Türkiye’de butik kitabevi işletenler ve çalışanları sinir krizinin eşiğinde dolaşıyor. Neden diye düşündüğünüzde aklınıza ilk gelen şey pandemi koşulları olursa hemen söyleyeyim, cevap bu değil.
Kitapçıların sinir krizinin eşiğinde olmasının en büyük sebebi, internetten kitap satışlarındaki inanılmaz boyuttaki haksız rekabet. Örneğin, kitabevinin toptan aldığı fiyata internet siteleri perakende satış yapabiliyor. Bir kitabevinin bununla rekabet etmesi demek bir ayda batması demek. Bırakın kâr etmeyi temel giderlerini bile karşılayamaz.
İkinci sebep ise, birçok okurun kitabevine gittiğinde bu arka planı hiç düşünmeden, elindeki akıllı telefonla kitapçıya netteki indirimli fiyatları gösterip kitabı alma çabası. Kitapçı bunu nasıl algılar, ruh hali nerelere gider siz düşünün artık.
En düşük maliyetin ardındaki gerçekler
Ben, sinirleri çok sağlam birisi olmama rağmen bu durum karşısında etkilenmediğimi söyleyemem. Bunun tek sorumlusu devlet ve ilgili bakanlıklar. Çünkü neoliberalizm koşullarında ticaret yapan işletmeler, rekabet hırsıyla en düşük maliyetle elde ettiği kitabı, yine en düşük fiyatlara satarak müşteri toplamaya çalışır. Peki nasıl sağlanır en düşük maliyet? Hemen söyleyelim. En düşük ücrete işçi çalıştırarak ve işçilerin özlük haklarını kısıtlayarak sağlanır.
Yayınevlerinden özellikle de küçük olanlardan uzun vadeli çekle ve aşırı ıskontolarla kitap alarak, satamadığını da kitap yıpransa bile iade etme garantisiyle sağlanır. Birçok kentte kitabevlerinin sayısının iyice azalması da yayınevlerini bu çarka mahkûm kılmaktadır tabii. Bu durum, size ulaşan ucuz tekstilin nasıl bir sömürü sistemi sonucu olduğuyla benzer.
Kent sosyolojisi açısından kitabevlerinin önemi
Eğer hayatta entelektüel bir çabanız varsa, bir kente gittiğinizde yaptığınız ilk iş kitabevlerini keşfetmek olacaktır. Ben, entelektüel çabayı sadece okumak olarak adlandırmıyorum. Bu çaba, kentin sosyal-pratik hayatına katılmayı da kapsar.
Bu noktada yine en önemli uğrak noktaları kitabevleri olur. Gittiğinizde birlikte okumalar yapıp, kentin kamusal hayatına katkı sunabileceğiniz insanlarla tanışırsınız. Kentte yaşayan şair, yazar, editör, çevirmen, akademisyen ve eleştirmenlerle buluşursunuz. Bu insanlarla hemhal olursunuz.
Sosyal sorumluluk kitapçılığı yapan mekânlarda, kent için çaba gösteren gıda toplulukları üyeleri, ekolojistler, cinsiyet hakları savunucuları ve hayvan hakları savunucularıyla karşılaşma ihtimaliniz çok yüksek. Bir mücellitle* tanışıp hayat hikâyesini dinlemek ve 50’li yıllarda okuduğu bir romanın karakterlerini hatırlıyor olması hayatınıza başka türlü bakmayı sağlar. Kitapçının veya mekândaki başka bir okurun size önereceği bir kitap, hayatınızı değiştirir belki.
Mekanın sağladıkları
Mekân, yaşayan ve aurası olan bir ortamdır. Sizi kendine çeker, gündelik yaşam akışınızı değiştirir. Kitabı aldığınız yer sanal ortam ise okuduğunuz kitabın etkisinin, kendi evinizin veya işyerinizin dışına çıkmaması da çok muhtemel.
Bir anekdot vereyim isterseniz. Kitabevine gelen bir okur, bizde gördüğü ve aradığı bir kitabın fiyatının internette yüzde 40 daha ucuz olduğunu söyledi. Ben de en son ne zaman kitabevine gittiğini sordum. Üç yıl önceymiş. Hep internetten alıyormuş kitaplarını. “Yalnızlık çekiyor musun” diye sordum, şaşırarak “evet” dedi. Okuduğunu paylaşacak kimse bulamadığını söyledi.
Bunun üzerine uzun uzun konuştuk ve indirimi önemsemeden önerdiğim beş adet kitabı aldı. Tabii çoğunlukla böyle iyi sonuçlar vermiyor tatlı sert anlatımlarımız. Ama okurların bir kısmı o samimiyeti gördüğünde bir dönüşüm de yaşayabiliyor. Bir bağ ve empâti kurabiliyor.
Bir anekdot daha vereyim olayı özetler nitelikte. Geçen hafta bir okur geldi. Kitabevini epeyce dolaşıp, deşelenerek güzel kitaplar buldu. Sonrasında kahve eşliğinde sohbet ederken İstanbul, Antalya veya İzmir arasında yerleşmek için bir karar aşamasında olduğunu ve burasıyla tanıştıktan sonra Antalya’nın belirgin bir biçimde öne çıktığını söyledi.
Kimi insanlar için kitabevi varlığının bu boyutta önemli olduğunu ben bile bilmeyerek, okurumuzun söylediğinden çok mutlu oldum. Bu örnekleri, kendimizi övmek için vermedim. Lütfen yanlış anlaşılmasın. Okuyanlar biliyordur tam da Stefan Zweig’ın Dünün Dünyası kitabındaki kaygıyla verdim.
Zweig, kitabın önsözünde diyordu ki “Lütfen beni, kendisini yazmış diye megaloman olarak düşünmeyin. Amacım hem Birinci Dünya Savaşı hem de İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamış birisi olarak, etkili olması açısından dönemin ve entelektüellerin tavırlarının bir anlatımın yapmaktı.”
Charlot ve Gerçek Zenginlikler
Yaşanmış örnekler, insanın bir konu hakkındaki derdini anlatması açısından çok etkili ve canlıdır. Daha önce de “Gerçek Zenginliklerimiz” adlı bir yazımda Fransız işgali altındaki Cezayir’de, sosyal sorumluluk kitapçılığı yapan ve kendisi Fransız olan ancak Cezayir’in ulusal kurtuluşunu destekleyen Edmont Charlot’tan bahsetmiştim.
1930’ların sonunda 21 yaşındayken kitabevini açan Charlot, hem birinci el hem de sahafi kitap satarak ve kitap kiralayarak dönemin çekim merkezi olmuş. Benim kitapçılık tarzım da aynı. Daha çok çeşit sunabilmek ve uygun fiyat açısından bu böyle. Kitabevinin ismini de Gerçek Zenginlikler koymuş Charlot.
Defalarca saldırıya ve kundaklamaya uğramasına rağmen yılmamış.
Charlot, daha kitapçılığının ikinci yılında Camus’nun Tersi ve Yüzü’nü onun yanında da Andre Gide’in ilk kitabını basmış.
Bunların dışında, Jules Roy, Garcia Lorca, Kessel ve Rubles’nin de ilk kitaplarını yayınlamış. Yayın dünyasına birçok yazar kazandırıp, başkalarını da teşvik etmiş. Edmont Charlot’nun hayranlık verici hayatını merak edenler, Kaouther Adimi’nin, Deli Dolu Yayınları’ndan çıkan “Zenginliklerimiz” kitabını okuyabilir.
Ne yapabiliriz?
Şu sıralar kitap satışında sabit fiyat uygulaması gündemde. Bu uygulama butik kitabevlerini korumak için çok iyi bir adım olacaktır. Herkes desteklemeli ve gündemde tutmalı. Okur indirimli kitap almak varken niye bu yasayı destekleyeyim ki diye düşünebilir.
Ancak şunu söylemeliyiz ki okur internetten aslında şu anda kitabı gerçek fiyatından alıyor. Çünkü dağıtım şirketleri ve internet satış tekelleri yayınevlerini ekonomik anlamda ezen koşullarda kitap temin ettiği için yayınevleri de kitaba gerçek değerinden yüksek fiyat koymak zorunda kalıyor. Yoksa üçüncü hamur kâğıda, ciltsiz ve siyah beyaz baskı 798 sayfa bir kitabın 156 TL olmasını nasıl açıklarsınız?
Oysa sabit fiyat uygulaması gelirse, yayınevleri kitap fiyatlarını düşürür. Çünkü kitap daha çok asıl satılması gereken kitabevlerinde satılacak ve dağıtımlarla, internet satıcıları da yayınevlerinden yüksek iskontolu kitap alamayacak.
Almanya’daki uygulama bu konuda çok güzel bir örnek. Berlin ve Hamburg arasında yolculuk yaparken küçük bir ilçede mola vermiştim. Kitabevine “İşleriniz nasıl?” diye sorduğumda iyi olduğunu söyledi ve sabit fiyat uygulamasından bahsetti. Bu uygulama küçük bir ilçede orta ölçekli bir kitabevinin ayakta durmasını sağlayabiliyor yani. Ülkenin her yerinde ve internette fiyatlar aynı.
İşin bir diğer boyutu da ülkemizde insanların alım gücünün düşük olması. Bu nedenle kamuoyu olarak devlete kitap sektöründe maliyetleri azaltması ve gerekirse pozitif ayırımcılık uygulaması için baskı yapmalıyız.
Aksi takdirde ekonomisi kısıtlı olan insana internetten kitap alma demek de zor. Ancak en azından ekonomisi uygun olan insanların, kitap almanın sadece kitap almak olmadığı bilinciyle hareket etmelerini de bekleyebiliriz.
*Mücellit : Kitap ciltleyen ve tamir eden kişi.