HaftasonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Marmara Gölü: Kuraklığın fragmanı

0

Son 60 yılda kuraklığın, aşırı su kullanımının ve ekosisteme yapılan müdahalelerin neticesinde 60’a yakın göl kurudu. Kuruyan göllerin toplam alanı Van Gölü’nün 3 katı büyüklüğüne yakın! Bazıları mevsimsel olarak tekrar su ile buluşsa da sürdürülebilir olmadığı için artık göl sayılmıyor. Çoğunun sahip oldukları canlı çeşitliliği neredeyse ortadan kalkmış vaziyette. Bu göllerden bazıları etrafındaki yaşayanların talebi ile kurutulmuş, kimi açılan drenaj kanalları nedeniyle kurumuş, kimi aşırı yer altı suyu kullanımından kaynaklı, kimi de kendisini besleyen akarsular üzerine yapılan barajlar vs. yüzünden yeterince su alamadığı için kurumuş.

Hepsinin ortak yanı ise insan müdahalesi! Son örnek de Ege Bölgesi’nde yer alan Marmara Gölü. 1930’lardan beri yoğun insan müdahalesine maruz kalan gölün en nihayetinde geldiği nokta benzerleri gibi kurumak oldu. Normal şartlarda kurak geçen sezonlarda, gölün suyunda azalma olması, küresel iklim değişikliğinden kaynaklı olarak beklenen bir sonuç. Ancak bir de aşırı artezyen ve nehir suyu kullanımı ile baskı altına alınması, iklim değişikliğinin etkisinin katlanarak ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Nitekim Marmara Gölü’nde de yaşanan tam olarak bu. İnsan faaliyetleri nedeniyle meydana gelen küresel iklim değişikliğinin sonucu ortaya çıkan kuraklığa ek olarak, aşırı su kullanımı ve anlamsız müdahaleler, Marmara Gölü’nün ölüm fermanı sayılabilir.

Manisa’da Salihli ile Gölmarmara arasında yer alan ve bir alüvyon set gölü olan Marmara Gölü, 12 km uzunluğunda, 6 km genişliğinde ve deniz seviyesinden de 75 metre yükseklikte olan bir göldü. 1930’lardaki ilk müdahalelerden önce, göl bir kapalı havza konumundaydı. Bu zamana kadar sadece çeşitli küçük kaynaklar, küçük bir dere olan Şeyh Abbas deresi ve yağmur suları ile beslenmekteydi. Daha sonra yapılan müdahaleler ile Marmara Gölü bir rezervuar gölüne dönüştürülmüş ve çeşitli yeni kanallarla göl, farklı nehirlerle al ver ilişkisi olacak şekilde bağlantıya sokulmuştur.  Amacı her zamanki gibi gölü insan kullanımına daha fazla elverişli hale getirmek olan bu müdahaleler, gölün kuraklığa karşı da dayanıksız hale gelmesine neden olmuştur. Çünkü kendi dinamikleri ile var olan bir göl yapay olarak başka kaynaklarla ilişkilendirildiğinde mevcut durumunu koruyamayacak hale gelir. İşte bu nedenle, ilk olarak 1993 yılında meydana gelen kuraklık sonucu göl tamamen kurumuş ve gölde canlı namına pek bir şey kalmamıştır.

Dengesi bozulan gölün suyu, taşıma su ile Gediz nehrinden gelen sularla tekrar dolu tutulmaya çalışılmaktadır. Ancak bu durum göle aşırı derecede alüvyon girişine ve böylelikle de gölün daha da dengesiz hale gelmesine neden olmaktadır. Zira aşırı alüvyon girişi beraberinde gölün sığlaşmasını da getirir  Bu duruma bir de kuraklık ve etraftaki tarımsal alanın gölden alınan su ile vahşice sulanmasını da eklersek alın size kuruyan bir göl daha.

Türkiye göllerinin çoğunluğu, ne yazık ki üzerlerindeki baskıları tolere edemeyecek kadar küçük ve hassas göller. Çoğunluğu sadece hayvanların (kuş, balık, börtü böcek) kullanımına bırakılması gereken göllerin, çeşitli müdahalelerle insan kullanımına sunulması, birer birer kurumalarına neden oluyor. Üstelik ülkenin yer aldığı bölge olarak da iklim krizinden en fazla etkilenecek bir bölgede olması, Türkiye’nin göllerini daha da hassas bir hale getiriyor.

Raporlar yazılıyor ama… 

Marmara gölü, göllerin insan müdahalesi ve kuraklık neticesinde nasıl da can çekişebileceklerinin yeni bir fragmanı sayılabilir. Önceki fragmanları, Seyfe’de, Palas’ta, Karagöl’de, Amik’te ve daha nicelerinde gördük. Yeterince etkili olmamış olacak ki Marmara gölü de bu kervana katıldı katılacak. Sırada da diğer göller var. En son duyduklarımızdan biri de Büyükçekmece gölü. O da insan faaliyetlerinden nasibini almak üzere. Küçükçekmece gölünde gördüğümüzün farklı bir versiyonunu şimdi Büyükçekmece gölünde izliyoruz. Anlaşılan göller, doğal kaynaklara karşı olan sefil yaklaşımdan fazlasıyla nasibini alıyorlar ve almaya da devam edecekler.

Türkiye’nin tatlı su kaynakları başta olmak üzere doğal kaynaklarına gözü gibi bakmasının önemini geçtiğimiz haftalarda yayınlanan bir raporla daha iyi anlıyoruz. Amacı bu su kaynaklarını korumak olanların bunu yapmak yerine baraj, HES, maden, çöp ithalatı, ticaret vs. ile uğraşmaları, ülkenin doğal kaynaklarının kaderine terk edildiğini gösteriyor. Eminim ki bu rapordan haberleri bile yoktur. Rapor özellikle su kaynaklarının korunmasını ve tarımsal faaliyetlerin daha da planlı ve dikkatli yapılmasını üzerine basarak söylüyor.

Raporu kaleme alan Elfatih Eltahir “Dünyanın değişen iklimini ortaya koyan farklı küresel sirkülasyon modelleri, sıcaklıkların neredeyse her yerde artacağı ve çoğu yerde yağışların da artacağı konusunda hemfikir. Bununla birlikte, Dünya üzerindeki herhangi bir kara kütlesinin öngörülen yağış miktarındaki en büyük düşüşü gösteren büyük bir istisna var ve bu yer de Akdeniz bölgesi” diyor. Özetle Eltahir bize Akdeniz bölgesinin kuraklık altında adeta can çekişeceğini anlatıyor. O halde bu uyarıya rağmen biz hala su kaynaklarını tarumar eden projelere ve tamamıyla suya dayanan üretim alanlarını bu kuraklıktan en çok etkilenecek olan kıyı bölgelerine yapma ısrarını sürdürürsek ciddi anlamda bir krizle de karşı karşıya kalacağız demektir.

Yapılması gereken ülkenin bölgesel risk haritalarını çıkartıp bu bölgelerdeki su kaynaklarını korumaya alacak önlemlerken, tamamı kumul olan bölgelere su ürünleri üretim sahaları, organize endüstri tesisleri, patlaması mümkün gübre fabrikaları ve petrokimya tesisleri kuruyorsak vay halimize. Sözün özü su kaynakları bir bir kururken, yeraltı suları daha derinlere çekilirken, elde kalan su kaynaklarının canına okuyacak işlere hala devam ediyorsak durumumuz gerçekten vahim demektir.

More in Haftasonu

You may also like

Comments

Comments are closed.