Ana Sayfa Blog Sayfa 113

Çorum’da maden işçileri, sendika hakkı için yeraltına inerek direniş başlattı

DİSK/Dev. Maden-Sen‘e üye oldukları için altı ay ücretsiz izne çıkarılmaya çalışılan ODAŞ grubuna ait Alpagut linyitleri yeraltı kömür işçileri yeraltına inerek direniş başlattı. Altı ay ücretsiz izni kabul etmeyen işçiler, işlerini geri alıncaya kadar çıkmayacaklarını ve sonuna kadar direneceklerini ifade ediyor.

Çorum‘un Dodurga ilçesinde yer alan Alpagut Köyü‘ndeki kömür madeninde çalışan ODAŞ Grubu‘na bağlı Yel Enerji Elektrik Üretim Sanayi A.Ş. işçileri, yaklaşık yedi yıldır zorlu koşullar altında emek harcıyorken, sendikal haklarını kullanmak istediklerinde de ciddi baskılarla karşılaşıyor.

Aralık 2023’te DİSK’e bağlı Dev.Maden-Sen’e sendikasına üye olan işçiler, sendikalı oldukları için çeşitli ayrımcılıklara ve tehditlere maruz kalıyor.

odaş

Yaklaşık 150 kişinin çalıştığı işyerinde, çalışanlar çıplak ücret dışında hiçbir yan hak almadan, kendi imkanlarıyla işyerine gelip gitmek zorunda kalıyor. Şirket yetkililerinden temel haklarını talep eden işçiler, herhangi bir olumlu yanıt alamıyor. Dev.Maden-Sen sendikasına üye olan işçiler, Çalışma Bakanlığı‘ndan olumlu yetki belgesi aldıktan sonra, işverenin mahkemeye itirazı ile karşılaştı ve süreç uzatıldı. Bu süreçte sendikalı işçilere yönelik baskılar arttı.

odaş

İşveren, sendikalı işçileri sendikadan istifa etmeye zorladı ve bu baskılara direnen işçiler, iş sağlığı ve güvenliği bahaneleriyle işsizlikle tehdit edildi. Son olarak, Hacettepe Üniversitesi Teknoloji Transfer Merkezi’nden alınan bir rapor gerekçe gösterilerek, 84’ü sendikalı olan 88 işçinin altı ay boyunca ücretsiz izne gönderilmek istendiği belirtildi. Ancak, işçilere rapor gösterilmedi ve raporun bir örneği verilmedi. Sözlü olarak verilen bilgiye göre, yerüstünde çatlaklar olduğu belirtilse de bu çatlakların 2017’den beri mevcut olduğu biliniyor.

Sendikalı olmayan işçilerin ise yeraltında çalışmaya devam ettiği ve bir kısmının da işletmenin Fethiye’deki inşaatına gönderildiği belirtiliyor.

Altı ay ücretsiz izne çıkarılmaya karşı çıkan işçiler yeraltına indi ve işlerini geri alıncaya kadar çıkmayıp direneceklerini belirtti. Bölgeden alınan haberlere göre jandarmanın işçi ailelerini madene almadığı belirtilirken direnen işçiler, “İşletme, arkadaşlarımıza yemek indirmemize izin vermiyor. Eğer bu tavır devam ederse, eylem işletmenin zoruyla açlık grevine dönüşecek” dedi.

‘Trafik terörü’ne teslim edilen Adalar’da şimdi de minibüs dönemi!

Faytonların kaldırılmasının ve atların adalardan uzaklaştırılmasının ardından Belediyenin toplu taşıma araçları ve kişisel elektrikli araçların işgaline uğrayan İstanbul‘un Prens Adaları‘nda şimdi de ‘minibüs taşımacılığı’ başladı.

Özellikle Büyükada‘da ruhsatsız, dolayısıyla “korsan” taksilerin “trafik terörü”nden yakınan Adalılar, bu sabah uyandıklarında ada sokaklarında gezen minibüs tipi toplu taşıma araçlarıyla karşılaştı.

İstanbul’da trafik sorununun en önemli nedenlerinden biri olarak gösterilen minibüslerin  toplu taşıma için kullanılmasının,  Adaların doğal ve kültürel habitatına uygun olmadığını, araç yoğunluğu ve bu araçların hız yapması nedeniyle, buna alışkın olmayan çok sayıda hayvanın yaşamını yitirdiğini ve sık sık Adalılarla taksiciler arasında tartışmalar yaşandığını anlatan Adalılar, Büyükşehir Belediyesi ve Adalar Belediyesi’nden bu araçları geri çekmesini istedi.

Adalar Sivil İnisiyatifi’nden minibüs tepkisi: ‘Yürünebilir Adalar istiyoruz’

Adalar Sivil İnisiyatifi, bu ayın başında İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İETT Genel Müdürlüğü‘nün Adalar için tasarladığı minibüs projesine karşı çıkarak Büyükada‘da basın açıklaması yapmış ve Adalar’ın “yürünebilir olması “taleplerini tekrar etmişti.

Ada halkı İBB ve Aselsan-Karsan işbirliği ile üretilen elektrikli minibüslerle ilgili bilgilendirilmediklerini ve İBB Çözüm Merkezi‘ne yaptıkları başvuruların yanıtsız kaldığını belirtmişti.

Barolar Birliği’nden katliam tasarısı için Meclis’e çağrı: Toplum vicdanında kabul görmez

Türkiye Barolar Birliği, AKP’nin sokakta yaşayan köpeklerin “uyutulması”nı öngören yasa teklifini Meclis’e getirme hazırlıkları dolayısıyla yayımladığı açıklamada Türkiye tarihinde görülmemiş bir hayvan katliamı yaşanacağına vurgu yaptı.

Barolar Birliği açıklamasında “Yüzyıllardır bu toprakların bir parçası olan sokak hayvanlarının; bizler gibi hissedebilen, acı çekebilen ve her fırsatta “can dost” oldukları vurgulanan varlıkların ölüm fermanını vermek yahut onları ölüm kampı barınaklarda tecrit etmek ne kültürel değerlerimizle ne de 20 yıl önce yürürlüğe giren ve 3 yıl önce kapsamlı değişikliğe uğrayan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun sistematiği ile bağdaşabilir” ifadelerini kullandı.

Hak savunucuları ve vatandaşlar, köpekler için idam fermanına karşı sokağa çıkıyor
Katliam tasarısına karşı hak savunucuları bugün üç ilde direniş başlatıyor

Çözüm, kısırlaştırma ve rehabilitasyon seferberliği

“İddia edildiği gibi sokak hayvanları popülasyonu bir problem teşkil ediyorsa bu sorunun çözümü yetkili tüm kurumların eş zamanlı olarak yürüteceği bir kısırlaştırma ve rehabilitasyon seferberliği” olduğuna vurgu yapan Türkiye Barolar Birliği, bunun için semtlere ve özellikle kırsal bölgelere kısırlaştırma merkezlerinin kurulmasının gerekli ve yeterli olacağına dikkat çekti:

“Kısırlaştırma ile birlikte mutlaka uygulanması gerekli bir başka husus da evcil hayvanların üretim ve satışına yasak getirilmesi ve sahiplendiği hayvanı sokağa terk edenlere ağır idari yaptırımlar uygulanmasıdır. İki veya üç yıl süresince uygulanacak bu yöntem ile sokak hayvanlarının üremesinin önüne geçilebilecek ve varlığı iddia edilen sorun büyük ölçüde çözüme ulaşacaktır. Açıklanan yöntemler, alanında uzman veteriner hekimler tarafından da en doğru yol olarak sunulmakta, pek çok bilimsel çalışma ile de desteklenmektedir.”

Birlik, tüm bu yöntemlerin reddedilerek katliam ve tecritte ısrarcı olmanın aklı ve vicdanı reddetmek anlamına geldiğini kaydetti:

“Etik değerlere, toplumsal normlara ve sırf sezgisel olarak dahi fark edebildiğimiz hayvanın yaşam hakkına aykırı olan bu zihniyetin kurumsallaştırılarak yasal zemine taşınması, toplumun vicdanında da kabul görmeyecektir.

Sonuç olarak, Türkiye Barolar Birliği olarak yapılması planlanan yasal düzenlemeyi takip ettiğimizi ve bu toprakların bir parçası olan tüm canlıların ‘yaşam hakkı’nın korunması adına her türlü hukuksal mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğimizi kamuoyu ile saygıyla paylaşırız.”

Katliam tasarısına karşı hak savunucuları bugün üç ilde direniş başlatıyor

Hayvan hakları savunucuları, bugün TBMM’de görüşülmesi ve gelecek haftalarda meclise sunulması planlanan toplu tecrit ve katliam tasarısına karşı sokakta yaşayan köpekleri savunmak için bugün (23 Mayıs) İstanbul, Ankara, Antalya ve Alanya’da sokaklara çıkıyor.

Hak savunucuları ve vatandaşlar, köpekler için idam fermanına karşı sokağa çıkıyor

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi bileşenlerinin eylem programı şöyle:

İstanbul: Saat 13:00’te, Beşiktaş’taki İskele Meydanı
Ankara: Saat 13.00’te Meclis Parkı
Antalya: Saat 15.00’te Attalos Parkı

“Uyutma” adı altında köpekleri öldürmeyi hedefleyen yasa tasarısı TBMM’den geri çekilene kadar direnişimizi sürdüreceklerini belirten aktivistler şunları dile getirdi:

“Eşit, adil, yaşanabilir bir dünya için bir araya gelen Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi olarak, bir kez daha katliam ve tecrit riskiyle karşı karşıya olan, tıpkı bizim gibi birer kent sakini olan sokak hayvanlarının sesini daha geniş kitlelere duyurabilmemiz ve yetkililere ulaştırabilmemiz için sizin desteğinizi ve eylemimize katılımızı bekliyoruz.”

Büyük Menderes Havzası’nda ‘yavaş şiddet’: Nehirler ve Çocuklar

Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı  ve Mekânda Adalet Derneği işbirliğiyle gerçekleştirilen “Büyük Menderes Havza Çalışması’nın gözlem, değerlendirme ve izlenimlerinden oluşan Nehirler ve Çocuklar – Büyük Menderes Havzasında Yavaş Şiddetin Görünümleri başlıklı rapor/kitap serbest erişime açık olarak yayımlandı.

BAYETAV Ekoloji ve Hayat Bilimleri Araştırmaları Koordinatörü, Gıda Mühendisi Dr. Bülent Şık‘ın kaleme aldığı raporda Türkiye’nin en büyük sulak havzası olan Büyük Menderes Havzası’nda, altın madeni, kömür madeni ve jeotermal enerji santrallerinin yol açtığı ekolojik ve toplumsal sorunlar gıda, beslenme, biyoçeşitlilik ve çocuk sağlığı odağında tartışılıyor.

Madencilik ve enerji tesislerine teslim bir havza

Uşak’ın Eşme ilçesindeki Ulubey Kanyonu civarında bulunan altın madeninin yol açtığı sorunları inceleyerek başlayan havza çalışması, Denizli’deki açık linyit madenine ve oradan da Aydın ilindeki jeotermal enerji yatırımlarının sebep olduğu sorunlara uzanıp Büyük Menderes Nehri’nin denize döküldüğü yer olan Söke’de son buluyor.

Şık, kitabın akademik yayınlara dayanan bir değerlendirme raporundan ziyade kuraklık, susuzluk, toksik kimyasal madde kirliliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, müştereklerimiz, çocuk sağlığı ve yavaş şiddet gibi çeşitli meseleleri ele alan bir saha günlüğü ya da deneme kitabı olarak da görülebileceğini söylüyor.

Havzadaki madencilik ve enerji odaklı faaliyetlerin çevresel ve toplumsal etkilerini, bu projelerden olumsuz etkilenen kesimleri ve yerel çevre mücadelelerini kamu refahını dikkate alan bir perspektiften görünür kılmayı amaçlayan çalışmada, bölge sakinleri, sivil toplum örgütü temsilcileri, hukuki mücadele yürütenler ve uzmanlarla çeşitli görüşmelere de yer veriliyor.

Raporda havza sınırları içinde en büyük alana sahip olan Aydın, Denizli ve Uşak illerindeki kömür ve altın madenciliğiyle, jeotermal enerji yatırımları odağında yöre sakinlerinin yaşadıkları sorunları kayda geçirmek; yıkımın, mülksüzleştirmenin, kirletmenin ve sadece insanların değil diğer canlıların da yaşam alanlarını daraltmanın, susuz ve nefessiz bırakmanın yol açtığı ve açacağı meselelere dikkat çekmek amaçlanıyor.

Büyük Menderes Havza çalışmasının çalışmasının bir ürünü olan “Nehirler ve Çocuklar” raporunun çevre adaleti, doğal hayatın korunması, gıda güvencesi ve güvenliğiyle halk sağlığı çalışmalarına özellikle de çocuk sağlığını korumaya yönelik çalışmalara katkı sunmak amacıyla hazırlandı.

‘Yavaş şiddet’ uyarısı

Raporda yer alan toplumsal ve ekolojik sorunlar özetle şöyle:

  • Uşak ili Eşme ilçesindeki Kışladağ altın madeni ve Denizli Avdan’da işletilen açık ocak linyit madenciliğinin su varlıkları ve ormanlık alanlar için ciddi bir tehdit oluşturuyor ve bu tehdit madenler kapatılsa bile uzun yıllar boyu sürecek boyutlarda.
  • Uşak’ta deri sanayi, Denizli’de tekstil endüstrisinden açığa çıkan atıklar ve Denizli ile Aydın illerine yayılan jeotermal enerji yatırımlarının açığa çıkardığı atıklar ise Büyük Menderes Havzası’ndaki kimyasal kirliliğin en önemli kaynaklarını oluşturuyor. Havzada kentsel, endüstriyel ve tarımsal atıkların arıtılmasına sağlamaya yönelik çalışmaları son derece yetersiz.
  • Havzadaki toprak, su ve havadaki toksik kimyasal madde kirliliğinin özellikle hormonal ve nöral sistem bozucu toksik kimyasal maddeler, çocukların büyüme ve gelişimi açısından ciddi sorunlara yol açtı, açabilir.

  • Çocukların toksik kimyasal maddelere maruz kalması, “yavaş şiddet”tir. Yavaş şiddet terimi, yıkıcı etkileri zamana ve mekâna yayılmış, gözle görülmesi zor ne gösterişli ne de anlık olan, verdiği zarar gecikerek ortaya çıkan bir şiddet türü için kullanılıyor.  Raporda buna ilişkin şu ifadeler kullanılıyor: “Zararlı etkileri yıllar içinde ortaya çıkan bir şiddeti fark etmek, zarara yol açan etkenleri ya da failleri belirlemek dikkatle bakmayı gerektirir. Yavaş şiddete maruz kalan toplumsal kesimlerin yoksullar, azınlıklar, mülteciler ve sığınmacılar gibi görmezlikten gelinen, kamusal hayatın kolayca dışına itilebilen insanlar olması dikkatimizi belli yerlere ya da kesimlere yöneltmeyi gerektirir. En büyük dikkati yöneltmemiz gereken toplumsal kesimse çocuklardır. Yavaş şiddet en önce ve en fazla çocukları etkiliyor.”

Çözüm önerileri

Çalışmada kapsamlı çözüm önerileri de yer alıyor. Öne çıkan bazı çözüm önerileri şöyle:

  • Öncelikle doğal çevrenin kirletilmesini önlemek ve toprak, su, hava, ormanlar gibi kirletilmiş, tahrip edilmiş çevrelerin hızla onarılmasını sağlamak gerektiği, özellikle de altın madenciliği faaliyetlerinin uzun zamana yayılan zararlı etkilerinin önüne geçebilmek için madencilik faaliyetlerini bir an önce sonlandırmak gerektiği,
  • Tüm sektörlerin kirlilik kontrolünü iklim, biyoçeşitlilik, gıda ve tarım gibi diğer kilit tehditleri ele alan strateji planlarına entegre etmesinin de bir gereklilik olduğu,
  • Çocuk sağlığını korumak, özellikle de çocuklarda toksik kimyasal maddelere maruz kalmaktan kaynaklanan gelişimsel nörotoksisite salgınını kontrol altına almak için küresel bir önleme stratejisine ihtiyaç olduğu, test edilmemiş kimyasalların çocuklarda beyin gelişimi açısından güvenli olmadığını varsaymak gerektiği,

  • Kirliliği bir politika önceliği hâline getirmek, kirliliğe maruz kalmayı önlemek, kirlilikle ilgili sağlık etkilerini azaltmak ve önemli kirlilik sorunlarının çözümü için bir yol haritası oluşturmak amacıyla “Sağlık ve Kirlilik Eylem Planları” (Health and Pollution Action Plan) oluşturulması gerektiği,
  • Sağlık ve Kirlilik Eylem Planlarının hazırlanma sürecinde siyasi iktidarın, akademik kurumların, sivil toplumun ve özel sektörün birer paydaş olarak yer alması gerektiği,
  • Kamu kurumlarının çevresel sağlık risklerini ele almak ve kanıta dayalı müdahaleleri desteklemek için analitik çalışmaların kapsamını genişletmeye ve veri üretmeye yatırım yapması gerektiği,
  • Çocukları toksik kimyasallara maruz kalmaktan korumak her türlü kamusal faaliyetin en öncelikli gündem maddesi olmalı. Bu çerçevede, çocukların toplu olarak bulunduğu kreş, yurt ve okul gibi kurumlarda sağlıklı beslenme, toksik kimyasallara maruz kalmayı önleme açısından iyi yapılandırılmış bir fiziksel çevre ve donanımla eğitim sürecinin birlikte ele alınmasının büyük yarar sağlayacağı,
  • Kreş, yurt ve okul gibi kurumlarda çocukların toksik kimyasal madde yükünden arındırılmış, güvenilir suya erişimlerini sağlayacak önlemler alınması gerektiği,
  • Çocukların sağlıklı gelişimlerini sağlamak, akademik başarılarını artırmak ve yetişkin yaşta açığa çıkabilecek sağlık sorunlarının toplumsal maliyetini azaltmak için okullarda yerelden, mevsimsel ve agroekolojik ilkelerle üretilmiş gıda maddeleriyle hazırlanmış ücretsiz bir öğün yemek hizmeti verilmesi gerektiği,
  • Sadece iç mekân değil okul bahçesi, oyun parkları gibi dış mekân ortamı da hava kirliliğini azaltacak, filtreleyecek bir bitki peyzajına sahip olmasının yarar sağlayacağı ve bu amaçla okul alanı dış sınır hattı ve okul bahçesinin uygun ağaç ve bitkilerle yapılandırılması gerektiği,
  • Tekstil sektöründe çevre kirliliğini azaltma amacı güden EkoTeks100 ya da SWAN gibi toksik kimyasal kullanımına sınırlamalar getiren düzenlemelerin zorunlu kılınması ve sektörün kontrol altına alınması için etkin bir denetim ve izleme sisteminin oluşturulması gerektiği…

Raporda “hızla değişen sosyal, çevresel ve ekolojik bağlamdan kaynaklanan karmaşık sorunları çocukları bir numaralı politik özne olarak gören ve kamusal politikaların odak noktasına koyan bir bakış açısıyla ele almamız gerektiği” de sıklıkla vurgulanan çözüm önerilerinden biri.

Nehirler ve Çocuklar – Büyük Menderes Havzasında Yavaş Şiddetin Görünümleri raporunu indirmek için tıklayın.

Hak savunucuları ve vatandaşlar, köpekler için idam fermanına karşı sokağa çıkıyor

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), sokakta yaşayan hayvanların toplanmasını, sahiplendirilmesini ve sahiplendirilemeyen köpeklerin de belirli bir süre sonra öldürülmesini içeren bir yasa teklifi hazırlığında.

Parti yetkilileri, dünya örneklerini incelediklerini, İngiltere’deki uygulamaya benzer bir düzenleme hazırladıklarını ve teklifin, sokak hayvanlarının popülasyonunun kontrol altına alınması ve toplum sağlığı sorunlarının önlenmesi amacıyla hazırlandığı iddia ediyor.

AKP yetkilileri, sokak hayvanlarının bakımı, kısırlaştırılması ve barınaklarda tutulmasının yeterli olmadığını ve bu sorunun belediyelerin gücünü aştığını ifade ediyor. Teklifte, sahipsiz köpeklerin belirlenen bir süre içinde sahiplendirilmemesi durumunda uyutulması, yani insan eliyle öldürülmesi öngörülüyor.

Sokak köpeklerini öldürme işleminin ‘merhamet koşulları içinde ve acısız bir şekilde enjeksiyon yöntemiyle’ yapılacağı ifade ediliyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın talimatıyla harekete geçen AKP, ilgili bakanlıklarla birlikte yasa teklifi üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Teklifin, Meclis kapanmadan yasalaşması planlanıyor.

Yasa teklifine göre, belediyeler barınaklarındaki köpeklerin fotoğraflarını çekerek internet sitelerinde sahiplendirme ilanı yayınlayacak. Her köpeğin sahiplenilmesi için 30 gün süre tanınacak. Bu süre sonunda sahiplenilmeyen köpekler, iğne ile uyutulacak. Uyutulan köpeklerden boşalan barınaklara sokaktan toplanan yeni köpekler getirilecek ve aynı süreç tekrar edilecek.

Sahiplenilen hayvanlar ise çip takılarak Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından izlenecek. Sahiplenen kişinin sorumluluklarını yerine getirmemesi durumunda Hayvanları Koruma Kanunu‘ndaki yaptırımlar uygulanacak. Bu düzenlemenin, sokak köpeklerinin kontrol altına alınması ve toplum sağlığına yönelik tehditlerin önlenmesi amacıyla gerekli olduğu savunuluyor.

Yaşam hakkı savunucuları, bu düzenlemenin hayvan haklarına aykırı olduğunu ve daha insancıl çözümler bulunması gerektiğini savunuyor.

‘Toplu bir adalet haykırışına ihtiyacımız var’

Sokakta yaşayan hayvanların önce, gerektiği gibi denetlenmedikleri için ‘ölüm kampı’ denilen barınaklara toplanmasına, burada sahiplendirilmediklerinde de ölüme gönderilmelerine karşı çıkan vatandaşlar ise eylem hazırlığında.

Hayvanların haklarının yasalarla korunması için mücadele eden Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi, konuyu parti temsilcileri ve milletvekilleriyle görüştüklerini belirterek, konunun takipçisi olacaklarını ifade etti. Topluluğun görüştüğü isimler arasında Yeşil Sol Parti’den İbrahim Akın ve Burcugül Çubuk, TÖP’ten Perihan Koca, DEM Parti’den Sevilay Çelenk, TİP’ten Erkan Baş ve Ahmet Şık ile Ayhan Barut, Barış Karadeniz, Bekir Başevirgen ve çevre komisyonundan Semra Dinçer bulunuyor.

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi’nden Öykü Yağcı, Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada 2020’de mecliste sadece bir hayvan hakları komisyonunun kurulduğunu ve 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun güncellenmesi sürecinde hayvanlar lehine olan birçok maddenin yansıtılmadığını belirtti. Mücadele eden milletvekillerinin soru önergeleri verdiğini ancak bu önergelerin çoğuna geç veya yetersiz cevaplar verildiğini söyledi. Muhalefet partilerinin tam da bu kritik dönemde sokak hayvanlarının toplu halde tecritine ve öldürülmesine karşı güçlü bir muhalefet göstermesi gerektiğini vurguladı.

‘Hayvan hakları ve hayvanlarla birlikte yaşama bilinci gelişmeli’

Yaşam savunucularına göre iktidarın köpekleri suçlayarak ‘sokak hayvanları sorunu’ olarak yansıtılan meseleyi aşmak için, hayvanlarla birlikte sağlıklı ve saygılı bir şekilde yaşamanın yollarını aramamız gerekiyor. Kent hayvanlarının düzenli olarak kısırlaştırılması, hayvanların eşya gibi alınıp satılmasına ağır cezalar getirilmesi, belediyelerin sorumluluğundaki uygulamaların denetlenmesi gibi önlemlerin alınması şart.

Öykü Yağcı, sözü geçen yasa tasarısı için ABD ve Avrupa’daki örneklerin incelendiğinin söylenmesi üzerine, bu ülkelerin bazılarında, özellikle ABD’de hayvanlara yönelik şiddetin de ağır cezalar aldığını ve kanunlara uyulduğunu hatırlattı. Yağcı, şöyle açıkladı:

“Belediyeler hayvanları sokaklardan, kendi sınırlarından ‘arındırmak’, ormanlara atmak, öldürmek için gösterdiği çabanın birazını kanunda yazan bütün bu görevlerini yerine getirmek için göstermiş olsaydı, ya da merkezi yönetim ve onun bakanlıkları, özellikle Tarım ve Orman Bakanlığı da görevlerini yapsaydı; hayvan üretimini yasaklasalardı, hayvana şiddete caydırıcı cezalar getirselerdi, bakım evleri kurma zorunluluğu olan belediyeler ayrılan bütçeleri gerçekten sistemli ve hayvanlar lehine, sistemi dönüştürecek şekilde harcasalardı, biz bugün bu noktada olmayacaktık. Toplumsal şiddeti artıracak, toplumsal kutuplaşmayı artıracak söylemler ve eylemler içinde olmayacaktık. Eğer var olduğu iddia edilen, ‘sorun’ adı altında dile getirilen durumda bir suçlu aranıyorsa, asıl suçlu köpekler değil, merkezi ve yerel yönetimlerdir, bakanlıklardır.”

‘Belediyeler görevlerini ihmal ediyor’

Belediyelerin sokakta yaşayan köpekleri uzun yıllardır denetimsiz ve kanunsuz bir şekilde toplatıp ölüme gönderdiğini ifade eden Öykü Yağcı, usülsüz toplamaların bugün de Türkiye’nin birçok yerinde devam ettiğini söyledi.

“İktidar yanlısı medyanın da toplumsal nefreti ve kutuplaşmayı körükleyecek şekilde yayınlarla köpekleri kötü gösterdiğini görüyoruz. Aslında var olmayan bir nefretin örgütlendiğini görüyoruz ve bunun da Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere, aslında toplumsal adaleti ve hayvanları korumakla yükümlü olan Bakanlıklar, milletvekilleri tarafından bizzat yapıldığına, taraflı medya aracılığıyla da büyütülüp köpürtüldüğüne şahit oluyoruz.”

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi, yaşam savunucuları olarak yarın (23 Mayıs’ta) İstanbul Beşiktaş Meydanı’nda bir protesto düzenleyerek bu yasa tasarısına karşı seslerini yükselteceklerini duyurdu. Bu protesto ile hayvanların yalnız olmadığını haykıracaklarını ve yasaya karşı güçlü bir muhalefet sergileyeceklerini belirtti. Aynı gün ve saatte Ankara’da ve Alanya’da da eylemler düzenlenecek.

İklim krizi, Birleşik Krallık ve İrlanda’da ‘dinmeyen yağmurlar’a neden oluyor

Ekim ve mart ayları arasında bir düzineden fazla fırtına hızla arka arkaya bölgeyi kasıp kavurmuştu. Bu, neredeyse iki yüzyıllık kayıtlar içinde bu tür en yağışlı ikinci dönem oldu. Sağanak şiddetli sellere, en az 20 kişinin ölümüne, evlerde ve altyapıda ciddi hasara, elektrik kesintilerine, seyahat iptallerine ve ağır mahsul ve hayvan kaybına neden oldu.

Fırtınaların neden olduğu yağmur miktarının, iklim krizi olmasaydı 50 yılda bir meydana geleceğini belirten iklim uzmanları, son yıllarda ulaşılan 1,2 derecelik küresel ısınma nedeniyle artık her beş yılda bir bu tür felaket gibi durumların ortaya çıkacağını kaydediyor. Analiz, fosil yakıt yakmanın hızla durdurulmaması ve küresel sıcaklığın önümüzdeki on veya yirmi yılda 2°C’ye ulaşması halinde, bu tür şiddetli yağışlı havaların ortalama her üç yılda bir yaşanacağını gösteriyor.

Araştırmayı yapan World Weather Attribution uzmanları her iki ülkede yaşayanları korumaya yönelik çalışmaların hâlâ “çok eksik” olduğu ve en çok etkilenenlerin yoksul ve savunmasız insanlar olduğu konusunda uyardı.

Günümüzün “ısıtılmış” dünyasında yağışlı kışın ne kadar muhtemel ve ne kadar yoğun olduğu ile yüksek düzeyde karbon emisyonunun olmadığı bir dünyada ne kadar muhtemel olacağını karşılaştıran çalışmaya göre, daha sıcak hava daha fazla su buharı tutabilir ve dolayısıyla daha fazla yağmur üretebilir. Yüzlerce “bağlantı çalışması”, küresel ısınmanın halihazırda dünya çapında sıcak hava dalgaları, orman yangınları, kuraklıklar ve fırtınalar gibi aşırı hava koşullarını nasıl artırdığını gösteriyor.

Birleşik Krallık Met Ofisi‘nden iklim bilimci ve WWA ekibinin bir parçası olan Dr. Mark McCarthy, “Gelecekte daha fazla artış bekleyebiliriz; bu nedenle değişen iklime uyum sağlamak ve daha dayanıklı olmak bizim için çok önemli” diyor.

Çalışma kapsamında, her iki ülkeye de en fazla zarar verenler arasında olan Babet, Ciarán, Henk ve Isha fırtınaları incelendi. Enerji ve İklim İstihbarat Birimi tarafından yapılan ayrı bir analiz, yalnızca Birleşik Krallık’ta şiddetli yağmur nedeniyle ekilebilir mahsullerdeki kaybın, son on yıldaki ortalama üretimle karşılaştırıldığında çiftçilere yaklaşık 1,2 milyar £’a mal olacağını ortaya çıkardı. Sebze yetiştiricilerinin ise daha fazla kayıp yaşayacağı öngörülüyor.

Ev sigortası tazminat talepleri ise üçte bir oranında artarak 573 milyon £ değerinde rekor bir hasara ulaştığı. Ülkede her yedi kişiden birinin sigortası yok, birçoğu da sigortayı karşılayamadıklarını söylüyor.

İktidardaki Muhafazakar Parti‘nin geçen temmuzda yayımladığı en son iklim planı ise  uzmanlar tarafından “çok zayıf” olarak görülüyor.

Türkiye’nin içinde bulunduğu havza için de benzer uyarılar yapıldı

WWA’nın bu yılın başında yayımladığı rapora göre, insan kaynaklı iklim krizinin geçen kasımda yol açtığı Karadeniz bölgesini vuran Bettina Fırtınası‘nın,  şiddetli yağmur ve kar yağışı olasılığını iki katına çıkardığı tespit edilmişti.

Fırtına Moldova, Bulgaristan, Romanya ve Ukrayna‘da aşırı kar yağışına, Kırım, doğu Ukrayna ve Türkiye’de ise şiddetli yağmurlara neden olmuştu.

Rapor: Karadeniz’deki aşırı yağışların sebebi insan kaynaklı iklim krizi

Çalışmanın daha önce yayımlanan “hızlı analiz”inde de küresel ısınmanın, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye‘de şiddetli yağış olasılığını 10 kata kadar, Libya‘da ise 50 kata kadar artırdığına; sel ovalarındaki yapılaşma, barajların bakımsızlığı ve diğer yerel faktörlerin aşırı hava koşullarını insani bir felakete dönüştürdüğüne dikkat çekilmişti.

Araştırma: İklim krizi Türkiye’deki sellerin olasılığını 10 kat artırdı

Climate Center‘in yaptığı bir başka araştırmada da iklim değişikliğinin Avrupa’nın büyük bölümünde rekor kıran sıcaklık tahminini beş kat daha olası hale getirdiği belirtilmişti.

İklim değişikliği Türkiye’de rekor sıcaklıkları beş kat daha olası hale getiriyor

WWA’nın son raporlamasına göre, nisan ayında Asya‘da milyarlarca insanı etkileyen 40°C’nin üzerindeki aşırı sıcaklıklar, insan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle daha sıcak ve daha olası hale geldi. Çalışma; Asya’da yoksulluk içinde yaşayan insanlar ve Gazze‘de yerlerinden edilen 1,7 milyon Filistinlinin sıcak dalgalarına karşı en hassas ve savunmasız gruplar olduğuna vurgu yaptı.

World Weather Attribution: Nisan ayındaki aşırı sıcakların tek nedeni iklim değişikliği…

 

 

‘Sinpaş Cumhuriyeti’nde geceyarısı mesaisi: İnşaat yasağına rağmen durmuyorlar

Sinpaş GYO‘nun Marmaris Milli Parkı içerisinde yer alan ve doğal güzellikleriyle ünlü Kızılbük Koyu‘nda yaptığı otel inşaatı, 15 Mayıs’ta yürürlüğe giren inşaat yasağına rağmen gece yarısı sürdürülen çalışmalarla devam ettiriliyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, geçen hafta aralarında Marmaris’in de bulunduğu turistik yörelerde sürdürülen inşaat faaliyetlerinin ses, görüntü ve çevre kirliliğine yol açarak otel rezervasyonlarının iptaline kadar ulaşan olumsuzluklar yarattığı  gerekçesiyle, inşaatların 15 Mayıs’tan başlayarak 15 Ekim’e kadar yasaklamıştı.

Bakanlık ilgili valiliklere gönderilen İnşaat Yasağına İlişkin Genelge’ye (2015/03),  aykırı faaliyetler görüldüğünde, kendilerine ya da il müdürlüklerine başvurulmasını istemişti.

Yasağa rağmen, 16 Mayıs’ta inşaat alanına giden Marmaris Kent Konseyi üyeleri, çalışmaların devam ettiğini tespit etti. Bunun üzerine 18 Mayıs tarihinde inşaat alanında bir protesto eylemi yapan Marmarisliler, yetkilileri göreve davet etti. 

Ancak dün gece çekilen görüntülerde, Sinpaş’ın gündüz durdurduğu inşaat faaliyetini gece saatlerinde devam ettirdiği görüldü.

Kent Konseyi, Muğla Valiliğinin, Marmaris Kaymakamlığının, Çevre Şehircilik Çevre Müdürlüğünün, Milli Parklar İlçe Müdürlüğünün, Liman Başkanlığının ve Marmaris Belediyesinin,  hiçbir şirketin Türkiye Cumhuriyeti anayasasından, kurumlarının itibarından ve hukuk düzeninden daha üstün olamayacağını el birliği ile göstererek Marmaris’e sahip çıkmalarını talep ettiklerini duyurdu.

Hukuki süreç nasıl işledi?

Sinpaş’ın ruhsat bile almadan Kızılbük’te başlattığı otel inşaatına karşı bölge halkının açtığı çok sayıda dava bulunuyor.

2009 yılında koydaki araziyi iflas eden eski sahibi Emin Hattan’tan alan Sinpaş Holding,  2010’yılında 1400 lüks konut yapımı için başvuruda bulunmuş; belediye talebi reddedince 2021’de orman yangınlarından kısa bir süre sonra Muğla Valiliği’nce alanda Kızılbük Wellness Resort inşaatı için “ÇED gerekli değildir” kararı verilmişti.

2023’ün başında Muğla 3. İdari Mahkemesince verilen ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu gerekli değildir’ kararının iptali yönünde verilen karar Danıştay 6. Dairesi tarafından da onandı. 

Projeye dair ruhsatların iptali için Marmaris Kent Konseyi ve Muğla Çevre ve Ekoloji Politikaları Derneği ile birlikte bölge halkının açtığı iki ayrı davanın ilkine ilişkin mahkeme, mevcut işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığına karar vererek, dava konularını reddetti.  Açılan davaların ruhsatla ilgili olup reddedilen biri temyizde, bir diğeri keşif yapıldıktan sonra bilirkişinin incelemesini bekliyor.

ÇED Olumlu kararı ile ilgili, Marmarislilerin açtığı dava ise İdare Mahkemesi’nde reddedilmesinin ardından Danıştay‘a taşındı. Marmaris Kent Konseyi’nden Halime Şaman, kararın verildiğini öğrendiklerini, ancak henüz kendilerine bir bildirim yapılmadığını söyledi.

Marmaris’te Sinpaş davası: ‘Asla boyun eğmedik, eğmeyeceğiz’
‣ Sinpaş-Kızılbük Oteli inşaatında ‘tuhaf işler’!
‣ ‘Bakanlık, Marmaris’te milli parka beton santrali yapan Sinpaş’ı neden koruyor?’
‣ Marmarisliler görüntülerle kanıtladı: Belediye ve Sinpaş’ın ‘sürmüyor’ dediği inşaat sürüyor
‣ Marmaris’te ‘Yettin gari Sinpaş’ buluşması: Milli Park girişine polis barikatı
‣ Sinpaş’a hukuk işlemiyor: Yaşanacak bir Marmaris kalmayacak

 

 

 

Singapur uçağının yakalandığı şiddetli türbülansın olağan şüphelisi: İklim krizi

Boeing 777 tipi uçak, çoğu Avustralya, İngiltere, Yeni Zelanda ve Singapur vatandaşı 211 yolcu ve 18 mürettebat taşıyordu. Heathrow Havaalanı’ndan kalkan uçak türbülansın ardından Bangkok‘a yönlendirildi ve buraya indi.

Türbülans, uçuşun yaygın bir parçası, ancak ölümlere ve yaralanmalara neden olanları çok nadir meydana geliyor.

Singapur uçağının ani düşüşe geçmesiyle başlayan türbülansta yolcular koltuklarından fırladıklarında uçak Uçak aniden düştüğünde ve yolcular koltuklarından fırladığında uçak 11 bin kilometrenin üzerinde bir yükseklikte seyrediyordu.

Türbülans nedir?

Türbülans, bir uçağın içinden geçtiği hava düzeninin bozulmasından kaynaklanıyor.

Melbourne Üniversitesi‘nden atmosfer bilimcisi Profesör Todd Lane’e göre, gökyüzünü okyanus gibi düşünürseniz, türbülans bir dalgaya benziyor: “Uçak deneyimindeki türbülans, atmosferdeki rüzgarın yatay konumdan yukarı ve aşağı yönde değişmesidir. Sorunsuz bir şekilde uçan bir uçak, rüzgarın yukarı ve aşağı hareket etmesi nedeniyle oldukça radikal bir şekilde yukarı ve aşağı doğru hareket etmeye başlayacaktır.”

Türbülansın ana nedenlerini uçağın rotası üzerindeki dağlar, fırtınalar ve jet akımları oluşturuyor. Bu da bazı durumlarda bunları tahmin etme ve bunlardan kaçınma görevini basitleştiriyor, pilotlar, dağların üzerinden yükselen veya fırtınanın etrafından yükselen havadan mümkün olduğunca kaçınmak için bir rota planlayabiliyor.

Lane, jet akışıyla ilgili şu bilgileri verdi:

“Jet akışının üstünde ve altında güçlü rüzgar kayması adı verilen bir şey olur,  dolayısıyla rüzgarın hızı yükseklikle birlikte oldukça dramatik bir şekilde değişir. Bu güçlü rüzgar kesme bölgelerinde çok fazla türbülansla karşılaşabilirsiniz. Yani bu jet akışı bölgelerinin üstünde ve altında, genellikle temiz hava türbülansı olarak adlandırılan oldukça fazla şey var, çünkü ortada bulut yok.”

Singapur Havayolları uçuşunda ne tür bir türbülansın aksamaya neden olduğu şu aşamada bilinmiyor. Takip hizmeti FlightRadar24, Reuters‘e o sırada bölgede bazıları şiddetli fırtınalar olduğunu söyledi.

Küresel sıcaklıkların artması, türbülansların yoğunlaşmasına neden oluyor

İklim değişikliği küresel sıcaklıkların artmasına neden olurken, bilim insanları türbülansın nedenlerinden bazılarının halihazırda yoğunlaştığını söylüyor.

Dünya fosil yakıtları yakmaya devam ettikçe küresel sıcaklıklar artıyor ve türbülans da bu ısınmadan etkilenen bir başka doğal olay.

Profesör Lane, “Rüzgar düzenlerini etkiliyor ve etkilenen etkilerden biri de jet akımlarıdır. Uçak uçuş seviyesindeki jet akımlarının yoğunlaşması öngörülüyor, bu da bu bölgelerin daha çalkantılı hale geleceği anlamına geliyor” diyor.

Uçak kontraları

2017 yılında yapılan bir araştırma, iklim değişikliği nedeniyle 2050-2080 yılına kadar Kuzey Atlantik‘te şiddetli türbülansın iki ila üç kat daha yaygın hale geleceğini hesaplamıştı. Ancak aynı çalışma, Avustralya‘daki şiddetli türbülansta yüzde 50’lik daha küçük bir artış öngördü.

‘Gelecekte meydana gelecek bir sorun değil, zaten oluyor’

Profesör Lane, “Jet akımlarının doğası, kara kütlelerinin konumu nedeniyle kuzey ve güney yarımkürede biraz farklıdır. Kuzey yarımkürede, özellikle Kuzey Kutbu çevresinde çok güçlü bir iklim değişikliği sinyali var” derken, iklim bilimciler ise giderek yoğunlaşan jet akıntılarının yanı sıra fırtınaların da kötüleştiği konusunda uyarıyor.

Tropik bölgelerdeki türbülansın çoğu da fırtınalardan kaynaklanıyor: “Daha sıcak bir atmosferle atmosfer daha fazla su tutabilir, bu da iklim değişikliğiyle birlikte en şiddetli fırtınaların daha da şiddetli olmasına yol açabilir. Bu fırtınalar daha yoğun hale geldikçe, daha yoğun türbülans da oluşturabilir. Bu sadece gelecekte yaşanacak bir sorun değil, zaten oluyor.”

İngiltere’deki araştırmacılar tarafından geçen yıl yayınlanan bir araştırma, iklim değişikliğinin son 40 yılda türbülansta artışa neden olduğunu ortaya çıkardı. Reading Üniversitesi‘ndeki çalışma, “Orta enlemlerde, uçakların seyir irtifalarında büyük artışlara dair açık kanıtlar buluyoruz” sonucuna vardı.

Araştırmacılar, açık hava türbülansındaki en büyük artışın, aynı zamanda dünyanın en yoğun uçuş yollarından bazıları olan Amerika Birleşik Devletleri ve Kuzey Atlantik üzerinde olduğunu keşfetti.

Araştırma, Atlantik üzerindeki herhangi bir ortalama nokta için “şiddetli veya daha büyük [temiz hava türbülansının] en fazla arttığını ve 2020’de 1979’a göre yüzde 55 daha sık hale geldiğini” buldu.

Modelleme, Güney Yarımküre ve Avustralya‘daki türbülansta daha küçük artışlar öngördü.

Çalışmayı yürütenlerden, Reading Üniversitesi’nden atmosfer bilimci Profesör Paul Williams, “İklim değişikliğinin gelecekte açık hava türbülansını artıracağını gösteren on yıllık bir araştırmanın ardından, artık artışın çoktan başladığını gösteren kanıtlarımız var” dedi.

Williams, önümüzdeki yıllarda daha sert havanın daha sarsıntılı uçuşlara dönüşmesini önlemek için gelişmiş türbülans tahmin ve tespit sistemlerine yatırım yapılması gerektiğini de ekledi.

Engelsiz Film Festivali perdelerini açıyor

Paribu Cineverse ANKAmall ve Goethe-Institut salonlarında izleyicilerle buluşacak Engelsiz Filmler Festivali 2024‘te bu yıl Ulusal Uzun Film Yarışması’nda Mete Gümürhan’ınBeraber”, Aslı Özge’ninKara Kutu”, Büşra Bilginer’inKıyıda”, Aslıhan Ünaldı’nın “Suyun Üstü”ve Nehir Tuna’nınYurt” filmleri yer alıyor.

Yarışmanın jürisinde ise sinema yazarı Evrim Kaya, yönetmen Somnur Vardar ve akademisyen Ali Karadoğan bulunuyor.

Jüri üyeleri, kategorisini belirleyecekleri bir ödül ile birlikte En İyi Yönetmen ve Jüri ödüllerinin sahiplerini seçerken; Seyirci Özel Ödülü’nün sahibini ise her yıl olduğu gibi gösterimler sonrası kullandıkları oylarla izleyiciler belirleyecek. Seyirciler oylarını Braille alfabesi ile basılan pusulalarla da kullanabilecekler. Ödül sahipleri 13 Haziran Perşembe saat 19:30’da Goethe-Institut’ta düzenlenecek ödül töreninde açıklanacak.

Tüm gösterimler erişilebilir

Festivalde tüm gösterimler, sesli betimleme ve ayrıntılı altyazı ile erişebilir olarak gerçekleşiyor. Gösterimlerin ardından film ekipleriyle yapılan söyleşilerde, atölye ve Ödül Töreni’nde işaret dili tercümesi yapılıyor. Çocuklar İçin ve Ayla Algan özel gösterimi dışındaki tüm gösterim ve etkinliklerde İngilizce çeviri de bulunuyor.

Festival hakkında ayrıntılı bilgi için www.engelsizfestival.com adresi ziyaret edilebilir.