ManşetKöşe YazılarıYazarlar

Bir daha sakın unutmayın…

0

Cuma günü İzmir 6.9 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı. Depremin merkez üssü basında İzmir’in Seferihisar ilçesinin açıkları olarak yer alsa da aslında tam olarak yeri Seferihisar ile Yunanistan’ın Samos adası arasında ve Samos’a çok daha yakın olan bir bölgeydi. Samos adasında 7.0 büyüklüğünde hissedilen deprem, adada sadece birkaç eski ve kullanılmayan binanın yıkılmasına ve iki öğrencinin yaşamını yitirmesine neden oldu. İzmir’den neredeyse 100 kilometre uzakta olan bu fayın kırılması bu kentte ise ilk anda 18 apartmanın çökmesine ve yüzlerce çok katlı binanın neredeyse oturulamaz derece de hasar görmesine yol açtı. Bu satırlar yazılırken can kaybı 58’e, yaralı sayısı 896’ya ulaşmıştı. Yaşamını kaybedenler arasında İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Seha Yüksel’in eşi ve iki çocuğu da var. Üstelik zarar gören bütün yapılar İzmir kent merkezinin belli bir bölgesinde; Bayraklı, Manavkuyu ve kısmen Bornova’da yer alıyordu. Tam anlamıyla ‘deprem değil; yanlış yapılaşma bölgesi ve kötü yapılar can ve mal kayıplarına yol açar’ görüşünün bir ispatı gibiydi, yaşananlar. Bu arada ülkemizde ilk kez Seferihisar’ın Sığacık mahallesinde küçük çaplı bir tsunami de yaşandı.

Alüvyon zemine gökdelenler

Peki, neden böyle oldu? Neden Samos’ta ciddi bir kayba neden olmayan 6.9 büyüklüğündeki deprem İzmir’de; özellikle de belli bir bölgede can ve mal kayıplarına yol açtı? İzmir’i bilmeyenler için açıklayalım: Bayraklı; Karşıyaka ve Bornova arasında yer alan ve 2008 yılında Karşıyaka’dan ayrılarak ilçe statüsü almış, eski dönemde genellikle tek katlı binalardan ve tarım alanlarından oluşan, İzmir Körfezi’nin en sonunda bulunan bir bölge. Zemini ise tamamen alüvyonlu yumuşak bir topraktan oluşuyor. Bu bölge 2000’li yılların başından itibaren yerel yönetimler tarafından yüksek katlı binalardan oluşan çeşitli imar plan değişiklikleriyle kentin gündemine girdi. Sadece merkezi yönetim değil, bu süre içinde İzmir’i yöneten tüm yerel yönetimler de bölgede yüksek katlı yapılaşmanın önünü açan imar plan değişiklikleri yaptılar.

Önce merkezi yönetim tarafından adliye binası yapıldı. Sonra Büyükşehir Belediyesi imar plan değişiklikleri ile gökdelen, rezidans izinleri verdi. Üstelik belediye meclislerinde bu imar plan değişiklikleri görüşülürken başta İnşaat Mühendisleri Odası, Şehir Plancıları Odası ve Jeoloji Mühendisleri Odasının İzmir şubeleri zeminin alüvyon ve yumuşak toprak olduğuna dikkat çekerek bölgede yapı ve nüfus yoğunluğunu artıran yeni imar plan değişikliklerine karşı çıktılar.  Fakat 2000’li yıllardan bu yana kenti yöneten hiçbir Büyükşehir Belediye Başkanı veya ilçe belediye başkanları onları ciddiye almadı. En son bundan tam üç yıl önce 2017 Ekim’inde bölgede bir kez daha on kata kadar imar izni veren planlar Bayraklı Belediyesi tarafından onaylanmıştı. Sonuç, cuma günü meydana gelen depremde yaşanan yıkım ve yeri doldurulamaz kayıplar ve gözyaşı…

Sıra İnciraltı’nda mı? 

2000’li yılların başından itibaren merkezi ve yerel yönetimlerin el birliği içinde Bayraklı’da ortaya koyduğu imar oyunlarının aynısı bugünlerde İzmir’in bir başka alüvyon ve yumuşak topraktan oluşan tarım alanında da oynanmak isteniyor. Artan rant nedeniyle İnciraltı’nın Bayraklı’ya benzer bir şekilde imara açılması söz konusu… Son dönemde gerek Büyükşehir Belediyesi; gerekse Narlıdere Belediyesi alüvyon ve yumuşak bir zemine sahip olan İnciraltı’nın imara açılması için adeta zemin hazırlıyorlar. Başta Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve bağlı meslek odalarının karşı olduğu kentin yeşil alanı olan ve zemini yapılaşmaya uygun olmayan İnciraltı’nın imara açılmasına geçtiğimiz günlerde Narlıdere Belediye Başkanı ‘mühendisler mi bilecek tarım alanını’? diyerek destek vermişti. Şimdi yaşadığımız bu depremin acı sonuçlarından sonra yerel yöneticilerin kentin tek doğal yeşil alanı olan bu bölgeye bakışlarının değişip değişmeyeceği merakla bekleniyor.

Özetlersek yaşadığımız deprem; Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesinin son açıklamasında da belirttiği gibi, şu başlıkları bir kez daha acı şekilde kamuoyuna hatırlattı:

  • İzmir depremi, kent planlamasının önemini bir kez daha ispatladı. Jeolojik etütler, korunması gereken alanlar, toprak özellikleri, toplumun sosyal ve kültürel yapısı, ekonomik kalkınma ihtiyaçları gibi birçok farklı kıstas, ancak ve ancak planlama bilimi ile birlikte bir bütün haline getirilebilir. Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesinin açıklamasında vurguladığı gibi; Bu bütünlüğün harcı, toplum ve kamu yararıdır. Bu harç, sermayenin ihtiyaçları için dışarıda bırakıldığında, ‘rant kazanımı’ her şeyin üstünde tutulduğunda, yeterli analiz ve değerlendirmelerden uzak planlama yaklaşımlarına prim verildiğinde, kentler deprem karşısında savunmasız kalır. Bu nedenle, kentte yaşayanların sağlığı ve can güvenliği için, kamucu ve toplumcu bir kent planlama yaklaşımı yeniden kurulmalı…
  • İzmir depremi, özellikle kent merkezlerinde, belirli nüfus ve yapı yoğunluk değerlerinin aşılmaması gerektiğini başta kenti yönetenler olmak üzere herkese yine gösterdi.
  • İzmir depremi, deprem sonrası toplanma alanlarının yetersizliğini bir kez daha ortaya çıkardı.
  • İzmir depremi, sağlıklı ve güvenli konut hakkını yeniden kamuoyunun gündemine taşıdı.
  • İzmir depremi, “imar barışı”nın ortaya çıkaracağı yeni tehditler için de bir uyarı niteliği taşıyor.

Merkezi yönetim kadar yerel yönetimler de suçlu

30 Ekim’de sevdiklerimizin kaybından sadece merkezi yönetim değil, tarım alanlarını, yumuşak zeminli bölgeleri rant uğruna imara açan İzmir’i yıllardır yöneten yerel yönetimler de suçlu. Çok acı bir şekilde bir kez daha anladık bu gerçeği.

Bugüne kadar unuttuk onların kente ve kentte yaşayan insanlara karşı işlediği kent suçlarını… Unuttuk onların doğa-insan çelişkisini yönetmek çabasında olmayıp rant peşinde koştuklarını… Yine unutursak her depremde aynı sahneleri yaşamamız kaçınılmaz. Fayları suçlamak yerine çözüm için merkezi veya yerel yönetim farkı gözetmeksizin kentlerin içindeki rant faylarının bizler tarafından kırılması gerekiyor. Bunun ilk adımı da kente ve insanına karşı işlenen bu suçları, yaşadığımız felaketleri ve perde arkasındaki gerçek sorumluları unutmamaktan geçiyor. 

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.