Ana Sayfa Blog Sayfa 968

Topçam’da yeniden dinamit sesleri: Maden şirketi köylüleri tehdit ediyor

Aydın, Çine‘ye bağlı Topçam‘da, Madran Dağı‘nda, Eysim Madencilik tarafından işletilen taş ocağı, yöre halkının madene 60 metre yakınlıktaki yaşam alanını, geçim kaynağı olan fıstık çamlarını tehdit ediyor. Evlerinin yakınında patlamalı taş ocağına karşı mücadele eden Ali ve Cennet Coşkun çifti ise silahla tehdit edilmiş durumda. Maden çalışanları tarafından gerçekleştirildiği belirtilen saldırının sonrasında yapılan suç duyurularına ise takipsizlik kararı verildi.

Evrensel’den Özer Akdemir’in aktardığına göre; Eysim Madencilik şirketi yine fıstık çamlarının arasında dinamit patlattı. Aydın Valiliği Yatırım İzleme Komisyonu, Topçam köylüsü Ali Coşkun ve AYEP üyelerinin madenciliğin yarattığı çevresel etkilerle ilgili dilekçelerinin ardından madene verilen patlayıcı madde bulundurma ve kullanma iznini geçici olarak iptal etmişti.

Dinamitle patlatma izni 10 Şubat’ta geçici olarak geri alınmıştı. Geri alınma sebebi olarak ise “Maden sahasında yapılan patlatmalar ile ilgili olarak yapılan şikayet üzerine tereddüt hasıl olmuş ve uzman bilirkişi raporları sonuçlanıncaya kadar Valilik Makamı’nın 3 Şubat 2022 tarihli Olurları ile şirket adına düzenlenen Patlayıcı Madde Satın Alma ve Kullanma İzin Belgesi ‘Geçici olarak Geri Alınmasına’ karar verilmiştir” denilmişti.

Bu kararın üzerinden 10 gün geçmeden şirket geçen günlerde tekrar bölgede dinamit patlatmış, bu patlatmayı görüntülemek isteyen köylülerden Özgür Aslan ise jandarma tarafından zorla maden alanı yakınından uzaklaştırılmıştı.

Çevre aktivistleri ise köylülerin mücadelelerine destek vererek şirketin faaliyetlerinin sebebiyet verdiği sorunları şöyle sıralıyor:

  • Patlatmalı vahşi madencilik olarak işletilen taş ocağı ile yörenin esas geçim kaynağı, doğası fıstık çamları yok ediliyor! Patlatmalar ile zarar gören ağaçlar fark edilmesin diye gömülüyor!
  • Patlatmalar ile yükselen toz bulutu bölgedeki zeytinin, fıstığın üzerini kapladığı için verimi düşüyor. Aynı toz nedeniyle bir akciğer rahatsızlığı olan ve tedavisi de olmayan slikozis hastalığı yaygınlaşıyor!
  • Üç ay önce maden çalışanları tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırı sonrası yapılan suç duyurularına takipsizlik kararı verilerek cinayet teşebbüsünün üzeri kapatılıyor!
  • Valilk tarafından geçen ay durdurulan dinamit patlatma kararı kaldırılarak yoğun patlatmalar yeniden başlıyor. Madran Dağı rant uğruna delik deşik ediliyor!

 Daha önce Çine Yaşam Platformu Sözcüsü Ahmet Uslu, Eysim Maden Şirketi’nin MHPCHP ve AKP‘den desteğini gördüğünü söylemiş, şunları aktarmıştı:

  • Köylüyü korkutmuşlar, sindirmişler. Zaten biz basın açıklaması yapmak için oraya gittiğimizde bizi ağlayarak karşıladılar. O kadar kötü bir duruma düşmüşler.
  • Burada çok ilkel bir madencilik yapılıyor. Yapılan madencilik su kaynaklarını üzerinden. Burada Türkiye’nin 11’nci temiz ve kaliteli su kaynağı olan Çine Topçam menbaa suyu var.
  • Su kaynakları da gidiyor. Zeytinlikler gidiyor. bir de fıstık çamları var. Stratejik bir üründür. Koruma altında olması gerekir. Ama o ağaçlar da yok oluyor. O ağaçları madenciler hatta kepçeyle kırıyorlar.
  • Köyde evlerin arasında ocak var dinamit patlatılıyor. Ali Coşkun’un evi var. Evin üstüne taşlar yağmış. Evin üstü hala delik. Meskun mahal içinde patlatmalı madencilik yapılıyor. Dinamit patlatılıyor ve köyün, hayvanların üzerine taş yağıyor. Maden, evlerin 50 metre dibinde.

Öte yandan Coşkun ailesinin maden şirketi çalışanlarının silahlı saldırısına uğramasıyla ilgili TİP Milletvekili Sera Kadıgil, TBMM‘ye yazılı soru önergesi vermişti.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum tarafından verilen yanıtta, birçok sorunun yanıtına mevzuata uygun olduğu yönünde yanıt verilmişti. Bölgedeki pasaların yerinin değiştirilmesi konusunun İl Çevre Müdürlüğü tarafından yeniden değerlendirileceği bildirilmişti.

Soru önergesinde bölgede kuvars ve feldspat madenlerinin çıkarıldığı yaklaşık 25 maden ocağının çevreye ve insan sağlığına zarar verdiği, maden ocaklarında çalışan işçiler soludukları zehirli toz yüzünden silikozis ve KOAH gibi hastalıklara yakalandığı, bölgede yaşayan insanlarda ise kanser hastalıklarının arttığı iddiaları da yer almıştı.

 

Macaristan, aşırı sağcı Orban’ı yeniden seçti

Macaristan Ulusal Seçim Ofisi’nin (NVI) paylaştığı verilere göre, oyların yüzde 94’ü sayıldı. Bu sonuçlara göre, Fidesz-KDNP koalisyonu oyların yüzde 53’ünü, Demokratik Koalisyonu (DK), Jobbik, Momentum, Macaristan Sosyalist Partisi (MSZP), Macaristan Yeşiller Partisi (LMP) ve Macaristan için Diyalog Partisi‘nin (PM) oluşturduğu çatı oluşumu “Macaristan için Birlik” oyların yüzde 35’ini, aşırı sağcı Bizim Ülkemiz (Mi Hazank) ise oyların yüzde 6’sını alarak mecliste temsil hakkı kazanıyor.

Victor Orban 12 yıldır iktidarda bulunuyor.

Bu sonuçla 199 sandalyeli mecliste, Fidesz-KDNP koalisyonu 135, Macaristan için Birlik 57 ve aşırı sağcı Mi Hazank ise 7 milletvekili ile temsil hakkı kazandı. Sonuçlara göre 135 milletvekili çıkarmayı başaran Fidesz, üçte ikilik çoğunluğu da elde ediyor.

Seçimlere katılım oranının yüzde 68,7 olduğu belirtildi. Bu oran 2014 seçimlerindeki oranı geçerken rekor katılım oranının yaşandığı 2018 seçimleri ile neredeyse aynı seviyede bulunuyor.

‘Ay’dan bile görülebilecek büyüklükte zafer kazandık’

Viktor Orban kesinleşen seçim zaferinin ardından başkent Budapeşte’de verdiği ilk demecinde, “Öyle büyük bir zafer kazandık ki Ay’dan bile bakıldığında görülebilir. Ve tabii ki Brüksel’den de” dedi:

Uluslararası kişi ve kurumları da eleştiren aşırı sağcı başbakan, Macaristan karşıtı gördüğü bu organların kendilerini yenmek için harcadığı her kuruşun “pencereden atıldığını” söyledi. Orban kendisine karşı güçleri Brüksel, medya organları ve Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski olarak sıraladı.

‘Homofobik yasa’ da oylandı

Seçmenler ayrıca, muhalefetin “homofobik yasa”, hükümetin ise “çocukları koruma yasası” olarak nitelendirdiği ve birçok Avrupa Birliği (AB) ülkesinin sert tepki gösterdiği, 18 yaşından küçükleri eş cinselliğe ve cinsiyet değişikliğine “teşvik etmeyi” yasaklayan yasal düzenlemeye ilişkin referandumda oy kullandı.

Muhalefetin çağrısı üzerine halk oylamasında birçok kişinin geçersiz oy kullandığı ve oylama yüzde 50’nin altında kaldığı için referandum geçersiz oldu.

İklim krizini reddediyor

Aşırı sağcı Viktor Orban, iklim krizini reddetmesiyle ve nükleer enerji savunuculuğuyla biliniyor. 2020’de küresel iklim değişikliğiyle mücadele için ‘Hıristiyan Demokrat yaklaşım’ı açıklamıştı. Macar hükümetinin web sitesinden açıklanan Ulusal Enerji ve İklim Planı, 2030 itibarıyla yüzde 90’ı karbon salmayacak şekilde elektrik üretimini ve bunun çoğunun nükleer ve güneş enerjisinden elde edilmesini hedefliyor.

Orban’ın bakanlarından biri de 2019’da BM’de yaptığı konuşmayla İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg‘i ‘hasta çocuk’ diye nitelemişti. Bakan, Thunberg’in örgütlediği iklim için okul grevi hareketinden de ‘Macarlar için tiksindirici’ diye söz etmişti.

Orban’ı destekleyen medya da küresel ısınma ve aşırı hava olayları ile insan faaliyetleri arasında bağlantı olduğu tezine şüpheyle yaklaşan yönde yayın yapıyor.

 

 

Kiev’den geri çekilen Rusya’nın banliyölerde sivilleri katlettiği öne sürüldü

UYARI: Bu haber, rahatsız edici bilgiler ve görüntüler içerebilir.

Rusya birliklerinin haftalarca süren şiddetli çatışmalardan sonra Ukrayna‘nın başkenti  Kiev‘in dış banliyölerine çekilmesinin ardından, Kiev’in kuzeybatısında bulunan Buça kasabasında sivillerin Rusya birlikleri tarafından öldürüldüğü ileri sürüldü.

Ukrayna Başsavcılığı, Rus ordusunun birkaç gün önce geri çekildiği kentlerde 400 ceset tespit edildiğini açıkladı.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodymir Zelenski, Rusya’nın ülkesinde soykırım yaptığını ve Ukrayna halkını tamamen ortadan kaldırmaya çalıştığını söyledi.

Buça kentinden gelen ve sokaklarda, yollarda, arabalarda ve evlerin avlularında, bazıları elleri bağlanarak infaz edilmiş cansız sivillerin görüntüleri, tüm dünyada tepki uyandırdı.

Kasabada siviller, Rusya’nın ayrım gözetmeksizin sivilleri hedef alarak infaz ettiğini söylüyor ve sokaklarda öldürülmüş sivillerin bulunduğunu aktarıyorlar.

Buça Belediye Başkanı Anatoly Fedoruk, Kiev’in Rus güçlerden geri alınmasından sonra hepsi infaz edilmiş 280 kişinin gömüldüğü bir toplu mezar bulunduğunu, öldürülmüş kişilierin, sivil giyimli kadın ve erkeklerden oluştuğunu, aralarında 14 yaşında bir çocuğun da olduğunu kaydetti.

Kentte yolda ve araçlardaki sivillere ateş açıldığı, arabaların zırhlı araçlarla ezildiği ne sürüldü.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, Buça’da yaşananlara yönelik soruşturma talebinde bulundu.

Fotoğraf: Ivor Prickett / New York Times

Rusya ‘komplo’ dedi

Rusya, Buça’da yol kenarlarına dağılmış şekilde bulunan cesetlerin Ukrayna birimleri tarafından komplo amacıyla oralara yerleştirildiğini savunarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni, “Ukraynalı radikallerin provokasyonu” iddiasıyla toplantıya çağırdı.

Rusya Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada da, Kiev yönetimi tarafından Buça’dan yayınlanan fotoğrafların ve videoların provokasyon olduğu öne sürüldü.

Bu yerleşim biriminin Rus askerlerinin kontrolü altında olduğu süre boyunca, tek bir bölge sakininin herhangi bir şiddet eyleminden zarar görmediği iddia edilen açıklamada, bu bölgeye insani yardım dağıtıldığı da ifade edildi.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova, Buça’daki görüntülerin, Rusya’yı suçlamak amacıyla“Provokasyonun efendisi Amerika Birleşik Devletleri(ABD)’nin” talimatıyla gerçekleştirilen bir komplo olduğunu savundu.

55 yaşındaki Vasili, 2 Nisan 2022’de Bucha’da Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sırasında Rus ordusu askerleri tarafından öldürülen bir akrabasının cesedinin yanında gazetecilerle konuşuyor. Fotoğraf: Zohra Bensemra / ReutersKent sakinlerinden aktarılan bilgilere göre, bir haftadan uzun süren çatışmalar sonucu Rus askerleri Buça’yı ele geçirdi ve Rus birlikleri de daha ilk gün kasabaya doğru ilerlerken ciddi kayıplar verdiler. Daha sonra Ruslar tanklarını ana kavşaklara ve insanların avlularına park ederek ev ev arama yaptılar.

Mahalle sakinleri, sokağın bir tarafındaki bazı evlerin alev aldığını ancak patlamadan sağ kurtulan Rus askerlerinden bazılarının insanların avlusuna kaçtığını, muhtemelen yakalanmamak için sivil kıyafetler giydiklerini söyledi.

New York Times‘ın haberine göre kasabadaki yerel adli tabip Serhiy Kaplishny, ekibinin çatışmalar ve Rus işgali sırasında ve sonrasında yüzden fazla ceset topladığını söyledi.

Toplu mezarlarda bulunan bedenlerin üçünün Ukraynalı askerler olduğunu söyleyen doktor, ölümlerin nokta atışı infazlar veya şarapnel de dahil olmak üzere ateşli silah yaralarından olduğunu tespit ettiklerini belirtti.

Fotoğraf: Rodrigo Abd / AP

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Twitter’dan şunları söyledi:

“Kiev yakınlarındaki kurtarılmış bir kasaba olan Buça’dan bize ulaşan görüntüler dayanılmaz. Sokaklarda yüzlerce sivil korkakça katledilmiş. Kurbanlara şefkatlerimi, Ukraynalılara dayanışmamı iletirim. Rus makamları bu suçların hesabını vermek zorunda kalacak.”

Birleşik Krallık Başkanı Boris Johnson Rusya’nın ve Putin‘in savaş suçu işlediğini; İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss da, Rus güçlerinin Ukraynalı sivillere yönelik “ayrım gözetmeksizin gerçekleştirdiği saldırıların” savaş suçu olarak soruşturulması gerektiğini söyledi.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken,  görüntülerin “karnına indirilmiş bir yumruk” gibi olduğunu söyledi. Blinken, Twitter’da şunları ekledi:

“Kremlin güçlerinin Buça’da ve Ukrayna genelindeki bariz vahşetini şiddetle kınıyoruz. Sorumluların hesap vermesi için mevcut her aracı kullanarak, belgeleyerek ve bilgi paylaşarak hesap verebilirliği takip ediyoruz.”

Birleşmiş Milletler verilerine göre, işgalin başından bu yana 1400’den fazla sivil hayatını kaybetti.

Odessa’da petrol rafinerisi vuruldu

Rusya ordusu, Karadeniz‘deki Ukrayna kentlerine de saldırı başlattı.

Güneydeki liman kenti Odessa’da dün sabah saatlerinde bir petrol rafinerisi bombalandı. Ukraynalı yetkililer sabah gerçekleşen saldırılarda bilinen herhangi bir can kaybının yaşanmadığını bildirdi.

Karadeniz’de Rus gemilerinin tehdidinin artmasının ardından Odessa şehri haftalardır saldırılara karşı hazırlanıyor, şehir boşaltılıyordu.

Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov, “Bu sabah havadan ve karadan yüksek hassasiyetli roketlerle Odessa yakınlarında Mykolayiv yönünde Ukrayna birliklerine yakıt sağlayan bir petrol rafinerisi ve üç akaryakıt deposu yok edildi” açıklamasını yaptı.

Fotoğraf: AFP

Açıklamada, tesislerin Ukrayna tarafından Mykolaiv şehri yakınlarındaki birliklerin tedariki için kullanıldığı ifade edildi. Ukrayna İçişleri Bakan Yardımcısı Anton Herashchenko, Mykolaiv yerel yetkililerinin kentin füze saldırısına uğradığını bildirdiğini söyledi.

Mykolaiv ve Odessa, Rusya’nın Karadeniz üzerinden Kırım‘a oluşturmak istediği koridor için stratejik önem arz ediyor.

ENAG’a göre yıllık enflasyon yüzde 142,6’ya yükseldi

Bağımsız araştırmacı kuruluş Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) verilerine göre Tüketici Fiyat Fiyat Endeksi (E-TÜFE) Mart’ta yüzde 11.93 arttı.

E-TÜFE’nin son 12 aylık artışı ise yüzde 142.63 olarak gerçekleşti. ENAG Şubat’taki aylık enflasyonu yüzde 5,4 olarak duyururken, yıllık enflasyonun yüzde 123,4 olduğunu bildirmişti.

 

ENAG-özellikli ürün grubu enflasyon hesaplamasına göre, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) alt grupları gösterge olarak alındığında en fazla aylık düşüş eksi yüzde 1,41 ile Lokanta ve Oteller en fazla yükseliş ise yüzde 78,44 ile sağlık kaleminde gerçekleşti.

TÜİK ise enflasyon rakamını yüzde 61 olarak açıkladı. Aradaki fark ekonomistler tarafından da eleştirildi:

Savaş, ekokırımı tekrar gündeme getirdi

Son haftalarda şiddeti azalmasına karşın kuzeyimizde Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş sürüyor. Uluslararası haber ajanslarına düşen görüntüler savaşın insani kayıplarının yanı sıra bir ekokırıma da dönüştüğünü gösteriyor. Vurulan petro-kimya tesisleri, benzin istasyonları hava ve toprak kirliliğine yol açarken, Ukrayna’nın tarım alanları ve ormanları da acımasızca yok ediliyor, su kaynakları kirletiliyor. Çernobil NGS çevresinde çıkan orman yangını ise tüm dünyayı endişelendirdi. İşte bu görüntüler akıllara uzun bir dönemdir tartışılan bir konuyu getirdi: Ekokırım ve onarılamayan sonuçları.  Ukrayna’da işlenen ekokırım suçlarının şimdi cezalandırılıp cezalandırılamayacağı tüm dünyada tartışılıyor.

Ekokırım belirli bir doğal çevrenin tehlikeli insan faaliyetleriyle yok edilmesini anlatmak için kullanılan bir kavram… Haziran 2021’de Stocholm’de Stop Ecocide Foundation adındaki bir vakfın girişimiyle yapılan ekokırım tanımını daha anlaşılabilir olması için bazı açıklamalar da getirilmiş: Ekokırım, keyfi yapılmış olacak, ağır sonuçları ortaya çıkacak, geniş çaplı ve uzun vadeli zararları olan bir yapıda olacak. Keyfilik, tahmin edilen sosyal ve ekonomik yararlara kıyasla açıkça aşırı olan zararın umursamazca göz ardı edilmesi olarak tanımlanıyor. İnsan hayatı veya doğal, kültürel, ekonomik kaynaklar üzerinde ciddi bir şekilde etki doğurmayı içeren, çevrenin herhangi bir unsurunda olumsuz değişiklik, bozulma veya hasarın meydana gelmesini kapsayan zararlar da ekosisteme verilmiş ağır zararlar olarak tanımlanıyor. Eğer bu kırım sınırlı bir coğrafik alanı aşan, ülke sınırlarını geçen veya bütün bir ekosistemin, türlerin veya çok sayıda insanın ıstırabına yol açan zarar ise geniş çaplı zararlar olarak kabul ediliyor. Geri dönüşü olmayan veya kabul edilebilir bir süre içerisinde doğal iyileşme ile onarılamayan zararlar ise Stockholm’de yapılan toplantıda uzun vadeli zararlar olarak tanımlanmış.

Bu açıklamalar çerçevesinde oluşturulan tanımlamayı incelersek, ekokırım suçunun aslında çevreye dair verilen tüm bilinçli zarar girişimlerini kapsadığını belirtebiliriz. Ekokırım tanımlamasında ‘keyfi’ ve ‘ağır sonuçları olması’ kavramları aslında ekokırım tanımının ana gövdesini oluşturuyor. Tanımlamada anlatılmak istenen temelde insan çıkarları-doğanın korunumu parametrelerinin yeterli biçimde analiz edilmeden sadece insan çıkarları için ve geri dönülemez şekilde ekosistemlerde bozulmalara yol açacak eylemlerin büyük bir suç kapsamına girmesi gerektiği yaklaşımı…

Pasifik’teki denemelerden emisyonlara…

Bu tanım ve açıklamalarından hareket edersek yaşadığımız son yüzyıl dünyada çeşitli ekokırım örnekleri ile dolu… İlk ekokırım örnekleri; Pasifik Okyanusu’nda yapılan nükleer silah denemeleri ve Vietnam Savaşı’nda ABD’nin ormanları kurutmak için kimyasal silahlar kullanması… Ekokırım (ecocide) kelimesi de ilk olarak Pasifiklerde nükleer silah denemelerinden sonra ortaya çıkan tabloyu anlatmak için kullanılmış. Tanımlara daha yakından bakarsak; okyanusların başta mikro ve nano plastikler olmak üzere kirletilmesi, endüstriyel balıkçılıkla denizlerin kurutulması, ormanların ve yağmur ormanlarının sistemli olarak yok edilmesi, nehir ve göllerin endüstriyel atıklarla kirletilmesi, siyanür liçi yöntemi ile yapılan madencilikle doğal yapının geri dönüşümü imkansız derece de bozulması ve kirletilmesi, çeşitli dönemlerde ekosistemlere petrol sızıntıları, fosil yakıtlar kullanımı, radyoaktif sızıntılar, kimyasal ve endüstriyel emisyonlar nedeniyle günden güne artan hava kirliliği ve daha birçok ekosistemlere ağır ve geri dönüşümsüz zararlar veren kapitalist sistem tarafından yapılan eylemler hep bir ekokırım suçu…

Türkiye’de ise çeşitli ekokırım suçlarının işlendiğini, işlenmeye de devam edildiğini görüyoruz. Bugün endüstriyel ve tarımsal kirlilik nedeniyle Ergene, Büyük Menderese, Gediz nehirlerinde yaşanan aşırı kirlilik bir ekokırım suçu değildir de nedir? Bu nehirlerin kirlilik nedeniyle suyu artık simsiyah olmuş bir şekilde Ege Denizi’ne dökülüyor. Yatağan’da, Afşin-Elbistan’da uzun yıllardan bu yana kömürlü termik santrallerin kirlilik ve ekolojik yıkım yıllardır umarsızca sürdürülen bir ekokırım.  Ülkemizdeki örnekleri çoğaltmak mümkün. Üstelik bu ve bunlara benzer ekokırımlar için bırakın cezalandırmayı, basit bir tazminat bile ödenmediği için tüm dünyada olduğu gibi ekokırımlara yol açacak yeni projelerde yolda… Kanal İstanbul, İzmir Çeşme Turizm Projesi gibi ‘çılgın’ projeler; Kazdağları’nda ve Cerrattepe’de yaşananlar, zeytinlik alanların madenciliğe ve endüstrileşmelere açılması yeni işlenen ve işlenecek ekokırım suçlarının bazıları.

Roma Statüsü’ne beşinci suç olarak eklenebilir

Artık ekokırım suçlarının önlenmesi için kesinlikle bu suçların cezai kovuşturma içine alınması şart. Aslında bu gereklilik dünyada 1972’den bu yana tartışılıyor. O yıllarda İsveç başbakanı Olof Palme’nin o zamanki ABD hükümetini Vietnam’da “Agent Orange”, yani bitkilerde yaprak dökücü olarak kullanılan pestisiti kullanması nedeniyle suçlamasıyla ekokırım (ecocide) kelimesi de siyasi literatüre girdi. Çok sayıda ülke her ne kadar bu tür kitlesel çevre zararlarını önlemek için kurallara ve düzenlemelere sahip olsa da ve bu düzenlemeler tazminat hükümlerini içerse de kapitalist sistemin doğa sömürücüleri küresel bir yasa yürürlüğe girene kadar para uğruna küresel çevre sömürüsünü devam ettirecekleri açık. Şimdi başta Stop Ecocide Foundation olmak üzere çeşitli kuruluşlar ekokırım suçunun ceza kapsamına alınması için çaba gösteriyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü şu an için dört eylemi suç olarak kabul ediyor: Soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları ve saldırganlık suçları. Uluslararası çabalar şimdi bu listeye beşinci suç olarak ekokırımın eklenmesini hedefliyor.

Peki, ekokırım cezai bir suç olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi, tarafından kabul edilirse süreç nasıl yürüyecek? Her şeyden önce yasa geçmişe dönük olarak uygulanamayacak. Örneğin Çernobil faciası ile ilgili veya ABD’nin Vietnam’da kimyasal silah kullanması ile ilgili soruşturma açılamayacak. Ülkemizden örnek vermek gerekirse Ergene kirliliğin failleri hukuk önünde hesap vermeyecek. Buna karşılık ICC; yani Roma Statüsü’ne üye olmayan ABD, Rusya ve Türkiye gibi ülkelerde ekokırım bir suç olarak kabul edilirse bundan etkilenecekler. Bir örnek vermek gerekirse ekokırım suçu işleyen ABD, Rusya veya Türkiye’de kurulu bir şirketin sorumluları Roma Statüsü’nü tanıyan herhangi bir ülkeye gittiklerinde tutuklanabilecek. Bu durum ICC’ye üye olsun veya olmasın tüm ülkeler için ekokırım suçlarının ceza kapsamına alınması caydırıcı olabilir.  Liverpool Üniversitesi akademisyenlerinden olan ve “Ecocide” adlı kitabın yazarı David Whyte, uluslararası bir yasanın çevresel yıkımı hemen ortadan kaldıracak sihirli bir değnek olmayacağı konusunda uyarıyor. Buna rağmen tüm dünyada ekosistemleri korumak açısından ekokırım suçlarının ICC statüsü kapsamına alınması çok önemli. Çünkü herhangi bir yerde yaşanan çevresel felaketler binlerce kilometre uzakta olsa da hepimizi etkiliyor. Aynı atmosferde yaşıyoruz, aynı denizleri paylaşıyoruz, aynı su döngüsünü kullanıyoruz. Üstelik yaşanan en ufak bir ekokırım bile yüzyıllar sonra bir şekilde etkisini gösterebiliyor.

Ülkemiz açısından ise ekokırım suçlarının ICC statüsü kapsamına alınması çok daha önemli… Bize ‘çılgın proje’ yutturmacası altında sunulan Kanal İstanbul gibi, Çeşme Turizm Projesi gibi temelde birer ekokırım projesi olan ve sadece para uğruna doğanın sömürülmesi, ekosistemlerin yıkılması anlamına gelen bu girişimlerin önünün kesilmesi mücadelesi için ekokırım suçlarının bir an önce Roma Statüsü kapsamına alınması önemli bir adım olacak.

Mart ayı enflasyonu açıklandı: Resmi verilere göre yüzde 61,1

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı mart ayı verilerine göre, enflayson son 20 yılın rekorunu kırdı.  Resmi verilere göre Tüketici Fiyatları Enflasyonu (TÜFE), mart ayında bir önceki aya göre yüzde 5,46, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 22,81, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 61,14 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 29,88 arttı.

Türkiye, bu artışlarla dünyada enflasyonun en yüksek olduğu ilk beş ülke arasına girdi.

Üretici Fiyatları Enflasyonunda ise (ÜFE)  ise mart ayında bir önceki aya göre yüzde 9,19, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 29,31, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 114,97 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 64,30 artış gerçekleşti.

Resmi enflasyon oranları, ekonomistlerin beklentilerinin de üzerinde gerçekleşti.

En fazla artış gıda ve ulaşımda

TÜİK verilerine göre tüketici fiyat endeksi (TÜFE) mart ayı verileri şöyle:

Yıllık en düşük artış yüzde 15,08 ile haberleşme ana grubunda gerçekleşti. Bir önceki yılın aynı ayına göre artışın düşük olduğu diğer ana gruplar sırasıyla yüzde 26,73 ile eğitim, yüzde 26,95 ile giyim ve ayakkabı ve yüzde 34,95 ile sağlık oldu.

Bir önceki yılın aynı ayına göre artışın yüksek olduğu ana gruplar ise sırasıyla, yüzde 99,12 ile ulaştırma, yüzde 70,33 ile gıda ve alkolsüz içecekler, yüzde 69,26 ile ev eşyası.

Ana harcama grupları itibarıyla mart ayında en az artış gösteren ana gruplar yüzde 1,78 ile giyim ve ayakkabı, yüzde 1,84 ile konut ve yüzde 2,78 ile eğlence ve kültür oldu. Buna karşılık aylık artışın yüksek olduğu ana gruplar ise sırasıyla, yüzde 13,29 ile ulaştırma, yüzde 6,55 ile eğitim, yüzde 6,04 ile lokanta ve oteller.

409 üründen 313’üne zam

Mart 2022’de, endekste kapsanan 409 maddeden, 69 maddenin ortalama fiyatında düşüş gerçekleşirken, 27 maddenin ortalama fiyatında değişim olmadı. 313 maddenin ortalama fiyatında ise artış gerçekleşti.

İşlenmemiş gıda ürünleri, enerji, alkollü içkiler ve tütün ile altın hariç TÜFE’de 2022 yılı Mart ayında bir önceki aya göre yüzde 4,24, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 16,38, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 51,34 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 27,48 artış gerçekleşti.

ÜFE yine üç haneli

TÜİK verilerine göre yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) ise yıllık yüzde 114,97 oldu. Sanayinin dört sektörünün yıllık değişimleri; madencilik ve taş ocakçılığında yüzde 110,36, imalatta yüzde 106,55, elektrik, gaz üretimi ve dağıtımında yüzde 228,94 ve su temininde yüzde 42,34 artış olarak gerçekleşti.

Ara malında yüzde 122,92, dayanıklı tüketim malında yüzde 75,85, dayanıksız tüketim malında yüzde 79,70, enerjide yüzde 214,87 ve sermaye malında yüzde 76,55 artış oldu.

Sanayinin dört sektöründeki aylık değişimler ise madencilik ve taş ocakçılığında yüzde 9,08, imalatta yüzde 8,92, elektrik, gaz üretimi ve dağıtımında yüzde 11,85 ve su temininde yüzde 6,88 artış şeklinde.

Ana sanayi gruplarının aylık değişimleri de ara malında yüzde 8,86, dayanıklı tüketim malında yüzde 5,65, dayanıksız tüketim malında yüzde 8,59, enerjide yüzde 15,62 ve sermaye malında yüzde 5,40 artış olarak gerçekleşti.

En düşük artış giyim, su ve eczacılık ürünlerinde

Yıllık en düşük artış; yüzde 38,82 ile giyim eşyası, yüzde 42,34 ile su ve suyun arıtılması ve dağıtılması, yüzde 43,17 ile temel eczacılık ürünleri ve müstahzarları alt sektörlerinde.  Buna karşılık kok ve rafine petrol ürünleri yüzde 256,44, elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme yüzde 228,94, ham petrol ve doğal gaz yüzde 221,04 ile endekslerin en fazla arttığı alt sektörler oldu.

Aylık en düşük artış; yüzde 1,14 ile kağıt ve kağıt ürünleri, yüzde 2,96 ile deri ve ilgili ürünler, yüzde 3,03 ile kömür ve linyit alt sektörlerinde gerçekleşti. Buna karşılık kok ve rafine petrol ürünleri yüzde 35,99, diğer metalik olmayan mineral ürünler yüzde 14,40, ana metaller yüzde 12,09 ile endekslerin en fazla arttığı alt sektörler oldu.

Greenpeace: Plastik atık ithalatının bıraktığı hasarın geri dönüşü yok

ABD merkezli Bloomberg Green ekibinin takip cihazları taktığı plastik poşetlerinin izinin sürüldüğü haberde İngiltere’nin bir zincir marketindeki plastik poşetin iki ay sonra Adana’ya geldiği görülmüştü. Haber Türkiye medyasında da geniş yer buldu ve tartışma yaratmıştı. Plastik poşetlerin binlerce kilometrelik yolculuğu Bloomberg’deki araştırmacı gazeteciler tarafından anlatıldığı video oldukça sık paylaşıldı. Greenpeace Türkiye de konuya ilişkin basın açıklaması yaptı.

Plastik atık ithalatı konusunda hem saha araştırmaları hem de bilimsel analizler yoluyla elde edilen verilerin 2019’dan beri kamuoyuyla şeffaf bir şekilde paylaşıldığının belirtildiği basın açıklamasında “Bu konuyla ilgili görüşümüz, son üç yıldır yaptığımız bilimsel analizlere ve uluslarası hukuk metinlerinin Türkiye’ye tanıdığı hakların kullanımına ilişkin maddelere dayanmaktadır” denildi.

İlgili haberin ortaya koyduğu esas sorunun, İngiltere’deki Tesco firmasının geri dönüşüm adı altında  greenwashing/yeşil badana yaparak plastik atıklarını Adana’ya denetimsiz ve yasa dışı yollarla gönderdiği gerçeği olduğunun belirtildiği açıklamada ayrıca şu ifadelere yer verildi:

“Bu habere ilişkin soruları yanıtlaması gereken TESCO ve İngiltere Hükümeti sessiz kalırken haberin Türkiye’de ‘yalanlanması’ maalesef yanlış bir yaklaşımdır. Halbuki, bu tespit üzerine Türkiye tarafından atılması gereken adım, süreci araştırmak, ilgili ülkeler ve küresel şirketlerle irtibata geçmek ve tezler doğrulandığında da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının zararının ilgili ülkeler ve şirketler tarafından tazmini için çalışmaktır.”

Fotoğraf: Greenpeace

Bilimsel açıdan bakıldığında ise ispatlanmış olumsuz bir etkiyi meşrulaştırmanın, Basel sözleşmesiyle taahhütte bulunan İngiltere gibi ülkelere sorumluluktan kaçacak açık bir kapı bıraktığı ifade edildi. Ek olarak açıklamada Türkiye tarafından yapılan açıklamanın bilimsel  açıdan geçerlilik kazanması için araştırma raporunun metodoloji belirtilerek analiz sonuçlarıyla ulusal ve uluslararası kamuoyuyla paylaşılması gerektiği dile getirildi.

Fotoğraf: Greenpeace

Greenpeace Akdeniz’in Adana’da plastik atık ithalatının çevre ve insan sağlığı üzerindeki olası etkilerini ortaya koyduğu “Atık Oyunları Raporu”ndaki bilimsel analiz sonuçlarına dayanan tespit ve uyarılarının yinelendiği açıklamada şu sözlere yer verildi:

“Greenpeace, Nisan 2021’deki saha araştırmasında, ithal edilen plastik atıkların Adana’da yasa dışı olarak çevreye döküldüğünü ve açıkta yakıldığını tespit etmişti. Bu alanlardan toplanan toprak, kül, su ve tortu örnekleri Greenpeace Araştırma Laboratuvarları‘nda bilim insanları tarafından incelendi. Analiz sonucu tespit edilen kirleticiler, tehlikeli ve çoğu toksik kalıcı etkiye sahip kimyasallardı. Tespit edilen diğer kirleticiler ve neden oldukları hastalıklar.”

Fotoğraf: Greenpeace

Greenpeace Akdeniz araştırmasında incelenen 5 farklı çöp döküm alanı, Adana’nın verimli tarım, hayvancılık ve sulama arazileri içinde yer alıyor. Adana’da Aralık ayında yapılan röportajların, konunun Adana halkı için hala güncelliğini koruduğunu gösterdiği belirtiliyor.

“Bu noktada; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yapıldığı söylenen toprak analizlerini içeren raporun, çevresel bilgiye erişim hakkı çerçevesinde kamuoyu ile paylaşılması büyük önem taşıyor” ifadelerine yer verilen basın açıklamasında son olarak şunlar aktarıldı:

“Plastik atık ithalatı, İngiltere gibi yüksek gelirli ülkelerin kendi plastik krizlerine karşı icat ettikleri orantısız bir güç oyunudur. Atık Oyunları Raporu’nun ortaya koyduğu bilimsel verilere de dayanarak belirtiyoruz; plastik atık ithalatının çevrede ve insan sağlığında bıraktığı hasarın maalesef geri dönüşü yok.

Birleşik Krallık Parlementosunda bu konuyu gündeme getirdik ve ülkemize plastik çöplerinizi göndermeyi bırakın dedik. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan da plastik atık ithalatını tamamen yasaklamasını talep ediyoruz.”

Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nden nisan ayı boyunca fidan dikme kampanyası

Mezopotamya Ekoloji Hareketi, bölgedeki ormansızlaştırma faaliyetlerine karşı ağaçlandırma çalışmasına başlayacaklarını duyurdu. Buna göre nisan ayı boyunca bölgede fidan dikme kampanyası yapılacak.

Mezopotamya‘nın uygarlık tarihindeki önemine ve coğrafi özelliklerinin insan hayatındaki önemli toplumsallaşma evrelerine fayda sağladığına dikkat çekilen açıklamada, “Bölgede yer alan ulus-devletlerin savaşlarının yıkımın sonucunda su varlıkları yok ediliyor, ormanlar yakılıp-yağmalanıyor, milyonlarca hektarlık tarım alanı zehirli hale gelip çoraklaşıyor. Savaşlar, coğrafyanın ve doğal varlıkların üstüne yürütülen tahakküm savaşına da dönüşüyor” denildi.

Basra’da sazlıklar yok edilirken, İran’da Urmiye Gölü kurutuluyor, Suriye’de ormanlar bombalanıyor.

Hapsedilen nehirlerin akış yönü ve rejimleri değiştiriliyor

Açıklamada, bölge devletlerinin enerji ve su ihtiyacının bölgedeki su ekosistemini yok ettiğine değinildi:

Dicle, Fırat, Aras ve Munzur nehirlerinin üstüne yapılan baraj ve HES’ler ile vadiler, alt-orta kuşak ormanlık alanlar, tarım alanları, yerleşim yerleri sular altında bırakıldı. Diğer taraftan akış yönü engellenerek hapsedilen su ekosistemi yok ediliyor. Doğal gaz müjdeleri sürerken, termik, jeotermal ve nükleer santral inşaları da devam etmektedir.”

Türkiye ‘de özellikle salgın süreciyle doğa talanınını derinleştiğini belirten Mezopotamya Ekoloji Hareketi, Cudi, Lice ve Bingöl’de güvenlik amaçlı ağaç kesimlerinin sürdüğünü kaydetti:

“Ağaç kesimlerine “kamu yararı” gerekçe gösterilerek; yönetmelik ve kanunlar değiştirilerek orman alanları yapılaşmaya, turizme, enerji şirketlerine tahsis ediliyor. Sadece son 3 ay içinde yüzlerce hektarlık ormanın, orman vasfı alındı.”

İklim krizinin derinleştiği bu yüzyılda yaşam alanlarının ve kültürel değerlerin yok edilmesi, yönetmeliklerle talanın meşrulaştırılması kabul edilemez.

Yakılan ve kesilen her bir ağaç için  Mezopotamya coğrafyasında
Nisan ayı boyunca fidan dikme kampanyası başlatıyoruz” diyen ekip,
tüm Mezopotamya halklarını, siyasi partileri, sivil toplum kuruluşlarını, emekçileri, kadınları, gençleri, çocukları desteğe çağırdı:

“Bulunduğumuz her yerde; evimizin bahçesinden, balkonlarımıza, sokaklarımızdan, okul bahçelerine, köylerimizden ovalara ve dağlara kadar yer, mekan gözetmeksizin ağaçlandırmaya katılmaya davet ediyoruz.”

Beypazarı’nda geyikler, akbabalar ve yöre halkı kazandı!

Ankara‘nın Beypazarı ilçesine bağlı Doğanyurt köyünde yapılması planlanan “Kalker Ocağı ve Kırma Eleme Tesisi” projesine karşı iki yıldır köy sakinleri ve sivil toplum kuruluşları tarafından mücadele veriliyor. Proje alanı zengin biyolojik çeşitliliğe sahip olmasına rağmen proje Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporundan muaf tutulmuş, köylüler ve sivil toplum kurumları bir araya gelerek bu karara karşı dava açmıştı. Bilirkişi keşfi ardından dava sonuçlandı ve Doğanyurtlular davayı kazandı. Yöre halkı ve sivil toplum kuruluşları alanın sit alanı ilan edilmesini ve projenin tamamen iptal edilmesini talep ediyor.

Doğanyurt, Türkiye’deki dört akbaba türünün aynı anda görülebildiği, geyik, vaşak, ayı ve kurt gibi 28 memeli türünün ve 21 endemik bitkinin yaşam alanı olan ender özelliklere sahip bir köy olarak biliniyor. Yöre halkının mera alanı olarak kullandığı ve doğal kaynak sularının bulunduğu bölgeyi yok edecek maden projesine karşı aralarında Doğanyurtlular Derneği, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanlığı ve Doğa Derneği’nin bulunduğu 25 kişi ve kuruluş tarafından dava açıldı. Geçtiğimiz yıl bilirkişi keşfi yapıldı. Dava sonucunda mahkeme “ÇED gerekli değildir” kararını iptal etti ve davayı Doğanyurtlular kazandı.

‘Köyümüzde maden istemiyoruz’

Köylüler tarafından mera alanı olarak kullanılan Kalker ocağı proje alanının, neredeyse köyün içerisinde yer aldığı belirtiliyor. Doğanyurtlular Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Adil Taşkıran “Köyümüzü ve kültürümüzü yok edecek bu projenin yapılmasını istemiyoruz. Geyikler, kurtlar, akbabalar bu alanda yaşıyor, besleniyor. Bizler hayvanlarımızı burada otlatıyoruz. Açtığımız dava sonucunda mahkeme tarafından verilen iptal kararı için mutluyuz. Projenin tamamen iptal edileceğine ve burayı yok edecek yeni projelerin olmayacağına inanıyoruz. Doğamızı ve kültürümüzü koruyacağız, köyümüzde maden istemiyoruz.” dedi.

‘Sit Alanı ilan edilmeli’

Beypazarı’nda 10 yılı aşkın süredir yaban hayatı araştırma ve koruma çalışmalarını sürdüren Doğa Derneği, Doğanyurt’taki maden projesine karşı davacılar arasında yer alıyor. Konuyla ilgili açıklama yapan Doğa Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dicle Tuba Kılıç, maden projesinin gerçekleşmesi halinde Türkiye’nin en kıymetli yaban hayatı bölgelerinden birinin yok edileceğini dile getirdi.

Bölgenin bir ekolojik koridor görevi üstlendiğini ifade eden Kılıç “Türkiye’de üretimin biyolojik çeşitliği koruyarak yapıldığı nadir alanlardan birisi Doğanyurt. Burası binlerce yıllık hayvancılık kültürünün yaşatıldığı bir kadim üretim havzası. Bu havzayı tehdit eden proje için ‘ÇED gerekli değildir’ kararının iptal edilmesi sevindirici. Bu kararla birlikte geyikler, akbabalar ve yöre halkı kazandı. Bölgenin doğasını geri dönüşü olmayacak şekilde yok edecek bu projenin tamamen iptal edilmesi gerekiyor. Doğanyurt hem biyolojik çeşitlilik hem de doğa tarihi araştırmaları açısından uluslararası öneme sahip bir bölge. Yapılan başvurular sonucunda bu bölgenin sit alanı ilan edilerek koruma statüsü kazanmasını bekliyoruz” dedi.

İstanbul’un deniz canlıları: Can çekişen İstanbul kıyılarının zenginliği

2021 yılının en kötü anısı nedir denirse şüphesiz Marmara Denizi’nde görülen müsilaj felaketi ilk sırada yer alacaktır. Bu felaketle denizel ekosistemlerimize ne kadar hoyratça yaklaştığımız da bir kere daha ortaya çıktı. Ekolojinin sanayici iştahına kurban edildiğinin önemli bir göstergesi olan müsilaj, denizlerle ve diğer sucul kaynaklarla olan ilişkimizin de ne kadar problemli olduğunu gösterdi. Sanayi yatırımlarının doğal kaynakları ne derece tehdit ettiğinin tek göstergesi müsilaj vakası değil tabii, ancak en önemlilerinden biridir diyebiliriz.

Marmara Denizi uzun zamandır birçok anlamda tehdit altında. Bu tehditler kıyı tahribatından, plastik kirliliğine, atık boşaltımından aşırı ve kontrolsüz balıkçılık faaliyetlerine kadar çeşitli biçim ve formlarda. Hepsini anlatmaya bu köşe yetmez. Tüm bu tehditlerin de en önemli mağduru denizel biyoçeşitlilik. Çünkü Marmara Denizi biyoçeşitliliğine dair en erken kaynaklar ile günümüzdeki durumu kıyasladığımızda ortaya dramatik bir yok oluş hikayesi çıkıyor.

Yüzyıllara yayılan biyoçeşitlilik

Bu erken kaynaklardan en ulaşılabilir olan Karekin Deveciyan efendinin “Türkiye’de Balık ve Balıkçılık” kitabı. En güncel olanı ise deniz biyoloğu ve belgeselci Dr. Mert Gökalp tarafından kaleme alınan ,”İstanbul’un Deniz Canlıları” kitabı. Zaten Mert de kitabın girişine Karekin Deveciyan’ı koyarak bir saygı duruşu sergilemiş. Bu konunun bağlamının da doğru anlaşıldığının önemli göstergesi. Çünkü şimdiye kadar Türkiye kaynaklı bu tarz kitaplar salt fotoğraflarla süslü olan birer atlas olmanın ötesine geçememiş vaziyette. Bu durumun Mert’in kitabı için geçerli olmadığını söylemek mümkün. Arkasında çok yoğun emek ve çaba olan kitap İstanbul kıyılarına dair oldukça kapsamlı bir tarihsel arka plan ile birlikte herkesin anlayabileceği dilde bir kaynak özelliğinde.

Tarihsel arka plandan kastım M.Ö 5., 6. yüzyıllara kadar giden ve İstanbul’un denizel biyoçeşitliliğine dair çeşitli izler barındıran eserlere de değinmiş. Üzerinde balık bulunan paralardan, gravürlere, eskizlerden resimlere ve tablolara kadar birçok eser İstanbul’un denizel biyoçeşitliliği perspektifinden okuyucuya aktarılmış. Yani kitap aynı zamanda bir tarihsel kaynak niteliğinde. Zaten kapsamlı derken de bunu kast ediyordum. Mert ne var ne yok bir araya getirmiş ve okuyucuya derli toplu bir kaynak olarak sunmuş.

Mert dil konusunda da klasik akademisyen/STK kitabı dilinden uzaklaşarak konunun hikayeleştirilmesini oldukça iyi başarmış. Nitekim giriş yazısı olarak verdiği “Denizin Direnişi” bölümü de konuyu doğru yerden alarak sorunun kaynağının ne olduğuna dair çarpıcı tespitlerle okuyucuya sunmuş.

Kitap oldukça geniş kapsamlı olduğu için bir hayli kalın. İçerisinde 13 farklı gruptan 331 canlı türüne ait fotoğraf ve tanımlayıcı bilgi yer alıyor. Üstelik okuyucu için büyük bir kolaylık sağlayacak şekilde her bir canlı grubu için kolayca ayırt edilebilecek bir bölüm tasarımı yapılmış. Canlı sıralaması da bilimsellik gözetilerek taksonomik seviyeler dikkate alınarak düzenlenmiş. Bu dikkati ne yazık ki akademik ders kitaplarında dahi bazen göremeyebiliyoruz.

Kitapta İstanbul için oldukça önemli anlamları olan balık türlerine özel yer ayrılmış. Bunlar lüfer, orkinos, uskumru, kolyoz ve kılıç balığı gibi kimini artık göremediğimiz kimin ise görmekte zorlandığımız türler. Bu yok oluşun nedeni ve sonucuna dair de ipuçlarını görebiliyoruz:  Boğaz kıyısında gezerken artık alelade görebileceğimiz deniz üzerindeki devasa gırgır tekneleri, müsilaj, tahribat ve daha bir sürü şey gibi…

Kitabın başlarında okurun kitabı nasıl kullanacağına ve sonunda da kitapta kullanılan terimlere dair bir de sözlük mevcut. Kısacası kitap tasarımından, içeriğindeki bilgilere ve izlediği aktarım sistematiğine kadar oldukça iyi bir kaynak kitap niteliğinde. Marmara Denizi’ni, İstanbul kıyılarını hem zenginlikleriyle hem de maruz kaldıklarıyla anlamak isteyenlerin kesinlikle sahip olması gereken bir kaynak.

Künye

Kitabın Adı: İstanbul’un Deniz Canlıları
Yazar: Mert Gökalp
İBB Yayınlar Koordinatörü: Cengiz Özkarabekir
Yayın Yönetmeni: Ahmet Bozkurt
İçerik ve Yayın Danışman: Vahit Uysal
Proje Koordinatörü: Oktay Uludağ
Editör: Tülay Özgür, Özlem Türkdoğan
Redaksiyon: Bülent Ulus
Kapak Tasarımı: Geray Gençer
Kitap Tasarımı: Erden Gümüşçü
Dil: Türkçe
Sayfa Sayısı:568
Ebat: 21,5x 26  cm
Cilt: Sert kapak
Baskı Yılı: 2022
Yayınevi: İBB Yayınları