Hafta SonuHaftasonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Korunamayan korunan alanlar- 2

0

Geçen hafta ülkemizdeki korunan alanların, özellikle 2873 Sayılı Milli Parklar Yasası kapsamında olanların alanlarının artırılıyormuş gibi görünürken nasıl azaltıldığını anlatmıştım. Bu kez korunan alan olarak görünen doğa parçalarında, sözde koruma şemsiyesi adı altında neler yapıldığını ve nelerin yapılmasının önünün açıldığını, teknik detaylarına mümkün olduğunca girmeyerek açıklamaya çalışacağım.

Önce ana çerçeveyi çizen Milli Parklar Yasası’na bakalım: 

Yasa dört farklı korunan alanı kapsıyor: Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları ve tabiatı koruma alanları. Bunlardan tabiat anıtlarını, genellikle bir ya da birkaç ağacı kapsayan oldukça küçük alanları kapsadığı için bu değerlendirmenin dışında tutmak gerekir. Kalan üç korunan alandan yalnızca biri, tabiatı koruma alanları mutlak koruma özelliği taşır. Yasa’nın ikinci maddesinde tabiatı koruma alanları şu şekilde tanımlanır:

Tabiatı koruma alanı; bilim ve eğitim bakımından önem taşıyan nadir, tehlikeye maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemler, türler ve tabii olayların meydana getirdiği seçkin örnekleri ihtiva eden ve mutlak korunması gerekli olup sadece bilim ve eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere ayrılmış tabiat parçalarını ifade eder.”

Hakkını verelim, bu alanlar gerçek anlamda korunan alanlardır. Öyle ki, 2018 sonbaharında Orman Yolu belgesel kuşağının “Saklı Orman: Istrancalar” bölümünü çekerken, Milli Parklar örgütünün izniyle Kasatura Körfezi Tabiatı Koruma Alanı’na girmemizin üstünden yarım saat geçmeden bir jandarma ekip otosu yanımıza gelip ne yaptığımızı, iznimizin olup olmadığını sormuştu. Sonra anladık ki aslında düğün fotoğrafı çektirmek için alana izinsiz olarak giriş yapan bir gelinle damadın peşindelermiş.

Yapı ve işletme izinleri

Fakat ne yazık ki, milli parklar ve özellikle tabiat parkları gerçek birer korunan alan olmaktan çok çok uzaktalar. Çünkü sözünü ettiğimiz yasa gerçek anlamda bir korunan alan yasası değil. Zira milli parklar ve tabiat parklarında çok sayıda yapı ve işletmenin bulunmasına izin veren bir nitelik taşıyor. Nasıl mı? Bakalım Milli Parklar Yasası milli parklar ve tabiat parklarında nelerin yapılmasına izin veriyor:

  • İlgili alanın gelişme planına uygun olmak şartıyla, kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılacak her türlü plan, proje ve yatırımlar,
  • Turizm bölge, alan ve merkezleri dışında kalan milli parklar ve tabiat parklarında kamu yararı olmak şartıyla ve gelişme planına uygun olarak turistik amaçlı bina ve tesisler (turizm bölge, alan ve merkezlerinde Turizmi Teşvik Kanunu’na göre aynı izinler verilmektedir),
  • Maden ve petrol kanunları gereğince araştırma ve işletme ruhsatnamesi veya imtiyazı.

Üstelik yine yasa gereği bu tesis ve işletmeler için verilen izinlerin süresi 99 yıla kadar uzayabiliyor. Yasa, izin süresi sonunda bütün tesislerin hazineye devrini gerektiriyor, ama benim gibi sizin de aklınıza geliyordur; 99 yıl sonra kim öle kim kala. Bununla da kalmıyor, tesis yapmak ve işletme kurmak için izin alan kişi ve kuruluşlar bu haklarını üçüncü taraflara devredebiliyorlar. Yani bir tek miras bırakma hakları yok desek yeri. Eh, diyebilirsiniz ki hiç değilse hazineye üç beş kuruş gelir oluyordur. Ben susayım bu konuda. Varsa bir yetkili tanıdığınız, ilgili dairelerden izin dosyalarını bulup bu izinlerin kimlere ve hangi bedellerle verildiğini siz inceleyin. Böylelikle kimin ne kazandığını kendiniz görmüş olursunuz.

Peki, bununla kalıyor mudur dersiniz? Maalesef kalmıyor. Sadece ülkemiz değil hemen bütün dünya salgınla uğraşırken, 16 Mart 2020 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Resmi Gazete’de bir yönetmelik değişikliği yayımladı. Bu değişiklik Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik’te yapıldı. Özellikle yönetmeliğin 8. ve 9. maddelerinde yapılan değişikliklerle nitelikli koruma alanlarında;

  • Entegre tesislerin,
  • Tıbbi ve aromatik bitki uygulamalarının,
  • Hayvancılık yapılmasının,
  • Balıkçı barınakları inşasının,
  • İskeleler yapılmasının,
  • Doğal kaynak suyu kullanımına yönelik iş ve işlemlerin,
  • İçme suyu amaçlı baraj ve göletlerin,
  • Yerleşimler kurulmasının ve
  • Madencilik faaliyetlerinin önü açıldı.

2030 yılı itibariyle ekolojik bölgelere göre karasal korunan alan yüzdeleri (Kaynak: Dinerstein et al., 2019)

Korunan alanlarımız zaten dünya ortalamalarının çok altında. IUCN verilerine göre dünya karasal alanlarının yaklaşık %15’i değişik statülerde korunan alan. Üstelik bu oranın %50’lere çıkarılması gerektiğini öne süren bilimsel yayınlar da var.[1] Oysa ülkemizde korunan alanlar %8-9’larda geziniyor. 2030 yılı için yapılan tahminlerin sonuçları da haritada açıkça görünüyor. Diğer yandan dünyada, korunan alan uygulamalarında, alan korumaktan çok ekolojik süreçlerin korunmasına doğru devrimsel adımlar atılıyor. Yeniden yabanlaştırma gibi anlayışlarla ekolojik süreçlerin özgün haline dönüştürülmesi için çabalar sarf ediliyor. Bizde ise korunan alan adı altında turizm alanları, günlük rekreasyonel kullanım alanları yaratılmaya, bu alanlarda ekonomik kazanç kapısı oluşturabilecek her türlü faaliyete izin vermeye dönük bir yaklaşım sergileniyor. Bu yüzden geçen haftaki ve bu haftaki yazımın başlığı korunamayan korunan alanlar oldu. Umarım nedeni şimdi daha iyi anlaşılmıştır.

*

[1] Dinerstein et al., 2019. A global deal for nature: Guiding principles, milestones, and targets. Science Advences 5: eaaw2869.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.