Ana Sayfa Blog Sayfa 1024

Sinop nükleer santral projesi BAE’ne önerilmiş

Maliyet artışı nedeniyle yapımı duran Sinop’taki nükleer santral projesinin, Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) teklif edildiği öne sürüldü.

Japonya ve Türkiye 2013 yılında Sinop’ta dört nükleer reaktör kurmak için anlaşma sağlamış ve inşaatın 2017’de başlaması, ilk reaktörün de 2023’te faaliyete geçmesi planlanmıştı. Ancak proje maliyet artışı nedeniyle 2019 yılında durduruldu. 2020’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, projenin başka bir tedarikçiyle tekrar başlayabileceğini duyurdu.

Sözcü’den Çiğdem Toker’in yazısında aktardığı kulis bilgisine göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BAE gezisinde konu gündeme geldi.

Buna göre Erdoğan, Dubai’deki temaslarında BAE yetkililere Sinop’taki santral projesine talip olmalarını önerdi. Ancak Dubai’deki yetkililerin Ege’deki deniz (off-shore) rüzgar santrali projesinin kendileri için daha cazip olabileceğini ifade ettiği belirtildi.

Rusya’ya da teklif götürülmüştü

Yeşil Gazete Nükleer editörü ve Nukleersiz.org Koordinatörü Pınar Demircan, sosyal medya hesabından, daha önce Sinop nükleer santrali için Rusya‘ya da teklif götürüldüğünü hatırlatarak, “Nükleerde dışa bağımlılığın ülkeye yöneltilmiş bir silah olduğu” uyarısında bulundu:

“Sinop NGS için şimdi de BAE ile görüşülüyor. Rusya’ya yapılan tekliften vaz mı geçildi? Ukrayna’da NATO güçleriyle Rusya’ya karşı dururken, Akkuyu NGS’nin bir Rus nükleer santrali olduğu unutulmasın. Nükleerde dışa bağımlılık ülkenin kendisine yöneltilmiş bir silahtır.”

İlişkiler yeniden düzeliyor

Türkiye ile BAE’nin ilişkileri yıllardır bölgesel sorunlar, Suriye ve Müslüman Kardeşler bağlantıları nedeniyle bozuk. Ancak son dönemde Türkiye ekonomik bağlarını güçlendirmek ve gerilimi azaltmak amacıyla girişimlerde bulunuyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve BAE’nin fiili lideri veliaht prens Muhammed bin Zayed el Nahyan, istihbarat ve hükümet yetkililerinin temaslarının ardından geçen ağustosta telefonda görüşerek yakınlaşmayı hızlandırmış; BAE’nin en büyük fon ve şirketleri Türkiye’de yatırım atağına hazırlanmaya başlamıştı.

Son olarak Erdoğan’ın geçen haftaki BAE ziyareti esnasında, Prens’le görüşmesinin ardından 13 anlaşma imzalandı.

Cengiz Holding Kazdağları’nda ÇED’e aykırı sondaj faaliyetlerine başladı

Çanakkale’nin Çan ilçesine bağlı Halilağa Köyü’nde Cengiz Holding tarafından açılması istenen “Halilağa Bakır Ocağı Kapasite Artışı, Cevher Zenginleştirme Tesisi ve Atık Depolama Tesisi Projesi” için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna rağmen aykırı bir şekilde sondaj faaliyetleri gerçekleşti.

Cengiz Holding, Kazdağları’nda mahkeme süreci devam eden projede ÇED raporuna aykırı olmasına rağmen Uzunalan köyünde Kocabaş Çayı’nda sondaj faaliyetlerine başladı. Olayla ilgili Yeşil Gazete’ye konuşan  Çan Çevre Derneği Avukatı Ümran Aydın, söz konusu işletmeyle ilgili olarak TEMA ile ortak açılan davanın devam ettiğini ve ‘ÇED olumlu’ raporunun iptalini talep ettiklerini belirtti. Aydın, hukuki süreci şöyle anlattı:

“Alınan bilirkişi raporu lehimize geldi ancak yargılama süreci daha devam ediyor. İptalini istediğimiz ÇED raporunda Halilağa Altın ve Bakır Madeni’nde 3 tane su kaynağı öngörülmüştü. Bunlardan bir tanesi Hacıbekirler tarafına yapılacak bir gölet, bir tanesi Çan tarafına yapılacak bir gölet. 3 su kaynağını da bizim Kocabaş Çayı’mız olarak öngörmüşlerdi.”

‘İlçe susuzluk tehdidi ile karşı karşıya’

Köylerden çok büyük tepki geldiğini söyleyen Aydın, “Kocabaş Çayı şu an Çan ilçesi için kullanılmakta. Yine buradan Çanakkale Seramik fabrikaları işletme suyu alıyor. Geçen sene buradan Odaş Termik Santrali de su çekmeye başladı. Buranın açık su sistemi kullanması nedeniyle geçen yıl ilçemiz büyük bir susuzluk tehdidi ile karşı karşıya kaldı” dedi.

Avukat Ümran Aydın, Hurmaköy’de bir dönem mısır tarlalarının kuruduğunun da gözlemlendiğini söyleyerek “Cengiz Holding’in altın madeni için su talep etmesinin köylüler arasında çok büyük bir öfkeye neden olduğunu gördük. Bizden bu konuda hem destek, hem de bilgilendirme istediler. Bugün gittik; hem bilgilendirmeyi yaptık, hem de kendilerinden imzalar topladık. Mahkemeden bu hususta yürütmeyi durdurma talebi ettik” ifadelerini kullandı.

‘ÇED’de sondaja izin yok’

Ümran Aydın belediye başkanı ve valilikten bu konuda randevu talep ettiklerini belirterek “Şu anda çalışmaya başlamak için ellerinde herhangi bir izin de yok. İncelemeye gittiğimizde bölgede sondaj yapıldığını da gördük. ÇED raporunda buradan sondaj yapılarak yeraltı suyunun alınması yönünde hiçbir izin yok. Yüksek yerlerde dahi sondaj yapmış şirket.  Sondajlar tamamen yasadışı” şeklinde konuştu.

“Bir bölgenin suyunu komple kesmek çok büyük bir haksızlık ve asla kabul edilemeyecek bir durum” ifadelerini kullanan Aydın, bu konuda mücadele vereceklerini söyledi.

Cengiz Holding’in icraatları

Çevreye verdiği zararlarla adından sıkça söz ettiren Cengiz Holding’in hayata geçirdiği ve geçirmek istediği bazı projeler şöyle:

  • Holding, İstanbul’un ekolojisine ciddi zararlar veren İstanbul 3. Havalimanı projesinin ihalesini Mapa, Limak, Kolin ve Kalyon ile beraber alan şirketlerden biri.
  • Holding, Artvin Cerattepe‘de 2016’da maden arama ve çıkarma çalışmalarına başladı. Maden arama çalışmaları için holdinge yeni ruhsatlar verildi.
  • Cengiz Holding, Kazdağları‘nda yıllardır arama faaliyetleri sürdüren Truva Bakır İşletmeleri A.Ş maden işletmesini, Liberty Gold ve Teck Resorurces’dan satın aldı. Alamos Gold‘un yerli ortağı Doğu Biga Madencilik, Kazdağları’nda 2019 yılında biten inşaat ruhsatının yenilenmemesinden dolayı bölgedeki çalışmalarına son vermişti.
  • Holding, Rize İyidere’de İyidere Lojistik Liman Projesi‘nin yapımını üstlenmiş, projeye taş temin etmek için İkizdere’de taş ocağı yapımına başlamıştı. İkizderelilerin taş ocağına karşı mücadelesi 100 günü aşkın süredir sürüyor.
  • Holding, Çanakkale Bayramiç’te faaliyete geçirilmek istenen Halilağa Bakır Madeni Projesi‘ni yapmak için de çalışmalarını tüm hızıyla sürdürüyor.
  • Cengiz Holding’e bağlı Cengiz Elektrik ŞirketiDiyanet İşleri BaşkanlığıTürkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın ardından İçişleri Bakanlığı’nın da milyonlarca liralık elektrik enerjisi ihalesini aldı.
  • Holding, bunların yanında Akkuyu Nükleer Santral LimanıOrdu-Giresun Havalimanı Rize-Artvin HavalimanıAnkara Hızlı Tren GarıHüseyin Avni Paşa Korusu gibi birçok projenin yapım işlerinde de yer aldı.

AB’den geri çevrilen zehirli tarım ürünleri iç pazara mı verildi?

Avrupa Birliği RASFF (Rapid Alert System for Food and Feed) verileri üzerinden yaptığı araştırma sonuçlarını açıklayan Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF), bu yılın ilk iki ayında sadece AB ülkelerine ihraç edilen 108 parti sebze ve meyvenin aşırı tarım zehri veya aflatoksin gibi kanser yapıcı küfler içerdiği gerekçesiyle geri çevrildiğini açıkladı.

Sözcü‘den Erdoğan Süzer‘in haberine göre TÜDEF, sebze ve meyvede geçmişte Naziler tarafından sinir gazı olarak üretilen ‘chlorpyrifos ethyl ‘ adlı tarım zehrine rastlandığını belirtti.

TÜDEF Gıda ve Sağlık Komisyonu Başkanı Sinan Vargı, AB’den geri dönen ürünlerin yarısından fazlasında 2016 yılında Türkiye’de kullanımı yasaklanan ancak “stoklar bitsin” gerekçesiyle piyasadan toplanmayan tarım zehrine rastlandığını söyledi. Vargı, “Türk tüketicisine sunulan sebze ve meyvede ne kadar aflatoksin veya tarım ilacı kalıntısı olduğu, halkın ne kadar zehirlendiği kontrol yapılmadığı için bilinmiyor. Özen gösterilen ihraç ürünlerdeki bu kötü tablo iç piyasaya verilen ürünlerdeki tarım ilacı kalıntıların korkunç boyutlarda olduğunun da bir göstergesi. Halkımız hem pahalı hem de çoğu kanser yapan tarım ilaçlı sebze ve meyveye mahkum ediliyor” dedi.

‘Birçoğu iç piyasaya verilmiş olabilir’

Vargı, yurt dışından geri dönen ürünlerin imha edilip edilmediğinin bilinmediğini belirtirken bir çoğunun salça, reçel, turşu, meyve suyu olarak iç piyasaya verildiğinden kuşkulandıklarını söyledi.

Rusya‘dan geri dönen domates, biber, limon ve narenciye gibi ürünlerden sonra ilk defa Azerbaycan‘ın da 64 ton biberi hastalık tespit edildiği için geri gönderdiğini anlatan Vargı, bu ülkenin Türkiye’den ithal edeceği biber, domates, patlıcan, tohum, fide ve meyve ürünlerine yeni şartlar koyduğunu vurguladı.

‘Deterjan ya da sirkeyle yıkamayın, bol su yeterli’

Vargı, tüketicilerin tarım ilacı kalıntılarından kurtulmak için deterjan veya sirke kullandıklarını ancak bunun da büyük hata olduğunu söyledi. Deterjanın kanserojen kalıntılar bıraktığını belirten Vargı, “Sebze meyve sirkeli suda yıkanırsa mikro organizmalar ölebilir ve tarımsal ilaç kalıntıları sirkedeki asitle daha aktif hale gelir. Yalnızca bol su ile yıkayarak bu tarım zehirlerinin bir kısmından kurtulmak mümkün” dedi.

En kirli besinler

1.Çilek
2.Ispanak
3.Karalahana
4.Nektarin
5.Elma
6.Üzüm
7.Kiraz
8.Şeftali
9.Armut
10.Biber
11.Kereviz
12.Domates

 

Boğaziçi’nde direnişin 414. günü: Vazgeçmiyoruz

Boğaziçi Üniversitesi‘nde Melih Bulu‘nun ardından atanan rektör Naci İnci‘yi protesto eden akademisyenlerin direnişi, 60. haftasına girdi. Akademisyenler bugün nöbette, görevlerine son verilen akademisyenler Can Candan ve Feyzi Erçin‘in fotoğraflarıyla #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz yazan dövizleri taşıdı.

Akademisyenlerin paylaştığı açıklamada, “Naci İnci’nin ilgili kurullarının hiçbiri muhatap alınmadan, kurum iradesi hiçe sayılarak, şeffaf olmayan bir şekilde Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının yüz yetmiş dokuzuncu günü” dendi.

Fotoğraf: Tolga Sütlü

Açıklamanın devamında şu ifadeler yer aldı:

“Destek oylamasında akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin, rektör vekili iken Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü tam zamanlı öğretim görevlisi Can Candan’ı görevden almasının iki yüz on yedinci, Candan’ın, İnci’nin talimatıyla kampüse alınmayışının yüz otuz dördüncü; Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ın hiçbir gerekçe gösterilmeden dönem ortasında görevden alınmasının doksan sekizinci günü!

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 281. kez rektörlük binasına döndüler.”

Fotoğraf: Tolga Sütlü

İnsan hakları, demokrasi, barış ve dayanışma ödülü direnişçilere

Öte yandan Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) tarafından 2001 yılından beri düzenli olarak verilen “İnsan Hakları, Demokrasi, Barış ve Dayanışma Ödülü”nü bu yıl Boğaziçi Üniversitesi direnişçileri aldı.

Hafta sonu düzenlenen törende ödül plaketlerini, öğretim üyeleri adına Birkan Yılmaz ve Nazım Çapkın, öğrenciler adına ise Olcay Atikve Babür Atila aldı. Mezunları temsilen de Elvan Özkaya, Aliye Atalay ve İrfan Özdabak’a plaket verildi.

Selahattin Demirtaş’a ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’ten verilen ceza onandı

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş‘a 2015 yılındaki açıklamasında Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan‘a hakaret ettiği iddiasıyla açılan davada verilen 3 yıl 6 ay hapis cezası onandı. Karar oy çokluğuyla alındı.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’nin kararında “…yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre, mahkemenin kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, cezanın kanuni bağlamda uygulandığı anlaşıldığı” belirtildi.

İstinaf başvurusunun ise reddine karar verildi.

Üye hakimden muhalefet şerhi: Yetersiz gerekçe, eksik kovuşturma

Karara muhalefet şerhi koyan üye hakim ise şerhinde şu ifadeleri kullandı:

…Sanık Selahattin Demirtaş’ın ve vekillerinin yargılama aşamasında sanığın suç tarihinde milletvekili olduğunu, TBMM çalışmaları sırasında Meclis’te söylediği sözleri Rusya‘ya yaptığı ziyaret sonrasında havaalanında basın mensuplarına tekrarladığını, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 83/1 maddesi gereğince yasama dokunulmazlığının bulunduğunu, TBMM çalışmaları sırasında söylediği sözleri Meclis dışında tekrarlamasından sorumlu tutulamayacağını ileri sürdüğü, yerel mahkemenin verdiği kararında ise; “Sanığın milletvekilliği görevi süresince ve suç tarihinden önce TBMM’de ve Meclis çalışmaları sırasında iddianameye konu olan sözlerin aynısını söylediğine dair soyut savunma yaptığını, herhangi bir somut delil sunamadığını, bu nedenle Anayasanın 83/1 maddesi korumasında olmadığını” belirterek talepleri reddettiği anlaşılmış ise de; yargılama aşamasında sanık vekillerinin sanığın TBMM çalışmaları sırasında benzer sözleri söylediği bazı parti grup toplantılarının tarihlerini verdikleri anlaşılmıştır.

Yerel mahkemenin sanığın müdafilerinin ileri sürdükleri tarihlerdeki sanığın eş başkanı olduğu partisinin grup toplantılarına ait belgelerin ve tutanakların TBMM Başkanlığı‘ndan getirterek inceledikten sonra Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 83/1 maddesinde düzenlenen yasama dokunulmazlığı açısından sanığın hukuki durumunu belirlemesi gerekirken eksik kovuşturma ile hüküm kurması hatalı olup, ayrıca, Mahkemenin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 83/1 maddesinde düzenlenen yasama dokunulmazlığını değerlendirdikten sonra sanığın yasama dokunulmazlığından yararlanamayacağı kanaatine varması halinde ise; dosya içerisine konulan Mersin 14. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2016/541 Esas Sayılı dosyasına ait belgelerin incelenmesi sonucunda ve UYAP’tan yapılan araştırma sonucunda; sanık Selahattin Demirtaş hakkında katılanlar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu‘na yönelik olarak suç tarihi 27/02/2016 olan hakaret suçlarından iki ayrı kamu davası açıldığı ve iki davanın Mersin 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 2016/541 Esas Sayılı dosyasında birleştirildiği, bu dosyanın halen derdest olduğu ve Mersin 14. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2016/541 Esas Sayılı dosyasıyla mağdurları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu, suçları hakaret olan Türkiye’nin çeşitli illerindeki mahkemelerden gelen dosyaların birleştirildiği tespit edilmiştir.

… Sanık Selahattin Demirtaş hakkında Cumhurbaşkanına hakaret ve dönemin başbakanına hakaret eylemleriyle ilgili halen derdest olan Mersin 14. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2016/541 Esas Sayılı dosyasının birleşen dosyalarla birlikte suç tarihlerinin 03/08/2015 ile 27/02/2016 tarihleri olduğu ve bizim dosyamızın suç tarihi olan 24/12/2015 tarihinin bu tarih aralığında kalması nedeniyle TCK’nın 43. Maddesinde düzenlenen zincirleme suç kapsamında kalıp kalmadığı, sanığın suç işleme kastının yenilenip yenilenmediğinin tespiti açısından dosyanın Mersin 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 2016/541 Esas Sayılı dosyasıyla birleştirilerek yargılamanın yapılması gerekirken eksik kovuşturma ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması kanuna aykırı olup bu sebeplerle sayın üyelerin görüşüne katılmıyorum.”

İklim krizi Avrupa’yı fırtınalarla vuruyor

Avrupa’nın birçok ülkesini etkisi altına alan Eunice fırtınası nedeniyle en az 16 kişinin hayatını kaybettiği açıklanmasının ardından bölgede yeni bir fırtına daha çıktı. Eunice fırtınası nedeniyle Polonya’ya gelen ihbarlar sonrası İtfaiye Teşkilatının 23 bin 500 olaya müdahale ettiği belirtilmiş, 1,4 milyon ev ise elektriksiz kalmış, ulaşımda aksamalar gerçekleşmişti. Eunice’nin ardından Avrupa’yı bir de Franklin fırtınası vurdu.

BBC’nin haberine göre; Franklin fırtınası, İngiltere‘nin bazı bölgelerini kuvvetli rüzgarlar ve şiddetli yağmurla vurmaya devam ediyor. Kuzey İrlanda‘nın bazı bölgelerinde şiddetli sel görülürken Yorkshire‘nin bazı bölgeleri için 80’den fazla sel uyarısı veriliyor. Met Office tarafından ise fırtınanın hayati tehlikeye neden olabileceği yönünde uyarılarda bulunuluyor.
Franklin, bir hafta içinde Dudley ve Eunice’nin ardından gelen üçüncü fırtına oldu. Kuzey Batı Çevre Ajansı fırtınadan korunmak için kullanılan taşkın kapılarını sosyal medyadan paylaştı:

’30 yılın en kötü fırtınalarından biri olabilir’

İskoç Çevre Koruma Ajansı tarafından Ayrshire, Orkney ve Batı Adaları genelinde 18 sel uyarısı ve yedi uyarı da yayınlandı.
Birçok bölge su altında kalırken metro istasyonları da suyla doldu.

https://twitter.com/NetworkRailLDS/status/1495397234912944129?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1495448490700382210%7Ctwgr%5E%7Ctwcon%5Es2_&ref_url=https%3A%2F%2Fwww.bbc.com%2Fnews%2Fuk-60452334

Öte yandan BBC Weather, Eunice fırtınasının “30 yılın en kötü fırtınalarından biri olabileceğini” duyurdu.

‘İklim krizi fırtınaların etkisini artırıyor’

Science Focus dergisinden Amy Barret’in aktardığına göre; bilim insanları bunların ve gelecekteki fırtınaların etkisinin iklim kriziyle daha da yıkıcı olduğunu söyledi. Imperial College London, Grantham İklim Değişikliği Enstitüsü‘nde öğretim görevlisi olan Dr Friederike Otto “Oldukça sık sorulan soru, ‘bir olayın iklim değişikliğinden kaynaklanıp kaynaklanmadığıdır’. Ancak bu sadece bir ‘evet’ veya ‘hayır’ sorusu değil” dedi. Otto şu ifadeleri kullandı:

“İklim değişikliği sebeplerden biri olabilir ve olayları daha da kötüleştirebilir.Ama asla tek sebep değildir.”

Otto’ya göre; İngiltere kıyılarına verilen hasar, yükselen sıcaklıklarla daha da kötüleşecek.

‘Avrupa’da bu fırtınalar daha derine nüfuz edebilir’

Bristol Üniversitesi‘nde iklim bilimcisi olan Profesör Dann Mitchell, iklim değişikliğinin fırtınaları dünyanın daha da yüksek noktalarına yönlendirebileceğini belirtti. Fırtınaların konumunun değişebileceğine dikkat çeken Mitchell, “İklim değişikliği jet akımında kutuplara doğru bir kaymaya neden olurken, fırtına yollarında da kutuplara doğru bir kayma beklersiniz” dedi. Mitchell şu ifadeleri kullandı:

“Ayrıca Avrupa’da bu fırtına izlerinin daha derine nüfuz etmesini bekliyoruz. Dolayısıyla, [iklim değişikliği nedeniyle] rüzgarın kendisinin henüz fark edilebilir şekilde farklı olmadığını söylemek doğru olsa da, bir anlamda fırtına rüzgarları bir yerde artacaktır, çünkü normalde olmayacak yerleri etkiliyorlar.”

‘Emisyonlar nedeniyle aşırı hava hareketleri daha çok artacak’

Sera gazı emisyonları nedeniyle aşırı hava hareketlerinin daha çok artacağını belirten Otto ise “Ilıman küresel sıcaklıklar yükseldiği sürece, net sıfır CO2 emisyonuna ulaşana kadar yükselişi durmayacak, bu olaylar daha sık yaşanacak ve daha yoğun hale gelecek” şeklinde konuştu.

İklim değişikliği etkilerine karşı yeşil alanların çok önemli olduğunu belirten Otto, artan sıcak hava dalgalarının sağlığa etkisinin yanı sıra orman yangınlarına da sebebiyet verebileceğini söyledi.

Kadınlardan ‘Nafakama dokunma’ kampanyası

Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın Diyanet İşleri Başkanlığı katılımıyla düzenlediği toplantının ardından 8 Şubat’ta Adalet Bakanlığı‘nın hazırladığı taslak, Medeni Yasa‘nın nafaka ve boşanma hakkını düzenleyen maddelerinde değişiklikler öngörüyor.

Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş ve TİP Parti Sözüsü Sera Kadıgil ile TBMM’de yaptıkları basın toplantısının ardından, #KadınlarınNafakasınaDokunma ve #ÇocuklarınNafakasınaDokunma etiketleriyle Twitter’da sosyal medya kampanyası başlattı. Kampanyaya destek veren çok sayıda kadın örgütü; çocuk ve yoksulluk nafakasının süreye bağlanması, aile arabuluculuğu zorunluluğu gibi olası değişikliklere, laiklik ve eşitliğe aykırı olduğunu belirterek tepki gösterdi.

‘Kanunda tanımlanan haklar hayati önemdedir’

Kadın Meclisleri paylaştığı açıklamada, “Devlet nafakayı değil; kadınların yoksul bırakıldığı ekonomik eşitsizliği kaldırmakla yükümlüdür” dedi. Açıklamada, 6284 Sayılı Kanun kapsamında geçtiğimiz yıl maddi destek talep eden kaç kadın olduğunun bilinmediği hatırlatılarak, “Hayatını idame ettiremediği için bizi arayan yüzlerce kadından biliyoruz ki, 6284’te tanınmış bir hak olmasına rağmen maddi destek sağlanmıyor” denildi.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav taslağı, “Medeni Kanun’da tanımlanan haklar, kadınların eşit bir yurttaş olarak yaşaması için yaşamsal önemdedir, kanuna dokunmayın diyoruz, kanunun ilk yayınlandığı 96 yıl önceki halini bile geriye taşınmaya çalışıyorlar” sözleriyle eleştirdi.

Yasa geriye dönük uygulanacak

Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD) de paylaşımında, yasanın geriye dönük uygulanacağının altını çizerek 18 yaşını dolduran çocuklara şu an ödenen nafakaların da kesileceğini hatırlattı.

‘Süreli nafaka’ tasarısını, HDP İstanbul milletvekili Züleyha Gülüm, “Yoksulluk nafakamızı sınırlandırmak bizi aile içi şiddete mahkum etmektir” sözleriyle meclise taşımış; CHP Ankara milletvekili Gamze Taşçıer de taslağı kapsayan 6’ıncı yargı paketiyle ilgili Cumhuriyet Gazetesi’nde eleştirilerini dile getirmişti.

İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi ve İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği de “Herkesi, kadın erkek eşitliğinin bir demokrasi meselesi olduğunu dikkate alarak kadını birey olarak gören zihniyetin yerleştirilmesine destek olmaya ve medeni kanunumuza sahip çıkmaya çağırıyoruz” cümleleriyle açıklama yapmıştı.

Kadın hakları örgütleri, Medeni Yasa’nın kabulünün yıldönümü olan 17 Şubat’ta sokakta da eylem yapmıştı.

 

Marmaris yangınının faturası: Erozyon ve deniz kirliliği

‘Köprüden önce son çıkış projesi’

Marmaris Kaymakamlığı’nın desteği ve bir grup insanın maddi katkısıyla Marmaris Çevrecileri Derneği (MÇD), İstanbul ve Ankara merkezli iki firmayla birlikte dört etaplı çalışma başlattı. Dernek, Marmaris Körfezi’nin kurtarılması için ‘Köprüden Önce Son Çıkış’ adı altında temizlik projesini hayata geçirdi. İstanbul‘da Haliç, İzmir’de ise Körfez‘deki kirliliğin temizliği için çalışan dört uzman, yedi sivil ve Sahil Güvenlik Komutanlığı dalgıcı, Marmaris Körfezi’nde ilk etap dalışı yaptı.

Üç gün boyunca kıyıdan 200 metre açıkta deniz dibi noktalarından numuneler alındı. İncelemelerde dağlardan inen toprağın körfezin bazı bölgelerinde dipte yer yer yükseklikleri 1,5, 2 metreyi bulan balçık tabakası oluştuğu belirlendi, canlı sayısının azaldığı gözlendi.

Marmaris Çevre Derneği Başkanı Ahmet Kutengin.

2011 yılından beri Marmaris Körfezi’nde yaşanan kirliliğe dikkat çekmek için alanında uzman bilim adamları ile araştırma yapan MÇD Başkanı Ahmet Kutengin, inceleme etapların tamamlanmasının ardından çözüm önerilerinin de yer alacağı raporu, başta Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı olmak üzere yetkili mercilere sunacaklarını kaydetti.

Kutengin, şunları söyledi:

“2011’den bu yana körfezde defalarca inceleme ve araştırmalar yaptırdık, 11 bin numune laboratuvarlarda incelendi. 388 sayfalık rapor hazırlanarak Marmaris, Muğla ve bakanlıklara gönderildi. Ne yazık ki ne Marmaris ne Muğla ne de bakanlıklardan bir sonuç alamadık. Bu dört etaptan oluşacak inceleme sonucunda hazırlayacağım raporları Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı‘na göndereceğiz. Farklı dış etkenler nedeniyle Marmaris de deniz kirlilik tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ama son yangın felaketinin ardından ortaya çıkan erozyon tehdidi, denizdeki tahribatı kat kat arttırdı. Önlem alınmaz, çözüm bulunmazsa önce doğa sonra turizm zarar görür. Dolayısıyla geleceğimiz de risk etmiş oluruz. Çünkü köprüden önce son çıkıştayız.”

İstanbul ve Ankara’dan bölgeye giden uzmanlar ise gelen uzmanlar ise Ahmet Kutengin ile Kaymakam Ertuğ Şevket Aksoy‘u çalışmalar hakkında bilgilendirdi. Araştırmanın ilk etabında heyeti taşıyan dalış teknenin çapasının, demir attığı bazı yerlerden çamur içinde çıktığını anlatan sivil dalgıç ekibinin lideri MÇD Yönetim Kurulu Üyesi Tuncer Uysal, “Dalgıç teknesi işletiyorum. Yılın her dönemi dalıyoruz. Körfez dibindeki tabaka her yağışın ardından daha vahim hale geldiğini görüyoruz” dedi.

Çarşı ve Gezi davaları yeniden ayrıldı: Kavala’nın tutukluluğuna devam…

Çarşı davası ile birleştirilerek torba davaya dönüştürülen Gezi Davası’nın dördüncü duruşması bugün Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’nde görüldü.

17 kişinin yargılandığı “Gezi Davası’nın”, Gezi Parkı eylemlerine katılan Çarşı taraftar grubundan 35 kişinin yargılandığı “Çarşı Davası” ile geçen yıl temmuz ayında birleştirilmişti.

Gezi davası sanıklarından Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Çiğdem Mater ile birleşen Çarşı davasından bazı sanıklar ve avukatlarının hazır bulunduğu duruşmayı CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, HDP Milletvekilleri Hüda Kaya, Züleyha Gülüm, Musa Piroğlu ile TİP Milletvekili Ahmet Şık, Emek Partisi GYK Üyesi Levent Tüzel ile Taksim Dayanışması üyelerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi takip etti.

1 Kasım 2017’den bu yana tutuklu olan Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın da arasında bulunduğu 52 sanığın yargılandığı davanın dördüncü duruşmasından da Kavala için tahliye çıkmadı.  Mahkeme, Çarşı davasının Gezi Parkı davasından bir kez daha ayrılmasına ve bir sonraki duruşmanın 21 Mart‘ta görülmesine karar verdi.

‘Film çekmek suretiyle TC’yi yıkmaya teşebbüs…’

Sanıklardan Çiğdem Mater savunmasında, iddianamede 43 yerde isminin geçtiğini ve ifadelerin aynı cümlelerin tekrarından oluştuğunu anlattı:

” İkinci kez yargılandığım davada film çekmek suretiyle Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya teşebbüs ettiğim söyleniyor. Üstelik suçlama konusu film çekilmemiş bile. İddianamede iddia edilenin aksine Gezi hakkında film yapmadım, kaldı ki film yapsaydım da bunun konuşulacağı yer mahkeme salonları değil, sinema salonları olurdu.” Mater, savunmasını “Bu iddianame hayatın bazen sinemadan daha kurmaca ve karışık olduğunu gösterdi” diyerek bitirdi.

Dosyalar ayrıldı

Çarşı grubundan Cem Yakışkan‘ın avukatı Ersan Şen ile Çarşı avukatlarından Yıldız İmrek, iki dava arasında hiç bir bağlantı bulunmadığına dikkat çekerek, dosyaların ayrılmasına karar verilmesini istedi.

Duruşma savcısı ayrılma taleplerine ilişkin mütalaasında, dosyada tutuklu sanık bulunması ve gelinen aşama itibarıyla Çarşı Davası sanıklarının dosyasının ayrılmasını istedi. Savcı mütalaasının ardından Osman Kavala’nın tutukluluk durumuna ilişkin beyanlara geçildi.

İki davanın birleştirilemeyeceğini beş duruşma öncesinde söylediklerini belirten Kavala’nın avukatı Köksal Bayraktar ise “Gezi Davası’nda sanık olan kişiler iyice belirsizleştirildi. Adeta sisler içinde bir yere getirildi. Burası önemli bir yer. Tarihe geçecek. Birleştirme talep eden mahkeme ile birleştirmeyi kabul eden mahkeme aynı mahkeme olamaz. Türkiye yargısı bunu da yazacaktır” diye konuştu.

Avukat İlkiz: Oyalanıyoruz

Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Can Atalay’ın avukatı Fikret İlkiz de dosyalar ayrılacaksa neden bugüne kadarki celselerin bu mahkemede görüldüğünü sorguladı:

“Ne oldu nasıl oldu da şimdi tek tek sanık isimleri sayarak tefrik talep ediyorsunuz. Aksi yöndeki tüm taleplerimize tüm dilekçelerimize rağmen daha önce böyle bir talep yokken, ne oldu da şimdi tefrik talep ettiniz? Biz buraya kendi isteğimizle gelmedik. 13. Ağır Ceza Mahkemesi‘nin kararıyla da gelmedik. Buraya 30. Ağır Ceza Mahkemesi‘nin başkanının kararıyla geldik. Bırakın biz de 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki beraat kararımızı tartışalım. Beş celsedir boşuna oyalanıyoruz.”

Duruşma savcısı, ayrılma (tefrik)  talebinin kabulü halinde, Gezi Davası sanıkları hakkında mütalaa sunmak üzere dosyanın savcılığa gönderilmesini ve Kavala’nın tutukluluğunun devamını istedi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanmasını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, dört yıl dört aydır cezaevinde bulunan Osman Kavala’yı serbest bırakmayan Türkiye’ye karşı AİHM kararı gereği oy çokluğuyla resmen ihlal prosedürü başlatmıştı. Bu prosedür Türkiye’ye karşı ilk, Avrupa Konseyi tarihinde de ikinci ihlal prosedürü olma özelliğini taşıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise bu karara karşı da, “AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş bu da bizi çok ilgilendirmiyor. Mahkemelerimizi tanımayanları biz de tanımayız” demişti.  

Kış Olimpiyatları ne kadar sürdürülebilir? -Doç. Cenk Demiroğlu *

Çin’in başkenti Pekin’in ev sahipliğinde tamamlanan 24. Kış Olimpiyat Oyunları, genellikle karsız bir doğada gerçekleşen faaliyetlerin televizyonlara ve sosyal medyaya yansıyan ütopik görüntüleri ile kış sporlarıyla ilgili-ilgisiz birçok kişinin dikkatini çekti. Aslında bu görüntüler hiç de sürpriz değildi. Çin, oyunları %100 “yapay kar” ile gerçekleştireceğini adaylık sürecinde Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne açıkça belirtmişti.

Çin bu dezavantajına rağmen 2013-2015 yıllarında şanslı bir adaylık süreci geçirdi. Önce, rakiplerden Almanya, İsviçre, İsveç ve Polonya, yetersiz kamuoyu desteği dolayısıyla, Ukrayna ise ülke içinde baş gösteren kriz dolayısıyla başvurularından vazgeçti. Kalan üç adaydan en güçlüsü olarak görülen Norveç de yine yetersiz kamuoyu desteği ve eleştiriler nedeniyle adaylıktan çekildi. Sonuç olarak Çin’in başkenti Pekin ve kuzeybatı komşusu Zhangjiakou şehirleri Komite oylamasında Kazakistan’ın Almatı şehrini 44’e 40 oy ile geçerek olimpiyatlara ev sahipliği yapma hakkını kıl payı kazandı.

Kış olimpiyatlarının geleceği parlak değil

Aslında başlıktaki sorunun cevabına yönelik ilk ipuçları, adaylığa başvurmaktan vazgeçen ya da adaylıktan çekilen ülkelerin gerekçelerinde görülebilir. Yüz yılı aşkın süredir süregelen olimpiyat oyunlarının sürdürülebilirliği, özellikle gelişmiş ülkelerde ciddi soru işaretleri doğuruyor. Hatta Yunanistan’da 2009 yılında başlayan ve on yıl süren finansal krizin ilk ufak tohumlarının 2004 Atina Olimpiyat Oyunları için yapılan yatırımlar ve bu mega-etkinlik sonrası atıl kalan birçok tesisin bakım masrafları olduğuna dair ciddi iddialar mevcut. Nature Sustainability dergisinde Nisan 2021’de yayınlanan bir makale de, 1992 ile 2020 yılları arasında gerçekleşen tüm yaz ve kış olimpiyat oyunlarına yönelik ciddi bir veri analizi sonrası, bu dönemde olimpiyatların hiçbir zaman tam anlamıyla sürdürülebilir olmadığı ve ekonomik-sosyal-çevresel sürdürülebilirlik performansının genel bir düşüş eğiliminde olduğu sonuçlarına varıyor.

Çİn’de Nordik kayak, kayakla atlama ve diğer Olimpiyat etkinliklerinin yapılmasının önerildiği bir tesis. Fotoğraf: AP

Açık ara en kötü skora sahip ev sahibi ise 2014 Kış Olimpiyat Oyunları ile Rusya’nın Soçi şehri. Araştırmacılar bunun başlıca nedenini aşırı yapılaşma ile ekolojik dengenin baskı altına alınmasının yanında ekonomik sürdürülebilirliği de riske atan bütçe aşımları ve yatırımların olimpiyat sonrası büyük ölçüde atıl kalmasına bağlıyor. 2022 başvuru sürecinde de İsveç’in geri çekilmesinin en büyük nedenlerin biri Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin maliyet aşımları için hükümet garantisi istemesi. Bu durum, zaten çok büyük yatırımlar yapmak istemeyen İsveç hükümetini caydırıyor. Başvurusunu gerçekleştiren Norveç’in durumunda ise Komite daha da ileri giderek birçok lüks talepte bulunuyor ve Norveç de adaylıktan çekiliyor.

Bu iki İskandinav ülkesi sürdürülebilirlik ilkeleri ile çelişen olimpiyat etkinliğini her ne kadar bir kenara itse de, sonrasında İsveç 2026 oyunları için tam aday oldu. İtalya’nın Milano-Cortina bölgesine kaybedilen adaylık yarışında en dikkat çeken unsurlardan biri de özel bir şirketin bu sürece etkisi: Sözkonusu şirket İsveç ve Norveç’in en büyük kayak merkezlerini işleten, Greta Thunberg’in de önderliğinde “uçuş utancı” kavramının toplumsal bir ahlak meselesi haline geldiği İsveç’te 21. yüzyılda ilk kez yeni bir havalimanının açılmasına vesile olabilen ve böylece yabancı kayak turistlerinin İskandinavya’ya daha fazla çekilmesini arzulayan dev bir aktör. Çin’in hikayesi de bundan çok farklı değil. Çok değil, daha 30 sene öncesinde kayak başta olmak üzere kış sporlarının esamesinin pek okunmadığı Çin, bugün yüzlerce kayak merkezi ve milyonlarca kış sporları meraklısı ile dünyanın en büyük kış turizmi ülkesi olmaya aday. Dolayısıyla da son yıllardaki bu atılımını olimpiyat imajı ile taçlandırmak istemesi gayet doğal görünüyor. Ancak bu amaca “yapay” yollardan yürümek birçok soru işareti doğuruyor.

Gobi Çölü’ne komşu ‘kayak merkezi’

Öncelikle bir parantez açayım. Sosyal medyada en çok tepki alan görüntülerden biri dev soğutma bacalarının gölgesinde yapay karlama ile oluşturulmuş bir pist: Big Air Shougang. Serbest stildeki birçok kış sporu dalının gerçekleştirildiği bu alan aslında yaydığı hava kirliliği sebebiyle kapatılmış bir çelik üretim tesisinin yerine yapılan kalıcı bir spor parkının parçası. Yani aslında bir “sürdürülebilirlik” projesi. Tabii üzerinde 12 ay kalacak kar, yapay yollardan, su ve soğuk havanın basınç altında püskürtülmesi ile oluşuyor. Bu karlama esnasında tüketilen su ve enerji miktarı ise ciddi eleştiri konusu.

Eski bir celik üretim tesisi yerine yapılan Shougang Big Air Rampası/ Pekin.

Olimpiyatlara ev sahipliği yapan Çin’in kuzeydoğu bölgesi, aynı zamanda son yıllarda yapılan birçok yeni kayak merkezini de barındırıyor. Kışları oldukça soğuk olan bu yüksek nüfuslu bölge, bir o kadar da yağışsız. Yani doğal kara aç ancak az nem ve düşük sıcaklıklar sayesinde karlama operasyonlarına –günümüz ikliminde– uygun. Alp Disiplini yarışlarının gerçekleştiği Yanqing Kayak Merkezi ve neredeyse Gobi Çölü ile komşu olan ve Kuzey Disiplini yarışlarının gerçekleştiği Zhangjiakou bölgesinin devasa karlama ihtiyacı dikkate alındığında, bu olimpiyat için tüketilen enerjinin  rüzgar ve güneş ile sağlandığı iddia ediliyor. Öte yandan yaklaşık 1,5 milyon metreküp su tüketildiği de tahmin ediliyor. Bu rakam 900 milyon kişinin günlük içme suyu ihtiyacına eşit. Böylesi çorak bölgelerde bu tarz çözümlerin sürdürülebilirliği herkes için ciddi soru işareti.

Tüm bunların yanında olimpiyatlar gibi mega etkinliklerin yarattığı yoğun seyahat hareketliliği de apayrı bir sorun. Aslında Kış Olimpiyatları, hatta daha geniş bir açıyla kış sporları ve kış turizmi, iklim dostu ve hatta iklim aktivisti bir yapıya bürünmediği sürece kendi bindiği dalı hızla kesmeye devam edecek. Gelecekte sürecek yüksek bir karbon ayakizi, daha az kar ve hatta daha az karlama kapasitesi ve buna paralel artan enerji ve su tüketimi kısırdöngüsüne neden olacak. Son yıllarda yapılan araştırmalar birçok kayak merkezinin iklim değişikliği karşısında yok olacağını, bunlara dayalı ekonomilerin sarsılacağını ve hatta azaltım politikaları bir an önce uygulamaya alınmazsa, karlama desteğine rağmen Kış Olimpiyatlarına ev sahipliği yapmış 21 merkezden sadece sekizinin yüzyıl sonunda yine benzer bir etkinlik düzenleyebilecek iklime sahip olacağını gösteriyor.

Alp Disiplini yarışmalarının koşulduğu Yanqing Kayak Merkezi’nin 2015 Ocak ayından bir görüntüsü. Fotoğraf: Uluslararası Olimpiyat Komitesi.
Karlama yöntemiyle hazırlanmış Yanqing Yarış Pistleri. Fotoğraf:Kevin Frayer.

(*) Coğrafya Bölümü ve Kuzey Kutbu Araştırmaları Merkezi, Umeå Üniversitesi, İsveç