Ana Sayfa Blog Sayfa 960

[Bir şarkının hikayesi] All Of Me/ John Legend

Tüm zamanların en iyi baladlarından birini yazabilmek ve onu kalbinin derinliklerinden gelen en içten ve samimi duygularla yorumlayabilmek için gerçekten aşık olmak gerekiyor.

Hollywood’un en güzel birlikteliklerinden biri olarak tanımlanan John Legend ve Chrissy Teigen’in aşk hikayesi, hayranları tarafından örnek gösterilen bir hikaye olmuştu. 2007 yılında, 28 yaşında olan Legend, henüz 20 yaşında genç bir model olan Chrissy ile “Stereo” adlı şarkısının müzik setinde tanışmıştı. O gün birlikte geçirdikleri 12 saat, çok uzun süre devam edecek olan romantik bir beraberliğin de başlangıcı oldu.

2013 yılında, menajerlerinden biri ona bir eposta gönderip, Beyoncé’ye “If I Were A Boy” şarkısını yazan Toby Gad ile beraber, nişanlısına hitaben bir şarkı yazması fikrini verdiğinde, Legend’ın nerdeyse 10 yıldır listelere giren hiçbir şarkısı olmamıştı. Sanatçı, en son 2004 yılında “Ordinary People” adlı şarkısı ile bu başarıyı elde etmişti. Menajeri eski bir arkadaşı idi ve Chrissy ile romantik beraberliklerini biliyordu. Ona, Billy Joel’in “She’s Always a Woman”a benzeyen tarzda bir şarkı yazmasını önermişti.

Toby Gad, Billboard Magazin’e parçanın yazılış sürecini şöyle anlatmıştı:

John ne yazmak istediğini biliyordu ve başlangıç için “all of me” sözleri zaten elindeydi. Şarkıyı yazmak üç saatimizi aldı. Sadece ikimiz vardık ve sözleri bir ileri bir geri dengeliyorduk. Bütün kelimelerin dürüstçe seçildiği çok doğal bir akış olmuştu.”

Bu romantik balad John Legend’ın piyanist köklerine tekrar dönüşü oldu.

‘Tüm mükemmel kusurları’ için aşk…

Şarkı, 4 akorluk duygusal bir piyano intro’su ile açılıyor, ardından John Legend, neredeyse şeffaf bir sesle, arka planda tekrar eden akorlara eşlik ediyordu. Geri plandaki müziğin intro olarak kullanılmış olması dinleyicinin hemen şarkının içine girmesini sağlıyordu. Parçayı dinleyen herhangi biri, sözlerini anlamasa dahi, bir aşk hikayesinin söz konusu olduğunu hissedebilirdi. Bu da John Legend’ın samimi, içten ve kalbinin derinliklerinden gelen sıcak yorumu sayesinde oluyordu.

Parça, aynı temanın işlendiği üç bölümden oluşmuştu. Bir dakika kadar süren giriş bölümünden sonra yükseklerde havada asılı kalan tek bir piyano notasının ardından şarkının kalbine giriliyordu:

“Cause all of me
Loves all of you
Love your curves and all your edges
All your perfect imperfections”

Ardından Legend falsetto tekniğini kullanarak, dinleyiciye tabiri yerinde ise damardan duygularını akıtıyordu.

Neredeyse birbirinin doğal devamı gibi akan bu üç bölümün iki kere tekrarının ardından bir köprü ile tekrar nakarata geçiliyor ve geri planda sessizleşen piyanonun eşliğinde John Legend harika bir finalle şarkıyı bitiriyordu.

10 hafta boyunca liste başı

Legend, Fuse dergisine şarkının anlamını şöyle aktarmıştı.

Şarkı birbirini dengeleyen şeyleri anlatıyor: Kaybettiğim zaman dahi kazanıyorum; kafam suyun içinde ama nefes alabiliyorum; sana kendimden her şeyi veriyorum, sen kendinden her şeyi veriyorsun. Her şeye pes ettiğiniz aynı anda, her şeyi kazanıyorsunuz ve şarkının tümünde bu tema var. Eğer aşıksanız ve birbirinize bağlıysanız, bir şeylere pes ettiğiniz zaman bile bu durumdan kazançlı çıkabiliyorsunuz”

Şüphesiz şarkıda bu kadar yoğun bir optimizm duygusu olmasında, Legend’in deyimi ile nişanlısının etkisi altında olmasının büyük rolü vardı.

Şarkının siyah beyaz videosunu çifti tanıştıran Nabil Elderkin çekti. Legend, Nabil’i seçerek bir anlamda tabloyu tamamlamış oluyordu. Chrissy Teigen’in de olduğu video, çiftin evlenmesinden kısa bir süre önce İtalya ‘da çekilmişti ve sonunda çiftin Como gölündeki düğününden kısa bir görüntü de yer alıyordu.

“All of Me”, 26 Mayıs 2014’te Pharrell Williams’ın “Happy”adlı hitini tahtından indirerek 10 hafta Amerika Bilboard Hot 100’de # 1 oldu. Ancak “En İyi Pop Solo Performansı “ dalında Grammy’yi “Happy”ye kaptırdı. Parça, 2014’ün en çok satan ve indirilen üçüncü şarkısı olmayı başardı.

Kaynakça

  • Eames T., The Story of ‘All of Me’ by John Legend, 15.10.2020.
  • London A., “All of Me” by John Legend, 26.10.2020
  • Songfacts, “All of Me”
  • Wikipedia, “All of Me”

Yeni faşizmin hedefindeki LGBTİ+lar

Amerika Birleşik Devletleri’nde şu sıralarda aynı anda birçok eyalette trans karşıtı yasalar sunulmaya ve kabul edilmeye başlandı. Bu yasalarla da  okullarda transların girdikleri tuvaletleri, yarıştıkları sporları ve diğer özlük hakları hedef alındı. Velakin Amerikalı muhafazakarların ve aşırı sağcıların tek hedefi translar olarak kalmadı. Örneğin Oklahoma trans sporculara yasaklar getirdikten hemen bir hafta sonra kürtaj hakkını neredeyse tamamen engelleyen bir yasa daha hazırladı. Florida’da ise Eyalet Meclisi, cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimlerin okullarda bahsinin herhangi bir şekilde geçemeyeceğine ilişkin bir sansür yasasını onayladı.

Orban’ın Macaristan’da Le Pen’in Fransa’da kazandığı popülerliğin kaynaklarında yalnız trans değil LGBTİ+ karşıtı söylemler de bulunuyor.  ABD’de Cumhuriyetçilerin kullandığı söylemin neredeyse birebir aynısını kullanan bu aşırı sağ figürler, toplumdaki muhafazakar kesimlerin önyargı ve nefretlerini kendilerine oy olarak devşirmeye çalışıyor. Böyle taktiklerse hiç yabancı değil.

Peki Vladimir Putin’in önce trans varlığına “insanlığa karşı suç” deyip, sonrasında bir basın toplantısında artık yalnız transfobisiyle akıllara gelen J.K Rowling’i savunmasına ne diyebiliriz? Yine Amerikan sağcıları içerisinde batının trans kapsayıcılığının Ukrayna’yı zayıf gösterdiğini ve bu yüzden Rusya’nın saldırma cesaretini bulduğunu söyleyen yorumcular da eksik değil.

Zi Faámelu.

Bu sırada işgal altında olan Ukrayna, uyum sürecine başlamış ve takipte olsalar dahi ve hatta kimliğini düzeltilmiş trans kadınları orduya almaya çalışıp kaçmaya ve kendini güvende tutmayan translara savaş içinde ayrımcılık yapmaya başladı. Zi Faámelu savaştan kaçabilmek için Romanya sınırındaki bir nehri hiç bir eşyası olmadan, her şeyini geride bırakarak yüzerek geçmek durumunda kaldı.  The Guardian’ın konuyla ilgili haberinde de röportaj veren Judis adlı trans kadın, tüm belgelerinde “kadın” yazdığı halde sınırda Ukrayna askerleri tarafından insanlık dışı muameleye maruz kaldığını anlatıyor.

Judis.

Artık şunu görüyoruz ki faşizan, sağ-muhafazakar aşırıların ana hedef ve saldırı noktalarından bir tanesi LGBTİ+’lar ve özellikle translar. Tarihi iyi bilen kimseye bu şaşırtıcı ve garip gelmemeli. Nazi’lerin yakmış olduğu kitaplar içinde ilk önce küle çevrilen eserler arasında translar üzerine yapılan araştırmalar vardı. Toplama kamplarında sayısız LGBTİ+ eziyet ve ölüm gördü. LGBTİ+ artık bir faşizm “turnusolu” haline gelmiş durumda. Bizim meselelerimiz hiç de hafife alınmayacak ve göz ardı edilemeyecek kadar hayati ve hepimiz de bir o kadar tehlikedeyiz.

Türkiye de farklı değil

Bir çok yabancı sivil kurum, son yıllarda LGBTİ+’ların ve transların hedef alındığı nefret saldırılarının arttığı yönünde istatistikler paylaşıyor ve durum da Türkiye’de farklı değil. 8 Mart’dan transları alandan atmak ve uzaklaştırmak için Feminist Gece Yürüyüşü’nü; yine translarla hiç alakaları yokken trans aktivizm üzerinden “kadınlığı, anneliği siliyor” gerekçesiyle Cumartesi İnsanları’nı hedef gösterenler bugün hep bu yabancı nefreti körükleyen gruplarla poz veriyor, etkinliklere katılıyor ayrıca hükümetle de yakın ilişkiler içine giriyor.

Fiziksel saldırıların ise sistematik bir şekilde devam ettiğini hatırlatmamız gerekiyor: Türkiye’de 2021 yazından bu yana üç trans kadını kaybettik, öldürüldüler veya ölüme sürüklendiler. Saldırılar devam ediyor, İzmir’de altından fazla trans kadın yaralandı ve en son Aydın’da yaşayan trans seks işçilerinin evleri basıldı, gözaltılar ve tutuklamalar yaşandı.

Muhalefet partileri ise LGBTİ+’lar böylesine bir tehlike altındayken sorunlarımızı görmezden gelmeye devam ediyor; “görmedik, duymadık, bilmiyoruz”u oynuyorlar. Altılı ittifak peşinde koşan CHP billboardlara cinsel yönelim eşitliği ile ilgili vaatler yazarken cinsiyet kimliğini ve dolayısıyla transları görmezden geliyor, sağ-muhafazakarla el sıkışmak için LGBTİ+’ları ancak bir manken gibi kullanıyor.

“Diğer sorunlar çözülsün, sıra size de gelir elbet” zihniyetinde olan bu güya ilerici muhalefet partiler daha Dünya’da artan LGBTİ+ düşmanlığını bırakın, bizleri şu an yerelde tehdit eden sorunlara dokunmaya aciz. Hükümet açıkça LGBTİ+’ları hedef gösterirken susanlar, bizlere artan şiddet ve tehditlerin gölgesindeyken umursamıyor bile. İnsan haklarına olan sözde bağlılıklarına ve söylemlerine ihanet etmek koltuklarını koruyacaksa bunu yapmaya dünden hazırlar. Biz bunları 80 ve 90’lardan zaten biliyoruz.

Ben bir trans kadın olarak özgürlüğüm, güvenliğim ve canımdan endişeliyim. Toplumun her kesimine sirayet etmiş korkunun üstüne siyasetten, siyasetçilerden umudu tamamen kesmiş durumdayım. Olası bir muhalefet zaferinde dahi “harcanabilir” olduğumun farkındayım. Dünyada bize karşı yasalarla ve örgütlerle harekete geçmiş nefret suçlularına karşı kime güvenebiliriz?

Artık transların da insan olduğunun, ikinci sınıf vatandaş değil, bir can olduğunun hatırlanması lazım. Bizler siyasete alet olup “harcanabilecek” “tartışılabilecek” bir konu değiliz. Bizler, insanız. Ailelerimiz, sevdiklerimiz ve hayallerimiz var. Sizler bizlere bir hayal, bir dünya borçlusunuz.

 

[Çocuklar için Yeşil Kitaplar] Ya bir koyun sürüye dahil olmak istemezse?

Sürü; hayvan toplulukları, genellikle de evcil hayvan toplulukları için kullanılan bir sözcük. Kendi bağlamında kullanıldığında sorunsuz olan bu sözcük, insan topluluklarına uyarlandığında bahsi geçen topluluk için genellikle nahoş bir varoluşu işaret ediyor. Sürünün bir çobana ihtiyaç duyması, nereye yönlendirilirse oraya gitmesi ve en önemlisi de etinden, sütünden, yumurtasından faydalanan bir sahibinin olması başlıca meseleler. Bir grup insana aslan ya da kaplan sürüsü gibi bir nitelemede bulunulması kaldı aşağılama prestijli bile gelebilir konuya muhatap gruba.

Peki evcil hayvan sürüsüne yönelik ‘sürü’ sözcüğünde insanı rahatsız eden nedir? Sorgulamadan tabi olmak, inisiyatifsiz ve itaatkâr olmak. Diğer hayvan sürülerinin sorguladığı söylenemez ama itaatkarlık; ya insanla karşılaştırıldığında hayvan sürülerinde daha az hoşgörü gösterilen bir durum ya da insana kendi kendini fark ettirme aracı. Et, süt, yumurta, kas gücü hatta post ve tüy. Yine de şu insanoğluna yaranamıyorlar. Fedakârlığın bu kadarı bazı öğretilerde vaaz edildiği gibi takdire değer bir şey değil anlaşılan.

‘Koyun olmak kolay’

Yazımıza konu olan kitabımızın adı Sürü ve İspanyol yazar Margarita del Mazo tarafından yazılmış. Yazar yukarıda bahsi geçen konulardan ‘itaatkarlık’ üzerinde durmuş daha çok ve harika bir hikâye çıkarmış bu konudan. Sürüdekilerin ‘koyun davranışları el kitabı’ olduğunu ve kitaba uymayan davranışların hoş karşılanmadığını biliyor muydunuz?

“Tek yaptığımız etrafta dolaşmak, yemek, uyumak ve başkalarının uyumasına yardım etmek…” cümleleri koyun sürüsünün bir üyesine ait ve kendisi aynı zamanda hikâyenin anlatıcısı. Anlatıcının dahil olduğu sürünün görevi hemen her gece uykusu gelmeyen Miguel’in uyumasını sağlamak. Sırayla çitin üzerinden atlıyorlar ve Miguel’in böylece uykusu geliyor. Fakat o gece hiç beklemedikleri bir şey oluyor: Bir numara gidip çitlerden atlıyor, iki numara gidip çitlerden atlıyor, üç gidiyor derken dört numaranın sırada olmadığı fark ediliyor. Dört numara herhangi bir geçerli mazeret sunmuyor. O, sadece o gece çitlerden atlamak istemiyor. Sürüdekiler toynakları ile başlarını kaşıyorlar ‘atla, atla atla’ diye bağırıyorlar ama dört numara ‘hayır hayır hayır’ diye karşılık veriyor. Bir sürü söz konusu olduğunda diğer üyelerin sıra dışı davranışları törpülemek üzere oluşturdukları baskı doğallıkla işleniyor. Okurken sürünün arkadaşları üzerinde kurduğu baskıyı yadırgamıyoruz N E D E N S E !

Herkese söyleyecekleri var

Sürüden olmakla özgür olmanın ayrımının bir adımı atmaya ya da atmamaya bağlı olduğunu gösteren Sürü kitabı son derece başarılı bir kurguya sahip. Olaylar çıkmaza girdiğinde ustaca bulunan çözüm yolları ve aşama aşama gelişen olaylar bu ustalıktan birkaç örnek sadece.

İllüstrasyonlara gelindiğinde tercih edilen çocuk çizgilerine yakınlık koyunların duygu durumlarını ihmal etmiyor, tersine güçlü kompozisyonlar kurulmasını sağlıyor ve metni destekliyor. Bu ustalıklı çizgiler Guridi’ye ait ve kitabı Türkçeye Selen Akhuy çevirmiş. Kuraldışı Yayıncılık’dan çıkan Sürü kitabının hem kurgu ve çizgileri ile hem de metinsel derinliği ile herkese söyleyecek bir şeyleri var.

Yazar: Margarita Del Mazo

Margarita del Mazo, Madrid Complutense Üniversitesi’nden hukuk diploması aldı. 1990’ların sonlarında canlı hikayeler anlatmaya başladı ve 2009’da ilk kitabı La máscara del león‘u yayınladı.  Öykü anlatımı, yaratıcı yazarlık, animasyon okuma, kukla ve tiyatro atölyelerinin yanı sıra kırsal kesimdeki devlet okullarında ve özel merkezlerde (kreşler ve enstitüler) öğretmen yetiştirme kursları veriyor.

 

Roman Diyalog Ağı’ndan Dünya Romanlar Günü bildirisi: Yılın tümünde Romanların yanında olun

Roman Diyalog Ağı (RODA), 8 Nisan Dünya Romanlar Günü ile ilgili Roman yurttaşların sorunlarını ve çözüm önerilerini aktardıkları bildirisini paylaştı.

1971 yılında İngiltere’de ilk Dünya Roman Kongresi’nin gerçekleştiği gün olan 8 Nisan ise her yıl, “Barış, refah ve dayanışma için birlik” anlayışıyla Dünya Romanlar Günü olarak kutlanıyor.

Türkiye’deki dört Roman grubu olan Rom, Lom, Dom ve Abdalları temsil eden Roman Diyalog Ağı (RODA), açıklamasında bugünün Romanların yaşamın her alanında karşı karşıya kaldığı sorunlar, sosyal dışlanma ve ayrımcılık konusunda farkındalık yaratmak bu sorunlarla mücadelede birlik ve dayanışmanın önemini vurgulamak için bir fırsat olduğunu dile getiriyor.

Romanların Türkiye’nin en büyük gruplarından biri olduğu vurgulnan bildiride, Türkiye’de dört bir yanda ayrımcılığa uğradıkları belirtiliyor:

Tarihsel ve toplumsal bir arka plana sahip önyargılar ve ayrımcılık; Romanların eğitim, istihdam, barınma ve sosyal güvence gibi temel haklarına erişimlerinde ağır sorunlarla karşı karşıya kalmalarına yol açıyor.

Bu sorunların yanı sıra yaşadıkları yoksulluk ve yoksunluk Romanların toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasi yaşama eşit olarak katılımının önündeki en büyük engeli teşkil ediyor.

Romanlar genellikle günlük güvencesiz çalışan, kağıt toplayıcılığı, çiçekçilik, seyyar satıcılık gibi sokaktaki işlerde çalışan ve geçimlerini de oradan sağlayan insanlar. Derin Yoksulluk Ağı’ndan Hacer Foggo, Romanların yoksulluğuna ilişkin şöyle diyor:

“Gıda alıyorlarsa, kiralarını ödeyemiyorlar. Kiralarını ödüyorlarsa, faturalarını ödeyemiyorlar. Sosyal yardımlar da maalesef yeterli değil.”

İlgili haber: 8 Nisan Dünya Romanlar Günü: Romanlar evsizlik riskiyle karşı karşıya, binlerce çocuk eğitim alamıyor

Çocuklar eğitime erişemiyor, işçiliğe zorlanıyor

Sıfır Ayrımcılık Derneği’nin Kasım 2021′ de hazırladığı ‘Pandemi Döneminde Roman Çocukların Eğitime Erişimi’ raporuna göre eğitime erişimde en kırılgan gruplardan biri olan Roman çocukların bu kırılganlığı pandemiyle katlanarak arttı.

Romanların oturduğu mahallelerdeki altyapı yetersizlikleri ve ısınma, su, sağlık, ulaşım masraflarının karşılanmasını zorlaştıran yoksulluk  çocukların eğitime erişimini engelleyen nedenlerden. 

Yoksulluk, çocukların işgücüne atılımını zorlarken, rapora göre eğitimden kopuş, kız çocuklarının erken yaşta evliliklerini artırıyor.

RODA, bildiride, “Roman çocuklar maddi olanaksızlıklar yüzünden çok erken yaşta okul sıralarını terk etmeye mecbur bırakılıyor. Okula devam etme şansı bulan az sayıdaki Roman çocuk ise, bu yoksulluk döngüsünü kırmaları için son derece önemli olan “kaliteli” eğitim alamıyor, okul sisteminde de önyargılarla başa çıkmak zorunda kalıyor” diyor.
Yine Dernek tarafından hazırlanan, COVID-19’un Türkiye’deki Roman topluluğu üzerindeki sosyoekonomik etkilerinin araştırıldığı çalışmada şu ifadelere yer veriliyor:
Roman kesimin ağırlıklı çoğunluğu güvencesiz, niteliksiz ve düşük gelirli işlerde çalışmalarını sürdürmektedir. Bu da beraberinde gelecek nesli de kuşatan bir yoksulluk sarmalı yaratmaktadır.
Böylesi bir ortamda çalışan bir ebeveynin çocuklarının iyi eğitim almaları ihtimali çok düşüktür, ki ayrıca çocukların hane gelirine katkı sağlamak için çalışma hayatına sokulması yolunda da bir baskı doğmaktadır.
Dolayısıyla yeni kuşak düşük beşerî sermaye ile hayata başlamakta ve onlar da kendilerine ebeveynleri gibi güvencesiz, niteliksiz ve düşük gelirli işlerde yer bulabilmektedirler.

Bu sarmalın yapısal reformlar yapılmadan kırılabilmesi pek mümkün gözükmemektedir.

İstihdamda ayrımcılık, yüzde 77 işsizlik

Türkiye’de Roman Toplulukları ve Yoksulluk Araştırması’na göre, Romanlar, ortalama %77.5 ile tüm kırılgan gruplar arasındaki en yüksek işsizliğe sahip gruplardan.

Bildiride, “İş piyasasında da karşı karşıya kaldıkları önyargılar ve ayrımcılığın da etkisiyle, istihdam olanaklarına eşit şekilde erişemiyorlar. Bulabildikleri işler genelde geçici nitelikte, düşük ücretli, güvencesiz ve ağır işler oluyor” deniyor.

Toplumdan tecrit ediliyorlar

Romanların çoğunluğunun kenar mahallelerde, standart altı evlerde yaşamalarını sürdürdüğü ifade edilen bildiriye göre, akan çatılar, rutubet, duvarlarda hasar, pervazsız kapı ve pencereler olağan ev koşullarından. Evlerin kışın ısınması, yazın serin tutulması başka bir sorun. Kentsel dönüşüm barınma sorununa çare getirmesi gerekirken, yerinde iyileştirme yapılması gerekirken, bazı yerlerde mekansal dışlanmanın bir ifadesi olarak tezahür ediyor.

Romanların yaşam alanları, kültürleri, mahalle kültürü içerisinde var olan toplumsal ve dayanışma ilişkilerini de tahrip ediyor. Şehrin dışındaki yerlere yerleştirilip toplumun geri kalanından tecrit ediliyor.

Yaşam beklentileri ortalamadan 10 yıl daha az

RODA, nesiller boyunca protein ve vitamin açısından zengin gıdalara erişimde sıkıntı yaşayan bu kesimin, artran fiyatlarla bakliyatı da öğünlerinden çıkardığını, temelde hububat temelli gıdalarla karnını doyurduğunu bildiriyor:

İyi beslenememe, standart altı evlerde barınma, ağır yaşam koşulları ve yoksulluk, sağlık göstergelerine yansıyor.

“Romanların ortalama yaşam beklentisi ülkemizdeki ortalama yaşam beklentisinin yaklaşık 10 yıl altında. Solunum yollarına ilişkin rahatsızlıklar çocuklarda yaygın olarak görülüyor, kronik hastalıklar yirmili yıllarda başlıyor, yaşla beraber ağırlığı artıyor.”

RODA, Romanların toplumsal yaşama eşit yurttaşlar olarak katılımının önündeki en büyük engelin ve yukarıda sıralanan sorunların altında yatan ana sebebin, karşı karşıya kaldıkları önyargılar ve bu önyargıların yol açtığı ayrımcılık olduğunu belirtiyor:

“Özellikle medyada yer alan ayrımcı ifadeler, Romanlar gibi kırılgan grupların daha da dışlanmasına yol açarken, önyargıları da pekiştiriyor.

Maalesef önyargılar ayrımcılığın ötesinde, kimi yerde nefret söylemine dönüşüyor. Nefret söylemi konusunda da yeterince önlem alınmıyor. Bu suçu işleyenler yaptıklarıyla kalıyor.”

İlgili haber: Yılmaz Vural Çingene değil ama biz hepimiz #Çingeneyiz – Hacer Foggo

Romanlar somut çözümler istiyor

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, son yıllarda Romanların kültürüne, tarihine ve sosyal sorunlarına yönelik ilginin arttığına ve taleplerimizin bir kısmının yetkililer tarafından dikkate alınmaya başladığına tanık oluyoruz.

Ancak, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar ve normlarla belirlenmiş, anayasa ve yasalarla güvence altına alınmış olan eğitim, barınma, istihdam, sağlık, sosyal güvence ve kamu hizmetlerine erişim gibi haklarımız konusundaki taleplerimizin hemen hepsi hala çözüm bekliyor diyen Roman Diyalog Ağı, şu sorunlara yönelik çözüm üretilmesi konusunda somut adımlar atılmasını istiyor:

  • Romanlara yönelik nefret söylemleri, sosyal dışlama ve ayrımcı tutumların önlenmesine ilişkin yasal mevzuat oluşturulması ve bu tür vakaların önlenmesine yönelik var olan yasal yaptırımların uygulanması,
  • Eğitimden istihdama, sağlıktan barınmaya ve önyargılarla mücadeleye kadar yaşamın tüm alanları kapsayan Romanlara yönelik gerçekçi ve bütüncül toplumsal içerme politikalarının ve stratejiler geliştirilmesi; bunların eylem planları ve önlemlerle, gerekli bütçenin de ayırarak hızla uygulamaya koyulması,
  • Pandeminin yol açtığı sorunlardan en ağır şekilde etkilenen Romanlara yönelik sosyo-ekonomik destek paketlerinin oluşturulması,
  • Başta eğitim, politika ve medya alanlarında olmak üzere, Romanlara ilişkin resmi anlatı ve söylemlerin, demokratik toplum, insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri kapsamında ve bu ilkeleri güçlendirecek şekilde pozitif bir çerçevede yansıtılması,
  • Romanlara ilişkin her türlü destek programı, politika, strateji ve eylem planının hazırlama, uygulama, izleme ve değerlendirme süreçlerinde Romanların katılımının sağlanması ve görüşünün alınması,
  • Ülkemizin kültürünün bir parçası olan Roman kültürü konusunda farkındalığın ve görünürlüğün artırılması.

Altı maddede Romanların yanında olmak

RODA’nın insan haklarına duyarlı kişilerden ve kamuoyundan da şunları beklediğini açıklıyor:

  • Romanlara yönelik önyargılarınız ve kalıp düşüncelerinizi sorgulamanızı,
  • Romanların maruz kaldığı nefret söylemi, sosyal dışlanma ve ayrımcılık konusunda sesinizi çıkarmanızı,
  • Romanların tarihi, sosyal ve kültürel yaşamlarıyla, yaşadıkları ekonomik ve toplumsal sorunlara ilişkin bilgilenmenizi,
  • Romanların ayrımcı tutumlara maruz kaldığına tanık olduğunuzda, onların yanında yer almanızı,
  • Roman toplumuyla ilgili konularda karar almadan önce, onları karar süreçlerine katılmanızı,
  • Sadece 8 Nisan Dünya Romanlar Günü’nde ya da 6 Mayıs Hıdırellez’de değil, yılın tümünde Romanların yanında olmanızı bekliyoruz.

Romanlar Günü kutlandı

Romanlar, Türkiye’de Dünya Roman Günü etkinlikleri düzenledi.

Akdeniz Roman Dernekleri Federasyonu‘nun Mersin’de düzenlediği etkinlikte Roman müzisyenler sahne aldı. Programda Roman kültürünü yansıtan oyunlar oynandı, şarkılar söylendi.

Çeşme Romanlar Derneği de ilçede yürüyüş düzenledi. Bando eşliğindeki düzenlenen yürüyüşe; Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran, Çeşme Belediyespor Kulübü Başkanı Hüseyin Gültekin de katılarak destek verdi.

Çeşme Romanlar Derneği Başkanı Kemal Hüner ve dernek üyeleri, gerçekleştirilen yürüyüş sırasında çarşı esnafına ve vatandaşlara karanfil verdi. Çarşı esnafı ve vatandaşlar da onların Dünya Romanlar Günü’nü kutladı.

İzmir’de bir kreş ve meslek edinme kurslarının da bulunduğu Roman Araştırma Merkezi’nin açılışı Romanlar Günü’nde yapıldı. Şarkılar söylenen açılışa, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve CHP İzmir milletvekili Milletvekili Özcan Purçu da katıldı.

AB fonları Romanlar için kullanılmadı

CHP İzmir milletvekili Özcan Purçu, “8 Nisan Dünya Romanlar Günü”nün Türkiye’de de Dünya Romanlar Günü olarak kabul edilmesi için kanun teklifi verdi.

Türkiye’de Romanlar Günü ilk kez geçen yıl Resmi Gazete’de yayımlanan  genelgeyle resmi olarak 8 Nisan’da kutlanmaya başlandı. 

Purçu ise “Bu önemli hususun yasalaşması gerekir. Genelge ile ülke yönetmeyi demokrasi açısından doğru bulmuyoruz” dedi. Purçu, genelge yayınlanmış olmasına rağmen hala her yıl bu konuda  TBMM Başkanlığına sunduğu kanun tekliflerinin, AKP ve MHP oylarıyla reddedildiğini hatırlattı. 

TBMM’de konuşma yapan vekil, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2016-2021 yıllarını kapsayan Roman Strateji Belgesi ve Eylem Planı kapsamında hükümetin yürütmekle yükümlü olduğu projelerin, hiçbir saha çalışması yapılmadan masa başında hazırlandığını söyledi. Purçu, “Projenin yürütülmesi görevini WYG adlı bir İngiliz şirkete verdiler. Romanların paralarını o İngiliz şirketine verip ‘Alın bu Roman projesini yürütün’ dediler. Haram zıkkım olsun” ifadelerini kullandı.

Projenin AB tarafınan finanse edildiğinin altını çizen Purçu,  “AK Parti hükümeti bu dönemde Roman mahallelerine bir çivi bile çakmadı. Bunu herkes biliyor. Yalnız bilmedikleri başka bir şey daha var insanların. Bu paralar nerede? Milyon euroları kime peşkeş çektiniz?” şeklinde konuştu.

Ayrımcılığa karşı kanun teklifi

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da 8 Nisan Romanlar Günü’nde her türlü ayrımcılık, eşitsizlik, ötekileştirme ve dışlanmaya karşı kamu politikalarının oluşturulması için ‘Sosyal İçerme Kurumu’ kurulu oluşturulmasını içeren bir kanun teklifi verdi.

Tanrıkulu‘nun teklifinin amacı ‘kamu kurum ve kuruluşlarını; sosyal dışlanma ile mücadele ve sosyal içerme ile ilgili konularda üniversiteler, yerel yönetimler ve konu ile ilgili sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve uluslararası kuruluşlar arasında iş birliği ve koordinasyonu sağlamaktan sorumlu tutmak” olduğu açıklandı.

Ukrayna’da tahliye için tren istasyonunda bekleyen siviller füzeyle vuruldu: 39 ölü

Ukraynalı yetkililer, Ukrayna’nın doğusundaki Donetsk bölgesinde bulunan Kramatorsk şehrinde tren istasyonunda tahliye edilmek için bekleyen sivillerin üzerine iki füze atıldığını, onlarca kişinin öldüğünü ve yaralandığını duyurdu.

Donetsk bölge valisi, ilerleyen saatlerde ilk belirlemelere göre ölenlerin sayısının 39’a çıktığını, yaralanan 87 kişinin çoğunun ağır yaralı olduğunu duyurdu. Ukrayna’nın devlet demiryolları şirketinin başkanı Oleksandr Kamyshin ise ölenlerden ikisinin çocuk olduğunu açıkladı.

Rusya Savunma Bakanlığı ise Kramatorsk’taki saldırıdan Rusya’nın sorumlu olduğu yönündeki haberleri “provokasyon” olarak nitelendirdi.

Kramatorsk Valisi Pavlo Kyrylenko, saldırı sırasında binlerce sivilin tren istasyonunda olduğunu, bu kişilerin Ukrayna’nın daha güvenli bölgelerine tahliye edilmek üzere trenlere binmek için beklediğini yazdı.

Şehir Konseyi, “Ruslar kasıtlı olarak sivillerin tahliyesini engellemeye çalışıyor” dedi. Ancak yerel yönetim, tahliyelerin devam edeceğine söz verdi. Ukrayna demiryolu servisi de saldırının ardından ülkenin doğusundan tahliyelerin yakınlardaki Sloviansk‘tan devam edeceğini söyledi.

Rusya bir süredir kuzey bölgelerinden çekilerek doğu ve güneye yöneliyor. Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba, ayrılıkçı Luhansk ve Donetsk bölgelerinden oluşan Donbas’taki çatışmaların 2. Dünya Savaşı’nı andıracağını ve Rusya’nın yaptığı hazırlıklara bakıldığında bunun “yerel bir operasyonla sınırlı kalmayacağını” söyledi.

Zelenski, dün yaptığı bir konuşmada, haftalardır bombalanan güneydoğudaki kenti Mariupol‘deki yıkımın ölçeğinin daha da büyük olacağı konusunda uyardı:

“Orada hemen hemen her sokakta, dünyanın Rus birliklerinin geri çekilmesinden sonra Buça‘da ve Kiev bölgesindeki diğer kasabalarda gördüğü şeyin aynısı var.”

Zelenski ayrıca, Mariupol’daki Rus kuvvetlerinin, sivilleri Ukrayna kuvvetleri öldürmüş gibi göstermek için hazırlanmaya çalışabileceğini de söyledi.

Fotoğraf: Zohra Bensemra / Reuters

Ukrayna liderinin Buça’ya göre “çok daha vahim bir durumda olduğunu” söylediği Kiev banliyölerinden Borodyanka‘da da yüzlerce kişinin saldırılarda hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Şimdiye kadar bir enkazın altından 26 cansız beden çıkarıldı.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Slovakya Başbakanı, Kiev’i ziyaret edeceklerini söyledi. Rus güçlerinin çekilmesinin ardından Kiev’de hayat görece normale dönüyor.

Rusya’nın BM İnsan Hakları Konseyi üyeliği askıya alındı

Öte yandan Rusya, Buça ve Kiev’in diğer banliyölerinde artan vahşet kanıtlarına yanıt olarak Batılı ülkeler tarafından uygulanan yeni yaptırımlarla karşı karşıya.

Avrupa Birliği bugün, kömür ithalatı yasağının yanı sıra yüksek profilli Ruslara ve Devlet Başkanı Vladimir Putin‘in iki kızına yönelik yaptırımları içeren beşinci yaptırım paketini resmen onayladı.

Avrupa Komisyonu, AB ülkelerinin şimdiye kadar yaklaşık 30 milyar Euro değerindeki Rus ve Belarus varlıklarını dondurduğunu söyledi. Ayrıca değeri 196 milyar Euro’yu aşan işlemleri de engelledikleri belirtildi.

Fotoğraf: Andrew Kelly / Reuters

Buça’daki katliam görüntülerinin ardından New York’ta yapılan oylamada Birlemiş Milletler (BM) Genel Kurulu, Rusya’nın İnsan Hakları Konseyi üyeliğini askıya alma kararı verdi. Üyeliğin askıya alınması lehinde oy kullanan 93 ülkeden biri Türkiye oldu. Rusya, Kuzey Kore ve Suriye ise oylamayı kınadı.

Kremlin sözcüsü Dmitri Peskov dün verdiği bir röportajda Rusya’nın önemli asker kayıplar yaşadığını ve bunun ülkesi için bir trajedi olduğunu söyledi.

Microsoft, Rus ordusunun istihbarat koluna bağlı bir grubun faaliyetlerini engellemek için ABD‘deki bir mahkeme emri aldığını söyledi. Microsoft, siber casusluk grubunun medya kuruluşları da dahil olmak üzere Ukrayna kurumlarını, ABD ve Avrupa’daki düşünce kuruluşlarını hedef aldığını ifade etti.

Soma davasında karar onandı: Sorumlu patron toplam yedi yıl yatacak

Yargıtay 2014’te 301 işçinin hayatını kaybettiği maden patlamasına ilişkin davada, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi‘nin verdiği kararı düzelterek oy çokluğuyla onadı.

Independent Türkçe‘den Can Bursalı‘nın haberine göre, Daire Başkanı Ahmet Er ve üye Nadir Güngüneş karara şerh düşerek madenin patronu Can Gürkan’ın olası kastla öldürme suçundan yargılanması gerektiğini belirtti.

Er ve Güngüneş‘in görüşüne göre, sanıklar 301 kez öldürme ve 167 kez yaralama suçundan binlerce yıl hapis cezasına çarptırılmalıydı.

Onamaya karar veren üç Yargıtay üyesi, verilen ilk bozma kararından sonra daireye atanmış ve sanıkların olası kastla öldürme suçundan cezalandırılmalarına yönelik kararı da bozmuştu.

İlgili haber: Soma’da heyet değişti, Yargıtay kendi verdiği kararı bozdu

Karar ile Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden yapılan yargılamada 16 Haziran 2021 tarihli duruşmada madenin patronu Can Gürkan‘a verilen 20, Türkiye Kömür İşletmeleri Baş Kontrolörleri Adem Ormanoğlu ve Efkan Kurt‘a verilen 12 yıl 6 aylık hapis cezası onandı.

Ormanoğlu ve Kurt‘a verilen iki yıl süreyle kontrol teşkilatı başmühendisliği görevini yapma yasağı kararı ise bozuldu.

2020 yılındaki infaz düzenlemesinden yararlanan Can Gürkan, yaklaşık iki buçuk yıl daha hapis yatacak.Gürkan’a verilen 20 yıl cezanın infazı yarı yarıya indirilerek 10 yıla düşürülecek.

Üç yıl denetimli serbestlik ve Gürkan’ın hapiste kaldığı dört buçuk yıl da düşülünce cezanın 2 yıl 6 aylık infazı kalacak.

Buna göre ceza onanırsa patron Gürkan, toplamda yediyıl hapiste kalmış olacak. Gürkan, 301 madencinin her biri için sekiz gün hapis yatmış olacak. Gürkan’ın yurtdışına çıkış yasağı da bulunmuyor.

Olası kastla öldürme suçunun içi boşaltıldı

Karara muhalefet şerhi koyan başkan Ahmet Er, Can Gürkan’ın maden ocağındaki yüksek riski bilmesine rağmen ‘olursa olsun’ mantığı ile hareket ettiğini ve bu nedenle olası kastla öldürme suçundan cezalandırılması gerektiğini belirtti.

Üye Nadir Güngüneş ise, patron Gürkan’ın ihmallerine rağmen olası kastla öldürme suçundan cezalandırılmamasının, Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yer alan olası kastla öldürme suçunun içini boşaltacağını ve başka bir olayda bu suçlamayla ceza verilemeyeceğini ifade etti.

Ne olmuştu?

Soma’da 13 Mayıs 2014’te meydana gelen patlamada ölen 301 madencinin ardından başlayan adli süreçte “olası kasıtla öldürme” suçundan işverenler yargılanmıştı.

Mahkeme heyeti, aralarında Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın da bulunduğu tutuklu beş sanık için 15 yıldan 22 yıla kadar, dokuz tutuksuz sanık için de altı yıldan on yıla kadar hapis cezası verilmesine karar vermişti.

Beş üyesinden üçü değiştirilen Yargıtay 12. Ceza Dairesi, Gürkan’ın ‘yangın riskinin yüksek olduğunu bilerek, havalandırmaya dair gerekli teknik altyapıyı oluşturmadan ve iş güvenliği önlemleri almadan üretimin arttırılmasını hedeflediği’ sonucuna vararak, 30 Eylül 2020’de kararı bozdu.

Sanıkların, ‘bilinçli taksirle ölüme neden olma’ suçundan Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden yargılanmasına kanaat getirildi.

Çağdaş Hukukçular Derneği, açıklamasında “Yedi yıldır adalet aranan bu mahkeme önünde aileler hırpalandı, avukatlar sürüklendi, gözaltına alındı. Değiştirilen heyetler, Yargıtay’da dosyaya atanan bürokratlar bu katliama tekrar ortak oldu” demişti.

İlgili haber: Soma Davası’nın avukatlarından Can Atalay: Karar eksik, yanlış ve kabul edilemez
İlgili haber: Soma’da madencilerden eylem: İş kazaları, tazminat ve emeklilik sefaleti

Boğaziçi’nde direnişin 460. günü: Can Candan görevine döndü

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin nöbetinin 315., Boğaziçi direnişinin 460. gününe gelindi. Basının alınmadığı, çevresinde polisin ağır silahlarla devriye gezdiği, her köşesinin kameralarla, özel güvenlik güçleri ve sivil polislerce denetlenmeye çalışıldığı, girişlerine yüksek demir parmaklıkların yerleştirildiği kampüste nöbetlerine devam eden akademisyenler burada bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.

16 Temmuz 2021’de AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanan rektör Prof. Dr. Naci İnci tarafından görevinden alınan Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Film Çalışmaları Programı öğretim görevlisi ve belgesel sinemacı Can Candan‘ın, 4 Nisan’da görevine geri döndüğüne değinilen açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Hak yerini buldu ve sevgili meslektaşımız Can Candan olması gerektiği gibi görevine geri döndü. Can hocamızın öğrencilerinin devam eden mağduriyetlerinin son bulması için bu dönem vermekte olduğu derslerinin resmi olarak tanınmasını talep ediyoruz.”

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İlke ve Stratejileri

Açıklamada ayrıca Boğaziçi Üniversitesi’nin atanmış yönetimi tarafından üniversitenin internet sitesine eklenmiş olan ve AB projelerine başvurularda zorunlu tutulan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İlke ve Stratejileri” metnine de değinildi.

Metnin İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) senatosunun daha önceki bir tarihte hazırlamış ve duyurmuş olduğu bir belgenin birebir kopyası olduğu ortaya çıktı. Buna ilişkin olarak açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Kopyalamada, metnin bazı yerlerinde Enstitü ibaresi yerine Üniversite sözcüğünün yerleştirilmesinin bile ihmal edilmiş olduğu, her kurumun özel şartlarına göre hazırlanması gereken bu belgenin tamamıyla başka bir kaynaktan, atıfsız olarak alındığı görülüyor. Durumun akademisyenler tarafından fark edilmesi üzerine Naci İnci yönetimi, belgenin girişine metnin İYTE belgesine ‘dayandırıldığı’ konusunda bir not ekleyerek yapılan toptan alıntıyı tırnak içine alma girişiminde bulundu; yönetim üniversite içinden gelen açıklama taleplerine ise herhangi bir yanıt vermedi.”

‘Atanmış rektörlüğün lakayt iş görme pratiği, yalnızlığı ve çaresizliği’

“LGBTİ+ Kulübü’nün adaylık statüsünü kaldıran, Türkiye üniversiteleri arasında öncü konuma sahip Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu’nu işlevsizleştirip ofis koordinatörü Cemre Baytok’u işten çıkaran yönetim, bu intihal girişimiyle üniversitemiz adına utanç verici bir adım daha atmış oldu” ifadelerinin kullanıldığı açıklamada konuya ilişkin olarak şunlar aktarıldı:

“Konunun uzmanı hocalarımızın daha önce hazırlamış olduğu cinsel taciz odaklı politika belgesinin dikkate alınmaması ve kurumumuzun toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda edindiği tüm birikimlerin yok sayılması, katılımcı yönetim anlayışına sırt çeviren atanmış rektörlüğün lakayt iş görme pratiğinin, yalnızlığının ve çaresizliğinin bir ifadesidir.”

Marmara Üniversitesi’nin Anadolu Hisarı Kampüsü’ne taşınma kararı

YADYOK sekreterliğinin bu hafta çalışanlarına göndermiş olduğu, 1 Ağustos 2022 itibarıyla Hazırlık biriminin Marmara Üniversitesi‘nden alınmış olan Anadolu Hisarı Kampüsü’ne taşınacağına dair açıklamaya dair ise şu ifadeler kullanıldı:

“Birim çalışanlarının taşınma konusundaki tüm çekincelerine, itirazlarına ve istişare taleplerine rağmen gönderilen bu buyurgan mesaj, mevcut rektörlüğün dayatmacı yönetişim anlayışının bir başka tezahürüdür. Öğrencilerimizin nitelikli bir dil eğitimi almasını mümkün kılan Hazırlık biriminin yok sayılarak, eğitim koşullarına, yurt ve lojman ihtiyaçlarına dair ciddi fizibilite çalışmaları yapılmadan alındığı anlaşılan bu karar, hocaların ve öğrencilerin yaşamlarına yapılmış ani ve keyfi bir müdahaledir, kabul edilemez.”

‘Patili dostumuzun hatırası her zaman bizimle olacak’

Açıklamada hayatını kaybeden Beşiktaş da unutulmadı:

“Bu hafta bültenimizi patili dostlarımızdan birini anarak sonlandırmak istiyoruz. 14 yıldır ortak bir yaşam alanını paylaştığımız, Güney Kampüs’ün sakinlerinden, nöbetlerimizin müdavimi, hepimizin Rasta’sını, namıdiğer Beşiktaş’ı bu hafta sonsuzluğa uğurladık. Hatırası her zaman bizimle olacak.”

 

Pink Floyd, 28 yıl sonra Ukrayna için yeniden stüdyoya girdi

Dünyaca ünlü müzik grubu Pink Floyd, Ukrayna savaşına karşı bir protesto şarkısı kaydetmek için 1994’ten bu yana ilk kez tüm üyeleriyle stüdyoya girdi.

“Hey Hey Rise Up” (Ayağa Kalk) isimli şarkıya, grup üyeleri David Gilmour, Nick Mason, basçı Guy Pratt klavyede Nitin Sawhney‘in yanı sıra, Ukraynalı Boombox grubunun solisti Andriy Klivnyuk‘un sesi eşlik ediyor.

Klivnyuk‘un Kiev‘de Rus güçlerine karşı savaşırken Birinci Dünya Savaşı sırasında yazılmış bir protesto marşı olan ‘The Red Viburnum In The Meadow’u söylerkenki Instagram görüntüleri, Gilmour’a ilham kaynağı oldu.

Parça, Kivirnuk’un’in Sofiyskaya Meydanı‘ndaki Instagram gönderisinden alınan vokalleri kullanıyor ve adı, bu şarkının ‘Hey, hey, ayağa kalk ve sevin’ olarak tercüme edilen son satırına atıf yapıyor.

Şarkının açılış koro bölümleri de Ukraynalı Veryovka Halk Şarkısı ve Dans Topluluğu tarafından yapıldı.

Gilmour, şarkının “barışçıl bir ulusu işgal eden bir süper güce duyulan öfkenin” bir gösterisi olduğunu ve aynı zamanda Ukrayna halkı için bir moral ve barış için bir çağrı olarak da tasarlandığını belirtti.

Gilmour, daha önce birlikte konser verdiği Boombox grubu üzerinden Kilivnyuk’a ulaştığında, Klivnyuk çatışma sırasında havan topuyla yaralandığı için hastanede yatıyordu.

Gilmour, Rus saldırganlığı karşısında “Batı‘nın güçsüzlüğünü çıldırtıcı bulduğunu, ancak ülkeye karşı devam eden yaptırımları desteklediğini” söyledi:

“En çok acı çekenlerin Rusya‘daki sıradan insanlar olması utanç verici olsa da yaptırımlar böyle işliyor. Ülkede yaratılan hoşnutsuzluk umarım bir noktada bir tür rejim değişikliği yaratacaktır.”

Tüm geliri Ukrayna’ya insani yardım için bağışlanacak olan şarkı için Gilmour BBC’ye verdiği demeçte, Ukraynalı  gelini Janine Pedan‘ın şarkı için Ukrayna’nın ulusal çiçeği ayçiçeğiyle bir çalışma yaptığını da ekliyor.

 

Piyasaya 120 milyon varil petrol sürülecek

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) dün, Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgalinin ardından yükselen petrol fiyatlarını kontrol altına almak için stratejik rezervlerinden 120 milyon varil ham petrol ve petrol ürünleri sürme kararına katkıda bulunacak ülkelerin listesini yayımladı.

Rusya hariç olmak üzere 31 sanayileşmiş ülkeden oluşan IEA‘nın, ABD ile birlikte hareket eden üyeleri tarafından alınan piyasaya petrol sürme kararı ile piyasaya bir ay içerisinde ikinci kez koordine şekilde petrol sürülecek.

İlgili haber: Birleşik Krallık’ın yeni enerji stratejisi açıklandı: Daha fazla nükleer, petrol ve gaz

Dünya’nın aktardığına göre; karar, IEA’nın da bugüne kadar gerçekleştirdiği beşinci petrol sürme kararı olma özelliğini taşıyor.

ABD’nin Mart sonunda aldığı stratejik rezervlerinden bugüne kadar görülen en büyük miktarda petrolü serbest bırakma kararının ardından, bu karar ile IEA’nın ABD dışındaki üyeleri de aynı nitelikte bir karar almış oldu.

İlgili haber: Rusya, ‘dost olmayan’ ülkelere doğal gaz ve petrolü rubleyle satmaya karar verdi

Petrol fiyatları 14 yılın zirvesini gördü

Ukrayna’yı işgal eden Rusya’ya başlatılan ekonomik yaptırımlar petrol fiyatlarını 14 yılın zirvesine taşımıştı.

Küresel petrol fiyatları LCOc1, CLc1, ABD’nin petrol sürme kararından bu yana art arda iki hafta boyunca gerilerken Brent ham petrolünün varil fiyatı yaklaşık 10 dolar gerileyerek 100 doların altına düştü.

İlgili haber: Rus petrolü terk ediliyor: ABD’den ambargo, İngiltere ve AB’den çıkış planı

IEA, üye ülkeler tarafından altı aylık sürede piyasaya sürülmesi taahhüt edilen petrol miktarının 120 milyon varile ulaştığını açıkladı.

Türkiye de katkı sağlayacak

60 milyon varil piyasaya sürme taahhüdünde bulunarak en büyük katkı sağlayan ülke olan ABD‘yi, 15 milyon varil ile Japonya izledi.

Karara katkı sağlayan diğer başlıca ülkeler arasında Güney Kore, Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere bulunuyor.

İlgili haber: Avrupa Rus gazından çıkmak için ABD gazına geçiyor: Kısa görüşlü bir güvenlik önlemi

Rezerv serbest bırakma kararına Türkiye de üç milyon varil petrol veya petrol ürünüyle katkıda bulunacak.

Petrole ayrılan bütçe iklim krizine karşı mücadele için ne ifade ediyor?

Finansal düşünce kuruluşu Carbon Tracker‘in hazırladığı rapora göre, son fiyat artışları, daha fazla potansiyel projenin kısa vadede kazançlı yatırımlar olarak görünmesi anlamına gelebilir. Ancak analiz, bu projeler başladığında fosil yakıtlara olan talebin azalmaya başlayabileceğini ve yatırımcılar ve iklim kampanyacıları için bir “kabus senaryosu” yaratabileceğini öne sürüyor.

İlgili haber:Fosil yakıtlara artan talep iklim hedeflerine darbe indirebilir

‘Fosil yakıt yatırımlarının uzun vadeli olması mümkün değil’

Küresel ekonomi, 2020’de Covid-19 salgınının tetiklediği ekonomik yavaşlamadan yavaş yavaş çıkıyor. Petrol ve gaz talebi de güçlü bir şekilde toparlandı ve bu da küresel gaz arzı daralmasına, enerji piyasasında fiyatların fırlamasına yol açtı.

Dün 98,41 dolara kadar gerileyen Brent petrolün varil fiyatı, günü 100,58 dolar seviyesinde tamamladı. Brent petrolün varil fiyatı, bugün saat 09.30 itibarıyla kapanışa göre yüzde 0,80 artışla 101,38 dolar oldu. Mart’ta 130 dolarları gören petrol fiyatı son yedi yılın zirvesine oturdu. Gaz fiyatları da Avrupa ve Asya’daki pazarlarda tüm zamanların en yüksek seviyelerine ulaşarak yaşam maliyeti krizini körükledi.

Buna karşın Carbon Tracker, artışın uzun vadeli bir fosil yakıt yatırımının çok uzun sürmesinin pek mümkün olmadığına işaret ediyor. Raporda hükümetlerin iklim taahhütleri, elektrikli araçlara ve yenilenebilir enerjiye hızlı geçişle birleştiğinde, 2020’lerin sonlarından itibaren 2040’a kadar petrol talebini keskin bir şekilde aşağı çekeceği öngörüsünde bulunuluyor.

Carbon Tracker’ın petrol ve gaz başkanı ve raporun ortak yazarı Mike Coffin, “Gaz için aynı aşırı yatırım hikayesini görebilirsiniz” dedi. Coffin,  Petrol ve gaz şirketleri ile onların yatırımcılarına, mevcut piyasa fiyatlarına dayalı olarak yeni fosil yakıt projelerine uzun vadeli yatırımlar yapma “cazibesine direnme” tavsiyesinde bulundu.

Carbon Tracker analisti ve raporun baş yazarı Axel Dalman ise şunları söyledi:

“Şirketler yüksek fiyatları, daha fazla arz yatırımına işaret eden devasa bir neon tabela olarak görebilirler. Ancak, petrol sağlayan projelerle devam ederlerse bu bir kabus senaryosu haline gelebilir.”

2021’de atmosferdeki metan gazı yoğunluğu tarihin en yüksek seviyesinde: Karbondioksit seviyelerinde de büyük sıçrama var

ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA), insan kaynaklı küresel ısınmaya karbondioksitten sonra en büyük ikinci katkıda bulunan sera gazı olan metan gazı seviyelerinde rekor bir yıllık artış gözlemledi. Atmosferdeki metan seviyeleri art arda iki yıl en yüksek seviyelere ulaştı.

NOAA‘nın ön analizi, 2021’de atmosferik metandaki yıllık artışın, sistematik ölçümlerin başladığı 1983’ten bu yana kaydedilen en büyük yıllık artış olan milyarda 17 parça (ppb)’ ya ulaştığını gösterdi. 2020’de de bu artış 15.3 ppb idi.

2021’de atmosferik metan seviyeleri ortalama 1.895.7 ppb ve sanayi öncesi seviyelerden yaklaşık %162 daha yüksek. NOAA’nın gözlemlerine göre, 2021’deki küresel metan emisyonlarının 1984-2006 döneminden %15 daha yüksek olduğu tahmin ediliyor.

CH4 (metan) eğilimi: Bu grafik, 1983’ten beri deniz yüzey alanlarından belirlenen, küresel ortalama, aylık ortalama atmosferik metan varlığını göstermektedir. (NOAA Küresel İzleme Laboratuvarı)

Karbondioksit seviyeleri de tarihsel yüksek oranlarda artmaya devam ediyor. 2021 yılında küresel karbondioksit yüzey ortalaması, 2020 ortalamasına göre 2,66 ppm artışla milyonda 414,7 parça (ppm) oldu.

Bu, karbondioksitin milyonda 2 parçadan fazla arttığı ardı ardına onuncu yıla işaret ediyor ve  izlemenin başlamasından bu yana 63 yıldaki en hızlı artış oranını temsil ediyor.

CO2 (karbondioksit) eğilimi: Bu grafik, 1980’den bu yana deniz yüzeyi sahalarında küresel olarak ortalama alınan aylık ortalama karbon dioksit varlığınıgösterir. (NOAA Küresel İzleme Laboratuvarı)

NOAA Yöneticisi Dr. Rick Spinrad, “Verilerimiz küresel emisyonların hızlı bir şekilde yanlış yöne gidişinin devam ettiğini gösteriyor” dedi.

Spinrad, şunları söyledi:

“Kanıtlar tutarlı, endişe verici ve inkar edilemez. Halihazırda var olana uyum sağlamak ve gelecek olanlara hazırlanmak için iklim krizine hazır uluslar inşa etmemiz gerekiyor.

Sorunun nedeni olan sera gazı kirliliğini ele almak için gereken acil ve etkili eylemi ertelemeyi artık göze alamayız.

Karbondioksit en büyük iklim değişikliği tehdidi olmaya devam ediyor

Metan seviyelerinde devam eden artışın nedeni hakkında bilimsel tartışmalar devam ederken karbondioksit kirliliği her zaman insan kaynaklı iklim değişikliğinin birincil itici gücü.

Geçen yıl insan faaliyetleri sonucu atmosfere tahmini 36 milyar ton karbondioksit, yaklaşık 640 milyon ton da metan salındı. Metanın atmosferde kalma süresi yaklaşık dokuz yıldır, bugün yayılan karbondioksitin bir kısmı ise gezegeni binlerce yıl ısıtmaya devam edecek.

CO2 verileri: Bu grafik, 1959’da izlemenin başlangıcından bu yana, küresel olarak ortalama deniz yüzeyi verilerine dayanan yıllık ortalama karbondioksit artış oranlarını gösterir. Yatay çizgiler, artı oranının on yıllık ortalamalarını gösterir. (NOAA Küresel İzleme Laboratuvarı)

NOAA Küresel İzleme Laboratuvarı kıdemli bilim insanı Pieter Tans, karbondioksit emisyonlarının etkisinin kümülatif (birikimsel) olduğunu söylüyor:

“1911’deki T Model Ford emisyonlarının yaklaşık yüzde 40’ı bugün hala havada. Sanayi Devrimi‘nin başlangıcında atmosferde bulunan karbondioksit miktarını ikiye katlama yolunu yarıladık.

Karbondioksit, atmosferde metandan çok daha uzun süre kalırken, metan atmosferde ısıyı hapsetmek konusunda kabaca 25 kat daha güçlü ve bu yüzden iklim değişikliği hızı üzerinde kısa vadeli önemli bir etkiye sahip.

Birçok metan kaynağınını kontrol etmek ise bugün teknik olarak mümkün.

Atmosferdeki metan gazı; fosil yakıt üretimi, taşınımı ve kullanımı, sulak alanlardaki organik maddelerin çürümesi ve inekler gibi geviş getiren hayvanların sindirimi gibi birçok farklı kaynak tarafından salınıyor.

Yıllık metan artışlarındaki değişikliklerden hangi belirli kaynakların sorumlu olduğunu belirlemek zor ve karmaşık ancak bilim insanları, fosil yakıt üretiminin ve kullanımının, toplam metan emisyonlarının kabaca yüzde 30’una katkıda bulunduğunu tahmin ediyor. Bu endüstriyel metan kaynaklarının yerini saptamak ve mevcut teknolojiyi kullanarak kontrol etmek de nispeten kolay.

Spinrad, “Metan emisyonlarını azaltmak, yakın vadede iklim değişikliğinin etkilerini ve ısınma oranını hızla azaltmak için şu anda kullanabileceğimiz önemli bir araç. Metanın, dünya çapında her yıl 500 bin erken ölüme neden olan yer seviyesindeki ozon gazı kirliliğine de katkıda bulunduğunu unutmayalım” dedi.

Colorado Üniversitesi’ndeki Arktik ve Alp Araştırmaları Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen kararlı karbon izotopik analizine dayanan önceki NOAA metan araştırması, sulak alanlarda tarım veya geviş getiren hayvanlar gibi biyolojik kaynakların, 2006 sonrası metanartışlarının birincil itici gücü olduğunu ortaya koydu.

NOAA bilim insanları, biyolojik metandaki bu artışın, tropik sulak alanlar üzerinde daha fazla yağmur yağması sebebiyle oluşan ve büyük ölçüde insanların kontrol etme yeteneğinin ötesinde olacak bir geri besleme döngüsünün ilk sinyali olabileceğinden endişe duyuyorlar.

NOAA’nın Küresel İzleme Laboratuvarı’nda çalışan Xin Lan, “Fosil metan emisyonlarını azaltmak, iklim değişikliğini hafifletmek için gerekli bir adım” dedi:

“Ancak atmosferdeki karbondioksit emisyonlarının aşırı uzun ömürlü olması, değişen iklimin en kötü etkilerinden kaçınmak istiyorsak, fosil yakıt kirliliğini mümkün olan en kısa sürede agresif bir şekilde sıfıra indirmemiz gerektiği anlamına geliyor.”