Dış Köşe

“Ay sizin hâlâ umudunuz mu var!”cılık – Ümit Kıvanç

0

Bu yazı p24.blog.org‘dan alındı

Özellikle sosyal medya aracılığıyla yaygınlaştırılan modern çirkinliklerden “şaşırdık mı” jesti üzerine daha önce  P24’te yazmıştım. “Her şeyi baştan bilirim” mesajlı bu “şımarıkça tutum”un her cenahtan sahip ve taraftarları bol. Mâhut her şeyi baştan bilme ve hiçbir şeye şaşırmama” ayrıcalığının, sahiplerini “hayatta her türlü sorumluluktan muaf” kılması bekleniyor. Onlara şöyle sormuştum: Her şeyi baştan biliyordun, öyle oturup izledin mi, hıyarağası, niye kıçını kıpırdatmadın? (Şu mecburî izahatı da araya katma gereği hissetmiştim, aynı gerek devam ettiğinden burada da tekrarlayayım: “Hıyarağası’nın üniseks versiyonu ne yazık ki yok ya da ben bilmiyorum; bu hıyarlığın sırf erkeklerle sınırlı olduğunu imâ ediyorum veya farkında olmadan cinsiyetçilik yapıyorum sanılmasın.”)

“Sahibine sözümona nihilistçe konfor sağlayan bu jest” hakkındaki meramımı kabaca şöyle -biraz da hot zot ederek- anlatmıştım, alıntılıyorum:

“Şaşırdık mı? Şaşırmadık. Ee? Belli ki gayet boktan bir şey olmuş; biz de zaten baştan biliyormuşuz; şimdi de şaşırmamışız; yani her şey bildiğimiz o boktan haliyle olup bitiyormuş. Ee? ne olacak bu durumda? Hiç. Bir şey yapmamız gerekmiyor. Hem kendimizi de övmüş olalım o arada.

Şaşıracaksın, kardeşim. Her defasında, ‘olmaz bu!’ diyeceksin. Şaşıracaksın ve merak edeceksin. Bildiklerinle değil bilmediklerinle meşgul olacaksın.

Yani olan bitende bütün o bildiklerin ve bilmediklerinle senin hiçbir katkın, hiçbir rolün, hiçbir kabahatin yok, öyle mi? Şaşırdık mı? Şaşırmadık, biz hep şahaneydik. Hı hı, tabiî, şahaneydin, bu yüzden hep baştan bildiğin ve şaşırmadığın şeyler oluyor.”
O yazıda da belirtmiştim, şaşırmayan, şaşıramayan, hele şaşırmadığını iddia eden, merak duygusunun aslî önemini, işlevini kavrayamayan insanların hayatta birşeyleri değiştirebilme kapasitesi yoktur. İstisnası, bütünüyle kendinden menkûl bireysel programları, stratejileri, hedefleri olan, dünyada ne olup bittiğiyle değil kendilerinin hedef ve konumuyla ilgilenenlerdir. Bunlar, ellerine güç geçirebildikleri takdirde epey birşeyleri değiştirebilirler. Meselâ para gücüyle mahalleyi, semti, şehri, ülkeyi değiştirebilenler, otoriter liderler, diktatörler böyledir; meraklı olmaları gerekmez, bildiklerinin ötesinde bir dünya öngörmez, varsaymazlar.

Bahsettiğim yazıda, “Şaşırdık mı virüsü”nün “insanda görme bozukluğu, zihin bulanıklığı ve hafıza kaybına yolaçtığı”nı da iddia etmiştim. Başka arazlar da saymıştım: dünya algısında çarpıklık, otomatik eleme mekanizmasının sebep olduğu kavrayış noksanlığı, fikir belirtme kılığında kimlik bildirimi, bu kimlik gösterme işleminin siyasî ve kültürel faaliyet yerine geçmesi. Nihayet, “şaşırma ve merak duygusu ile hak-adalet duygusu arasındaki orantı”dan sözetmiştim. “Rabıta” desem daha isabetli olabilirmiş.

Aynı familyadan başka virüs

O yazıyı -affınıza sığınarak kendimden alıntılar yapıp- hatırlattım, zira o konu, şimdi bahsetmeyi istediğim sorunun âdetâ “mütemmim cüz”ü. Şimdi konumuz umut ve umutsuzluk.

Sosyal medyada yaygın şekilde görülen ve nedense âdetâ otomatik olarak “şaşırdık mı” virüsüyle aynı familyadan kabul ettiğim bir tutum var: Ay hâlâ umut mu besliyorsunuz? Ay yoksa sizin hâlâ umudunuz mu var? Ay ne umudu ayol!
Bu soylu tavır genellikle bir haksızlığa karşı çıktığınız, bir rezaleti duyurduğunuz, bir alçaklığa tepki gösterdiğiniz zaman boca ediliyor üzerinize – balkondan silkelenen leş gibi halıdan toz toprak dökülüyor. Ay siz hâlâ!..
Burada birkaç mesele birden boy gösteriyor.

İlki elbette, bu tavrın sahibi soylu ve yüksek kaliteli kimselerin bizlerin seviyesine inme nezaketini göstermeleri. Bu mesele sayılmaz, diyeceksiniz. Öyle demeyin, zahmete giriyorlar, hürmette kusur etmemeli, bunu özel olarak vurgulamalıyız. Şu dünyanın onlar tarafından şüphesiz en ince ayrıntısına kadar bilinen ve pisliğe bulaşmamak için el sürülmeyen gerçeklerinin çamurlu bataklıklarına yaklaşıyorlar, seslerini biz sefillere duyurabilmek için. Şükranlarımızı sunmalıyız. Halbuki biz umut hâlâ var sanıyor ve her şeyi onun için yapıyorduk! Ne aptalız, ne basitiz… Bu alanın en favori kavramıyla: enayiyiz.

İkincisi, insanın “insan gibi” yaşamasının, daha doğrusu böyle yaşadığını hissetmesinin neye bağlı olduğuna dair, cevabında bu kimselerle anlaşamayacağımız belli olan bir hayatî soru var; bu soru atlanmaksızın maalesef sözkonusu yüksek ve soylu tavrın takınılması imkânsız. Bu yüzden, öyle görünüyor ki, soylu tabaka ile meselemiz cevapta da çıkmayacak; onlar bizzat sorunun varlığının farkında değiller. Ya da değerli yaşantılarında bu soruya yer yok veya -mazallah, en fecisi- yaygın insan türümüz gibi düpedüz cahil ve kavrayışsızlar.

İnsan için ihtimaller

İnsan, haksızlığa, adaletsizliğe dayanamıyordur, biryerlerde birilerinin cenazeleri galiz küfürler eşliğinde yerlerde sürükleniyorsa, sokaklarda köpeklere yem olsun diye bekletiliyorsa, çocuk cesetleri buzluklara konuyor, anaları başlarında bekliyorsa, yaşantısını rahatça sürdüremiyordur meselâ. Eşleri, dostları, ahbapları işlerinden atılmışsa, hapisteyse, sofraya otururken, yatağına girerken, sevdiklerine sarılırken göğsüne içeriden dikenler batıyordur meselâ. Soykırım üstüne inşa edilmiş yerde, gasp edilmiş mal mülk üzerinde yaşamak biryerlerine batıyordur meselâ.

Siz bilmezsiniz, “ay hâlâ!”cılar, kimilerinin böyle sıkıntıları vardır. Sıkıntın varsa onu yok etmeye çalışırsın. Sıkıntımın giderilmesine dair umudum var mı, diye incelemelere kalkışmazsın.

Peki ya öyle bir sıkıntı “gündemimizde yoksa”? Gördünüz mü, nerelere geldi mezu…

Ahlâk, vicdan meseleleri dış kaynaklı iç sıkıntılardan kaynaklanan meselelerdir. Ahlâk ve vicdana dayalı hayat tavırları getirisine göre alınmaz.

Ve işin en berbat kısmı: Başarı ihtimali yoksa neden uğraşayım? “Ay siz hâlâ!”cılar aslında bunu demek istiyor.

Pek güzel. Bu yola sapıp buradan devam edebiliriz. Yok başarı ihtimali. Umut mumut da yok. Oldu mu? Ne halt edeceksiniz? Amaaan, hangi zırhlı araç hangi gariban Kürt’ün evine dalıp hangi çocukları öldürürse öldürsün, ne yapayım, baksanıza umut da yok, niye uğraşayım? Böyle mi diyeceksiniz? Amaaan, kimi isterlerse hapsediyorlar, içerideki gazeteciler de kalsın öyle; madem umut yok. Yoksa bu mudur münasip söylem?

Artık umut yok, burası artık zaten… falan… Eyvallah. Elbette birileri de böyle düşünebilir, gereği neyse yapabilir. Buyurunuz, nasıl yaşayacaksanız yaşayınız; kim ne diyebilir?

Fakat haksızlıkla, adaletsizlikle bir şekilde mücadele etmeye uğraşan insanlardan ne istiyorsunuz? Neden moral bozuyor, cila çekildiği için orijinalliği de kalmamış nihilizminizi zehirli tarım ilacı gibi etrafa püskürtüyorsunuz? Sizin adalete ihtiyacınız olmayabilir, başkalarının var. Hem de hayatî ihtiyaç başkaları için. Hayatî şu demek: yaşamak için şart. İnsanlar nelerini kaybetmiş, ne hüsranlara, haksızlıklara uğramış, kan donduran zulümlerden geçmiş, sizin gibi konuşmuyorlar, farkındaysanız. Neden? Haydi, telaffuz edelim mâlûm kelimeyi: enayi mi bu insanlar? Kendini, bedenini, hayatını ortaya koyarak adalet ve özgürlük için uğraşan insanlar enayi mi?

Şöyle sorayım isterseniz: Çok mu umutlu herkes? Yani sizin umut dediğiniz, o çok değerli uğraşınızın sonunda elde edilecek başarıya gözlerini öyle bir dikmişler ki, muhayyel görüntü zihinlerine kazınmış, hâlâ orada var sanıyorlar, hırsla ona doğru mu ilerliyorlar?

“Gündemimizde” olmayan kavram

Hayır. Onurlarıyla yaşamak istiyorlar. Hepsi bu.

Bakın, hiç hesapta olmayan bir kavram girdi hayatımıza. Onur diye bir şeyi duymuş olmalısınız. En azından dizilerde geçiyor. İnsan, onuru için, başkalarına enayice görünen işler yapabilir. Alttan almayabilir, etrafından dolanmayabilir, kabul etmeyebilir, tepebilir, vazgeçebilir; en mühimi, olmayacak şeylerin peşinden koşabilir.

Niye, nedir maksadın, diye sorduğunuzda cevap veremeyen insandır, hak-adalet mücadelesi yapanlar arasında esas kıymetli olan. Haksızlıkla, adaletsizlikle mücadelenin aksinin mümkün olmadığına, evet, enayice inanandır.
Umudunu yitirmiş ve bu yüzden her şeyi anlamsız bulan insan da olur elbette. Bunlar tek yönlü basit tanımlarla geçiştirilemeyecek konular. Lâkin “Ay hâlâ umudunuz mu var!” diyenlerin sınıfı, familyası bu değil. Geleceğe yönelik her türlü umudunu gerçekten yitirmiş insanı genellikle ayırt edemeyiz. Çünkü bas bas bağırmaz. Çoğunlukla bizi de umursamaz. Dikatleri üzerine çekecek bir hali tavrı yoktur. “Ay siz hâlâ!”cılar ise aksine, neden bilinmez, sahne düşkünü: Spotlar beni aydınlatsın, ben de birden ortalığa fırlayıp şu boş işlerle uğraşanların akledemediği şeyi haykırayım!

Haykırma kardeşim. Kapat çeneni. Kimseyi uğraşından alıkoyma, kimseye yaptığı işi değersiz, kendini anlamsız hissettirmeye çalışma. Evet, kendine göre haklısın, doğru yoldasın: hepimiz kendimizi işlevsiz, anlamsız, değersiz hissedersek sen arada kaynayacaksın, işe yaramazlığın, bencilliğin, kıçını kıpırdatmayı göze alamayışın göze batmayacak.

Bir haberle sona yaklaşayım – emin değilim, sosyal medya dedikodusu da olabilir: “Ay siz hâlâ!”cılar için hızlandırılmış kurslar açılıyormuş. Hattâ Silopi’de bir bina bunun için uygun görülmüş. Fakat kaza olmuş, polisin zırhlı aracı binaya girivermiş. İçeride uyuyan iki ufak çocuk da ölüvermiş. Bu yüzden oradaki kurs ertelenmiş.

Eşi, sevgilisi, evlâdı, anası, babası hapiste olanlara soralım haydi: Ay hâlâ ne umudu canııım! Aşkolsun yani!..

Ümit Kıvanç – p24.blog.org

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.