Ana Sayfa Blog Sayfa 1837

ABD Merkez Bankası beklentilerini karşılamadı, faizde değişikliğe gitmedi

ABD Merkez Bankası (Fed), piyasa beklentilerinin aksine oy birliğiyle politika faizini yüzde 0-0,25 aralığında sabit bırakmaya karar verdi.

Açıklamada, Fed’in bu zorlu dönemde ABD ekonomisini desteklemek için tüm araçlarını kullanmaya kararlı olduğu yinelenerek böylece maksimum istihdam ve fiyat istikrarının destekleneceği aktarıldı.

Covid-19 salgınının ABD ve dünya çapında muazzam ekonomik zorluklara neden olduğuna işaret edilen açıklamada, ekonomik faaliyet ve istihdamın toparlanmaya devam ettiği ancak yıl başındaki seviyelerin oldukça altında kaldığı kaydedildi.

‘Petrol fiyatları enflasyonu aşağıda tuttu’

Açıklamada, zayıf talep ve petrol fiyatlarında daha önce yaşanan düşüşlerin enflasyonu da aşağıda tuttuğu belirtilerek genel olarak finansal koşulların destekleyici olmaya devam ettiği ifade edildi.

Ekonominin gidişatının salgının seyrine önemli ölçüde bağlı olacağı vurgulanan açıklamada, “Devam eden halk sağlığı krizi, yakın vadede ekonomik faaliyet, istihdam ve enflasyon üzerinde baskı oluşturmaya devam edecek ve orta vadede ekonomik görünüm açısından önemli riskler oluşturacaktır” değerlendirmesinde bulunuldu.

Açıklamada, uzun vadede maksimum istihdam ve yüzde 2 oranında enflasyonun sağlanmasının hedeflendiğine işaret edilerek, enflasyonun bir süre yüzde 2 seviyesinin biraz üzerinde olmasının amaçlanacağı, böylece enflasyonun zaman içinde ortalama yüzde 2 olması ve uzun vadeli enflasyon beklentilerinin yüzde 2’de kalacağı belirtildi.

‘Riskler çıkarsa uygun şekilde ayarlanacak’

Federal Açık Piyasa Komitesi’nin (FOMC) bu sonuçlar elde edilene kadar para politikasının uyumlu duruşunu sürdürmesinin beklendiği vurgulanarak federal fon oranı için hedef aralığının yüzde 0-0,25 aralığında tutulmasının kararlaştırıldığı kaydedildi.

Açıklamada, Fed’in piyasa işleyişini sorunsuz sürdürmek ve uyumlu finansal koşulların geliştirilmesini yardımcı olmak için gelecek aylarda hazine tahvilleri ve ipoteğe dayalı menkul kıymet alımlarına mevcut hızda devam edeceği ve böylece hane halkı ile işletmelere kredi akışını destekleyeceği bildirildi.

Gelen bilgilerin ekonomik görünüm açısından sonuçlarının izlenmeye devam edileceği belirtilerek “Komite hedeflerine ulaşılmasını engelleyebilecek risklerin ortaya çıkması halinde para politikası duruşunu uygun şekilde ayarlamaya hazır olacaktır” ifadesi kullanıldı.

Açıklamada, komitenin değerlendirmelerinde, halk sağlığı, işgücü piyasası koşulları, enflasyon baskıları ve enflasyon beklentileri ile mali ve uluslararası gelişmelerle ilgili gelişmeler dahil olmak üzere geniş bir bilgi yelpazesinin dikkate alınacağı belirtildi.

Netflix ve Amazon Prime Video, RTÜK’ten lisans aldı

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin sosyal medya hesabından yaptığı duyuruda Amazon Prime Video ile Netflix mecralarının geçtiğimiz yıl RTÜK yasasında yapılan değişiklik kapsamında yayın lisansı aldıklarını duyurdu.

Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkında Yönetmeliğin “İnternet ortamından yayın lisansı almadan yapılan yayın hizmetleri” başlıklı 10’uncu maddesindeki değişiklik ile beraber yayın hizmetlerini sadece internet ortamından sunmak isteyen medya hizmet sağlayıcılarının RTÜK’ten yayın lisansı alması gerekiyordu.

‘Yükümlülüklerini yerine getirdiler’

Ebubekir Şahin yaptığı paylaşımda “İnternet üzerinden isteğe bağlı yayıncılık yapan uluslararası platformlar Netflix ve Amazon Prime Video tıpkı yerli örnekleri gibi yükümlülüklerini yerine getirerek RTÜK’ten lisans aldı” açıklaması yaptı.

Spotify da lisans için başvurdu

RTÜK 12 Ekim günü bir açıklama yayınlamış ve Spotify, foxplay.com.tr, medyaporttv.com ve paylasfm.com mecralarının 72 saat içinde yayın lisansı için başvurmaması halinde ‘erişim engeli’ talebiyle suç duyurusunda bulunacağını açıklamıştı. 

Spotify, 72 saatlik sürenin dolmasına 4 saat kala Türkiye’deki çalışmalarına devam edebilmek için yayın lisansı başvurusu yapmayı kabul etmişti. Ancak lisansının kabul edilip edilmediği henüz açıklanmadı.

Sosyal medya yasası ise Twitter ve Facebook’u tehdit ediyor

Öte yandan, sosyal medya yasası olarak adlandırılan ve 29 Temmuz tarihinde Meclis’ten geçen ve 1 Ekim’de yürürlüğe giren yasa kapsamında Twitter ile Facebook gibi kullanıcı sayısı 1 milyonun üzerinde olan platformlar için de temsilcilik açma zorunluluğu getirilmişti.

Bu kapsamda Facebook, Instagram, Twitter, Periscope, YouTube ve TikTok olmak üzere sosyal ağ sağlayıcılarına temsilcilik açmayı reddettikleri için 10’ar milyon lira ceza kesildi.

 

Londra’da yeniden karantina kararı protesto edildi: 104 gözaltı

Birleşik Krallık artan koronavirüs vakaları sebebiyle yeniden karantinaya girme kararı aldı. Bu karara itiraz eden bir grup dün, karantinanın ilk gününde  başkent Londra’da protesto gösterileri düzenledi.

Yeniden karantina önlemlerinin alınmasına itiraz eden göstericiler yerel saatle 18.00’de  (TSİ 21.00) Trafalgar Meydanı‘nda toplanmaya başladı. İlerleyen saatlerde başka bir grup da Oxford Caddesi‘nde yürüyüşe geçti, polis göstericileri dağılmaları için uyardı. Kalabalık dağılmayınca polis eyleme müdahale etti. 104 kişi gözaltına alındı. Gözaltıların daha da artması bekleniyor.

‘Önceliğimiz Londralıları güvende tutmak’

Ulusal karantinaya rağmen gösteriler düzenlendiğini belirten Londra polisi, göstericileri evlerine gitmeleri konusunda uyardıklarını, bu uyarılara uyulmayınca eyleme müdahale edip, gözaltı işlemine başladıkları aktardı. Müdahaleyi yöneten Polis Şefi Jane Connors konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı:

Bu akşam asıl önceliğimiz, Londralıları güvende tutmaktı. Salgının 8. ayındayız ve insanların koronavirüsün daha fazla yayılmasını önlemek için var olan düzenlemeleri tehlikeli bir şekilde ihlal etmelerinin hiçbir mazereti olamaz.

Gözaltı sayısı artabilir

Trafalgar Meydanı ve Oxford Caddesi’ndeki müdahalelerin ardından göstericiler, büyük ölçüde dağıldı. Connors, polisin operasyonların devam ettiğini ve gözaltı sayısının artmasını beklediklerini belirterek şunları söyledi:

Bu kişilerin 100’den fazlası gözaltına alındı ve şimdi yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaklar. Polis operasyonları devam etmekte ve gözaltı sayısının artmasını bekliyoruz

Karantina 2 Aralık’a kadar sürecek

Birleşik Krallık’ta, mart ayının ardından ikinci kez ilan edilen karantinanın 2 Aralık’a kadar devam etmesi bekleniyor. Ülkede temel ürünlerin satıldığı süpermarketler ve eczaneler hariç tüm perakende mağazaları kapandı. Bar ve restoranlarda sadece paket servisine izin veriliyor.

  • Kurallara göre, vatandaşların mümkün olduğunca evden çalışması bekleniyor. İnsanlar yalnızca eğitim, iş, yiyecek alışverişi ve egzersiz gibi belirli sebeplerle evden çıkabilecek.
  • Farklı hane halkı üyeler, kapalı mekanlarda bir araya gelemeyecekken, açık alanlarda ise başka bir haneden en fazla bir kişiyle görüşülebilecek.
  • Eğitim ve iş sebebi dışında yurt içi ve yurt dışına seyahat yapılmayacak.
  • Evliliklere ise ancak çiftlerden birinin ölümcül hastalığı varsa izin verilecek ve düğün töreni 6 kişiyle sınırlı olacak.
  • Okullar ve üniversiteler açık kalmaya devam edecek.

Birleşik Krallık’ta vaka sayısı 1 milyon 99 bin 59’a yükselirken, koronavirüs sebebiyle hayatını kaybedenlerin sayısı 47 bin 752’ye ulaştı.

 

 

 

ABD Başkanlık yarışında gözler son dört eyalette

Amerika Birleşik Devletleri‘nde (ABD) önümüzdeki dört yıl boyunca başkanlık yapacak ismin belirleneceği seçimlerde nefesler tutuldu, oy sayımı devam ediyor. Demokrat Parti adayı Joe Biden ve Cumhuriyetçilerin adayı ve şu anki başkan Donald Trump arasında süren yarışın galibi sona kalan dört eyaletten gelen veriler ile belli olacak: Nevada, Pennsylvania, North Carolina ve Georgia.

Resmi olmayan sonuçlarda şu ana kadar sayılan oylara göre Joe Biden az farkla önde görünüyor. Joe Biden 264 delegeye, Trump ise 214 delegeye ulaştı.

Seçimlerde seçmenler doğrudan başkan adaylarına değil destekledikleri partinin delegelerine oy veriyor. Bu yüzden toplamda fazla oy alan değil, daha fazla delegeye ulaşan aday başkan seçiliyor. 538 delegenin yarıdan bir fazlası olan 270 delegeye ulaşan isim ise başkanlık seçimini kazanıyor.Peki son eyaletlerde durum ne?

Görsel: The Guardian

Nevada’da oy farkı 12 bin

Nevada’da oyların yüzde 49.4’ünü alan Joe Biden şu anda Nevada‘daki yarışı önde götürüyor. Oyların yüzde 66’sının sayıldığı düşünülen eyalette Biden 604,251 oy alırken Trump, 592 bin 813 oy kazandı.

Eğer Demokratların adayı kazanırsa, Biden eyaletten altı delege kazanarak 270 delegeye ulaşmış olacak. Bu da Beyaz Saray’ın kapılarını Demokrat Parti’ye açmış olacağı anlamına geliyor. 

Pennsylvania’da Trump oy farkını açıyor

Pennsylvania eyaletinde ise oyların yüzde 49,6’sını alan Trump yarışta daha öne çıkıyor. Cumhuriyetçi adayın 3 milyon 285 binin üzerinde oy aldığı seçimde oy farkı 12 bin civarında.

Her ne kadar oyların yüzde 95’inin açıklandığı belirtilse de kalabalık nüfusu ve aradaki oy farkı göz önünde bulundurulursa Biden’ın eyaleti kendine döndürmesi az bir olasılıkla mümkün olabilir.

Pennsylvania’da Trump destekçileri oy sayımlarının durdurulması için eylemde

Georgia’da Trump önde götürüyor

Kazanan ismin 16 delegeyi hanesine yazdıracağı Georgia eyaletinde de üstünlük Trump’ta gözüküyor. Oyların yüzde 99’unun sayıldığı belirtilen sonuçlara göre Trump 2 bin oy farkıyla öne çıkıyor.

Biden’ın 2 milyon 445 bin oy kazandığı seçimde, Trump’ın oyu ise 2 milyon 447 bin civarında. Trump’ın buradaki oy sayımını durdurulması yönündeki başvurusuna rağmen oylar açılmaya deva ediyor.

North Carolina’da Trump oy farkını açıyor

North Carolina da henüz seçimin galibinin belirlenmediği eyaletlerden. Oyların bu eyalette yalnızca yüzde 94’ünün açıklandığı belirtiliyor. Ancak diğer açıklanmayan eyaletlere kıyasla burada Trump’ın oy farkı çok daha fazla.

Cumhuriyetçilerin 2 milyon 732 bin oy kazandığı seçimde Demokratların oy miktarı ise 2 milyon 655 bin civarında. Burada kazanan isim 15 delegeyi hanesine yazdıracak.

 

Depremde yıkılan binalarla ilgili yedi kişi hakkında tutuklama kararı verildi

İzmir Seferihisar açıklarında 30 Ekim Cuma güne meydana gelen depremin ardından, Bayraklı ilçesindeki yıkılan binalarla ilgili gözaltına alınarak adliyeye sevkedilen dokuz kişiden yedisi tutuklandı. İki kişi ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında üç müteahhit, dört fenni sorumlu*, bir market sahibi ve bir yapı market sahibi olmak üzere toplam dokuz kişi gözaltına alınmıştı.

‘O zamanın şartlarına göre yaptık’

Şüpheliler ilk ifadelerinde, binaları dönemin mevzuatına uygun yaptıklarını söylediler. Yağcıoğlu Apartmanı müteahhidi Ş.A. adliyeye götürülürken, “Bir şey söyleyecek misiniz?” diyen basın mensuplarına, “Ne söyleyeyim? Kolonlar kaydırılmış” şeklinde karşılık verdi.

Şüpheli müteahhitlerin ifadesinde, “Biz o zamanın şartlarına göre inşaatı yaptık. Eksik ya da yanlış malzeme kullanmadık” dedikleri öne sürüldü. Kolonu kestiği iddia edilen market sahibinin ifadesinde ise kolonları kesmesinin söz konusu olmadığı, 2002 yılında kiraya verdiklerini, 100’ün üzerinde gayrimenkulünün olduğunu, böyle bir şeyle uğraşmayacağını söylediği öğrenildi.

Şüpheliler, savcılıktaki ifade verme işlemlerinin tamamlanmasının ardından tutuklama istemiyle sulh ceza hakimliğine sevk edildi.  Anadolu Ajansı’nın aktardığına göre, şüphelilerden Ş.A, O.A, M.Y, N.B, T.A, Ç.D. ile H.H.Ö tutuklandı. R.Y ve E.İ ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Fenni mesul nedir?*

Fenni mesul, sorumluluğunu üstlendiği yapıyı kamu adına denetlemekle yükümlüdür. Fenni mesul, sorumluluğunu üstlendiği yapının kanuna, plana, yönetmeliklere, ilgili diğer mevzuat hükümlerine, fen, sanat, sağlık kurallarına, ruhsat eki projelerine, Türk Standartları Enstitüsü standartlarına, teknik şartnamelere uygun yapılıp yapılmadığını denetlemekle yükümlüdür.

Türkiye’de koronavirüs: 82 kişi daha yaşamını kaybetti, ağır hasta sayısı 2.564

Türkiye’de koronavirüs nedeniyle son 24 saatte 81 kişi daha hayatını kaybetti, 2311 yeni hasta (semptom gösteren ve Koronavirüs testi pozitif çıkan kişi) tespit edildi. Böylece toplam ölüm sayısı 10 bin 639’a, hasta sayısı ise 386 bin 820’ye yükseldi. Bakanlık, ‘vaka’ sayısı bilgisini paylaşmadı.

“Bugün tespit edilen 2.311 yeni hastamız var. Ağır hasta sayımız dünden 100 fazla. Bu artışa engel olmak zorundayız. Hastalığa yakalanmayı göze alacak kadar mecbur olmadıkça temas ve hareketlilikten uzak durun. Hijyene önem verin. Maske kullanın.”

 

Bakanlığın verilerine göre, yoğun bakımda tedavi gören ağır hasta sayısı 2.564’e yükseldi, hastalarda zatürre oranı ise yüzde 4.7. Bakan Koca, bugün 144.028 koronavirüs testi yapıldığını açıkladı. 

ABD’de ‘oy sayımı’ protestolarında çok sayıda gözaltı

Amerika Birleşik Devletleri‘nde (ABD) 3 Kasım’da yapılan 59. başkanlık seçimlerinde yaşanan belirsizlik ve posta yolu ile kullanılan oylar konusunda yaşanan tartışmalar bir çok eyalette protesto edildi. Protestocular, New York, Philadelphia, Chicago ve Los Angeles başta olmak üzere ülkenin dört bir yanında ikinci gece de sokaklara döküldü.

Euronews‘den Burak Ortahamamcılar‘ın aktardığına göre, Demokrat başkan adayı Joe Biden‘in seçimi kazandığı New York’un iki ayrı bölgesinde sokağa çıkan Demokrat seçmenler, Manhattan 5. Cadde’deki Trump Tower binası yakınında bir basın açıklaması yaptıktan sonra yürüyüşe geçti.

Union meydanı yakınında yolu kapatan protestocular polisin müdahalesiyle karşılaştı, bir çok protestocu polis tarafından tutuklandı.

Washington’da dört gözaltı

Maryland eyaleti Baltimore şehrinde30 kişilik bir grup, Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın erken zafer seçimi ilan etmesini barışçıl bir şekilde protesto ederken, başkent Washington DC‘de polis, gösteri kurallarına uymamak, saldırı ve şiddete teşvik etmek suçlarından dört kişinin gözaltına alındığı açıkladı.

Michigan’da oy sayım merkezine baskın

Cumhuriyetçi Partinin oyların tekrar sayılmasını istediği Michigan’ın Detroit kentinde ise, bir grup Cumhuriyetçi seçmen kendilerini oy sayım merkezine almayan yetkililerle münakaşa yaşadı. ”İçeri girelim”, ”Sayımı durdurun” diye slogan atan grup polis tarafından zor kullanılarak dağıtıldı.

Philadelphia, Detroit ve Chicago gibi şehirlerde ise göstericiler, ”Tüm oyları say” sloganları ile barışçıl yürüyüşler düzenledi. 

Los Angeles şehrinde dün düzenlenen gösterilerde tutuklamalar yaşanırken, bugün polisin erken önlem alması sonucu daha sakin bir protesto yürüyüşü yaşandı.

George Floyd’un polis tarafından öldürüldüğü Minneapolis şehrinde ise I-94 isimli otoyolu kapatan göstericiler tutuklandı.

 

AGİT Gözlem Heyeti: Trump ABD halkının sisteme güvenini baltalıyor

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Seçim Gözlem Heyeti üyeleri, ABD Başkanı Donald Trump’ın başkanlık seçimlerine ilişkin hile iddiasına yönelik sert eleştiriler yöneltti.

 3 Kasım seçimlerini Pensilvanya‘da izleyen heyetin üyesi Büyükelçi Urszula Gacek, “Trump yaptığı açıklamayla seçmenin seçim sürecine olan güvenini baltaladı” diye konuştu.

‘Usulsüzlük ya da suistimal görmedik’

DW‘nin sorularını yanıtlayan Gacek, “Pensilvanya’da tek bir olaya dahi rastlamadım” derken mektupla verilen oylarla ilgili işlemlerde de sistematik bir usulsüzlük ya da suistimale tanıklık etmediklerini vurguladı. Büyükelçi Gacek, Trump’ın açıklamasıyla, Amerikan halkının seçim sürecine ilişkin güvenini baltaladığını bunun da kendileri tarafından not edildiğini vurgulayarak şu değerlendirmeyi aktardı:

“Şimdi, ABD’de halkın sisteme olan güvenini yeniden tesis etmek gerekiyor. Karşı karşıya olunan zorluk bu. Umudum, yaptığımız işin, ki biz somut gerçeklere dayanıyoruz, aynı zamanda halkın bu seçim sürecine güvenini yeniden tesis etmesine bir ölçüde katkı sunar, sistematik bir usülsüzlüğe dair hiçbir delil bulmadık…”

 

Siyasi şiddet endişesi

AGİT gözlem heyeti dün de Washington‘da Trump’a yönelik sert eleştirilere yer verilen ortak bir açıklama yayımlamıştı. “Özellikle görevdeki başkan tarafından yöneltilen temelsiz sistematik usülsüzlük suçlamaları, halkın demokratik kurumlara olan güvenini zedelediğine” vurgu yapılan açıklamada, bu tür söylemlerin “siyasi şiddet potansiyelini arttırmasında” duyulan endişe de dile getirilmişti. 

Koronavirüs salgınına rağmen seçimlerin iyi organize edildiğine, “kargaşa” ya da “yıldırmaya” dair herhangi bir olaya rastlamadıklarına işaret eden AGİT heyeti, bununla birlikte “agresif seçim kampanyası retoriğinin yol açtığı hukuki belirsizlik ve son derece kutuplaşmış bir siyasi iklim” gözlemlediklerinin altını çizdi.

‘Her oy sayılmalı’

Heyetin başkanı, Alman Hür Demokrat Partili (FDP) siyasetçi Michael Georg Link de bir açıklama yaparak “Verilen her oy sayılmak durumunda” dedi. Link, “Kimsenin, hiçbir siyasetçi, hiçbir seçilmiş temsilcinin halkın seçim hakkını sınırlandırmamalı” ifadelerini kullandı

AGİT Gözlem Heyeti’nin ABD Başkanlık Seçimi ile ilgili hazırladığı rapor için tıklayın

HDP’li vekil Ali Kenanoğlu, MGSÜ’deki 404 kayıp eseri meclis gündemine taşıdı

HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu, Mimar Sinan Üniversitesi  Resim ve Heykel Müzesi’nde kayıtlı olan, tarihi ve sanatsal değeri bulunan eserlerden 404’ünün kaybolmasını meclis gündemine taşıdı.

Bunun dışında 42 eserin sahte olması ve müzeye kayıtlı 12 bin 378 taşınmaz eser arasındaki 4 bin 24 tabloya dair 2019 Sayıştay Raporları’nda hiçbir bilginin yer almadığını belirten Kenanoğlu konuyla ilgili soru önergesi hazırladı.

‘Sahte eserler müzeye nasıl girdi?’

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy‘un cevaplaması için hazırlanan soru önergesinde HDP’li vekil şu soruları yöneltti:

  1. Mimar Sinan Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesinde kayıtlı olan 404 eserin kayıp olduğu iddiaları doğru mudur?
  2. Bu eserlerin bulunması için herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır? Yapılıyor ise hangi aşamadadır?
  3. 42 eserin sahte olduğu iddiaları doğru mudur? Sahte ise bu eserler müzeye nasıl girmiştir?
  4. Müzede kayıp ve sahte eserlerin olmasında sorumluluğu olan yetkiler hakkında herhangi bir inceleme başlatılmış mıdır?
  5. Kayıp eserlerin tahmini değeri ne kadardır?
  6. Kayıp eserlerin dışında başka kayıp eserlerin olup olmadığı araştırılacak mıdır?
  7. Sisteme kayıtlı veriler 2018 yılından beri neden güncellenmemektedir?

Krizler Çağı ve karşılık verebilme yeteneğimiz

Krizler çağından geçiyoruz. Üstelik her biri insanlığın daha önce karşılaşmadığı büyüklükte oldukları gibi, birbiriyle iç içe geçen karmaşık krizler. Bu cümle daha da uzayabilir; çünkü bugün yaşadığımız felaketlerin, hastalıkların ya da ekolojik yıkımların aynı zamanda belli bir geçmişi, derin ve karmaşık bilimsel içerikleri var. Gezegen üzerindeki yaşamın farklı unsurları, bütün bunlardan farklı seviyelerde etkileniyor. Bu yüzden bilim insanlarının çalışmalarından aktivist eylemlere; devlet başkanı seçimlerinden sanat eserlerinin içeriklerine kadar yayılan tartışmalarda bu krizlerin anlamı önemli bir yer tutuyor.

İnsanın insan–dışı varlıklarla olan ilişkisi, yaşadığımız krizlerin en önemli meselelerinden (hatta belki de nedenlerinden) birini oluşturuyor. Gezegen üzerindeki jeolojik dönüşümler, şimdiye kadar insan faaliyetlerinden görece çok daha bağımsız koşullarda değişmiş; bilim insanları da bu değişimleri dönemin en belirgin özelliklerine göre isimlendirmişlerdi. Bugün ise tam tersine, gezegenin jeolojik değişimlerindeki insan faktörünün geri dönülmez bir sürece girdiği bilimsel çalışmalarda yerini buluyor. Bu da bizi, insanı ve eylemlerini kavramaya yönelik kapsamlı çalışmalara yöneltiyor. Bu anlamda sanat da, bilim ve politikayla ilişkisi açısından farklı bir dönemden geçiyor, diyebiliriz. Yaratıcı ifadenin olanakları, ilk olarak yaşadığımız bu yeniçağa verilen isimlerin tartışmalarında yerini buluyor. Bu tartışmalarda da öncelikle bilimsel bulgular ve bilim insanlarının onları nasıl yorumladığı üzerinde duruluyor.

Bilim 19’uncu yüzyılda uyarmıştı: Küresel ısınma insan eliyle gelecek 

Yaşadığımız dönemin özelliklerini anlamak ve anlatmak için en sık baktığım bilgilerden biri; 10 bin yıl önce insanların ve onların evcil hayvanlarının toplam biokütleye oranının yüzde 0,4, altıncı büyük kitlesel yok oluşun yaşandığı bugün ise yüzde 96 ve artmaya devam ediyor oluşu.  Bu değişimin nedeni olarak belirli pek çok faktörün yanında, ağırlık olarak insan faktöründen bahsediliyor ve bu mantıkla 19. yy’da ifade edilmeye başlanan Antroposen yani İnsan Çağı adı, genel olarak bugün de kabul görüyor. Antroposen’i kimyager Paul Crutzen ve göller uzmanı Eugene F. Stoermer, ilk olarak 2002 yılındaki bilimsel bir makalelerinde kullanıyorlar. İnsan faktörü göz önüne alınarak geri dönülmez bir sürece girildiği ve bunun yeni bir jeolojik çağ olduğu fikri kısa sürede kabul gördüğü gibi, bu çağın tam olarak ne zaman başladığı ve Antroposen isminin (yani insan çağının) yapabileceği göndermeler belli tartışmalara neden oluyor.

Tekrar belirtmek gerekirse, altıncı büyük kitlesel yok oluşu yaşıyoruz. Farklı sonuçları olan bu olgunun bilimsel tartışmalardaki belirleyici noktalarından devam etmek gerekirse, böyle bir insan etkisinin kabul gören birden fazla anlatısı olduğunu söyleyebiliriz. Antroposen’in başlangıcı açısından 8 bin yıl önce geçilen yerleşik tarım ile insan ve doğa ilişkisinin bugünkü halinin ilk tohumları atıldığı, bununla beraber sadece üretim açısından değil; doğanın bir kaynak olarak görülmesinin toplumlar arasındaki ilişkilerde de belirleyici olduğu belirtiliyor. Kolonyalizmin başlangıçlarının ve Avrupa merkezli tarih yazımının, modern anlamda doğa ve kültür arasındaki ilişkide belirleyici etkisi üzerinde duruluyor. Çoğaltılabilecek olan farklı tarihsel olgular, ilk sanayi devriminin öneminin de altını çiziyor.

İnsan Çağı’nın özelliklerini iyice belirgin kılan ve alanını daha hızlı ve şiddetli bir şekilde krize dönüştüren şey ise son 50 yıldaki ekolojik yıkım ve iklim değişikliğinin boyutları oldu. Fosil yakıt kullanımının atmosferdeki karbon miktarını arttırdığı ve bunun da belli ölçüde sıcaklık artışına neden olduğu kanıtladığından beri, bilim insanlarının baktıkları ilk olgulardan biri karbon salımı miktarı.  Bugün artık biliyoruz ki, gezegenin ortalama sıcaklığı sanayi devrimi öncesi dönemden 1 derece daha yüksek. Son Buzul Erimeden kitabında Levent Kurnaz bilimin, küresel ısınmanın insan kaynaklı olacağına 19. yy ortalarında karar verdiğini söylüyor. Atmosferdeki karbon miktarı ile sıcaklık ortalamasındaki ilişkinin bilimsel olarak kanıtlandığı yılların aynı zamanda bir çeşit uyarı da içerdiğini belirtiyor böylece. Bugün ise bu bilimsel verileri hiç de böyle bir uyarı niteliğinde okumamış olduğumuz ortada. IPCC’nin hazırladığı güncel rapora göre 1,5 derecelik bir ısınma yaşamsal anlamda çok kritik ve bugün ona çok yaklaşmış durumdayız. Aldığımız ve almadığımız bütün önlem ve kararlar, gezegen üzerindeki yaşamın öncelikle varlığını ve ardından gelecekteki koşullarını belirleyecek.

 Farklı dönüşüm potansiyellerini barındıran böyle bir çağda bilim, politika ve sanat da buna bağlı olarak kesişiyor ve belki de çağı anlamak ve anlatmak için birbirine hiç olmadığı gibi ihtiyaç duyuyorlar.

Antroposen mi Kapitalosen mi Chthulucene mi?

İnsan etkisi, bu kadar önemli olunca İnsan Çağı da bu önemin etrafında tartışılıyor, diyebiliriz.  Öncelikle Antroposen, yani İnsan Çağı – insanı ve eylemlerini, onun biyolojik varlığına indirgeyerek açıklamış oluyor ki bu da ciddi bir eksiklik olacaktır diyen Jason Moore gibi yazarlar, bu çağa Kapitalosen denmesi önerisinde bulunuyorlar. Önerideki açık eleştiri, insan eylemlerinin belli bir tarihselliği olan siyasi sistem ve onun taşıdığı toplumsal eşitsizlik ve çatışmalar gibi politik koşullarla da beraber ele alınması gerektiğine vurgu yapıyor.

Kapitalosen’in eleştirisine katkı veren Donna Harraway, Antroposen’e dair eleştirilerinde “Species Man does not make history” cümlesini kullanıyor.  Yani, “Bir tür olarak insan;” diyor feminist yazar, “…tarih yazmaz.” Bu kısa cümlede İnsan Çağı’nın birden fazla eksik yönüne gönderme yapan Harraway, insan derken aynı zamanda adam anlamına da gelen, cinsiyetli bir kelime diyebileceğimiz Man sözcüğünü tercih etmiş. Ayrıca kelimenin baş harfini büyük bir şekilde kullanarak, bilim yazımında insan–merkezli olanın aslında erkek – egemen olduğuna da atıf yapmış.  Harraway’e göre jeolojik bir geçiş dönemi, yani yeni bir çağ artık toplumsal olanla beraber ele alınıyorsa hikâyesi de daha iyi bir anlatıyı hak ediyordur. Antroposen ve Kapitolosen gibi büyük dramatik anlatılara alternatif, batı – merkezli olmayan bir hikâye yazılabilir mi, diye soran yazarın önerisi; en küçüğünden biz insanlara kadar farklı türler arasındaki o görünmez ağın yaratıcı eylem ve hikâye anlatıcılığı ile dile getirilmesi. En küçük canlılarda dahi olan karşılık verebilme yeteneğini görünür kılmak için, insan–dışı varlıklarla beraber yaşadığımız bütün hikâyelerin – yani yaşamın kendisinin – anlatısının da çoğaltılıp yayılmasının önemini vurguluyor.

Sonuç olarak, Kapitalosen ya da Harraway’in önerdiği “Chthulucene” (akrabalık) gibi isimler eleştirilerinde en basit tabirle kadının ötekileştirilmesi ve doğanın sömürüsünde ortaklaşıyorlar. Özellikle feminist eleştirilerde getirilen öneriler, yaratıcı ifadelerin öneminin altını çiziyor.

Genç iklim aktivisti Greta Thunberg, iklim değişikliğinin boyutları ve buna karşın politikacıların yıllardır devam eden eylemsizliğinin küresel bir krize yol açtığını, bu yüzden artık krize kriz denmesi gerektiğini vurguladı. Greta, bilim insanlarının yaptığı uyarılara kulak tıkayan politikacıların yetersiz, isteksiz ve yavaş tepkilerinin sonucunda yaşananlara kriz demenin önemini savundu. Bugün artık iklim krizi deyimi akademik yayınlardan, haber – yorum ve makalelere kadar eskisine göre daha geniş kesimler tarafından kabul görerek kullanılıyor. Yokoluş İsyanı gibi iklim aktivisti gruplar, ekolojik yıkım ve iklim değişikliği gibi çok boyutlu krizler karşısındaki politik eylemsizlik, ana akım medyanın ilgisizliği nedeniyle karşılaştığımız bilgi edinme sorunu ya da büyük krizler karşısında empoze edilen yetersizlik hissinin toplumsal çöküşlere yol açtığını; bu nedenle yaşadığımız toplumların farklı alanlarda ve seviyelerde ahlaki bir çöküş içinde olduğunu belirtiyorlar. Toplumlar, Peter Singer gibi filozofların belirttiği gibi insanlar arası adalet kavramının insan-dışı varlıkları da kapsayarak genişleme gerekliliğine yeterince karşılık verebilmiş değiller ya da, bu kadarını yapabiliyorlar…

Sanat ve aktivizm ilişkisi

Krizler çağından geçiyoruz.

Sanat da, krizler çağına dair olanaklarını farklı biçimlerde açıyor. Antroposen’de Sanat kitabının editörlerine göre İnsan Çağı’nın kendisi estetik bir deneyim ve yukarıda anlatılan bütün bilimsel veya politik içerikler de bu deneyime dâhil kabul edilerek onlarla birlikte yorumlanıyor. İstanbulluların da geçen yılkı Bienal’de karşılaştıkları gibi, katılımcı bir deneyim alanı açan buluşmalar sanatçılar tarafından aktivist ve bilimsel içeriklerle organize edilebiliyor. Ya da bir eser, belki de sadece ifade edip göstermeye, soru sormaya ve hatta bilgi vermeye de yönelik de olabiliyor. Sanatın olanakları her zaman sınırsızdı; ama bu klişeye bir ekleme daha yapacak olursak Dan Graham’a göre bütün sanatçılar aynı şeyi “… sanatın kendisinden daha sosyal, daha katılımcı ve hatta daha gerçek” bir şey yapmayı hayal ediyor ve işte Antroposen, insan ve onun bütün krizleriyle içimizden geçiyor.

Aktivizm ise sanatla her zaman ilişkiliydi. İklim krizi ve ekolojik yıkıma dair sivil itaatsizlik örnekleri de, güncel sanatın açtığı olanakları yaratıcı bir şekilde değerlendiriyor. Özellikle Antroposen’in krizlerine yoğunlaşırsak, nükleer çağın başlangıcı ve sonrasında yaşanan çevresel sorunlar ve toplumsal meseleler sanatçıların öncelikli ilgilendiği alanları oluşturmaya başlamıştı. 1968’in mirası ve sonrasında ise şiddetsiz yaratıcı eylem biçimlerini tercih eden nükleer hareketin yarattığı deneyim ve kazanımlar Avrupa, özellikle de Almanya’daki yeşil hareketin kurucu unsurlarını oluşturmuştu. Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından ise çevre adaleti, ilk olarak 1990’larda küreselleşme karşıtı hareketin, ardından ikinci olarak da 2008 krizi sonrası işgal hareketleri sırasındaki kent hakkı taleplerinin önemli içeriklerini oluşturdu.

Bununla beraber uluslararası sivil toplum ve çevre aktivistleri, 1988’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi tarafından oluşturulan hükümetler arası iklim rejiminin anlaşmalarını takip eden ve oluşturduğu politikaların yetersizliğine dikkat çeken örgütlenme, kampanya ve eylemler de yapıyorlardı. Yerel halkların yıllardan beri süre gelen doğa savunuculuğu da, iklim hareketinin destek verdiği; fakat bunun da ötesinde yerel, ekolojik, katılımcı, şenlikli ve demokratik unsurlarıyla hak mücadelelerinin en önemli deneyimlerini oluşturmaya devam ediyor.

Üçüncü dalga: İklim adaleti

2015’te Paris Anlaşması’ndan sonra bugün artık duvarın yıkılışından sonraki üçüncü toplumsal hareket dalgası; ekolojik yıkım ve iklim krizini merkezine alan iklim adaleti hareketi ve onun sanatsal ifadeleriyle beraber artık daha yoğun bir şekilde kesişiyor. Bu kadar katmanlı ve birbirine geçen krizler ve hak mücadelelerine bugün artık sadece yeni demek yeterli (ayrıca gerekli de) olabilir. Bruno Latour, İklim Rejimi olarak ifade ettiği bu yeni dönemi oluşturan gelişmeleri; ABD’de Trump’ın seçilmesi, Brexit, mülteci krizi ve Paris Anlaşması olarak sıralıyor. (Kronolojik olarak sıralanmayışına dikkat çekmek isterim.) Latour’a göre derin krizler içeren bu gelişmeler, yeryüzü üzerindeki yaşamlarını politik bir şekilde ören bizlerin yeni bir toprak aidiyeti oluşturması gerektiğine işaret ediyor. Kısaca bahsetmek gerekirse yazar bu noktada politik bir performans ihtiyacını vurguluyor.

Verdiği örnek ise, hepimizin gözlerinin önünde cereyan eden bir kutlama olması açısından oldukça ilginç. 2015’te Paris’te gerçekleşen COP25 müzakerelerinin sonunda Paris Anlaşması’nın kabul edilmesine verilen ilk tepkilerden biri Hollande’dan gelir: “Vives les Nations Unies, vive la planéte et vive la France!” Müzakereler sonucunda kabul edilen Paris İklim Anlaşması’nın son halini,  “Çok yaşa Birleşmiş Milletler, çok yaşa gezegen, çok yaşa Fransa” diyerek kutluyor dönemin Fransa Cumhurbaşkanı.

“Kurum ve ülkelerin yanında gezegenin de çok yaşamasını dile getirmek, aynı zamanda bir sonu olabileceğini de düşünmek anlamına gelebilir”, şeklinde yorumluyor Latour. Sorunlu ve en az bir alternatif ihtiyacına işaret eden bir performans olsa da Latour’un ifade ettiği aidiyet kurma ihtiyacına işaret ediyor Hollande’ın kutlamayı tercih ediş biçimi.

Kasım’ın ilk haftasında gerçekleşen Amerikan seçimleri öncesinde, iklim bilimi de benzer bir ihtiyaca cevap vermek zorunda kaldı. Daha önce politik bir tercih belirtmeyen iklimbilimciler ve Greta Thunberg gibi iklim aktivistleri, “Bilimin yeterince bilgisi olduğunu düşünmüyorum” diyen, Donald Trump’ın seçilmesinin yıkıcı ve yok edici anlamlarına dikkat çekerek Amerikalıları Demokrat Parti’ye destek vermeye çağırdılar. Latour, bizlerin çok aşina olduğu bir deyim kullanarak, Trump ile Thunberg’in aynı dünyalara ait olmadığını söylüyor…  

***

Dansçı bir kadın, boş bir evin içinde bir anda koşuyor ve bir anda durup dehşet içinde kalıyor. İşte bu tepki, herhangi bir aksiliğe – belki de bir felakete karşılık verebilme yeteneğimizin küçük bir performansı. Kadının hareket edebilirliğine alan açıldıkça, verebileceği tepkilerin olanakları da artıyor. Dehşet içinde kalabilmeyi dans içinde bir temsil, bir hareket ifadesi haline getirebildiğini görüyoruz. Bruno Latour da, o performansı düşünerek iklim aktivizmi üzerine yazmaya başladığını söylüyor. Sanırım, sanatın bize bu yeteneğimizi hatırlatmasına çok ihtiyacımız var.

Peki, bütün bu krizlere karşılık verebildiğimiz anlara ya da şimdiden örülmeye başlayan hikâyelere verilebilecek örnekler var mı? Ben de tam olarak, sonraki yazılarda bu örneklerden bahsetmek istiyorum.