durumu HDP Milletvekili , avukatlar ve gazetecilere aktarmıştır.”

‘Linç edildiler’

Raporun sonuç bölümünde ise şu tespitler yer aldı:

“Olaya ilişkin kamuoyu kanaatini şekillendiren, muhalefetin, hak savunucuları ve medyanın da sahiplendiği “helikopterden atıldılar” bulgusu, aslında faillerin suçlarını gizleme telaşıyla ortaya attıkları “resmi yalanın” biçim değiştirmesinden ibaret görünmektedir. “Helikopterden atladılar” şeklindeki beyan, kayıtlara “yüksekten düşme” ve bu dolayımla “helikopterden düşme” şeklinde girmiştir. Bir yurttaşın ölümüne bir diğerinin de ağır şekilde yaralanması suçunun failleri olan askerler nezdinde “helikopterden atlamış” olan köylülerin yaşadığı işkence/linç, aileler ve peşi sıra Türkiye kamuoyu nezdinde “helikopterden atıldılar” şeklinde yerleşmiş görünmektedir.

Yani faillerin yalanı, müdafilerin gerçeğine dönüşmüş, olayın aslını oluşturan kitlesel bir dayak ve linç işkencesi gölgede kalmış demek yanlış olmayacaktır. İşkenceden sağ kurtulabilen Osman Şiban’ın, yere inen helikopterden askerler tarafından arkalarından itilerek beton zemine düşürülmelerini, yaşadığı ağır travmaya da bağlı olarak “Atıldık” diye ifade etmesinin de bu iddianın yaygınlaşmasında rol oynadığını söylemek mümkündür. Şiban’ın anlattıklarına bakıldığında helikopterden atılma olayının, işkence ve kitlesel dayak ile geçen birçok saatin sadece bir detayı olduğu, TURGUT’u öldüren ve ŞİBAN’ı ağır yaralayan olayın esasen ağır işkence ve kitlesel dayak olduğu anlaşılmaktadır.”

Gazeteciler ‘eski soruşturmayla’ tutuklandı

Haberi yazan gazetecilerin tutuklanması da raporda yer aldı:

“Olayı kamuoyuna ilk aktaran, bu nedenle de tutuklanacak olan Mezopotomya Ajansı (MA) çalışanları olmuştur. Konuyla ilgili ısrarlı takipleri ve yaptıkları haberler nedeniyle Cemil Uğur ile çalışma arkadaşları gazeteciler MA Haber Müdürü Adnan Bilen ve Jin News muhabiri Şehriban İba haklarında yürütülen eski bir soruşturma gerekçe gösterilerek, eski MA çalışanı Nazan Sala ile birlikte 6 Ekim 2020’de gözaltına alındıktan sonra 9 Ekim 2020’de tutuklanmışlardır.

“Tutuklanan gazetecilerin kamuoyuna “Helikopterden atılma” olarak yansıyan ve iktidar nezdinde rahatsızlık yaratan işkence vakasıyla ilgili haberleri yapan kişiler olduğu düşünüldüğünde eski bir soruşturma devreye sokularak tutuklanmaları izaha muhtaçtır.”

Raporun tamamı için tıklayın.

AFAD: İzmir depreminde ölenlerin sayısı 85’e yükseldi

İzmir‘in Seferihisar ilçesinin 17 kilometre açığında 30 Ekim Cuma günü gerçekleşen depremin ardından başlatılan arama kurtarma çalışmaları bugün de devam ediyor.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından saat 12.15’te yapılan açıklamaya göre depremde ölenlerin sayısı 85’e yaralananların sayısı ise 994’e yükseldi. Açıklamada yaralanan kişilerden 774’ünün taburcu edildiği belirtildi. 220 kişinin ise hastanede tedavisi devam ediyor.

Fotoğraf: AA

Yıkılan sekiz binada çalışmalar devam ediyor

Sekiz binada arama kurtarma çalışmalarının devam ettiği belirtilen açıklamada “Bölgede devam eden müdahale ve iyileştirme çalışmaları için AFAD, JAK, STK’lar ve belediyelerden toplamda 7 bin 828 personel, 21 arama kurtarma köpeği ile 1.111 araç görevlendirilmiştir” denildi.

Ayrıca Ege Denizi Seferihisar açıklarında meydana gelen 6,6 büyüklüğündeki deprem sonrasında, büyüklüğü 4’ün üzerinde 43 artçı olmak üzere, toplam 1197 artçı sarsıntı yaşandığı kaydedildi.

1.864 çadır kuruldu

Acil barınma ihtiyacının karşılanması için de bölgeye AFAD ve Türk Kızılay tarafından 3.545 çadır, 57 genel maksat çadırı, 24.382 battaniye, 13.280 yatak, 5.500 uyku seti, 2.657 mutfak seti ve 4 duş-WC konteyner sevk edildiği belirtildi.

Çadırlardan Aşık Veysel Rekreasyonu Alanı’na 850, Ege Üniversitesi kampüs alanına 120, Bornova Eskişehir Stadı’na 210, Buca Hipodromu’na 194, Buca Stadı’nda 152, Seferihisar ilçesi Sığacık bölgesine 90 ve ihtiyaç duyulan muhtelif noktalara 248 adet olmak üzere, İzmir genelinde 1.864 adet çadır kurulumu tamamlandı. 2 bin 38 çadırın ise kurulum aşamasında olduğu bilgisi paylaşıldı.

 

Yeni Zelanda’da iktidardaki İşçi Partisi, Yeşiller ile ‘işbirliği’ anlaşması imzaladı

Yeni Zelanda’da 17 Ekim’deki seçimle birlikte tek başına iktidara gelen İşçi Partisi, daha önceki dönemdeki koalisyon ortağı Yeşiller Partisi ile bu dönem için de birlikte çalışmak için anlaşma imzaladı.

İşçi Partisi’nin başkanı ve ülkenin yeni dönem başbakanı Jacinda Ardern, iki parti arasında imzalanan “işbirliği” anlaşmasından sonra yaptığı açıklamada bu anlaşmanın hükümette istikrar sağlamasını umduğunu belirtti.

Oyların yüzde 49’unu alarak 120 üyeli parlamentoda 64 sandalyeye sahip olan parti tek başına iktidarda olabilecek imkana sahipti. Öyle ki, 1996’dan bu yana koalisyon hükümetleriyle yönetilen ülkede bu bir ilkti.

Yeşiller iki bakanlığı alıyor

Ancak Ardern’in partisi seçim sonrasındaki haftaları Yeşiller ile müzakereyle geçirdi. Pazar günü imzalanan anlaşmayla birlikte Yeşiller kabine dışından girerek iki bakanlığa sahip olacak.

Guardian’ın aktardığına göre Ardern yaptığı açıklamada “Bu anlaşma başka hiçbir şeye benzemiyor. Konsensüs oluşturulmasını gerektirmiyor. Tarafların önemli olan konularda kendi pozisyonlarını almalarına izin verirken diğer alanlarda ise birlikte çalışmayı teklif ediyor” dedi.

Böyle bir anlaşmaya varmaktan oldukça mutlu olduklarını ifade eden Ardern, “Bu işbirliği anlaşması, İşçi Partisi ve Yeşil Parti’nin son üç yılda oluşturduğu ilişkiyi ve bunun devamlılığını temsil ediyor” değerlendirmesinde bulundu.

Fotoğraf: Mark Mitchell

Üç yıl boyunca koalisyon ortağıydılar

Son üç yıldır, İşçi Partisi hükümeti iktidara gelebilmek için Yeşiller ve popülist Yeni Zelanda First ile yaptığı koalisyona bel bağlıyordu. Son seçimlerde Yeşiller Partisi oy payını yüzde 6’dan yüzde 8’e yükseltirken, iklim kararsızlığı Yeni Zelanda First’e tüm koltuklarını kaybettirdi.

Ardern, 2017’de ilk kez seçildiğinde, Yeşiller Partisi’nden James Shaw‘u İklim Bakanı olarak atamıştı. Hükümeti, 2050 için net sıfır karbon hedefi kanunlaştırdı ve bağımsız bir iklim komisyonu kurmuştu.

Daha kararlı iklim politikalarına doğru…

Geçen yılın kasım ayında parlamentoda alınan, 2050’ye kadar karbon emisyonlarının sıfıra indirileceği yönündeki karardan gurur duyduğunu söyleyen Ardern iklim değişikliği için “zamanımızın en büyük zorluğu” demişti.

İthal fosil yakıtlı otomobiller için önerilen vergi ve elektrikli araçlar için sübvansiyon paketleri gibi bazı yeşil politikalar ise Yeni Zelanda First tarafından, engellenmişti.

Ancak bu partinin şu anda parlamentoya girememesi sebebiyle artık daha kararlı iklim eylemlerinin önünde bir engel bulunmuyor.

Marama Davidson ve James Shaw

İklim değişikliği ve aile içi şiddet bakanlıkları

Yeşillerin eş liderleri James Shaw ve Marama Davidson kabine dışından aday gösterilerek sırasıyla iklim değişikliği ve aile içi şiddet bakanlıklarını elinde tutacak.

Davidson yaptığı açıklamada, “Yeşiller, özellikle iklim değişikliği ve eşitsizlik alanında işleri yoluna koymak için İşçi Partisi ile verimli bir şekilde çalışarak kampanya yürütmüştü. Bugün bu anlaşmayı imzalamaktan gerçekten gurur duyuyoruz” dedi.

Anlaşma imzalanmadan önce Yeşiller parti tabanına sunuldu ve oylamaya katılanların yüzde 85’i bu birlikteliği onayladıklarını bildirdi.

Taraflar ayrıca iklim değişikliği, çevre, çocuk sağlığı ve “marjinalleşmiş topluluklar” konularında ortak bir politika gündemi geliştirme konusunda anlaştılar.

İlk kez yerli bir kadın dışişleri bakanlığına atandı

Yeni Zelanda’da aynı zamanda bir ilk yaşandı. Dışişleri Bakanlığı’na ilk kez ülkenin yerli halkı Maorilerden bir kadın siyasetçi atandı. Dışişleri Bakanlığı’na atanan Nanaia Mahuta, önceki koalisyon hükümetinde Yerel Yönetimler ve Maori Kalkınmasından Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapıyordu. Mahuta’nın çenesinde geleneksel Maori dövmesi yer alıyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

2020 yılının en güçlü tayfunu Filipinler’i vurdu: 16 kişi öldü, üç kişi kayıp

Uzmanların 2020 yılının en güçlü tayfunu olarak nitelendirdikleri Goni Tayfunu Filipinler’i vurdu. Ulusal afet merkezinden yapılan açıklamada tayfun sebebiyle şu ana kadar en az 16 kişinin öldüğü, üç kişinin ise kayıp olarak bildirildiği bilgisi paylaşıldı.

Filipinler Devlet Başkanı Sözücüsü Harry Roques düzenlediği basın toplantısında felaket öncesi alınan tahliye kararının daha fazla kişinin ölümünü engellediğini belirtti.

Sözcü, Devlet Başkanı Rodrigo Duterte’nin tayfundan etkilenen bölgeleri pazartesi (bugün) günü teftiş edeceğini aktardı. Tayfun’un etkili olduğu sırada Duterte’nin memleketi Davao’da olması eleştirilere yol açmıştı.

Catanduanes’daki evlerin yüzde 80’ini yok etti

Goni bu yıl Fillipinler’i vuran 18’inci tayfun oldu. Bu tayfunun 2013 yılında 6 bin 300’den fazla kişinin ölümüne sebep olan Haiyan’dan sonra ülkede etkili olan en güçlü tayfun olduğu belirtiliyor.

Filipinler Kızıl Haç Başkanı Senatör Richard Gordon ise DZBB radyo istasyonuna verdiği demeçte Goni’nin saatte 310 kilometre/saat hıza ulaştığını ve Catanduanes’deki kasabalarda evlerin yüzde 80’ine yakınını yok ettiğini duyurdu.

Enerji Bakanı Alfonso Cusi ise 275 bin 000 nüfuslu bir eyalet olan Catanduanes’in iletişim ve elektrik hatlarının kesildiğini belirtti.

Luzon’da 2,1 milyon kişiyi etkiledi

Goni Tayfunu, ülke ekonomisinin üçte ikisinden fazlasını oluşturan Luzon adasında da 2,1 milyon sakini etkiledi. Pazartesi günü 50 binden fazla ev elektriksiz kaldı.

Filipinler halihazırda ülkenin güney kısmında etkili olan Molave Tayfunu’ndan etkilenmiş vaziyetteydi. Molave Tayfunu’nun ardından çoğunluğu sel felaketi sebebiyle olmak üzere toplamda 22 kişi yaşamını yitirmişti. Son bir ayda ülkedeki fırtına ve sel felaketleri sebebiyle 160 kişi hayatını kaybetmişti.

Goni’nin yarattığı yıkım henüz tam netleşmemişken uzmanlar Atsani fırtınasının Pasifik Okyanusu’nda güçlenerek Filipinler’e doğru ilerlediğini duyurdu. Ülke son yıllarda yaklaşık 20 tropikal fırtınaya ev sahipliği yapıyor.

Süper tayfunların sıklığı iklim kriziyle artıyor

2016’da yayınlanan bir araştırma tayfunlar ile insan kaynaklı iklim değişikliği arasında göz ardı edilemez bir bağ olduğunu belirtiyor. Araştırmaya göre artan okyanus sıcaklığı sebebiyle tayfunlar çok daha yoğun şiddette gerçekleşiyor.

Yapılan başka bir araştırmada ise Pasifik Okyanusu’nun kuzeybatısında gözlemlenen süper tayfun sayısının son yıllarda artış gösterdiğine dikkat çekiliyor.

 

Koronavirüs vakaları artıyor, dünya yeniden kapanıyor

Koronavirüs vaka sayıları, ikinci dalgayla birlikte dünya genelinde yeniden tırmanışa geçti. Hızla artan vaka ve ölüm sayılarına karşı hükümetler de ‘normalleşme döneminde’ kaldırdıkları tedbirleri yeniden uygulamaya koymaya başladı.

Koronavirüs salgınına yakalanan vakalarla ilgili bilgilerin derlendiği Worldometer’ın paylaştığı verilere göre dünya genelinde bugüne kadar virüs sebebiyle 1 milyon 205 bin 321 kişi hayatını kaybetti.

Birleşik Krallık’ta vakalar tırmanışta

Virüs saptanan 33 milyon 756 bin 959 kişi sağlığına kavuşturken, halen tedavi görmeye devam eden 11 milyon 861 bin 290 hasta bulunuyor.

Birleşik Krallık’ta vaka sayısı 989 bin 745 olurken, virüs sebebiyle can kaybı ise 46 bin 229’a yükseldi. Vakalarda artış sebebiyle Nottingham, Broxtowe, Gedling, Rushcliffe ve Warrington bölgeleri “çok yüksek Covid-19 uyarı seviyesine” dahil edildi.

Bu uyarıya göre belirtilen bölgelerde bar ve eğlence mekanları kapanıyor, şehirlerde farklı hane üyelerinin kapalı ve açık mekanlarda bir araya gelmesi de yasaklanıyor.

Dört haftalık karantina

Başbakan Boris Johnson, 5 Kasım Perşembe gününden itibaren 4 haftalık bir karantina kararı aldıklarını duyurdu.

Karantina kapsamında temel ürünlerin satıldığı marketler ve eczaneler hariç tüm perakende mağazaları kapatılacak. Bar ve restoranlar sadece paket servisi sunacak. Mart ayındaki ilk karantinanın aksine okullar ve üniversiteler ise açık kalmaya devam edecek.

İnsanlar evlerinden yalnızca eğitim, iş, yiyecek alışverişi ve egzersiz gibi belirli sebepler kapsamında çıkmalarına izin verilecek. Farklı hane halkı üyeleri bir araya gelemeyecek.

‘Ekonominin yanı sıra akıl sağlığını da etkiliyor’

Johnson, düzenlediği basın toplantısında, kısıtlamaların ekonominin yanı sıra akıl sağlığı üzerinde de etkisi olduğunu bildiğini belirtti. Ancak virüsün öngörülerden daha hızlı bir şekilde yayıldığını söyleyen Johnson, önlem almazlarsa durumun çok daha kötü olacağı uyarısında bulundu.

Bazı bölgelerdeki hastanelerin haftalar içinde kapasitelerini doldurma tehlikesi bulunduğunu ifade eden Johnson, “Can kaybı yüksek olacak ve sağlık uzmanları kimin ölüp kimin yaşayacağına karar vermek zorunda kalacak” dedi.

Almanya’da eğlence yerleri bir ay boyunca kapalı

Almanya da artan vaka sayıları nedeniyle koronavirüse karşı tedbirlerini artıran ülkelerden. Ülkede bar, kafe, sinema ve eğlence yerleri bir ay boyunca kapalı kalacakken, okullar, kuaförler ve marketler ise açık olacak. Restaurantlar ise sadece paket servis hizmeti verebilecek.

Süper marketler ise, metrekare büyüklüğüne göre içeriye müşteri  alabilecek.  Sinema, tiyatro, operalar, spor salonları, yüzme havuzları ve eğlence yerleri gibi benzer tüm işletmeler bir ay boyunca kapalı kalacak.

Ülkede salgın kaynaklı ölüm sayısı 10 bin 452 olurken, aktif vaka sayısı ise 149 bin 448 olarak açıklandı.

Fotoğraf: Andreas Gebert/Bloomberg

Yunanistan’da gece sokağa çıkma yasağı

Yunanistan’da artan koronavirüs vakaları sebebiyle 3 Kasım Salı gününden itibaren bir ay süreyle gece saatleri sokağa çıkma yasağı uygulanacak.

Başkan Kiryakos Miçotakis, ülkede vaka yoğunluğuna göre iki kategorili risk ayrıştırılmasına gidildiğini belirtirken, birinci bölgeye dahil olan kentlerde kamuya açık tüm mekanlarda maske takma zorunluluğu olacağını vurguladı.

Yine birinci bölgedeki üniversitelerin tamamında uzaktan eğitim verilecek ve yüzde 50 kapasiteyle de evden çalışma modeli uygulanacak. Ülkede toplam vaka sayısı 37 bin 196 olurken, koronavirüs sebebiyle 620 kişi de hayatını kaybetmişti.

Avusturya’da kültür ve spor faaliyetleri yasak

Avusturya’da koronavirüs tedbirlerini artıran ülkeler arasında. Ülkede kültür ve spor faaliyetleri tamamen yasaklanırken, yeme-içme sektöründe işletmeler paket servis dışında hizmet vermeyecek.

Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, lise son sınıflarda ve üniversitelerde uzaktan eğitime geçileceğini duyururken, anaokulu ve ilkokullarda yüz yüze eğitimin devam edeceğini belirtti.

Ülkede ayrıca belirli durumlar dışında 20.00-06.00 saatleri arasında dışarı çıkma yasağı uygulanacak. Avusturya’da 104 bin 925 kişide koronavirüs tespit edilirken, virüs sebebiyle hayatını kaybedenlerin sayısı 1109’a çıktı.

İspanya’da tepki toplayan yasak kararı

İspanya, 25 Ekim’de aldığı olağanüstü hal (OHAL) kararını meclis kararıyla 9 Mayıs’a kadar uzatmıştı. OHAL kapsamında ülkede gece sokağa çıkma yasağı uygulanıyor ve 6 kişiden fazla toplanılmaya da izin verilmiyor.

Bazı bölgelerde ise yiyecek-içecek ve eğlence sektörlerini kapsayıcı kısıtlamalar uygulanırken, ülkenin yüzde 85’inde serbest dolaşıma kısıtlama getirildi.

İspanya’da koronavirüs kaynaklı vaka sayısı 1 milyon 185 bin kişiyi aştı, can kaybı ise 35 bin 878’e çıktı.

Yasaklara karşı protesto

İspanya‘da aşırı sağcı gruplar ve Covid-19 salgınını reddeden gruplar yeni tip koronavirüs salgınında artan vakalar üzerine alınan geniş çaplı önlemleri protesto etmek için hafta sonunda sokağa çıktı.

Hafta sonunda polis ve eylemciler arasında arbedelerin yaşandığı gösterilerde 47 kişi gözaltına alındı, 23’ten fazla kişi ise yaralandı.

Fransa’da sokağa çıkma yasağı

Daha önce de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, koronavirüs salgınıyla ilgili aldıkları yeni tedbirleri açıklamıştı.  Macron, vakalarda yaşanan artış sebebiyle 30 Ekim itibariyle ülke genelinde 1 Aralık’a kadar sokağa çıkma yasağı uygulanacağını duyurmuştu.

Fransa’da üniversiteler dışında okullar açık kalacak. Ülkede bugüne kadar virüs kaynaklı ölüm sayısı 37 bin 19 olurken, virüse yakalananların sayısı 1 milyon 413 bin 915’e çıktı.