Dış Köşe

Karakolda şiddet var – Benan Molu

0

Geçtiğimiz günlerde 16 Temmuz 2011’de İzmir’de bir gece kulübünde eğlenirken kimliği yanında olmadığı için gözaltına alınan ve polis tarafından Karabağlar Polis Merkezi’ne götürülerek orada işkenceye maruz kalan Fevziye Cengiz‘in işkence görüntüleri basına yansıdı ve toplumda büyük yankı uyandırdı.

Fevziye Cengiz, olayın ardından sabah savcılığa giderek polisler hakkında suç duyurusunda bulundu ve bunun üzerine sivil polisler Hakan Yörük ve Beyit Sezgin de “Fevziye Cengiz de bizim kolumuza vurdu, tırmaladı, küfretti” diyerek Cengiz’den şikayetçi oldu.

Savcı Ahmet Küçükpınar polis tutanaklarını baz alarak Cengiz hakkında 6.5 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. Polisler aleyhine ise işkence ve kötü muamele yerine “basit yaralama”dan dava açıldı.

Cengiz aleyhine açılan davanın İzmir 15. Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen ilk duruşmasında tanıklar daha önce Fevziye Cengiz’in küfretmediği yönünde verdikleri ifadeyi değiştirerek Fevziye Cengiz’in polislere küfrettiğini, polise mukavemet ederek onlara vurduğunu söyledi.

Eğlence mekanının sahibi Turgay Çetin de ifadesini değiştirerek Cengiz’in orada çalıştığını, yanında bulunan kişinin de eşi değil, oraya eğlenmeye gelen bir müşteri olduğunu söyledi. Cengiz’in polislerden şikayetçi olduğunu söylemesi üzerine de polisler “Yasal sınırlar içinde görevimizi yaptık. (…) Ben de kendisine müdahale ettiğimde bu sefer elleriyle kendisine zarar vermeye başladı. Saçlarını çekti. Ben de kendisine zarar vermemesi için ellerini tuttum. Bu sırada kendini yere bıraktı. Bu oda içinde yine şahıs yerdeyken kendine zarar vermeye devam etti. Ellerini tutmaya çalışırken şahıs kafasını yere vurmaya başladı. Beyit ile ikimiz şahsı etkisiz hale getirdik. Araçtan kelepçe getirdim taktım. Sakinleştirdik. Bu aşamadan sonra fiziki olarak müdahalede bulunmadık” şeklinde savunma verdi.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin polislerin görevden uzaklaştırılmasının caydırıcı olacağına inandığını belirterek, “İzmir’de yaşanan olay kabul edilemez ve bunu yapanlar kesinlikle cezalandırılmalı. Hem adli hem idari soruşturma başlatıldı ve o polisler görevden uzaklaştırıldı” dedi. İzmir Valisi Cahit Kıraç, Fevziye Cengiz’den özür diledi.

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Vedat Ahsen Coşar da sürecin takipçisi olacaklarını bildirdi. Ama iki polis hakkında dava açılma talebini savcı Alaaddin Dokur, “Bu iddialarının soyut kaldığı, iddiayı destekler başkaca inandırıcı delil elde edilmediği”ni söyleyerek reddetti. Savcılık ayrıca dayak attıkları kamera görüntüleri ile ortaya çıkan iki polis hakkında “hakaret ve tehdit” suçlarından da dava açılmasına gerek olmadığına karar verdi.

1986 yılında Antalya’da bir kadın (N.T.) dört erkeğin tecavüzüne uğramıştı. Tecavüzcüler N.T.’nin evli olmadığı bir erkekle aynı evde yaşadığını ve fahişe olduğunu söyleyerek indirim talebinde bulunmuştu.

O dönem yürürlükte olan 1926 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 438. Maddesine göre, fahişelik yapan kadına tecavüz indirim sebebiydi. Mahkemenin hakimi, 438. Maddeyi anayasanın “eşitlik ilkesi”ne aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne taşıyarak, maddenin iptalini istedi.

Tamamı erkek üyelerden oluşan Anayasa Mahkemesi, “İffetli kadınla iffetsiz kadına tecavüz aynı şey değildir” diyerek maddenin iptal edilmesine karşı çıktı. Karar üzerine “Haklı tecavüz olamaz!” denilerek, karara karşı tepki gösterildi ve bir yıl sonra TCK’nin 438. Maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde iptal edildi.

Bu karar, özellikle 1980’lerden sonra daha da önem kazanan feminist hareketin ilk yasal kazanımı oldu. Daha sonra başta Ailenin Korunmasına Dair Kanun, Medeni Kanun, İş Kanunu ve Ceza Kanunu olmak üzere pek çok alanda önemli değişiklikler yapıldı, uluslararası alanda başta Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi olmak üzere pek çok sözleşmeye taraf olundu ama kadına yönelik şiddetin son dokuz senede yüzde 1400 arttığı ve her gün ortalama beş kadının öldürüldüğü Türkiye’de, gerekli zihniyet değişikliği hala sağlanamadı.

Son olarak 25 Kasım 2011’de Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde imzalanan Avrupa Konseyi Kadına Yönelik Ve Ev İçi Şiddetle Mücadele ve Bunların Önlenmesi Sözleşmesi bu zihniyet değişikliğinin sağlanmasına yönelik çok önemli hükümler içeriyor. Sözleşmeye göre, taraf devletler, özel ve kamusal alanda herkesin, özellikle de kadınların, şiddetten uzak yaşama hakkını korumak ve bu hakkı sağlamak amacıyla gereken yasal tedbirleri almak zorunda.

Bu tedbirlerin yanı sıra devlet, devlet adına hareket eden devlet görevlilerinin bu yükümlülüğüne uygun davranmasını, yükümlülüğe aykırı davranan görevlilerin soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve eylemlerinden doğan mağduriyet için tazminat ödenmesini sağlamalıdır. Hukuk kuralları doğrultusunda, yargı, cumhuriyet savcıları, kolluk kuvvetleri, yerel ve ulusal yetkililer dahil ilgili devlet kuruluşları ve yanı sıra hükümet dışı örgütler ve ilgili diğer örgütler ve yapılar arasında etkili bir işbirliği oluşturmak ve ceza davasının tüm aşamalarında mağdurun haklarını dikkate almak durumunda.

Fevziye Cengiz örneğinde, şiddete uğrayan bir kadına dava açılmasının, polislerin “orada çalışıyordu, konsomatristi” savunması yapabilmesinin, tanıkların ifadelerinin değiştirilmesinin ve son olarak savcının delillerin soyut olduğu gerekçesiyle güvenlik kameralarındaki kayıtlara rağmen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermesinin kadına yönelik şiddetle mücadelede yeri yoktur.

Devlet, erkeklerin yaptığı vahşeti kadın bedeni üzerinden meşrulaştırmaya çalışamaz. Türkiye, sözleşmeye taraf bir devlet olarak, kadına yönelik şiddetle mücadelede yeterli kararlılığı sergilemek ve yargılama süreci sonunda verilecek kararların erkek egemen zihniyetin etkisinden muaf, adaleti sağlamaya yönelik kararlar olmasını güvence altına almak zorundadır.

Bianet

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.