Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Önce insan! Peki, sonra ne?

0

Lisans öğrenimimin son yılıydı (1990). Fakülteye çevre sorunları temalı bir konferans vermek üzere konuk olarak Ediz Hun gelmişti. Çoğumuz onu filmlerden bir aktör olarak tanırız ama Norveç’te Biyoloji ve Çevre Bilimleri okuduğunu, 90’lı yıllarda yeni yeni şekillenmeye başlayan kamu çevre organizasyonunda önemli bazı görevler aldığını pek azımız biliriz.

Konferans salonu hınca hınç doluydu. Sayın Hun konuşmasında önce o dönemin çevre sorunlarını anlatarak başladı. Henüz iklim değişikliği çok konuşulmuyordu o zamanlarda. Ozon tabakasındaki delik ve asit yağmurları gündemde çok daha öndeydi.

Sonra, konuşmasının ikinci bölümünde, insanın yüceliği ve kutsallığı üzerine sözlere sıra geldi. Biraz önce anlattığı sorunlara sanki insan değil de başka bir canlı neden olmuş gibi, insanı yere göğe sığdıramayan, çoğunlukla da dinsel dayanakları olan bir nutuk faslı başlamıştı.

Bu çelişkiyi oldum olası hazmedememiştim. Yeryüzündeki bütün kötülükler insandan gelirken insan nasıl kutsal sayılması gereken bir canlı olabilirdi? Sayın Hun’un konuşması bitince söz alıp, bu çelişkiyi kendimce açıkladıktan sonra, aşağı yukarı şuna benzeyen bir cümleyle konuşmamı tamamladım:

“İnsanların olduğu bir dünyada insan olarak yaşamaktan utanıyorum. Bunun yerine insanların olmadığı bir dünyada bir kartal, bir karınca ya da bir köpekbalığı olarak yaşamayı tercih ederdim.” [1]

Köpekbalığı!

Konferans salonunun ön sıralarında hocalar oturuyordu. Önce onların alkışlamaya başladığını gördüm. Sonra tüm salon alkışlamaya, alkışlar güçlenmeye ve yine ön sıralardan başlamak üzere dinleyiciler bir yandan alkışlarken bir yandan da ayağa kalkmaya başladılar. Doğal olarak herkes bana bakıyordu. İşin tuhafı Sayın Hun da alkışlıyordu.

O an beni çok utandıran bu durum ne kadar sürdü emin değilim. Ama etkileri çok uzun sürdü. Fakültenin milliyetçi ve muhafazakâr eğilimli öğrencileri o olaydan sonra bana köpekbalığı lâkabını taktı. Ben gelip geçerken bana duyuracak şekilde “köpekbalığı geliyor, köpekbalığı gidiyor” gibi cümleler kurup gülüşürlerdi. Bundan daha önemlisi fakülte kamuoyunda çok bilinen biri haline gelmiştim. Uzun yıllar sonra bile bazı hocaların bana “Cihan, o günkü konuşmanı hiç unutmuyorum. Muhteşemdi” dediklerini hatırlıyorum. O günden sonra kızların daha çok ilgi gösterdiğini de itiraf etmeliyim. Kısa da sürse peş peşe iki gönül ilişkisini olayı takip eden günlerde yaşadım.

Fakat esas sözünü etmek istediğim Ediz Hun’un konferans bittikten sonraki tepkisiydi. Salondan çıkıp arkadaşlarımla birlikte muhtemelen kantine doğru yürüyordum. Arkamdan birisinin adımla bana seslendiğini duydum. Döndüm. Sınıf arkadaşım Nejat (Çelik)’tı. “Ediz Hun seni görmek istiyor.” dedi. Döndüm. Etrafı kalabalıktı. Beni gördü ve bana sıkıca sarıldı. Epey uzun boylu olduğu için kafamın onun boyun kısmına geldiğini hatırlıyorum. İçten bir sarılma olduğunu hissettim. Sonra gözlerimin içine bakarak “Sen çok büyük bir hümanistsin.” dedi. Birkaç şey daha söyledi tabii, fakat benim aklımda hümanist olduğumu düşünüyor olması kaldı hep…

Hümanizm insancılık mı?

Hümanizmin bazı tanımlarında insanı en yüksek değer olarak kabul etmenin vurgulandığını görüyoruz. Örneğin TÜBİTAK’ın internet ansiklopedisinde hümanizm şu şekilde tanımlanıyor:[2]

“Hümanizm, akıllı insan varlığını tek ve en yüksek değer kaynağı olarak gören, bireyin yaratıcı ve ahlaki gelişiminin, rasyonel ve anlamlı bir bicimde doğaüstü alana hiç başvurmadan doğal yoldan gerçekleştirilebileceğini belirten ve bu çerçeve içinde, insanın doğallığını, özgünlüğünü ve etkinliğini ön plana çıkaran felsefi bir akımdır.”

Tanımdaki ‘tek ve en yüksek değer’ vurgusu ‘önce insan’ yaklaşımıyla epey benzeşiyor görünebilir. Ancak, örneğin hümanist filozof Peter Singer’in Birçok istisna olmasına rağmen hümanistlerin çoğu, kendilerini en büyük dogmadan özgürleştiremiyor: Ön yargılı türcülük. Hümanistler diğer canlı türlerine karşı düşüncesizce istismarlara karşı durmalıdır.” dediğini bir zamanların yasaklı ansiklopedisi Wikipedia’dan öğreniyoruz.

Felsefe uzmanlık alanım, hümanizm de çalışma konularımdan biri değil. Birkaç kaynak daha karıştırdığım ve hümanizmin ne olduğu konusunda tam bir mutabakatın sağlanmamış olduğu sonucuna ulaştım. Yanılıyor da olabilirim elbette ama ağırlıklı görüşe göre hümanizm, insancı olmaktan çok insan olmakla ilgili. Olay ve olguları açıklamak için doğaüstü güçlere dayanmadan insan aklını merkeze koyan, insanı bu açıdan tek değer olarak gören, buna karşılık haklar açısından insanla diğer canlılar arasında hiyerarşi oluşturmayan bir anlayış hümanizm. İnsan kadar diğer canlılar da değerli.

Böyle düşününce, Ediz Hun’un bana “Sen çok büyük bir hümanistsin.” demesi hem o günkü sözlerimle hem de benim kişilik özelliklerimle uyumlu bir şekle girdi.

İnsancılık neden sakat?

Şöyle başlamakta yarar var. İnsancılığın Türkiye kamuoyunda dile geliş hali, bence tabii, ‘önce insan’ sözü. Önce insan, insanı diğer canlılara göre daha önemli, daha değerli bir noktaya koymak anlamına geliyor.

Peki, canlılar arasında bir önem ya da değer hiyerarşisi yapılabilir mi? Bu hiyerarşiyi yapmaya yatkın bir zihin ‘önce insan’ demekle yetinir mi?

Önce insan, insan daha değerlidir demek. İnsan daha değerlidir demek, gerekirse insan için diğer canlıların hakları elinden alınabilir demek. Hadi lafı dolandırmadan söyleyeyim; önce insan, insandan başka bir canlının herhangi bir hakkı yoktur demek.

Şöyle bir savunma geliştirilebilir bu çıkarımıma; insana bir zararı dokunmuyorsa, hakları insanla çelişmiyorsa başka canlıların da hakları olabilir. Hayır, yanlış. Kimse kendini kandırmasın, bir canlının insana zararı dokunmadığı sürece hakları vardır demek, aslında o canlının hiçbir hakkı yoktur anlamına gelir.

Çünkü insanın ‘zararlı’ etiketini yapıştırmayacağı herhangi bir canlı yok yeryüzünde. Bu gözler neler gördü, bu kulaklar neler duydu! Kavak ağaçlarının tohumlarından (polen değil tohum, pamukçuk şeklinde, o pamukçukların içinde minik tohumlar var) dolayı kesildiğine mi şahit olmadı, manzara kapatıyor diye kesilen ağaçlar mı görmedi, basınca kayıp düşmeye yol açıyor diye kaldırımdaki doğal otların yolunduğunu mu duymadı… Son zamanlarda ülke gündeminde epey öne çıkan sözde sokak köpeği sorunu [3] nedeniyle masum köpeklere ve kedilere ‘zararlı’ etiketi yapıştırılarak zulmedilmesi ise hepimizin bildiği, gördüğü ve çoğumuzun hiç umursamadığı bir başka vahamet.

Öyle kibirli ve bencil bir canlı ki insan, onun için zaman ve koşula göre zararlı olmayacak başka hiçbir canlı yok. Gelin görün ki, şu koca yeryüzünde, aslında insandan başka zararlı bir canlı yok.

Yine de bir insanın insanı öncelemesi bir ölçüde anlaşılabilir. Umarım asla öyle bir durumla karşı karşıya kalmam ama bir insanı kurtarmak ile başka bir canlıyı kurtarmak arasında seçim yapmak zorunda kalsam ben de insanı kurtarmayı seçerim. Ama ikisini de yaşatmanın bir yolu varsa tercihim kesinlikle o olur.

Bu nedenle, ‘önce insan’ söylemi, karşılaşma ihtimalimiz çok çok ender de olsa teorik olarak var olan sınırlı bazı durumlar dışında, günlük yaşamın olağan akışında da insanı diğer canlılardan daha değerli görmenin bir sonucu.

İnsan diğer canlılardan daha mı değerli?

Yanıtı bulmak için soruyu şu şekle çevirelim: İnsan olmasa gezegen ne kaybederdi? Hiçbir şey. Tersine, gezegen çok fazla şey kazanırdı. Yani, insanın bugüne kadar gezegene kaybettirdikleri, yok olan ya da bozulan ekosistemler ile nesli tükenen canlı türlerinin hepsi yeryüzünde bulunmaya devam eder, dünya çok daha güzel ve dengeli bir gezegen olurdu.

Şu halde insanın değeri nerede? Bu değer bütünüyle insanın kendi kendine verdiği, diğer bir söyleyişle kendisi için yine kendisinin uydurduğu bir değer. Bilimsel bir karşılığı yok.

Oysa mesela bitkiler olmasa gezegen ne kaybederdi sorusu çok daha manidar. Açıklamaya gerek var mı? Çok çok fazla şey kaybederdi gezegen. Bırakalım bitkileri, büyük çoğunluğun zihninde ‘yenir mi?’ sorusundan başka bir yer tutmayan mantarlar olmasa dünya bir organik madde çöplüğüne dönüşür, devrilen ağaçlar, ölen hayvanlar ayrışmadan öylece kalır ve toprak çok ama çok verimsiz olurdu.

Canlılar arasında illa bir değer hiyerarşi yapılacak olsa, inanın insan çok altlarda kalır. Peki, böyle bir hiyerarşiye gerek var mı? Yok. Besin zinciri (hiyerarşisi) ya da insan için gereksinmeler hiyerarşisi yapabiliriz ama canlılar için değer hiyerarşisi yapamayız. Yapmamalıyız.

Buna karşın, yalnızca Türkiye’de değil dünya genelinde insanların hatırı sayılır bir bölümünün hiç düşünmeden ‘elbette önce insan’ diyebileceğini tahmin etmek güç değil. O hatırı sayılır bölüm tereddütsüz bir şekilde insanın tüm diğer canlılardan çok daha değerli olduğunu düşünür çünkü.

Bir an ‘önce insan’ anlayışının ekolojik anlamda olumsuz bir karşılığının olmadığını düşünelim. Önce insan diyerek ormanları yok etmediğimizi, gölleri kurutup denizleri kirletmediğimizi, sayısız canlı türünün yaşam hakkını elinden almadığımızı, gezegenin doğal dengelerini alt üst etmediğimizi varsayalım. Bence bu yine de çok zararlı bir düşünme şekli.

Eğer bir insan canlılar arasında bir değer hiyerarşisi yapmaya yatkın bir zihne sahipse, değer hiyerarşisi canlı türleri arasında yapılan bir hiyerarşiyle sınırlı kalmaz. Tutar insanlar arasında da değer hiyerarşisi yapar. Önce Türkler der örneğin veya önce Hristiyanlar. Önce beyazlar, önce erkekler, önce A mezhebinden olanlar, önce şunlar, önce bunlar… Hiyerarşik düşünme şekli sürer gider. Hep bir şeyi diğerinin önüne ya da ardına koymaya çalışır. Yan yana olan yoktur bu zihin için. Üsttekiler ve alttakiler vardır.

Tarih farklı canlı türleri ya da hepsi aynı canlı türü olan insanlar arasında değer hiyerarşisi yaparak düşünme şeklinin yarattığı ekolojik ve toplumsal felaketlerin örnekleriyle dolu. İklim değişikliğinin nedeni de bu Filistin halkına İsrail devletinin yaptığı zulmün de. Böyle düşünen zihin elbette Hrant Dink’e sıkılan kurşundan ya da Uludere’de sivillerin üzerine bırakılan bombalardan bir elem duymaz. Önce insan deseler de inanmayın, o sokaktaki köpeğe duyduğu düşmanca duyguları perdelemenin bir aracı mesela. Bu perdeyi kullananların sizce yüzde kaçı verdiğim iki örnekte ‘vah’ demiştir. ‘Oh’ diyenlerin onda biri var mıdır? Hiç sanmıyorum. Çünkü önce demeye alışan insan her durumda bir önce yaratır.

Önce diyenlerin egemen olduğu dünya batmaya mahkûm. Bu dünyanın asla kalıcı bir kazananı olmayacak. Bugün kazanmış gibi görünen yarın kaybedecek. İnanmıyorsanız düne bakın.

Kazanmanın tek yolu ‘hep birlikte’, ‘yan yana’ demek. İnsan, köpek, ağaç, ot, kuş, mantar… birlikte ve yan yana; Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, İngiliz, Fransız, Ugandalı… birlikte ve yan yana; beyaz, siyah, esmer, çekik gözlü…  birlikte ve yan yana; kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç, LGBTİ… birlikte ve yan yana; Müslüman, Hristiyan, Musevi, Budist, Atesit… birlikte ve yan yana…

Ya ‘hep birlikte’ deyip hep birlikte kazanacağız ya da ‘önce’ deyip hep birlikte batacağız. Belki batanların bazıları önce bazıları sonra batar. Önce demenin tek kazancı bu olur. Bu bir kazançsa tabii!

*

[1] Hangi hayvanları söylediğimden emin değilim. O an aklıma hangi hayvan geldiyse onu söylemiştim. Yani herhangi bir hayvan türüne özel bir göndermede bulunmadım. Fakat köpekbalığı dediğimi çok net hatırlıyorum.
[2] Madde yazarı: Mustafa Günay
[3] Sorun sokak köpeği sorunu değil insan sorunudur. Bu konuyu daha önceki pek çok yazımda açıklamaya çalışmıştım. O nedenle burada ayrıntısına girmeyi gerekli görmüyorum.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.