Brezilya‘da geçen hafta Rio de Janeiro‘nun dağlık bölgesi Petropolis kentinde meydana gelen sel ve toprak kaymalarının ardından başlatılan 600 asker ve 500 itfaiyenin katıldığı arama kurtarma çalışmaları 9’uncu gününde devam ediyor.
Sel ve toprak kaymaları nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı 204’e çıktı, 51 kişinin kayıp olarak bildirildiği açıklandı.
Arama çalışmalarına 600 asker ve 500 itfaiyeci katılıyor.
Yer yer şiddetli yağışların görüldüğü Petropolis’te, yerel basına yansıyan görüntülerde, şehrin bazı noktalarında taşan nehirler nedeniyle sokakları yeniden sel bastı.
Rio de Janeiro Sivil Savunma Sekreterliği, halka yapılan duyurulara dikkat etmesi, riskli bölgelerde olan kişilerin barınak olarak kullanılan ve halihazırda 811 kişinin kaldığı 13 okula veya yakınlarının evlerine gitmeleri çağrısında bulundu.
Kentin dağlık bölgesi Petropolis’te 15 Şubat’ta şiddetli yağışlar nedeniyle şehrin birçok yerinde toprak kaymaları yaşanmıştı.
1932’den bu yana en şiddetli yağış
Sosyal medyada paylaşılan görüntülerde sokakları, parkları, marketleri sel bastığı, arabaların ve otobüslerin su altında kalarak sürüklendiği görülmüştü.
Eyalet Valisi Claudio Castro, bölgenin 1932’den bu yana en şiddetli yağışa maruz kaldığını söylemişti.
Çok sayıda heyelanın ardından onlarca evin yıkıldığı Petropolis’e şubatın tamamında beklenen yağışın 6 saatte yağdığı duyurulmuştu.
Rio de Janeiro eyaletinde Ocak 2011’de yaşanan ve trajediye dönüşen sel felaketinde de 900’den fazla kişi ölmüş, 100’den fazla kişi kaybolmuştu.
İklimin ‘yeni normal’i öldürüyor
Güney Amerika ülkelerinde yağış mevsiminde sık sık sel ve heyelan olaylarına tanık olunuyor, bu yüzden dağ yamaçlarındaki evler her zaman tehlike altında bulunuyor.
Ancak iklim krizi yaşanan aşırı hava olaylarının sıklığını ve yoğunluğunu da artıyor. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), 2021 İklimin Durumu Raporu’nda yoğun sıcak hava dalgaları ve yıkıcı seller gibi aşırı hava olaylarının dünyanın “yeni normali” olduğunu belirtmişti.
Raporda 2002’den sonraki 20 yıllık sıcaklık ortalamasının, sanayi devri öncesine kıyasla 1 dereceyi aşma yolunda olduğuna ve küresel deniz seviyelerinin de 2021 de rekor düzeylere çıktığına dikkat çekilmiş; “artan sıcaklıkların gezegenimiz üzerindeki etkisi nedeniyle dünya daha önce görülmemiş bir yere doğru gidiyor” denilmişti.
WMO’dan Prof. Petteri Taalas “Aşırı hava olayları artık yeni norm. Bunların bazılarında insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim değişikliğinin ayak izlerinin rol oynadığına dair büyüyen bilimsel kanıtlar var” değerlendirmesini yapmıştı.
Okyanuslardaki yüzey sıcaklığının da giderek arttığını belirten son araştırmanın baş yazarı Dr. Kyle Van Houtan da, “İklim değişikliği ileride meydana gelecek bir olay değil. Gerçek şu ki, bizi bir süredir zaten etkiliyor” demişti.
Bilim insanları, bu yeni “aşırı sıcak normali”nin, iklim değişikliğinin itici gücü olan fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan emisyonları kayda değer oranlarda azaltmaya yönelik aciliyetin bir diğer kanıtı olduğunu belirtiyor.
Burhaniye Belediyesi tarafından Taylıeli Mahallesi’ndeki 23 bin 761 metrekarelik alanda yapılması planlanan ve İbrahim Tatlıses adına katılan şirketin kazandığı alışveriş merkezi ihalesiyle ilgili yeni bir gelişme yaşandı. Burhaniye Belediyesi tarafından dün yapılan açıklamada ihalenin iptal edildiği duyuruldu.
28 Aralık’ta gerçekleştirilen kapalı teklif usulü ihale ‘yeterli rekabet ortamı oluşmadığı’ gerekçesiyle iptal edildi. Belediye tarafından yapılan açıklamada alışveriş merkezi için daha uygun bir yer seçimi tespiti için çalışma yapılacağı da bildirildi. Burhaniye Belediyesi’nin yaptığı duyuru şöyle:
28 Aralık’ta gerçekleştirilen ihaleyi İbrahim Tatlıses adına katılan şirketin genel müdürü Şule Yazar kazanmış, sözleşme tutarı ise açıklanmamıştı. Tatlıses ilçeye gelerek Burhaniye Belediye Başkanı Ali Kemal Deveciler ile sözleşmeyi imzalamıştı.
İhaleye Taylıeli’ndeki zeytin ağaçlarının kesileceği yönünde çevreci aktivistlerden oldukça büyük tepki gelmişti. Aktivistler alandaki zeytin ağaçlarının 50-60 yıllık olduğunu söylemiş, ağaçlar için endişeli olduklarını bildirmişlerdi. Daha sonra ağaçların kesilmeyeceği ve sökülerek bir başka alana taşınacağı açıklanmıştı.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Çalışma Ofisi‘nde düzenlenen Marmara Denizi Eylem Planı İl Değerlendirme Toplantısı‘nda bugün müsilaj konusunu ele aldıklarını belirterek “Marmara Denizi’nin yüzeyinde de değil derinde de şu an için müsilaj yoktur. Ancak bu müsilaj olmayacak anlamına gelmemektedir” dedi.
Kuurm, toplantıda Marmara Denizi Koordinasyon Kurulu üyeleriyle İstanbul özelinde yaptıkları çalışmaları değerlendirdiklerini söyleyerek şu açıklamaları yaptı:
“Marmara Denizi‘nde izleme faaliyetlerini yapıyoruz. Haziran ayında yoğun şekilde denizlerimizde gördüğümüz, özellikle yaz başında 10-25 metre derinlikle sıkışan müsilaj tabakaları 26 Ocak 2022 tarihinde yaptığımız ölçümlerde gözlemlenmedi.
‘Yüzeyde de dipte de yok’
Marmara Denizi’nin yüzeyinde de değil, dibinde de şu an için müsilaj yoktur. Ancak bu müsilaj olmayacağı anlamına da gelmemektedir. Sonuçta biz kısa vadedeki çözümlerimizi ortaya koyduk ancak uzun vadede de adımlarımızı atmak mecburiyetindeyiz.”
Geçen iki hafta içinde önce Çanakkale sonra da İstanbul’da deniz yüzeyinde müsilaj görülmüş; uzmanlar deniz salyasının dipteki sünger ve mercanları da olumsuz etkilediğini açıklamıştı.
Marmara denizinde geçen yıl görülen müsilajın yanında denizdeki ekosistemin bozulmasına da dikkat çeken Prof. Dr. Sarı,Yeşil Gazete‘ye yaptığı açıklamada, yüzeyden temizlense de müsilajın derinlerde olduğunu belirterek, denizin dibindeki yaşamın büyük risk altında olduğunu söylemişti.
Müsilaj görülen bölgelerde yapılan araştırmalarda kolibasili ve hidrojen sülfür de tespit edilmiş; İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü’nden 12 bilim insanı da,“Müsilajın görüldüğü yerlerde denize girilmemeli, gıda ürünleri nereden çıktığına dikkat edilerek tüketilmeli. Denizde kolibasili bulunması yeni hastalıkların habercisi…” açıklamasını yapmıştı.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nın hava kalitesini gösterdiği haritada son günlerde İstanbul‘a yönelik uyarılar dikkat çekiyor. Kentte birçok ilçede hava kirliliği tehlikeli boyutlara ulaştı.
Uzmanlar hava kirliliğinin nedenini anlatırken sağlık açısından da değerlendirmelerde bulundu. Akademik Solunum Derneği Başkanı ve Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu, “Hava kirliliğinin yoğun olduğu dönemlerde enfeksiyon hastalıklarının arttığını biliyoruz. Mesela hava kirliliğinin fazla olduğu günlerde Covid enfeksiyonun daha fazla olduğu veya hava kirliliğinin fazla olduğu günlerde Covid kapanların daha şiddetli bir seyir gösterdiğini biliyoruz” dedi.
Fotoğraf: DHA
İstanbul’da hava kirliliği artıyor
Uluslararası Hava Kirliliği Önleme ve Çevre Koruma Birliği Başkanı Prof. Dr. Selahattin İncecik ise, “Şu anda çözüm bekleyen en önemli sorunlardan bir tanesi dizel araçların bu kadar serbestçe şehrin her noktasına girebilmesi. Bunun önlenmesi lazım” diye konuştu.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın, sitesindeki verilere göre; İstanbul’da özellikle Kağıthane, Esenler, Kadıköy, Ümraniye, Başakşehir, Beşiktaş, Mecidiyeköy ve Avcılar‘da hava kirliliğinin son günlerde yüksek olduğu görülüyor. Kirliliğin yüksek olduğu ilçelerin ana yollara yakın olması dikkat çekiyor. Havası temiz olan ilçelerin de çoğunlukla rüzgara açık bölgeler olduğu göze çarpıyor. Havanın kirli olması trafik yoğunluğu saatlerine göre de değişiyor. Sabah ve akşam yoğun saatlerde kirlilik artıyor. Kağıthane’de, kirli hava neredeyse gözle görülür durumdayken akşam saatlerinde neredeyse ilçeyi pus kaplıyor.
Fotoğraf: DHA
‘Dünyada dakikada 13 insan hava kirliliği nedeniyle erken ölümle karşı karşıya’
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın sitesinde uyarılarda da bulunuluyor. Yeşil, sarı, turuncu, kırmızı, pembe ve bordo renklerin; her biri hava kalitesini ayrı ayrı temsil ediyor. Yeşil, temiz havayı gösterirken; sarı renk, hava kalitesi uygun ama hassas grupların orta düzeyde etkilenebileceğini belirtiliyor.
Turuncu, kırmızı, pembe ve bordo renkler ise tehlike sinyali veriyor. Turuncu, hassas gruplar için sağlık etkisi oluşturabiliyor. Kırmızı, hassas gruplar için tehlikeli ve genel halkı etkileyecek seviyeyi belirtiliyor. Pembe, nüfusun tamamının sağlığını etkileyecek seviyede kirlilik olduğunu ve hassas grupların açık havaya çıkmaması gerektiğini gösteriyor. Bordo ise herkesin ciddi sağlık etkisi göreceğini belirtiyor.
Prof. Dr. Selahattin İncecik, “Dünyada her dakikada 13 insan hava kirliliği nedeniyle erken ölümle karşı karşıya kalıyor. Bunun en önemli adresi partiküller. En önemlisi çapı 2.5 mikron ve daha küçük partiküller. Şu anda bütün dünyanın gündeminde olan partiküller bunlar. Bu partiküllerin başta trafik olmak üzere kaynağını biliyoruz. Bütün ortamların bunlardan arıtılması lazım” dedi.
‘İnsanlar toplu taşımaya yönlendirilmeli’
İncecik kirliliğin önlenmesi yapılması gereken çok şey olduğunu ekleyerek “İstanbul için de bu geçerli. İstanbul 16 milyon nüfusa sahip, 5 bin 400 kilometrekarelik büyük bir metropol. Bu metropolde 4.5 milyon kadar motorlu araç var, bunların 3.2 milyonu otomobil. Bu otomobillerin yüzde 41’i dizel araçlar. Bugün dizeller partikül MP2.5 dediğimiz partiküllerin en önemlilerinden bir tanesi” ifadelerini kullandı.
Fotoğraf: DHA
“Trafikte seyreden bu araçların en azından partikül üretmeyecek konuma getirilmesi lazım” diyen İncecik, “Bunun da yolu trafikte yeni düzenlemeler, yeni sınırlandırmalar. Ama en büyük adres elektrikli araçlar, onların getirilmesi lazım. Burada yapılması gereken şey şu; insanları toplu taşımaya, özellikle raylı sistemlere yöneltmek gerekiyor. İstanbul’da henüz raylı sistem uzunluğu ihtiyaçların çok altında, 230 kilometrelik bir raylı sistem uzunluğu var” şeklinde konuştu.
‘Trafik için yeni çözümler bulunmalı’
Toplu taşıma sistemlerinin İstanbul’a kesinlikle yeterli olmadığını vurgulayan İnnecik şunları söyledi
“İstanbul’un ihtiyacı olan 800 kilometrelik bir raylı sistem uzunluğu. Tam bir network kurulduğu zaman İstanbul’da toplu taşımadan insanlar bir yerden bir yere güvenli ve çevreyi koruyarak gidebilirler, bunun sağlanması lazım. Trafik üzerine odaklanarak yeni çözümler bulmamız gerekiyor. Aksi takdirde PM 2.5 partikülü dış ortamda gezinen, yürüyen, duraklarda bekleyen her insanı etkileyeceği kaçınılmaz bir sonuçtur. Şu anda çözüm bekleyen en önemli sorunlardan bir tanesi dizel araçların bu kadar serbestçe şehrin her noktasına girebilmesi. Bunun önlenmesi lazım.”
Fotoğraf: DHA
‘Hava kirliliğinin solunum üzerinde olumsuz etkileri var’
Akademik Solunum Derneği Başkanı ve Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu ise, “Gerçekten hava kirliliğinin özellikle solunum sistemi üzerine olumsuz etkileri var. Özellikle kronik solunum hastalıklarının tetiklenmesinde hava kirliliği ciddi bir faktör. Astım, koah gibi hastalıklarda hava kirliliği önemli bir tetikleyici. Hava kirliliği dediğimiz zaman, havanın içerisinde partiküller var. Bunlar kirletici unsurların başında geliyor” ifadelerini kullandı.
Fotoğraf: DHA
Tutluoğlu, bunun yanı sıra kükürt dioksit, karbon monoksit, nitrik oksit gibi ve ozon gibi kirleticilerin de olduğuna dikkat çekerek “Şu anda baktığımız zaman hava kirliliği nedeniyle kitlesel değil ama ölümlerin olduğunu görüyoruz değişik zamanlarda” şeklinde konuştu.
‘Solunum hastalıkların dolayı acile başvuranların sayısı arttı’
“Kış aylarında özellikle hava kirliliğinin yoğun olduğu dönemlerde solunum hastalıklarından dolayı acile başvuruların çok arttığını gözlemlemiştik” diyen Tutluoğlu, şunları aktardı:
“Bunun hem çocuklar hem de yetişkinler için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Yüzde 50 civarından bir artış gözlemlemiştik. Ana yollara yakın oturan kişilerde solunum problemlerinin daha fazla olduğunu görüyoruz, otoyollar, ana caddeler gibi. Hava kirletici unsurların en büyük kaynağının trafik olduğunu görüyoruz.”
İstanbul’daki yoğun trafiğe ilişkin konuşan Bülent Tutluoğlu, “Buna bağlı olarak da hava kirliliği çok fazla. ‘Astım, koah hariciden hava kirliliğinin yaratacağı zararlı durum nedir?’ diye sorarsanız, akciğer kanseri bunun başında gelir. Sigaradan bağımsız olarak, hava kirliliğinin akciğer kanseri yapma özelliği var hava kirliliğinin. Hava kirliliğinin yoğun olduğu dönemlerde enfeksiyon hastalıklarının arttığını biliyoruz” dedi.
Tutluoğlu Covid-19 enfeksiyonun hava kirliliğinin fazla olduğu günlerde daha fazla olduğunu veya hava kirliliğinin fazla olduğu günlerde Covid-19 enfeksiyonu kapanların daha şiddetli bir seyir gösterdiğini bildiklerini söyledi.
Vatandaşlara göre hava kirliliğinin nedenleri: kömür, petrol, nüfus artışı
Vatandaşlar ise hava kirliliğinin kömür, araba ve nüfus artışı gibi nedenlerden kaynaklandığı görüşünde. Fatih‘te yaşayan Gülfidan Topsakal, “Kirlilik ne olacak, doğalgaz, kömür, araba, bununla alakalı. Zaten İstanbul kalabalık bir şehir” dedi.
Mehmet Münir ise hava kirliliğinin nedeni konusunda “Sanayileşme ve insanların vurdumduymazlığı, petrol ve kömür” dedi. Kağıthane‘de yaşayan Ersen Erçevik, “Özellikle bu bölgede çok fazla hava kirliliği olduğunu hissedebiliyorsunuz. Ailecek ve esnaflar olarak ara ara konuştuğumuz bir konu. İstanbul içinde seyahat esnasında çok farklılıklar oluyor yani bir nefes farklılığı oluyor” ifadelerini kullandı.
Kaos GL Derneği, LGBTİ+’ların İnsan Hakları 2021 Raporu’nu yayımladı. “Her Şeye Rağmen” üst başlığıyla yayınlanan raporda 2021 yılı, “LGBTİ+’lar açısından, önceki yıllardan süregelen hak ihlallerinin derinleştiği, bunların yanına yeni alanlarda yeni hak ihlallerinin eklendiği bir yıl” olarak değerlendirildi.
Raporda yıl içinde polisin özellikle toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında veya sonrasında işkence ve kötü muamelesi hatırlatıldı. Cumhurbaşkanı, bakanlar ve üst düzey kamu yöneticilerinin LGBTİ+’lara dönük kimi zaman nefret söylemi de içeren ayrımcı söylemlerinin yıla damga vurduğu belirtildi.
Kaos GL, 2007 yılından beri Türkiye’deki LGBTİ+’ların insan hakları ihlallerini raporluyor.
Bir yılda 8 nefret cinayeti kaydedildi
Geçen yıla ilişkin raporda gökkuşağı bayrağının suç delili olarak tanımlandığının altı çizilirken, Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde uygulanan şiddet ve medya kampanyalarının LGBTİ+’lara dönük nefret ve şiddet dalgasının bütün Türkiye’ye yayılmasını tetiklediği kaydedildi.
İstanbul Sözleşmesi‘nden LGBTİ+ların hedef gösterilerek çıkılması, hipokrat yeminine getirilen homofobik/transfobik değişiklik, Onur Yürüyüşü yasakları ve polis şiddeti, nefret cinayetlerinde cezasılıklar da 2021’e dair kaydedilen hak ihlallerinden bazılarıydı.
Fotoğraf: Dilara Açıkgöz / csgorselarsiv.org
Raporda sekiz nefret cinayeti raporlandığı fakat bu sayının çok daha fazla olduğuhuh ve medyaya yansımadığının düşünüldüğü de belirtildi.
LGBTİ+lara yönelik halk ihlalleri türlerine göre %29,4 ifade özgürlüğü, %11,8 kişisel bütünlük, %9,2 özgürlük ve güvenlik, %7,2 işkence/kötü muamele %5,2 yaşam hakkı %5,2 çalışma hakkı olarak sıralandı. İhlallerin %32 ise bilgi edinme, üreme, itibarın korunması gibi hakları kapsayan diğer kategorisinde.
Fotoğraf: Fatoş Sarıkaya / csgorselarsiv.org
Raporun sonunda şu değerlendirme yapıldı:
“Devletin bütün kişi ve kurumlarıyla LGBTİ+’ları hedef tahtasına oturtarak herhangi bir hak başlığında LGBTİ+’lara erişim olanağı sağlamaması; var olan olanakları ortadan kaldırmaya çabalaması ve bundan ayrı olarak doğrudan LGBTİ+ varoluşunu hedefleyen eylem ve söylemler, bahsedilen büyük gerilemenin en önemli işaretlerinden olmuştur.
Bu topyekün saldırıya rağmen LGBTİ+’ların insan hakları alanında en dinamik kesimi oluşturduğu, toplumsal muhalefetin hak alanından doğru unsuru olarak bütün baskılara rağmen özellikle ifade özgürlüğünü kullanma konusunda ısrarcı olduğu da görülmektedir.”
Finlandiya Savunma Bakanlığı tarafından önerilmiş olan güvenlik risklerini gözden geçirme süreci Ukrayna‘daki kriz ve Avrupa‘nın Rusya‘ya yönelik yaptırımlarına değinen bir basın toplantısında duyuruldu.
Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinisto da gazetecilere dün verdiği demeçte, Rusya’nın Ukrayna’daki eylemlerinin ardından Finlandiya’nın kuzeybatısındaki Finlandiya-Rus ortak nükleer santral projesinin güvenliği için soru işareti taşıdığını ifade etti .
Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinisto – Fotoğraf: Reuters
Rusya Finlandiya’nın projesinde hisse sahibi
Reuters‘in aktardığına göre; Finlandiya Hükümetinin 2010 yılında onayladığı Fennovoima Nükleer EnerjiProjesi kapsamında Finlandiya’nın kuzeyinde kurulmak istenen Hanhikivi 1 reaktörünün Rusya devletine ait Rosatom tarafından inşa edilmesi planlanıyor.2014’te projeye dahil olan Rosatom tarafından 1 adet 1200 megavatlık VVER 1200 model basınçlı su reaktörünün kurulması öngörülüyor.
10 yıllık gecikmeyi takip eden şekilde bir türlü verilmeyen inşaat lisansı da Hanhikivi 1 ‘in inşasına başlanacak tarihin ötelenmesine neden oluyor. Yasal izinler verilirse gelecek sene inşasına başlanarak 2029’da tamamlanması öngörülen reaktörün operasyona geçmesinden sonra ise anlaşmaya göre Rusya üretilecek elektriğin yüzde 34 hissesine sahip olacak ve Finlandiya da elektrik fiyatlarını yüzde 3 civarında etkileme potansiyelini elde edecek.
‘Proje Rus nükleer silah üretimini destekliyor’
Yle’nin aktardığına göre; uzmanlar Fennovoima nükleer enerji projesini eleştirerek projenin Rus nükleer silah üretimini doğrudan destekleyeceğini iddia ediyor.
Rus çevre politikası alanında profesör olan Veli-Pekka Tynkkynen, bu görüşünü “Mevcut Fennovoima projesinde Rus nükleer gücüne yatırım yaparsak, Rus nükleer silah üretimini ve dolayısıyla Vladimir Putin‘in jeopolitik hedeflerini doğrudan destekliyor olacağız” şeklinde ifade ediyor.
‘Proje çok riskli’
Küresel ticaret konularında uzman olan Profesör Kari Liuhto ise projenin çok riskli göründüğünü söylüyor ve “Fennovoima projesi bu yıl boyunca kesinlikle hükümetin gündeminde olacak” diyerek projenin Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması durumunda kesinlikle durdurulması gerektiğini ekliyor.
Kari Liuhto (solda) ve Veli-Pekka Tynkkynen (sağda)
Tynkkynen, Rusya’ya enerjide bağımlılığın azaltılması çoktandır gündemdeyken bu projeyle Finlandiya’nın Rus nükleer enerji üretimine de bağımlı olacağını söylüyor. Ayrıca Rusya’nın Finlandiya’ya baskı uygulamak için Fennovoima’daki mülkiyet hissesini kullanabileceğini belirterek “Rosatom’un Fennovoima projesi aracılığıyla Finlandiya’nın enerji politikasını etkileme ihtimali olacak ki bu da güçlü bir silah olarak görülmeli” ifadelerini kullanıyor ve projenin Rusya’nın Finlandiya’nın enerji karışımındaki payını artırdığına dikkat çekiyor.
‘Türkiye Akkuyu NGS’den derhal vazgeçmeli’
Pınar Demircan
Yeşil Gazete Nükleer editörü ve Nukleersiz.org Koordinatörü Pınar Demircan Finlandiya’da Rusya tarafından inşası planlanan bir reaktörün böyle bir tartışmayı başlatmış olmasının önemli olduğunu ve bu durumun aslında dünyada genelinde nükleerin nasıl bir güvenlik sorunsalına gebe olduğunu göstermesi açısından kıymetli bulduğunu söyledi.
Şirketler kanalıyla emperyalist amaçlara hizmet eden nükleer projelerin uluslararası müdahale imkanı verdiğine işaret eden Demircan “Finlandiya Hükümeti VVER 1200 modelin Rusya’nın nükleer silahlanma süreçlerini beslediği gerekçesiyle bir reaktör için bu tartışmayı başlatıyorsa, Türkiye’de hükümetin halihazırda dördüncü reaktörün inşasına devam edilen 2023 ‘te operasyona geçmesi planlanan Akkuyu NGS’den derhal vazgeçmesi gerekir” dedi.
‘Türkiye, Finlandiya’ya göre daha büyük risk altında’
Türkiye’nin Finlandiya’ya göre daha büyük bir risk altında olduğunu ifade eden Demircan “Finlandiya’da bir reaktör, Türkiye’de ise Rusya’ya ait dört reaktör söz konusu; üstelik yapılan anlaşmaya göre Akkuyu NGS‘nin yüzde 100 hissesi bugün hala Rosatom’a ait bulunuyor. Türkiye’de bir nükleer santral tesisinin kurulması için Akkuyu sahası bedelsiz olarak Rusya’ya verilirken tek hissedarın hala Rusya olması, ona Akdeniz‘in kıyısında bir Rus askeri üssü niteliği veriyor. Bu bağlamda Rusya’nın Mısır‘da da bir nükleer santral kurmak için anlaşma imzaladığını bu şekilde nükleer projeler üzerinden Akdeniz‘i kontrol altında tutacağını şimdiden ifade edeyim” diye konuştu.
Finlandiya’daki Rosatom tarafından inşa edilecek reaktörün operasyona geçmesiyle Rusya’nın Finlandiya’daki elektrik piyasasını etkileme potansiyelini de yorumlayan Demircan, Türkiye’deki durumun daha vahim olduğunu şöyle açıkladı.
“Nükleer santral kurulması için dünyanın ilk Yap -Sahip ol -İşlet(B.O.O.) tipindeki anlaşmaya dayanarak inşa edilen Akkuyu NGS’nin operasyona başlaması halinde elde edilecek miktar toplam elektrik talebimizin yüzde 5-7’sine tekabül ederek aynı Finlandiya’daki uzmanların söylediği gibi elektrik piyasamızı etkileme potansiyelini haiz olacak. Üstelik Akkuyu NGS’de üretilecek elektriğin yüzde 50’si için belirlenen fiyatın ilk 15 yıl boyunca bugün yenilenebilir enerji için kabul edilen fiyatın dört katı kadar olduğu göz önüne alınırsa bugün elektrik fiyatlarındaki artışın hafif kalacağını öngörmek hiç zor değil. Ki bu da toplam 35milyar dolarlık alım garantisi demek. Ayrıca sonraki yıllarda da bu fiyatın artmayacağının garantisi yok.”
‘Bir seçim propagandası olarak nükleer santral’
Akkuyu NGS inşaatının 2019’da başladığını ve Finlandiya’da bir reaktör inşası için altı yıl öngörülürken Türkiye’de dört reaktörün inşasının pandemide bile işçilerin tam kapasite çalıştırılması neticesinde neredeyse dört yılda tamamlanmak üzere olduğunu hatırlatan Demircan son olarak şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bir seçim propogandası olarak kullanılan Akkuyu NGS için dört yıldır zemin çatlamasından trafo yangınlarına, iş kazalarına, servis aracı kazasına varana kadar pek çok badire yaşansa da projeye devam edilirken Finlandiya’da siyasi yetkililerin başlattığı bu sorgulama Türkiye’nin içinde bulunduğu aczi gayet net bir biçimde göstermiştir. Türkiye’nin Akkuyu NGS projesinden her türlü zararlı çıkmasına rağmen projeden vazgeçmemesinin arkasında başka siyasi ve ticari hesapların olduğu muhakkak.”
Ukrayna Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Oleksiy Danilov‘un açıkladığı olağanüstü hal, 30 gün geçerli olacak ve 30 gün daha uzatılabilecek. Donetsk ve Luhansk bölgeleri ise 2014’ten bu yana OHAL altında.
Ukrayna Dışişleri Bakanlığı‘ndan yapılan ve Rusya’nın saldırgan tutumları sebebiyle elçilik hizmetlerinin aksayabileceği aktarılarak Ukrayna vatandaşlarına ülkelerine gelme çağrısı yapıldı.
Ukrayna’daki Rusya Büyükelçiliğinin bayrağı indirilirken, Rusya’nın da Ukrayna’daki diplomatik personelini tahliye ettiği iddia edildi.
Putin: Çıkarlarımız müzakereye açık değil
Rusya parlamentosu, Devlet Başkanı Vladimir Putin‘in ülke dışı topraklarda görev yapabilme isteğini onayladı.
Putin bu sabah Rusya’daki ulusal bayram vesilesiyle yaptığı konuşmada, karmaşık sorunlarda samimi diyaloğa ve diplomatik çözümlere açık olduklarını belirtirken, “Rusya’nın çıkarları ve vatandaşlarımızın güvenliği ise müzakereye açık değil” sözlerini kullandı.
Putin dün akşam da konuşmasında Minsk Anlaşması‘nın bundan çok daha önce yok edilmiş olduğunu, artık böyle bir protokol olmadığını söylemişti.
Erdoğan Putin ile görüşecek
NATO Liderler Zirvesi‘ne katılmak için Afrika gezisini yarıda kesen Erdoğan, uçakta açıklamalarda bulundu. ‘Denge siyaseti’ yürütüleceğini söyleyen Erdoğan, “Rusya’dan da Ukrayna’dan da vazgeçmeyiz. Birinden yana bir tercih yapmak istemiyoruz. Biz burada devlet yönetiyoruz, hassasiyetlerimizi korumamız gerekiyor” dedi.
Erdoğan, bugün NATO müttefiki ülkelerle görüştükten sonra tutum belirleyeceklerini belirtti.
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Putin ile Erdoğan’ın bugün telefonda görüşeceğini doğruladı. Erdoğan, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ile de konuşmuş, Zelenskiy’nin kendisine teşekkürlerini ilettiği açıklanmıştı.
Trump: Putin’in hamleleri dahice
Eski ABD Başkanı Donald Trump krize ilişkin açıklamalarda bulundu. Joe Biden yönetimini yetersiz bulduğunu söyleyen Trump, “Putin,Ukrayna’nın bir kısmını bağımsız ilan etti” diyerek Donetsk ve Luhansk’ı tanıma kararını da ‘akıllıca’ olarak değerlenirdi.
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi‘nde dün nörolog Dr. Ebru Ergin, rapor olmadan istediği ilacı yazamayacağını söylediği hasta tarafından sert şekilde darp edildi. Ergin, çalıştığı hastanede tedavi altına alınırken, sağlık örgütleri ayakta.
Doktoru darp eden saldırganın tutuklanması için sosyal medyada paylaşımlar yapılıyor.
‘Yerleri hapistir’
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Twitter üzerinden olayı insanlık dışı şiddet olarak niteleyen Koca, “Sağlık hizmeti verenleri koruyacak yasal düzenlemeler yakın. Şiddet suçlularını gözümüz uzun süreler görmeyecek. Yerleri hapistir” dedi.
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde nörolog bir arkadaşımız, görevinin gereği bir davranışı üzerine insanlık dışı şiddete maruz kalmıştır. Sağlık hizmeti verenleri koruyacak yasal düzenlemeler yakın. Şiddet suçlularını gözümüz uzun süreler görmeyecek. Yerleri hapistir.
CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker ise Sağlık , Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu’nu acil toplantıya çağırdıklarını açıkladı. Şeker paylaşımında, “Sağlıkta şiddet yasasının çıkması için ne bekliyorsunuz” dedi.
Suçlular hala serbest bırakılıyor! Etkin bir sağlıkta şiddet yasası önerdik reddettiniz;etkin bir sağlıkta şiddet yasasının çıkması için ne bekliyorsunuz. Sağlık,Aile Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu’nu acil toplatıya çağırdık.#ferayyelmentutuklansın#Drebruerginyalnizdegildirpic.twitter.com/oZ3uSfdbQh
Hekim ve Diğer Sağlık Çalışanları Kamu Sağlık ve Sosyal Hizmetler Sendikası (HEKİM-SEN) açıklamasında Bakanlığın, hastanelerdeki şiddeti ‘iş kazası’ yerine ‘beyaz kod’ ile tanımlayarak sorumluluktan kaçtığını söyledi. Sendika, “Bundan sonra fiziksel şiddet vuku bulan kurumda güvenlik tam olarak sağlanana kadar iş bırakacağımızı, idare hakkında görevi ihmalden suç duyurusunda bulunacağımızı ve tazminat davası açacağımızı bildiriyoruz” şeklinde paylaşımda bulundu.
Bundan sonra herhangi bir fiziksel şiddet olayında o kurumda güvenlik tam olarak sağlanana dek İŞ BIRAKMA KARARI alacağımızı,idare hakkında görevi ihmalden suç duyurusunda bulunacağımızı ve hastaneye tazminat davası açacağımızı önemle bildiriyoruz!#drebruerginyalnızdegilpic.twitter.com/yvwYwpXBeM
Bugün Şanlıurfa Balıklıgöl Devlet Hastanesi‘nde toplanan Türk Tabipler Birliği (TTB) de yarın Ankara Zekai Tahir Burak Hastanesi önünde basın açıklaması yapacağını duyurdu.
TTB, dün Mart ayı sonuna kadar yapılacak eylem planını açıklamış, Tıp Bayramı haftası olan 14-15 Mart’ta bütün hekimlerle g(ö)reve gidileceğini bildirmişti.
Sağlık çalışanları, insanca ücret ve çalışma koşulları, sağlık sisteminde iyileştirmeler, bilimsel eğitim, sağlıkta şiddet yasasının çıkarılması gibi taleplerini duyurmak için uzun zamandır eylemler düzenliyor.
Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi, haber takibi yaptığı eylemlere katıldığı gerekçesiyle Gazeteci Rojhat Doğru’ya verdiği müebbet ve 12 yıl 1 ay hapis cezası cezasının gerekçesini açıkladı. Mahkeme Doğru’nun Cumhurbaşkanlığıİletişim Başkanlığı’nın verdiği basın kartının olmamasını cezaya gerekçe olarak gösterdi.
Bianet‘ten Hikmet Adal‘ın aktardığına göre; mahkeme “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, kasten öldürmeye teşebbüs ve örgüt propagandası yapmaktan” mahkum ettiği Doğru’nun çekim yaptığı 6-8 Ekim 2014 Kobanê protestolarını izlemesini suç saydı.
Mahkeme heyetindeki bir üye beraat istedi
Suça gerekçe olarak da Doğru’nun aleyhine tanıklık yapan ve protestolar sırasında yaralanan Rıdvan Ö.’nün “Bayram ziyaretine gidiyordum. O esnada çatışma olduğunu gördüm. Karşıdan karşıya geçiyorken üzerime ateş açıldı. Sanığın (Rojhat Doğru’nun) bir elinde kamera bir elinde tabanca olduğunu gördüm. Elinde tabanca sağa sola ateş ediyordu” şeklindeki ifadesini gösterdi.
Gazeteci Rojhat Doğru’yu müebbet ve 12 yıl 1 ay hapis cezasına çarptıran mahkeme heyetindeki bir üye hakim hem kamera tutmanın hem de ateş etmenin mümkün olmadığı yönündeki bilirkişi raporuna atıf yaptı. Doğru’nun beraat ettirilmesi gerektiğini savundu.
Üye hakim karşı oy gerekçesinde Doğru’nun gazetecilik faaliyeti nedeniyle olay yerinde olduğu, Rıdvan Ö. ile arasında görüş farklılıkları olması nedeniyle ödül aldıktan sonra hedef gösterildiğine dair savunmasını hatırlattı.
Üye hakim karşı oy gerekçesine “Bilirkişi raporu ve deliller birlikte değerlendirildiğinde sanığın kasten öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılması için dosyada yeterli delil bulunmadığı, işbu nedenlerle sanığın atılı suçtan beraatine karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan ve neticeten sanığın devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan cezalandırılması yönündeki çoğunluğun görüşüne katılmıyorum” diye yazdı.
Gerekçe: Basın kartı yok
Mahkeme protestoları izlediğini doğrulayan Doğru’nun haber takibi amacıyla olay yerinde olduğunu ve elinde silahı olmadığı yönündeki savunmasına ise itibar etmedi.
Doğru’nun gazeteci olarak protestoları izlemediğini savunan mahkeme buna gerekçe olarak da İletişim Başkanlığı’nın verdiği basın kartının olmamasını gerekçe gösterdi.
Türkiye’de basın özgürlüğü ihlalleri
Türkiye’de basın özgürlüğü ihlalleri Ocak 2022’de 45 gazetecinin hakim karşısına çıkmasına neden olurken birçok gazeteci gözaltı, haberlerine erişim engeli ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya kaldı.
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin (MLSA) raporuna göre ise Ocak’ta karar duruşması görülen davalarda iki gazeteci, dört siyasetçi, üç aktivist toplamda 515 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ocak’ta takip edilen 36 davada yargılanan 332 kişiye 36 farklı kategoride toplamda 62 suçlama yöneltildi. Ocak’ta sanıklara yöneltilen suçlamaların yüzde 44’ü terörizm suçlamaları oldu.
Terörizm suçlamalarının yüzde 93’ü gazeteci, aktivist ve siyasetçilere yöneltilen “terör örgütü üyeliği” ve “örgüt propagandası” suçlamalarından oluşuyordu. Terörizm suçlamalarına gösterilen delillerin yüzde 24’ünü gazeteci ve yazarların haberleri, yazıları ve çektikleri fotoğraflar oluştururken sosyal medya paylaşımları terörizm suçlamalarına gösterilen delillerin yüzde 21’ini oluşturdu.
Bartın’da bir köpeğe cinsel saldırıda bulunduğu öne sürülen şahısla ilgili görülen davanın ikinci duruşması bugün görüldü. Köpeğe cinsel saldırıda bulunduğu belirtilen ve söz konusu saldırı anının bir komşu tarafından kamera altına alındığı M.D.’nin avukatı, tanık beyanlarını kabul etmediklerini, görüntülerin yüksek çözünürlükteki teknoloji ile yeniden incelenmesi ile sanığın iktidarsız olduğunun tespitini talep etti.
Duruşmaya, görüntüleri çeken komşu Bahriye K. ile oğlu Soner P. tanık olarak, davaya müdahil olma talepleri kabul edilen Bartın Hayvanları Koruma ve Yaşatma Derneği, Bartın Çevre ve Kültür ve Doğa Varlıkları Derneği, Hayvan Hakları ve Etiği Derneği ile Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği temsilcileri katıldı. M.D. daha önceki duruşmadaki ifadesinde, bahçede yattığı sırada yanına gelerek yatan köpeğin üzerine düştüğünü, iktidarsız olduğunu söylemişti. Hayvan Hakları İzleme Komitesi tarafından duruşma sonrasında yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“14 Temmuz’da Hayvanları Koruma Kanunu’nda ve TCK’da hayvanları ilgilendiren bazı değişiklikler yapıldı. Yasa yapıcılar tarafından ‘devrim niteliğinde’ olduğu söylenen bu yasa uygulamada hiçbir şeyi değiştirmedi çünkü failler hala serbest. Yasalar önünde hayvanlar hala birer mal olsa da hayvanlar bizler için hakları olan bireyler ve hakları geri verilene kadar hayvanlar için verdiğimiz mücadeleyi sürdüreceğiz.”
Bugün (23 Şubat 2022) Bartın’da köpeğe cinsel istismar davasının 2. duruşması görüldü. Davayı takip eden dernekler ve hayvan hakları aktivistleri olarak duruşma salonunda hazır bulunduk. pic.twitter.com/xgHvL3xiA9
— HAKİM – Hayvan Hakları İzleme Komitesi (@hakim_komite) February 23, 2022
‘Emsal bir karar olacak’
Duruşmada davaya müdahil olan derneklerin avukatları ise sanığın iktidarsız olduğunu iddia etmesinin köpeğe yapılan fiilin alenen cinsel saldırı olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini, Türkiye‘de hayvanlara yönelik şiddetin önlenmesi için çıkartılan yasanın yürürlüğe girdikten sonra ilk olayın Bartın’da yaşandığını, o yüzden davadan çıkacak kararın emsal bir karar olacağını belirterek, M.D.’ye en üst dereceden ceza verilmesini talep etti.
Öte yandan duruşmada, hakim Bartın‘daki dernekler dışındaki derneklerin suçtan doğrudan zarar görmedikleri gerekçesiyle davaya katılma taleplerini reddetti. Dava 24 Mayıs saat 14.45’e ertelendi. Sanığın 15 günde bir imza atma adli kontrol kararı kaldırıldı, iktidarsız olduğuna dair rapor alınması talebi ise reddedildi.
Cinsel saldırıyla yargılanan şahıs görüntüleri yalanladı
Söz konusu ana ilişkin görüntüleri kaydeden Soner P. mahkemede verdiği ifadede tepki gösterdikleri M.D.’nin kendisine ve annesi Bahriye K.’ye küfürler ettiğini söyledi. Hehangi bir husumetleri olmadığını belirten komşular olayı muhtara ve jandarmaya bildirdiklerini söyledi.
Adli kontrol kararı kaldırıldı
Hakiminin tanıkların beyanlarını sorması üzerine M.D., “Benim tanıklarla husumetim var. Tanıkların beyanlarını kabul etmiyorum. Yalan söylüyorlar. Bunlar benim zamanında bahçemdeki ağaçları kesti. O gün üzerimde pantolon yoktu, lastikli don vardı” diye cevap verdi.
Hakim duruşmayı ertelerken, görüntülerin teknik incelemesi ve sanığın iktidarsızlık raporunun alınması talebi reddedildi. M.D’nin adli kontrol kararının kaldırılmasına karar verdi. Davaya ilişkin paylaşımlarda bulunan hayvan hakları aktivistleri ve kuruluşlar şu paylaşımları yaptı:
Bugün (23 Şubat 2022) görülen duruşmada, hakim Bartın'daki dernekler dışındaki derneklerin suçtan doğrudan zarar görmedikleri gerekçesiyle davaya katılma taleplerini reddetti. Dava 24 Mayıs saat 14.45’e ertelendi. pic.twitter.com/3GcFhIcCHP
Bugün Bartın’daki köpeğin cinsel istismarı davasının ikinci duruşması görüldü. 🔸Sanığın iktidarsızlık raporu alması talebi reddedildi ancak ilk duruşmada verilen adli kontrol kararı kaldırıldı. 🔸Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği olarak davaya müdahil olma talebimiz reddedildi. pic.twitter.com/htXaOREuDo
Kamera görüntüleri ile köpeğe cinsel istismarda bulunduğu görüntülenen şahıs, ilk duruşmada “yuvarlanıp köpeğin üstüne düştüm” ve “iktidarsızım” gibi savunmalar yapmıştı. Kamuoyu tepkisi üzerine tutuklanan ancak yedi gün içinde salıverilen failin konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri de Aralık 2021’de kaldırılmıştı.
Hayvan Hakları İzleme Komitesi de olaya ilişkin olarak bir açıklamada bulunmuş, her ne kadar Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılan mevcut değişiklikler faillere yatarı olmayan cezalar öngörse de süren yargılamaları takip etmenin, duyurmanın ve kamuoyu oluşturmanın cezasızlığın önüne geçebilmek için çok önemli olduğunu belirterek “Bu sebeple, her gün işkence ve cinsel şiddete maruz bırakılan tüm hayvanlar için bir kez daha adalet talep edeceğimiz davayı duyurmanızı, takip etmenizi rica ederiz” çağrısında bulunmuştu.