Ana Sayfa Blog Sayfa 896

Çatalağzı: Kömürün nefesi

Video-Haber/Fotoğraflar:  Gürcan ÖZTÜRK

Kurgu: Yuva Uğur CUYA

*

Yöre halkının deyimiyle “termik patlama”yı gözümüzle görmek, etkilerini anlamak/anlatmak, santrallerin gölgesindeki yaşama tanıklık etmek için Zonguldak’ın Çatalağzı beldesindeyiz.

Zonguldak’ın dar, bol çukurlu ve virajlı yollarını aşarak Kilimli ilçesine bağlı, beldeye ulaştığımızda sabah güneşi çoktan doğdu ama kasabaya ulaşamıyor kirlilikten dolayı… Her daim gece, güneşin sarısı ve kömürün siyahı çökmüş beldeye.

Sahipsiz ve her an terk edilmeye hazır bir ruh hali var şehirde…

Bakımsız bir şehir ve yorgun insanları…

Çatalağzı’nda dağlardan denize uzanan vadiye art arda kurulan termik santraller, komşusu Muslu halkıyla birlikte, yöre insanına, yaşamı cehennem kılıyor adeta. Prof. Dr. Hakan Kutoğlu, yüzey sıcaklığında 4 derece artış tespit ettikleri beldede, deniz suyu sıcaklığının da 5 derece arttığını belirtiyor. Santrallerin sadece biri, bir günde denizden içindeki canlılarla birlikte 3 milyon metreküp suyu çekiyor ve kullandıktan sonra zehirli suyunu Karadeniz’e geri bırakıyor. Bilim insanlarınca, dünyada sıcaklığın 2 derece artışının küresel bir felakete yol açacağı uyarılarını sık sık duyduğumuz bir dönemde, buradaki termik santraller,  havayı, suyu, toprağı ve insanları yıllardır, herkesin gözleri önünde zehirliyor…

Zonguldak Çevre Koruma Derneği Başkanı Ahmet Öztürk, beldeyi çepeçevre saran termik santrallerin hikayesini şöyle anlatıyor:

“Çatalağzı’nda 1947 yılında faaliyete geçen ve özelleştirme yoluyla Bereket Enerji’ye devredilen, 300 MW gücündeki iki üniteli bir santral (ÇATES) varken, 2009 sonrasında adeta ‘termik patlama’ yaşandı. O tarihlerde hükümetçe “Batı Karadeniz Enerji Üssü” ilan edilen bölgede, Eren Enerji Elektrik Üretim A.Ş., ilkin 160 MW’lık tek üniteli bir santral kurdu. Yöre insanının kömüre yatkınlığını da bir avantaj olarak kullanan şirket, yatırımlarına hız verdi. 2010 yılında, aynı yerde, 2X615, 2013’te de 2X700 MW’lık santralleri faaliyete geçirdi ve toplamda eriştiği 2 bin 790 megavatlık dev güçle, Türkiye’nin kömüre dayalı en büyük santral parkını kurdu. Şirket, bununla da yetinmedi, kendisinin dördüncüsü olacak 700 MW gücündeki tek üniteli santral için daha başvurdu”.

Öztürk, “şirketlerin, Çatalağzı-Muslu beldesi sınırları içindeki, yaklaşık 1,5 kilometrelik dar vadideki santral hırsının bitmek bilmediğini” ifade ediyor:

“2X150 MW gücündeki ÇATES’i özelleştirme yoluyla devir alan ELSAN Holding’e bağlı Bereket Enerji, mevcut santralinin hemen yanına, bu kez, 650 MW gücünde, tek üniteli santral için müracaat etti. İnceleme Değerlendirme Kurulu (İDK) toplantısı sonrasında süreci durdurulan bu santralin ÇED görüşmeleri sürerken, bu kez bir başka şirket, Demir Madencilik A.Ş. devreye girdi. Mevcut santrallere ilave olarak, deniz kenarındaki Ömerağzı sahilinde 160 megavat gücünde termik santral ve kül barajı projesi için başvuruda bulunan Demir Madencilik, projesini yerli kömüre göre şekillendirerek, ELSAN ve Eren Holding’den bir adım öne geçti. Ankara’da yapılan İDK toplantısında yeşil ışık yakılan ÇED raporu nihai halini alarak bakanlık onayına gönderildi. Ancak bu projeye de son anda bakanlıktan onay çıkmadı. Şayet bu projeler de yaşama geçseydi, bölgede yanan yıllık kömür miktarı 15 milyon ton gibi dudak uçuklatacak bir rakama ulaşacaktı. Tüm kömür havzasında üretilen kömürün en iyimser rakamla yılda 1,5 milyon ton olduğu düşünülürse, yalnızca Çatalağzı-Muslu bölgesinde havzada üretilenden 10 kat daha fazla kömür yanacaktı”

Çatalağzı’nda şu anda dört termik santral bulunuyor ve bunların da yedi ünitesi çalışır durumda. Türkiye’de ise üretim yapan 26 kömürlü termik santral mevcut, yenileri de sırada.

Önemli kısmı halen özelleştirme kapsamında olan ve özelleştirilen termik santrallere entegre çevre izni alabilmeleri için gerekli baca gazı filtreleme, arıtma tesisi, atıksu arıtma üniteleri ve atık depolama sahaları inşa etmeleri veya yenilemeleri için 2013’te Elektrik Piyasası Kanunu’na geçici bir madde eklenerek ek bir muafiyet süresi tanınmıştı.

2019’un aralık ayında sürenin bitmesi üzerine, TBMM’den muafiyetin 2.5 yıl daha uzatılması için bir yasa geçirildi. Yasa, çevre örgütleri, hukukçular ve vatandaşların büyük tepkisine neden olunca, 2020 ocak ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından veto edildi ve ve ülke genelindeki filtresiz santraller mühürlenmeye başlandı.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/filtresiz-termik-santraller-teker-teker-muhurleniyor/

Haziran 2020’de geçici izin belgesi (GFB)  alarak tekrar işletmeye sokulan Çatalağzı termik santrali, süresi 08.06.2021’de bittikten üç ay sonra 02.09.2021’de çevre iznini aldı. Aradan geçen süre için uygulanması gereken idari yaptırımların hayata geçirilip geçirilmediği ise bilinmiyor.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/ozellestirilen-13-termik-santral-kirletmeye-devam-ediyor/

Ancak ek süre tanınmamasına rağmen ‘Çevre İzin ve Lisans Yönetmeliği’nin hukuka aykırı uygulamaları ve ‘Atıkların Düzenli Depolanmasına Dair Yönetmelik’te yapılan değişikliklerle Çatalağzı’ndakiler dahil, diğer tüm kömür santrallerinin çevre yatırımları tamamlanmadan çalıştırılmasına göz yumulduğu iddia ediliyor.

Temiz hava hakkını talep eden vatandaşlar ise yaşam alanlarının korunmasını talep etmeye devam ediyor.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/termik-santraller-icin-yapilan-gecici-duzenleme-cevre-mevzuatini-yok-saymaya-devam-ediyor/

Kent tarihçisi Yüksel Yıldırım, yapılan ilk termik santralde yerli taş kömürü kullanılmasına rağmen son yıllarda bunun tamamen değiştiğini ve düşük kaliteli ithal linyit kömürün kullanılmaya başlandığını belirtiyor. Kömürün boşaltılması için bir de liman yapılmış ve doğal kumsallar, su altı yaşamı ve canlılık yok olmuş.  Yıldırım şunları söylüyor: “Bölgedeki ailelerde en az bir kanser hastası var. Üzülerek söylüyorum. En yakın örneği benim. Benim ailemde 2 kanser hastası var. Benim dedem maden işçisiydi. Burada ki, bir sürü insanın yakını maden işçisidir. Dedem, maden hastalığından, 67 yaşında vefat etti. Yerin altında 20 seneye yakın çalıştı, yerin üstünde 3 sene yaşayamadı.”

Bunun nedenlerini de Dr. Melike Yavuz anlatıyor:

“Kömür yakan termik santrallerin, çevresinde yaşayan insanların sağlıklarına olan en önemli etkisi havadaki toksik gazlar ve tozlardan kaynaklanıyor. Özellikle kükürtdioksit. Kömürlü termik santrallerde kömürün yakılması sonucu ortaya çıkan oldukça toksik bir gaz. Bunun dışında azotdioksit en çok havayı kirletiyor ve asit yağmurları şeklinde yağarak hem toprağı hem suyu hem de üzerimize yağarak solunum sistemimize çok ağır toksik etkileri oluyor”.

“Bacalardaki filtrelerin kesinlikle kullanılması gerektiğine dikkat çeken Dr. Yavuz, “Elektrostatik filtre dediğimiz toz tutucu hem de azotdioksit ve kükürtdioksiti tutmak için kullanılan filtreler var. Bunlar maliyetli filtreler, takılması ve kullanılması için elektrik gücü gerektiği için elektrik kullanımından kaynaklı bir maliyet yaratıyor. Ancak bir miktar da olsa, zehirli maddelerin havaya ve çevreye yayılmasını engelleyebiliyorlar. Bunlar bile sadece  belirli kirleticileri tutabiliyor. Halbuki bir çok zehirli madde salınıyor. Özellikle kömürün içinde arsenik, kadmiyum, cıva gibi ağır metaller var ve bunların yanması nedeniyle tutma olanağımız yok.”

Prof. Hakan Kutoğlu da filtre kullanımındaki “maliyet” nedeniyle kuşkularını dile getiriyor:

“Çatalağzı-Ereğli bölgesinde, Türkiye ortalamasının 4-5 kat fazla oranında azotdioksit miktarının atmosferde bulunduğunu tespit ettik ve bunu izleme imkânına da sahibiz. Çatalağzı’nın, Zonguldak’a göre düşük nüfuslu olmasına rağmen, ona göre  4-5 kat daha fazla  azotdioksit kirlenmesine maruz kalması çok düşündürücü. Birtakım ekonomik sıkıntılar nedeniyle baca filtrelerinin kullanımında da sıkıntılar var. Filtre kullandığınızda enerji üretiminde verimlilik kaybı oluyor, bu da karlılık oranını düşürüyor.”

Zonguldak’ın “enerji üssü” olacağı kandırmacasıyla bölgenin harap edildiğini ancak özelleştirmeler sonucu ihaleleri alan firmaların sahadan bir kürek bile kömür çıkarmadığını anlatanAhmet Öztürk şöyle konuşuyor:

“Firmaların bir kısmı ihale sözleşmesinde belirtilen miktarda kömür olmadığı, aldatıldıkları gerekçesiyle sahaları terk ettiler, ama hepsi  ceplerindeki elektrik üretim lisansını hayata geçirmek için harekete geçti. Bunlardan en önemlisi, Çatalağzı-Muslu bölgesinde, Eren Holding. Amasra-Bartın bölgesinde de Hema’nın santral faaliyetleri başladı. Çatalağzı Termik Santrali ÇATES de yılda yaklaşık 2 milyon ton kömür yakılıyor. Bu ciddi anlamda kirlilik kaynağı. Çatalağzı-Muslu bölgesinde, yurtdışından getirilen kömürlerin yakıldığı bir termik santral bloğu oluşmuş durumda.  Zonguldak kömür havzasında yılda 1 milyon ton kömür üretilirken, sadece Eren Holding 1 yılda 8 milyon ton kömürü yurtdışından getirerek buradaki santrallerde yakıyor.

Termik santraller havamızı kirletiyor, termik santraller sularımızı kirletiyor, termik santraller toprağımızı kirletiyor, termik santraller ormanlarımızı tahrip ediyor. Termik santraller yarattığı kirlilikle sağlığımızı tehdit ediyor. Bunu da, kentte artan kanser vakalarıyla görebiliyoruz.”

Çatalağzı sakinlerinden Mehmet Gökçen ise atık kül havuzlarına dikkat çekiyor:

“Atık kül havuzu sağlığımızı bozuyor.  Her yıl çok sayıda kişi kanser hastası oluyor bu köyde. Burası kül havuzuna döndü, özellikle yazın yaşanmayacak bir köy haline geldi. Bu küller bayağı tozuyor ve güneşi göstermeyecek şekilde, köyün üzerinde bir sis oluşuyor.  Bu kül havuzunun sekiz metre daha yükseltileceği söyleniyor.

Buradan bir yere gitme şansımız yok. Alsınlar köyümüzü de başka bir yer versinler bize. Yoksa kanser olup öleceğiz bu köyde…”

Mehmet Balcı’nın derdi ise kendinden önce arıları:

“Yıllardır evimin bahçesinde arıcılık yapıyorum… Bu santral kurulduktan sonra, arılarım da ballarım da azaldı… Benim arılarım Kafkas ırkı dayanıklı ama komşularımın arıları çok öldü… Geçen sene 16 kovan arım burayı terk etti… Çünkü bu termik santral bozulmuştu, o kadar çok ses çıktı ki, arılarım kaçtı. Zararımı karşılayacaklardı ama karşılamadılar.”

Kaliforniya’da kuraklık ve susuzlukla mücadele: Metan emisyonlarını da azaltacak bir ‘Kompost Yasası’

Inside Climate News‘ten Grace van Deelen‘in bu makalesi, Yeşil Gazete tarafından (derlenerek) çevrilmiştir.

*

ABD‘nin Kaliforniya eyaletinde yerel yönetimler, kompostu çiftçiler için daha erişilebilir hale getirerek su tasarrufuna ve kuraklıkla mücadeleye yardımcı olacak.

Ancak şehirlerin ve özel atık yönetimi şirketlerinin yeşil atıklara ayak uydurabilecekleri net değil.

Metan ve diğer “süper kirleticilerin” emisyonlarını azaltmak için 2016 yılında kabul edilen 1383 sayılı Senato Yasası, Kaliforniya’daki yerel yönetimlerin çöp sahasına gönderilen yeşil atık (gıda ve bahçe artıkları) miktarını  2025’ten önce yüzde 75 oranında azaltmasını gerektiriyor.

Eyalet, 2025’te yürürlüğe girecek olan yeni bir kompost yasası uyarınca organik atıkları azaltmaya başladı, atık yönetim ortamını değiştirdi ve kompostu hem çiftçiler hem de şehirler için daha erişilebilir hale getirdi.

Çiftçiler, kompost hacmindeki artışın, kompost kullanımını daha ucuz hale getireceğini ve daha sık görülen kuraklıklar karşısında Kaliforniya çiftliklerinde iklim direncini artırmaya yardımcı olabileceğini söylüyor.

Bununla birlikte, şehirlerin ve özel atık yönetimi şirketlerinin artan yeşil atık hacmine ayak uydurup uyduramayacaklarını zaman gösterecek.

Yemek artıkları gibi yeşil atıklar diğer çöplerle birlikte çöp sahasına gönderildiğinde çürüyor ve 20 yıllık bir süre içinde karbondioksitten yaklaşık 80 kat daha güçlü bir sera gazı olan metan gazını üretiyor.

Ancak bu tür organik atıklar düzenli depolama yerine kompost tesislerine gönderildiğinde, bu metan yakalanıp atmosfere salınmak yerine bir enerji kaynağı olan “biyogaz” olarak kullanılabilir.

Biyogaz, araçlaragüç veya elektrik sağlamak için kullanıldıktan sonra, kalan organik maddeleri kompost şirketleri, ekinlere uygulamak üzere çiftçilere satabilir.

Toprak sağlığı ve su tasarrufunu artırıyor

Organik maddenin kompost olarak toprağa geri döndürülmesi, toprak sağlığını ve mahsul verimini artıran önemli besin maddeleri sunar.

Dixon’daki Casbar Çiftlikleri‘nde çalışan Mike Barrett, çiftliğinin kompostu esas olarak mikrobiyal faydalar için kullandığını söylüyor ve  çiftliklerinin gübre uygulamalarını yaklaşık yarı yarıya azaltabildiğini de ekliyor.

Çiftçi ve agronomist Bob Schaffer, kompost kullanmanın bir çiftlikte uzun vadeli toprak sağlığını sağlayabileceğini ve komposttaki besinlerin çiftçilerin daha az gübre ve diğer girdileri satın almasına izin verdiğini söylüyor: “Kompost, toprakla yaptığımız her şey üzerinde çok güçlü bir etkiye sahip”

Ancak çiftçilik için kompost kullanmanın başka bir önemli faydası daha var: Çiftçilerin su kullanımlarını azaltmasına yardımcı olmak.

Kompost yoluyla toprağa daha fazla organik madde sokmak, toprağın suyu tutmasına yardımcı olur ve toprak sıcaklığını soğutur.

Ek olarak, daha fazla organik madde içeren toprağın sızdırma hızı daha yüksektir, bu da suyun, topak içinden daha hızlı hareket ettiği ve bitkilerin bu nemi almak için daha az enerji kullandığı anlamına gelir.

Kompostlanmış toprak da suyu daha etkili bir şekilde tutar, bu da çiftçilerin ürünlerini daha az sıklıkta sulayabileceği anlamına gelir.

Kaliforniya’nın atık yönetimini denetleyen ajansı CalRecycle’a göre, eyalette şu anda üretilen tüm kompost toprağa uygulansaydı, su tutma kapasitesi yaklaşık 14 milyar litre artacaktı.

Barrett, “Su kullanımımı çok büyük oranda azaltması da önemli değil, her küçük adım yardımcı olur” diyor.

California, on yıl içinde ikinci aşırı kuraklığını yaşıyor. Ulusal Kuraklık Azaltma Merkezi’ne göre, Kaliforniya’nın çoğu şu anda “şiddetli” ila “olağanüstü” bir kuraklık yaşıyor ve Nisan ayında Güney Kaliforniya yetkilileri bir su kıtlığı acil durumu ilan etti.

Schaffer, iklim değişikliği kötüleştikçe ve aşırı kuraklıkları daha yaygın hale getirdikçe, çiftçilerin uyum sağlamasının bir yolu olarak kompostun “kritik” bir strateji olduğunu söylüyor.

Schaffer ve çiftçilik endüstrisinde çalışanlar, 1383 no’lu yasanın kompost fiyatını düşüreceğini ve daha fazla çiftçinin kompostu kullanmasını sağlayarak nihayetinde eyalet çapında kuraklığa karşı direnci artıracağını umuyor.

Yasanın gerekliliklerinin, bu tesislerden geçen ve daha sonra eyaletteki çiftçilere sunulan kompost hacminde büyük bir artışa neden olması bekleniyor.

California, Oregon ve Washington’da sekiz kompost tesisi işleten Agromin ve Recology gibi organik geri dönüşüm şirketleri de çözümün bir parçası olmayı umuyor.

Recology temsilcisi Robert Reed, bu şirketlerin hizmetlerini genişletmelerine yardımcı olmanın yanı sıra, yeşil atık akışının su tasarrufuna da yarıdm edeceğini belirtiyor.

Eğitim ve finansman gerekliliği

Bununla birlikte eyaletin önündeki ilk zorluk, yeşil atıkları çöplüklerden ayrıştırmayla ilgili masraflar ve bunun lojistiği.

1283 no’lu yasa, finanse edilmeyen bir yetki sunuyor: Bu, yasayı uygulamak için desteklenmedikleri halde, buna uymamaları halinde para cezasına çarptırılacağı anlamına geliyor.

Sonuç olarak şehir yönetimlerinin, mevcut bütçeler yoluyla sosyal yardım, eğitim ve atık ayırma için yeni yöntemleri finanse etmesi bekleniyor.

Güney San Francisco Bayındırlık Departmanı‘nın yönetim analisti Marissa Garin, “Hepsinin bir maliyeti olduğunu ve yönetimin bunu çözmeye çalıştığını” aktarıyor.

Güney Kaliforniya’daki Irvine temsilcisi Kristina Perrigoue‘ye göre, en büyük işlerden biri, vatandaşları atıklarını nasıl düzgün bir şekilde ayıracakları konusunda eğitmek:

“Çoğu sakin, yiyecek atıklarını diğer çöpleriyle birlikte atmaya veya yiyecek atıklarını çöp öğütücülerine atmaya alışkın” dedi.

Pasadena Çevre Programları Müdürü Gabriel Silva, sakinlere yeni arka bahçe kompost kutuları sağlayarak ve kompostun faydaları üzerine atölyeler düzenleyerek atık ayırma davranışını değiştirmeyi umuyor:  “Bu zaman alacak bir şey çünkü aslında onlardan eskisinden çok farklı bir şey yapmalarını istiyoruz.”

Şehirlerin uğraştığı diğer bir gereklilik, yasadaki, yeşil atıklarından oluşturulan kompostun önemli bir bölümünü – bazen yılda binlerce ton – geri satın almalarını gerektiren hüküm.

Silva, geri alınacak bu kompostun parklarda, ekim yataklarında ve diğer peyzajlı alanlarda kullanılabileceğini; satılabileceğini veya şehir sakinlerine geri verilebileceğini söylüyor. Cain, bu durumun şehirlerin su faturalarından tasarruf etmesine de yardımcı olabileceğini ve şehir sınırları içinde kompost kullanımını teşvik edebileceğini de belirtiyor.

Ancak Garin, Güney San Francisco’nun şehir içinde geri satın almak için gerekli olacak tüm kompostu kullanmasının “hiçbir yolu” olmadığını söylüyor  ve çözüm olarak, şehrin bu kompostu bölgedeki çiftçilere verecek olan San Mateo İlçesi Kaynak Koruma Bölgesi ile ortaklık yaptığını ifade ediyor:

“Hem hedefimize ulaşıyoruz hem de çiftçilerin bu kompostu kullanmasına yardım ediyoruz.”

Güney San Francisco’nun atık nakliyecisi Scavenger Company’nin sürdürülebilirlik müdürü Teresa Montgomery, yeni kompost gereksinimlerinin sayısız çevresel faydası olmasına rağmen, eyalet hükümetinin yerel yönetimlere “ağır bir yük yüklediğini” söylüyor.

Şehirler, yükümlülükleri sağlamak için gerekli finansmanı alabilirse, iklim faydalarının da peşinden geleceğine inanılıyor.

Muğla Valiliği’nden yangın tedbirleri: 24 ormanlık alana giriş yasaklandı

Muğla Valiliği, orman yangınarına karşı alınan bir dizi önlemi duyurdu.1 Haziran’dan 31 Ekim’e kadar uygulanmak üzere Datça, Milas, Bodrum, Ortaca, Fethiye gibi ilçelerede bulunan 24 orman sahasına giriş ve bu sahaların çevresinde piknik yapmak yasaklandı. 

Muğla Kent Ormanı ve tescillenmiş piknik ve ‘mesire yerleri’ ise yasaktan muaf tutuldu; turizm ve spor faaliyetleri de gerekli izinler alınarak yapılabilecek.

İlgili haber: Ormanlar neden yanıyor?

Türkiye‘de son on yılda çıkan yangınlarda 226 bin 845 hektar ormanlık alan zarar gördü: Bu kaybın 139 bin 503 hektarı, yani yüzde 61’i 2021 yazındaki büyük orman yangınlarında gerçekleşti.

Öte yandan, yangınlar devam ederken “hurda” denilerek kullanılmayan  THK yangın söndürme uçaklarının  bu yıl orman yangınlarında kullanılacağı da açıklandı.

İlgili haber: Yangın bölgesinde Bakan Bekir Pakdemirli’ye tepki: Devletin bir tane uçağı yok mu?

Kamp ve anız yakma da yasak

Getirilen yasaklar şöyle:

  • Mahalli makamlarca izin verilen alanlar dışında il genelinde çadır ve kamp kurmak,
  • Orman ilişiği olmayanlar da dahil mahallelerde, anız, bağ, tarla temizliğinden meydana gelen dal ve bitkileri yakmak,
  • Karayolları güzergahlarında arabayla seyir halindeyken yola sigara, cam, şişe vb gibi çöpler atmak,
  • Söz konusu alanlarda yanıcı-tutuşturucu madde, inşaat atıkları, cam, patlayıcı madde bırakmak,
  • Söz konusu alanlarda sürek avı yapmak,
  • Orman içi ve kenarında bulunan tesislerde ki etkinliklerde havai fişek, dilek balonu, parlayıcı ve patlayıcı maddeler kullanılması

yasaklandı.Yalnızca belirtilen yerlerde piknik yapması istenen vatandaşlara ‘dumansız mangal’ tavsiye edileceği ve bırakılan çöplere karşı denetim yapılacağı da belirtildi.

İlgili haber: Marmaris’te ‘Yanan ormanlardaki ekokırım faaliyetleri son bulsun’ imza kampanyasına zabıta müdahelesi

Tesislere önlem zorunluluğu

Önlemler kapsamında belediyelere ve orman kenarlarında bulunan tesislere birtakım yükümlülükler getirildi bölgelerde devriye ve denetimin sıklaştılıacağı açıklandı.

Orman civarında faaliyet gösteren tüm tesisler, olası yangına karşı ekipler kuracak ve orman ile tesis arasında koruma bandı kuracak.

Bölgede faaliyet gösteren TEİAŞ, TEDAŞ ve ADM Elektrik enerji şirketleri, özellikle orman içinden geçen hatlarının bakımlarını yenileyecek ve istenilirse bu hatlarda enerjiyi kesecek.

İlgili haber: Çevre örgütlerinden Dünya Orman Günü’nde ‘Rantı değil ormanı koru’ çağrısı

Belediyeler, orman kenarlarındaki depo ve çöp toplama merkezlerinde orman ile arasına koruma bandı kuracak ve olası riske karşı dozer, kepçe gibi makineleri hazır bulunduracak.

Yangın ihbarları, 112 Acil Hattı‘ndan ücretsiz şekilde yapılabilecek.

İlgili haber: İkizköylülerden bilirkişi keşfi öncesi Akbelen Ormanı’nı koruma çağrısı

 

‘Yeni Zekeriya Öz’ diye eleştirilen Akın Gürlek, Adalet bakan yardımcılığına getirildi

Resmi Gazete’de yayımlanan atama kararlarına göre Akın Gürlek, Adalet Bakanlığı Bakan Yardımcılığına atandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla bakan yardımcısı olan Gürlek, CHP Milletvekili Enis Berberoğlu hakkındaki  Anayasa Mahkemesi (AYM) kararını tanımayan mahkeme başkanı olarak da biliniyor. 

Ayrıca Akın Gürlek, HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, HDP’li eski vekil Sırrı Süreyya Önder, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi avukatlarla, gazeteci Canan Coşkun, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı hakkında hükmettiği hapis cezalarıyla biliniyor.

‘Yeni Zekeriya Öz’

Gürlek, Enis Berberoğlu hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararına da aykırı hüküm vermiş, bu kararının ardından HSK tarafından birinci sınıf hakim yapılmıştı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Berberoğlu kararının ardından Gürlek’e yönelik olarak “yeni Zekeriya Öz” eleştirisinde bulunmuştu. Kılıçdaroğlu’nun 20 Ekim 2020 tarihinde Meclis’teki grup toplantısında kullandığı sözler nedeniyle İstanbul 24. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Akın Gürlek’in açtığı tazminat davasını kaybettiği bildirilmişti. Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik, Gürlek’in davayı kaybettiğini şu sözlerle duyurmuştu:

“Enis Berberoğlu hakkında Anayasa Mahkemesi’nce verilen kararı tanımayan, kamuoyunun da bildiği birçok hukuksuz karara imza atan, tam da bu nedenlerle Genel Başkanımızın; ‘yeni Zekeriya Öz’ eleştirisine muhatap olan İstanbul ACM Başkanı Akın Gürlek hüsrana uğradı! Genel Başkanımızın 20 Ekim 2020 tarihli Grup toplantısındaki eleştirileri nedeniyle İstanbul 24. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmış olan Akın Gürlek bugün yapılan duruşmada davayı kaybetti!”

DİAYDER ve İBB teftişi

Öte yandan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik İçişleri Bakanlığı tarafından yöneltilen iddiaların yer aldığı Din Alimleri Derneği (DİAYDER) iddianamesinin kabul edildiği İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olan Gürlek,  bu davayla da biliniyor. 

Danıştay üyeleri seçildi

Adalet Bakanlığı Bakan Yardımcısı olan Uğurhan Kuş ise Danıştay üyesi oldu. 

Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Genel Kurulu kararı da Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre HSK Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Levent Barış Tüfenkci, Konya Bölge İdare Mahkemesi Daire Başkanı Kenan Balan ve Ankara İdare Mahkemesi Başkanı Nurten Çolakoğlu, Danıştay üyeliğine seçildi. 

MUÇEP’ten Köyceğiz’de yapılaşmaya tepki: Göl kenarı ve ormanların niteliği değiştirilmeye çalışılıyor

Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Köyceğiz Meclisi, Köyceğiz Gölü kıyıları ve günlük (sığla) ormanlarında yapılaşmanın önünü açılmasına karşı bir basın açıklaması yaptı.

Açıklamada, kıyıların rant merkezi haline getirmesine tepki gösterilerek, duruma göz yuman Belediye‘ye halkın yanında yer alma çağrısı yapıldı.

MUÇEP adına açıklamayı okuyan Hüseyin Erol, Köyceğiz’de kaçak ve plansız yapılaşmanın, kamusal alanları talan etme, madencilik faaliyetleri, ormanların tahrifatının yanında Köyceğiz Gölü kıyıları ve günlük ormanlarında yapılaşmanın önünü açmak, kıyıları rant merkezi haline getirmek için faaliyetlerin başladığının görüldüğünü söyledi.

Evrensel‘in aktardığına göre Erol, “Köyceğiz Gölü, günlük ormanları, sazlık alanları, yaylaları, dereleri, pınarları, verimli toprakları ile ülkemizde yaşayan her bir vatandaşın ortak değeridir. Bizlerin yaşam alanlarıdır, doğamızda yaşayan her canlının evidir” açıklamasını yaptı.

İlgili haber: Yangın sonrası Muğla: Bilimsel bir rehabilitasyon süreci için sağlam bir siyasi irade gerek

Belediye, halka karşı rantın yanında yer alamaz

Köyceğiz halkının kullanımında olan göl kıyısındaki günlük ormanının bitişiğindeki alanın, izinsiz, plansız ve kaçak şekilde dolgu yapılarak niteliğinin değiştirilmeye çalışıldığını söyleyen Hüseyin Erol, vatandaşların tüm şikayetine rağmen Köyceğiz Belediyesi’nin de duruma sessiz kaldığını dile getirdi:

“Hiçbir belediye halka karşı rantın yanında yer alamaz, almaz. Hiçbir belediye kamuya ait alanları müteahhitlerin talanına göz yummaz, yumamaz.

Gezi direnişçilerine dayanışma mesajını ileten Erol, şunları kaydetti:

“Köyceğiz doğası, gölü, günlük ormanları kırmızı çizgimizdir. Unutulmamalıdır ki dokuz yıl önce bugün Taksim Gezi Parkı‘nda bir ağacın yok edilmesine müsaade etmeyenler, bugün hala aynı inanç ve amaçla aramızdalar. Doğamıza karşı gelen her tehdidin karşısında Gezi ruhu olacaktır. Gezi’de katledilenleri unutmuyoruz.”

İlgili haber: AKP döneminin ekolojik yıkım projeleri: Türkiye artık bir enkaz

Meteoroloji’den yüksek sıcaklık ve toz taşınımı uyarısı

Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yapılan son değerlendirmelere göre: yurt genelinin parçalı ve yer yer çok bulutlu, İç Ege, Göller yöresi, İç Anadolu’nun doğusu, Karadeniz’in iç kesimleri, Doğu Anadolu’nun kuzeyi ile Bilecik, Eskişehir ve Çankırı çevrelerinin yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde toz taşınımı görülmesi bekleniyor.

Sabah ve gece saatlerinde Marmara’nın kuzeydoğusu ile Batı Karadeniz kıyılarında yer yer pus ve sis bekleniyor.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde toz taşınımı görüleceği tahmin edildiğinden yaşanabilecek olumsuzluklara karşı vatandaşlar dikkatli ve tedbirli olmaları yönünde uyarıldı.

Hava sıcaklığının ise ülke genelinde mevsim normallerinin 6 ila 10 derecenin üzerinde seyretmesinin beklendiği belirtilerek vatandaşlara dikkatli olmaları yönünde uyarı yapıldı.

Venedik’te iklim değişikliği: Yükselen sulara karşı mücadele

Yüzlerce kanalın bulunduğu Venedik adası, Adriyatik Denizi’yle birlikte var olurken; su, şehrin ulaşımı, sanayisi ve turizmi için hayati öneme sahip. Ancak iklim değişikliği ve yükselen deniz seviyeleri kentte giderek daha sık ve tehlikeli su baskınlarına neden oluyor.

Venedik’teki su, hayati bir önem taşımasının yanısıra aynı zamanda bir tehdit haline de geldi. Peki Venedik’i nasıl bir tehlike bekliyor?

Fotoğraf: Ljubomir Zarkovic / Euronews

Suya bağımlı bir şehir

Euronews’den  Rebecca Ann Hughes’in aktardığına göre; Venedik’in içinden geçen 150 kanal, şehrin sokakları ve yolları görevi görüyor. Su otobüsleri, teslimat tekneleri ve acil servisler, tarihi şehir ve uzaktaki adalar arasında gidip gelmek için su yollarına ihtiyaç duyuluyor.

Su, şehrin birçok endüstrisi için eşit derecede vazgeçilmez. Tarihi boyunca Avrupa ve Asya arasında taşınan mallar için önemli bir liman olan Venedik, aynı zamanda önemli bir gemi inşa sektörüne de sahipti. Artık iyice küçülen bu sektör, bugün gondol ve diğer geleneksel Venedik teknesi üreten bir avuç üreticiyle sınırlı.

Venedik limanı şehrin ekonomisi için de hayati önem taşıyor. İtalya’nın en yoğun sekizinci ticari limanı olan liman, yolcu gemileri için önemli bir merkez.

Fotoğraf: Dimitry Anikin / Euronews

Karantinada kanallardaki su berraklaşmıştı

Su, şehirdeki yaşamın temeli olmakla birlikte, aynı zamanda insan eylemlerinin insafına kalmış bir kaynak. Dar kanallardan ve sığ lagünlerden geçen yoğun tekne trafiği ve aşırı büyük gemiler deniz yatağına ve deniz yaşamına zarar veriyor.

Bu etki 2020’de, koronavirüs karantinalarının şehirdeki trafiği durdurmasıyla kanalların mucizevi bir şekilde berraklaşması ve deniz yaşamıyla dolmasıyla da fark edilmişti.

Venedik’te yolcu gemisi yasağı

Doğrudan San Marco Meydanı‘nın önünden geçen büyük yolcu gemileri de yakın zamana kadar önemli sorunlara neden oluyordu. Dalgaları şehrin temelini aşındırırken içinden geçtikleri lagünün derin kanalının düzenli olarak taranması, hayvan ve bitki yaşamını neredeyse tamamen yok etti.

Fotoğraf: Claudio Schwarz/Euronews

Geçen yıl, yetkililer lagünün bazı bölgelerinde büyük yolcu gemilerini yasaklamak için uzun zamandır beklenen kararı aldı.

Hükümet planına göre; büyük boyutlu gemiler artık St Mark’s Havzası, St Mark’s Kanalı veya Giudecca Kanalı‘ndan geçemeyecek ve bunun yerine yakındaki endüstriyel Marghera limanına yönlendirilecek.

Sular altında bir Venedik: Tahminler deniz seviyesinde yükselmeye işaret ediyor

Kasım 2019’da Venedik, şehir tarihinin en kötü sellerinden bazılarını yaşadı. Sular, deniz seviyesinin 187 santimetre üzerine yükseldi. Olay yüz milyonlarca avroluk hasara neden oldu.

O tarihten bu yana lagün girişlerinde mobil bariyerlerden oluşan selden korunma sistemi devreye alındı. Bu müdahale mucizevi bir çözüm olarak görülse de iklim tahminleri bunun kısa vadeli bir çözüm olduğunu gösteriyor.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) 2021’de yayımlanan raporunda, en kötü senaryoda deniz seviyesinin 63 cm’den 101 cm’ye yükseleceği tahminine yer verildi. Bunun gerçekleşmesi durumunda şehrin büyük bölümünü su basmasını önlemek için, lagündeki bariyerlerin oldukça sık ​​​​uygulanması gerekecek. Bunun da ekosistem ve liman endüstrisi için feci sonuçlar doğurması bekleniyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nu kapatma davası ertelendi

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’nin kapatılmasına yönelik dava, 36 barodan 280 avukatın müdahillik talebi reddedilerek 5 Ekim 2022 tarihine ertelendi.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne “Aileyi ve toplumu parçalamayı amaçladığı” ve “Cumhurbaşkanına hakaret söylemlerinde bulunduğu” gibi iddialarla İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi‘nde açılan fesih davasının ilk duruşması bugün yapıldı.

Baroların davaya müdahillik talepleri reddedildi

ANKA Haber Ajansı’nın aktardığına göre; duruşmaya CHP Milletvekili Gamze Taşçıer, HDP Milletvekili Oya Ersoy, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Saliha Sera Kadıgil, birçok ilin baro temsilcisi, çeşitli sivil toplum kuruluşları ile kadın örgütlerinin temsilcileri, şiddet mağduru kadınlar ve yakınları katıldı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’nin avukatları da duruşma salonunda hazır bulundu. Derneği savunmak için davaya başta Türkiye Barolar Birliği ile İstanbul, Ankara ve İzmir barolarının da aralarında bulunduğu 36 barodan 280 avukat yetki belgesi sundu. Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği de müdahillik talebinde bulundu.

Derneğin kurulma hikayesi: Münevver Karabulut cinayeti

Dernek Başkanı Gülsüm Kav, mahkemede derneği neden kurmak zorunda kaldıklarını şöyle anlattı:

“Kadın cinayetleri bir halk sağlığı ve adalet sorunu oldu: 2009 sonunda Münevver Karabulut cinayeti sonrası yaşananlar toplumu çok etkilemişti. Ailenin yanına giderek onları yalnız bırakmamak istedik. O günden bugüne ‘Asla yalnız yürümeyeceksin’ diyoruz. Münevver Karabulut cinayeti ile başlayan süreçte kadın cinayetleri bir halk sağlığı ve adalet sorunu oldu. Cinayet dosyalarına müdahillik talebinde bulunduk. Bu süreçte bir hakimin, tüzel kişiliğimiz olmadığı gerekçesiyle müdahillik talebimizi reddetmesi üzerine öldürülen kadınların aileleri ile birlikte tüzel kişiliğimiz olan derneğimizi kurduk.

‘Kadınların tüm hak ve özgürlükleri için hak arayan bir dernek olduk’

Kadınların tüm hak ve özgürlükleri için hak arayan bir dernek olduk: Bizler, ailelerin önce acılarını paylaşıp sonra dava süreçlerini takip ederken, bir süre sonra aileler bize ulaşmaya başladı. Öldürülen kadınların öldürülme şekilleri bize dersler verdi. Ayşe Paşalı‘nın ölümünde koruma kanunun yetersizliğini gördük. Ölüm gerçekleştikten sonra dahil olmak dışında, ölüm gerçekleşmeden ne yapabiliriz, diye düşündük. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve İstanbul Sözleşmesi ile kadınların sadece şiddete uğraması karşısında değil tüm hak ve özgürlükleri için hak arayan bir dernek olduk.

‘Derneğin kapatılması, tüm kadınların yaşam hakkına müdahaledir’

Bizim amacımız kadınların cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğramasını, annelerin çocuklarının gözü önünde öldürülmesini önlemek için elimizden geleni yapmak. Derneğin kapatılması, tüm kadınların yaşam hakkına müdahaledir. İstanbul Sözleşmesinin feshi ile başlayan süreç, bizim derneğimizin kapatılma süreci ile devam etmektedir. Hâlâ yürürlükte olan sözleşmede tüm haklarımızı kazanmak için, öldürülmemek için, amacımıza ulaşana dek mücadelemiz devam edecek.”

Duruşmada öldürülen kadınların aileleri de destek verdi

Duruşmada, öldürülen kadınların aileleri de dernek lehine beyanda bulundu. Aileler, yakınlarını cinayetlere kurban verdiklerinde yanlarında olan ve kendilerine destek veren derneğin kapatılmasını istemediklerini söyledi.

Duruşma ertelendi

Mahkeme, davanın kamu ile dernek arasında olması, davalı derneğin zaten avukatlarının bulunması ve müdahil olma talebinde bulunanların davayla doğrudan ilişkilerinin bulunmaması gerekçesiyle dosyaya sunulan tüm müdahillik taleplerinin reddine karar verdi. Mahkeme, davaya konu İstanbul Valiliği İl Sivil Toplumla İlişkiler Müdürlüğü‘nün 9 Ağustos 2021 tarihli yazısında bahsi geçen soruşturma ve kovuşturma dosyalarının istenmesine karar vererek duruşmayı 5 Ekim 2022 tarihine erteledi.

‘Nedense yasaklanmaya çalışılan siyasetçiler, müzisyenler hep kadınlar’

Duruşma öncesinde adliye önünde çok sayıda kadının katılımıyla basın açıklaması yapıldı. Açıklamada konuşan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği Başkanı Gülsüm Kav, şunları söyledi:

‘Bu dava artık hepimizin davası’

“Biz elbette ki bugün bu adliyenin kapısında yıllardır kadınlar, çocuklar ve haksızlığa uğrayanlar için bulunurken kendi derneğimizin davası için bulunmaktan elbette ki üzgünüz. Bu bir hukuksuzluk ve haksızlık ama önümüze bunları çıkarıyorlarsa, bunlar da mücadelenin bir parçasıdır. Ve neyi çıkarırlarsa çıkarsınlar biz bütün yönleriyle de uğraşmaya hazırız. Herkese çok teşekkür ediyorum. Bu yüksek düzeyde dayanışma için. Ama artık aslında teşekkür bile fazla. Çünkü bu dava artık hepimizin davasıdır.

Kadınlar platformun kapatma davasının ilk duruşmasında Çağlayan’da adliye koridorlarını doldurdu.

Ve ‘niye bizim başımıza bu geldi’ diye düşünürsek aslında bakarsanız neden hepimizin davası olduğunu da açıklıyor. İstanbul Sözleşmesi‘nden imza çekilmesiyle başlayan hukuksuzluğun bir devamı olarak görüyoruz derneğimize açılan davayı da. Ve aynı zamanda bugün her gün yaşadığımız özgürlüklerimize, haklarımıza müdahalelerin yeni başlayacak baskılarında habercilerinden biriydi. Ve günümüzde yaşadığımız tüm hak ihlallerinin parçasıdır. O yüzden de tüm kadınların ve tüm toplumun davasıdır.

‘Her gün yaşam tarzımıza bir müdahaleyle karşılaşıyoruz’

Hepimiz içinde yaşıyoruz. Her gün ya kıyafetimize ya bedenimize ya kimliğimize, konserimize, müzisyenimize, yaşam tarzımıza bir müdahaleyle karşılaşıyoruz. Nedense yasaklanmaya çalışılan siyasetçiler, müzisyenler hep kadınlar oluyor. Her şey kadınlar üzerinden yürüten bu baskı sistemine karşı elbette ki kadınlar birleşecek.”

‘Milyonlarca insan mücadeleyi devam ettirecek’

Basın açıklamasında konuşan dernek üyesi de “Bugün aynı zamanda 1 Haziran, sevgili kadınlar ve LGBTİQ artılar. 1 Haziran Gezi Direnişi‘nin yıl dönümü. Unuttular galiba. Bir ağacı kesmeye kalktıklarında milyonlarca insanı karşılarında buldular. Bu kapatma davasını açtılar. Demek ki uslanmamışlar. Ve bir kez daha göstereceğiz. Milyonlarca insan mücadeleyi devam ettirecek. Kadın mücadelesi asla durmayacak” dedi.

Kalabalık grup, “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı attı.

‘Bir Muhterem kaybettim binlerce kardeş kazandım; onları yedirmem’

Boşanmak istediği ve hakkında uzaklaştırma kararı olan eşi tarafından öldürülen Muhterem Göçmen’in ablası Çiğdem Kuzey, şöyle konuştu:

“Evet, Gezi direnişleri döneminde Muhterem’i ben bir katile kurban verdim. Ve o dönemde biz karakola gittiğimizde koruma memurlarının söylediği kelime ‘Hala mı?‘ dün gibi aklımda. Muhterem’i nasıl koruyacaksınız? Bizi nasıl koruyacaksınız? Evimize nasıl gideceğimizi sorduğumuzda, ‘Bütün polisler Gezi Parkı’nda’ dediler. Bize ait olan mekanları onlar bizim elimizden almak için mücadele ederken, bir katil benim kardeşimin hayatını elinden aldı. Ve bugün ne tesadüf ki bugün 1 Haziran günü benim kardeşimden sonra sığındığım, ardımda bütün davalarımda bu mahkeme bahçesinde benim arkamda dimdik duran, beni dik tutmak için yanımda olan kadınlara açılan dava. Bugün de ben onların yanındayım. Ve bunun sonuna kadar da devam ettireceğim.

Bugün dik durma günü. Bizim için değil. Bütün kadınlar için, bütün Türkiye kadınları fark etsin ki yavaş yavaş sesimizi kısmaya önümüzde durmaya çalışıyorlar. Bir Muhterem kaybettim ama binlerce kardeş kazandım. Ben onları, onlara yedirmem.”

Gülsüm Kav

‘Bu adliye kapısından daha da güçlenerek çıkacağız’

Açıklamada konuşan CHP Milletvekili Gamze Taşçıer şunları söyledi:

“Bugün burada hukuksuz bir şekilde kadın mücadelesinin en gür sesi olan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na hukuksuz bir şekilde açılan davadayız. Biliyoruz ki karanlık zihniyet, bu davayı tıpkı hukuksuz bir şekilde İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği gibi, tıpkı kadınların kazanılmış haklarına göz diktiği gibi, tıpkı sözde ahlak adı altında kadın sanatçılarının konserlerini yasakladığı gibi amacı kadın mücadelesine sekte vurmak ve kadınları toplumun dışına itmek. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, bizi durdurmaya, susturmaya çalışsalar da biz susmayacağız, inadına kadın cinayetlerini hep birlikte durduracağız. Ve buradan duymayan kulaklara bir kez daha söylüyoruz.

Bugüne kadar hep söylediğimiz gibi hiçbir kadın asla yalnız yürümeyecek. Ve bu adliye kapısından çıkarken daha da güçlenerek daha da ortaklaşarak daha da mücadelemizi artırarak inandığımız, bildiğimiz yolda mücadele etmeye ve dayanışmaya devam edeceğiz. Yaşasın kadın dayanışması, yaşasın örgütlü kadın mücadelesi.”

‘Bu siyasi bir dava, çok iyi biliyoruz’

TİP Milletvekili Sera Kadıgil ise yine saçma sapan bir gündemle Çağlayan Adliyesi önünde bir araya geldiklerini belirterek şöyle konuştu:

“Çünkü kadın cinayetlerini engellemek için kılını bile kıpırdatmayanlar kadın cinayeti terimini bizim terminolojimize, aklımıza kazıyan, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunu kendine düşman belledi. Tam da bu yüzden bugün buradayız. Bu siyasi bir dava çok iyi biliyoruz.

Nasıl ki İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede, bir herifin lafıyla çıkmaları siyasiyse bu davanın açılmış olması da son derece siyasi. Çünkü emin olun ki örgütlü herkesten nefret ediyorlar ama örgütlü kadınlardan çok daha fazla nefret ediyorlar. Tam da bu yüzden bu dava açılmış durumda. Ama şunu hiç kimse unutmasın. Biz örgütlü olmasaydık Şule Çet’in babası benim arkamda. ‘Şule Çet intihar etti’ diyeceklerdi. Biz örgütlü olmasaydık hala hadsiz birkaç tane herif Özgecan‘ın arkasından ‘onun da orada ne işi varmış’ diye konuşacaktı. İşte biz tam da bu yüzden buradayız. Tam da bu yüzden diyoruz ki iyi ki varsınız Fidan, iyi ki varsınız Gülsüm, Hülya abla bize bunları siz öğrettiniz ve asla yalnız yürümeyeceksiniz. Kadın düşmanları gidecek, Kadın Cinayetleri Platformu kalacak. Kadın düşmanları gidecek.”

‘Hayatlarımıza kasteden bu iktidar başka bir toplum yaratmak istiyor’

HDP Milletvekili Oya Ersoy da basın açıklamasında söz alarak, “Bu davayı açanlar bilsinler ki biz kadınların dilini kopartamazlar, çenemizi kapatamazlar. Eşitlik ve özgürlük mücadelemizi asla sona erdiremezler” dedi ve ekledi:

“Biz bu davanın neden açıldığını gayet iyi biliyoruz. Emeğimize, bedenimize, hayatlarımıza kasteden bu iktidar, başka bir toplum yaratmak istiyor. Ve o toplumda kadınları hedef alıyor.

İki nedenle kadınları hedef alıyor. Bir, gerici, cinsiyetçi erkek egemen ideolojisi nedeniyle, ikincisi de bizim mücadelemizden korkuyor. Çünkü kurmak istediği bir memleketin önünde en büyük engel, biz kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini görüyor. Evet, biz kendi hayatlarımızı değiştireceğimiz gibi eşitlik ve özgürlük mücadelemizle bu ülkeyi de değiştireceğiz. Bunu böyle bilsinler. Asla susmuyoruz, asla korkmuyoruz, asla itaat etmeyeceğiz.”

Finlandiya, dünyanın en iddialı iklim hedeflerinden birini yasalaştırdı

Finlandiya, 2035 yılına kadar net sıfır,  2040’a kadar negatif emisyona ulaşma hedefini yasalaştırdı. Bu, dünyanın en iddialı iklim hedeflerinden biri. Fin, yetkililer, saldığından daha fazla karbondioksit emen ilk gelişmiş ülke olmayı istediklerini belirtti.

Net Zero Tracker’a göre, yalnızca Güney Sudan‘ın 2035’ten daha iddialı bir net sıfır tarihi var ve gelişmekte olan bir ülke olarak 2030 hedefi büyük ölçüde uluslararası finansa bağlı.

Söz konusu hedef, Finlandiya İklim Değişikliği Paneli‘nden bir grup bağımsız ekonomist tarafından yapılan analize dayalı olarak belirlendi. Uzmanlar ülkenin,  dünyanın salabileceği 420 GT karbondioksitten adil payının ne olduğunu ve küresel ısınmayı 1.5C ile sınırlamak için hala üçte iki şansa sahip olduklarını hesapladı. Bu adil pay da Finlandiya’nın küresel nüfustaki payına, emisyonları azaltmak için ödeme yapma kabiliyetine ve iklim değişikliğine neden olma konusundaki tarihsel sorumluluğuna dayandırıldı. Yapılan çalışma ve bu yöntemle belirlenen ilk iklim hedefi olarak da tarihe geçti.

“Karbon nötr” anlamına da gelen net sıfır; mevcut emisyonları azaltarak ve atmosferden karbondioksiti emmeye yönelik yöntemleri uygulayarak, insan faaliyetleri tarafından üretilen sera gazlarının miktarını azalma eylemi eylemi olarak tanımlanıyor. Şimdiye dek pek çok ülke, ağırlıklı olarak karbon emme yöntemlerine ağır verecek şekilde, 2050’ye kadar net sıfıra ulaşma hedefini açıkladı. 

Negatif emisyon ise saldığından daha fazla sera gazını emmek anlamına geliyor.

Finlandiya çevre bakanı Emma Kari, Climate Home‘a, hedefin araştırmacılar ve iklim bilimi topluluğundan insanlarla birlikte belirlenmesinin “çok önemli” olduğunu söyledi: “Yüksek gelirli ülkeler, iklim değişikliğiyle mücadele konusunda ilerici ve aktif bir rol üstlenmeli”

‘Diğer ülkeler de hedeflerini yenilemeli’

Avrupa Birliği (AB) ve ABD dahil olmak üzere çoğu gelişmiş ülke, net sıfır için 2050’yi belirlemiş durumda. Finlandiyalı uzmanların analizine göre, Almanya ve AB’nin net sıfıra 2030’da ulaşması gerekiyor.

AB’nin daha erken bir hedef tarih belirlemesi gerekip gerekmediği sorusuna Kari, hedeflerin “iklim bilimine ve Paris anlaşmasına dayanması, hedef Paris Anlaşması ile uyumlu değilse, o zaman onu değiştirmek gerektiği” yanıtını verdi.

Finlandiya’nın hedefini “iddialı ama ulaşılabilir” olarak nitelendiren Kari, partiler arası geniş bir desteğe sahip olduklarını da ekledi. Kari, merkez ve sol partilerden oluşan koalisyon hükümetinde Finlandiya Yeşiller Partisi‘nden bakan olarak görev yapıyor.

Finlandiya’nın iklim hedeflerini karşılayıp karşılamaması, büyük ölçüde topraklarının dörtte üçünü kaplayan ormanlarına bağlı olacak. Geçen hafta ülkenin istatistik kurumu, bu ormanların ilk kez emdiklerinden daha fazla sera gazı saldığını gösteren rakamları yayınlamıştı. 

Finlandiya’nın arazi kullanımı olmadan emisyonları, arazi kullanımı değişikliği ve ormancılığın ardından oluşan 10 yıllık emisyon tablosu. . 

Ormansızlaşmadan kaynaklanan emisyonlar son on yıldır artıyor ve ülke fosil yakıtlardan uzaklaştıkça enerji kaynaklı emisyon azaltımlarının etkisini ortadan kaldırıyor. Finlandiya İstatistik Kurumu, bunun ağaçların daha hızlı kesilmesi ve daha yavaş dikilmesinden kaynaklandığını buldu.

Fin tomruk şirketleri, ağaçlarını kağıt hamuruna ve kağıda dönüştürüyor ve genellikle tartışmalı bir şekilde iklim dostu ve yenilenebilir olarak tanıtılan enerji için yakılmak üzere satıyorlar.

Küresel Orman İzleme verileri, Finlandiya ve yakın bölgelerde ağaç örtüsü kaybını (pembe) ve ağaç örtüsü kazanımını  (mavi) gösteriyor. 

Kari, Climate Home’a ​​tarım ve ormancılık bakanlığının da ilk iklim planı üzerinde çalıştığını söyledi.

Rusya‘nın Ukrayna’yı işgalinin, Fin hükümetinin rüzgar enerjisine ağırlık vermesini; binaları daha enerji verimli ve fosil yakıtlı ısıtmaya daha az bağımlı hale getirmesini sağladığını kaydeden Çevre Bakanı, enerji geçişini hızlandırdıklarını da vurguladı. 

Kari, bir ülkenin kendi adına emisyonları azaltmak için diğerine ödeme yaptığı uluslararası karbon denkleştirmelerine güvenmeden hedefe ulaşılacağını da belirtti. 

Kaplan Yılı: Bazı türler dünyadan silinirken bazı kaplanların henüz vakti var

Çin, Tayland, Laos ve Vietnam‘daki kafes tesislerinde her yıl binlerce kaplan üretiliyor. Kaçak drone kayıtları, Laos’ta bir suç şebekesi tarafından işletilen büyük bir kaplan çiftliğini ifşa etti. Soyu tehlike altında olan hayvanların ticaretini yasaklayan uluslararası anlaşmalar bozan bu tesis ve diğerleri, kafeste ürettiği kaplanların derisini, kemiklerini, pençelerini, dişlerini ve etini satarak kara borsayı besliyor.

Mongabay’dan  Sharon Guynup’un aktardığına göre;  bilinçle yürütülen yaban hayatı koruma uğraşları ve yaptırımları sayesinde kaplan nüfuslarının yer yer azalmasının yavaşladığı görülürken, yer yer de artmaya başladığı gözlemleniyor.

Kaplanların Küresel Durumu

2022’nin kaplanlar için çok önemli bir yıl olması bekleniyor. Bu yıl, uluslararası yaban hayatı koruma kuruluşu IUCN, Tehdit Altındaki Türler Kızıl Listesi‘ndeki kaplan nüfusunu güncelleyecek. Kasım’da ise, içinde Laos, Çin, Tayland ve Vietnam’ın da bulunduğu, 184 ulusun imzacısı olduğu küresel yaban hayatı ticareti kuruluşu CITES, Panama‘da toplanacak. Dünyanın ikinci Küresel Kaplan Zirvesi‘nin ve biyoçeşitlilik ve tehdit altındaki türlere dair birçok önemli uluslararası toplantının düzenleneceği bu sene, kaplanlar için çok önemli. Mevcut anlaşma, soyu tehlike altındaki kaplanların ticaretini yasaklasa da kaplan üretimi konusunda şeffaf değil.

2007 tarihli bir CITES kararına göre, kaplanların üretimine sadece yaban hayatını korumak amacıyla izin veriliyor. Deliller, bu kararın aralarında Çin, Laos, Vietnam ve Tayland’ın da olduğu birçok Asya ülkesi tarafından ihlal edildiğini gösteriyor. Ancak CITES, yaptırım uygulamakta yetersiz kalmasıyla eleştiriliyor.

Yabani kaplanların durumu alt türler ve konumlara göre çok değişken. Bali, Hazar ve Java kaplanlarının soyu tükendi ve geriye altı alt tür kaldı. New Yorklu yaban hayatı koruma kuruluşu Panthera’nın baş bilim insanı ve kaplan programı yöneticisi John Goodrich, bu türler arasında Güney Çin kaplanının (P.t. amoyensisp) soyu yabanda tükenmişken Bengal kaplanlarının [Hindistan, Bangladeş, Nepal ve Butan‘da yaşayan P. t. tigris] durumunun harika olduğu söylüyor. Goodrich ayrıca “Amur kaplanları [P. t. altaica, diğer ismiyle Sibirya kaplanı] fena durumda değil, diğer tüm alt türler ise kötü durumda” diyor.

Palm yağı ve yok olan yaşam alanları

Saldırganca avlanan ve tropik yaşam alanları palm yağı için yakılarak yok edilen Sumatra kaplanları (P. t. sumatrae) ise büyük zorluk içinde. Goodrich, ayrıca “Malezya kaplanları (P. t. jacksoni) ise uçurumun eşiğinde; ülkeleri önümüzdeki beş sene içinde onları ya kurtarmayı başaracak, ya da sonsuza dek kaybedecek” ifadelerini kullanıyor.

Bengal kaplanları için durum görece iyi

En iyi durumdakiler ise Hindistan‘ın Bengal kaplanları. 2018 sayımına göre 2967 nüfusu olan bu kaplanlar, yaban kaplanı nüfusunun yaklaşık üçte ikisini oluşturuyor. Ancak ülkenin 53 kaplan rezervi ve diğer koruma altındaki alanları giderek büyüyen bir insan nüfusuyla çevrili. Başbakan Narendra Modi‘nin nezaretinde Hindistan‘ın önemli kaplan yaşam alanları yavaş yavaş yok olurken birçok doğa kuruluşu ve doğa uzmanı ya sindirildi, ya da karar yetkileri ellerinden alındı.

İklim değişikliği ve kaplanlar

Kaplanları nasıl etkileyeceği bilinmeyen bir diğer faktör ise iklim değişimi. Bangladeş‘teki dünyanın en önemli habitatlarından olan Subdarban Mangrov ormanındaki su seviyesi Dünya üzerindeki neredeyse her yerden daha hızlı yükseliyor; bilim insanları, bu deltanın büyük çoğunluğunun 15 ile 25 sene içinde tamamen su altında kalacağını öngörüyor.