Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Akbelen’den Cerattepe’ye enerjiden madene Türkiye’de orman tahsisi gerçeği-4

0
Fotoğraf: Cansu Acar.

Dizinin ilk üç bölümündeki genel bilgilendirmelerden sonra artık Akbelen olayına geçiş yapabiliriz sanırım.

Hatırlatma amacıyla Akbelen’deki durumu özetleyeyim:

Muğla ili, Milas ilçesi, İkizköy mahallesi sınırlarındaki Akbelen Ormanı olarak bilinen alanda Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.’ye, açık maden ocağı işletmeciliği amacıyla, 2020 yılında Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından 6831 Sayılı Orman Yasası’nın 16’ncı maddesine göre tahsis işlemi yapılıyor.

Akbelen Ormanı’nın ormancılık örgütündeki tanımlanması da şöyle: Milas Orman İşletme Müdürlüğü Kayadere Orman İşletme Şefliğinin 136 ve 137 numaralı bölmeleriyle Karacahisar Orman İşletme Şefliğinin 135 numaralı bölmesi. Tahsis işlemine konu orman alanı yaklaşık 78 hektar. Metrekare birimiyle alanın tam karşılığı 780.630,53. Aslında, yukarıda adı geçen şirkete aynı amaçla daha önce yaklaşık 446 hektarlık (4.456.628 m2) orman alanında izin verilmiş, şirket bu alanda açık kömür ocağı işletmeciliği yapmış ve rezervleri bitirmiş. Şirkete kömür çıkaracak yeni alanlar gerekli olduğu için güncel tartışmalara konu olan 78 hektarlık orman alanı tahsisi yapılmış.[1] Detaylarını başka pek çok kaynakta bulmanızın mümkün olacağı dava süreçleri sonucunda ormancılık örgütü tarafından söz konusu orman alanının şirkete teslimi amacıyla ağaç kesimi çalışmaları başlayınca olanlar oldu.

Fotoğraf: Cansu Acar.

Akbelen’e yakından bakalım

Aslında Akbelen’deki tahsis işlemine konu orman alanı son 10 yılda (2013-2022) açık maden işletmeciliği amacıyla tahsis edilen toplam orman alanının (53 bin 130 hektar) yaklaşık yüzde 0,15’i, aynı dönemde verilmiş tüm madencilik izinlerinin (103 bin 620 hektar) yaklaşık yüzde 0,075’i ve yine aynı dönemde her türlü amaç için yapılmış orman tahsislerinin (382 bin 972 hektar) yüzde 0,020’si kadar.[2]

Yukarıdaki oranlar Akbelen olayının önemini küçümsemenize yol açmasın. Bunlara bakınca sağduyulu bir insanın düşünmesi gereken şey Akbelen’den yola çıkarak ülkedeki durumun vahameti olmalı. Maalesef pek çok yerde gösterilen tepkiler Akbelen’deki, Cerattepe’deki ya da Kazdağları’ndaki kadar güçlü olmuyor.

Diğer yandan, konunun bölgesel önemini anlamak için, Akbelen olayına parçası olduğu Muğla ili bütünü açısından da yaklaşmak gerekiyor. Muğla, kömür madenciliği ve ona dayalı termik santrallerden neredeyse 50 yıldır çok ama çok çekmiş bir kent. Muğla’nın kömüre feda edilişi 1977 yılında Yatağan Termik Santrali’nin temelinin atılmasıyla başlıyor. 1979 yılında ise Yatağan-Eskihisar ve Milas-Sekköy linyit maden ocakları işletmeye alınıyor. Bu uzun süreçte üç termik santral (Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy) yapılıyor. Bu santrallerin ihtiyaç duyduğu kömürü çıkarmak için Yatağan’da 21 bin hektar Milas’ta da 23 bin hektar alan linyit maden ocağı olarak ruhsatlandırılıyor. Bu alanların %47,3’ü (20 bin 800 hektar) orman alanı. Ruhsatlandırılan alanların henüz 5 bin hektarında açık maden işletmeciliği yapılmaya başlandı. Ruhsat alanlarının tamamının işletmeye alınması durumunda Milas’ta 11 bin 200, Yatağan’da da 7 bin 250 hektar orman alanının daha madenciliğe kurban gideceği hesaplanıyor.[3]

Görüldüğü gibi Muğla’nın (ve elbette ülkemizin) madenden ve özellikle kömürden çekeceği daha çok çile var gibi görünüyor. Bu nedenle Akbelen’deki kömüre karşı ormanı koruma mücadelesinin çok ama çok anlamı ve değerli olduğunu not düşmek zorunlu.

Neden maden (para) değil orman?

İnanın, 2023 yılında, gezegenin açıkça bir çöküş yaşadığı böyle bir dönemde, bilginin bu derece net ve kolay ulaşılabilir olduğu bir çağda, bu sorunun yanıtını açıklamak zorunda kalmak bile para hırsının aklı ve vicdanları nasıl körleştirmiş olduğunun açık kanıtı. Orman yaşam demek, ormansızlaşma ölüm. Bu kadar basit. Biz bu nedenle ‘maden değil orman’ diyoruz.  ‘Maden de maden’ deyip kara propaganda yapanlar, gerçekleri çarpıtıp restorasyon denilen çalışmalarla her şeyin güllük gülistanlık olduğunu iddia edenler,[4] sizlere basit bir deney öneriyorum: Nefesinizi iki dakika tutmayı deneyin. Gözünüz kararmaya, canınız bedeninizi terk etmeye başladığında çelik kasanızdaki banknot demetlerine sarılmaya ya da telefonunuzun ekranındaki banka hesabınızın bol sıfırlarına bakmaya çalışabilirsiniz; hiçbir işe yaramayacağını bilmiyor olamazsınız elbette.

Fotoğraf: Cansu Acar.

Ama aynı zamanda şunu da biliyorsunuz: Ormansızlaşma, iklim değişikliği ve gezegendeki ekolojik çöküş önce siz zengin azınlığı değil yoksul çoğunluğu vuracak. Milyarlarca insan açlık, susuzluk, afetler ve bugün hiç bilmediğimiz hastalıklarla mücadele ederken (ki şimdi de bu mücadelenin içinde olanlar var) sizler gezegenin görece yaşanabilir yerlerine kaçıp günü kurtarma olanağına sahip olacaksınız. Muhtemelen buna güveniyorsunuz. Ama emin olun ölüm er ya da geç gelip sizi de bulacak. Belki bencilce sorumsuzluğunuzun faturasını siz değil çocuklarınız, en iyi ihtimalle torunlarınız ödeyecek. Banka hesaplarınızın sağ tarafındaki birkaç sıfırı kaybetmek yerine koca bir gezegenin ölümünü, milyarlarca insanın ve katrilyonlarca canlının acı çekmesini tercih etmek nasıl adlandırılır, inanın ben buna sözlükte bir karşılık bulamıyorum. Doğrusu bulmak da istemiyorum. Para hırsıyla kömür karasına dönüştürdüğünüz vicdanlarınıza seslenmeye çalışmanın anlamsız bir çaba olduğunun epeydir farkındayım. O nedenle işimiz sizi akla ve vicdana davet etmek değil sizinle sonuna kadar mücadele etmek olacak. Cerattepe’de ettik ediyoruz, Kazdağları’nda ettik ediyoruz, Akbelen’de de mücadeleye devam edeceğiz. Nerede gerekiyorsa orada tercihini para yerine yaşamdan yana yapmış olan bizleri bulacaksınız. Bundan hiç kuşkunuz olmasın.

Genetiği değiştirilmiş ormancılar (GDO)

Bile isteye ormancılık eğitimi almış, kendini oldum olası ormancı olarak tanımlayan, ormanı ve yaşamı diğer her türlü şeyin üstünde tutan birisiyim. Uzun yıllardır da ormancılık eğitimi içerisinde yer alıyorum. Türkiye’de eğitimi 1857 yılında başlayan, meslek olma ve kurumsallaşma sürecini diğer pek çok uğraşıdan önce tamamlayan ormancılığın bugün gelmiş olduğu durumdan büyük üzüntü duyuyorum. Genetiği değiştirilmiş ormancılar (GDO) terimini ilk kez yine Yeşil Gazete’de 19 Şubat 2014 tarihinde yayımladığım “Dokunmayın ormancılığın genetiğine” başlıklı yazımda kullanmıştım. O yazıda ormancılığın temelinin koruma olduğunu, fakat ne yazık ki kullanmayı korumanın önünde tutan ormancıların ortaya çıktığını vurgulamaya çalışmıştım.

Fotoğraf: Cansu Acar.

Meramımı daha net ortaya koymak için bir alıntı yapayım o yazıdan:

“Ormanı orman olarak korumaktan başka her yol mubah oldu. Her yol! Orman yol oldu, orman taş ocağı oldu, orman üniversite oldu, orman otel oldu, orman havaalanı oldu, orman kanal oldu, orman şehir oldu, orman çöplük oldu… Bir tek orman olamadı, orman kalamadı orman. Doğal ormanların göğsüne hançerler saplandı, korumayı, yaşatmayı unutup taneyle dikilen ağaç çevreciliğine(!) terfi ettik topyekûn. Ormanla ağaç arasındaki derin uçurumu göremedik ne yazık; yuvalarımızı yıkıp birer birer, tuğla verdiler karşılığında, kandık. Belki de en kötüsü GDO (Genetiği Değiştirilmiş Ormancı)’ların ortaya çıkması idi bu süreçte. Korumayı itip bir kenara “kullan, ne olursa olsun kullan” şiarının büyüsüne kapılan ormancılar görmeye başladık. Sanki ekonomist azmış gibi ekonomist gözüyle bakan, sanki müteahhit azmış gibi müteahhit gibi davranan, sanki tüccar azmış gibi tüccar hesabıyla çalışan ormancılar.”

Bu da nereden çıktı şimdi diyebilirsiniz. Akbelen Ormanı dava sürecinde üç farklı bilirkişi heyeti raporu sunulmuş mahkemeye. Bu heyetler içinde doğal olarak ormancılar da var. Biri[5] normal yazı formatıyla yalnızca yarım sayfalık görüş belirtmiş. Bu yarım sayfanın yarısı standart dava dosyası bilgileri zaten. Geriye kalmış üç, bilemedin beş satır. O satırlarda temel olarak şöyle söylüyor: “Çıkarılacak linyitten enerji üretilecek, ekonomi ve istihdama katkı yapacak, o nedenle kamu yararı vardır.”  İyi de, ormancı, senin işin bu değil ki. Senin işin ormana ne olacak sorusuna yanıt vermen. Hakkını yemeyelim, ona da bir cümleyle yanıt vermiş. Diyor ki, iş bittikten sonra alan ağaçlandırılacak, 50-60 yıl sonra alan şimdiki haline gelecektir. Peki, 50-60 yıl boyunca ne olacak? Buna ilişkin tek bir satır bile yok. Sonra şöyle diyor ormancı (aynen alıntılıyorum):

“Orman Bakanlığının[6] izninin iptali isteminin ORMAN MÜHENDİSLİĞİ AÇISINDAN UYGUN OLMADIĞI (bu kısmı tam da bu şekilde büyük harfle ve koyu renkle yazmış orman mühendisi) görüş ve kanaatinde olduğumu belirtirim.”

Fotoğraf: Cansu Acar.

Pardon da, sayın ormancı, burada mühendislik görüşü nerede? Sen madenci ne dediyse onu tekrarlamışsın. Hatta onu bile tekrarlamaya zahmet etmemiş, özetlemişsin.

Madenci ne dediyse diyerek madenciliği bilimsel ve etik temelde yapanlara haksızlık yapmayayım. Sözünü ettiğim madenci paranın aklını ve vicdanını körelttiği madenci. Yoksa ne madenciler var, bu örnekteki gibi GDO’lara kök söktürür. Örnek mi? Aynı bilirkişi heyetinde görüş bildiren maden mühendisi mesela. Bu değerli mühendis, GDO’nun yarım sayfa görüş yazdığı orman davasında tam dört sayfa görüş yazmış, üç fotoğraf kullanmış, bilimsel argümanlar sunmuş ve nihai kanaatini şu şekilde belirtmiş:

“Orman alanının muhafaza edilmesindeki kamu yararının, dava konusu alandaki madencilik faaliyetlerinin yürütülmesindeki kamu yararından daha üstün olacağı kanaatindeyim.”

Neyse, enseyi karartmayalım. Aldığı eğitimin ve mesleğinin etik değerlerinin hakkını verecek ormancı da var elbet. Hem de çok sayıda. Bir örnek de ona verip yazıyı tamamlayayım. Aynı dava kapsamında mahkemeye sunulan ikinci bilirkişi heyetinde görev yapan orman mühendisi. Ormancılığın temel genetik özelliğinin korumak olduğunu, kullanmanın ancak korumaya zarar vermeyecek ölçülerde kalması durumunda söz konusu olabileceğini unutmamış olan bu değerli meslektaşıma teşekkürlerimi ve minnet duygularımı iletiyorum.

Bu yazı dizisini, bundan sonraki bölümde sözde rehabilitasyon konusunu irdeleyerek tamamlayacağım. Bakalım rehabilitasyon çalışmaları kamuoyuna yansıtıldığı gibi her sorunu çözen sihirli bir değnek mi yoksa tedaviden çok anı kurtarmaya yönelik bir ağrı kesici mi?

*

[1] Şirketin kömür çıkaracağı alan daha geniş. Biz sadece ormanlık alandan söz ediyoruz.
[2] İstatistikler konusunda daha detaylı bilgi için bu yazı dizisinin üçüncü bölümünü inceleyebilirsiniz. 
[3] Bu paragraftaki bilgiler Climate Action Group Europe çatısı altında Deniz Gümüşel ve Elif Gündüzyeli tarafından yazılıp 2019 yılında yayımlanan Kömürün Gerçek Bedeli: Muğla rapordan alınmıştır.
[4] Bu konuyu dizinin beşinci ve son bölümünde ele alacağım.
[5] Kim olduğu önemli değil, çünkü mesele isimler değil.
[6] Aslında Tarım ve Orman Bakanlığı demesi gerekiyor ama üstlendiği sorumluluğun gerektirdiği ciddiyetin o kadar uzağındaki, bilirkişi raporu gibi son derece önemli bir belgede bir bakanlığın adını bile doğru yazabilmek seviyesinin altında kalmış maalesef.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.