Yeni yapılan bir araştırmaya göre, yükselen küresel sıcaklıklar su döngüsünü şiddetlendiriyor, bu da sıcak bölgelerden Dünya’nın kutuplarına doğru daha önce düşünülenden en az iki kat daha fazla tatlı suyun ‘kaymasına’ yol açtı.
Nature dergisinde yayınlanan çalışmaya göre, iklim değişikliği küresel su döngüsünü, önceki yüzde 2 ila yüzde 4’lük modellemelere kıyasla yüzde 7,4’e kadar güçlendirdi.
Su döngüsü, suyun Dünya üzerindeki hareketini tanımlıyor: Buharlaşma, atmosfere yükselme, soğuma, yağmur veya karla yoğunlaşma ve tekrar yüzeye düşme.
Çalışmanın baş yazarı, Galler‘deki New South Üniversitesi‘nden Dr Taimoor Sohail, “Su döngüsünü öğrendiğimizde, geleneksel olarak bunu barajlarımızı, göllerimizi ve su kaynaklarımızı sürekli dolduran ve yeniden dolduran değişmeyen bir süreç olarak düşünüyoruz” dedi.
Ancak bilim insanları, yükselen küresel sıcaklıkların küresel su döngüsünü şiddetlendirdiğini ve tatlı suyun “ıslak bölgelere” doğru hareket ettikçe kuru subtropikal bölgelerin daha da kuruyacağını uzun süredir biliyor.
Geçen Ağustos ayında yayımlanan, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin altıncı değerlendirme raporunda, iklim değişikliğinin su döngüsünde uzun vadeli değişikliklere eden olacağı ve bunun daha güçlü ve daha sık kuraklık ve aşırı yağış olayları ile sonuçlanacağı belirtilmişti.
Sohail, su döngüsünün yoğunlaşması sonucunda kutuplara doğru itilen ekstra tatlı su hacminin önceki iklim modellerinin önerdiğinden çok daha fazla olduğunu kaydetti: “IPCC’de ortaya konan bu korkunç tahminler, potansiyel olarak daha da yoğun olacak”
İklim uzmanları, 1970 ile 2014 yılları arasında daha sıcak bölgelerden “kayan” ekstra tatlı su hacminin 46.000 ila 77.000 km3 arasında olduğunu tahmin ediyor: “Beklediğimizden daha yüksek su döngüsü değişikliği ve bu, net sıfır emisyon yoluna doğru daha da hızlı hareket etmemiz gerektiği anlamına geliyor.”
Ekip, araştırmalarında okyanus tuzluluğunu, yağış için bir “belirleyici” olarak kullandı.
Sohail, “Okyanus aslında bazı yerlerde daha tuzlu ve diğer yerlerde daha az tuzlu. Yağmurun okyanusa düştüğü yerde, suyu seyreltme eğilimi gösterir, böylece daha az tuzlu olur… Net buharlaşmanın olduğu yerde, sonunda geride tuz kalır” derken, araştırmacılar, okyanus akıntıları nedeniyle suyun karışmasını hesaba katmak zorunda kaldı.
Araştırmaya dahil olmayan CSIRO İklim Bilimi Merkezi‘nde baş araştırma bilimcisi olan Dr Richard Matear, çalışmanın mevcut iklim modellemesinin iklim değişikliğinin su döngüsü üzerindeki potansiyel etkilerini hafife aldığını gösterdiğini kaydetti:
“Okyanusu izleme yeteneğimizde çarpıcı bir artış oldu. Gözlemsel veri kümeleri [çalışmada kullanılanlar gibi] küresel ısınmanın iklim sistemini nasıl değiştirdiğini ve hidrolojik döngü gibi önemli şeyler üzerindeki etkilerini yeniden gözden geçirmek için gerçekten olgunlaşmış durumda.”
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca Konya‘da düzenlenen İklim Şurası’nda konuşan ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Barış Salihoğlu, Türkiye’nin denizlerinde iklim değişikliğinin etkisinin çok daha fazla hissedildiğini kaydetti.
Marmara’daki en büyük sorunun müsilaj olmadığını belirten Salihoğlu, iklimin etkisi ile Marmara’daki oksijen seviyesinin çok azaldığını ve müsilajın ortaya çıktığını belirtti:
“Bu baskıları ortadan kaldırmadığınız sürece Marmara Denizi’nde bazı riskler bulunmaya devam edecek ve müsilaj bunlardan sadece biri. Ama bugün Marmara’daki en büyük sorun oksijen azlığı ve Marmara Eylem Planı’nı kararlılıkla uygulamaya devam etmemiz gerekiyor”
Karadeniz ve Akdeniz‘de Marmara’dakine benzer baskıların arttığını ve iklim değişikliği etkisinin yaşandığını dile getiren Salihoğlu, şunları söyledi:
“Denizlerimizde iklimin değişikliğinin etkisini çok fazla hissediyoruz. Marmara’daki yüzey sıcaklıklarında 2,5 dereceye yakın artışlar oldu. Akdeniz’de ve Karadeniz’de 2 dereceyi buluyor. Denizlerimizde sıcaklığın arttığını, dünya ortalamasının üstünde olduğunu görüyoruz. Kıyısal girdiler, tarım, endüstri kirliliği ve bunların girdileri diğer baskıları oluşturuyor. Özellikle Doğu Akdeniz kıyıları artık belli bir kirliliği aşmış durumda. Sıcaklığın da etkisiyle buradaki ekosistem de değişiyor.
Prof. Barış Salihoğlu.
Karadeniz’de durumu biraz daha kritik. Karadeniz’de yaklaşık 100 metrenin altı oksijensiz, hidrojen sülfür oranı yüksek. Oksijensiz tabakanın giderek yüzeye yaklaştığını görüyoruz. Bunun ana sebebi de iklim değişimi. Karadeniz’e özgü fiziksel yapıların iklim değişimi ile ciddi biçimde değiştiğini gözlüyoruz, soğuk ara tabaka kaybolmuş durumda. İklimin denizin üstündeki etkisini azaltamıyoruz ama diğer baskıları azaltacağız ki denizlerimiz bu iklim değişikliğine daha dayanıklı hale gelsin. Çünkü zaten iklim ciddi bir baskı oluşturuyor. Bizim de kirlilik, avcılık, yapılaşma gibi baskıları azaltmamız lazım.”
‘1.5C artış bile olumsuz etkileyecek’
İklim değişikliğinin denizlerde ciddi bir risk olduğunu, 2050’ye kadar en fazla 1,5 derece sıcaklık artışının hedeflendiğini fakat bunun olumsuz etkilerinin de olacağını ifade eden Salihoğlu, ne olursa olsun denizlerdeki diğer baskıların bertaraf edilmesi gerektiğini belirtti.
Şura’da başkan yardımcılığını yürüttüğü Bilim ve Teknoloji Komisyonu olarak politika önerileri ve eylem planı hazırladıklarını ifade eden Salihoğlu, iklim değişikliği ile mücadele kapsamında ve net sıfır karbon salımına yönelik Paris Anlaşması‘nın şartlarını yerine getirmeye dönük çalışmaları sürdürdüklerini ifade etti.
Barış Salihoğlu, “İklim Şurası’nda vereceğimiz kararlar ile ülkemizi rekabetçi hale getireceğiz, iklim değişikliğine karşı ekosistemi ve ekonomiyi koruyor olacağız. Şu anda 33 politika önerimiz ve 250’den fazla eylem planımız var. Şura kararı öncesinde bunları bugün yuvarlak masaya sunacağız, oradaki görüşler çerçevesinde son halini vereceğiz” dedi.
“Dünya yeni bir sabaha uyandı.” Rusya‘nın Ukrayna‘ya açtığı savaşa ilişkin Almanya Dışişleri Bakanı Baerbock bu sözleri söyleyerek Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin‘in uluslararası düzenin en temel kurallarını çiğnediğini ifade etti.
Dün basın toplantısı düzenleyen Putin, “Minsk Anlaşması, dün Donbas‘taki halk cumhuriyetlerinin tanınmasından çok öncesinde öldürüldü” demişti. Putin, sorunların çözümü için Ukrayna‘nın NATO‘ya girmekten vazgeçmesini ve Kırım‘ın ilhakını tanımasını şart koşuyor.
Donbas bölgesinde neler yaşanmıştı?
İki ülke arasındaki çatışmalar Sovyetler Birliği‘nin dağıldığı 1991 yılına uzanıyor. Ukrayna’daki temel kriz, Rusça konuşan ve kendilerini “Rus olarak tanımlayan nüfusun olduğu doğu bölgesi ile ve Avrupalı kimliği benimseyen, Ukraynaca konuşan batı nüfusu arasında yaşanıyor.
Ukrayna’nın doğusundaki Donetsk ve Luhansk bölgelerinde bazı alanları 2014’teki çatışmalardan bu yana kontrolü altında tutan Rusya yanlıları, bu bölgelerde tek taraflı bağımsızlık ilan etmiş, Ukrayna ve hiçbir Batı ülkesi bu cumhuriyetleri tanımamıştı.
Rusya, kendi kimliğini benimseyen bu nüfusa 2014’ten beri destek veriyor. Putin, bu olaylar sırasında da Rus yanlısı isyancıları desteklemiş, çatışmalar bazı Avrupa ülkelerinin de taraf olmasıyla Minsk Protokolü imzalanarak kontrol altına alınmaya çalışılmıştı.
Dün Putin’in kararıyla Rusya tarafından resmen tanınan bölgelere başlayan askeri hareket, bugün Ukrayna’nın kentlerine yayılarak büyük bir çatışmaya dönüştü.
Batı dünyası Putin’in agresif hamlelerini kınayarak bir bir yaptırım kararı alırken, eski Sovyet ülkelerinden bazıları ve Çin gibi Asya ülkeleri Rusya’yı destekler bir pozisyon alıyor.
Bugün Ukrayna ve Rusya arasında başlayan savaş, Minsk Antlaşması‘nın barışı sağlamaya yetmediğini bir kez daha gösteriyor.
Minsk Antlaşması nedir?
Minsk Antlaşması esasen 2014 sonrası Donbas bölgesindeki ayrılıkçı bölgeler Donetsk ve Luhansk’taki barışı korumaya yönelik bir dizi protokol içeriyor.
İlk antlaşma, bu bölgelerdeki ilk çatışmaların ardından Ukrayna ve Rusya’nın yanında Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) garantörlüğüyle 5 Eylül 2014 tarihinde imzalandı. ‘Derhal ateşkes’ sağlayan bu anlaşma, Rusya-Ukrayna sınırının AGİT tarafından gözlenmesi ve sınırda tampon güvenlik bölgeleri oluşturulması, Donetsk ve Luhansk’da erken yerel seçime gidilmesini öngörüyordu.
İmzalanan protokol, karşılıklı ihlaller sebebiyle Donbas’taki gerginliği bitirmeye yetmeyince Şubat 2015’te kabul edilen Minsk 2 adlı yeni bir sözleşme, Fransa, Almanya, Belarus, Ukrayna ve Rusya dahliyle imzalandı.
Bu sözleşmeyle Ukrayna, Donetsk ve Luhansk bölgelerinin bağımsız federasyon olmasına karşı çıktı ama anadil özerkliği gibi taleplere olur verdi. Sözleşmenin ardından her ne kadar Putin “ana konularda uzlaşma sağlandı” dese de taraflar bu protokolü de ihlal etti.
İki ülke arasında uzun süre devam eden çatışmalarda bugüne dek en az 14 bin kişinin öldüğü düşünülüyor.
İstihdam platformu LinkedIn‘in raporuna göre, dünya çapında çalışanlar her geçen gün daha fazla “yeşil işler”e yöneliyor, ancak çevre ve iklim alanında yeni alanlar düşünüldüğü kadar hızlı açılmıyor ve cinsiyet eşitsizliği bu alanda da kendini gösteriyor.
Platformun “yeşil” işlerde çalışan veya bu alandaki becerilerini öne çıkaran üyeler olarak tanımladığı “yeşil yetenek” bölümü, 2015’ten bu yana her yıl yaklaşık yüzde altı büyüdü, “yeşil iş ilanları” ise yüzde sekiz arttı.
Euronews‘in aktardığına göre, sürdürülebilir kariyerlere doğru bu geçiş, LinkedIn’in ‘Büyük Değişiklik’ olarak tanımladığı ve insanların nasıl, nerede ve neden çalıştığına dair dönüşüme paralel olarak gerçekleşiyor. Kurumun küresel kamu politikası başkanı Sue Duke, “Toplu küresel iklim hedeflerimize ulaşmak devasa bir görev ve bunun gerçekleşmesi için tüm ekonominin çaba göstermesi gerekecek” diyor.
Duke’e göre, platformun 800 milyon profili arasında son altı yılda neredeyse yüzde 40 büyüyen “yeşil yetenekler”in payına rağmen, Avrupa’nın hedeflerini karşılamak için gereken beceri veya iş seviyesinin hala çok uzağında.
Bir diğer çok önemli sorun da “yeşil işler”de de toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sürüyor olması. 2021’de “yeşil yetenek” olarak kabul edilen her 100 erkeğe karşın 62 kadın bulunuyordu, 2015 rakamlarına göre de herhangi bir gelişme yok.
Duke, raporun işçileri nasıl yetiştirecekleri ve gelecek nesilleri nasıl eğitecekleri konusunda önemli politika çıkarımları olduğunu ekliyor.
‘Yeşil büyüme’ belirtileri gösteren sektörler
Rapora göre, rüzgar türbini teknisyeni ve güneş enerjisi danışmanı, geleceğin en hızlı büyüyen yeşil işlerinden bazıları.
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, enerji sektörü işgücü açısından en büyük dönüşümlerden birini yaşıyor. ABD’de, petrol ve gaz işlerinde yüzde 19’luk bir artışın olmasına rağmen yenilenebilir enerji işleri son beş yılda yüzde 237 arttı. LinkedIn, bu hızla 2023 yılına kadar yenilenebilir enerji alanında oluşan “yeşil işler”in fosil yakıt sektörünü geride bırakacağını tahmin ediyor.
İmalatta, Avrupa otomobil endüstrisi de elektrikli araç üretimi geliştikçe yıllık yüzde 11’den fazla bir artış gösterdi.
‘Sürdürülebilir moda’ alanında ise 2016 ile 2020 arasında yaklaşık yüzde 91’lik ortalama büyüme oranı kaydedildi. Moda tasarımcıları, perakendeciler ve stilistler gibi geleneksel moda işleri, sürdürülebilir moda becerilerini giderek daha fazla uyguluyor gibi görünüyor.
Rüzgar ve güneş enerjisi alanındaki istihdam artışları ise sırasıyla yüzde 24 ve yüzde 23 olarak gerçekleşti.
Yeşil becerilerin çoğunluğu, geleneksel yeşil alan dışındaki işlerde kullanılıyor
Ancak Duke, Politico’ya “yeşil işler”deki gelişimin sadece ekosistem yönetimi, çevre politikası ve kirliliğin önlenmesi gibi temel sürdürülebilirlik alanlarında gerçekleşmediğine, aslında, yeşil becerilerin büyük çoğunluğunun, geleneksel “yeşil alan” dışındaki işlerde – filo yöneticisi, veri bilimcisi ve sağlık çalışanı gibi – kullanıldığını söyledi.
‘Yeşil geçiş’ten kimler yararlanıyor?
Yeşil işlerin sayısı giderek artmasına karşın rapor, kimlerin istihdam edildiğine ilişkin bazı eğilimleri de ortaya koyuyor. Yazarlar, “Verilerimiz, yalnızca ülkeler arasında değil, aynı zamanda cinsiyet, demografik ve eğitim alanında devam eden eşitsizliklere sahip olduğumuzu gösteriyor” diyor.
Bu da küresel “adil geçiş” için büyük bir engel oluşturuyor. “Yeşil işlerde” öne çıkan yetenekler, yüksek gelirli ülkelerdeki yüzde 39’a kıyasla, düşük gelirli ülkelerde 2015 ve 2021 arasında yalnızca yüzde 18 artmış durumda. Daha da kötüsü, göreceli “yeşil yetenek” işe alma oranı 2020’den beri Bangladeş gibi düşük gelirli ülkelerde yavaşlıyor.
Bunlar, iklim değişikliğine en az katkıda bulunan ülkeler olsa da daha zengin ülkeler kendilerini yeşil endüstrilerde geliştirdikçe geride kalma riskiyle karşı karşıyalar.
Yeşil ekonomiyi cinsiyete göre analiz eden LinkedIn, 2015’ten bu yana kadınların payının arttığını, ancak yine de erkeklerin gerisinde kaldığını tespit etti. Son altı yılda, “yeşil işler” geçişin yüzde 66’sı erkekler tarafından yapıldı.
Kıbrıs, Malta, İrlanda ve Hollanda bu cinsiyet farkını en hızlı kapatan Avrupa ülkeleri arasında yer alıyor. Gençlerin, özellikle de Y kuşağının “yeşil becerileri”nin de çok daha hızlı büyüdüğüne dikkat çekiliyor.
Duke, “LinkedIn’in Küresel Yeşil Beceriler Raporu, yeni nesil yeşil yeteneklerin oluşturulması için hayati önem taşıyan işler ve beceri dönüşümleri için bir katalizör olabilecek eyleme geçirilebilir içgörüler sağlıyor” diyor.
Manisa’nın kuş cenneti olan Marmara Gölü, geçen 10 yıllık süreçte yanlış tarım ve su politikaları nedeniyle yüzey alanının yüzde 98’lik kısmını kaybetti. Gölde su seviyesinin yüksek olduğu yıllarda, kış aylarında yaklaşık 65 bin su kuşu kışlıyor. Göl ekosisteminin yok oluşu buradaki kuşlar, balıklar ve insanların yaşam alanlarını kaybetmesi anlamına geliyor.
Tunç Soyer göle su verilmesi için başvuruda bulundu
Devlet Su İşleri (DSİ), Gördes Barajı’ndaki suyun, İzmir’in içme suyu kaynaklarından biri olmasını gerekçe göstererek barajdan göle su vermeyi reddediyor. Gölde geçtiğimiz yaz aylarında meydana gelen kuruma nedeniyle Ege Belediyeler Birliği ve İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, DSİ’nin Marmara Gölü’ne 2021 içerisinde bir milyon metreküp su verilmesi için başvuruda bulunmuştu. Ancak DSİ bu talebe rağmen hala Gördes Barajı’ndan göle su bırakmıyor.
Kum Ocakları da suyu tutuyor
Gölün ana kaynağı Gördes Çayı’nın suyu, Gördes Barajı’nda tutuluyor. Ahmetli Deresi’nden besleme kanalı ile iletilmesi gereken su, göle verilmiyor. Kumçayı ve Gördes Çayı birleşip göle akmaları gerekirken yol üzerindeki kum ocakları malzeme işlemek için çay sularını göletlerine alıyor.
Gölün eski haline dönebilmesi için göle su verilmesi gerektiğini söyleyen Doğa Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Tuba Kılıç Karcı “Uzman ekibimiz düzenli bir şekilde Marmara Gölü’ne ziyaretlerde bulunuyor, bölge halkıyla görüşmeler gerçekleştiriyor. Yaz ayları gelmeden ve hazır toprak yağmur suyuna doymuşken Gördes Barajı’nda tutulan su bir an önce Marmara Gölü’ne bırakılmalı” diyor.
“Su salındığında toprağa geçmeyip hemen göle ulaşması mümkün olabilecek” ifadelerini kullanan Karcı, eş zamanlı olarak da Ahmetli Deresi’nden kış ve bahar sularının besleme kanalıyla göle ulaşması gerektiğini söylüyor. Manisalı yetkilileri göreve çağıran Karcı, son olarak şu ifadeleri kullanıyor:
“Yazdığımız resmi yazılar ve göle su bırakılması yönündeki talebimiz, kısa vadede çözüm bulmayı zorlaştıran cevaplarla geri çevriliyor. Üstelik arıza nedeniyle Gördes Barajı’ndan su sızıntısı olduğu söyleniyor. Bu su nereye gidiyor, bilmiyoruz. Suyun tarımda kullanımına yönelik alınacak tedbirlerle birlikte, acilen Gördes Barajı ve Ahmetli Deresi’nden gelecek suyla Marmara Gölü kuşları ve balıklarıyla yeniden kavuşmalı, göl ekosistemi korunarak gelecek nesillere aktarılmaya devam etmeli.”
Köyümüzden göç etmek istemiyoruz
Gölmarmara ve Çevresi Su Ürünleri Kooperatifi Yönetim Kurulu üyesi Rafet Kerse, özellikle balıkçılıkla uğraşan birçok kişinin göl kuruduktan sonra farklı yerlere göç etmek zorunda kaldığını bildiriyor.
Rafet Kerse, “Yetkililer Ahmetli Deresi’nden verilecek suyun kirli olduğu için göle basılmadığını söylüyor; fakat suyun temiz olduğunu biz kendi gözlerimizle de görüyoruz. Yetkililer artık sesimizi duysun, çırpınışlarımızı görsün istiyoruz. Balıkçılıkla uğraşan vatandaşlar göç etmek zorunda kaldı, ayrıca borçlarımızı da ödeyemez hale geldik” diyor.
Marmara gölü’nün kurutulması yaşamı da tehdit ediyor
Marmara Gölü uluslararası öneme sahip bir Önemli Kuş Alanı. Kış aylarında bu gölde yaklaşık 65 bin su kuşu görülebiliyor.
Nesli tehlike altına girmeye yakın olan tepeli pelikan türünün dünya nüfusunun kış aylarında yüzde 9’u Marmara Gölü’nde besleniyor ve kışı da burada geçiriyor. Gölün kurutulması tepeli pelikan başta olmak üzere pek çok su kuşunun yaşamını tehdit ediyor.
Marmara Gölü aynı zamanda Önemli Doğa Alanı. Gölde iki endemik balık türü yaşıyor. Gölün kurumasıyla birlikte göldeki balık nüfusu da tümüyle tehlike altına girdi.
Türkiye ve dünyadan bine yakın üniversitenin imzaladığı Magna Charta UniversitatumAkademik Özgürlük ve Özerklik Anlaşması’nın Gözlem Merkezi Magna Charta Universitatum Observatory, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar ve Boğaziçi Üniversitesi atanmış rektörü Prof.Dr. Naci İnci’ye 18 Şubat’ta bir mektup gönderdi.
Magna Charta Gözlemevi Yönetim Konseyi Başkanı Dr. Patrick Deane imzalı mektupta, Prof.Dr. İnci’nin 19 Ocak’ta tarihinde Eğitim Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Yasemin Bayyurt’u, Fen – Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Özlem BerkAlbachten‘i ve İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Metin Ercan‘ı görevden almasının üniversite özerkliğinin ihlali olduğu, yerleşik kural ve uygulamaları ihlal eden bir uygulama olduğu ifade ediliyor.
Fotoğraf: Tolga Sütlü
Mektup, Türkiye’den Boğaziçi Üniversitesi dahil 35 üniversitenin imzaladığı Magna Charta Universitatum Belgesi’ni, üniversite özerkliğine ilişkin ilkeleri gözleyen Magna Charta Universitatum Observatory web sitesinde 21 Şubat’ta yayımlandı.
‘Türkiye’deki üniversite özerkliği ihlali konusunda kaygılıyız’
Magna Charta Gözlemevi’nin Türkiye’deki üniversite özerkliğinin ihlali konusundaki kaygılarının sürdüğüne vurgu yapılan mektupta “Daha önce, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi’ne yeni bir rektör ataması hakkında bir mektup yazmıştık. Cumhurbaşkanı 1 Ocak 2021’de 2016 tarihli OHAL döneminin 676 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnamesi’ne dayanarak, Boğaziçi Üniversitesi’ne, oranın öğretim üyesi olmayan Melih Bulu’yu rektör olarak atamıştı. Bu atama, üniversite yönetiminin kural ve uygulamalarına aykırıydı ve üniversitenin özerkliğini ihlal ediyordu” ifadeleri kullanıldı.
Fotoğraf: Tolga Sütlü
‘YÖK’ün görevden almaları kurallara aykırı’
YÖK’ün Prof. Dr. Albachten, Prof. Dr. Ercan ve Prof. Dr. Bayyurt’u dekanlıktan alındığına ilişkin olarak mektupta “Bu görevden alma da, üniversite yönetiminin kural ve uygulamalarına aykırıdır ve üniversitenin özerkliğini ihlal etmektedir” sözlerine yer verildi.
Fotoğraf: Tolga Sütlü
‘Öğrencilere sert muamele özgür ifadenin önünü kapatıyor’
Bu ve buna benzer diğer müdahalelere karşı çıkan Boğaziçi Üniversitesi çalışanları ve öğrencilerine yönelik tepkilerin ve sert muamelenin de ayrı bir kaygı konusu olduğuna dikkat çekilen açıklamada bu tavrın, özgür akademik sorgulama ve ifadenin önünü açmadığı vurgulandı.
Fotoğraf: Tolga Sütlü
Magna Charta’dan Cumhurbaşkanı’na açık çağrı
Magna Charta Gözlemevi, Cumhurbaşkanı’nı, BM anlaşmalarının metinlerine ve zihniyetlerine riayet ederek ve üniversitelerin Magna Charta Universitatum doğrultusunda hareket etmelerini sağlayarak, hem Türkiye’nin hem de dünyanın iyiliğine yönelik olarak, Boğaziçi Üniversitesi’nin ve Türkiye’deki diğer bütün üniversitelerin potansiyellerini tam anlamıyla ortaya çıkarabilmelerine olanak sağlaması için çağrıda bulundu.
Fotoğraf: Tolga Sütlü
‘Üniversiteler bağımsız olmalı’
Mektupta temel değerler ve haklar için çalışan Magna Charta Gözlemevi’nin, üniversitelerin yönetim şekilleri ve misyonlarının belirlenmesinde temel alınması gereken ilkeleri ortaya koyan uluslararası bir bildirge ve beyanname olan Magna Charta Universitatum’un doğru bir şekilde uygulanıp uygulanmadığını uluslararası düzeyde takip etmekle sorumlu olduğu belirtildi. Söz konusu belgenin 1988 versiyonuna atıfta bulunulan mektupta bu versiyonda şu ifadelerin yer aldığına değinildi:
“Üniversiteler bulundukları ülkelerin coğrafi ve tarihi koşullarına göre değişik şekillerde düzenlenmiş özerk kurumlar olup araştırma ve öğretim öğeleri aracılığıyla kültür üretimi ve iletişiminde bulunur. Üniversitelerin, içinde var oldukları dünyanın gereksinimlerine hazır olabilmeleri, araştırma ve öğretim çalışmalarının tüm diğer ekonomik ve siyasi güçlerden manevi entelektüel yönlerden bağımsız olmasıyla mümkündür.”
Fotoğraf: Tolga Sütlü
‘Entelektüel ve manevi özerklik üniversitelerin önkoşuludur’
Magna Charta 2020’de aynı görüşü tekrarladığının vurgulandığı mektupta “Entelektüel ve manevi özerklik, üniversitelerin ayırt edici özelliğidir ve topluma karşı sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için bir önkoşuldur. Bu bağımsızlık, hükümetler ve toplumun geneli tarafından tanınmalı ve güvence altına alınmalı, kurumların kendisi tarafından da güçlü bir şekilde savunulmalıdır” denildi.
Fotoğraf: Tolga Sütlü
Ne olmuştu?
Magna Charta Universitatum, Boğaziçi Üniversitesi’ne Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2 Ocak 2021’de Prof.Dr. Melih Bulu’yu rektör olarak atamasının ardından 11 Şubat 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve dönemin YÖK başkanı Prof.Dr. Yekta Saraç’a açık bir mektup göndermişti. Mektupta Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananların Türkiye’deki üniversitelerin özerkliği konusunda endişe yarattığı, Melih Bulu’nun siyasi saiklerle atandığı ve bu atamanın Magna Charta Universitatum Belgesine aykırı olduğunu ifade edilmişti.
Radyo Televizyon Üst Kurulu‘nun (RTÜK), Voice of America (Amerika’nın Sesi, VOA), Deutsche Welle (DW) ve Euronews‘e Türkiye‘deki yayınlara devam edebilmeleri için lisans başvurusu şartı koşmasına tepki gösteren Almanya menşeili uluslararası yayıncı Deutsche Welle, kararı yargıya taşıyacağını açıkladı.
DW Türkçe’nin kararının ardından Amerikalı yayın kuruluşu VOA Türkçe de dava kararı aldığını duyurdu.
“Türkiye’de yerel medya halihazırda kapsamlı bir düzenlemeye tabi tutuluyorken, şimdi uluslararası medyanın da haberleri kısıtlanmaya çalışılıyor. Bu önlem, programların yayın şekilleriyle değil, doğrudan gazetecilik içerikleriyle ilgilidir. Bu, münferit, eleştirel haberlerde, bu haberlerin silinmemesi halinde Türk yetkililere tüm içerikleri engelleme fırsatı verir. Bu da sansür olasılığını açık hale getirir. Buna karşı çıkacağız ve Türk mahkemeleri nezdinde dava açacağız.”
RTÜK‘ün lisans şartı getirdiği bir diğer yayıncı kuruluş olan Voice of America da yazılı açıklamasında,“Lisans, radyo ve TV yayıncılığında kullanılan bir kuraldır, çünkü yayın spektrumu sınırlı bir kamu kaynağıdır ve hükümetlerin, bunun daha geniş kamu yararına kullanılmasını sağlamak için spektrumu düzenleme sorumluluğu vardır. Bununla birlikte internet, sınırlı bir kaynak değildir ve internet dağıtımı için bir lisans gereksiniminin olası tek amacı sansür uygulamaktır’’ diyerek sansüre tabi tutulmayı kabul etmeyeceklerini açıkladı.
VOA önceki açıklamasında Türk hükümetinin internet sitelerini resmi olarak bloke etmesi halinde VOA’nın “Türkçe konuşan kitlesinin mevcut tüm yöntemleri kullanarak ücretsiz ve açık internete erişimini sürdürmesini sağlamak için her türlü çabayı göstereceğini” ifade etmişti.
Ne olmuştu?
Tebligat RTÜK’ün internet sitesinde 21 Şubat 2022 tarihinde yayınlanmış, yayıncılara lisans başvurusu için 72 saat süre tanınmıştı.
RTÜK Başkan Yardımcısı İbrahim Uslu lisans başvurusu yapmaması halinde Deutsche Welle’nin internet sitesinin Türkiye’de erişilebilir olmayacağını söylemiş, RTÜK’ün CHP‘li üyesi İlhan Taşçı ise kararı eleştirerek “Video yükleyen her sitenin yayın lisansı alması gerekmez” demişti.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin‘in, bu sabah Ukrayna’nın Donbas bölgesinde “askeri bir operasyon” başladığını duyurmasının ardından Ukrayna’nın başkenti Kiev ve Kharkiv, Odessa, Mairupol gibi diğer kentlerinde hava saldırıları gerçekleşti, Rus birlikleri Karadeniz kıyısı kentlerde çıkarma yaptı.
Ölen ve yaralanan siviller olduğu bilgisi gelirken Ukrayna Devlet Başkanı VolodomirZelenskiy, ordunun görevde olduğunu belirterek halka “evlerde kalın” çağrısı yaptı. Vatandaşlar bombalardan korunmak için metro ve tünellere sığındı.
Live on @CNN air- Matthew Chance hears loud explosions in the Capital City of Kyiv. Unclear where they came from- but they happened just minutes after Putin effectively declared war on Ukraine. Moments later Chance put a flack jacket on live on the air. pic.twitter.com/EQgsKPzlJQ
Ukrayna İçişleri Bakanlığı, Mariupol’da da bir kişinin Rus bombardımanında öldüğünü de aktardı. Ayrıca Odessa’nın dışındaki Podilsk’te askeri bir tesisin vurulduğunuu; altı kişinin hayatını kaybettiğini, yedi kişinin yaralandığını, 19 kişinin ise kaybolduğunu kaydetti.
Rusya, Ukrayna hava savunmasının bastırıldığını iddia ederken Ukrayna ordusundan yapılan açıklamada ise Rus savaş uçaklarının düşürüldüğü açıklanarak beş savaş uçağı ile bir helikopterin vurulduğu öne sürüldü.
Ukrayna’da bulunan nükleer reaktörleri hatırlatan Nükleersiz.org koordinatörü ve Yeşil Gazete nükleer editörü Pınar Demircan, savaşın radyoaktif bir felakete sebep olabileceğinin altını çizdi.
Ukrayna'da savaş…sonucu ölüm… Nükleer reaktörlerin ve hala radyoaktif bir bölge olan Çernobil 'in yer aldığı bu ülkede bir savaş ise = radyoaktif felaket. Nükleerde Rusya'ya bağımlılık da teslimiyet demek. Yarın Türkiye Ukrayna'nın yerinde olabilir#AkkuyuNGSdrdurulsunpic.twitter.com/y6JDF7fX1v
Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmytro Kuleba, Twitter paylaşımında Putin’in ülkesine geniş çaplı bir işgal başlattığını söyledi. Ülkesinin barışçıl şehirlerinin saldırı altında olduğunu belirten Kuleba, “Ukrayna kendisini savunacak ve de kazanacak. Dünya Putin’i durdurabilir ve durdurmalıdır. Harekete geçmenin sırası” paylaşımını yaptı.
Rus orduları Ukrayna’ya girdi.
Putin: Dökülecek kandan Ukrayna sorumlu, Biden: Tek sorumlu Rusya’dır
Rusya lideri Vladimir Putin sabah saatlerindeki açıklamasında Ukrayna’nın kuzeyindeki Donbas’ta özel bir askeri operasyon gerçekleştirmesini istedi. Ukrayna’nın tümünü işgal etmek gibi bir planlarının olmadığını belirten Putin, Donbas’taki muharebe bölgesinde bulunan Ukraynalı askerlere silahlarını bırakıp evlerine dönmeleri çağrısı yaptı.
Putin, “Dökülebilecek herhangi bir kandan Ukrayna sorumlu olacaktır” dedi.
Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov da, ayrılıkçı Donetsk ve Luhansk liderlerinin Kremlin’e yazdığı mektupta Putin’den, “Ukrayna’nın saldırganlığından kurtulmak için Rus ordusunu göndermesini” talebini ilettiğini aktardı.
"Korkuyoruz, çok korkuyoruz" Ukrayna'nın ayrılıkçı bölgelerinden Rusya'nın güneyine tahliye edilen Donetskliler anlatıyor:
Rusya’nın saldırılarına kaşı yazılı açıklamasında ABD Başkanı Joe Biden ise,“Bu saldırının getireceği ölüm ve yıkımdan yalnızca Rusya sorumludur. Putin, büyük can kaybı ve ızdırap getirecek önceden tasarlanmış bir savaşı seçti” sözlerini kullandı.
‘Dünya dua ediyor’
Biden mesajında, tüm dünyanın Rus güçlerinin sebepsiz ve haksız bir saldırısına maruz kalan Ukrayna halkı için dua ettiğini” belirtti.
The prayers of the world are with the people of Ukraine tonight as they suffer an unprovoked and unjustified attack by Russian military forces. President Putin has chosen a premeditated war that will bring a catastrophic loss of life and human suffering. https://t.co/Q7eUJ0CG3k
Putin’in televizyonda yayımlanan duyurusu sırasında acil toplnmış olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘nde, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Putin’e “barışa bir şans vermesi” çağrısında bulundu.
ABD‘nin Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi Temsilcisi BüyükelçiLinda Thomas-Greenfield,Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin beş milyon insanın göç etmesine sebep olabileceğini vurguladı. Thomas-Greenfield, “Rusya, eğer böyle devam ederse, dünyanın yaşayacağı en büyük göçmen krizlerinden birini yaratabilir” dedi.
NATO Stratejik Konsept 2022 toplantısında konuşan NATO Genel Sekreteri Joe Stoltenberg “Rusya ültimatom ve güç kullanarak yalnızca Avrupa’da sınırları yeniden şekillendirmeye çalışmıyor, aynı zamanda tüm küresel güvenlik mimarisini baştan şekillendirmeye çalışıyor” dedi.
Avrupa Komisyonu İcra Başkan Yardımcısı Valdis Dombrovskis, Rusya’ya ikinci yaptırım paketinin hazır olduğunu açıkladı.
Yaptırımların AB ekonomisine de zarar vermesinin ‘kaçınılmaz’ olduğunu ifade eden Dombrovskis, “Burada Ukrayna’nın güvenliği ve toprak bütünlüğü söz konusu. Bu yüzden bazı ekonomik maliyetlere katlanmamız gerekecek” dedi.
AB Dışişleri ve Güvenlik Yüksek Komisyonu Temsilcisi Josep Borrell durumu “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’nın en kara günü” sözleriyle ifade etti.
Putin’in Ukrayna’ya yönelik bu sebepsiz saldırıyı başlatarak kan dökme ve yıkım yolunu seçtiğini belirten İngiltere Başbakanı Boris Johnson ise sosyal medya mesajında, “İngiltere ve müttefiklerimiz kararlı bir şekilde yanıt verecek” dedi.
Rusya’nın önemli ticari ortaklarından İsviçre, Ukrayna’ya yönelik müdahaleyi kınamasına rağmen Rusya’ya şimdilik yaptırım uygulamayacağını açıkladı.
Çin, Rusya ve Ukrayna’ya zaman tanınması gerektiğini belirtti. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Chunying, “ABD, Ukrayna’ya silah satarak ve savaş çığırtkanlığı yaparak gerilimi artırıyor” dedi. Chunying, yaptırım düşünmediklerini söyleyerek, “Yaptırımlar hiçbir zaman sorunların çözümü için temel bir araç olamaz” dedi.
Türkiye vatandaşlarını tahliye edecek
Dışişleri Bakanlığı “Ukrayna’dan ayrılmak isteyen Türkiye vatandaşları için gerekli destek ve yönlendirme sağlanacaktır” açıklaması yaptı. Bugün Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde bir güvenlik zirvesi gerçekleştirilecek.
Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin’in telefon görüşmesine ilişkin Kremlin’den yapılan açıklamada Putin’in, Ukrayna’nın Donbas’taki saldırganlığı ve Minsk Protkolü’nü uygulamayı ısrarla reddetmelerine dayanarak bu kararı almanın nesnel gerekliliğini Erdoğan’a anlattığı belirtilmişti.
Kriz devam ederken Türkiye’de Dolar/TL kuru aylar sonra ilk kez 14 seviyesini aştı. Petrol fiyatları ise varil başına 100 doların üzerine çıktı.
Bursa Çevre Platformu (BUÇEP), Uludağ Milli Parkı’nın Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilmesine ilişkin olarak Bakan Mehmet Nuri Ersoy tarafından basına duyurulan ‘Uludağ Alan Başkanlığı‘ kanun tasarısıyla ilgili olarak İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü önünde basın açıklaması gerçekleştirdi.
Uludağ Alan Başkanlığı kanun tasarısına ilişkin yapılan açıklamada, tasarının onaylanması durumunda Milli Park Yasası’nın geçersiz ve işlevsiz duruma getirileceği belirtilerek “Gelecek nesillere yaşanabilir bir Bursa bırakabilmek için Uludağ Milli Park olarak kalmalı ve Milli Park Kanunları tavizsiz uygulanmalıdır” denildi.
Fotoğraf: Bursa Çevre Platformu
‘Tasarı canlı yaşamını yok oluşa götürüyor’
Basın açıklaması dün Bursa Baro Başkanı Metin Öztosun tarafından Müdürlük önünde okundu. “Uludağ için hazırlığı süren ve çalışmaları Turizm Bakanı tarafından basına duyurulan Uludağ Alan Başkanlığı kanun tasarısının TBMM’ne getirilip kabul edilmesi, Uludağ Milli Parkı’nın en önemli kaynak değerleri olan orman alanlarını, Alpin dağ çayırlarını, su kaynaklarını ve canlı yaşamı yok oluşa götürmek demektir” ifadelerinin yer aldığı açıklamada Uludağ Milli Parkı’nın milli park statüsünden çıkarılarak, Uludağ Alan Başkanlığı adı altında, birinci ve ikinci gelişim bölgeleri ve kayak pistlerinin bulunduğu 650 hektarlık alanın Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmesinin ekosisteme vereceği zararlara dikkat çekildi.
Fotoğraf: Bursa Çevre Platformu
‘Tasarı Milli Park Yasası’nı geçersiz hale getirecek’
Yasa tasarısının yürürlüğe girmesinin Milli Park Yasası’nı geçersiz ve işlevi hale getireceğine dikkat çekilen açıklamada “Uludağ’ın tek yetkilisi Tarım ve Orman Bakanlığı ile Milli Parklar yönetimidir. Yani bir yetki karmaşasından söz etmek mümkün değildir. Alan Başkanlığı ile amaçlanan; koruma kullanma maskesi altında Uludağ’da yeni gelişim bölgelerinin önünü açmak ve yıllardır mahkeme kararlarını aşamayan turizm sermayesinin yeni rant projelerine imkan sağlamaktır” ifadeleri kullanılarak Uludağ’ın Alan Başkanlığı Yasası’nın yetki karmaşası ifadeleriyle savunulmasının gerçeği yansıtmadığı belirtildi. Açıklamada şunlar aktarıldı:
“60 yıldan bu yana milli park özelliği korunmaya çalışılan Uludağ, ne yazık ki son 15 yıldır gittikçe artan siyaset, turizm sermayesi ve yerel yönetim baskısı altında ezilmektedir. Uludağ’ın en değerli alanlarına inşa edilen yapılar Milli Parklar Yasasına açıkça aykırıdır ve dünyanın hiçbir milli parkında bu kadar yapılaşma yoktur. Geçtiğimiz süreçte 2. oteller gelişim bölgesinin alan genişletmesine yönelik iki kere karar alınmış ama Bursa Barosu, Şehir Plancıları Odası ve Doğader, bu kararlara karşı dava açıp mahkeme kararı ile bu kararları iptal ettirmiştir.”
Fotoğraf: Bursa Çevre Platformu
‘Tasarı ile yapılaşma ve talan artacak’
Bursa Barosu, TMOBB ve DOĞADER’in, Uludağ’daki yapılaşma ve talana karşı açtığı yirmiye yakın dava bulunduğunun hatırlatıldığı açıklamada ayrıca “Alan Başkanlığı Yasası ile yapılaşma ve talan artacak, Uludağ ormanlarının, su kaynaklarının, endemik bitki çeşitliliğinin yok oluşu hızlanacak ve gelecekte Uludağ eteklerindeki yerleşim yerlerinden başlayarak Bursa’yı da yok edecektir” denildi.
BUÇEP yetkililere 20 Eylül 1961’de bilimsel, kültürel ve doğal varlıkların gelecek kuşaklara bırakılması ve koruma altına alınması amacıyla Türkiye’nin beşinci milli parkı ilan edilen Uludağ’ın milli park olarak kalması ve milli park kanunlarının tavizsiz uygulanması çağrısında bulundu.
2016 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınan ve 2020 yılında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile ‘kesin korunacak hassas alan’ ilan edilmesinden dört ay sonra yangın çıkan Samsun’daki Kızılırmak Deltası Kuş Cenneti‘ne AKP’li Büyükşehir Belediyesi tarafından butik otel yapılacağı ortaya çıktı. Samsun Çevre Mühendisleri Odası otel projesine tepki gösterdi.
19 Mayıs ilçesi Yörükler Mahallesinde 56 bin hektar alana sahip Kızılırmak Deltası Kuş Cenneti, 2016 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alındı. Aynı yıl içinde deltadaki 319 kaçak yapı AKP’li ilçe belediyesi tarafından yıkıldı.
2020 yılı Mayıs ayında ise, Türkiye’de var olan 486 kuş türünün 359’unun yaşadığı Kızılırmak Kuş Cenneti, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile ‘kesin korunacak hassas alan’ ilan edildi. Delta, araç girişine ve piknikçilere kapatıldı.
‘Koruma altına alındıktan sonra yandı’
Ancak alan koruma altına alındıktan dört ay sonra yandı. Bölgede yaptığı araştırmada, yaklaşık iki bin dönüm alanın zarar gördüğü yangının kasıtlı olarak üç ayrı noktadan çıkarıldığı tespit edildi.
Yanan alanın imara açılacağı söylentileri üzerine Belediye Başkanı Mustafa Demir iddiaları yalanlayarak bölgenin eski haline getirileceğini duyurdu.
Ancak Sözcü‘den İsmail Akduman‘ın aktardığına göre, deltaya butik otel yapılacağı ortaya çıktı. Meclis toplantısında konuşan başkan Mustafa Demir, bölgede konaklama ihtiyacı olduğunu savundu:
“Kuş Cenneti’nde son dönemde ziyaretçi sayısında çok büyük artış söz konusu oldu. Oraya gelenlerin ve bilimsel araştırma yapanların konaklamasına yönelik, doğal malzemelerle oraya uyum sağlayacak, restoranı ile birlikte güzel bir konaklama tesisi yapma düşüncemiz var. Bildiğiniz yatırımcı varsa bir proje ile ihaleye çıkma noktasındayız. Meclis üyelerine duyurulur.”
‘Yapılaşma deltayı yok eder’
Açıklama tartışmaları da beraberinde getirdi. Samsun Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Kübra Küçük, Kuş Cenneti’nde bir otel ya da her hangi bir yapıya ihtiyaç olmadığını ifade etti:
“Araştırma yapan veya kuş gözlemlemeye gelen kişilerde orada bir otel istemezler. Amaç, kuş cennetine ilginin arttırılması ise, oteli ilçe merkezine ya da delta sınırları dışına yapsınlar. Belediye daha önce deltada bir lokanta açılmasına izin verdi. Şimdi otel de yapılırsa bunun arkası gelir. Deltada yok olur. Buna izin veremeyiz”