Ana Sayfa Blog Sayfa 895

Hayvanlar dört ay önce sokaklardan toplatıldı: Şimdi ne yapıyorlar?

Bu haber partnerimiz Gezegen24’te yayımlanmıştır.

*

Hayvanları Koruma Kanunu, 2004’te ilk yürürlüğe girdiği dönemde sokak hayvanları başta olmak üzere bütün hayvanlar için bir umut ışığı olmuştu. Temmuz 2021’de bu kanun üzerinden bir değişiklik yapıldı. Hayvan hakları savunucularına göre; bu süreçte hayvanlar için değişen tek şey şiddetin boyutu ve şekli oldu. Özellikle baroların, STK’lerin ve yerel hayvan koruma gönüllülerinin hayvana tecavüz, işkence ve öldürme vakalarında şikâyetçi olma haklarının ellerinden alınması hak savunucularının tepkisini bir hayli çekti ve bu tepkiler henüz dinmiş değil.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 25 Aralık 2021 günü Gaziantep’te yaptığı bir açıklamada “Belediyeleri sahipsiz hayvanları sokaktan alacak adımları atmaya çağırıyorum, sahipsiz hayvanların yeri sokaklar değil, barınaklardır” şeklindeki ifadeleri yasa değişikliğine yönelik eleştirileri arttırdı. Nitekim Erdoğan’ın hemen bu konuşmasının ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı valiliklere 17 maddelik bir genelge gönderdi. Pitbull başta olmak üzere beş ırktan köpeğin daha sokaklarda “sahipsiz” bulunmaması, sokak hayvanlarının da “rehabilite olmadıkça” alındıkları ortamlara bırakılmaması talimatı veren genelgeyle belediyeler sokak hayvanlarını geçici bakımevlerine götürmek üzere şiddet ve işkenceyle toplamaya başladı. Ancak, Türkiye Hayvanları Koruma Vakfı’nın tahminlerine göre; ülkede yaklaşık altı milyon sokak hayvanı nüfusuna karşılık bin üç belediyeden sadece 256 belediyede geçici bakımevi bulunuyor ve bu bakımevlerinin mevcut kapasite sayısına dair resmî bir veri de yok. Erdoğan’ın “barınakları” işaret etmesinin ardından bu durum değişmedi.

Hayvanların sokaklardan toplanmaya başlamasının üzerinden dört ay geçti. Mevcut bakımevi sayısı, zorla ve şiddetle toplanan hayvanların barınması için yeterli değil. O zaman belediyelerin topladığı hayvanların hepsi şimdi neredeler? Kaç hayvan öldürüldü veya öldü? Kaç hayvan terk edildi? Birçok hak ihlâlinin ve işkencenin belgelendiği bakımevlerinin koşulları iyileşti mi? Daha birçok sorunun yanıtını almak için, bu süreci yakından takip eden hayvan hakları savunucuları ile konuşuyoruz.

Barınaklar rutin hizmetlerini yerine getiremiyor

Şu an Türkiye’de Erdoğan’ın açıklaması sonrası açılan bir bakımeviyle beraber toplam 257 bakımevi bulunuyor. Bu barınakların bir kısmının tamamında, bir kısmının ise yarıdan fazlasında bakanlığın “yasaklı” olarak tanımladığı ırklar bulunuyor. Ancak ne belediyeler ne de bakanlık bilgi paylaştığı için somut verilere ulaşmak mümkün değil. Veri eksikliğinin bir örneği olarak Türkiye Hayvanları Koruma Vakfı Başkanı Erman Paçalı Gaziantep’teki bakımevinde son bir haftada 200’den fazla köpeğin kaybolduğunu ve nerede olduklarına dair bilgi alamadıklarını söylüyor.

Sokak hayvanlarının şiddet ve işkenceyle toplandığına dair teyit edilmiş birçok görüntü ve belge mevcut. Peki, tüm bunlarla ilgili bir soruşturma başlatıldı mı? Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) Koordinatörü Fatma Biltekin, bakanlığın şimdiye kadar harekete geçtiği ve takip ettiği bir vakanın olmadığını söylüyor. Aslında bu da, değişen kanunda kaldırıldığı iddia edilen sahipli-sahipsiz hayvan ayrımı uygulamasının devam ettiğini gösteriyor.

‘Hayvanların yaşadığı şiddetin önüne geçmek için göstermelik değil gerçek cezalar verilmeli, belediyeler soruşturulabilmeli’

İstisnalar hariç belediyelerin bakımevi ve rehabilitasyon merkezi kurmayı bir “külfet” olarak gördüğünü belirten Erman Paçalı, çok az sayıdaki bakımevlerinden neredeyse hiçbirinin şu anda kısırlaştırma hizmeti vermediğini aktarıyor. Sebebi ise dört ay önce yayımlanan 17 maddelik genelge ve bu genelgeyle el konulan tüm hayvanların bakım sorumluluğu bu bakımevlerine yüklenmesi.

Neticede, asli işi popülasyon kontrolü olan bakımevleri, sokaklardan zorla alıkonulan hayvanların barınma ihtiyacına tahsis edildikleri için tam kapasiteye ulaştı. Bunun sonucunda rutin hizmetlerin önü tıkandı.

En çok hak ihlalinin yaşandığı yerlerin barınaklar olduğuna işaret eden Fatma Biltekin, insanların hayvanlarla ortak yaşam kültürü kurması gerektiğini vurguluyor:

“’Hayvanların yeri barınaklardır’ diyen herkese barınak ziyareti yapmasını söylüyoruz. Bir kere bile barınağa gitmemiş insanların sokakta bir merdiven altında, açlık ve hastalıklar ile mücadele etmeye çalışarak yaşayan hayvanları bu korkunç yerlere kapatmak istemeleri kabul edilebilir değil. Kentler sadece bizlere ait değil. Sorumluluğunu yerine getirmeyen kamu kurumları ile mücadele etmemiz gerekiyor.”

Hayvanlar bakımevlerinde barınamıyor

Paçalı’ya göre belediyelerin hayvanlara yönelik uygulamaları keyfî ve hukuksuz:

“Her idare kafasına göre canı nasıl isterse öyle işlem yapıyor. Kimsenin kanuna uyduğu yok. Canı isteyen belediye toplayıp başka bölgeye atıyor, canı isteyen katlediyor, öldürüyor. Kimi yakalanıyor kimi yakalanmıyor bile, yakalansa da gereği yapılmıyor, kimi gerçekten hakkıyla kanun çerçevesinde disiplinli çalışıyor ama ülke genelinde bir disiplin olmayınca işini iyi yapanın emeği de değersiz kalıyor.”

Peki, Paçalı’nın bahsettiği keyfî işlemlerden bazıları neler? Örneğin 21 Ocak 2022’de Konya, Akşehir’deki katı atık tesisinin bitişiğinde, Akşehir Belediyesi’ne ait resmî araçtaki görevlilerin, yine belediyenin resmî çöp aracına “yasaklı” ilân edilen ırklardan hayvanların cansız bedenlerini taşıdıkları görüntüler hayvan hakları savunucuları tarafından kayda alınmıştı.

26 Ocak 2022’de Adıyaman, Kahta’da bakımevine alınan bir köpek, buradaki fizikî koşullar elverişli olmadığından yeterli tedbir alınmadan bir kafese konuldu. Kafesi parçalayan köpek ile bir başka köpek arasında çıkan kavgada, bir köpek, diğer köpeğin saldırısı sonucu öldü. 28 Mart 2022’de de Çanakkale’deki bakımevinden bazı görüntüler sosyal medyaya yansıdı. Görüntülerde köpeklerin ölü bedenleri yer alıyordu ve aç bırakıldıkları için birbirlerine saldırdıkları söylendi.

Katliamlar ve cezasızlık

Paçalı, bakanlığın 17 maddelik genelgesi nedeniyle kaydedilemediği için ceza korkusuyla bilinçsizce hâlâ sokağa, ormanlık veya kırsal alanlara terk edilen köpeklerinin olduğunu da vurguluyor, “Katliam çığırtkanlığı yapmak yerine idareleri göreve çağırmak için çalışmalıyız ve bundan herkes sorumlu,” diyor.

Hayvanlara Adalet Derneği’nden Hülya Yalçın ise kanunun caydırıcı olmadığı görüşünde. Kanun ve sonraki düzenlemelere ilişkin değerlendirmesinde yasanın hayvanları korumakta yetersiz olduğunu söyleyen Yalçın, hayvan hakları konusunda etkin bir mücadelenin, insanların cezasızlığa ses çıkartarak yetkilileri göreve zorlamaktan geçtiğini savunuyor.

“İnsanları ‘her şeyi bu yasayla halledebiliriz’ diye kandırmaktan ar ederim,” diyor Yalçın:

“Sosyal mücadele, devlet kurumlarını çalıştırmak önemli. Mücadeleyi sadece hayvan hakları yasası kapsamıyla değil, kendi haklarımızı kullanarak ve sosyal etkinliği yükselterek ilerletebiliriz.”

Yalçın’a göre, yasa değişikliği “zaten göstermelik”, çünkü hayvanlara yönelik hak ihlâllerinde hâlâ ceza uygulanamıyor. “Bir kanun varsa, orada bir suç tanımlanıyorsa, cezası da aynı şekilde tanımlanarak bu sürecin en kolay şekilde işlemesi sağlanmalıydı,” diyor Yalçın:

“Oysa tam tersi, el titreyerek belirlenen suç tarifleri, asla uygulanamayan cezalar düştü kucağımıza.”

‘Mücadeleyi sadece hayvan hakları yasası kapsamında değil,  kendi haklarımızı kullanarak ve sosyal etkiliği yükselterek ilerletebiliriz’

Devletin hayvanlara işkenceyi bir sorun olarak gördüğünü ancak aynı noktadan bakmadıklarını ekliyor Yalçın, “Hayvanların varlığından ve onlara yapılanlardan doğan itirazlardan keyfi kaçıyor devletin. Yoksa biz tecavüzü, işkenceyi, ihlalleri konuşmasak, bunları yapanlara tepki göstermesek, devlet umursamayacak” diyor.

Yalçın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinin ardından “sokaklarda köpek linçi” başladığını söylüyor:

“Bu kişiler gruplar oluşturmaya, sahte profillerle hayvanlar üzerinden aslında hayvan seven kişilere saldırmaya başladılar. Münferit bazı olayları da sürekli ajitasyonla gündemde tutarak, acılı aileleri kendi amaçları doğrultusunda yönlendirerek çabalarını sürdürüyorlar. Yasanın boşlukları, koruma ruhu taşımaması ve uygulanabilir olmaması işlerini kolaylaştırıyor.”

Fatma Biltekin ise belediyelerin bu vakalar karşısında soruşturulması gerektiğini belirterek, değişen kanunun “cezasızlık” getirdiğini savunuyor. “Hayvanların yaşadığı şiddetin önüne geçmek için eğitimler düzenlenmeli ve yeni yasada olduğu gibi göstermelik değil gerçek cezalar verilmeli, belediyeler soruşturulabilmeli” ifadelerini kullanıyor. Bunun için de önleyici ve koruyucu çalışmalar yapılmasını öneriyor:

“Hayvanları canavarlaştırarak, katliam çağrıları yaparak bu meseleyi çözemeyiz.”

‘Sürtük’ten sonra AKP’den ‘fahişe’ yorumu: Bu kez ABD Konsolosluğu’ndaki LGBTİ+ bayrağı hedefte

ABD İstanbul Başkonsolosluğu, Onur Ayı vesilesiyle Sarıyer‘deki binasına LGBTİQ+ bayrağı astı.

Twitter‘dan bayrağın fotoğrafını paylaşaran Konsolosluk, “Onurla yaşamak bir cesaret ve dayanıklılık eylemidir. Herkesin güvenlik & kapsayıcılık içinde, dilerse açık kimlikli olarak yaşayabileceği bir dünya için çalışıyoruz. LGBTQI+ bireyler onlara oldukları gibi destek, değer veren bir dünyada yaşamayı hak ediyor” dedi.

Twitter’da ‘Yeliz‘ isimli sahte bir hesabı ortaya çıktığı için ‘Yeliz’ lakabı ile anılan AKP’li Ahmet Hamdi Çamlı sosyal medyadan bayrağın fotoğrafını paylaşarak önce,”Bir devlet sapkınlığın, fuhşiyatın, fahişeliğin bayrağını temsilcilik binasına nasıl asar!? Tanrıyı kıyamete zorlamak gibi bir misyonu bir devletin üstlenmesi gibi bir şey! Acayip!” yazdı.

Çamlı’nın paylaşımı şöyle devam etti:

“Memlekette az da Amerikan ba(e)silisi ehli fahşa yokmuş hani, sürüler şeklünde seyrüsefer idiyorlar… Allah islah etsin,eder mi,eder… Ümitsizlik bize yakışmaz… Ol dedi mi oldurur… Oldur Ya Rabbi… Amin…”

Ordu Çevre Derneği: Fatsa’da hamsilerin göç yolunu rahat bırakın

Ordu Fatsa‘da deniz fenerin de bulunduğu deniz seviyesindeki adaya seyir terası yapılması için yarın  ihale gerçekleşeceğini duyuran Ordu Çevre Derneği, “Denizin ekolojik dengesini bozmayın, ihaleyi iptal edin” diyerek tepki gösterdi.

Söz konusu alanda derin bir çukur bulunduğunu ,hamsilerin göç yolu ve balıkların yumurtlama alanı olduğunu belirten Dernek, şunları söyledi:

“Hangi mantıkla böyle bir proje yapılıyor anlamış değiliz. Proje gerçekleşirse burada ışıklandırma ve yoğunluk olacak. O yüzden balıkların yumurtlama ve beslenme alanı yok olacak. Balıkçıların avlanma alanı zarar görecek.”

İhale yapılmadan önce proje için gerekli malzemelerin kıyıda hazır olduğunu da aktaran Dernek, açıklamasında “Bu, ihalenin nokta atışıyla yandaşa verileceğini gösteriyor. OBB (Ordu Betonlaştırma Belediyesi) bunu her zaman yapıyor” ifadelerini kullandı.

 

Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği: Üç acil duruma dikkat!

Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği (SÜT-D) 5 Haziran Dünya Çevre Günü‘nün bu yıl çok daha önemli olduğunu bildirerek iklim, biyoçeşitlilik ve kirlilik acil durumları için gidişata ‘dur’ deme çağrısı yaptı.

5 Haziran Dünya Çevre Günü teması bu yıl “Sadece Tek Bir Dünya” olarak seçildi. “Evrende milyarlarca galaksi var. Galaksimizde milyarlarca gezegen var. Ama sadece bir dünya var” diyen İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Öğretim Üyesi ve SÜT-D Başkanı Prof. Dr. Filiz Karaosmanoğlu, “Dünyamızı hep birlikte onarıp koruyabiliriz. Sürdürülebilir kalkınma için hepimize düşen görev ve sorumluluklar var” dedi.

‘Yok sayamayacağımız bir durumdayız’

Prof. Dr. Filiz Karaosmanoğlu

2021’de başlayan BM Ekosistemi Yenileme On Yılı kapsamındaki ilk kutlama olan 5 Haziran 2022 Çevre Günü temasının, gezegeni yenileme ve koruma için küresel ortaklaşa eylem çağrısı ile güçlendirildiğini söyleyen Prof. Dr. Karaosmanoğlu şu ifadeleri kullandı:

“Çünkü tek bir dünya var. Dünyamızı birlikte koruyabiliriz. Unutmayalım: Evrende milyarlarca galaksi var. Galaksimizde milyarlarca gezegen var. Ama Sadece bir dünya var. Şubat 2021’de açıklanan ‘Doğayla Barışmak: İklim, Biyoçeşitlilik ve Kirlilik Gibi Acil Durumlarıyla Mücadele için Bilimsel Plan‘ adlı UNEP Raporu adında da yer aldığı gibi bizlere üç acil başlıkta yapmamız gerekenleri bildirdi. 9 Kasım 2021 tarihli UNEP İklim Durumu: İklim Eylem Notu’nda da insanlık için kırmızı kod tanımı ile iklim acil durumu sunuluyor. Yok sayamayacağımız, endişe kelimesinin yetersiz olduğu, korkmak gereken bir durumdayız.”

Geleceği güvence altına almak, yeni salgınları önlemek için iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı ve kirlilik sorunları için siyasi, ekonomik ve teknik çözümler bulunması gerektiğini söyleyen Karaosmanoğlu, “Daha sürdürülebilir üretim ve tüketim yaparak doğa ile barışmalı, ‘Sadece tek bir dünya var’, diyerek günlük ve endüstriyel yaşamı sürdürülebilir kılmalıyız” şeklinde konuştu.

‘Sürdürülebilir kalkınma için hepimize düşen görev ve sorumluluklar var’

Prof. Karaosmanoğlu “En iyi atık-enerji-su yönetimi ile kaynak verimli, mevcut en iyi teknolojiyi kullanan sürdürülebilir üretimle sanayide, sürdürülebilir tüketim ile evde, okulda, işte, yolda, ormanda, tarlada hem akçeli maliyeti hem de güzelim gezegenimiz dünya için üç acil başlıktaki maliyeti azaltabiliriz. Hep beraber harekete geçmeli, fikirlerimizi çözümlerle güçlendirmeliyiz. Çünkü sürdürülebilir kalkınma yolunda, küresel ortaklığı canlandırmak, hız kazanmak için her birimize, ülkelere düşen görev ve sorumluluklar var. Umudumuzu yitirmemeli ve çok çalışmalıyız. Hem biz hem de dünya mutlu olmalı.” diyerek Dünya Çevre Günü’nü kutladı.

BNEF analizi: 2025’te elektrikli binek araç satışı üç kattan fazla artacak

Araştırma şirketi BloombergNEF’in (BNEF) yıllık Uzun Vadeli Elektrikli Araç Görünümü Raporu’na göre, karayolu taşımacılığı sektörü elektrikli araçlar sayesinde 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşabilir, ancak politika yapıcılardan ve endüstri katılımcılarından acil eylem gerekiyor.

BNEF, 2021’de satılan 6,6 milyon elektrikli binek araç satışının önümüzdeki birkaç yıl içinde hızla artarak 2025’te  21 milyona çıkacağını tahmin ediyor.

Elektrikli araç satışları artıyor ve halihazırda günde 1,5 milyon varil petrolün kullanımını azaltıyorç Bunun çoğu Asya‘daki elektrikli iki ve üç tekerlekli araçlardan geliyor, ancak artan elektrikli binek araç satışları bunun 2025 yılına kadar günde 2,5 milyon varile çıkabileceğini söylüyor.

Mevcut durumda herhangi bir değişikliğe gidilmese bile BNEF’e göre 2050 yılına dek küresel çapta araçların üçte ikisinin sıfır emisyonlu olacak.

Daha ağır ticari araçların ise 2050’ye kadar oranının yalnızca yüzde 29 olacağı öngörülüyor. BNEF, otobüsler ve iki ve üç tekerlekli araçlar gibi belirli segmentlerin net sıfır için hazırlanmaya yakın olduğunu, ancak özellikle orta ve ağır ticari araç segmentlerinde gidişatı rayına oturmak için daha fazla eyleme ihtiyaç olduğunu belirtiyor.

BloombergNEF’in elektrikli araçlar başkanı Aleksandra O’Donovan, “Önümüzdeki yıllarda hükümetler, otomobil üreticileri, parça tedarikçileri ve şarj altyapısı sağlayıcılarından büyük bir çabaya ihtiyaç var” diyor.

2050 yılına kadar elektrikli ulaşıma geçiş için iki farklı senaryoyu karşılaştıran rapor; pil, malzeme, petrol, elektrik, altyapı talebi üzerindeki etkileri inceliyor:

  1. Hiçbir yeni politika ve düzenlemenin yürürlüğe girmediğini varsayan ve temel olarak tekno-ekonomik eğilimler ve piyasa güçleri tarafından yönlendirilen ‘Ekonomik Geçiş Senaryosu’.
  2. 2050 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine ulaşmak için hangi teknolojinin uygulanacağına ekonomik açıdan bakılan  potansiyel ‘Net Sıfır Senaryosu’.

Ekonomik Geçiş Senaryosu’na göre, yollardaki elektrikli araç sayısı 2025’te 77 milyona ve 2030’da 229 milyona ulaştı. Bu, 2021 sonundaki 16 milyonluk rakamın üstünde.

Ekonomik Geçiş Senaryosunda 2035’te elektrikli binek araç filosunun 469 milyona ulaşacağı, ancak Net Sıfır Senaryosunda aynı tarihe kadar 612 milyona çıkması gerekiyor. Zengin ülkeler bu pazarlardaki geçişi desteklemenin ve benimsenmede küresel bir yavaşlamadan kaçınmanın yollarını ararken, açığın çoğunun gelişmekte olan ekonomilerde karşılanması gerekecek.

2050’ye kadar yollarda net sıfır için ise;

  • 2030’a kadar küresel yeni binek araç satışlarının yüzde 61’inin,
  • 2035’e kadar ise yüzde 93’ünün sıfır emisyonlu araçlardan oluşması,
  • ve 2038 itibariyle herhangi bir segmentteiçten yanmalı motorlu araç satılmaması gerekiyor.

Öte yandan Ekonomik Geçiş Senaryosu’nda iki ve üç tekerlekli araçlar ve otobüslerin yalnızca yüzde 29’u 2050 yılına kadar sıfır emisyona ulaşıyor – net sıfır için gerekenden çok uzak.

Kamyonlar için daha sıkı bir yakıt politikası veya CO2 standartları getirmenin yanı sıra, hükümetlerinve nakliye operatörlerininkiler de dahil olmak üzere, elektrikli araçların zorunlu tutulması gündeme gelebilir.

Hükümetler ayrıca şehirlerde sıfır emisyonlu bölgeleri ve yükü daha büyük kamyonlardan daha hızlı elektrik verebilen daha küçük kamyonlara iletmek için teşvikleri göz önünde bulundurmalıdır.

Gelişen pazarlara finansal destek verilmeli

BNEF’in gelişmiş ulaşım ekibinin başkanı ve raporun baş yazarı Colin McKerracher, şöyle diyor:

“Piyasanın doğru yönde ilerlediğine dair olumlu işaretler olsa da özellikle ağır kamyonlar söz konusu olduğunda daha fazla eyleme ihtiyaç var. Bu eylemin ayrıca, her türden elektrikli mobiliteye geçişi sağlamak ve hızlandırmak için finansal desteğe” ihtiyaç duyan gelişmekte olan pazarlara da odaklanması gerekiyor. “

BNEF’e göre, gelişmiş ülkeler ve kuruluşlar, uluslararası iklim finansmanı planlarına elektrikli araç  ve şarj altyapısıyatırımlarını dahil etmeli ve bu sektörü geliştirmek için güvenilir planları olan gelişmekte olan ekonomilere sermaye sağlamalı.

Mümkün olan her yerde araba bağımlılığını azaltmalı

BNEF’in bulgularına göre, elektrikli araçların binek otomobillerin ötesinde tüm diğer karayolu taşımacılığı alanlarına yayılmasıyla birlikte, karayolu taşımacılığından gelen petrol talebi artık 2027 yılında zirveye ulaşacak. İçten yanmalı motorlu araç satışları 2017’de zirveye ulaşmıştı.

BNEF, içten yanmalı motorlu binek araç sayısının 2024’ten itibaren düşüşe geçmesini bekliyor.

Rapor ayrıca toplu taşıma, yürüme, bisiklete binme ve mümkün olan her yerde araba bağımlılığının azaltılmasının sağlanması gerektiğini öne sürüyor. Sadece 2050 yılına kadar otomobille katedilen kilometrelerde %10’luk bir azalma, yollarda 200 milyon daha az otomobile yol açacak, kümülatif CO2 emisyonlarını 2,25 gigaton azaltacak ve pil tedarik zinciri üzerindeki yükü hafifletecek ve bunların tümü uzun vadeli karbonsuzlaştırma hedeflerine fayda sağlayacaktır.

Elektrikli araç üreticileri, pil hammaddeleri için önümüzdeki yıllar içinde pazarın daralacağını düşünüyor.  Yine de, pillerin artan maliyeti, yakın vadede elektrikli araçların benimsenmesini engellemeyecek Çünkü pil hammadde maliyetlerini artıran savaş, enflasyon, ticaret sürtüşmesi gibi faktörler, aynı zamanda benzin ve dizel fiyatlarını rekor seviyelere itiyor ve bu da tüketicinin elektrikli otomobillere olan ilgisini artırıyor.

İzmir’de ekolojik talana karşı çevre nöbetine başlandı

Mimarlar Odası İzmir Şubesi, 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla şube binasının önünde kentte yaşanan doğa talanına karşı beş günlük nöbet başlattı.

Her gün kentin bir ekolojik talanına karşı tutulacak olan nöbetin ilk günü Çeşme Turizm Projesi‘ne karşı yapıldı. Nöbet alanına “Değil 166 hektar, Çeşme‘nin bir karış toprağını vermeyeceğiz” ve “İzmir‘de simite ‘gevrek’, Çeşme projesine ‘talan’ derler” pankartları asıldı. Nöbet sırasında forum düzenleyerek projenin bölgeye vereceği zararlar anlatıldı.

 

‘Projeye kamuya ait olan alan özel bir şirkete devredileceği için karşıyız’

Mezopotamya Ajansı‘nın aktardığına göre; forumda ilk olarak söz alan Çeşme projesine karşı açılan davanın avukatlarından Ömer Erlat, projenin içeriğine dair bilgiler vererek “Bu alan kamuya, bizlere aittir. Bu alanın tamamı özel bir şirkete devredilecek. Bu kişi burada alana başkalarının görmesini engelleyecek. Bu alandan kamu yararlanamayacak. Bu nedenle projeye karşıyız” dedi.

‘Talan ve doğayı yok etme projesi’

Şehir Planlamacıları Odası İzmir Şubesi Başkanı Yusuf Ekici de projenin talan ve doğayı yok etme projesi olduğunu belirtti. Çeşme’de 11 tane turizm bölgesi olduğunun altını çizen Ekici, “Bugün konuşulan olay ise turizm bölgesi planlarında olmayan alanları sermayeye peşkeş çekmektir. Bu alanın yüzde 97’si kamu mülkü. Yatırımcıyı üzmemek ve yormamak için bu alanları ranta açıyorlar. Bu proje için doğal sit alanlarının statülerini değiştirdiler. Yakın zamanda bu alana ilişkin plan kararlarını değiştirmekte gündeme gelecek. Bizde doğayı, kenti bir avuç azınlığın değil tüm canlıların kullanabilmesi için mücadele ediyoruz ve edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Cangı: Gelecek kuşaklara yaşanılabilir bir ülke ve dünya bırakmak için mücadele yürütüyoruz

Söz alan Çeşme davası avukatlarından Arif Ali Cangı da, projenin yaratacağı tahribatın büyüklüğünün öngörülmesinin mümkün olmadığını dile getirdi. İklim krizi ile birlikte kıyıların sular altında kalacağının öngörüldüğünü belirten Cangı, “Bilirkişi incelemesi sırasında da bunu gündeme getirdik. Bilirkişi heyeti de görevini yerine getirdi. Fakat bu işler sadece davayla değil toplumsal destek ve siyasal mücadele ile oluyor. Bunlar olursa daha kolay sonuç alabiliriz. Burada gelecek kuşaklara yaşanılabilir bir ülke ve dünya bırakmak için mücadele yürütüyoruz” diye konuştu.

‘Kamu yararı yok’

Çeşmeli Engin Önen de ise yarımadada yıllardır RES ve taş ocaklarına karşı mücadele ettiklerini belirterek şu ifadeleri kullandı:

“Burada yapılmak istenen projeye karşı ideolojik bir mücadele içindeyiz. Çeşme bu tecrübeyi yaşadı ama ders edinmedi. Port Alaçatı projesinde hazine arazileri özel kullanıma devredildi. O projede de bu projede de kamuya yararı ya da bölge halkına katkısı yoktur.”

‘Proje, siyasal ve ekonomik iktidar sahiplerinin projesi’

İzmir Dayanışma Akademisi üyesi Aydın Arı ise projenin siyasal ve ekonomik iktidar sahiplerinin projesi olduğunu vurguladı. Kendilerinin devletin içindeki suçlara ortak olmak istemedikleri için ihraç edildiklerini aktaran Arı, “Bakanlığın tanıtım reklamlarında bir takım bilimsel raporlar geçiyor. Bazı bilim insanları bu raporların hazırlanmasına katkıda bulunmuş. Burada ortaya çıkacak olan suçlara bazı bilimcilerin de ortak olduğunu söylemek istiyoruz. Bu bilimcileri bu suçlara ortak olmamaya; aksine karşı çıkmaya davet ediyoruz” dedi.

Mimarlar Odası İzmir Şubesi, Konak Kent Konseyi, Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, EGEÇEP Gençlik Meclisi ve Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi temsilcileri de birer konuşma yaparak projeye karşı mücadele edeceklerini bildirdi.

Boğaziçi direnişi devam ediyor: Vazgeçmiyoruz

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, 350. kez rektörlük binasına sırt çevirdi. Naci İnci’nin rektör olarak atanmasının 280’inci gününde de bir araya gelen  akademisyenler, direnişlerini 515 gündür devam ettiriyor.

Bugün, 30 Temmuz’ta gerçekleştirilen destek oylamasında akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ı hiçbir gerekçe göstermeden dönem ortasında görevden almasının ise yüz doksan dokuzuncu gününe gelindi. 

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de 12:15’’te #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 350. kez rektörlük binasına döndüler.

Fotoğraf: Can Candan

Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Öğrencime Dokunma”,  “Kabul Etmiyoruz”, “Vazgeçmiyoruz” ve “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite” yazan dövizler taşıdılar.

Köpeğe şiddet uygulayan sanığa iki yıl altı ay hapis cezası

Ataşehir’de Ağustos 2021’de tavuklarına saldırdığı iddiasıyla Duman isimli sokakta yaşayan köpeğe şiddet uygulayan Hasan Kılıç hakkında ‘Evcil hayvanlara zalimce kötü muamelede bulunma‘ suçundan iki yıl altı ay hapis cezası verildi.

Anadolu 18. Asliye Ceza Mahkemesi‘nde bugün görülen duruşmaya tutuksuz sanık Hasan Kılıç, avukatıyla katıldı. Duruşmaya müşteki avukatı Selda Bulut, İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi avukatları da katılım gerçekleştirdi.

İlgili haber: Beykoz’da sokak köpeklerine havalı tüfekle saldırı

Üst sınırdan cezalandırılması talep edildi

Avukat Selda Bulut, “Sanığın cezalandırılmasını istiyoruz. Yaşama hakkı kutsaldır. Sokak hayvanlarının korunmaya ihtiyacı var. Verilecek karar toplum vicdanı açısından değerlidir, adalete güveniyoruz” şeklinde konuştu. İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi avukatı ise “Olay ölümle neticelenmiş, zararın giderilmesi söz konusu değil. Üst sınırdan cezalandırılmasını istiyoruz” dedi.

DHA’dan Halil Sadri Yılmaz’ın aktardığına göre; son sözü sorulan Hasan Kılıç “Ben çok pişmanım, çok üzgünüm. Maksadım hayvana zarar vermek değildi. O an şekerim yükseldi. Bütün cezalarımı ödedim, başka bir ceza gelirse de seve seve öderim. Beraatimi talep ediyorum” diye konuştu. Hasan Kılıç önceki ifadesinde, köpeğin yedi tavuğunu öldürdüğünü, bir tavuğu da ağzında görünce müdahale etmek istediğini, bu sırada kendisine saldırması nedeniyle vurduğunu söylediği aktarıldı.

‘Evcil hayvanlara zalimce kötü muamelede bulunma’dan hapis cezası

Davayı karara bağlayan mahkeme, Kılıç’ın 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanun‘un 28. maddesine yeni eklenen ve 12’nci maddesinde yer alan ‘Evcil hayvanlara zalimce kötü muamelede bulunma‘ suçundan önce üç yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verdi. Sanığın duruşmadaki tutum ve davranışlarını lehine takdiri gerekçe göstererek cezada takdiri indirim yapan mahkeme, sanığın iki yıl altı ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetti.

TEMA: Doğayla uyumlu yaşamaktan başka çaremiz yok

TEMA Vakfı, 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde, bugünün ve gelecek nesillerin yaşamının doğrudan bağlı olduğu doğal varlıklar üzerindeki baskı ve tahribatlara dikkat çekti. Doğanın yükünün her geçen gün arttığını belirten Vakıf, bu yükün azaltılması için tüm insanlara görevler düştüğünün altını çizdi.

Bu yıl #TekBirDünya sloganıyla kutlanan Dünya Çevre Günü’nde Birleşmiş Milletler, “Evrende milyarlarca galaksi, galaksimizde milyarlarca gezegen, ancak sadece bir dünya var” diyerek dünyayı yaşanabilir yapan iklimin ve doğal varlıkların korunması konusunda herkesi duyarlı olmaya ve adım atmaya çağırdı. TEMA Vakfı bu özel günde, insanların neden olduğu iklim krizi, biyolojik çeşitlilik kaybı ve kirliliğin, gelecekte yaşamı ve refahı olumsuz etkileyecek en büyük problemler arasında yer aldığını vurguladı.

‘Yaşam kaynakları hızla tükeniyor’

Doğayı korumanın, gezegeni ve insanların kendi yaşamlarını korumak anlamına geldiğini ifade eden TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Evrende içinde yaşam olduğu bilinen tek gezegen dünyamızdır. İnsanların, doğal varlıklar üzerindeki etkilerini dikkate almayan, sürekli büyüme odaklı bir ekonomik anlayışla yaşam kaynaklarını hızla tükettiği ise artık yadsınamaz bir gerçek” dedi ve ekledi:

Deniz Ataç

“Bugünkü tüketim anlayışı ve ekonomik talepleri karşılamak için 1.8 dünya gerekiyor. Ne yazık ki, özellikle 1970’li yılların başından itibaren bugünün ve gelecek kuşakların yaşamını, refahını etkileyen bu gidişin durdurulması gerektiği vurgulanıyor. Bu yönde uluslararası girişimler de olmasına rağmen, bu adımların, beklenen hedeflere ulaşılması konusunda yeterli olmadığı görülüyor.”

İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı ve kirlilik kaynaklı sorunlar

Her yıl 10 milyon hektar orman alanının tahrip edildiğine, 12 milyon tarım arazisinin çölleştiğine dikkat çeken TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ataç, “Yıllık karbon salımının ancak yüzde 60’ı doğa tarafından depolanabiliyor, yüzde 40’ı atmosferde birikmeye devam ediyor ve dünya giderek ısınıyor. İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, kirlilik kaynaklı sorunlar bugünün ve gelecek nesillerin yaşamını ve refahını olumsuz yönde etkileyeceği gibi, yakın gelecekte ekonomiyi de zora sokacak en büyük problemler arasında yer alıyor” şeklinde konuştu.

‘Bir milyon türün nesli tehlike altında’

Bu durumun, ülkelerin sürdürülebilir kalkınma konusunda verdiği taahhütleri yerine getirme konusunda başarısız olduklarını gösterdiğinin altını çizen Ataç, “Nitekim 2050’de 1.5°C’de tutulması hedeflenen küresel ısınmanın, 2040’da 1.5°C’yi aşacağı tahmin ediliyor. Bir milyon türün nesli tehlike altında. Bu son 10 yıl, atılacak adımlar için kritik bir 10 yıl olarak değerlendiriliyor” dedi.

‘Kamu yararı kavramı yeniden tanımlanmalı’

Doğanın yükünün her geçen gün arttığını belirterek bu yükün azaltılması için tek bir bireyden tüm insanlara, politikacılara ve yöneticilere görevler düştüğünün altını çizen Ataç, “Artık tüm hükümetler kalkınmalarını büyüme odaklı halden çıkarmalı, çevresel değerleri esas alan göstergeleri kullanmalıdır. Bu anlamda, yasalarımızda çoğu zaman geçen kamu yararı kavramının; ekosistem hizmetlerini dikkate alan, iklim krizi ve biyolojik çeşitlilik kaybının gıda üretiminden doğa felaketlerine kadar yaratacağı riskleri dikkate alan bir anlayışla yeniden tanımlanması gerekiyor” ifadelerini kullanarak şunları aktardı:

“Bu aynı zamanda doğa ile dost olmanın ve doğaya dost uygulamaların hayata geçirilmesinin de önemli bir aracı olacaktır. Doğa ile dost olmak; iklimi korumak, tüm canlıların yaşam hakkına saygı göstermek, yaşam alanlarını korumak, doğa tahribatlarını önlemek, kirliliği ve doğaya olan yükü azaltmak, doğada açılan yaraları iyileştirmek üzere restorasyon çalışmaları yapmaktır.”

AB ülkeleri fosil yakıta dayalı elektrik planlarını üçte bir oranında azalttı

Düşünce kuruluşları Ember ve CREA‘nın yeni analizine göre, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri fosil yakıtlardan elektrik üretimi planlarını üçte bir oranında azalttı.

Yakın zamanda açıklanan politikalara göre, 2030 yılında 595 TWh (terawatt saat) fosil yakıt kaynaklı elektrik üretimi gerçekleşecek ve bu sadece iki yıl önce yayınlanan 2030’da 867 TWh planlarına kıyasla keskin bir düşüş olacak.

Bu durum, Covid-19, hızla yükselen gaz fiyatları ve Rusya‘nın Ukrayna‘ya savaşının ülkelere daha temiz, daha ucuz ve daha güvenli kaynaklara doğru harekete geçme baskısı oluşturmasıyla ortaya çıkıyor.

Fosil yakıtlar hızla yenilenebilir enerji ile ikame ediliyor

AB ulusal stratejileri, fosil yakıtları ikame etmek için elektrik üretiminde yenilenebilir kaynaklarda planlı bir artış olduğunu gösteriyor.

2019’da yayınlanan ulusal stratejiler, AB’de 2030 yılına gelindiğinde elektriğin yüzde 55’ini yenilenebilir kaynaklardan elde edecekken, bugünkü politikalara göre elektriğin yüzde 63’ü yenilenebilir kaynaklardan üretilecek.

İklim hedeflerinin daha da yükseltilmesi muhtemel: Yakın zamanda açıklanan AB komisyonu stratejisi REPowerEU, 2030 yılına kadar elektrik üretiminde yenilenebilir kaynakların payının yüzde 69 olmasını hedefliyor.

Ember‘de Kıdemli Enerji ve İklim Verileri Analisti Pawel Czyzak şöyle diyor:

“AB, hükümetlerin maliyetli fosil yakıtları terk etme konusunda ciddileşmesiyle birlikte enerji geçişi  hızlandı. Rüzgar ve güneş enerjisini daha hızlı artırmanın AB’nin birden fazla krizi atlatmasına yardımcı olabileceği konusunda bir fikir birliği var.”

Ukrayna‘daki savaş ve doğal gaz krizine tepki olarak enerji geçişine yönelik iddialı hedefler hızla gelişti ve son iki yılda 19 Avrupa devleti, karbonsuzlaştırmayı hızlandıracak planlar yayınladı.

Rus fosil yakıtlarının en büyük ithalatçılarından bazıları şu anda iklim hedeflerinde en büyük sıçramaları gerçekleştiriyor: Almanya, 2030 yenilenebilir enerji hedefini %62’den %80’e yükseltti, Hollanda açık deniz rüzgar kapasitesini 2030’a kadar 21 GW’a çıkarmayı planlıyor ve Fransa, şu anda 14 GW olan güneş enerjisi kapasitesini 2050’de 100 GW’a çıkarmayı hedefliyor.

Karbondan arınma

Beş ülke ulaşım, sanayi ve ısınma gibi sektörleri daha fazla karbondan arındırmak için yeni politikalar açıkladı.

AB çapındaki REPowerEU stratejisi, artan enerji verimliliği ve maliyet, güvenlik ve iklim sorunlarının üstesinden gelmeyi amaçlayan ısıtma önlemleri ile bu sektörlerin karbondan arındırılmasını bir odak noktası haline getiriyor.

Strateji, önümüzdeki beş yıl içinde 10 milyon ısı pompası ünitesinin devreye alınmasını hedefliyor ve yenilikçi teknolojiler aracılığıyla endüstriyi karbondan arındırmaya yönelik AB fonlarını ikiye katlayarak 3 milyar Euro’ya çıkarıyor.

CREA Analisti Erika Uusivuori, “Avrupa artık fosil yakıtların istikrasızlığa eşit olduğunu kabul ediyor” diyor:

“Mevcut enerji ortamının benzeri görülmemişti. Ancak fosil yakıt bağımlılığını azaltma hedefindeki bir sıçrama, ülkeleri daha güvenli bir patikaya sokuyor.”